KAŞIBEYAZ (RAFLARDA)

بواسطة sedaozerbay

1M 22.1K 3.3K

Hazal, hayatında ilk defa girdiği bir kumarhanede, parasını değil de kalbini kaybedeceğini hiç düşünmemişti... المزيد

KAŞIBEYAZ TANITIM
KAŞIBEYAZ BİRİNCİ BÖLÜM
KAŞIBEYAZ İKİNCİ BÖLÜM
KAŞIBEYAZ ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
Duyuru
BEŞİNCİ BÖLÜM
ALTINCI BÖLÜM
KAŞIBEYAZ YEDİNCİ BÖLÜM
KAŞIBEYAZ SEKİZİNCİ BÖLÜM
KAŞIBEYAZ DOKUZUNCU BÖLÜM
DUYURU
KAŞIBEYAZ KAPAK
İmza Günü
ANKARA İmza Duyurusu
KAŞIBEYAZ ÇEKİLİŞ
İstanbul CNR İmza Günü
Kocaeli İmza Günü

KAŞIBEYAZ DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

34.3K 2.1K 254
بواسطة sedaozerbay




                  

"Hoş geldin Hazal, özlettin kendini!"

"Hoş bulduk Sema teyze, çok yoğunum fırsat bulup gelemedim, afedersiniz."

Uzun zamandır  teyze dediğim kadına, bir türlü anne diyememiştim. Hoş ne kadar iyi bir insan olsa da, içimden de gelmemişti. Tolga hemen arkamda ayakta bekletildiği için homurdanıyordu. Yavaşça yana kayıp ona yol verdim; ama gözlerimde kabalığını görmesini sağlamak için keskin bir bakış vardı. Hala kurbağanın prense dönüşeceğini bekliyordum sanırım. Gereksiz pollyannacılık işte!

"Anne çok açım, hadi içeri geçelim bir an önce."

En azından kabalığı sadece bana karşı değildi. Bunu bilmek beni rahatlatıyordu. Halbuki başlarda ne kadar farklıydı.

Salona geçtiğimizde bir koltukta oturup gazete okuyan Turan Bey'i gördüm. Bacak bacak üstüne atmış, sırtını nefis boğaz manzarasına dönmüştü. Beni görünce ayağa kalktı.

"Hoş geldin kızım?"

"Hoş bulduk Turan amca."

Sanırım Sema teyzenin aksine, amca diye hitap etmem onu mutlu ediyordu. Babamın şuursuz davranışları ve her şeyi daha da kötüye götüren tavrı, adamı canından bezdirmişti. Belki de başta iyi gözüken bu evlilik fikrine artık sıcak bakmıyordu. Onu suçlayamazdım.

Tolga ve ben biraz geç kaldığımız için, hemen sofraya oturduk.

"İyisinizdir umarım, babanla görüşüyorum tabi, ama seni ve anneni epeydir göremedim. Nermin Hanım nasıl, keyfi yerinde mi?"

"Annem iyi teşekkür ederim."

"Sevindim."

Turan Bey hatır soruyor gibi gözükse de, cevabı biliyordu. O yüzden verdiğim yanıtın gerçek dışı olduğunu anladı. Annem iyi falan değildi. Babamın yaşattıklarından sıkılmıştı. Çocuklarının bu durumdan daha fazla etkilenmesini istemiyordu, ama ne yapacağını da bilemiyordu. Ona artık çocuk olmadığımızı, başımızın çaresine bakabileceğimizi söylediğimde, yüzüne oturttuğu meleksi ifadeyle yanağımı okşamış; "Benim için hep minik bebeklerimsiniz" demişti.

"Senin iş güç nasıl Hazalcığım, memnun musun?"

İş denince aklıma arkadaşımı üzen Hakan gelse de;

"Gayet iyi Sema abla, zaten iki yılı geride bıraktım, iyice alıştım. Seviyorum işimi"dedim.

Tolga her zamanki patavatsızlığıyla araya girip beni mahcup etti.

"Annem senin asosyal olduğunu bildiği için, işlerin iyi gidip gitmediğini merak etti."

Benim rengim kırmızıya doğru dönerken, Sema abla hiç beklemediğim şekilde oğlunu payladı.

"O nasıl söz Tolga! Terbiye sınırlarını aşıyorsun. Keşke biraz Hazal'a benzesen!"

Bu çıkış karşısında şaşıran Turan Bey, sertçe karısına baksa da, annesine çok düşkün olduğunu bildiğim Tolga geri adım attı.

"Ya ben öyle demek istemedim. Çekingen ya hani..."

Bazen Tolga'yı yetiştirenin bu tatlı kadın olduğuna inanamıyordum. Belki de üzerinde tek çocuk olmanın şımarıklığını taşıyordu. Baba oğul, işle ilgili bir sohbete dalarken, Sema abla bana sıcacık gülümsedi.

Birden Tolga hakkında çok da fazla düşünmemeye karar veren aklım, dün geceye kaydı. Yaşadığım heyecanı, kazandığım onca parayı ve de gizemli adamı hatırladım. İyi iş çıkarmıştım, o kesindi. Beni heyecanla bekleyen babam ve Arda, gecenin köründe çığlık atmıştı. Annemin bu durumu çok onayladığı söylenemezdi, ama yine de sevindiğini anlayabiliyordum. Her ne kadar bu akıl almaz işe ailem için girmiş olsam da, beni en çok, telefonda kazandığım parayı duyan Kurt Vahit mutlu etmişti.

"Aferin kız, bravo sana!"diyen içten sesi, bir an olimpiyat madalyası kazanmışım hissi yaratmıştı.

Yarın akşam belki biraz daha rahat olacaktım ama, hiç kimsenin tecrübesiz olduğumu anlamasına fırsat vermemeliydim. Sabah ilk iş Vahit Ağabey'in yanına gidip tüm yaşadıklarımı anlatmalıydım.

Sema ablanın melodik sesi, beni daldığım düşüncelerden sıyırdı.

"Hazalcığım, hala düğünün ne zaman olacağına karar vermediniz mi? Yaz dediğin çabuk geçer."

Sorunun ağırlığından mı, yoksa Turan amcanın kuşku dolu bakışlarından mı bilinmez, boğazıma bir yumru takıldı. Bakışlarım Tolga'nınkileri aradı. Şaşırtıcı şekilde, her zaman alaycı olan nişanlım, bu sefer beni yanılttı. Ondan yardım istediğimi anlamış olacak ki, soruyu kendi yanıtladı.

"Acelemiz yok anne, Hazal'ın zamana ihtiyacı var."

Tolga'dan gelecek hayır da ancak bu kadar olurdu. Yine topu bana atmış, sanki ben kapris yapıyormuşum gibi göstermişti. Neyse ki kadıncağız benim kızardığımı anlayınca üstelemedi. Bir saat kadar daha benim için tedirgin geçen sohbetten sonra, Tolga beni eve bırakmak için ayaklandı.

"Anne ben Hazal'ı bırakıp bir arkadaşıma uğrayacağım."

"Oğlum bu saatten sonra ne arkadaşı!"

Sema abla konuşurken yan gözle bana bakıyor, Tolga'nın bu rahat ve beni umursamaz tutumuna karşı tavrımı ölçmeye çalışıyordu.

"Anne sen beni çocuk sandın galiba! Ben geç gelirim, beklemeyin."

Kolumu sertçe tuttuğu gibi beni kapıya sürüklemişti. Son anda Turan Bey'e iyi akşamlar dedim; annesi şaşkınca bizi takip ediyordu.

Kapıdan çıkmadan dönüp Sema ablayı öptüm.

"Yine gel Hazalcığım, arayı bu kadar açma."

"İnşallah Sema abla"

Yine aynı hızlı tempoyla arabaya binip, yol boyunca hiç konuşmadık. Evin önüne geldiğimizde elini koluma koyup hafifçe okşadı. Refleks olarak sıçradım. O geceden sonra bana her dokunmaya kalktığında irkiliyor, hatta tiksiniyordum. Elimde olmayan bu tepkim elbette onu sinirlendirdi.

"Sana dokunduğumda ateşe değmiş gibi yapma!"

"Afedersin, dalmışım."

"Ne düşünüyormuş bakalım, bizim buzlar kraliçemiz?"

Alaycı tavrından o kadar sıkılmıştım ki, bir an önce eve girmek istiyordum. Hem Merve'yle iki gündür konuşamamıştım ve onun için endişeleniyordum. O gece gizemli bir partiye gideceğimi bilen arkadaşım, beni aramadan duramazdı. Mutlaka bir sorun vardı.

"Merve'nin biraz canı sıkkındı; onu düşünüyordum."

"Sen önce kendini, biraz da nişanlını düşünsen daha iyi edersin bence!"

"Haklısın" diye geçiştirip, beni öpmesine izin vermeden kapıyı açtım. Açıkçası ben iyi geceler dileyip içeri kaçarken, şaşkınca orada kaldı. Sırtımı kapıya dayayıp, başımı yukarı kaldırdım. Ellerim arkamda bağlıydı. Derin bir nefes alıp, Tolga'yla görüşmenin artık benim için işkence olmaya başladığının idrakına vardım.

Çok geç bir saat değildi ama ev sessizdi. Salondan gelen ince ışık dikkatimi çekti. Parmak uçlarımda ilerlediğimde, babamın karanlıkta televizyon izlediğini gördüm. Aynı sessizlikte yavaşça uzaklaştım, rahatsız edilmek istemezdi. Sanırım annem yatmıştı. Muhtemelen Arda da kız arkadaşındaydı.

Merdivenleri çıkıp odama girdiğimde ilk iş üzerimi değiştirip Merve'yi aramak oldu. O kadar uzun çaldı ki, neredeyse kapatıyordum. Son anda telefon açıldı.

"Efendim"

Çok kısık bir sesle konuşuyordu; ama ben onun ağlamış olduğunu anladım.

"Mervecim neyin var ağlamışsın sen?"

"Şimdi konuşamayacağım Hazal, babam bir şeylerden şüphelendi; bir de evdekilerle uğraşıyorum."

"Tamam canım, yarın konuşuruz; ama onun dışında iyisin değil mi?"

Merve sadece babasıyla takıştı diye ağlayacak kız değildi. Telefonda kısa bir sessizlik oldu.

"Bana vurdu Hazal!" dedi.

Bir an ne demek istediğini anlayamadım.

"Kim, baban mı?"

"Hayır, Hakan! Bebeği doğurmak istediğimi söyleyince bana vurdu!"

"Ne diyorsun Merve!"

Bir hıçkırık sesi gelince şaşkınlığımı belli etmemeye, soğukkanlı olmaya çalıştım; ama Hakan o an yanımda olsa, ellerimle boğabilirdim.

"Kapatmam gerek."

"Tamam tatlım, lütfen kendini üzme! Yarın konuşuruz."

"İyi geceler"

"Sana da"

Bunu nasıl yapardı! Çevresindekilere sorsanız, onun ne kadar kibar bir adam olduğunu söylerdi. Oysa bir kadına, hem de karnında onun çocuğunu taşıyan bir kadına vurmuştu öyle mi? Ah Merve, kim bilir ne kadar perişan bir haldeydi.

Bir sürü sıkıntılı düşüncenin arasında uyuyakaldım. Ertesi gün, Merve telefonlarımı açmadı. Meraktan çıldırmak üzereydim; ama babası bu kadar kızgınken evine gidemezdim. Üstelik günlerden pazardı. Bütün gün evde çılgın gibi dolanıp, dolabımdaki en şık elbiseyi giyerek Kurt Vahit'in mekanına gitmek üzere merdivenlerden aşağıya indim.

Ne kadar sessiz olursam olayım babamla burun buruna geldim. Elleri ceplerinde kıyafetimi baştan ayağa süzdü.

"Annen nerede?"

"Biraz başı ağrıyordu; uyuyor."

"Sen nereye gidiyorsun bu saatte? Kumarhaneye değil herhalde, çok erken."

"Vahit Ağabey'e uğrayıp oradan geçeceğim."

"Geçen gün iyi iş çıkardın, bugün de dikkat et! Her seferinde misli oyna!"

"Tamam baba, dikkat ederim."

Bacaklarım titreyek evden ayrıldım. Onunla konuşmak beni her zaman geriyordu. Bugün de oldukça gergin görünüyordu. Büyük ihtimalle Arda hala eve dönmediği için sinirliydi. Bir an kardeşim için üzüldüm.

Vahit Ağabey beni gördüğüne o kadar sevindi ki, aksayan ayağını umursamadan yanıma koştu. Kollarını açtığında, sadece ve sadece beni seven birinin içtenliğini hissettim. Beni kucaklayan kocaman kalbine, ona sımsıkı sarılarak karşılık verdim. Bu benim yıllardır, annem dışında biriyle ilk yakınlaşmamdı. Tıpkı telefondaki gibi beni tebrik ederek gülümsedi.

"Aferin kız, harbiden aferin! O kadar çekingen ve mesafeli görünüyorsun ki, ben bile her gün seni çalıştırdığım ve potansiyelini gördüğüm halde tam olarak inanmamıştım. Hepimizi mahcup ettin."

"Vahit Ağabey, bu bir iltifat mı, yoksa yergi mi?"

"Ne iltifat ne başka bir şey, bu sensin, senin başarın! Sadece bu küçücük bedende, ne büyük cesaret varmış onu bize gösterdin."

On sekizinci yüzyıl İngilteresindeymişiz gibi reverans yaparak devam etti.

"Önünde saygıyla eğiliyorum küçük hanım."

Yanaklarımın her zamanki gibi pembeleştiğini görünce abartmayı kesti. Bir yandan göz ucuyla kıyafetime baktığını görünce;

"Ne?" dedim."Olmamış mı?"

"Olmuş tabi, ama o ilk geceki parlaklık yok."

"İnsanlar o kadar çeşitli giyinmişlerdi ki, bunun yeterli olacağını düşündüm."

"Gayet güzel, zaten sen pazen bir elbiseyle bile dikkat çekersin. İnan bana."

"Of! Vahit Ağabey, amacım dikkat çekmemek. O kadar heyecanlanıyorum ki, konuşmamdaki profesyonel tınıyı, davranışlarım yok edecek diye ödüm kopuyor."

"Korkma, korkma! En zorunu atlattın. Gel sana güzel bir kebap sipariş edeyim de keyfin yerine gelsin."

"Soğan olmasın ama!"

"Hiç olur mu! Elbette olmasın"

Nasıl olmuştu da bu kadar kısa sürede, benim gibi bir yabaniye kendini sevdirmişti anlamamıştım. Sanırım, içimde bir yerlerde hasret kaldığım baba sevgisini tamamlıyordu. Gülüşerek masaya oturduk.

Birkaç saat sonra yine Kaşıbeyaz denen adamın mekanının önündeydim. Arabada kendimi bütün rahatlatma çabalarıma karşın, şu an bacaklarım titriyordu. Önümde uzanan koridora şöyle bir bakarak derin bir nefes aldım. Bambaşka bir dünyaya açılan çift kanatlı kapının ardında, kendime şöyle bir çeki düzen verdim. Kalabalığa karıştığımda ise, sihirli bir değnek değmiş gibi, son derece kendinden emin, dimdik yürüyordum.

Tamamen ilk geldiğim günkü rutini izleyip, oldukça iyi paranın döndüğü bir Blackjack masasına oturdum. Zamanın nasıl geçtiğini anlamıyordum. Benim için o kadar zevkli bir şeydi ki, bir an kumarbaz olmaktan korktum. Gerçekten geçen seferkinden de fazla, oldukça yüklü bir para kazanmış ve daha fazlasını istiyordum ki, yanıma geldiğini bile anlamadığım bir nefesle ayıldım. Elli yaşın üzerinde, iyi giyimli, yakışıklı bir adam, hafifçe kulağıma doğru eğilmişti.

"Hanımefendi, fişlerinizin bir kısmı için çek almak ister misiniz?"

Bunu Kurt Vahitten duymuştum. Önünde hakim olamayacağın kadar chip biriktiğinde, bir kısmı için çek alıp elini rahatlatabiliyordun. Tabi bu ticari hayatta kullanılan anlamda çek değildi. Çıkarken alacağın  bakiyeni gösteren bir kağıt parçasıydı. Vahit Ağabey bunu anlatırken;

"Elbette bu kumarhanenin nadiren teklif ettiği bir şeydir. Onlar senin önündekinin hepsini oynayıp, kaybetmeni bekler."demişti.

"Fakat seni mekanına yollayacağım adam, bu camianın gelmiş geçmiş en dürüst adamı olduğundan ve tahminen sen oldukça fazla kazanacağından, bu bilgi aklında olsun. Duymamış gibi yapma!"

Hızlı bir geriye dönüşle Kurt Vahit'in sözlerini hatırlarken, oldukça kodaman beyefendilerin oturduğu masada, yanımda duran adama verdikleri selamdan, onun da oldukça kıdemli biri olduğunu anladım. Yavaşça adama doğru dönerek;

"Zahmet olmasın"dedim.

"Rica ederim"

Yine Vahit Ağabey'in bana ilk öğrettiği şey, kumar borcunun namus borcu olduğuydu. Kumar da kaybettiği parayı ödeyemeyen hiç kimse, bir daha bilindik bir yerde oynayamazmış. Ve de iyi bir kumarhanede, kazandığın paranın bir kuruşuna bile bir şey olmaz demişti.

Fişlerimin yarısından çoğunu adama teslim ettim. Yine de, onların para karşılığını düşününce elim titremedi değil. Adam hafifçe başını eğerek uzaklaştı. Bu ortamda gördüğüm ikinci beyefendi görünümlü kişiydi. İlkini düşününce, bu akşam mekana ters oturduğuma üzüldüm. Ne kadar oyuna kanalize olsam da, geçen gece gördüğüm adamı unutmamıştım. Yani Kaşıbeyaz'ı! Belki de hayatımda pek de fazla erkek tanımadığım için değişik gelmişti. Tam olarak oyuna konsantre olmadığımdan yine büyük bir meblağ kaybettim. Ara sıra şansıma övgü yağdıran purolu adam, yılışık bir gülümsemeyle bakınca midem bulandı. Zaten heyecan en çok midemi etkiliyordu.

Bir anda masadaki herkesin hareketlendiğini ve de krupiyenin heyecanlandığını görünce arkama dönüp bakmak istedim. Ama içine girdiğim rolün hakkını vermek istiyorsam, meraklı gözükmemeliydim.

Tam arkamda duran birinin varlığını tüm hücrelerimde hissettim.

"İyi akşamlar Akın Bey, bu ne şeref."

Konuşan, benim tam karşımda oturan purolu adamdı.

"Size de iyi akşamlar, şeytanınız bol olsun."

Bu ses unutulabilecek bir ses değildi. Geçen gece benimle konuştuğu zamanki gibi, samimi kelimeler ama soğuk bir ses tonu!

Arkamdan çekilip onu görebilmem için yanımda durdu.

"Tekrar hoş geldiniz."

"Hoş bulduk"

Son derece şık ve karizmatikti. Dudağının kenarıyla gülümsüyordu. Bu da onun samimi mi yoksa sahte mi olduğunu anlamanızı engelliyordu. Birden geçen gece fark etmediğim bir detay yakaladım. Gri gözleri hafiften yeşile çalıyordu. O kadar dikkatli inceliyordum ki, bir anda ne yaptığımı fark edip toparlandım. Yanımızda durduğu beş dakika boyunca sürekli el pençe duran adamlar gelip bir şeyler söylüyor ya da küçük not kağıtları uzatıyordu. Akın Bey aşağı, Akın Bey yukarı, bu isim havada uçuşup duruyordu. Masadaki hiç kimse oyunun bölündüğünden şikayet etmiyor, krupiyer dahil herkes sabırla ağzından çıkacak tek bir sözü bekliyordu.

"Kusura bakmayın ilgilenmem gereken çok şey var. Oyununuzu böldüm, ama bende size ait bir şey var."

Bana hitaben konuştuğu için şaşırdım. Kaşlarımı merakla çatarak ona baktım. Sol iç cebinden bir zarf çıkarıp uzattı. Açıp baktığımda kuruşuna kadar az önce benden alınan fişlerin yerine geçen çeki gördüm. Teşekkür etmeye fırsat kalmadan;

"Çok iyi bir oyuncusunuz, bir gün beraber de oynayalım"dedi.

Masadaki diğerleri pür dikkat aramızda geçen diyaloğu dinliyordu.

"İnşallah"diyebildiğimi hatırlıyorum. Son cümlem üzerine dönüp gideceğine, biraz fazla dikkatle yüzümü incelemeye başladığında kızardım. Tam o sırada, daha önce fişlerimi alan adam yanımıza geldi.

"Akın, Salih geldi."

İlk defa birisi Kaşıbeyaz'a ilk ismiyle hitap ediyor ve arkasına "Bey" sıfatını koymuyordu. En azından benim şu ana kadar duyduğum kadarıyla öyleydi. Bu adamın nüfuslu biri olduğunu zaten az önce anlamıştım. Anlamadığım, cümleyi duyan Kaşıbeyaz'ın, sanki hayatının amacı Salih denen kişinin gelmiş olmasıymış gibi hızlı bir şekilde vedalaşıp masamızdan ayrılmasıydı.

"İyi akşamlar"derken dönüp uzaklaşmıştı bile!

Merakıma engel olamayıp, çok da çaktırmadan yana dönerek gözlerimle onu takip ettim. Masaların arasından bir panter çevikliğiyle geçiyor, arkasındaki adam ona ayak uydurmakta zorlanıyordu. Nihayet hedefine ulaştığında, geldiği söylenen kişinin on iki, on üç yaşlarında bir çocuk olduğunu görüp şaşırdım. Adam, çocuğun omzuna elini koyup hafifçe sarstı. Uzaktan çocuğun tepkisini görebildiğim kadarıyla, bu samimi ve erkeksi bir selamlama hareketiydi. Böyle bir mekana, bu yaşta elini kolunu sallayarak girebildiğine göre, Kaşıbeyaz'ın oğlu olmalıydı. Bu düşünce, yani adamın evli olduğu fikri nedense canımı sıktı. Masadaki fısıldaşma dikkatimi çektiğinde, önüme döndüm.

"Ateşdağlı bizim masada ne kadar uzun kaldı öyle değil mi?"

Purolu adam, bunu söylerken iğrenç gülüşüyle bana bakıyordu.

"İlgisini çeken bir şey olmalı, yoksa nadir ortaya çıkar."

Adamın ne ima etmeye çalıştığını anladığımda sinirlendim. Zaten yeterince geç olmuştu; eve dönsem iyi olacaktı. İyi akşamlar dileyip kalktığımda, gözüm otomatik olarak onu son gördüğüm noktaya gitti. Hayal kırıklığı yaşadım çünkü gitmişti.

Kurt Vahit'in dediğine göre, yarın akşam başka bir mekana, ondan sonraki akşam yine Kaşıbeyaz'ın mekanına gelecektim. Nedense içimden bir ses bir daha buraya gelmemem gerektiğini söylüyordu. Yüksek topuklularımın üzerinde çıkışa doğru ilerlerken, çok daha derinlerde, eski kimliğime ait farklı bir ses, bu uyarıya kulak asmayacaksın diyordu.

                                                       ***

jwe+

واصل القراءة

ستعجبك أيضاً

22.3M 903K 116
İşte oradaydı... Muhtaç olduğum kadın korkuyla bana bakıyordu. Ona biraz daha dokunmazsam sanki ölecektim. Bu hastalıklı duygular beni resmen ele geç...
145K 760 6
mesleğini eline alamayınca kendini barlarda escort ilan etmiş bir kızın aşk hikayesi...
357K 1.6K 49
seks hayatın bir parçası...
60K 822 9
'Işık, ışığım canını yakmak istemiyorum bugünün güzel geçmesini sağla ve bana geleceğin yolları kısaltmaya çalış bebeğim akşam sizdeyim bana söylemek...