SAHİP

De kahvelikitap

206K 6.4K 621

Öfkesi, merhametini bir kalkan görevi görerek gizliyordu. O öfkenin ta kendisiydi. Ve, bundan daha fazlası.. Mai multe

1 - ''BODRUM''
2 - ''RAHİBE''
3 - ''FIRSAT''
4 - ''DAVET''
5 - ''SARIŞIN''
6 - ''SIFIR''
8- ''GERÇEKLER''
9 - ''KORKU''
10 - ''SARHOŞ''
11 - ''TEKRAR''
12 -

7 - ''KAÇIŞ''

12.2K 485 22
De kahvelikitap

Alışılmışın dışında, biraz kısa oldu sanki. Bir dahaki bölümü biraz daha erken yetiştirmeye çalışırım telafi olarak. :)

Lütfen vote tuşuna basmaya üşenmeyin, ya da eleştirilerinizi eksik etmeyin. Yorumlar ve votelar çok değerli benim için, burada ki her yazar için olduğu gibi. 

Keyifli okumalar ^^

Bu zamana kadar kızgın bir çok insan görmüştüm. Onlarca, yüzlerce.. Yaşadığım 18 yıl boyunca sinirli yüzler görmüş, yaptıkları iğrenç şeylere şahit olmuştum. Daha da önemlisi, öfkeyi bizzat tatmıştım. Onunla tanışmıştım. Öfkenin bir sis bulutu olduğunu düşünüp, bir süre sona yok olacağını sanırdım. 

Rüzgar'ı görene kadar.. Kulaklarıma ulaşan hırıldaması, öfke fışkıran gözleriyle uyum içindeydi. Bu görüntü, bu ses bana bedenimin soğuk bir sıvıya batırıldığını hissettiriyordu. Sıcak havaya rağmen, vücudum kitlenmişti. Üşüyordum.

Eğer, bir ''unutulmazlar'' defterim olsaydı, ilk sayfada şuan yer alabilirdi, unutulmazdı. Gözlerinden fışkıran öfkeyi, ela gözlerinin üzerine inen siyah perdeyi. Bu görüntü hep benimle olacaktı. Yakınımda olmasa da zihnimde, arkaya saklanmış bile olsa ben orada olduğunu bilecektim. Böyle bir an kolay kolay unutulacak gibi değildi. Öfkenin birini hakimiyetine aldığına şahit olmuştum. Unutulacak gibi değildi..

Gerilmişti, tüm hatlarını tüm ifadelerini seçebiliyordum. Zaten birbirimize yeterince yakındık. Söylediğim şey yüzünden  derin derin nefesler alıyordum ve tepkisini ölçüyordum.

Bir saniye sonra onu önümde göremeyince panikledim. Gözlerimi yarısı gözüken ön kapıya çevirdim ve kapıdan çıkışını gördüm. Ayaklarım aynı zamanda hareket ederek peşinden koşmaya başladı. 

Yarım bırakılmış kapıdan bağırışları duyarak dışarı çıktım. Güneş suratımı okşarken, bağırışlar haykırışlara dönüştü.

''Ulan ne yapıyım lan seni?! Söyle lan napıyım ben sana!'' Rüzgar Kerim'i yakalarından kavramıştı. Bir an gözlerim Kerim'i havada olan bedenine takılsa da yapmam gerekeni biliyordum. 

Ürkekçe onlara doğru yürüdüm ama Ufuk benden önce davranıp genç adamı kurtarma girişiminde bulundu.

''Efendim, ben onun kulağını çektim! Bir daha olmaz!'' Ufuk Bey çaresizce bağırıyordu. ''Çocukcağız işsiz kalacak, Rüzgar Bey!''

Delici gözler Ufuğa çevrildi ve bir an adama acıdım. ''Bunu önceden düşünecekti.'' yakaları tutan eller gevşedi ve sağ eli Kerim'in suratına yerleşti. Acı içinde bir çığlık atınca ileri atılsamda biri kafama kürekle vurmuş gibi, bir an olduğum yerde kalakaldım. İç sesim sarsılmama neden olacak şekilde çığlıklar atıyordu.

Kaçabilirsin!

Beni asla fark etmezdi. Öfkesi onu kontrol altına almıştı ve önünü görmüyordu. Kurtulabilirdim,ondan, tüm saçmalıklarından kurtulabilirdim. Bir hayatım olabilirdi, belki annemi bulurdum?

Bu düşünce kulaklarımın uğuldamasını sağlarken, derin derin nefesler alıyordum. Nefesim, uğuldayan kulaklarıma bir hırıltı gibi gelse de aldırmadım.

Yapıştırıcıyla birbirine sabitlenmiş dudaklarım, taşlı zemine çivilenmiş ayaklarım. Israrlarıma, emirlerime rağmen ikiside komutlarıma uymuyorlardı. Vücudum kitlenmiş, ayaklarım bir milim bile hareket etmeyi reddediyorlardı. Düşüncelerim, mide bulantımı arttırıyor, zaten dönmekte olan başımı daha da döndürüyordu.

Bunca zamandır en büyük korkum olan Rüzgar, önümde durmuş Kerim'e yumruklar savuruyordu. Batmakta olan güneşin son kırıntıları suratına çarparken, neden diye düşündüm. Neden bunca zahmete katlanıyordu?

Kafamı sallayarak bu düşünceleri def ettim. Bu kafamı ilk karıştırışı değildi ki. 

Ne yapacaktım?

Yutkunarak, bu şansı kullanmak için harekete geçtim. Neyi bekliyordum ki? Buydu işte. Beklediğim fırsat ayaklarımın ucuna serilmişti ama ben tereddüt mü ediyordum?

Son bir kez karmaşanın içinden gözlerimle Rüzgar'ı buldum ve derin bir nefes alıp çalıların arasına doğru koşmaya başladım. 

Bir an içim zaferle dolsa da çok az zamanım olduğunu biliyordum. 1-2 dakikaya kalmaz gittiğimi fark edecekti ve zaten öfkeli olan halinin üzerine öfke eklenecekti. Bu düşünce beni irkiltsede durmadım. Bir kere yapmıştım yapacağımı, dönüş yoktu. 

Aklıma dönüş yolunu hatırlaması için emirler yağdırırken yorulduğumu fark etsemde aldırmadım. Durmak yoktu. Bu kadar kolay pes edemezdim.

Patika yola saparak yolun kenarına geçtim ve yol ile ormanlık alan arasında koşmaya devam ettim. 

Nefesim kesilir hale gelene kadar durmadan koştum. Bir ara arkama döndüm ve yeterince uzaklaştığıma kanaat getirip soluklanmak için zaman tanıdım kendime.

Yola sadece bir kere dikkat etmiştim ve bu kesinlikle yeterli değildi. Kesin olarak bildiğim birşey varsa, o da şehirin içinden yeterince uzak olduğumdu. Ormanlık alanın içine girmeye korkuyor, patikada durmaktan da korkuyordum. Rüzgar beni aramaya çıkmış olmalıydı, arabayla geleceğini de biliyordum ve patikada durmam kesinlikle salaklıktı.

Bir saatten az bir süre sonra güneş batacaktı.

Dinlenmeyi bırakıp ağaçların arasından yürümeye devam ettim. Bir araba sesi duyarsam hemen ağaçların arasına kaçardım, benden daha hızlı olabilirdi ama o arabadan inene kadar ona fark atabilirdim.

Güneş batınca ne yapacağımı düşünerek hızlı adımlarla yürümeye devam ettim. Başımı yerden kaldırdım ve bir an bir ses duyduğumu sandım. Kalbim korkuyla atarken istemsiz olarak koşmaya başladım. Daha sonra peşimden birşey gelmediğini anlayıp kendi kendime güldüm.

Etrafımı temkinli bir şekilde kontrol ederken ilk önce bir kulübe gördüğümü sanıp sevindim  fakat sonra onun bir kulübe değil küçük bir benzin istasyou olduğunu gördüğümde sevincim ikiye katlandı. Ayaklarım çoşkuyla oraya doğru hareket ederken kapının önünde, sandalyede oturan iki kişi gördüm. Ayaklarım daha hızlı davranırken birinin yaşlı bir kadın, diğerinin de kocası olduğu tahmininde bulundum.

''Yardım edin!'' ellerimi oraya doğru salladım ve dikkatlerini çekmeyi başardım. ''Lütfen! Bana yardım edin!''

Ne kadar süredir yürüyordum bilmiyordum ama ayaklarım isyan bayrağını çekmişti. Daha fazla yürüyemezlerdi. 

Yaşlı kadın ve adam ayaklanıp bana garip bir bakış attılar. Kim bilir ne haldeydim.

''Lütfen,'' dedim tekrar. ''Biri beni zorla tutuyor, o.. beni satın aldı! Lütfen,lütfen bana yardım etmek zorundasınız.'' bakışları temkinli bir hal aldı. ''Lütfen.'' fısıldadım.

''Geç bakalım kızım.'' yaşlı adam beni içeri davet etti. Gözyaşlarım minnetle akmaya başlayınca durdurmak için bir çabada bulunmadım.

Bundan sonra hiçbir şey yapamazdı. Bitmişti. 2 dakika sonra bir telefon açacaktım, polislere herşeyi ama herşeyi anlatacaktım. Büyük ihtimalle hapise girerdi ama o kadar parayla ve ailesinin bağlantılarıyla fazla yatacağını düşünmüyordum.

Önemli olan bitmiş olmasıydı, kimse artık benim düştüğüm duruma düşmeyecekti. En azından onun tarafından..

Beni marketin içine sokup bir sandalyeye oturttular. ''Anlat bakalım kızım, ne oldu sana böyle?'' adam endişeli görünmesine rağmen kadın bir garip davranıyordu. Onu suçlayamazdım. Ben olsam bende aynı şeyi yapardım.

''Ben..'' hıçkırıklarımı kontrol altına alamıyordum. ''Bir adam vardı.. Onlar, Gökhan, Rüzgar..''

Rüzgar'ın ya da Gökhan'ın adı kadının gözlerinin şaşkınlıkla açılmasına sebep oldu. Emin olamamıştım. 

''Sen biraz sakinleş.'' adam omzumu okşadı ve bana samimi bir gülümseme sundu. Karşılık vermeyi denesemde beceremedim. Kadın aniden dışarı çıkınca adam da kaşlarını çattı. Eşinin peşinden gidiyordu ki elinden yakaladım.

''Telefon.. telefonunuzu kullanabilir miyim?''

''Sen burada bekle. Getireceğim şimdi.'' 

Ona minnettar bir şekilde gülümsedim ve elime tutuşturulan su bardağını sıkıca tuttum. Eşinin arkasında gözden kayboldu ve ben sudan bir yudum aldım. Sıcak hava yüzünden dilim damağım kurumuştu ve su, kurumuş boğazımı bir nebze rahatlatmıştı.

Arkama yaslanıp bundan sonra ne olacağını düşündüm. Beş kuruşum yoktu ve rezil bir haldeydim. Yeni sorunumu düşünmeyi reddederek sıkıntıyla iç çektim.

''Kendini çok zeki sanıyorsun değil mi?'' bardak elimden kayarak yere düştüğünde, duyduğum tanıdık sese dönmeyi reddettim. Gözlerim kırılmış cam parçalarına takıldı ve bir süre onları izledim.

Tepkisiz kalmaya çalışarak, yavaş bir şekilde arkamı döndüm.

Bıraktığım gibiydi. Gözleri, ruhumu bir kez daha parçalara ayırırken, göz temasını sürdürdüm. Kurulabilecek bir cümle gelmiyordu aklıma. Ne denirdi ki? Yine kaybetmiştim..

''Nasıl?'' dudaklarım aralandığında, çıkan ses benden başka herkesin sesine benziyordu.

Sanki kocaman bir elektrik süpürgesi beni içine çekmiş, toz torbasının içinde kaybolmuşum gibi hissediyordum. Çaresizlik, umutsuzluk geri dönmüştü. 

''Nasıl mı?'' sesi alay doluydu. Kenardaki sandalyelerden birine oturdu ve bacaklarını rahatca uzatarak beni incelemeye başladı. ''Buraya gelene kadar telef olduğunu görebiliyorum, bir de bana bak kızım.'' dediği üzere ona baktım. ''Evde olduğum gibiyim. Rahatım, sakinim, çaresiz değilim. Senin aksine.'' 

Dik durmaya çalışarak daha fazla aşağılanmamayı diledim. Derin bir nefes alarak oturduğu yerden kalktı ve burunlarımızın değmesine 2 santim kala durdu. Sıcak nefesi suratımı yalarken ona boş boş bakmaya başladım. Yakınlığımızdan dolayı rahatsızlık bedenimi sarmıştı ama aldırmadım.

''Ben yaş tahtaya basmam, sarışın. Sok bunu aklına.'' sarı dalgalarımdan birini eline alıp parmağına doladı. Düşünceli bakışları çok yakınımdaydı. ''Yoksa bunları sarı dışında herhangi bir renge boyarız.'' 

Bana yine salak muamelesi yapıyordu. Oysa bunu yapacağımı düşünmüyordu, bundan emindim. Az bile olsa bir an paniğe kapılmış olmalıydı. Gidip onu ele verecektim, ailesi, kendisi büyük bir yükün altında ezileceklerdi. O büyük ''Avcıoğlu'' adına leke sürülecekti. Bir an olsun korkmuş, endişelenmiş olmalıydı.

Benden yine cevap alamayınca kolumu tutup çıkışa doğru yürüdü. Kapının önünde endişeli gözlerle bize bakan yaşlı çifti görmezden gelerek beni arabaya ittirdi. Zavallılar, kim bilir onlara neler söylemişti.

''Gir şu arabaya.'' dişlerini sıkıyordu, sanki ben onun dişlerinin arasına yerleşmişim de canımı yakmak için dişlerini sıkıyordu..

Denileni yaparak yavaş hareketlerle arabaya yerleştim. Söyleyecek birşeyim yoktu, ona bağıracak, kusacak tek bir kelimem bile yoktu. 

Ah, nefret dışında. Şuan ona karşı duygularımı sadece nefretle sergileyebilirdim. Sürekli aklımı kemiren bir soru vardı. Neden?

Neden?

O kadar insan varken neden ben? Neden ben bu avcının avı olmuştum? Neden tüm bunlar benim başıma geliyordu?

Üzerime çöken yorgunlukla yarı açık yarı kapalı gözlerimle, arabaya yerleşen Rüzgar'ı izledim. Saçları dağılmış, bir tutam alnına düşmüştü. Uzanıp onu saçlarının arasına katmak, diğerlerinin yanında olmasını sağlamak istedim. Ama çok geçmeden bu duygu, bu düşünce yerini saçlarını çekmeye bıraktı. Ona vurmak, tokat atmak, tekme atmak elimden gelen herşeyi yapmak istiyordum. 

Çünkü ancak bu şekilde ona olan öfkemi çıkarabilirdim bedenimden.

**

''Uyan.''

Yüzümü yalayan güneş ışığı da yoktu, kızarmış ekmek kokusu da. Sadece, kaskatı bir şekilde üzerime eğilmiş olan Rüzgar vardı.

Gözlerimi aralayarak bir daha görmek istemediğim surata baktım. Tartışmasız, çok güzeldi.

Doğrularak yüzümü buruşturdum. Yine yatağındaydım, yine tamamen onun kokusuyla sarıp sarmalanmış yataktaydım. Yine onun bir parçasına muhtaç kalmıştım. 

''Neden buradayım?''

Bana aldırmayarak masadaki tepsiye uzandı ve onu komidine bıraktı. Gözlerim yine sandviç ve portakal suyuna takıldı. Aklıma saksının arkasına sakladığım diğer sandviç gelince gözlerim istemsiz olarak oraya kaydı ve Rüzgar bakışlarımı takip etti. 

''Bunu da saksının arkasına saklamazsın umarım.'' soğuk sesi tüylerimi diken diken ederken ona boş bir bakış attım. Boş bakışlarım ondan tepsiye kaydı ve gözlerim sandviçle buluştu. Midem bir açlık dalgasıyla guruldarken duymamış olmasını diledim. 

''Ye.''

İtiraz etmeden onu daha fazla sinirlendirmemeyi umarak tepsiye uzandım. Kucağıma yerleştirip sandviçimden bir ısırık aldım. Çiğnerken, gözlerim dolabı karıştırmakta olan Rüzgar'a kaydı. 

Yorgun gözüküyordu, uyumamış gibiydi. Bu düşünce kafamda soru işaretleri oluştururken bunun cevabını merak ettim.

Kafamın içinde yeni bir soru belirirken bir ısırık daha aldım. Bana bağırmıyor, bana vurmuyor, beni aşağılamıyordu. Dün ki kaçışım hakkında ağzını açmamıştı ve bu bende nedenini sorgulama isteği uyandırıyordu.

Beni her seferinde şaşırtıyordu. Ondan beklediğim tepkilerin tersini yapıyordu. Gerçi ondan birşey beklemem bir hata olurdu. Her seferinde onu tanıyor olduğumu, yapacağı şeyleri tahmin edebileceğimi düşünüyordum. Beni yanıltmayı, beni haksız çıkarmayı seviyor gibiydi. Ve, bu beni korkutuyordu. Onu tanıyamamak, ne yapacağını bilememek beni ölesiye korkutuyordu.

Başardım sanmak, herşeyin bittiğini ummak koca bir yalandan ibaretti. Çok erken umutlara kapılmış, düşünememiştim. Bu kadar kolay olmasını beklememem gerekiyordu. Bu kadar kolay değildi..

''Kerim ve Ufuğa ne oldu?'' dedim son lokmamı çiğnerken. Sandviç dışında birşey yapabiliyor mu bilmiyordum ama bu konuda kesinlikle başarılıydı.

''Artık yoklar.'' dedi sert bir sesle. 

''Neden?'' 

Bana cevap vermeyerek dolabı karıştırmaya devam etti. Kerim'i göndermesini anlıyordum. Ama neden Ufuğu da göndermişti?

''Neden?'' diye yineledim.

Hızlıca bana dönerek elinde tuttuğu tişortu geri fırlattı. Büyük adımlar atarak yatağın başında durdu ve eğilerek gözlerime baktı. Yatakta küçüldüğümü hissettim. ''Kapa artık şu siktiğimin çenesini. ''

Bende öyle yaptım. Ona söyleyecek tek kelimem yoktu.

Continuă lectura

O să-ți placă și

12 VE 14 (Texting) De kahvesekeri_

Ficțiune adolescenți

2M 119K 64
Ulaş: Ev alma, komşu al demişler. Işık: Öyle mi demişler. Ulaş: Öyle demişler. Alacağım seni kendime. Mecburuz.
141K 7.7K 50
Anneannesini görmek için gittiği şehirde üsteğmen Göktürk ile karşılaşan Efsun hiç beklemediği gerçeklerle de karşılaşır ___ " sen benim hayatımda h...
Acımasız Ağa De alanur

Ficțiune adolescenți

141K 4.1K 15
Sırf kuzeni için 18 yaşında Mardin'in acımasız ağasına gelin giden Larin... Annesi için berdeli kabul eden Baran ağa...
Müptela | Tamamlandı De H🐾

Ficțiune adolescenți

5.6M 292K 98
Gökyüzünde özgürce uçan bir kuş ve o gökyüzüne ateş eden bir savaşçının hikayesi. Leyla özgür bir kuş, Ercüment vatanı için dağlara, taşlara gerekir...