FİRUZE

_Mehsa_ által

367K 19.3K 18.8K

𓇚𓇚𓇚 "Kaçma!" dedi Ezra yakarır gibi. " Bir kere de beni yakma, iki gözüm." Firuze kolunu kurtarmaya çalışt... Több

𓇚•FİRUZE•𓇚
𓇚•TANITIM•𓇚
𓇚•GEÇMİŞ•𓇚
𓇚•TURKUAZ•𓇚
𓇚•AKİK•𓇚
𓇚•İNCİ•𓇚
𓇚•DUMORTİERİT•𓇚
𓇚•KALSİT•𓇚
𓇚•AMETİST•𓇚
𓇚•YAKUT•𓇚
𓇚•LÂL•𓇚
𓇚•ZÜMRÜT•𓇚
𓇚•KAPLAN GÖZÜ•𓇚
𓇚•GİRİT•𓇚

𓇚•KEHRİBAR•𓇚

16.8K 1.4K 2.1K
_Mehsa_ által

SOHBET KÖŞESİ 

Selamünaleyküm Mehsa'nın güzelleri, masal prensesleri!

Yeni bir serüvenle birlikteyiz. Benim için çok farklı bir tecrübe, çok çok farklı bir deneyim Firuze. 

Umarım sizler de çok seversiniz. ❤️‍🔥😍

İlk bölüm heyecanı diye sizi çok tutmuyorum. Bundan sonraki bölümlerde beni bilirsiniz yine buraları doldururum. 

Sizi seviyorum. İyi okumalar dilerim.❤️‍🔥😍 

𓇚ꕥInstagram Sayfamız: Mehsa Hikayeleri

𓇚ꕥ Kişisel Instagram Sayfam: _mehsaa_

𓇚ꕥ Twitter: mehsahikayeleri

𓇚ꕥTakip edebilirsiniz. Özellikle duyurular ve alıntılarımız için çiçeklerim.🌺

𓇚ꕥ𓇚

"Bir nefes dîdâr içün bin cân fedâ itsem n'ola?

Nice demlerdür esir-i iştiyâkıdur gönül."

Bir nefescik olsun o güzel yüzü görmek için bin canım olsa da kurban etsem yeridir. Gönül nice zamandır onun arzusuyla yana tutuşa esiri olmuştur.

-Nef'î

𓇚ꕥ𓇚

𓇚19 Haziran 2022 𓇚

Zaman, haksızın haklıya zulmettiği güne şahitti. Haklının yaşadıklarının bedelini ödettiğine şahit olmak için ise bugünü seçmişti.

Gündüzün en aydınlık vaktinde, bir evin depo katında yıllar sonra bir hesap soruluyordu. Zamanında zulüm gören o genç kız büyümüştü. Büyümüş ve yıllar önce tıpkı büyük halası gibi ettiği ahın karşılığını almıştı. Kız ölmek istemişti ama düşmanı onu öldürmemişti. Sonra öyle bir beddua etmişti ki yasın karasına bürünmüştü her yer.

O gün demişti ki;

Sanma ki kudret hep senin elinde kalacak. Gün gelecek, Mardin'e ya güçlenerek döneceğim ya da öldürüleceğim. Bu yolda belki de tabutum gelecek eve ama bil ki senin hesabını kesmek için çabalarken öleceğim. Elbette sende bir gün öleceksin. Allah bana o günü görmeyi nasip etsin. 

Âh ettim çünkü!

Göğsünü dağlaya dağlaya haykırmıştı ciğerinin yangınını.

Öyle bir âh ettim ki benim elimden olmasa da iki yakan bir araya gelmesin. Sen masumların, öksüzlerin sesini kestin, Allah da en muhtaç anında senin sesini duymasın!

Öyle bir gün gelsin ki ya benim önümde diz çökesin ya da bir başka düşmanının önünde diz çöktürülesin ama zelil olmadan bu dünyaya veda etmeyesin!

O ah gökyüzünün sırtına bir yük gibi binmişti. Öyle ağır bedduaydı ki üç gün boyunca gökyüzü bir türlü aydınlığı görmemişti çünkü mazlumun ahıydı.

Elbette bir gün zulmedenden çıkardı.

Şimdi, bulundukları deponun dışında apaydınlık bir gökyüzü vardı. Hesabı sorulan zelil olmuş, o genç kızın tam önünde diz çöktürülmüştü.

Genç kızın adı Firuze'ydi. Gözleri, öfkesinin rengi gibi simsiyahtı. Saçları geceden, nefreti ise ateştendi. O gözler alev alev yanıyordu düşmanına bakarken.

Yıllar öncesinin hesabını sorsa da göğsü acıyordu. Canı yanıyordu da öfkesinden başka hiçbir şey belli etmiyordu düşmanına.

"Demek Saruhanların evinde sakladın, o kanıtı." dedi Firuze. Karşısındaki adamın sesi çıkmadı. Yüzü dağıtılmıştı. Her zaman düzgün görünen saçları karmakarışıktı.

Tepesinde duran tek ampul onun korkularını aydınlatıyordu.

Kibirli gülümseyişinin yerinde tuzağa düşürülmüş olmanın korkusu vardı adamın. "Hayatta bulamazsın!" dedi Firuze'ye. "Zaten beni öldürdükten sonra o kanıtı bulmaya asla fırsatın olmayacak. Sen," dedi karşısındaki genç kadını başıyla işaret ederek. Tiksintiyle baktı kıza. "Düşmanla iş birliği yaptın! Bir daha o evde barınabileceğini mi sanıyorsun. Senin yaptıklarından bana sıranın geleceğini mi zannediyorsun?"

Firuze karşısındaki adamın tüylerini diken diken eden bir kahkaha attı. Bu kahkaha içtendi. Öyle ki, yıllardır sahte gülüşlerinin ardında yatan en hakiki gülüşüydü Firuze'nin.

O gülüş, zamanın geçtiğini bilerek dindi. Yoksa kazandığı zafer için saatlerce gülerdi Firuze.

Ama adama sanki birden kesilmiş gibi geldi.

Gülmesi bitince takındığı yüz ifadesi, karşısındaki adamın diz çöktüğü soğuk betonda daha da sinmesine sebebiyet verdi çünkü geriye yıllar öncesinin öfkesine sahip bir kadının nefreti kalmıştı.

"Sence bu benim umurumda mı, şerefsiz?" dedi Firuze. "Ayrıca onlar senin düşmanın da değil, bunu en iyi sen bilirsin!" Sözlerini tam gediğe oturttu. Adamın meydan okumasını püskürtürken onun suratının öfkelenmesine de şahit oldu.

"Sen şu an karşımda diz çöktün ya, sen öldükten sonra olacakları umursar mıyım? Ardından kına yakacağım." Gül dudaklarının bir köşesi yukarı doğru kıvrıldı.

Bir avucunun içine baktı. "Ellerimi de ayaklarımı kınalayacağım." dedi sanki düğünü varmış gibi.

Vardı.

Bu adam yaşadığı sürece ona nefes almak haram olmuştu. O ölünce yeniden doğuşunu yaşayacaktı.

Bakışları düşmanına geri döndüğünde nefret sarmıştı dört bir yanını Firuze'nin. "Hala bahanelerini öne sürmeye çalışıyorsun ama artık senin palavralarına karnım tok benim. Sen hep bu kadar zavallıydın ama ben cahilmişim, görmemişim!"

Ona doğru bir adım attı. Topuklularının sesi soğuk zeminde yankılandı. "Sen hep bu kadar korkaktın ama ben küçükmüşüm, bilememişim!" dedi.

Karşısındaki adamın kaşları çatıldı. "Siktir git!" dedi genç kadına üstüne gelince. "Şu an attığın boş naralar bana sökmez, Firuze! Ben doğduğumdan beri üstümde bir bedduanın yükünü taşıyorum. O yükle bile buralara geldim. O yükle bile bu kudreti elde ettim. Senin bu sözlerin bana koyar mı?"

Ellerini arkadan bağlayan düğümleri yerinden kıpırdatmaya çalıştı. "Şimdi çöz beni! Çöz, ben de unutayım bu hareketini. İstanbul'da kaldığın sürece sana dokunmayayım." dedi.

Firuze buna karşılık tekrar gülümsedi. Bu öfkeli bir gülümsemeydi. "Kanıtın yerini söyle, ben de onu bulduktan seni serbest bırakayım." dedi.

Bu sefer kahkahalarla gülen karşısındaki adamdı. O gülüşle birlikte, "Sence kendi ayağıma sıkar mıyım?" diyordu adam. "Bu uğurda ölsem dahi yerini söylemem sana. Kimse benim yaptıklarımı bilmeyecek! Sende asla kanıt bulamayacaksın."

Firuze'nin yay gibi olan kaşlarından biri havaya kalktı. "Öyle mi?" dedi mesleğinin de getirdiği bir soğukkanlılıkla, karşısındaki rakibini şüpheye düşürerek. "Emin misin?" diye tekrar sordu karşısındaki adamın gülüşü hala devam ederken.

Sonra arkasına döndü ve başıyla işaret verdi. O baş hareketiyle birlikte gölgelerin arasından güzel bir yüz ortaya çıktı.

O yüzde de aynı nefret vardı. "Merhaba!" dedi karşısındaki adama. Aynı öfkeydi, aynı acıydı sesindeki. "Beni hatırladın mı?"

O güzel yüz, zamanında tanıdığı, zamanında acımasızca katlettiği bir kadına tıpatıp benziyordu.

"Hayır," dedi adam. "Sen...sen yaşamıyordun. Sen de orada öldün."

Kızın güzel yüzü meleksi bir gülümseyişle aydınlandı. Bir şey söylemedi. Doğru olduğunu kabul etmedi, yanlışları dile getirmedi.

Bir koz olarak buradaydı. Yalnızca ölümün soğuk busesi gibi gülümsemeye devam etti.

Firuze konuştu onun yerine. "Ne dersin?" dedi karşısındaki adama. "Sence elimde ciddi bir koz var mıymış?"

Adamın dehşete düşmüş bakışları ona doğru döndü. "Bu hiçbir şey ifade etmez! O sürtük de hiçbir şeyi kanıtlayamaz." dedi kendini toparlamaya çalışarak. "Elinde delil yok!"

Firuze başını sağa doğru eğdi öyle mi dercesine. Gür saçları eğildiği tarafa doğru döküldü. Kamelya kokusu soğuk depoyu doldurdu.

"Bence korkmanın vakti geldi de geçiyor artık." dedi Firuze. Bu bir tehdit değildi. Ölümün hak olduğunu bildiren bir uyarıydı sadece.

Karşısındaki geçmişin korkusu gözlerine yansıdı. "Asla söylemem!" dedi. "Birazdan da kurtarmaya gelecekler beni. Seni de yakalattırıp bu sefer orospu ilan etmezsem bende adam değilim!"

Firuze'nin meşhur öfkesi birden alev gibi yükseldi.

Adamın dağılmış suratına boş eliyle sert bir tokat attı. "Sensin orospu, gavat! Yaptıklarını sıraya dizsek buradan Mardin'e yol olur ama sen hala sütten çıkmış ak kaşıkmış gibi boş boş konuşuyorsun." Ona dokunduğu için bile tiksinti duyuyordu Firuze.

Adamın yüzünde, tokattan arda kalan kırmızı bir iz olsa da hala yaptıklarından da sözlerinden de utanç duymuyordu.

Bu yüzden Firuze onu sonraki saat işkenceye tabi tuttu, olmadı. Bir adam çağırdı. Ona karşısındaki şerefsizi tutturdu. Bizzat kendisi parmaklarını tek tek kırdı zamanında yanlışa uzanan ellerinin layığını bulması için, adam yine konuşmadı.

Söylemedi o kanıtın yerini.

Her işkence zamandan kayıptı, bu yüzden tekrar silahını ona doğru uzattı.

Firuze'nin silah tutan eli dahi titremiyordu. Kara gözlerinde ki ölüm yıllardır feda ettiklerinin bedeliydi. Karşısında diz çökmüş adam; geleceğini, mutluluğunu, sevdiklerini ama en çok da yüreğinin sahibini elinden almıştı.

Kan revan içindeydi karşısındaki adam. Acı acı soluyordu. Ölümün artık onun için geldiğini anlıyordu. Kimse gelmemişti. Kimse bağırışlarını duymamıştı. Kimse onun yokluğunu anlamamıştı.

Şimdi tir tir titriyordu da ne faydaydı? O kaybetmiş bir kadına bakıyordu.

Kan tükürdü yere, konuşmak için. Kelimeler zorlukla ağzından çıktı. "Beni öldürürsen Ezra seni affeder mi sanıyorsun?" dedi en son çare olarak. Onu çaresiz bırakabileceği tek yerden vurdu. Firuze'nin öfkeli yüzünde değişen tek bir mimik olmadı. Yalnızca iki gözü doldu, onu iki gözü olarak gören adam için.

Zaman geçmişti. Zaman gömmüştü yaraları ama mezarların ardında da nice azaplar vardı. Gömülen yaralar da azap çekerdi. Gömülen yaralar da haykırırdı acısını ama kimse duymazdı.

Firuze'nin yaraları da toprağın altındaydı.

"Ben ondan vazgeçeli yıllar oldu. "dedi Firuze. Yüreği sancıdı bu gerçekle. Karanlıktaydı, göz yaşları kaybedişlerini sakladı. "Senin yüzünden gittim ben. Senin yüzünden bıraktım onu ben!" Sesi gittikçe yükseldi Firuze'nin." Senin yüzünden geleceğimi, sevdiklerimi, en kıymetlimi kaybettim ben!" Silahı adamın şakağına dayadı.

Kıymetlim deyince yüreği titremişti. Yıllardır onun da yaralarını saramamıştı. Midyat'ta bırakmak zorunda kalmış kız kardeşini.

"O gün yemin ettim ben soysuz herif! Sen de dölün de kuruyana kadar bana bu dünyada gün yüzü görmek haramdı."

O yemini karşısındaki adamın önünde etmişti de şimdi önünde diz çöken adam ona sadece ezilmesi gereken bir haşereymiş gibi bakmıştı.

Diz çökmüştü karşısında da fayda etmemişti. Yalvarmıştı da duymamıştı.

"Şimdi bedeli ne olursa olsun ödemeye razıyım! En azından başım eğik çıkmayacağım kıymetlimin karşısına."

Firuze'nin gözünün dönmüş halinin sonunda neye delalet olduğunu kavrayan adam, gururunu ayaklar altına aldı. İlk defa aman istedi genç kadından.

"Bırak beni!" dedi ona. "Bırak sana izin vereceğim. Gideceksin Midyat'a engel olmayacağım. İstersen Ezra'yla evlenmen için de elimden geleni yaparım."

Bunların hepsi yalandı elbet, bu yüzden sadece yalvarıştan ibaret kaldı çünkü Firuze onu duymadı. " Sen duydun mu? "dedi." Ben sana yalvardım, o yalvardı. Sen duydun mu?"

Silahın emniyet kilidini açtı. Sanki nefret ve intikam hem gözlerinde hem de o güzel saçlarında yanıyordu. Karşısındaki adamın günahları gibi simsiyah dikilmişti karşısında.

O adam, günahlarını bizzat karşısındaki kadında görüyordu.

"Keşke öldürseydim o gün ikinizi de." dedi adam planı tutmayınca içindeki bitmek bilmeyen nefretle.

Arkasındaki karanlığa nefretle baktı. Eli kolu da bağlıydı. Yoksa yine kadın demez zarar verirdi onlara. Öyle bir şerefsizlikti onunkisi. "Hatta üçünüzü de. "diyerek damarına bastı Firuze'nin. Firuze eğildi ve ecel terleri döken adamın çenesini sert bir şekilde kavradı.

"Bana bakacaksın!" dedi. Çenesini tutup başını salladı bakışları ona dönsün diye. "Yalnız benim başıma bela olacak leşin, orospu çocuğu!" Tükürür gibi hakaret etti ona. Öfkeden gözü dönmek üzereydi.

"Sana o gün beni öldür demedim mi? Sen öldürmezsen ben seni gücümü kazandığım gün öldürürüm demedim mi?" Tekrar tutuğu çenesiyle sarstı düşmanının yüzünü. Adamın beti benzi attı. 

Firuze geri çekildi. Tam alnının ortasına yasladı silahın namlusunu.

"Son duanı et demeyeceğim çünkü Allah seni benim için bile yaksa iki ömür yetmez yanmana." dedi, Firuze yılların nefretiyle.

Adam, korkmuş olsa dahi gözlerini  kırpmadı. Son kez gururuna yenik düştü. Son kez gücü bu şekilde tattığına inandı.

Öleceğini bile bile, şehadet getirmek yerine bir beşer olduğunu unutarak kibirle bir kehaneti fısıldadı. "Ben ölünce asıl cehennemin başlayacak. Midyat başına yıkılacak. Ezra başı çekecek, orospu."

"Biliyorum. "dedi Firuze. Sonra silahı ateşledi. "Biliyorum, kanı bozuk herif."

Adam düştü, adam öldü. Soysuz kanı usul usul aktı yere, ona toprak oldu.

Çektirdiklerinin hesabı ahirete kalmıştı ama ardında bıraktığı acıların bedelini, yaşadığı ömrü boyunca güç isteyen bir adamın en kötü şekilde ölmesiyle tatmıştı.

Firuze onun yere düşen ölüsünü izlerken yıllar sonra ilk defa gözünden bir damla yaş süzüldü. "Sonunda." diye fısıldadı. "Sonunda huzur bulacağım." Yıllardır çektiği azaba böylece son vermişti. Yıllar sonra ilk defa huzurla gözlerini yumdu.

Hayat onun için yeni başlıyordu.

"Sonunda gerçekler ortaya çıkmaya başlayacak."

𓇚29 Haziran 2022𓇚

Özel jetin içerisinde oturan iki genç kadın birbirine doğru eğilmiş yüzlerinde gergin bir gülümsemeyle birbirlerine bir şeyler anlatmaktaydılar.

Jet Saruhanlara aitti.

Siyah jetin üstünde S ve K harflerinin birleşiminden bir sembol vardı. Saruhanların şirketine Koçakların ortak olmasından sonra bu şekilde bir sembole geçiş yapmışlardı. 

Jetin içerisi şampanya rengindeydi. Aynı renk koltuklar ve  jetin genişliği, zenginliklerinin alameti farikasıydı.

İçerisinde ise bu lükse yakışan iki kadını ağırlıyordu.

 Birinin simsiyah saçları beline kadar uzanıyordu; sıcak bir bölgeye gideceği için mor, uzun kollu, hafif v yakalı bir yazlık elbise giymiş, kıvrımlı bedeni böylece daha da ortaya çıkmıştı.

Kaşları siyah bir yay, kirpikleri ise sevdasını avlayan bir oktu. Dolgun dudakları gerginliğini saklamak için yapay bir gülümseyişle iki yana doğru kıvrılmıştı.

O kadar güzeldi ki; uçak görevlileri özellikle kadın seçilmesine rağmen birazcık hasetle ama en çok hayranlıkla ona bakıyorlardı. Boynunda kısa zincirli bir kolye vardı. Zincirin uçlarında minik pembe kuvars taşlarından yapılmış papatyalar narin boynunu ortaya çıkartmaktaydı.

Saçında ise aynı taştan bir toka vardı. Tarak şeklinde olan toka kristalden kiraz çiçekleriydi. O genç kadın ,bugün üstündeki renklere zıt olarak parmağına kehribar taşlı bir yüzük takmıştı.

Gideceği topraklara ve unuttuğuna yeminler etse de görme ihtimali adama dair işaretti sanki bu.

Taktığı her takının sahibi olan adama işaretti. Aklı inkar etse de yüreğinin sahibi olan adama delaletti. 

Karşısındaki kadın ise ona denk bir başka güzellikti.

İkisi yan yana durunca gece ve gündüz kadar zıtlardı çünkü biri esmer güzeliyken diğeri sarışındı. Teni bembeyaz, dudakları beyaz tenine zıt neredeyse koyu bir pembeydi. Mavi gözlerinin ifadesi sertti, yapay gülümseyişi bile bu ifadeyi düzeltemiyordu.

Kız tesettürlüydü. Başında mint yeşili bir şal vardı. Beyaz, iç göstermeyen bir elbise giymişti o da. İki kadın da birbirine en yakın olanlardı. Yıllardır birlikte olan bu iki kadın kaderlerinin en büyük bağıyla hukuk fakültesinde tanışmışlardı.

Sonra birlikte avukat olmuş, aynı yerde çalışmışlardı ama kaderlerinin bağı yalnızca bununla sınırlı değildi. 

Onların kaderleri acı bir geçmişle düğümlenmişti. 

Birinin adı Firuze, diğerinin adı ise Sahra'ydı.

O iki kadından birisi, 10 gün önce bir cinayet işlemişti. Bugün cinayete kılıf uydurması için İstanbul'da kalması gerekirken iki satırlık mektup yüzünden Mardin'e gitmek zorunda olduğunu öğrenmişti. 

Firuze, hukuki hükümlere göre bizzat katildi. Maktulü ise kendi evinin yakınındaki ormanda, boş bir arazinin olduğu bölgeye gömmüştü.

Öldürdüğü adamı bir ağacın yanına gömse leşi ağacın köklerini kurutur diye korkmuştu.

Firuze karşısındaki genç kadına baktı. "Sahra, burnuma hiç iyi kokular gelmiyor." dedi, endişesini saklamak için bütün maharetlerini konuşturuyordu ama yine de sesine yansımasına engel olamamıştı.

"Mektubu kendi el yazısıyla yazmış, noktalama işaretlerine bile dikkat etmiş!"

Başını rahat deri koltuklara yaslarken bile duruşunda hafif bir gerginlik vardı.

Sahra ona karşılık daha soğukkanlıydı. "Böyle yaşlı bir kadının bu kadar özenli yazmasına da şaşkınım. Üstelik günümüz de mektup da pek kullanılmıyor."

Firuze o ne fenadır, o dercesine başını salladı. "Her şey hakkında bilgisi var onun. Eski geleneklerden vazgeçmez ama yeniye bakmaktan da geri kalmaz. Bilerek mektup yolladı, ondan emir geldiğini bana kanıtlamak için yaptı." dedi Firuze.

Düşündükçe kınalı tırnaklarından birini ağzına götürmemek için kendini zor tutuyordu. El ve ayak parmak uçlarını kınalamış, geri kalan yerlerine ise Hint kınasıyla motiflendirmişti.

Elleri o günün, katil olduğu günün, aldığı intikamın mührünü taşıyordu.

Sahra omzunu sıvazladı Firuze'nin. "Öyle hemen yelkenleri koyuverme! Belki de seni çok özlemiştir. Canına tak etmiştir!" dedi.

Firuze'nin aksine Sahra daha sakindi. Ne kadar aceleye gelmiş olsa da o da artık bir gelişme olmasını, karşısındaki kadının mutluluğunu istiyordu.

Firuze'nin bu kadar telaşına sebep olan bahsi geçen mektupta şöyle yazmaktaydı;

"Eve dönmenin vakti gelmiştir.

İtiraz etmeyesin. Sözümü ikiletmeyesin! Eşyalarını topla da öyle gel. Bir daha İstanbul'a kalıcı olarak gitmeyeceksin!

Senin yerin de yurdun da Mardin'dir. Kim dedi diye sorarsan, unuttuğun bir meymên vardı, belki hatırına getirirsin.

Gel, Firuze Hanım! Sözümü çiğneme ve gel."

Bir mâni gibi yazılmış bu mektubun kime ait olduğunu düşünmeye gerek yoktu. Yâde Arjin, 3 yıl sonra ilk defa ona ültimatom vermişti. Zamanında, git ve mektebini bitir diyerek onu teşvik eden kadın şimdi onu çağırmaktaydı. Bu da Firuze'nin için tehlike çanlarının çaldığına işaretti.

Mektubu şirkette çalışırken almıştı. Daha haberin şokunu atlatamadan Sahra ile birlikte restoran da Saruhanların en bilinen korumalarından biri olan Celal, uçağın bir saat sonra kalkacağını söylemişti.

Ona da kabul etmekten başka çare bırakmamışlardı.

Firuze, yanında Sahra'yı da sürüklemişti. Hiçbir planları yoktu. O günden beri doğru düzgün bir ilerleme kat edememişlerdi.

Ellerindeki kozun onları idare etmesi en fazla bir iki hafta daha sürerdi. O iki hafta içerisinde bir başka delil bulamazlarsa Firuze elindekilerle yetinecekti çünkü cesedin ortaya çıkması her an gerçekleşebilirdi.

Öğrenildiği anda ise Midyat'ta kıyamet kopacaktı.

Firuze, "Sahra," dedi karşısındaki genç kadına endişeyle bakarak. "Gerçekten gönüllü olarak mı geldin buraya?"

Sahra sahte gülüşünü korudu çünkü ilerideki koltuklarda Saruhanların korumaları vardı. "Evet," dedi onu yüreklendirmek için. "Zaten eninde sonunda bende Midyat'a gelecektim. Sadece erken gerçekleşti." Cümlesinin sonuna doğru gülümsemesi genişledi. 

"İlk defa tanışacağım ailenle."

Firuze'nin aileden bahsedilince burnunun direği sızladı. "Çok güzellerdir." dedi. Hasretle daldı gözleri. "Kardeşimi çok özledim. Abimi ve yengemi çok özledim."

Annesini çok özlemişti. Toprağın verdiği o gül güzeli annesini çok ama çok özlemişti.

Bir tek ailesinden özlemediği kişi babasıydı. Onu da anmadı bile. Nefretine bile layık görmedi.

Acıları, yalnız kalışları, koskoca şehirde bir başına savaştıklarının hepsinin yükü üstüne binmişti sanki.

Firuze, temelli olarak İstanbul'a gittikten sonra elbette Midyat'a gitmişti ama o günler özenle ayarlanmış, asıl görmemesi gereken adamın Midyat'ta olmadığı zamanlara denk getirilmişti. Bu yüzden 3 senedir bir kere bile yüz yüze gelmemişlerdi.

"Saruhanları özlemedin mi?" diye bir soru ortaya attı Sahra bu yüzden. Firuze olduğu yerde dikleşti. Kaşları çatıldı. Siyah gözlerinde öfke, gecenin karanlığıydı.

"Nerden çıktı şimdi bu?" dedi hemen savunmaya geçerek. Öfkesi, özlemini örtbas etmek içindi. Doğru düzgün bir cevap veremedi bile.

Çok özlemişti çünkü onları da. Saruhanlar kalbinin diğer yarısıydı aslında. Birlikte büyüdüğü ailesiydi ama dile getirmeye korkuyordu.

Sahra'nın gülümseyişi gerçekliğe bürünürken bunların hepsinin farkındaydı. "Arjin nene de onlardan değil mi? Ayrıca birini ardında bıraktın diye diğer Saruhanları da özlememiş gibi mi yapacaksın? Ben bile yaşadıklarıma rağmen merak ediyorum onları." dedi Sahra.

Firuze'nin bu açıklamadan sonra savunma kalkanları biraz olsun dindi. Sahra da en az onun kadar yaralıydı.

Ama Firuze'den farklı olarak o sessizliğiyle saklardı.

Sahra devam etti konuşmaya. "İlk zamanlar bana birkaç kere bahsetmiştin, o zaman bile çok özel bir aile olduklarını düşünmüştüm çünkü onlardan bahsederken gözlerin parıldardı Firuze."

Firuze'nin yüreğine düşen hüznün gölgesi yıllardır bir türlü gitmek bilmemişti.

"Sonra vazgeçtin anlatmaktan, araştırdıklarım kadar biliyorum onları. Sonuçta onların da sahibi olduğu şirkette çalışıyorum ama biz çalışanlar için ne kadar ulaşılmaz olduklarını biliyorsun." dedi.

İki şirket de o kadar büyüktü ki çoğu çalışan için büyük patronları kanlı canlı görmek yalnızca bir hayaldi. Sırf bu yüzden iki aile hakkında çıkan dedikodular, şirketteki departmanlar arasında çok daha hızlı yayılıyordu. 

İnsanlar Saruhanları da Koçakları da merak ediyorlardı. Aileler ünlü olsa da iş haricinde İstanbul'dan uzak duruyordu. Bu da insanlara bu kudretli ailelerin gizemli ve ulaşılmazmış gibi gözükmesine sebep oluyordu. 

Firuze de yalnızca işin tehlikeli tarafından baktığı için  düzelen kaşları tekrar çatıldı. "Ekstra neyi araştırdın ki? Ben sana bildiklerimi anlattım." deyince Sahra gözlerini devirdi.

Firuze'nin zehir gibi bir aklı vardı ama telaşından ikiyle ikiyi bile toplayamayacak bir haldeydi şu an.

"Toplan ve kendine gel artık! Midyat'ı duyduğundan beri devrelerin yandı." Ona doğru eğildi ve imalı bir şekilde Firuze'ye baktı. "Sence neden araştırmış olabilirim Firuze?" deyince Firuze'nin geçte olsa jetonları düştü.

Bir yol bulmak içindi her şey. Bir çıkış bulabilmek içindi.

Firuze'nin yalnızca anlattıkları yetmezdi. Çok daha fazlasına ihtiyaçları vardı. 

Sıkıntıyla dudaklarını birbirine bastırdı Firuze. "Haklısın." dedi. "Çok gerginim. Hiçbir hazırlığımız yok çünkü. Eğer önceden bilseydik bir plan yapardık." Negatif enerjisi buram buram etrafa yayılıyordu sanki.

Sahra omuz silkti. "Hala yapabiliriz." Firuze'nin kolunu sıvazladı ona destek olmak için. "Senin gerilmekte hakkın var ama benim kaybedecek hiçbir şeyim yok."

Sıfırdan buralara yükselmişti Sahra. Şimdi tekrar oraya düşse bile takip edeceği yolu biliyordu artık. Kolay kolay pes etmeyecekti.

"Zamanında sen tuttun ellerimden. Şimdi sıra bende." dedi. Firuze'nin yüz ifadesi yumuşadı. Karşısındaki genç kadın onun kardeşi gibiydi.

"Ben bir şey yapmadım, Sahra. Bir borcun varsa şayet yalnızlığıma ortak olarak ödedin zaten en ağır şekilde."

Değildi.

Firuze olmasaydı Sahra buralara kadar gelemez, sırtını dayayacağı bir güvence elde edemezdi. Bunu ikisi de çok iyi biliyordu ama Sahra ısrar etmedi. Israr ettikçe Firuze işi inada bindirirdi.

Firuze'nin o meşhur inadıyla uğraşmak istemedi Sahra.

"Hadi," diye teşvik etti onu. "Senin aileni yakından tanıyacağım ama bana Saruhanları anlat." Daha kısa bir sesle ekledi. "Sonra planımızı konuşuruz."

Saruhanlardan bahsedince ilerideki koltuklarda oturan korumalardan ikisinin başı dikleşti. Bu ikisi onlar için tanıdık yüzlerdi. Söylenilen her şeyin Saruhanların başına gideceğini bilecek kadar deneyimliydi iki kadında.

"Yadê Arjin'i anlattım sana zaten. Onu biliyorsun." dedi Firuze. Sahra bir baş hareketiyle onu onayladı.

Yadê Arjin'i de geçmişte yaşadıklarını da çok iyi biliyordu Sahra. Görmese de onun kudretine hayrandı. En çok saygı duyduğu insanların arasındaydı, Arjin.

"Bana Ezra Saruhan'dan bahset. Şirketlerinin avukatıyız, elbette patronum olarak bilgi sahibiyim ama senin tanıdığın Ezra'yı bilmiyorum." dedi.

Firuze yüzünü ekşitti. "Biz tam olarak onun şirketinin avukatı değiliz. Biz Koçakların yönettiği inşaat şirketinin avukatıyız. Kadir Abi asıl onun şirketinin avukatı."

Koçaklar, Saruhanlara ait olan inşaat şirketinde yöneticiydiler ama hala hisselerin çoğunluğu Saruhanlara aitti ve Ezra'nın üvey amcası Şiyar, bu şirketinin patronu olarak biliniyordu.

"Kadir Abi, bizim patronumuz. Farkındasın, değil mi?" dedi Sahra. Firuze'nin yersiz inadı en çok konu Ezra olunca ortaya çıkıyordu.

Kadir, hem inşaat şirketi olan SARUHAN 'ın hem de Ezra'nın mücevher şirketi GÜHER 'in yıllardır avukatıydı. Bir değil birkaç büronun patronuydu aynı zamanda.

Ezra'nın babasının da çok eski dostuydu. Bu yüzden kızların da abisi hatta babası gibiydi. Çok emeği vardı kızlar üstünde.

Çok şeyi de biliyordu üstelik.

Firuze omuz silkti. "Güher'in hukuki işlemleriyle hiç ilgilenmem gerekmedi." Daha doğrusu ilgilenmemek için kırk takla atmıştı Firuze. Kadir de her fırsatta onu bu yüzden fırçalamıştı.

Sahra sırıttı. "Kadir Abi Midyat'a temelli döndüğünü öğrenince artık ilgilenmen gerekecek, canım." dedi. Sonra ekledi. "Ayrıca Güher'in lansman gecelerinde boy göstermeyi biliyordun ama."

Firuze, hala yüreğinde korumaya çalıştığı takılar takmayı seven o küçük kız çocuğunu gösterircesine gülümsedi. "O başka, bu başka." dedi onu mutlu eden tek ayrıntıya karşılık.

Firuze aslında küçüklükten beri taktığı her takıyı insanlara göstermeye bayılırdı. Onun için yapılmamış olanları da her fırsatta hediye ederdi çünkü mücevherler bir kadının nişaneleri gibiydi onun için.

Takı takmadığı gün kendini sanki çıplakmış gibi hissederdi.

Mücevherlerini kuşanmak, bir nevi onun için zırh giyinmek gibiydi.

"Ben sonuçta bana yollanan takıları tanıtarak bir nebze olsun borcumu ödüyormuşum gibi hissediyordum." Güzel gülüşü söylediği sözlerden sonra buruklaştı.

Sadece borç değildi. Ezra'yla son bağlantısını da korumaya çalışıyordu aslında Firuze. Bunu bilerek yapmıyordu, kendini kontrol edemiyordu sadece.

"Bana yalan söyleme!" dedi Sahra onun söylediği yalanlar yüzünden ne kadar acı çektiğini bildiği için. "Herkese söyleyebilirsin, mecbursun da zaten ama bana söyleme."

Firuze'nin gülümseyişi tamamen yok oldu. Artık rol yapmaktan yorulduğu için çabucak pes etti.

"Hala bana neden mücevher yolladığını bilmiyorum." dedi Firuze gerçekleri çarpıtmaktan vazgeçerek.

Canının yandığını bir tek karşısındaki kadına gösterebilirdi. 

"Defalarca reddettim ama göndermeye devam etti." Kucağına koyduğu kınalı elleriyle oynamaya başladı. "Hayatına devam ettiğini de biliyorum."

Umursamadığına dair bir mimik yaptı ama bal gibi de umursuyordu işte. En çok hayatına devam ettiği için bir yanı kırgındı ona Firuze çünkü onun gibi yapamamıştı. Hala o günden bir adım öteye gidememişti.

"Ama onun olmayan hiçbir takıyı da takmama izin vermedi. Hatırlıyor musun," Başını kaldırıp Sahra'ya baktı. "4. Sınıfta göbeğimi deldirmeye karar vermiştim. Senin piercinglerine özenmiştim hatta."

Sahra onu dürtükledi bu konuyu konuşmaması için. Firuze hariç hiç kimse onun piercinglere takıntılı olduğunu bilmiyordu çünkü. Firuze irkilerek ona baktı. Sahra gözlerini büyüterek korumaları işaret edince konuyu ondan çevirdi.

"Neyse işte..." dedi sahte bir neşeyle elini havada sallayarak."Onu bile öğrenip ilk piersingimi o yapıp yollamıştı." 

Sonra o neşede yitip gitti kaybedilenlerin ardından. 

Sahra, Firuze'ye bakarken kendi acılarını unutuyordu çünkü onun kazanmak için bir kişi haricinde fedakarlıkta bulunması gerekmemişti ama Firuze bu yolda başta sevdiği adam dahil tüm sevdiklerini elinin tersiyle itmek zorunda kalmıştı.

Bu yüzden karşısındaki kadın ondan çok daha güçlüydü.

"Firuze," dedi Sahra zor bir soru sormak için onun kendisine bakmasını bekleyerek. Firuze başını kaldırıp kara gözlerini Sahra'ya dikti.

"Sence gerçekten Ezra, senden sonra hayatına devam edebildi mi?" Kısık bir sesle sorulmuş bu sorunun Firuze'deki cevabı yanlıştı.

Firuze sustu kaldı ama yüreği bile aslında gerçekleri fısıldıyordu ona.

Bahsi geçen adam tam onun hakkında konuşurlarken evlerindeki ofisinde çalışmaktaydı. Hislerini saklamayı yıllar öncesinde öğrenmişti. Firuze gittikten sonraki sene çok dağıtmıştı ama şimdi usul usul yanan bir ateşin dinginliğine sahipti.

Devam edememişti, Ezra. Hala Firuze'deydi. Çalışırken bile zihninin bir köşesinde onu düşünmekteydi.

Ezra derin kesimli yuvarlak pırlantayı yuvasına yerleştirirken yardımcısına seslendi." Bugün ne takıyor, Faruk?"

Tek gözünde büyüteçli gözlüğü, özel odasında Güher'in milyonlarca müdavimi tarafından beklenen yeni sezon koleksiyonun en özel parçası için uğraşıyordu. Parçanın adı da özeldi. Olur da Firuze bir gün temelli Midyat'a geri dönerse hasretini anlatan bir isim olacaktı.

"Kehribar taşlı oval kesim yüzük ve tarak model kuvars taşından bir toka takıyor, efendim. Boynunu saran papatya kolyesi var bir de. "

Ezra bir an duraksadı. Şu yanmayı bırakmayan yüreği azabına su döktü sanki. Babaannesinin hepsine doğduğu andan itibaren verdiği bir taş vardı.

Ezra'nınki kehribardı.

Firuze de bunu biliyordu. Bilmeden takmaması imkansızdı. Yine de umut edemedi. 

Beceremedi.

Firuze'nin takıları dillere destandı. Midyat'ta da mücevher sektörüne ilgisi olan herkes Firuze'nin mücevherlerini bilirdi.

Bir kere Firuze'nin takılarına kimse dokunamazdı. Hepsi Ezra'nın bizzat kendi tarafından yapılmıştı. Asla başkasına izin vermezdi. Ezra'nın bir mücevheri tek başına yapması ise bir kadının başlı başına kıskanacağı tek sebep olabilirdi.

Ama dahası da vardı.

Ezra kafasını kaldırmadan talimat verdi. "Ne yapacağını biliyorsun." dedi.

Faruk biliyordu. Yıllardır yaptığı yegâne görevdi bu. Odanın diğer köşesinde bir duvarı kaplayan ceviz ağacından yapılmış, minik kapaklı kutulardan oluşan dolaba gitti. Üstünde kehribar yazan minik kapağı açtı ve içinden kare kesim taşlı, köşesinde gümüş işlemeleri olan erkek yüzüğünü çıkardı.

Ezra'ya yüzüğü getirdi ve ustasının serçe parmağındaki zümrüt taşlı yüzüğü çıkarışını yerine kehribar taşlı olanı takışını izledi.

Yüzük parmağında ise gençliğinden beri hiç çıkarmadığı Firuze taşlı yüzüğü vardı.

Firuze gittiğinden beri her gün o hangi taşlı takıyı takarsa, Ezra da aynısını takardı. Yüzüklerinin taşı hep Firuze'nin o gün taktığı takıların taşıyla aynı olurdu.

Saat başı bilgisi gelirdi. Görüştüğü erkeklerin listesi, ona gözü değen her insanın soy bilgisi, hepsini tek tek rapor ederlerdi Ezra'ya.

Aslında Ezra çok kıskanç bir adamdı, Firuze haricinde herkes bilirdi bunu. Bir Firuze bilmezdi. Bir Firuze aralarında yollar, dağlar olsa da hep bir adım ardında olduğunu anlamazdı.

Onun İstanbul'da tırnağı kırılsa Midyat'ta kıyamet kopardı, fark etmezdi.

Her şeyi bilmesine rağmen, gönlüne düşen hasretin de sahibi olan kadının bugün geldiğini bilmiyordu, Ezra. Arjin özellikle tembih etmişti. Kimse söylemeyecekti, kimse dile getirmeyecekti.

Yoksa Firuze geldiğinde kaçmak için bu kadar zahmete katlanmasın diye yine yurt dışına giderdi. Üç yıldır yaptığı gibi onun yolundan çekilirdi.

Aynı anda birbirini düşünen bu iki sevdalının arasındaki yollar azalıyordu; biri habersizdi, öbürü ise kederdeydi.

Kederli olan yüreğinin acısını döküyordu bugün.

"Sana o ilk sene İtalya'da neler yaptığını anlatmıştım." dedi Firuze içinde tuttuğu yılların kederiyle. "Günlerce magazinlere çıktı haberleri." Gülümsemiyordu. O haberleri okurken ağladığı günlere ihanet sayılırdı bu çünkü.

"Sence anlattıklarım aynı yerde kalmış bir adamı mı anlatıyor?" Birden yükseldi öfkesi. Hala bir yanı her şeyin sebebinin kendisi olduğunu söylüyordu ama diğer taraftan öfkelenmeden de edemiyordu. "Zaten bizim aramızda hiç açıkça konuşulan bir şey olmadı. Belki de yalnızca tek taraflıydı."

Hep sebepler onları ayırmıştı. Firuze küçüktü.

Firuze büyüdü, insanlar konuştu.

Firuze korktu, düşmanlar tepesine bindi.

Firuze sustu, Firuze kaçtı.

Bütün sebepler hep Firuze'yle başlıyordu.

Firuze kendini kandırırken sessizce dinledi Sahra. Firuze daha kısık sesle konuşmaya başladı. "Ondan neden kaçtığıma bile anlam verememiş olabilir. Bizim aramızda, sevdam haricinde bir bağ vardı. Yadê Arjin kurdu bu bağı. Bu yüzden hala takıları yolluyor olabilir." dedi.

Yalan söylüyordu Firuze. Tek taraflı değildi bu sevda. Bunu en iyi o biliyordu üstelik.

Ezra defalarca da kanıtlamıştı bunu ama sonra o da bu sevdaya ihanet etmişti.

Bu yüzden gönlünden Ezra'yı inkar etmişti Firuze.

Sahra başını rahat olan koltuğa yasladı. "Sen çok zeki bir kadınsın aslında," diye başladı konuşmaya. Topaz rengi gözlerinde kınayan bir ifade vardı. "Bu yüzden sana bakarken konu sevda olunca insanların ne kadar aptallaşabileceğini görüyorum."

Firuze, Sahra'nın ciddi ciddi konuşmasına aldanıp onu dikkatle dinlerken birden hakarete uğrayınca olduğu yerde dikleşti.

"Başlarım aptallığına Sahra!" diyerek yükseldi birden. "Sadece ihtimallerle kendimi avutacak yaşı geçtim ben. Hem zaten unuttum." Ellerini çırpar gibi yaptı. "Bitti, gitti! Unuttum ben her şeyi. Görürsem de şayet, en fazla eskisi gibi arkadaş oluruz."

Arkadaşlığın lafını edince bile hasret sardı dört bir yanını.

Firuze, büyüdüğü adamın her şeyini özlemişti ama en çok onun rehberlik ettiği hayata karşı hasretti. Onunla ilk parka gitmiş, onunla ilk okul okul yolunda yürümüş, birlikte at binmeyi öğrenmiş, silah talimi yapmış, beyaz su da çocukken onunla yüzmeyi öğrenmişti. Neredeyse her şeyinin ilkini Ezra'yla yaşamıştı.

Sahra onun bu kadar şiddetle karşı gelişine karşılık son sözünü söyledi. "Sen onu bana değil, yüreğine anlat, Firuze. İkna etmen gereken kişi ben değilim."

Bu sözler Firuze'nin güzel yüzüne hüznü getirdi. Bu sözler yüreğine kor ekti.

"Ben onu susturalı üç yıl oldu." diye fısıldadı. "Üç yıldır sessiz."

Sahra bu sözlerden sonrasında daha fazla üstüne gitmedi Firuze'nin. Zaten oraya gittiğinde büyük bir savaş vermesi gereken o değildi. Karşısındaki kız kardeşi olarak gördüğü kadındı. Bu yüzden konuyu değiştirdi.

"Hadi bana şu ortanca Saruhan'dan bahset." Duyumlarını hatırlayınca yüzüne ciddi bir ifade yerleşti. "Adı Bedran mıydı, neydi? Şirkette bile hiç görmedim onu."

Firuze'nin kaşları havaya kalktı. "Nasıl görmezsin! O hep İstanbul'dadır. Saruhan'ın yönetim kuruluna bile abisinin yerine o gelir. Abimle paslaşarak işleri hallederler."

Sahra dudak büktü gerçekten bilmediğini göstermek ister bir tavırla.

"Bilmiyorum, belki görmüşümdür ama hiç kimse bana onu tanıtmadı." Zaten tanıtsaydı pek de ilgilenmezdi Sahra. Aldığı duyumlar onu pek hoşnut etmemişti.

"Mata Hari adında bir mekanı varmış." dedi. Yüzünde ki küçümseyici ifade Firuze'nin dudaklarında küçük bir tebessüme sebebiyet verdi.

Sahra, çapkın erkeklerden ekstra nefret ederdi. Bedran'da çapkınlığın lügatteki karşılığıydı sanki.

"Bakıyorum da dersine çok iyi çalışmışsın, Sahra Hanım." diyerek bam teline dokununca Sahra'nın mavi gözleri çakmak çakmak oldu.

"Meslek icabı." dedi çelik kadar sert bir sesle. "Erkek fahişesi olduğunu bilecek kadar araştırdık." Tiksiniyormuş gibiydi onu daha tanımadığı halde.

Firuze ise keyifli olmamasına rağmen güldü. "Peşin hükümlü olma. Yakışıklı bir adam, bir sürü de vukuatı var, kabul! Mekanları hakkında birçok spekülasyon da üretildi eminim duymuşsundur ama bunlar onun kullandığı maskeler." diyerek onu uyardı.

Bedran'ın Mata Hari adlı mekanlarını Mardin'de Şanlıurfa da İzmir de Ankara da ve İstanbul da açmıştı. Şimdi yeni şubesini Los Angeles'ta açmak için hazırlık yapıyordu. Konsept bin bir gece masallarında anlatılan geceler tadındaydı. Kadın dansçılar Şehrazat gibi giyinirler, çeşitli egzotik ve oryantal dansları bir şova dönüştürürlerdi.

"Bedran 'ın zehir gibi bir aklı vardır." diyerek anlatmaya başladı Firuze. "Sevdiğine de sevmediğine de tatlı dillidir hep. Bu yüzden kime dost, kime düşman olduğunu asla fark etmezsin. Bir bakmışsın seni yakalamış, tuzağına çekmiş, ruhun bile duymamış. Yazık olmuşsun."

Sahra'nın kaşları çatıldı. " Öyle bir anlatıyorsun ki bir adamdan çok sinsi bir yılana benziyor."

Firuze yine gülmeye başladı. Bu benzetme hem gerçekte hem de mecazen o kadar yerinde ve doğruydu ki kendin tutamıyordu.

"Ne?" dedi Sahra kaşlarını çatarak. " Neden bu kadar gülüyorsun? " Bir eliyle omzunu dürttü Firuze'nin. " Beni çileden çıkartma Firuze."

Firuze gülmeye devam ederken," Sadece doğru bir benzetmeydi, ona gülüyorum. Onu tanıdıkça bu benzetmenin ne kadar doğru olduğunu anlayacaksın zaten."

Sahra'nın eğlenmediğini görünce tekrar ciddileşti Firuze. Sahra Midyat'a ateşle oynamak için geliyordu, eğlenmek için değil. Bunu tekrar hatırlamak zorunda kaldı.

"O evde üç erkek kardeşin de bir görevi var, Sahra. Ezra, Saruhan 'ların kalbiyse, Bedran aklıdır. Asaf  ise onları bir arada tutan kanları, canlarıdır. Bunu sakın unutma." dedi.

Sahra bu uyarıyı dikkate almadığı her seferinde pişman olacaktı.

"Bu küçük Saruhan peki? Asaf dediğin. Sen her İstanbul'a geldiğinde sanki kendi kardeşinmiş gibi ağırlıyorsun." diyerek tekrar konuyu değiştirdi, Sahra. "Bir de özlememişsin ayakları çekiyorsun ya bana, Firuze!" dedi.

Firuze misafir ağırladığında Sahra hep ayak altından çekilirdi. Bu yüzden kimseyi tanımıyordu zaten. Ayak altında dolanmamaya o kadar alışmıştı ki bunu herkese yaptığının farkında bile değildi.

Firuze onun dile getirdiği özlediğine dair gerçekleri es geçti.

"Pamuk kalplim!" dedi kardeşini anlatır gibi. Yüzünde huzur dolu bir tebessüm belirdi. "Onun kadar temiz bir çocuk tanımadım. Şimdi büyüdü gerçi ama benim gözümde hala küçük o."

Şefkati ,kendi kardeşine olan özlemini hatırlattı ve güzel yüzünde yılların hasreti belirdi.

"Hayvanlara küçüklükten beri çok düşkündü. Midyat'ın sokaklarında ne kadar yaralı hayvan bulduysa hep eve getirir, tedavi etmeye çalışırdı. Bir kuşun kanadı kırılsa da Asaf onu tedavi edemese hüzünden boğulurdu sanki. Bu yüzden abisi önünü açtı. Özellikle atlara çok ilgisi vardı. Şimdi hem okuyup veterinerlik eğitimi alıyor hem de Saruhanlara ait olan at çiftliğini yönetiyor."

Sahra'nın koyu bir buğday tanesi rengindeki kaşları havalandı.

"Vay be!" dedi. "Zenginliğin gözü kör olsun! Daha kaç yaşında, şimdiden hem mesleği hazır hem de kendi işinin patronu."

Firuze de bu zenginlik içerisinde büyümüştü. Bu yüzden zorluk çekmenin ne olduğunu çok da bilmiyordu ama Sahra tam olarak yokluğun içinde büyümüştü.

Bu yüzden Firuze mahcup bir şekilde tebessüm etti ona.

"Öyle şımarık bir çocuk değildir." diyerek savunma ihtiyacı hissetti Asaf'ı. "Yazın tarlalarda çalıştı. Abisi yardım etti.Küçük bir miktar borcu kalmasına rağmen hala borcunu ödemeye devam ediyor abisine." dedi.

Sahra ona gülümsedi. Ne kadar acı çekmiş olsalar da Saruhanların da Koçakların da akla zarar bir zenginlikleri olduğu bir gerçekti. Bu zenginliği son sınıra ulaştıran da bizzat Ezra Saruhan'dı.

Saruhanların adını da zamanında darda olan dedesinin zanaatkarlığını da o duyurmuştu.

Saruhanların lanetini sırtında taşıyarak doğmuştu.

Bundan sonra geriye kalan kişileri anlattı ona Firuze. Konuşma bittikten sonra plan kuramayacakları bir ortam olduğu için ikisi de sessizleşti.

Yol tükenirken ikisinin de üstüne gerginlik çöktü.

Sahra'nın hala sormadığı birisi vardı. Firuze yalnız bulutların gözüktüğü gökyüzüne küçük camdan bakarken sonunda bu soruyu sormaya cesaret etti.

"Samira 'yla karşılaşırsan ne yapacaksın?" dedi. Firuze için bu isim şeytanla eş değerdi. Duyduğu anda sanki bir kibrit yanmış, bir barutun üstüne atılmış gibi tepki verdi. Birden hışımla Sahra'ya döndü. Saçları savruldu, öfkesinin harını arttırdı sanki.

Sahra ellerini kaldırdı. "Sakin!" dedi.

"Ne yapacakmışım onu ben?" dedi Firuze nefretle. "Banane ondan!" Zamanında bir nevi Ezra ile aralarına giren kadın elbette bal gibi umurundaydı. Onunla savaşmamıştı. Savaşmaya fırsat bile bulamamıştı.

Resmen Ezra'yı gönüllüymüş gibi Samira 'nın ellerine teslim edip gitmek zorunda kalmıştı. Üstelik bu eline teslim etme işi de bizzat onun başının altından çıkmıştı.

Sahra bu öfkeye körükle gider gibi, "Ya hala Ezra'nın peşindeyse? Tekrar ööööyle durup," eliyle uzakları işaret etti. "Sadece izleyecek misin?"

Sonra ona doğru eğildi. "Hatta teşvik mi edeceksin Firuze?"

Firuze'nin göğsünden başlayıp yüzüne doğru yükselen öfkenin kızıllığı, had bildiremediği nefretindendi. Sözleri olmasa bile bakışları bu savaşın oraya gittiğinde eninde sonunda yaşanacağını söylüyordu.

"Açma şu konuyu." dedi en büyük yarasını saklamaya çalışan yırtıcı bir hayvan gibi. Sakinleşmek için derin bir nefes alıp verdi ama olmadı.

Sanki geçmişin zehirli kuyruğu boynuna dolanmıştı.

"Benim onunla hesabım ayrı." dedi kendini kontrol etmeye çalışarak. "O yalnızca Ezra'yla olmak istemiyordu. O..." dedi tükürür gibi. "Ben olmak istiyordu!"

Firuze Midyat'ta bir efsaneydi. Samira Midyat'a geldikten sonra çok geçmeden onu taklit etmeye çalışmış, onun taktığı takılara kadar her şeyini aynı yapmıştı.

Saçları sarı rengindeyken Firuze'nin saçları gibi siyaha boyamıştı. Onun gibi saçlarını uzatmak için kırk takla atmıştı. Firuze, bunu yapmasının sebebinin Ezra'nın dikkatini çekmek istemesi olduğunu biliyordu.

Sonunda onun yüzünden başarmıştı da. Firuze bunun acısını Allah ömür verir de yaşlılığını yaşarsa dahi hatırlayacaktı.

Çenesini dikti. Duruşu dikleşti ve endamı, duru güzelliği daha da belirginleşti. Samira yanında olmamasına rağmen vücut dili savunmaya geçmişti.

Firuze'nin kini büyük halasından geliyordu. Bedel ödetmeden asla rahat etmezdi.

"Karşıma çıkmaya cesareti olursa şayet ona asıl Firuze'nin kim olduğunu öğreteceğim." dedi.

O kini yarım kalmış bir sevdanın fitilini ateşleyecekti.

Firuze nelere sebep olacağından habersiz yakacağı şehre doğru gidiyordu.

𓇚ꕥ𓇚

Uçak Mardin havaalanına inmek için hazırlık yaparken Firuze uçağın camından gözlerini ayıramadı.

Tam bir yıldır ayrıydı Mardin'den.

Gece esen rüzgârın kokusunu, sabahın kör vaktinde çıktığı atıyla gezilerini, taşını, toprağını özlemişti ama en çok bu efsunlu diyarın her bir karışının ona bir masal anlatışına hasret kalmıştı.

Uçak indikten sonra kalbi bir kuş gibi şakımaya başladı.

Geri dönmüştü. Sonunda yuvasını geri bulmuştu.

Kapılar onlar için açıldığında bacakları titriyordu. Korumalardan Ahmet, Firuze'ye baktı. "

Firuze!" dedi kudretli bir emiri yerine getirir gibi Ahmet."Yadê Arjin seni karşılamaya gelmiştir." 

Firuze'nin bu haberi alınca kalbi sanki bir kuş olup uçacaktı. Üç yıldır bir kere bile onu havaalanında karşılamayan kadın, onun için gelmişti.

"Başka kimse gelmedi mi Ahmet?" dedi Ahmet'e bakarak. Merak ediyordu, kimin onun geleceğinden haberdar olduğunu bilmiyordu çünkü.

"Hayır." dedi Ahmet. "Yadê kendisi geldi sadece." Ahmet'in yüzünde bir şeylerin döndüğüne dair hafif bir tebessüm belirdi.

Bu da kısa bir an Sahra'yla, Firuze'nin bakışmasına sebebiyet verdi. Firuze'nin bir yanında dehşet bir korku varken diğer yanı aynı delice hasrete sahipti.

Sanki tutsaklığı bitmişti.

Yaşadıklarının bedelini ödettirdiğinde bile bu tutsaklık hissi bitmemişken uçağın merdivenlerinden inerken yüzüne aniden çarpan kuru sıcaklık ona özgürlüğüne kavuştuğunu haber verir gibiydi.

Gökyüzüne baktı, huzurla gülümsedi. Yıllardır ağlayamıyordu ama ilk defa bu özgürlük hissiyatıyla ağlamak üzereydi.

Saçları rüzgârda savrulan o güzel kadın, gözlerini açıp başını aşağı doğru indirdi. Zaman durdu. Bir aynada sanki kendiyle yüzleşti.

Yansıması ondan yaşlıydı, gözleri daha yeni baktığı gök kadar aydınlıktı. Ona yıllar sonra ilk defa gülümsüyordu.

Arjin, Firuze'yle tıpatıp benziyordu. Bir tek göz renkleri farklıydı o da sanki ilahi kudretin yazdığı bir başka hikâyeye atıftı.

Başında zümrüt yeşili bir ipek bir şal vardı, Arjin'in. Göğsüne kırmızı siyah akik taşından bir broşla sabitlenmişti. Çenesindeki medkukenin anlamı zamanında kumasına olan isyandı. Sonra günah olduğunu öğrenmişti ama bir türlü sildirtememişti. O dövmenin bile onun yüzüne kattığı bir kudret vardı.

Yüz ifadesi ciddiydi. Kara kaşları sanki güneşe bakar gibi çatıktı. Gökten gözleri Firuze'nin üstünde sanki görünenin ardında görünmeyenleri de bilir gibi dolaştı. Bastonu elindeydi ama hiç yaslanmıyordu. Bastonunun üstündeki işlemeler gibi eskiyi, geçmişi temsil ediyordu.

Yaşlılığına rağmen çok güzel bir kadındı.

Sahra Firuze'den önce fark etti Arjin'i. "Sana benziyor!" dedi şaşkınlığını bile saklayacak vakit bulamadan. "O kadın tıpatıp sana benziyor."

Doğduğu günden beri söylenen bu söze yalnızca tebessüm etti, Firuze. Bu sözler, onun için en büyük iltifattı. Sonra Arjin'e seslendi.

"Meymê (Nine)!" dedi. Yadê Arjin onun büyük halası olmasına rağmen herkesin ninesiydi.

Firuze ona seslenince Arjin'in sert çehresi yumuşadı. "Îmdelleliti (Değerlim)!"

Firuze çocukluğundan beri duyduğu bu sevgi sözcüğüyle birlikte sanki tekrar küçüklüğüne döndü. Uçağın merdivenlerinden indi ve karşılıklı durdular. Firuze'nin heyecandan tüm bedeni titriyordu.

Eline uzandı, Arjin'in. Öpmek istedi. Arjin elini vermedi. Firuze'nin yüz ifadesi bozulur gibi oldu. Başını kaldırıp ona baktı. Yılların yükünü taşıyan o mavi gözleri görünce aklına bir başka vurgun olduğu gözler geldi, Firuze'nin.

"Meymê, mâ kısseveyti beriyti? (Beni hiç özlemedin mi?)"

Arjin, sevgi dilenen o siyah gözlere hiçbir zaman direnememişti. Zamanında kollarında vefat eden kocasının gözleriydi bu gözler. Arapça sorulan bu soruya Türkçe cevap verirken yüreğinden gelen cevaptı sözleri.

"Çok özledim, îmdelleliti." dedi.

Sonra kollarını açtı sarılsın diye. Firuze sanki müjde almış gibi sevindi. Sımsıkı sarıldı geçmişine, hasretlerine, annesinin yokluğuna, o yokluğu dolduran o güçlü kadına.

Arjin başını kamelya çiçeği gibi kokan o güzel saçlara gömdü. Firuze ise yıllardır hasret kaldığı tarçın kokusunu aldı Arjin'de. Arjin 'in odasında hep tarçın tütsüsü yanardı. Bu yüzden hep tarçın gibi kokardı.

Birbirlerine hasret giderirken Sahra da yanı başlarındaydı. Korumalar dört bir yanını sarmıştı. Arjin denildiği gibi tek başına gelmişti. Soranlara çarşıda işim var demiş, Firuze'yi almaya gelmişti.

Kimse zaten onu sorgulayamadığı için şu an kimseye haber vermeden Firuze'nin karşısındaydı. "Artık döndün." dedi Firuze başını geri çekince.

Yıllanmış tenini taşıyan elleri, genç kadının yüzünü kavradı. Firuze'nin kara gözlerinde yasın gölgesi vardı.

"Bir daha dönmek yok." Firuze'nin başını kendine doğru çekti, Arjin. Küçüklüğünde olduğu gibi alnından öptü genç kadını. Firuze onun şefkatini görünce yıllardır çektiği acının yükünü daha çok hissetti üstünde.

Sarılmak, onu en iyi Arjin anlayacağı için saatlerce ağlamak istedi ninesinin koynunda ama ne yazık ki bazı yasların dili lâl edilmişti. Bu yüzden susmak zorunda kaldı.

Arjin geri çekilince Firuze onun iki yanağından öptü. "Döndüm, Yadê. Döndüm!" dedi. Bu dönüşün felaket getireceğini biliyordu ama o bununla yüzleşmeye kararlıydı.

İki kadının hasretleşmesi bitince Firuze geri çekildi. Sessizce onların kavuşmalarını izleyen Sahra'nın yanına gitti.

"Meymê, bu arkadaşım Sahra." diyerek onu tanıttı. Bir eliyle Sahra'yı göstermişti Firuze.

Arjin'in yüz ifadesi sertleşti. Karşısındaki güzel kızı baştan aşağıya hiç çekinmeden inceledi.

Gördüklerinden memnun mu değil mi hiçbir şey anlaşılmıyordu. Bu yüzden Sahra ilk konuşmaya karar verdi. "Selamünaleyküm." dedi. 

Allah'ın selamını verince geri çevrilmeyeceğini bilecek kadar akıllıydı Sahra.

Nitekim öyle oldu. Arjin'le göz göze geldiler. Kadının yaşlı yüzünde hiçbir ifade olmasa da bir baş selamı verdi önce. Sonra, "Aleykümselam Verahmetullah kızım. Sende hoş gelmişsin. Sefalar getirmişsin." dedi.

Elini uzattı. Sahra'da saygıyla öptü Arjin'in elini.

Firuze bu sırada Arjin'e sırıttı. "Elmas gibi kız, değil mi meymê?" dedi. "Baş tacımdır benim. Ben kardeşim olarak gördüm, sen de öyle sayasın."

Sahra arkadaşına mahcup bir tebessümle bakarken Arjin de nadir olarak gösterdiği hafif bir tebessüm etti. Bu tebessüm de birçok sırrı saklamaktaydı. Düşüncelerini dile getirmedi, sadece tek bir cümle kurdu Arjin.

"Eve gittiğimizde yol yorgunluğunu atlattıktan sonra yanıma, benim odama gelsin."

Sonra bir cevap beklemediğini belirtircesine tekrar konuştu. "De haydi, gidelim!" Eliyle yolu işaret etti. "Biraz daha kalırsak başıma güneş geçecek." diyerek kalabalığı harekete geçirdi.

Firuze ise kafası karışmış bir şekilde Arjin'e bakan Sahra'ya döndü. Sahra, "Odasında ne var ki oraya gideceğim?" dediğinde Firuze'nin yüzü neşeyle parladı.

"Gidince öğrenirsin." dedi. Sonra Sahra'nın koluna girdi. "Ama bil ki öyle herkesi almaz odasına. Aldıysa da seni seçti demektir. O odadan çıktığında sende artık Yadê Arjin 'in koruması altına girmişsindir."

Sahra'nın bu sözlerle kafası karışmıştı. "Odadan çıkınca nasıl koruma altında olmuş olacağım?" dediğinde Firuze güldü.

Sahra defalarca aynı soruyu sorsa da Firuze doğru dürüst bir cevap vermediği için mecburen Arjin 'in odasına gidip kendi öğrenmek zorunda kalacaktı.

Lüks siyah Jeepler yola çıktığında en öndeki arabada Arjin yalnız seyahat ediyordu. Arkalarındaki arabada Sahra ve Firuze vardı.

"Neden yanımıza gelmedi?" diye sordu Sahra, Firuze'ye. Firuze omuz silkti sadece.

"Kesin vardır sebebi ama soramazsın." dedi. Firuze bu kuralların içinde doğduğu için bu durum ona garip gelmiyordu ama Sahra için aynı şey geçerli değildi.

Firuze yola bakarken Sahra Firuze'nin mutlu yüzünü izliyordu. Ne kadar endişeli olursa olsun Firuze ait olduğu yere gelmiş gibiydi. Bakışları bile değişmişti. Sanki artık onunla bütünleşmiş olan gardını dahi indirmişti.

Sahra'nın elini sıkı sıkı tutuyordu. Sahra bunun için bile mutlu olurdu. Bu yüzden tıpkı onun gibi gülümsedi. Firuze öndeki iki korumaya takıldığında onun mutluluğuna eşlik etti.

"Şştt, Aşık!" dedi arabayı süren korumaya. Adı Ahmet'ti korumanın. "Az kaldı evlenmene. Var mı heyecan?"

Eski Türkçe ve Kürtçe türküleri çok sevdiği ve sırf sevdiği duysun diye arabada son ses açıp herkese dinlettiği için lakabı Aşık'tı Ahmet'in. Saruhanların en sadık korumalarından birisiydi.

Yanında oturan adam ise diğer en sadık olan korumaydı. Onun da adı Celal'di. O da tıpkı Ahmet gibi sevdiği dinlesin diye arabesk ve Arapça şarkıları arabanın içinde sesli bir şekilde açar, Saruhanların ve Koçakların konağının olduğu sokağı inletirdi. Bu yüzden lakabı Arap olarak kalmıştı.

İki korumanın da sevdikleri Koçakların yardımcılarıydı. Ahmet'in sevdiğinin adı Neşet Ertaş'ın türküsünde geçen Zahide'ydi. Celal'in sevdiğinin adı ise İbrahim Tatlıses'in şarkısındaki gibi mavi gözlü güzel Hülya'ydı.

Ne zaman kızlarla araları bozuk olsa bu şarkılar sokakta mutlaka sesli bir şekilde çalınırdı.

Hepsi birlikte büyüdükleri, aynı topun peşinden koşup, aynı ekmeği bölüştükleri için aralarında farklı bir samimiyet vardı.

Ahmet yola bakarken sırıttı. "Valla Firuze," dedi. "Günleri eskittim de geçmek bilmedi. Sevda çöllerinde ah yar diyerek, Mecnun da gezerdi ben gibi böyle, diyor ya Neşet baba! Bende Midyat'ta öyle geziyorum." Ahmet ağır abiydi. Konuşurken bile sözleri eski türküler gibiydi. Yamuk gülüşü hatta duruşunda bile külhanbeyi gibi bir hali vardı.

Pala bıyıkları herkese yakışmazdı ama ona yakışıyordu. Zaten Zahide sevmese bile vazgeçemediği tek şey bıyıklarıydı.

"Düğün yaklaştıkça da göstermiyorlar kızı bana. Anam da habire başımın etini yiyor." Ahmet'in annesi Şehriyar'dı. Nam-ı diğer magazin Şehriyar. Bu yüzden her şeyden haberdar olmak istiyordu. Ahmet'te düğün telaşından çok annesinin sorgusundan bunalıyordu.

Firuze, Ahmet annesinden bahsedince dudağını ısırdı. "Yandın sen Aşık! Annen Zahide'den bilgi alamadığı her seferinde gelip sana şikâyet edecek."

Sonra Sahra'ya döndü Firuze açıklamak için. "Şehriyar abla, birazcık her şeyden haberdar olmayı sever de..." dedi, Ahmet'in gönlünü kırmadan en masum şekilde açıklamaya çalışarak.

O sırada Celal konuşmaya daldı. "Birazcık mı? Allah'ını seversen, birazcık mı?" dedi. Celal, Ahmet'ten daha dertliymiş gibiydi konuşuyordu.

Elini kısa saçlı başında dolaştırdı sıkıntıyla. "Bunun anası var ya!" dedi eliyle Ahmet'i işaret ederek. "MİT ajanı olsaydı şu an CIA'ye diz çöktürmüştü. Geçen bizim Refik abinin meyhanesine gideceğiz, beni durdurdu." diyerek anlatmaya başladı asıl derdini.

"Ne dese beğenirsiniz?"

Celal iki kıza doğru döndü. Sahra da meraklanmıştı. Bu yüzden o sordu usulen soruyu. "Ne dedi?"

Celal, ismi gibi celalle anlattı Şehriyar'ın söylediklerini. "Refik abi geçen gün meyhanenin önünde bir kadınla konuşmuş. Kimmiş o? Kırığı mıymış? Bir ağzını ara, ona göre gidip eşiyle konuşacağım. Basacağız meyhanesini, dedi."

Celal hep sabrının tükendiği zamanlarda yaptığı gibi uzun sakalını sıvazladı. "La havle vela! La havle vela! Eğer evet desem girecek evlilerin arasına." dedi anlatırken elini kolunu sallayarak. "Olan da bana olacak, Refik abi ona bir şey yapamayınca çifteyle beni vuracak."

Ahmet tek eliyle onun omzuna vurdu. "Anam hakkında dedikodu yapma lan!" dedi. Celal ona doğru döndü.

"Ne dedikodusu oğlum, senin annen varken bize ne hacet?" Ahmet yıllardır annesinden çektiği için iç çekti.

"Olsun!" dedi. "Ben laf ederim, sen edemezsin." Bu sözlere boynu kıldan inceydi, Celal'in. Bunca yıllık kardeşi hatırına sustu bu yüzden.

Ahmet ise arabayı sürmesine rağmen kısa bir an başını çevirip Firuze'yle Sahra'ya baktı. "Bıktım!" dedi, ikisine de. Sonra önüne döndü. Yüz ifadesine bile yansıyan bıkmışlık iki kadını da güldürdü.

Yan yana oturan iki adam, çocukluktan beri arkadaştı. Onların bir araya geldi mi türkü mü yoksa arabesk mi derken çaldıkları şarkılarla insanın kulağının pası silinirdi. Kısa yolculukta yine bu tartışmaya tutuştular.

Bir türkü bir arabesk diyerek en son bir anlaşmaya vardılar. Yol bu güzel müziklerle şenlendi. Firuze'nin yaklaştıkça kalbi daha da hızlı atmaya başladı. Neşet Ertaş'ın bağışla sevdiğim türküsü çalarken Midyat'a neredeyse varmak üzerelerdi.

(Yazar bu paragraftan bölüm sonuna kadar bölümü okurken Asi Jenerik Müziğini dinlemenizi şiddetle tavsiye ediyor...)

Son dönemeçte sanki talimat verilmiş gibi atlar katıldı arabaların yanına.

Konvoy, ortalarında arabalar varken yanlarında dört nala giden atlarla Midyat'a giriş yaptı.

Onlara eşlik etmeye başladıklarında Firuze'nin gülen yüzü soldu. "Ne oluyor?" dedi etrafında dört nala giden atları daha net görmek için cama yanaşarak. "Neden atlar takıldı peşimize?"

Ahmet ona bakmadan gülümsedi. "Yadê Arjin öyle istedi." dediğinde telaşı daha da arttı Firuze'nin.

"Neden istedi? Ne yapmaya çalışıyor?" dediğinde ise bir cevap alamadı. Aslında cevabı o da biliyordu. Arjin'in tüm Midyat'a Firuze'nin gelişini duyurduğunu o da farkındaydı ama sebebini anlayamıyordu.

O mühim bir misafir değildi. Ailedendi. Neden önemli biri geliyormuş gibi Midyat'a girişini bir gösteriye çeviriyordu?

"Aşık! Arap!" diyerek tekrar onlara seslendi. 

Atlıların önünde bulunan reisleri buz mavisi bir yazmayı havada tutuyordu. Yazmanın rengi duyuruyordu gelenin ehemmiyetini.

"Ben misafir değilim. Neden böyle giriyoruz Midyat'a?" dedi. Sahra'ya endişeyle baktı. Sahra buraların yabancısı olduğu için Firuze'nin telaşını anlamamıştı. Bu yüzden kafası karışmıştı.

"Öyle gerekti, Firuze. Sorgulama!" dedi Celal sert bir sesle. "Yadê Arjin öyle buyurduysa kimseye sorgulamak düşmez."

Firuze bu uyarıdan sonra daha da endişelendi. Atlar dört nala onları takip ederken yolda belirmeye başlayan taştan evlerden insanlar atların gürültünü duydukça dışarı çıkıyordu. Herkes plakalardan arabaların kime ait olduğunu anlıyordu.

Saruhanlar geliyordu!

Hem de anlı şanlı bir giriş yapıyordu Midyat'a.

Firuze bu yüzden daha da endişeleniyordu. Midyat'ın meydanından geçtiklerinde bu merak daha vahim bir hale bürünecekti.

Nitekim tam tahmin ettiği gibi de oldu.

Meydandan geçerken dükkânda çalışanlar işlerini bıraktılar. Damlarda oyun oynayan çocuklar aşağıya sarkıp bu gürültünün nereden geldiğine baktılar. Pazarda alışveriş yapan kadınlar meydana toplandılar.

En öndeki araba korna çalmaya başlayınca diğer arabalarda emir almış gibi aynısını yapmaya başladı. Firuze durduramadı, engel olamadı.

Konvoyun ardına insanlar takılmaya başladı. Sanki bir düğün varmış gibi bir kalabalık oluşmaya başladı. Firuze endişesine rağmen hasret kaldığı sokakları geçerken etrafına bakmaktan kendini alamıyordu.

Sahra yaşanan seremoniyi sakin bir şekilde izlerken, "Sanırım Arjin senin gelişini cümle aleme duyurmak istedi." dedi.

Firuze endişeyle etrafına bakarken, "Ama neden?" dedi. Bir türlü mantıklı bir sebep bulamıyordu.

Sahra, "Neden değil de kimin için yapıyor diye sorarsak belki bir cevap buluruz." dedi Firuze'nin endişeli yüzüne bakarken.

İki kadın birbirine baktı. Firuze'nin endişesi tüm yüzüne yansımıştı.

Arjin 'in bir planı olduğu belliydi. Firuze bu yüzden evlerinin olduğu sokağa girerlerken memleket hasretini de yuvasına dönüşünün sevincini de yaşayamadı.

Arabalar durduğunda kornalar da sustu. Arjin'in koruması çıktı ve eliyle durun işareti yaptı.

Bu bekleyin demekti.

İlk Arjin dışarı çıkacaktı.

Öyle de oldu. Kapı açıldı ve ağır ağır arabadan indi Arjin. Ayağa kalktığında eline bastonu verildi. Bastonu taş zemine değdiğinde yılların yükünü taşıyarak yürüdü kısacık yolu. Tam iki konağın ortasında durdu. O dışarı çıkınca herkes sessizce beklediği ne yapacak diye.

Bekledikleri an kısa bir süre sonra gerçekleşti.

Arjin, eskilerin sevinç çığlığı, isyanı, belki de ağıtı olan zılgıt için elini kaldırdı. Onunki sevinç çığlıydı. Öyle bir zılgıt çekti ki sokakta toplaşan herkesin dili lâl oldu.

Midyat'ın tüm kadınlarının sesi oldu sanki. Kısa bir süre sonra sessizlik bozuldu, Yadê Arjin'in sevinç çığlına her kadın bir bir eşlik etti. Sokağı kadınların zılgıt sesleri doldurdu. Atlar ürktü bu sesten, biri şahlanmaya çalışınca bir kısım kalabalık korkarak geri çekildi. Toynak seslerine karışan zılgıt sesleri iki konağı da ayağa kaldırdı.

Sahra Firuze'ye doğru eğildi. "Sanırım ninen Midyat'taki herkesin ağzına bir ay konuşacağı bir malzeme verdi." dedi.

Öyleydi. Firuze ortaya çıktığında herkes onun gelişini bu kadar şenliğe dönüştürmesinin sebebini sorgulayacaktı.

Arjin onu usul usul bilinmeyen tuzağına çekiyordu.

Arjin zılgıt çekmeyi bıraktığında kadınlar hala zılgıt çekmeye devam ettiler. Arjin işaret verdi ve korumalar aşağı indi. Firuze ve Sahra için kapılar açıldı. Herkes nefesini tuttu. Kimin için bu şölen diyerek beklemeye durdu.

Firuze gözlerin üstünde olduğunu bilerek çıktı o arabadan çünkü çıkmak zorundaydı. Başka çaresi yoktu. Arjin onu çaresiz bırakmıştı.

Yine de endişelerini ardında bıraktı.

Tıpkı Arjin gibi dimdik durdu ayağa kalktığında. Başı dik, alnı paktı. Sonunda buraya vicdanını aklamış bir şekilde dönmüştü.

Zılgıtlar birden sustu. Ona bakan her insan güzelliğinden nasiplendi. Firuze çok güzel bir genç kadındı. Onu tasvir etselerdi, ilk önce Midyat'ın az olan bereketli topraklarına benzetirlerdi.

Onu sevseler herkese kuraklığı nasip ederdi.

Upuzun saçları sıcak rüzgarda geriye doğru uçuşurken küçüklüğü, büyümüşlüğü, ilk sevdası, son yanışı her bir anısı dört bir yanını sardı Firuze'nin. 

Doğduğu ve öldüğü yere gelmişti. 

Sevildiği ama sevmeye fırsat bulamadığı topraklara geri dönmüştü. 

Herkes fısıldaşmaya başladığında Arjin arkasına bakmadan Saruhanların konağından içeri girdi.

Bu hareket onun için beni takip et demekti. Firuze kendi evine girmeden Saruhanların evine geçecekti. Herkes bunu konuşacaktı.

Sahra yanına geldiğinde ona endişeyle baktı. Konuşsaydı, hayır, derdi. Hayır, yapamam. İnsanlar yanlış anlayacaklar.

Baba evine girmeden Saruhanlara giderse onlara ait olduğunu düşüneceklerdi. Bunu Mardin'de doğmuş küçük bir çocuk bile anlardı.

Ama konuşamadı çünkü konuşursa her sözü yarın Midyat meydanında asılırdı. Bir başkası olsaydı belki sözünü ezer geçerdi ama Arjin onun için çok kıymetliydi. O sanki kanından, canından öteydi. Bu yüzden boynuna bağlanan yeni bir urganla takip etmek zorunda kaldı Arjin'i.

O harekete geçtiğinde önce bir kadın sonra ise diğerleri tekrar zılgıt çekmeye başladılar. Firuze'nin yanakları kolay kolay kızarmazdı ama ilk defa şu an da kızarmaya başlıyordu. Yine kontrol edemediği bir akıntının peşine takılıyordu.

Saruhanların ahşap kapısından geçtiğinde onu geniş bir avlu karşıladı.

Ne olduğunu anlamadan o avluda ilk Dilruba'yla, yani teyzesiyle, Ezra'nın annesiyle göz göze geldiler. Dilruba sesleri duyunca terastan ne olduğunu anlamaya çalışmıştı ama bir türlü tam bir haber alamamıştı. Meydana yolladığı adamlardan da ses gelmemişti.

Şimdi karşısında Firuze'yi görünce neredeyse yüreğine inecekti. Elini göğsüne koyup şok olmuş bir şekilde Firuze'ye baktı. Onun ardından evin ahalisi bir bir dökülmeye başladı avluya.

Yukarı katta hiç ses duymasın diye ofisine özel bir yalıtım yaptıran Ezra her şeyden bihaberdi. Kapısı bir hışımla açıldığında birden başını çevirdi. Bir gözünde büyüteçli gözlüğü vardı.

Gözlüğü masaya koydu ve Bedran'a baktı. Saat daha erkendi. Bedran normalde bu saatte uyanmazdı ama eşofmanlarıyla buraya gelmişti. Saçları dağınıktı, yeni uyandığı belliydi. Şaşkınlığa düşmüş gibi gözüküyordu.

"Abi!" dedi o şaşkınlıkla. "Aşağı gelip görmen gereken biri var."

Ezra'nın kaşları çatıldı. Kapı açılınca zılgıt seslerini duymaya başlamıştı. Ayağa kalktı.

"Hayırdır?" dedi Bedran'a. "Misafirimiz mi var?"

Bedran kaşlarını kaldırdı hayır der gibi. Yakışıklı yüzünde hınzır bir gülümseme belirdi. "Yadê birini getirmiş konağa."

Ezra bu sözlerden sonra küçük de olsa bir merakla odasından çıktı.

Ezra aşağı inmek için yürürken Koçaklar da Saruhanların evinin içini görmek için terastan bakıyorlardı. Dildar'ın sesini bu sırada duydu Firuze. "Abla!" dedi. Firuze başını kaldırıp ona baktı. Buraya geldiğinden beri ilk defa gülümsedi.

Dildar'ın solgun yüzünde içten bir mutluluk vardı. Bu yüzden endişesini sonuna kadar sakladı. Özlemle gülümsedi ona ama hala tedirgindi.

Arjin'in bundan sonra ne yapmaya çalışacağını hiç bilmiyordu.

Arjin onu çok bekletmedi. Bir sonraki hamlesini yaptı. 

Yardımcısı olan Pamuk'tan bir testi aldı. Ardından gelen Firuze'ye döndü. İki kadın Saruhanların avlusunda karşılıklı duruyorlardı. "Evine hoş geldin, Firuze!" dedi ona Arjin.

Testiyi ona uzattı. Testinin içi altınla doluydu. Firuze titreyerek ellerine aldı testiyi.

"Evimize bereket getiresin. Gelişin Saruhanlara da Koçaklara da huzur versin, imdelleliti!"

Firuze bir cevap bile veremedi. Ne cevap verirse versin tuzağa düşürüldüğü bir gerçekti. Bu yüzden Arjin tekrar emir verdi.

Arjin çenesiyle testiyi gösterdi. "At onu yere!" dedi. Firuze ona korkuyla baktı. İki kadının bakışları çatıştı.

Bu cümlenin bir devamı vardı. Sanki bir gelin gibi. Saruhanların gelini gibi dedi içinden. Sesli bir şekilde ifade etmese de herkes böyle düşünecekti. Bu yüzden tereddüt etti. Atmak istemedi.

O buraya bunun için gelmemişti.

Arjin de dahil herkesin bilmediği bir gerçek vardı ki Firuze artık bir katildi. Bunu öğrenince Firuze bereket değil, kuraklık getirecekti bu aileye.

Lanetleri olacaktı.

Tam geri çekilecek, bir bahane bulacaktı ki merdivenlerden inen birini fark etti. O birinin ilk önce merdivenlere dönüktü başı. Gözleri mahrumdu Firuze'den.

Sonra yavaşça kaldırdı başını.

Sanki kalabalık yarıldı onlar için, göz göze geldiler. Mardin'in o yaslı gecesinden beri ilk defa toprak gün yüzü gördü.

Ezra'nın iki gözü aydınlığa kavuştu.

İki kalpte aynı anda tekledi. Yıllar sonra sevdiği adamı görmenin telaşıyla ellerinin dermanı kesildi, Firuze'nin.

Elindeki testi ellerinde  kaydı ve yere düştü. Yere altınlar saçılırken sanki herkes kayboldu etraflarından.

Bereket, Arjin'in dediği gibi hasıl oldu.

Yıllardır yasın rengine bürünen iki yürekte ilk derin nefesini çekti. Solukları bile yaşam buldu. Firuze'nin karşısındaki adamın gökten gözleri için için yanmaya başladı sanki.

Sert çenesi gerildi. Siyah kaşları çatıldı. Heybetli bedeni kaskatı kesildi. Firuze'nin susturduğum dediği yüreği ilk defa konuştu.

Hasret kaldım...

Aynı anda karşısındaki yürekte başka bir gerçeği fısıldıyordu.

Görmez oldum...

Ezra'nın dudakları kıpırdadı. Aralarında hala yollar vardı ama bir Firuze ne dediğini duydu sanki. "Firuze." dedi o güzel dudakları.

Firuze.

İki gözüm değil, yalnızca Firuze.

Artık yalnızca Firuze.

Yıllardır görmediği Firuze, yıllardır hasret kaldığı Firuze. Onu ardında bırakıp giden Firuze.

Hiçbir şeyi bilmeyen Ezra.

Bırakıp gitmek zorunda kaldığını asla bilmeyen Ezra.

Ezra ilk şoku atlatan oldu. Ağır ağır indi merdivenleri. Onu en son gördüğü gibi üstünde yine buz mavisi bir gömlek vardı. Geniş gövdesini saran gömleğinin yakası açıktı.

Yüzü üç senedir yalnızca daha haşin bir yakışıklığa sahip olmuştu. Eskiden siyah saçları uzundu. Şimdi ise kısacık kestirilmişti. Sol gözünün etrafında Firuze taşından yadigâr olan iki küçük iz vardı. Biri kaşının kenarında diğeri ise gözünün altındaydı ama bu izler hiçbir zaman yakışıklılığının önüne geçememişti.

Aksine Firuze hep kendini bildi bileli o yaraya dokunmak istemişti. Mavi gözlerinin etrafındaki gür kirpikleri hep parmaklarının ucunda hissetmek istemişti.

O gözler ondan ayrılmadan tam karşısına geçti. Herkes yıllar sonra gerçekleşen bu karşılaşma yüzünden sessizleşti.

Tam ortalarında Arjin vardı.

Kaderin ilk düğümü Firuze doğduğu gün atılmıştı.

İkinci düğüm ise bu an da atıldı.

"Hoş geldin." dedi Ezra. Yıllar önce Firuze ona nasıl hoşça kal dediyse aynı şekilde kuru bir hoş geldindi bu.

Gözleri usul usul yüzünde dolandı Firuze'nin. Sanki dakikaları tüketti. Söylenecek sözü yoktu ama bakışlarıyla sevmekten de vazgeçemedi.

Belki saniyeler geçmişti ama Firuze'ye yıllar geçmiş gibi geldi.

Firuze o bakışlarda tekrar canlandığını hissetti ama sonra Ezra arkasını döndü.

Yüzünü ondan mahrum etti.

Tıpkı yıllar önce yaptığı gibi yaptı. Kısa bir bakış attı Arjin'e. Hissiz bir sesle, "Kavuşmanız bitince dağıtın bu kalabalığı." dedikten sonra tekrar merdivenlere doğru ilerledi.

Firuze'yi ardında bıraktı.

Tıpkı Firuze'nin yıllar öncesinde ona yaptığı gibi, ölü kalbinin üstüne toprak attı. 

𓇚ꕥ𓇚

Nasıl buldunuz bebeklerim ?

Ay sona doğru beni yerden yere vurdu bu bölüm. Yani böyle sanki bir sahneyi izler gibi yazdım. 

Firuze ve Ezra'nın aşkı gerçekten tam bir şimdiki zamanın masalı. İnşallah sizler de öyle hissetmişsinizdir ballarım. 

Haftaya Cuma yeni bölümde görüşmek üzere inşallah.

O zamana kadar kendinize iyi bakın. Alllah'a emanet olun. 

Olvasás folytatása

You'll Also Like

2M 33.3K 54
- Ahh...abim gelicek yapamayız.. Üstümdekileri delice yırtarak çıkardı. - Abini boş ver gece. Bugün gelmeyecek güzelim Erkekliğini boxer'ından çıkar...
219K 9.9K 34
Geçmişi yüzünden güven problemi olan Kadın, Kadını gördüğü anda Aşık olan adam. _________ "Sınırları aşma Yüzbaşı." dedim ciddiyetle. Aramızdaki boş...
1M 30.5K 31
Mahallenin yaptığı yardımları ile dilinden düşmeyen, bütün kızların deli divane olup peşinden koştuğu, ağırbaşlı, yardımsever ve bir o kadar da sert...
101K 10.1K 19
*avareyim,asudeyim,yorgunum bilmiyorum,neden sana vurgunum? -bir mahalle hikâyesi- 18/05/2023 " Dökme yüzünü." dedi. Yüzüne vuran kızıl ateşlere ba...