Kayıp |Tamamlandı|

Autorstwa Blueebs

58.2K 3.7K 588

Mısra Hatıl, bu benim! Hislerimi şiirlere nakşedip, adımında olduğu gibi mısralarında ağlayan biriyim ben. Ai... Więcej

0.1
0.2
0.3
0.4
0.6
0.7
0.8
0.9
1.0
1.1
1.2
1.3
1.4
1.5
1.6
1.7
1.8
1.9
2.0
2.1
2.2
2.3
2.4
2.5
2.6
2.7
2.8
Final 😊
Final 🙁
Duyuru!
Özel Bölüm 😊
Özel Bölüm 🙁

0.5

2.5K 184 30
Autorstwa Blueebs

Seviyorum, hissediyor musun?
Kalbimi duyuyor musun?
Gözlerinin içine bakarken,
Sana yandığımı biliyor musun?

Multi : Bölüm şarkısı
***

''Hayır beyefendi, eminim ben. Oda servisi falan çağırmadım. Lütfen gider misiniz artık? '' diye sesimi yükselttim. Sabah sabah uyandırıldığım yetmiyormuş gibi bir de iki saat tartışma yaşamıştık. Oda servisi çağırmadığımı belirttiğim halde görevli, iki de bir içeri girmeye çalışmıştı. Sabah mayışıklığım üzerimde olmasa, yapacağımı bilirdim ben ona.

Adamın suratına kapıyı kapatıp, yatağa geri yatacaktım ki uykumun kaçtığını hissettim. Harika (!), her zaman saat onda kalkmak istemişimdir (!). Dil kursum bugün başlıyordu fakat saat birdeydi. Bire kadar dışarı çıkıp biraz dolaşabilirdim. Hem, yeni geldiğim şehri biraz tanımış olurdum!

Kahvaltıyı ve bugün yiyeceğim tüm yemekleri, İspanya'nın kültürüne uygun şekilde yemeye karar vermiştim. Değişiklik olurdu bana da, farklı tatlar hoşuma gitmese de. Odanın içindeki oda servisi için kullanılan telefona uzanıp, sabahki olayı kafamdan atıp numarayı tuşladım.

''Buyrun. '' dendiğinde, kahvaltı alternatiflerini sordum.

''Bizim otelimizde bikini çok güzel yapılır. Arzu ederseniz, servise açabiliriz. '' dedi görevli. İspanyollar kahvaltıda bikini mi yiyorlardı?

''Bikini mi? Onu nasıl yiyorsunuz beyefendi? '' dedim şaşkınlığımı ortaya sererek. Telefondan gülme sesleri gelince sinirlenip,

''Cevap versenize! '' diye bağırdım, Türkçe şekilde. Adam kendini toparlayıp, ses tonumdan sinirli olduğumu anlayınca,

''Hanımefendi bikini, jambonlu ve peynirli tost demek. Sizin dilinizde ne demek bilmiyorum ama tost yani. '' dedi. İspanyol yemeklerini araştırmak aklına gelmedi mi? Adama sürekli rezil oluyorsun. Şöyle şu siparişi, açlıktan öleceğim seni de hapise atacaklar. Adamın önerdiği tostu yani bikiniyi sipariş edip, yatağımı topladım ardından Osman'ın mamasını koydum. Tasması olmasına rağmen, sahibi çıkmamıştı ortaya. Hoş, bu iyiydi. Odada yalnız olmadığımı hissetmek güzeldi.

Sabahki görevli kahvaltıyı getirince, ona pis bakışlarımı kağıttan uçağa koyup ona doğru fırlattım. Kahvaltımı alime alırken,

''Afiyet olsun! '' dedi ve gülümsedi. Başımı sallayıp kapıyı kapattım ve mutfağa geçtim. Bikini, aslında normal bir tosttu. Sadece peyniri müthişti. Bildiğimiz Türk peynirlerinden çok farklıydı, anlatacak kelime bulunmuyordu. Bir hevesle kahvaltımı edip toparladım. Saçlarım, deli yatışımın gazabına uğramıştı ve onları taramak canımı çok acıtmıştı. Başkası saçımı taradığında yolunacak diye çok tedirgin olurum fakat kendim yaparken, istediği kadar yolunabilirdi.

Bu da Mısra olma formülü 4 olsun.

Üzerime, üstleri açık maviden başlayıp altları doğru koyulaşan ince uzun kollu bir bluz giydim. Altıma da koyu mavi, dar paça bir pantolon geçirdim. Çok fazla uyuyunca veya az uyuyunca gözlerim hep küçücük kalırdı. Onları büyütmek için hafif maskara değirdim ve ayakkabılarımı giyip dışarı çıktım. Elbette, kahvaltımı yaparken nereye gidebileceğime bakmıştım. Picasso gibi ünlüler İspanya'da bulundukları için eserleri de çeşitli müzelerde toplanmıştı. Bugün Picasso Müzesine gidecektim. İspanyol sanatçının eserlerini bulundurduğu ikinci büyük müzeydi, birincisi Paris'te. Elimde böylesine büyük bir şans varken neden kaçırayım ki?

Müze, Carrer de Montcada da olduğu için metroyla gitmem en iyisi olacağa benziyordu. Biraz bulunduğum yere uzaktı ama değeceğine emindim. İnsanlara sora sora Metro Jaume I'a gelip gideceğim yerin metrosuna bindim. Pazar günü olduğu için biraz kalabalıktı ama yer bulabilmiştim. Hızlıca giden metroda kulaklıkla müzik dinlerken ne ara geldiğimi anlamadım açıkçası. İnsanlar sürü halinde dışarı çıkarlarken ben de onlara katıldım. Yukarıya çıkan merdivenlerden çıkıp, bulunduğum caddeye bir göz attım. Neyse ki her yerde, İspanyolca da olsa tabela vardı. Gideceğim yerin İspanyolca'sını telefondan bulup tabelalara baka baka ilerledim. Bulmam uzun sürmemişti, çünkü üç bina ötedeydi müze. Kahverengi betonlardan oluşan bina oldukça büyüktü. Kocaman, kapısı olmayan bir girdi vardı. Tom ve Jerry çizgi filmindeki, Jerry'nin fare deliğine benzer bir kapıydı burası.

İçeriye adımlarımı atıp, turist olduğumu belli edercesine gözlerim sürekli etrafa bakıyordu. Bazı turistlerin, bir merdivenden çıktığını gördüğümde arkalarına takıldım. Binanın içinde iki bina daha vardı. Merdivende, binanın duvarına yapışık, içerisine ilerletiyordu.


İçeriye girdiğimde, dışarıyla bir alakalıdır olmadığını gördüm. Binanın dışından bile büyük duruyordu içerisi. Belirli bölümlere ayrılmıştı, geniş ferah ve sanat kokuyordu. En çok dikkatimi çeken eser, beyaz taştan yapılma burna benzettiğim gözlerinin altında olan oldukça büyük organı olan, değişik bir insana benzeyen eserdi.


İçeriyi biraz daha gezip saate baktım. On iki olmuştu ve benim dil kursuna yetişebilmem için hızlı olmam gerekiyordu. Müzeye bir kere daha geleceğimi aklıma not edip, aynı güzergahtan otelin yoluna geldim. Çantam falan hazırdı yani otele uğramam gerekmezdi. O yüzden, daha önceden gittiğim için aşina olduğum o yolu yeniden yürüdüm. Sarı bina, bana göz kırparken aklıma adres sorduğum kişi geldi. Sahi, o da olacak mıydı kursta?

İçeri tüm cesaretimle girip, isminin Valentino olduğunu hatırladığım bayanın yanına ilerledim. Beni görmemişti bu yüzden, boğazımı temizler gibi yapıp varlığımı ispat ettim. Gözleri beni bulduğunda,

''Buyrun, nasıl yardımcı olabilirim? '' diye klişeleşmiş cümlesini söyledi. Ben de,

''Dil kursumun hangi sınıfta olduğunu öğrenecektim. '' dedim ve beni bulabilmesi için sorduğu sorulara yanıt verdim. Sınıfımı söyleyip beni, sahte gülüşüyle uğurladı. Kanım ısınamamıştı bu kadına, bir tuhaftı. Ocağa koyup ısıtalım, güzelim! Sen ismini bilmediğin kişinin konuştuğu kıza mı gıcık oluyorsun? Neden acaba? İç sesin tüm Esra Erol'luğunu gözler önüne sererken, benim Zuhal Topal'ı seçmemle işini bitirmiştim. Şimdi kıyıda sessizce duruyordu, sevgili (!) iç sesim.

Kapıyı tıklayıp içeri başımı uzattım. Tahtanın önünde, çene sakalı olan biri duruyordu. Hemen saatimi kontrol ettim. Biri on beş geçiyordu. Geç kalmıştım. On kişilik bir sınıfta burası, orta halli, sıraları olan normal bir sınıf. Herkesin gözü üzerimdeyken, iç ses domatesleri yanağıma sürdü ve beni podyumda bırakmıştı sanki.

''B-ben geç kaldığım için özür dilerim. '' dedim. Öğretmen olduğunu anladığım kişi, gülüp

''Ah, geç bakalım yerine. Biz de tanışıyorduk zaten. '' dedi, rahatlıkla. Omuzlarımı serbest bırakınca, adımlarımı hızlandırıp tek boş kalan yere yeni en öne oturdum. Okulda, en öne hiç oturmazdım. İlla ya ikinci ya da üç, en önde olunca kendimi gözler önünde hissederdim. Seçim şansım olmadığı için, biraz da heyecanlanmıştım.

Çantamı sandalyeme asıp önüme döndüm. Kesinlikle herkes bana bakıyor gibi hissediyordum, etrafa baktığımda kimse bana bakmıyordu ama olsun, öyle hissediyordum.

''Ben Lucero. Aslında İtalyanım fakat babam İspanyol. Bu kursa öğretmen oldum, çünkü ilk başlarda ben de uyum sağlayamamıştım dil konusunda. Sizlere yardımcı olacağım. '' dedi biraz bana bakarak. Bu konuşmayı benden önce yapmıştı galiba. Tekli sıralarda oturuyorduk. Yan tarafımda saçı kızıla çalan kişi konuşmaya başladı.

''Ben de kalmıştık, Bay Lucero. Devam edebilir miyim? '' dedi. Lucero başıyla onaylayıp,

''Lütfen bana Bay diye hitap etmeyin, Luce derler en yakın arkadaşlarım. Seçim sizin. '' dedi ve kızıl saçlıya kafasıyla başla işareti yaptı.

''Ben Edgardo. Turizm sektöründe çalışmak istiyorum fakat İspanyolca bilmeyeni almıyorlar diye duydum. (Kısa bir gülüş atıp) Ben de öğrenmeye karar verdim. '' dedi ve arkasına yaslandı. Arka sırasındaki başladı bu kez,

''Ben Cedro. Sadece istediğim için katıldım. Dil öğrenmeyi seviyorum. '' dedi ve benim sıramın en arkasındaki sıradaki kıza dönüp, sessizce

''Korelileri de severim. (Gözlerinin kenarlarını çekerek konuştu) Senin gibi güzel olanlara bayılırım. '' dedi, suratını yaklaştırıken. Kız kötü bir bakış atıp kafasına geçirdi. Buna kıkırdadım ve Koreli olduğunu sandığım kızın konuşmasını bekledim.

''Vicenta, adım. Babam Koreli, annem İspanyol. O yüzden, ismim İspanyolca soyadım Korece. Atalarımın dilini öğrenmek için geldim. '' dedi ve yanındaki az önce ona laf atan erkeğe dönüp,

''Ben de zeki insanları severim. (baş parmaklarını şakaklarına koyup) Senin gibi aptalları değil. '' dedi, Cedro'nun yaptığı gibi yüzünü yaklaştırarak. Gülmemi yutmaya çalıştım, kıkırdamakla yetindim. Kurs boyunca böyle olacakları baştan belliydi.

Sıra arkamdaki, hiç konuşmayan kişiye geldi.

''Ben Garcia. Annem Türk, babam İspanyol. Annen ölünce buraya gelmek zorunda kaldım. '' dedi ve sustu. Türkçe biliyor muydu acaba? Annesi ölmüş, düşündüğün şeye bak.

''Başın sağolsun. '' dedim arkamı dönüp, Türkçe bir şekilde. Kaşları havaya kalkınca,

''Türkçe mi biliyorsun? '' dedi. Buna gülümseyip,

''Hayır Türk'üm. '' dedim ve söz aldım.

''Adım Mısra. Annem ve babam Türk. Buraya gelmem için hiçbir sebep yoktu. Ama kafam esti ve evden kaçayım dedim. İşte buradayım. '' dedim şakaya vurarak. Sınıf şaşırarak, aynı zamanda gülerek bana baktı. Yine iyisin, havan oldu şu kaçma işi.

Tanışma faslı bittiğinde, dil öğrenmeye geçtik. Merhabadan başlıyorduk elbette ki. Koreli kız yani Vicenta az çok biliyordu, Edgardo da. Diğerleri biraz zorlanıyorlardı benim gibi. Öğretmen, cümle yapısını ve az çok konuşabilecek kelimeler öğrettiğinde, bunları mutlaka kullanmamızı istedi. Günlük hayatta konuşabilirsek daha iyi olurmuş. Eh, ben de birini bulurdum artık.

Dil kursu bittiğinde çıkışta beş kişi biraz durduk.

''Şu tarafa doğru giden biri varsa, bana eşlik edebilir. '' dedi Vicenta. Cedro hemen atlayıp,

''Ben gidiyorum. Gel birlikte gidelim. '' dedi. Vicenta yüzünü ekşitip,

''Doğru duracaksın ama '' dedi uyarıcı şekilde. Cedro, yan gülüşlerinden birini atıp,

''Doğru matematikte olur Vicenta, hadi gidelim. '' dedi ve bize dönüp öğrendiği kelimelerden birisini söyledi,

''Biones noches! '' fakat yanlıştı. Daha akşam olmamıştı bile ama o iyi geceler demişti. Hatasının kavgasını Vicenta ile yaparken gözden kayboldular. Benim tarafıma doğru Garcia yürüyordu. Birlikte yürümeye başladık, diğerleri de dağıldı zaten.

''Burada Türk birini bulmak çok güzel. Anlarsın ya, derdini anlatacak kelime bulamadığında kendini yalnız hissediyorsun. '' dedi, umut dolu gözlerle. Valla, bence de öyleydi.

''Katılıyorum. Bazen kedinin tekiyle bile konuşmak geliyor içimden. '' dedim, Osman'ı karşıma alıp konuşmaya çalıştığımı hatırlayarak. Kedi dayanamayıp uyuyakalmıştı.

Yol boyunca sohbet ettik, abuk subuk şeylerden bile olsa eğlenceliydi. Yolun yarısında ayrıldık ve tek başıma ilerledim. Otele gitmek istemiyordu canım. Bir cafeye girip, akşam yemeğini orada yiyecektim. Otelin yakınlarında, gelir geçerken sürekli gördüğüm, dışının beni içten içe cezbettiği kafeye girdim. Oldukça kalabalıktı, bu da burasının popular yer olduğunun göstergesiydi. Cama yakın bir yere geçip oturdum ve kafeyi inceledim, garson gelene kadar. Beyaz zambaklar büyük camların yanına yerleştirilmiş, duvarlara çeşitli tablolar asılmıştı. Sade görüntüsünden çok, oldukça geniş gözüküyordu. Oturduğum masaya baktığımda, 'rezerve' yazan bir kağıt gördüm. Kalk, başka masa bul. Rezervasyon masasına oturmuşsun. Çantamı aldığım gibi kalkıp masalara yürürken göz ucuyla baktım fakat boş masa yoktu. Ben de barmenin önünde olan sandalyelerden birine oturdum. Hem tek başımaydım, masaya oturmak saçma olurdu.

Arkası dönük bardakları özenle yerleştiren adama baktım. Biraz tanıdık gelse de, aldırış etmedim. Nereden tanıyabilirdim ki? Burada anca dil kursundaki yeni tanıştıklarım ve şarkı grubumu tanıyordum. Çantamdan defterimi çıkarıp, ilhamın geldiğini hissettiğim için kafamda uçan kelimelerin ayaklarına ip bağladım ve kağıda geçirdim. Ben yazarken önümdeki garson bana dönüp,

''Buyrun matmazel. Menüyü takdim edeyim. '' dedi, en kibar haliyle. Kafamı kaldırıp menüyü alacaktım ki, bir saniye durdum. Bu oydu. Adres sorduğum kişi.

''Ah, merhaba. Yine karşılaştık. '' dedim tebessümle. Menüyü önüme koyup gülümsememe eşlik ederek,

''Selam, alışabildiniz mi buraya? '' diye sordu. Kafamda tartıp,

''Eh, şöyle böyle. '' dedim. Tam olarak adapte olamasam da, insan alışıyordu bir süre sonra.

''Ne istersiniz? Aklınızda herhangi bir şey var mı? '' deyip bir eline bardak aldı ve beziyle sildi. Başımı olumsuz şekilde sallayıp,

''Aslında, bana bir şeyler önerebilirsiniz Bay... '' dedim ve ismini söylemesini umdum. Çarpık bir gülümsemeyle,

''Marco Williams Lorenzo. Sadece Marco diyebilirsin. '' dedi. İki ismi mi vardı?

''İki isimli insanları hep severim. Ama asla olmak istemem doğrusu. Zor gelir. '' dedim, sohbeti yürütmek amacıyla. Küçük bir kahkaha atıp,

''İspanya'da iki soyad vardır. Biri babanın soyadı, diğeri annenin babasının. Cinsiyet ayrımcılığı olmasın diye yapılmış. Yani iki ismim yok. '' dedi ve içeriye İspanyolca bir şeyler söyledi. Galiba yemeğim sürpriz olacaktı.

''Bunu öğrendiğim iyi oldu. Bir daha rezil olmam. '' dedim ve kıkırdadım. Gülüşünü yüzüme doğru yapıp,

''Yanakların kızardı. An itibariyle, açık kırmızı en sevdiğim renk. '' dedi.

***

-Bölüm sonu! Bu bölümle 100 olduk! Kutlama bölümü sayalım bunu 😊.

~Dil kursunda en çok kimi sevdiniz?

~Marco hakkındaki düşünceleriniz neler?

Yavaş yavaş büyümeye devam ediyoruz ve buna çok seviniyorum. Görüşlerinizi alta belirtip, minik yıldıza basarak beni mutlu edebilirsiniz. Sizi seviyorum! Öpüldünüz 😊 Diğer bölümde görüşürüz. 👋

Not: Eğer sayı artmaya devam ederse bu hızla, böyle sürpriz bölümler atabilirim. Yani kuralların dışına çıkıp atarım 😊.

Czytaj Dalej

To Też Polubisz

763 114 9
Bizim hikayemiz biraz karışıktı. Temelinde ben ona kaç gel demiş olsam da ona kaçan ben olmuştum. Hayır ,hayır sakin olun. Valizimi toplayıp kaçmadım...
228K 8.1K 45
"Oo küçük hanım iki gündür sizin peşinizdeyiz." "Siz de kimsiniz niye peşimdesiniz ne istiyorsunuz?" " sakin küçük kız" "Kimsiniz dedim" " babanın öd...
847K 58.5K 35
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
4.1K 264 32
Geçmişine takıntılı genç bir öğretmenin,koltuk değneği olan eski bir araba yarışçısıyla yaptığı Salıncak kavgasının hikayesi.. Kahverengi olan Ela v...