Arıza tespit

Door BookGanstas

1M 54.5K 6.2K

Gümüş rengindeki gözleri beni ilgiyle süzerken, "Neden tamircilik?" diye bir soru yöneltti. Birkaç saniye öl... Meer

👉1. Akü
👉2. Tamirci Kız🔧
👉3. Yüzleşme
👉4. Sözleşme📃
👉5. Yavuz
👉6. Yeni iş
👉7. Baskın
👉8. Tamirhane🛠
👉9. İş tulumu
👉10. Le petit palais🍽
👉11. Arkanlar
👉12. Arabaya bin🚘
👉13. Yangın🔥
👉14. Kısır
👉15. Tapu📄
👉16. Garaj
👉17. İmza✍
👉18. Game over☠
👉19. Açıklama
👉20. Emre
👉21. Bar🔮
👉22. Küçük oyun🤝
👉23. Tanışma🙋
👉24. Benimlesin
👉25. Sırılsıklam âşık💕
👉26. Gece ve gündüz
👉27. Aşk mı illüzyon mu❓
👉28. Kutu kutu pense💃
👉29. Ne hissetmeliyim❓
👉30. Söz
👉31. Sarışın kaplan🐯
👉32. Saf mısın❓
👉34. Merak ediyorum
👉35. Paintball🔴
👉36. Paintpall🔵
👉37. Tabu
👉38. Belçıka çikolatası🍫
👉39. Aylin nerede❓
👉40. Çok güzelsin
👉41. Psycho🔫
👉42. Bırakma beni
👉43. Zıt kutuplar
👉44. Günaydın prenses👸
👉45. Çiçek💐
👉46. Uyuyalım💤
Yeni hikaye!
👉47. Korkak
👉48. Origami
👉49. Kaslı prenses
👉50. Şekerli mısır
👉51. Küçük prens
👉52. Sen kimsin❓
👉53. Sana aşığım💗
👉54. Sıyah gerbera
👉55. Masal🏰
👉56. Saat 12🕛
👉57. Korkuyorum sevmekten
👉58. Teslim ol
👉59. Biberli buluşma
👉60. Krep🥞
👉61. Seni seviyorum🖤
👉62. Kavga
👉63. Umut
👉64. Sevimsiz
👉65. Aile
👉66. Bana aşık mısın❓
👉67. Güzel bir gün🎀
👉68. Gelecekten bir gün - SON
Özel bölüm

👉33. Kaç kaç🏃

12.8K 756 93
Door BookGanstas

"Anlamıyor musun, canın yansın istemiyorum..." dedi sessizce.

İster istemez yavaşladım tekrardan. Adımlarımı yavaşlatıp onunkilere uydurdum. "O zaman bırak bazı şeyleri kendi yöntemlerimle hazmedeyim." Göz ucuyla bana baktığını biliyordum ama birkaç metre önümüzde Melis ve Çınar'ın aynı bizim gibi senkronize bir şekilde yürüyüşünü izledim bir süre. Öyle ki gidip gelen iki çift bacağa baka baka başım döner gibi oldu. Artık şaşı gibi çiftleri de çift görmeye başlayınca bakışlarımı kaldırdım.

Sağımda daha bize uzak da olsa denizin üzerinde sallanan teknelere yatlara baktım. Onların sallanışı ayrı bir büyüleyiciydi. Her bir dalgayla süzülürcesine oynamaları. "Alya?" "Hi?" Zeyd durunca ben de refleks olarak durdum. Deminden beri yürürken gözümü ayırmadığım denize döndü. "Bak oradaki," derken parmağıyla birçok yatın arasından birini işaret etti. Kaşlarımı kaldırdım ufak bir şaşkınlıkla. "Sen gelmiyor musun?" Başını olumsuz anlamda salladı.

"Gelmiyorum. Geleceğinizden haberleri var. Git neyi hazmediyorsan hazmet, ben seni burada bekliyorum."

"İyi," dedim inatçı bir çocuk gibi. "Keyfin bilir." "İyice baktın mı? Buradan göründüğü gibi görünmez yakından." Yan yan baktım. "Bana aptal muamelesi yapma. Cidden sinir oluyorum." Ağzının içinde bir şeyler mırıldandı. 'Sen de aptal gibi davranma o zaman' dediğine neredeyse emindim.

"Ya sen var ya..." diye başladım sinirle iyice ona doğru dönerek.

Sabahtan beri bana laf sokuyordu. Benim de sabrım bir yere kadar ama. Alttan almanın da bir sınırı var. Ama o sanki en başından beri bunu bekliyormuş gibi kafasını eğmiş beklentiyle bakıyordu bana.

Sana istediğini vermeyeceğim Arkan. Şu an seni denizde boğmak istesem de madem çıkışmamı bekliyorsun alttan alacağım.

"Baktım," dedim dişlerimi sıkarak. "İyice baktım."

Yanından geçerken ona omzumla vurmak istedim aslında ama içimden bir ses bundan etkilenmeyeceğini söylediği için öyle bir şey yapmadım. Onun yerine içimdeki sesle birlikte ona bir güzel sayıştırdım.

Çınar ve Melis peşlerinde olmadığımızı görünce ilerde bizi beklemek için duraklamışlardı. Yanlarına vardığımda Zeyd'in gösterdiği yatı gösterdim onlara. "Şuradakiymiş." "Gelmiyor mu?" diye sordu Çınar arkamızda kalan Zeyd'e omzunun üzerinden bir bakış atarken. Kafamı sallamakla yetindim.

Melis'le birbirlerine baktıklarında yine sanki benim bilmediğim bir şey biliyorlarmış gibi hissettim. Bilin. Siz de bilin. Ne hikmetse herkes her şeyi çok iyi biliyor.

Gözlerimi hedefe dikip öylece ilerledim. Üçümüzde sus pus olmuştuk. Zaten konuşmak istemiyordum. Bir de Zeyd'in sözleri kafama takılmıştı az biraz. 'Neyi hazmediyorsan hazmet' deyişi kulağımda çınladı.

Çok doğru yapıyor muydum bilmiyorum. Ama yanlış değildi. Yanlış yapıyormuşum gibi hissetmek istemiyordum. Beni yanlış yaptığıma ikna etmemeliydi. Sonunda Zeyd'in gösterdiği yata ulaştığımızda üçümüz de yan yana tam karşısında durup baktık bir süre.

Elebaşı olarak öne çıkması gerekenin ben olduğumu düşünerek yavaş yavaş yaklaştım. Çekinerek içeri girdiğimde kaptan karşıladı beni. Diğerleri de peşimden girmişlerdi.

O an çok saçma bir şekilde daha nereye gideceklerini bile bilmediğimizi fark ettim. Karşımda ki kaptana baktım bön bön belki alnında belirir diye.

Belirdi.

Ama alnında değil.

Adam kısaca Zeyd'in rotayı belirlediğini anlattığında gözlerim Zeyd'i bıraktığımız yere kaydı. Buradan görünmüyordu ama oralarda bir yerlerde olduğunu biliyordum.

Neden söylememişti bana? Hiç sormamıştı bile nereye gidecekler diye. Ben duyduklarımı da kafamı meşgul edenler listesine eklerken Çınar'ın bana baktığını hissettim.

Bakışlarımı kaldırıp onunkilerle buluşturduğumda bir hayli tuhaftı ifadesi. En iyi şekilde 'imalı' olarak tanımlanabilirdi ki bu da çok anlamsızdı. Zaten bütün günden anlamlı bir şey çıkarabilir miydim muamma.

Oflamamak için direnerek ayağa kalktım. Cümlenin ortasında olan kaptan ağzı hafif açık bir şekilde kaldı. Elimle Çınar ve Melis'i işaret ettim. "Onlar gidecek," dedim. Sonra onlara da "Hava alacağım," diye bir şeyler mırıldanıp dışarı attım kendimi.

Her ne ayarlayıp tembihlediyse artık duymak istemiyordum. İki tekne arasındaki boşluğa oturup ayaklarımı denize doğru sallandırdım. Bir denizi bir de yağmuru hiç bıkmadan izleyebilirim. İkisinde de hiçbir şeyde bulunmayan bir huzur gizli.

Üzerime bir gölge düştüğünde daha gözlerimi tepemde dikilen kişiye kaldırmadan kim olduğunu biliyordum. Bakışlarım gümüş rengi gözlerini buldu. "Güneşimi engelliyorsun," dedim. "Sen varsın ya," diyerek yanıma oturdu. "Hi?" Kaşlarım çatılırken anlamsız sözlere bir anlam vermeye çalışıyordum ki tekrar konuştu, "İyi misin? Bir şey mi oldu?"

"Yo, sürprizleri sevmiyorum. Neden söylemedin bana?" Omuz silkti. "Önemli olduğun düşünmedim."

"Önemli old... Ney? Bu çok saçma." Göz ucuyla baktığımda yüzünde çarpık bir gülümseme vardı. "Çok mu saçma? Bir saniye bile olsun aklının ucundan geçti mi acaba? Önemli bulsan düşünüp sorardın."

"Zeyd." "Hm?" Gözlerimi ondan alıp denize diktim. O ise denizden alıp bana dikti galiba, öyle hissettim. "Bana denekmişim gibi davranma. Gerçekten hoşlanmıyorum. Git deneylerini başkaları üzerinde dene. Ya da deneme fark etmez. Dengesiz olabilirim. Belki beklediğinden farklı tepkiler veriyorumdur ama bu küçük oyunlar oynamanı meşrulaştırmaz. Ben senin oyuncağın değilim. Benimle oynama."

"Seninle oynamıyorum. Sen her yaptığıma ters tepki vermeye yemin etmiş gibi davranıyorsun." "Ben," diyordum tam ama birinin adımı seslenmesiyle omzumun üzerinden baktım.

Çınar.

Zeyd'i orada öylece bırakıp ayağa kalktım. Çınarın yanına gittiğimde Melis ortada görünmüyordu. Ağzımı açtım bir şey söylemek için ama tam olarak ne söylemem gerektiğini bilemedim. "Özür dilerim," dedi. "Gerçekten böyle olsun istememiştim. Özür dilerim."

"Boşver, unut gitsin." Sonuçta işlerin bu noktaya gelmesinde benim de payım vardı. "Alya; sen gerçekten mükemmel bir insansın. Sakın kimsenin seni aksine inandırmasına izin verme. İnan bana şimdiye kadar yaptığım ve söylediğim her şeyde samimiydim. Seni hiç kandırmadım. Ve seninle geçirdiğim hiçbir saniyeden pişman değilim. Sana hayran olmamak mümkün değil, çünkü sen eşsiz birisin. Ve çok yakında beni biraz daha iyi anlayabileceğini düşünüyorum..." derken gözleri birkaç saniyeliğine arkamdaki denize kaydı.

Ben de refleks olarak omzumun üzerinden bir bakış attım belki denize, belki sadece Zeyd hala orada oturuyor mu diye. Son sözlerini anlamamıştım. 'Çok yakında beni biraz daha iyi anlayabileceğini düşünüyorum'.

Diyosun?

Ya bu bilmece gibi konuşan insanlar bir düşünmese çok güzel olacak.

"Çok yakında ne...?" diye tekrarladım. "Anlayacaksın," dedi sadece. "Kendine iyi bak olur mu." Arkasını dönüp yata doğru gittiğinde hala çatık kaşlarla bakıyordum ardından. "Sen de," dedim artık duymayacağını bile bile. "Sen de kendine iyi bak..."

*****

Zeyd

Hala yavaş yavaş uzaklaşan tekneden gözlerini almamıştı. Hafif hafif esen rüzgârda uçuşan saçlarına bakıyordum beklerken. O rüzgâra karışıp saçlarına dokunmak gibi hayallere kapılmaya başlayacakken biri, "Melis!" diye bağırdı.

Alya önce sese doğru döndü ve ne olduğunu anlamadığım bir şeyler mırıldandı, ardından ise bana baktığında gözleri irileşmişti. "Koş koş!" deyip de koşmaya başladığında doğal olarak peşine takılmak zorunda kalsam da bunu neden yaptığımızı anlamış değildim.

Adamlar da biz koşturmaya başlayınca peşimize takıldılar. Bilmediğimiz sokaklarda bilmediğimiz bir yöne doğru dörtnalla koşuyorduk. Ve ben nedenini hala tam çözememiştim ama galiba artık durmak için çok geçti.

Biz niye koşuyoruz? Gelen geçen bu garip manzaraya eğlenircesine bakarken Alya'nın yavaşladığını fark ettim. Yorulmuştu, ama adamlar hiç yorulmuş gibi değildi. Uzanıp elini kavradım ve onu çekiştirdim.

Tutuşumla birlikte tekrar hızlandı. Şimdi el ele koşuyorduk. Ardımızdakiler hiç geride kalmamışlardı, hatta yaklaşmamış olmalarını umuyordum.

Gözlerimi etrafta gezdirdim ve saklanacak bir yer aradım çünkü bu şekilde artık çok koşabileceğimizi sanmıyordum. Bilmediğimiz bir sokakta nereye saklanabileceğimizi kestirmek bir hayli zordu. Bir köşe daha döndük. Sonra birden onu bir apartmanın arkasına giden yere çektim.

Adamlar köşeyi dönmeden biz apartmanın arkasına dolanıp park yerini geçtik. İkimiz de nefes nefese kalmıştık. Park yerini arkasındaki apartmanın park yerine bağlayan ufak duvarın üstünden geçerken istemeye istemeye elini bırakmak zorunda kaldım.

Duvardan geçtim ve ona yardım etmek için döndüm ama kendisi halletmişti bile. Tekrar elini tutmayı istiyordum ama o apartmana doğru koşmaya başlamıştı bile. Ben de peşinden gittim.

Apartmanın yan tarafından önüne doğru geçerken duvardaki girintiyi fark ettim. Duvar bir metre kadar içeri doğru giriyordu ve geldiğimiz yönden bakan kimse bizi burada göremezdi. Bir saniye içinde karar verirken o ilerlemeye devam ediyordu.

Hemen kolundan tutup onu girintiye doğru çektim. Duvara çarpmaması için diğer kolumu beline dolamıştım. Yavaşça duvara yasladığımda hala bir kolum belinde diğeri ise kolundaydı.

Görünmemek için ben de girintinin içine ona doğru yaklaştım. Gözlerimi geldiğimiz yönden alıp ona baktığımda etrafı inceliyordu. Hala hızlı hızlı nefes alıyordu ve dudakları hafife aralanmıştı.

Yanakları koşmaktan kızarmıştı. Gözleri ise ışıl ışıldı ama beklediğim gibi korku veya telaş yoktu. Bunlar eğlence parıltılarıydı. Bu kız böyle koşarken bir an bile korkmamıştı, aksine bütün bu kovalamacan hoşlanmıştı.

Tamam ben de korkmamıştım ama insan hiç mi telaşlanmaz birilerinden kaçarken. Hiç mi dert etmez ya yakalanırsam diye?

İleriden gelen seslerle ona biraz daha yaklaştım. Bakışlarımı yüzünden ayıramadım bir türlü. Gözlerini bir noktaya dikmiş dikkatlice sesleri dinliyordu. Artık ona o kadar yakındım ki. Kokusu tatlı tatlı burnuma dolarken aklımda sadece aramızdaki mesafe vardı.

Azıcık daha yaklaşsam.

Biraz eğilsem...

Yavaş yavaş sakinleşmeye başlayan kalbim tekrar hızlandı. Belinin kıvrımındaki kolumun fazlasıyla farkındaydım. Tek bir hareketimle onu kendime doğru çekip göğsüme yaslayabilirdim. Ve bunu ne kadar çok istediğimi varsayarsak gayet iyi dayanıyorum. Asıl soru daha ne kadar kendime hâkim olabileceğim.

"Gittiler mi?" Sesleri dinlemeye çalışırken çattığı kaşlarla bana bakıyordu. Gözlerimi yumdum ve kendime gelmeye çalıştım. 'Şimdi sırası değil' dedim kendi kendime. Şimdi hiç sırası değil!

Arkaya doğru eğildim ve duvarın kenarından baktım. Görünürde kimse yoktu. Yavaşça kolumu belinden çektiğimde sanki yeni fark etmiş gibi hayretle baktı koluma bir süre. Hatta bir an 'ne işi vardı lan o kolun orada' diyecek sandım.

"Galiba gittiler." Saklandığımız yerden çıktım, sonra her ihtimale karşı etrafı bir kez daha taradım. O da etrafa bakınıyordu. Gözüm bir an elindeki şapkaya takıldı.

"Söyler misin biz niye kaçtık?" diye sordum sonra kaşlarımı çatarak. "Adamlar bizi kovaladığı için," dediğinde kaşlarım daha fazla çatıldı. "Adamlar biz kaçtığımız için kovaladılar bizi."

Omuz silkti. "Her neyse," diye mırıldandı. "Sana Melis dediler ve sen kaçmaya başladın," dedim tespitlerime devam ederken. "Sen Melis misin niye kaçıyorsun? O şapkayı çıkarıp ben Melis değilim karıştırdınız galiba demen gerekmez mi? Bizim burada ne yaptığımızı bilmeleri mümkün değil."

Melis denen kız giderken şapkayı Alya'nın kafasına koymuştu. Bir şeyler konuşmuşlardı ama dinlemediğim için bilmiyorum. Uzak durmuştum.

Uzak durmuştum çünkü eğer onlara katılsaydım kendime hakım olabileceğimden emin olamamıştım. Arabada yol boyunca bile zar zor tutmuştum kendimi. Hele de bu aptal sarı şey böyle şalakça davranırken.

Çınar'la da Melis'le de ayrı ayrı konuşmuştu. Artık vedalaşma mı desek başka bir şey mi pek de bir önemi yok galiba. Göz ucuyla bana bakıyordu ama vücut dili umursamazdı. Her zamanki gibi ona söyleneni kale bile almıyordu. Alsa kendi bildiğinden sapmıyordu.

"Sana bir şey söyleyeyim mi. Bence sen adrenalin bağımlısısın."

Gerçekten de tek açıklama buydu. Durduk yere insan kendi peşinde olmayan adamları niye peşine takıp kaçar ki? Hele de sırf eğlencesi için, zerre korkmadan. Zaten insanlar durduk yere akü falan da çalmazlar.

Gözleri gözlerimle buluştuğunda bıkkın bir ifadeyle bakıyordu. "Bence sen artık benim hakkımda teoriler üretmeyi bırakmalısın," dedi terslercesine.

Tek kaşımı kaldırdım. Bu defa tutturduğuma eminim. Test etmeye ne dersin?

"Peki sana paraşütle atlamaya gitmeyi teklif etsem ne dersin?" Göz bebekleri büyür gibi oldu. "Gerçeklik payı olup olmamasına göre değişir." Sesini ifadesiz tutuyordu ama gözlerinde heyecanlı bir parıltı vardı. "Söz ağızdan bir kere çıkar, götüreceğim."

Sözlerimi tartarken gözlerini gözlerimden ayırmadı. Bir şeylerden emin olmak ister gibi keskindi bakışları. Sonra dudakları yukarı doğru kıvrılarak coşku dolu ve hevesli bir gülümseme sergiledi. "Ne zaman gidiyoruz?"

İnanamayarak göz devirdim. Ben ne demiştim? "Kesinlikle adrenalin bağımlısı..." diye mırıldandım. "Ya sussana sen," diyerek dirseğini karnıma geçirip yürümeye başladı. "Ama iyi alıştın sen buna," dedim karnımı ovalayarak. Aldırmadan yürümeye devam etti. "Kemiklerin batıyor diyorum!" diye bağırdım arkasından. "Ayrıca o taraftan değil. Bu taraftan," diye eklemek zorunda kaldım.

Hiç çaktırmadan kıvrakça döndü ve diğer yöne yürümeye başladı. Yanımdan geçerken beni tanımıyormuş gibi hiç bakmadı bile. Kafa sallayarak baktım arkasından. "Hiç tereddüt etmeden paraşütle atlamayı kabul etmek ne kadar normal sence?" diye sorarken ona yetiştim. "Ölmeden önce yapılacaklar listesinde üç numara," derken yürümeye devam ediyordu.

Bir an afalladım ve olduğum yerde kaldım. Sonra yine yetiştim peşinden. Yürürken bir yandan da göz ucuyla süzüyordum onu. Saçları hafifçe dağılmıştı, koşmaktan olsa gerek. Topuzundan çıkan tutamlar rüzgârla uçuşuyordu. Omuzlarını dikleştirdi, kasları gergindi, onunla dalga geçmemi bekliyordu.

"Ölmeden yapılacaklar listesi? İşte bu çok ilginç. Ya bir numara?" diye sordum merakla. Kafasını bana çevirdi, gözlerinde önce şaşkınlık sonra tereddüt. Omuz silkti. "Öylesine bir şeyler işte," dedi umursamazca.

Bence bu tavrı tam aksini ifade ediyordu. Onun için önemli şeylerdi ve bu da beni daha çok meraklandırdı. "Merak ettim, hadi söylesene," diye ısrar ettim.

Derin bir nefes alıp, "Gülersen döverim," diye de tehdit etti. "Ona ne şüphe..." diye mırıldandım ben de. "Uçak sürmek..." Tek kaşımı kaldırdım. Bu konuşma gittikçe daha ilginç olmaya başladı. "Ne yani pilot olmak istiyordun da olmayınca tamirci mi oldun." Gözlerini devirdi. "Hayır bay mükemmel sadece bir kez yapmak istiyorum."

"Bu gerçekten çok ilginç, ikinci de gemi sürmek mi?" Gözlerinde hayret belirdi. "Ya bak bu da güzel fikirmiş, benim niye hiç aklıma gelmedi acaba?" Çarpık bir gülümsemeyle bakarken ona, gerçekten ciddi olduğunu fark ettim. "Senin gözün de baya yükseklerde yalnız. Daha gerçekçi hayaller kurmaya ne dersin?"

"En azından ben hayal kurmayı biliyorum," diye laf çarptı hemen. "Benim kuramadığımı mı ima ediyorsun?" "En büyük hayalin ne mesela?"

Düşündüm. Neydi benim hayalim? Ben gerçekten hayal kurmayı biliyor muyum? Ben hiç hayal kurdum mu? Ben hayatım boyunca hep kendime amaçlar çizdim ve sonra onlara ulaşmak için çalıştım. Ulaştım da. Ama buna hayal kurmak denmez değil mi? O zaman hayal kurmak nasıl oluyor?

"Ben de öyle düşünmüştüm zaten," diye mırıldandı. "Demek ki neymiş, her istediğine ulaşabilmek hiç de iyi bir şey değilmiş."

Hm. Belki de haklısın.

Ya da değilsin.

Ben halimden gayet memnunum.

Hayır sana ne. Hayal kurmak isteyen kim. Ben istediğimi alırım, her zaman aldım. Daha pratik ve kolay. Hayal kurmaya ihtiyacım yok.

İşte tam o an biraz önce ne yaptığımızı kavradım. Sözlüsü gitmişti, bu da ortada bir söz kalmadığı anlamına geliyor. Yani artık sözlü falan değildi. Yavaşça dudaklarım yukarı doğru kıvrıldı.

Ben istediğimi alırım tamirci kız ve ben galiba seni istiyorum...

"Ya bu da amma ağırmış, al biraz da sen taşı." Şapkayı kafama koyup hızlıca uzaklaştı. "Ne yapıyorsun kızım?" Şapkayı çıkardığımda cidden ağır olduğunu fark ettim.

"Ah." Elini şaşırmış gibi ağzına götürdü. "Pardon, fönünü mü bozdum? İşte bu çok kötü. Gitti karizma. Vah vah..." diye abartıyla yakındığında, "Senin dilin fazla uzadı ama..." diyerek ona doğru yaklaşınca biraz daha uzaklaştı.

"Üstüme gelme..." İşaret parmağını kaldırıp bana doğru uzattı. "Mesafeyi koru."

Bir iki adım daha atıp aramızdaki mesafeyi kısaltınca, iki elini havaya kaldırdı. "Tamam, geri aldım," dedi teslim olur gibi. "Şapkanı da geri al," dediğimde güldü. "O sana daha çok yakıştı. Hem ağırlığını da daha iyi taşırsın bence, kafa boş nasılsa..."

Ona tehditkârca uzun uzun baktım. "İşte şimdi öldün yakışıklı..." dedim ardından en etkileyici gülümsememle.

"İşte şimdi ürktüm.." diye mırıldandı bir iki adım daha gerilerken, "Geri bas dostum," dedi. Ben harekete geçmeden bir saniye önce koşmaya başladı, ardından ben de peşine takıldım.

Bugün de kovalamacalara doyamadık.

"Gel buraya gel..." diye bağırdım. Sokağın başına vardığımızda bana doğru döndü. Yine iki elini havaya kaldırmıştı. "Tamam, bu kadar yeter, yoruldum," dedi nefes nefese ve gülerek. "Ayrıca bence anlaşabiliriz."

Karşısında durunca başımı yana doğru eğip. 'Bundan pek emin değilim' bakışı attım. "Kesinlikle anlaşabileceğimizi düşünüyorum."

"Teklifin nedir?" dedim ciddiyetle. "Euhm..." diyerek düşündü önce biraz. "Sakız vereyim?" diye bir fikir sundu sonra haylaz bakışlarla.

Gülmemek için dudaklarını birbirine kenetlemişti. Öne doğru tehditkâr bir adım attığımda, "İyi tamam! Benim kadar olmasa da sen de zekisin, kabul ettim... Oldu mu?" dedi aceleyle.

"Başka?" "İyi taam, şapkayı da ben taşırım." "Başka?" "Başka ne? Elini verip kolunu kaptırmak da bu olsa gerek," diye söylenince duruma el attım. "Yakışıklı olduğumu da kabul edersen tamamız," dedim ukalaca sırıtarak.

Kaşlarını kaldırdı ve yalancı bir öksürük tutturdu. "Pardon, gıcık oldu da..."

Ellerimi ceplerime soktum ve rahat bir tavırla beklentimi vurguladım. "Şey mi yapsak, ceza neydi acaba? Ben ona göre şey etsem..." diye kıvrandı.

"Sürpriz, öğrenmek istiyorsan hemen göstereyim." "Aman iyi tamam hadi kabul, giderin var..." dediğinde elimi yukarı doğru kaldırdım. "Çık."

"Fena değilsin, yüzüne bakılır..." Elimi biraz daha kaldırdım. "Çık çık." "Hm. Yagışıglsın," diye ağzının içinde bir şeyler geveledi. Galiba ondan duyabileceğimin en iyisi buydu.

"Efendim? Anlayamadım," derken yüzümde muzip bir gülümseme vardı. Gözlerini kıstı. "Beni çok fazla zorluyorsun ama, isyan ederim bak. Tersim pistir."

"Tamam hadi kabul ettim," derken ona doğru yürüdüm ve elimi saçına daldıracaktım ama o eğilince elim boşlukta kaldı. "Elimize kolumuza da sahip çıkarsak yalnız," dedi, dağıtamadığım saçını düzenlerken.

"Benim sağım solum belli olmaz, alışsan iyi edersin," dedim kayıtsızca yürümeye başladım. "Evet dengesiz olduğunu fark ettim," diyerek katıldı bana.

"Bir şey söyleyeceğim, sen arabanı bulabilecek misin? Çünkü benim nerede olduğumuza dair hiçbir fikrim yok." "Yine bana kaldın tamirci kız, şimdi seni issiz bir yere götürsem farkına bile varmazsın." Gizemli bir bakış attım. "Issız bir yer zararına olur Arkan, çığlıklarını duyup seni elimden kurtaran kimse olmaz."

"Fazla idealisin güzellik..." dediğimde kaşlarını çattı. "Yakışıklıya ne oldu ya?" "O unvanı artık ben aldım ya, biraz önce kendi ağızınla verdin." Gözlerini kısarak baktı bir süre. Sonra yavaşça yere eğildi.

Ne yaptığını kaşlarım çatılı bir şekilde takip ederken yerden bir taş aldığında tek kaşımı kaldırdım. "Seni taşlarım Arkan."

Elindeki taşı tehditkârca salladı. "Sen söyledin, yakışıklısın dedin..." dedim muzipçe sırıtarak. "Yaparım bilirsin..." diyerek taşı bir kez daha salladı. "Delisin, gözü kara delisin. Yakarsın sen, Roma'yı da yakarsın."

"Bulurum seni yine bulurum, olurum yine senin olurum, diyemeyeceğim, kusura bakmican artık." Taşı ileri doğru fırlattı.

Büyük konuşma tamirci kız, yuttururlar o lafları.

🎵'Baş koydum ben seninle mutlu aşk yoluna meşk yoluna.
Bulurum Kafdağı'na kaçsan da.
Âşıklar anlar beni her hâlimi sevdiğimi.
Dünyada bensiz bırakmam seni.
Yalnızlar anlar beni her hâlimi sevdiğimi.
Hayatta terk etmem seni.' 🎵

Tamirci kızın peşine takıldım ve yine arabaya dönmeye koyulduk. Bir hayırlısıyla dönebilsek şu arabaya.

"O değil de bence Nero yakmadı Roma'yı. Sadece yanmış halinden faydalanmış olabilir. Hayır zaten yanmış ne var yani adam saray yaptırdıysa." "Kusura bakma tamirci kız ama gerçekten neden bahsettiğinden bir haberim."

"O zaman iyi dinle dostum, şimdi sana genel kültür dersi vereceğim. Şimdi bu Nero'nun imparatorluk döneminde Roma yanıyor. Roma yanınca bu Nero o yanıp kül olan yere kendine saray yaptırıyor, o yüzden insanlar Roma'yı Nero'nun yaktığını söylüyor. Ama adam baya vatan insani yani, bence yakmamıştır..."

"Bir şarkıdan geldiğimiz yer çok ilginç. Sen nereden biliyorsun bunları, çünkü benim bildiğim genel kültür bunu kapsamıyor." "Şimdi ben entelektüel bir insan olduğum için..." diye başladığında alaycı bakışımı gördü. "Ne var yakıştıramadın mı?" diye terslediğinde ister istemez güldüm. "Yani seni entelektüel olarak tanımlamazdım tabi."

"Hadi be oradan, daha Nero'dan haberin yok." "Ne Neroymus arkadaş," diye söylendim ben de. Hayır bu Nero nereden çıktı birden bire?

"Adam asırlar önce Roma'yı yakmış, sonra ölmüş gitmiş, sen geldin burada bana onu savunuyorsun." "Ya ama ben deminden beri ne anlatıyorum, Roma'yı o yakmadı diyorum. Sen beni hiç dinlemedin mi?"

"Bence kesin o yakmıştır, hiç sevmedim ben o kıl herifi," dediğimde göz devirdi.

"Ya sen manyak mısın yoksa sadece her konuda benle zıtlaşmayı hobi mi edindin? Ayrıca Roma'yı Nero yakmadı."

"Hay senin Nerona..." Bir şey söylemek için ağzını açtı ama sonra vaz geçerek omuz silkti.

Aferin tamirci kız, demek ki bazen sen de doğru kararlar alabiliyorsun. Bal gibi yakmış işte Roma'yı, hemen sarayı da kondurmuş üstüne.

"Sana genel kültür bilgisi verende kabahat zaten. Cahil insan." "Başlarım genel kültürüne. Koskoca şehri yakmış adamı mı savunacaksın?" "Ah sen cidden manyaksın," diyerek göz devirdi.

Sen mi ben mi acaba?

"Tamam, söyle bakalım bu güne kadar yaptığın en çılgın şey?" diyerek omzunun üzerinden bana bir bakış attı. "Yaptığım en çılgın şey? Ne kadar çılgın bilmem ama bir saçmalama maratonuna katılmıştım. Utancını hala yaşıyorum."

Dudakları yukarı doğru kıvrıldı. "Hadi ya saçmalamak her zaman yaptığın bir şey değil mi zaten?" "Beni kendinle karıştırma. Ben saçmalamam."

"Aynen, tabi," derken dalga geçtiğini vurulmak ister gibi başını da abartı bir şekilde aşağı yukarı salladı. "Hadi anlatsana ne yaptın?"

"Arkadaşlarla iddiaya girdik akşama kadar en büyük kim saçmalayacak diye. Gittik kalabalık bir yere. Yoldan geçenlere 'aynı şehirde yaşıyoruz, neden tanışmıyoruz?' deyip tanışmayı mı ararsın, tek tek saati sorup. Saati ileri/geri olanları uyarıp 'Saatleri Ayarlama Enstitüsü'nden olduğunu söyleyerek ceza kesmeyi mi. Ha bir de insanlara 'saçınız peruk galiba ama çok yakışmış' demek var."

Ben konuşurken o gülüyordu. "Seni bunları söylerken hayal etmek gerçekten komik. Saatleri ayarlama enstitüsü..." Kahkaha attı. "Bir de buna senin ciddiyetini eklersek insanlar inanmıştır da," derken gülmeye devam etti.

Dirseğimle onu dürttüm. "Hadi ama o kadar da komik değildi." Kafasını iki yana salladı. "Kendini kandırma bay mükemmel, bu oldukça komik. Dur bak öneride bulunayım, bu da iyidir. Yağmurlu bir günde tanımadığın birinin şemsiyesinin altına gir 'Biraz da ben tutayım' de."

"Sen yaptın mı bunu?" "Hm. Bir tanesi kafamda kırıyordu şemsiyeyi neredeyse." "Bence hak etmişsin." "Hadi be ordan, sen ne anlarsın eğlenceden."

"Sen mi anlıyorsun eğlenceden? Akü fiyaskoları falan?" "O aküleri değiştirdiğimi fark etmemeliydin bir kere, o eğlence amaçlı değildi. Ama jant kapaklarını yürütürken adrenalinin dibine vurdum, inkâr edemem."

Eleştirircesine kafamı salladım. "Cesaret ve aptallık arasındaki ince bir çizgi vardır," dediğimde hiç istifini bozmadı. "Ne yaptın o jant kapaklarını?" diye sordum birdenbire. Daha önce sattım demişti ama şimdi düşününce çok inandırıcı gelmiyordu. "Duruyor öyle. Veriyim bir ara..." dedi umursamaz bir tavırla.

"Sen kesin mahallenin en yaramaz çocuğuydun." Bunu düşünürken kaşlarını çattı. Sonra başını olumsuz anlamda salladı.

"Yok ya. Ben aslında çok uslu bir çocuktum." Ona inanmadığımı sergileyen yüz ifadesiyle baktım. "Valla bak. Mahallenin en yaramaz çocuğu kimdi biliyor musun?"

Ben sorarcasına bakarken o bastıramadığı bir tebessümle konuştu. "Yavuz. Her gün bir vukuatı olurdu. Tüm mahalleyi bezdirmişti. Demek ki biz bir ara onunla rolleri değiştik."

Bu sonuncuyu kaşlarını çatarak söylemişti, yeni fark ediyor gibi. "Ben öyle zillere basıp kaçmaktan ileri geçmemişimdir hiç. Onu da her çocuk yapmıştır yani. Zillere basıp kaçmayan çocuk mu olur?"

Yüz ifademi gördüğünde şaşkınca baktı. "Yapmışsındır ya," dedi şüpheyle olduğu yerde durup. "Yapmadın mı? Yok artık! Hiç zillere basıp kaçmadın mı sen?"

"Gel sen bizim ortamlarda dene onu. Bir keresinde kalkışmıştım, sonra bekçi yakaladı..." dememle yine kahkahalara boğuldu. "Ya ama yazık sanaa. Resmen çocukluğun yarım kalmış," deyip gülmeye devam etti.

"Tamam mı? Yeterince eğlendiysen devam edelim." Dudaklarını birbirine bastırıp gözlerini bana dikti ve sonra tekrar gülmeye başladı.

"Ya tamam bakma öyle sustum," dedi tekrar göz göze geldiğimizde. "Senin şu yarım kalan çocukluğunu tamamlayalım mı?" Gözleriyle önünde durduğumuz evi gösterdi.

Anlamayan bakışlarıma karşılık bir kez daha evi işaret etti. Hayretle tek kaşımı kaldırdım.

"Yok daha neler? Zile basıp kaçmayı mı ima ediyorsun şu an?"

*****

Naber millet✌

Burayı da okuyan var mı acaba🤔...
Okuyup beni kale alan😂

Şimdi biz bu aralar çokca yazıp çokca paylaşıyoruz ya, bu vesileyle sıralamada da yükselip daha fazla okuyucuya ulaşır mıyız ki acaba?
🤔🤔🤔

Işte bu biraz sizde bitiyor sevgili okur. Şöyle ki biz hikayeyi güncel tutuyoruz ama yükselmek için okunması yetmiyor, okuyanlar da beğendiğini göstermeli...

Acaba okurlarımız bizi beğenmiyor mu🙄???

Neyse mesajımız alınmıştır herhalde🤷, artık gerisi size kalmış çünkü vote sınırı koymak bize pek samimi gelmiyor🙃

Her halükarda seviliyorsunuz🍀🖤,
Çemkirella

Ga verder met lezen

Dit interesseert je vast

1.5K 411 9
''-Kızlar ismini soruyor canım dalmışsın?'' dedi ''-Haa şeyy ben özür dilerim, Ben Dürre'' Kızlar etrafımızda halka şeklinde oturmuş, etrafımızı ade...
712K 29.6K 47
30-50k izlenen Yağız her gün yayın açar, Sohbet eder ve korku oyunları oynar. Işıl ise o yayıncıya aşık bir kızdır. Işıl habire yağıza Instagramdan y...
3.5M 127K 70
Berdel'e kurban gitmiştim. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir adamla evlendiriliyordum... "1 yıl, sadece 1 yıl sonra burdan herkesin seni bir ölü olarak...
68.3K 27K 52
Asker, vatan; aşk ... kitabıdır.🌾❤️ 🌾"Ben, seni acılarım yüreğimi döverken tanıdım." dedi kadın, öfkeli bir ses tonuyla . Adamı, uzun bir sessizlik...