AKÇA

By SumeyyeDemirkan

67.2K 9K 6.4K

More

1.BÖLÜM: "TANIDIK YABANCI"
2.BÖLÜM: "KÖRDÜĞÜM"
3.BÖLÜM: "VİCDAN VE KALP"
4.BÖLÜM: "KOL DÜĞMELERİ"
5.BÖLÜM: "KALBE İLK KURŞUN"
6.BÖLÜM: "SİL BAŞTAN"
7.BÖLÜM: "DERİN İZLER"
8.BÖLÜM: ''KANLI YÜZÜKLER''
9.BÖLÜM: ''PORTAKAL ÇİÇEĞİ''
10.BÖLÜM: ''SIFIRDAN BİRE"
11.BÖLÜM: "DENİZLE TANIŞMA"
13. BÖLÜM: ''KALBİN TERAZİSİ''

12.BÖLÜM: ''ŞÜPHE"

3.5K 494 384
By SumeyyeDemirkan

Merhabalar. Arayı biraz açtık kusura bakmayın, motivasyonumu düşürdüğüm bir dönem geçirdim ama toparladım şükürler olsun ki. Sizden ricam oy vermeyi ve satırlara yorumlarınızı bırakmanız, asıl motivasyonum sizsiniz çünkü. Keyifle okuyun^^

Kayahan - Emri Olur

12.BÖLÜM: "ŞÜPHE"

Birini en fazla ne kadar sevebilirsiniz?

Onunla ölümü göze alacak kadar mı? Onu hiç tanımadan hayatına dahil olacak kadar mı? Tüm sorularınızı yanıtsız bırakacak kadar mı? Yoksa koca bir dünyanın içinde yapayalnız kalmışken bir tek ona sığınacak kadar mı?

Yavuz'a karşı kuvvetli hislerim vardı, tam olarak kim olduğunu bilmesem bile.

''Buradan çıkmalıyız,'' dedi Yavuz gözlerime bakarken. ''Bunların devamı var.''

''Neyin?''

''Buradaki ölülerin,'' diye konuştu, sesi buz gibiydi. Gözleri bir bakarken parlıyordu diğer türlü karanlıkta tek bir kibrite bile ihtiyaç duymaksızın yürüyecek kadar koyuydu. ''Hadi Akça, çıkalım artık.''

Birlikte eskimiş kiliseden çıktık ve gökyüzünün altındaki yıldızların olduğu alanda durduk. Az sonra bir araba yaklaştı ve Yavuz beni çabucak arkasına sakladı fakat bu uzun sürmedi. Sakince soluklanarak, ''Ardıç,'' diye mırıldandı.

''Biliyorum,'' dedim. ''Onunla konuşmuştum.''

Kaşlarını çattı fakat soru sormadı. Ardıç aceleci diyeceğim bir şekilde arabasından indikten sonra bizi görünce adımlarını yavaşlattı. Bir sorun olmadığını görmesi ona iyi gelmiş olmalıydı. ''Ne oldu?'' diye sordu Yavuz öne çıkmadan.

''İyi misin?'' dedi Ardıç, sesi daha kalındı.

Yavuz mimik vermeksizin, ''Tek bir çiziğim yok,'' dediğinde Ardıç'ın gülümsediğini gördüm ama sanki yanlarında olmam pek işlerine gelmemişti. Ardıç gözlerini üzerime çevirdiğinde, ''Sen peki?'' diye sordu. ''Sen iyi misin?''

Yavuz benden evvel konuşarak, ''Aslında bir yerde hayatımı kurtardı,'' diye baktı geniş omzunun üzerinden.

Dudaklarımı hafifçe büzerek, ''O kadar değil ama iyiyim,'' dedim.

Ardıç, ''Seni evine bıraksın Yavuz,'' dedi sonra.

Yavuz, ''Bu gece yemek yiyecektik,'' dediğinde omzumu silktim. ''Sorun değil, sanırım eve gitsem daha iyi olur.''

''Akça'yı bıraktıktan sonra gelirsin,'' diyerek imada bulundu ve arkasını dönerek arabasına ilerledi. Biraz canım sıkılmamış değildi çünkü kendimi huzurlu hissetmiyordum. Yavuz'la arabaya kadar yürüdük ve içeri geçtik. Emniyet kemerimi bağladıktan sonra arabayı çalıştırdı ve evime doğru yola çıktık. Konuşmuyordum. Konuşan tarafın ben olmasını da istemiyordum.

''Zihnini okuyabiliyorum Akça,'' dedi Yavuz sessizliğimizi bozarken.

''Sahi mi?'' dedim hissizce. ''Keşke ben de senin zihnini okuyabilsem.''

''Böyle bir şeyi emin ol istemezdin,'' diye karşılık vermesi uzun sürmesi.

''Neden?'' diye sordum ona bakmadan. Aslında bu soru bile değildi. ''Karşında sorularına cevap alamayan bir kadının başka çaresi mi var sanki?''

''Haklısın.''

''Biliyorum.''

''Ama biraz zamana ihtiyacım var.''

''Ne olduğunu bilmem için mi?''

''Hayır,'' dedi net bir dille. Sesi keskindi ve kararlıydı. ''Sana ne olacağını bilmem için.''

Kaşlarımı hafifçe çattığımda ona bakar gibi oldum lakin bundan vazgeçerek önüme yeniden döndüm. Dudağımın içini ısırır gibi ellerimle avucumun içini kaşıdığımda, ''Bir beladan kaçıp başka bir belaya koşarım sıkıntı değil,'' dedim öylece. ''Kendimi buna alıştırmam gerekiyor.''

''Hayatıma dahil olmaktan korkuyor musun?''

''Hayatına dahilim artık görmüyor musun?'' dedim alay eder gibi. ''Yavuz!'' Bana bakmıyordu ve bundan hoşlanmamıştım. Duygularını açığa vurmaktan kaçıyordu belki de. Sözlerimin arkasında durdum ve inat eder gibi ona baktım. ''Sen insan öldürüyorsun ve ne olduğunu biliyorum tamam mı? Ajan mısın? Mafya mısın? Yoksa katil misin?''

''Katil değilim,'' dedi sert bir sesle lakin tavrı bana değildi. ''Ben masumları ya da suçsuzları öldürmem Akça.''

''Peki bu seni ne yapıyor?''

Bana cevap vermedi. Aklımdan geçen onlarca şey vardı ama söylemeyecektim çünkü karşılığını görememek çok kötü hissettiriyordu. Ona uzun uzun bakıp hayal kırıklığıyla arkama yaslandığımda yüzümü cama çevirdim. ''Benden nefret etme,'' dedi sakin bir ses tonuyla. ''Sinirini bozduğumun farkındayım ama bir kere kontrolden çıkarsam hayatıma mal olur.''

''Önemli değil,'' dedim kısık sesimle. ''Konuşmayalım.''

''Konuşalım.''

Yapay bir sevimlilikle gülümsedim. ''Sanki sorularıma cevap alabiliyorum da?!''

''Bir gün,'' diye başladı sözlerine. ''Her şeyi bırakmanı ve sadece benimle yaşamanı istesem kabul eder misin? Aileni belki hiç görmeyeceksin, işini bile doğru düzgün yapamayacaksın desem ne tepki verirsin?''

Yüzümü buruşturdum. ''Aptal mısın sen derim?''

''Biraz ciddiyet!''

''Ciddiyim,'' dedim açık açık. ''Annemi, işimi nasıl bırakırım? Hiç kimse buna değmez Yavuz çünkü herkes bir gün bırakır birini.''

Sustu. Aslında tam da düşündüğü gibi bir cevap almış olmalıydı benden. Birini ne kadar sevebileceğimi bilmiyordum ama birini çok sevmek bunlara sebep olmamalıydı. Aşkta mantık aranmasa bile mantığın olmadığı bir yerde aşk sadece aptallıktı. O kadar aptal değildim.

''Neden sustun?'' diye sordum üzerine gider gibi. ''Nasıl bir cevap almayı bekliyordun ki?''

''Hiç,'' dedi, sesi yorgun geliyordu. ''Tam da beklediğim gibi bir cevap aldım aslında.''

''Ama sen başka türlü hayal ettin değil mi?''

''Yo.'' Kestirip atar gibi konuyu kapatmaya çalıştı. Ne yapmaya çalıştığını bazen anlayamıyordum fakat bu ona karşı olan duygularımın artmasına engel olamıyordu. Evet bu konuda biraz aptal olabilirdim.

Eve gelene kadar hiç konuşmadık. En nihayetinde evime ait sitenin güvenliğinin önünde durduğunda, ''Teşekkür ederim bıraktığın için,'' dedim çantamı kavradım. ''İyi geceler.''

Kapıyı açmama müsaade etmeden, ''Akça,'' diye çevirdi beni kendine. Gözlerine baktığımda ne hissettiğimi o kadar bilemedim ki her şey yarım kalıyordu sanki. ''Sana bir gün sustuğum her şeyi anlatacağım ama o gün yanımda kalmak istemeyeceksin.''

''Şu an aksini düşünmediğimi nereden biliyorsun?''

Bir anda ona tokat gibi çarptığım bu soru gözlerindeki şaşkınlığı ve kırgınlığa şahit olmama yetti. Bunu söylemek zordu ama bu kadar soru işareti bana fazlaydı. Tavrımı koymazsam daima cevapsız bırakılan taraf olacaktım.

...

Bir hafta sonra.

Hayatımdaki her şeyi resetlemiş gibi hissediyordum ve bu iyi geliyordu. Sadece işime odaklanmış olmak bana gerçekten iyi gelmişti. Yavuz'la o geceden beri ben istediğim için konuşmamıştık. Biliyordum ki bir yerlerde peşimdeydi ama bana görünmemesi sevindiğim bir durumdu zira çenesini açana dek onunla konuşmaya niyetim yoktu.

Akşam yemeğine doğru hazırlanarak aşağı indim. Bu gece iş ortaklığı yaptığımız karşı şirketin bir yemeği vardı. Oradan da eğlenceye geçecektik. Abim beni görünce, ''Akça?'' diye sorguladı. ''Bir randevun mu var?''

''Evet,'' dedim çantamın ağzını kapatırken. ''İş yemeği.''

''Endişelenmemiz gereken bir durum yok değil mi?''

''Ne gibi?'' diye kaldırdım sol kaşımı. ''Bahadır psikopatından bahsediyorsan bir haftadır görmüyorum onu ve nerede olduğu umurumda değil. Umarım gebermiştir.''

''İş yargıya taşındı,'' dedi abim. ''Bundan sonrası orada.''

Omuzlarımı kaldırıp indirirken, ''Neyse,'' diye soluğumu dışarı verdim. ''Ben çıksam iyi olacak. Çok gecikmek istemiyorum. İyi bir iş aldım ve bunu berbat etmek istemiyorum.''

''Sen her şeyin en iyisini yaparsın,'' dedi abim ve yanağımdan öpüp geri çekildi. Evden ayrıldığımda kendi arabama geçerek yola koyuldum. Ufak ufak kar taneleri atıştırıyordu. Hafif bir müzikle dinlenerek yemeğin verileceği restorana gittim. On kişilik bir yemek masasındaki yerimi aldım. Bu tarz yemeklerde daima az konuşan ve çok dinleyen taraf olurdum muhtemelen bu gece de aynısı olacaktı.

''Yemek sonrası Poyraz beyin mekanına geçiyoruz,'' dedi Emin bey. ''Ne de olsa Akça hanımla iyi bir işbirliği yaptık bunu burada bırakmayalım.''

Samimiyetten uzak bir şekilde gülümserken, ''Tabii,'' dedim. Bu iş benim için önemliydi ve kendime olan güvenimin yerine gelmesini sağlamıştı. Hayatımdaki en önemli şeyin işim olduğunu bir kez daha anlamıştım.

Yanımda oturan Gökşin bifteğini ağzına atmadan evvel kulağıma doğru eğildi. ''Emin seninle ilgileniyor. Nasılsa Bahadır'dan ayrıldın. Ee hem başarılı hem güzel hem de bekar bir kadını boş bırakmazlar.''

Gözlerimi devirdim. ''Hiç erkek göresim yok.''

Kıkırdadı. ''Çok yanlış yerdesin.''

''Maalesef.''

''Sahi geçen günkü yakışıklı beyle aranızda bir şey var mı?'' diye sordu bu kez de.

Kaşlarımı çattım. ''Kimden bahsediyorsun?''

Ağzındakini bitirip keyifle gülümsedi. ''O teknedeki adamdan bahsediyorum tabii ki. Bayağı sağlam bir şeye benziyor.''

Yutkundum ve saçlarımı omzumdan geriye iterek, ''Yavuz,'' dedim açıkça.

''Evet ismi oydu. Çok fena bir şey! Hayatında biri var mı?''

''Var,'' deyiverdim çabucak. Bunu gerçekten kontrol edememiştim ama bir anda ağzımdan çıkıvermişti işte.

''Hadi ya!'' diye üzüldü Gökşin ve omuzlarını düşürüp içeceğinden bir yudum aldı. ''Hayatındaki kadın çok şanslı olsa gerek. Eğer ki arkadaşsanız ayrılırsa o kızdan bana haber vermeyi unutma Akça, ben havada kaparım onu.''

''Tabii,'' dedim sinir bozucu bir tebessümle. Yavuz'a bak, gizemli olduğu yetmiyormuş gibi bir de hiç konuşmadan kadınları kendine bağlamaya başlamış bile. Hayır ben ne diye onu savunuyorsam sanki?

Yemeğimiz oldukça sıkıcı geçtikten sonra biraz eğlenmek maksadıyla Poyraz'ın yeni açtığı gece kulübüne geçtik. Kafam böyle yerleri şu durumda kaldıracak seviyede değildi ama biraz eğlenmek benim de hakkımdı. Hiçbir şey yaşamamışım gibi sadece birkaç saatliğine prensesi oynamaya çalışacaktım.

Kendi locamda otururken Emin elinde iki kadeh şarapla gelerek yanıma oturdu. Huysuzca bakışlarımı kaçırdığımda, ''Yalnız bir kadın her zaman daha çekicidir,'' diye uzattı kadehi Emin.

Gülümsedim ve kadehi aldım. ''Sen de beni çekmeye geldin sanırım?''

Güldü. ''Kadınlar mizah yapamıyor diyenler utanır mı?''

''Mizah yapmadım,'' dedim.

''Her neyse,'' diye bana baktı ve gülümsedi. ''Nasılsın?''

''Fena sayılmam, sen?''

''Ben de öyle.''

Fuzuli bir gülümsemeyle kadehi dudaklarıma götürdüm ve bir yudum alıp elimde tutarak ortamdaki gürültüye ortak oluyormuş gibi mahsustan dinledim. Çevremde tanıdık birilerinin olmaması bazen çok da iyi olmayabiliyordu.

''Sessizsin,'' dedi Emin benimle konuşmak için çaba sarf ettiğinde.

''Değilim,'' dedim ona bakmadan. ''Benim sesim bu ortama göre zayıf biraz.''

''Sen konuş ben duyarım.''

''Ha,'' diye güldüm sersemce. ''Seninle ilgileniyorum demenin başka bir yolu bu galiba?''

Emin, ''Tam olarak öyle,'' dedi ve ekledi. ''Bu kadar açık sözlü olman her zaman sana olan ilgimi arttırmıştır.'' Dudaklarımı büktüm ve konuşmadım. Emin kadehinden bir yudum alarak boğazını temizlediğinde, ''Bahadır aptalın önde gideni senin gibi bir kadını nasıl kaçırır aklım almıyor?'' diye sordu.

''Siz erkekler kadınları sadece av olarak mı görüyorsunuz?''

''Hayır üslup hatası,'' diye düzeltti. ''Sadece ne kadar değerli ve gözden çıkarılamayacak kadar özel biri olduğunu söylüyorum.''

Derin bir nefes alarak kadehimden bir yudum daha aldım ve Emin'in yüzüne bakıp, ''Bir süre erkek görmesem iyi olur ya,'' dedim. ''Yanlış anlamazsan beni yalnız bırakır mısın Emin? Sana karşı bir ilgim yok benim zamanımızı almayalım.''

Emin söylediklerim karşısında bukalemun gibi renk değiştirdiğinde gözlerini kısarak bir müddet yüzüme baktı ve yarım kalmış kadehini masaya bırakıp yanımdan kalktı. Ben de biraz daha burada takılır sonra kalkardım diye düşünüyordum. Kısa bir anlığına lavaboya gidip geldikten sonra içeceğimi tazelemek için garson geldi ve bana bardak uzattı. İnsanlar deli gibi eğlenirken benim zerre etkilenmemem hayatımın ve ruhumun özetiydi. Arkama yaslanarak elimde içeceğimle etrafı seyretmeye başladım.

Emin tekrar masama geldiğinde, ''Tamam tamam,'' diye güldü. ''Kızma sadece muhabbet etmek istiyorum.''

İfadesiz bir şekilde gözlerinin içine bakarak, ''Neden bu kadar zorluyorsun?'' diye sordum. ''Bak istediğin dosyayı teslim edeceğim, çizimlerin taslağı da bitti. Konuşacak başka meselemiz yok Emin.''

''Arkadaş olmaya çalışıyorum Akça,'' diye mırıldandı. ''Sakin ol.''

''Böyle bakarak mı?'' diye sordum alay eder gibi. ''Bakışlarında arkadaşlık isteği değil sadece arzu var. Aptalı oynayamam kusura bakma. Lütfen benden uzak dur.''

Bahadır ve Oktay hayatımda o kadar derin yaralar açmıştı ki hiçbir erkeğe kolayca güvenemiyordum. Yavuz başka bir yerdeydi ve ona karşı duygusal hislerim vardı fakat o bana kendini anlatana dek konuşmayacaktım. Bilinmezlik içinde sürüklenmeyecektim.

Emin şaşkın bakışlarıyla, ''Korkma Akça,'' dedi. Gülümsüyordu. ''Sana zarar verecek biri değilim üstelik burası çok kalabalık.''

Kaşlarımı kaldırıp indirdim ve göğsümü daraltan nefesle elimdeki bardağı masaya bıraktım. ''Her neyse bana bu kadar eğlence yeter.'' Ayağa kalktığım vakit başım döndü ve sendeledim.

Emin endişeyle ayağa kalktığında kolumdan tuttu ve bana baktı. ''İyi misin Akça?''

Elimi başıma götürdüm ve birkaç saniye bekledim. ''Sanırım.''

''İstersen oturalım ya da seni evine bırakayım!''

''Ya da seni öldüreyim ha?'' diye sert bir ses işittim locaya doğru yaklaşan. Kaşlarımı çatıp sesin geldiği yöne baktım ve Yavuz'u öfkeli bir şekilde karşımda lakin Emin'e bakarken gördüm. Bir adım atıp üste çıktı ve Emin'in burnunun dibine yaklaşıp, ''Bir kadın seni istemediğini söylüyorsa şerefinle siktir olup gidersin değil mi?'' diye sordu ve sesinin şiddeti arttı. ''Zorlayarak kırılan egonu tatmin etmek istiyorsan bunu Akça'nın üzerinde değil benim üzerimde göster piç kurusu!''

''Sen kimsin?'' diye sordu Emin şaşkınlıkla.

''Zeus,'' diye bir anda ortaya çıktı Gökşin ve Yavuz'a baktı.

Yavuz tavrını bozmadan Emin'e bakmaya devam ederken, ''İş meselesi dışında bir daha sakın Akça'yı rahatsız etme,'' diye uyardı. ''İnan gözümü bile kırpmam. Potansiyel tacizcilerin yeri bu hayat değil.'' Sonra da bana döndü ve elimden tutarak locadan indirdi.

''Dur Yavuz,'' dedim şaşkınlıkla beni peşinde sürüklerken. İnsanların arasından hoyratça geçiyorduk. Beni duymadı ve kadınlar tuvaletine getirdi. İçeriye girmeden kapıyı çaldı ve içeride kimsenin olmadığından emin olduktan sonra kapıyı açtı.

''Gel,'' diye çekti beni lavaboya doğru. Lavabonun önünde durduğumda aynadan birbirimize baktık. Suratında sert bir ifade vardı, bakışları yumuşak değildi. ''Kus Akça.''

''Ha?''

''Akça kus!''

''İyiyim.''

''Akça kusacak mısın yoksa ben mi kusturayım?''

Sarsılır gibi, ''Nasıl yapacaksın onu?'' diye sordum.

''Yeteneklerimi hafife alma,'' dedi ses tonu yumuşamadan. ''Hadi kus.'' Ardından saçlarıma uzandı ve onları arkamda topladı. ''Biraz daha kusmazsan o şerefsiz sana her ne verdiyse kanına karışacak.''

''Ne verdi bana?'' diye sordum korkuyla.

Bana bakmadan musluğu açtı. ''İyi bir şey olmadığı kesin.''

Gözlerimi yumdum ve derin bir nefes alarak elimi yıkayıp ağzıma götürdüm. Midem deli gibi ekşimeye başlamıştı. Boğazımdan yukarı doğru tırmanan mide bulandırıcı tat kusmamı arttırırken, ''Beni yalnız bırakır mısın?'' diye sordum. ''Görmeni istemiyorum.''

''Seni ne zaman yalnız bıraksam başına bir şey geliyor,'' diye mırıldandı. ''Seni asla yalnız bırakmam.''

''Pislik.''

''Memnum oldum benim,'' dedi tatmin olurcasına.

Dakikalar sonra içimde ne varsa çıkardıktan sonra ağzımı güzelce yıkadım ve doğruldum. Yavuz kurulanmam için selpak uzattı. Ellerimi kuruladım ve yüzüne baktım. ''Sen sürekli böyle peşimde olup bana sarkıntılık yapan erkekleri benden uzak mı tutacaksın?''

''Gerekirse evet,'' dedi. ''Etrafında o kadar çok erkek var ki kaç cephede savaşacağım bilmiyorum.''

''Abartma,'' dedim soğuk soğuk gülerek. ''Üstelik buna mecbur değilsin bile. Unutma bizim aramızda hiçbir şey yok.''

''Bizim aramızda öyle büyük bir şey var ki bunu ikimiz de çok iyi biliyoruz,'' dedi üstüne basa basa. ''Sadece ben sustuğum için ilerleyemiyoruz.''

''Artık konuşman umurumda değil,'' dedim. ''Ne bildiğin, kim olduğun alakadar etmiyor.''

''Kendini buna inandırmaya çalışma Akça,'' dedi Yavuz. ''Daha geçen gün her şey yolundaydı şimdi en başa döndük.''

''Acaba neden?''

''Katil olduğumu mu düşünüyorsun?'' Gözleri ok gibi bakıyordu. ''Hakkımda ne düşünüyorsun?''

''Sen anlamıyorsun değil mi?'' diye sordum yerimde hareketlendiğimde. ''Sen ne olursan ol ben seninle olmaya hazırdım... Ama susman işime gelmiyor. Bir duygularım diyorsun ertesi gün yanlış bir şey yapmışsın gibi davranıyorsun. Yavuz sen beni istiyor musun istemiyor musun?''

''Hayatımın sonuna kadar sadece seni istiyor olacağım,'' dedi bir saniye bile düşünmeden yalnızca gözlerimin en içine baktığında. ''Duyguları alınmış ruhsuz itin teki gibi görünebilirim çünkü kendimi bildim bileli buz gibiyim Akça... Hatta birlikte geçirdiğimiz süre boyunca yalnızca seninle gülebildim, seninle saçmalayabildim.''

Susma vaktim gelmişti belki konuşması sırası ona geçmişti.

Yavuz sabırsızca dudaklarını ıslatıp çektiğinde, ''Akça biz Macaristan'dan İstanbul'a gelmedik, oradan kaçtık,'' dedi açıkça. ''Bir suç örgütü ailemin peşinde ve ailemin tüm üyeleri sandığın işleri yapmıyor. Vera,'' diye gülümsedi. ''Moda tasarım okuyor diye biliyorsun ama okumuyor. Babam, Kalender Atakum bizi bir yerlerde topladı ve yetiştirdi. Ne için biliyor musun?'' Duraksadı. Omuzlarını düşürdüğünde soğuk bir tebessüm dudaklarında önce öldü sonra can buldu. ''Ölmek istemiyorsan öldüren taraf olacaksın çünkü hayat sandığın gibi bir yer değil.'' Durmadı devam etti. ''Evimize geldin, kaç tane oda var hiç dikkatini çekti mi? O odaların her birinde bir ders var, eğer ki dersini çalışmazsan cezanı çekersin.''

Ceza odası?

Evet şimdi hatırlamıştım Vera ağzından kaçırmıştı ya da bilerek söylemişti. Boşa değilmiş demek ki.

''Anlattığım şeyler senin için çok ütopik olabilir ama bunlar benim gerçeklerim,'' dedi Yavuz. ''Aslında hepimizin başka bir adı ve kimliği var çünkü kaçarak yaşamak da yaşamak değil.''

''Nasıl yani?'' dedim beynime nüfuz eden tüm bu gerçeklerle gözlerimi kırpıştırırken. ''Senin adın Yavuz değil mi?''

Gülümsedi. ''Asıl adım Albatros çünkü gerçek ailem avuçlarıma bir künye bırakmış üzerinde kuş etrafında dalgalar olan, adım oradan geliyor...'' Yutkundu. ''Bana Yavuz diyen ilk kişi Kalender babamdı.''

''Ben hiç-hiçbir şey...''

''Sen hiçbir şey anlamıyorsun ve anlayamayacaksın bir süre haklısın,'' dedi inatla. ''Kurduğum üç beş cümle benim yirmi dokuz yılıma mal olan hayatım ve bu hayatta koşmak istediğim, ölmemek için direndiğim tek kişi sensin.''

''Söylesene bana,'' dedim sessizce.

''Neyi?'' diye sordu.

''Böyle duygusuz yetiştirildiysen beni kalbinde öldürmeden nasıl yaşatabildin?''

Ona sımsıkı sarılmak istemiştim ama var olduğu hayat için değil benimle büyüttüğü ruhu için.

Yavuz usulca soluklanırken, ''Babam bana silah tutmayı da, ateş etmeyi de, türlü türlü işlerde çalışırken saklanmayı da öğretti ama kalbime bir Allah'ın kulu dokunamadı,'' dedi. ''Bir gün çocuk olacağım seninle, kahkahalar atarak özgürce dolaşacağım dışarıda çünkü buz adam olmak özellikle de sana karşı böyle mesafeli olmaya çalışmak beni yoruyor Akça.''

''Bu ne zamana kadar böyle sürecek?''

Dudağının kenarını kıvırdı ve etrafına bakındı. ''Ne kadar süreceğini bilmiyorum ama biraz daha burada kalmaya devam edersek kendiliğinden kusacaksın.''

Histerik bir tebessümle omuzlarımı düşürdüm sonra da kulüpten çıktık. ''Arabam şu tarafta,'' dedim kollarıma sarılırken. Hava gerçekten soğuktu. ''Sonra görüşürüz o zaman.''

Yavuz bana çatık kaşlarıyla bakarken, ''Beni duygusuz olmakla suçlarken bu kadar çok af edersin ama odun olman hiç etik değil,'' diye homurdandı.

Ağzımı aralayıp şaşkınca gözlerine bakarken, ''Odun mu dedin sen bana?'' diye sordum.

''Dikkatini çekerim cümlemin başında af edersin var,'' diye ekledi.

''Sağ ol ya,'' dedim gözlerimi devirerek. ''Odunum ben ha? Odunum demek!''

''Yanmak ister misin?'' Gülmemek için kendini tuttuğunu gördüğümde bakışlarımı çattım. ''Tamam tamam,'' dedi daha fazla kızdırmadan. ''Sadece flört etmeye çalışıyorum iki normal insan gibi.''

''Flört etmeye çalışıp bana odun diyorsan engeli basmak için yalnızca üç saniyem kaldı haberin olsun.''

''Tamam ya!'' İsyan eder gibi mırıldandı. ''Odun değilsin en odun benim, kalas, kütük ne varsa hepsi benim sen çiçeksin çiçek.''

''Çok çalışman gerek çok,'' diye söylendim vale arabamı getirdiğinde.

''Olur,'' dedi Yavuz, vale anahtarımı bana teslim etmek için uzatıp, benden evvel davranarak anahtarı aldığında. ''Bu gece şoförünüz olarak çalışacağım Akça hanım merak etmeyin ücret istemem.''

''Kaldı mı böyle insanlar ya?'' diye gülümsedim Yavuz kapımı açtığında.

Kapımı kapatmadan evvel emniyet kemerimi bağlamak için üzerime eğildi ve kokusu içime doldu. Kalp atışım hislerimin olduğu adama karşı yükselirken kemeri takıp yüzünü yüzüme değdirmeden fakat delicesine yanarken dudaklarını hafifçe açarak, ''Senin için saklamıştım o insanı,'' dedi.

''Sen misin o?''

''Hıhım.''

Bir adım geri çekildi gözlerimizin yollarından. ''Akça,'' diye seslendi bana. ''Benimle yeniden tanış, seninle baştan başlayalım her şeye. Arkamızda bıraktığımız onca yorgunluğa inat çıkalım düzlüğe. Bugünden itibaren koruman, eski aile dostun ya da iş birlikçin olarak değil sadece erkek arkadaşın olarak devam etmek istiyorum.''

''Erkek arkadaşım olarak?''

''Hıhım.''

''Ama en başa dönersek erkek arkadaşım olamazsın,'' dedim. ''İnsanlar önce tanışır sonra bir adım atarlar, seninle henüz tanışmadık bile.''

''Tamam şimdi şu an teklif ediyorum,'' dedi çabucak, sabırsızca ve derin bir arzuyla. ''Bana bir ışık ver erkek arkadaşın olayım, bana elini ver sımsıkı tutayım, bana öyle bir bak ki seni gözümden bile sakınayım.''

''Yarın pişman olmayacaksın değil mi?''

''Asla,'' dedi. ''Artık anlattım bile anlatmamam gerekenleri, bundan sonra sırdaşımsın fakat birbirimize güvenmek istiyorsak adım da atmalıyız.''

''Duygular diyorum Yavuz,'' dedim elimi yavaşça kaldırıp yüzüne götürdüğümde. Yanağına dokundum, buz gibiydi. Yutkundu. Kısılan gözleri aralandı. Artık her şey daha da zordu. ''Başımıza bela olacak ama sırdaşsak eğer bu mesele aramızda kalsın yeter.''

''Neyi ima ettiğimi anladığını bilmen güzel,'' diye fısıldadı bir dudaklarıma bir gözlerime baktığında. ''Yardım ettiğin için teşekkür ederim.''

''Merak etme eğer ki kaçtığın her neyse, beni birilerinden koruyorsan aramızdakileri kimseye söylemeyiz olur biter. Ben artık korkularımdan kaçmak değil onların üzerine yürümek istiyorum. Sen benim korktuğum insandın, senden kaçmıyorum aksine tam olarak sana geliyorum.''

Kaybedecek hiçbir şeyim yoktu, bunu kendime sürekli hatırlatır dururdum. Bu gece onun hakkında öğrendiğim ayaküstü hayat hikayesinin sadece ilk cümlesini öğrenmiştim ama gözleri o kadar gerçekti ki bir cümleden çok daha fazlasıydı. Hayatım saçmalıklarla doluydu, hayatıma bir saçmalık daha katmaya hazırdım. Artık yalnız değildim ve kaybetmekten korktuğum bir şey vardı, artık vardı.

                                          🌊

İş çıkışı bir süredir görmediğim Ali'nin evine gittim. Elimde tatlı paketi vardı. Kapısını çalıp açmasını bekledim. Kapıyı açtığında şaşkın bakışlarının hedefi oldum. ''Akça?'' diye sordu. ''Bir şey mi oldu?''

''Yok,'' dedim ben de en az onun kadar şaşırdığımda. ''Rahatsız etmedim değil mi?''

''Etmedin zaten ben de yeni gelmiştim.''

''Anladım,'' dedim. ''Epeydir iletişim kurmayınca merak ettim seni. İyisin değil mi?''

''Sayılır.'' Soluklanarak kapıyı araladı. ''Neyse gelsene içeri.''

Ses etmeden içeri girdim. Elimdeki tatlıyı içerideki küçük masaya bırakıp köşedeki koltuğa oturdum. İçerisi biraz soğuktu. Masanın önündeki sandalyede asılı saç havlusunu ıslak gördüğümde Ali, ''Duş aldım da,'' dedi. Sesi biraz sıkıntılıydı. ''Şohben de bozuldu zaten.''

Kaşlarımı çatarak, ''Nasıl yani?'' diye sordum. ''Sıcak su akmıyor mu?''

''Ocakta kaynattım bir şeyler sorun yok.''

''İçerisi de biraz soğuk gibi hasta olmayasın.''

''Olmam olmam,'' diye geçiştirerek masanın üzerindeki tatlıyı alıp mutfağa götürdü. ''Çay içer misin?''

''Olur,'' dedim etrafı süzerken. Ali dakikalar sonra iki çay ve tatlı tabağıyla gelip sehpaya bıraktı. Gözlerine baktığımda yorgun birini görüyordum. Bu beni kötü hissettirmişti. Derin bir nefes alarak temkinli bir şekilde yüzüne bakıp, ''Canını sıkan bir şey mi var?'' diye sordum.

Dudaklarını büzdü. ''Öyle mi görünüyor?''

''Öylesin zaten.''

''Önemli şeyler değil.''

Kestirip attığında üzerine gitmem gerektiğini düşündüm çünkü bir yararım olabilirdi ya da konuşmak daima iyi gelebilirdi. Susmak insana eziyetti. Göğsümü öne çıkardım ve ellerimi birbirine bağladım. ''Ali, bana anlatmanı istiyorum çünkü bir şey olmuş sana.''

Ali'nin kahve gözlerindeki o ağır hüzün yahut durağanlık kafasında bir şeyleri karıştırmıştı. Bana garip bakıyordu ama bunun benden kaynaklı olmadığını biliyordum.

Bir şey söylemeden ayaklandı ve masanın üzerindeki duran Halikarnas Balıkçısı'nın arasında duran bir fotoğraf karesini eline aldı ve bana uzattı. Alnımı kırıştırdım ve fotoğrafa baktım. Siyah beyaz görselde gördüğüm şey; bir anne ve kucağında bebeğiydi.

''Bu ne?'' diye sordum sonra düzelttim. ''Daha doğrusu bunlar kim?''

''Arkasını oku,'' dedi Ali bana.

Usulca arkasını çevirdim ve sesli bir şekilde okudum. ''Sevgili abin ilk ve son kez anne kucağını gördü, küçük denizci. Unutma ki; abin hayatta ve sana bir deniz dalgası kadar yakın.''

Yazıyı okur okumaz gözlerim kocaman oldu ve Ali'ye baktım. Ali bana ifadesiz bir şekilde bakarken ağzımı kapatmakta zorlandım. Fotoğraf ellerimin arasından kayıp gidecekmiş gibi sarsıldığında, ''Sen-senin bir abin mi var?'' diye sordum, sesim çok cılızdı.

Ali hoşnutsuzca güldü. ''Varmış yeni öğrendim.''

''Bunu kim bıraktı peki?''

''Bilmiyorum,'' dedi çabucak. ''Dün gece kapıma bırakmışlar. Kim olduklarını da merak etmiyorum.''

''Şüphelendiğin birileri var mı?''

Yeniden güldü. ''Abla ben sıradan bir kağıt toplayıcısıyım kimden şüphe duyacağım?''

''O manada değil,'' dedim derin bir nefes alıp. ''Yani son zamanlarda karşına sıkça çıkan ya da huzursuz eden birileri var mı?''

''Hayır yok,'' dedi çabucak. Dudaklarını sabırsızca ıslatıp çekti ve elini yüzüne koydu düşünceli bir şekilde. ''Mesele zaten kimin koyduğu değil, yakınımda diye iddia ettikleri abimin kim olduğu.''

''Bu çok farklı bir durum Ali,'' dedim ne diyeceğimi bilemeden. ''Ama bu durum sana hissettirdi önce onu bilmek isterim.''

''Hiçbir şey hissetmiyorum,'' dedi öylece. ''Mutlu değilim ama mutsuz da değilim sadece bunca yıl sonra neden böyle bir şeyi öğrenmek zorunda kaldım? Neden ailem hayattayken bana bundan hiç bahsetmedi? Neden babam bir kez olsun ağzını açmadı?''

''Belki çaresiz kalmıştır,'' dediğimde buz gibi gülümsedi ve neler hissettiğini daha iyi görmüştüm. ''Yapma Akça,'' dedi Ali ve ayağa kalkıp elini alnına koyarak tasalanmış gibi konuşmaya devam etti. ''Yazıda küçük denizci diyor yani ben çünkü babam deniz askeriydi. Bu adamlar her kimse benim çocukluğuma kadar biliyor. Babam bunun bir tehlike olduğunu kestiremedi mi?''

''Haklısın evet çok haklısın ama baban sonuçta senden neden bunu öylesine saklamış olsun ki?''

''Bilmiyorum,'' dedi sessizce. ''Bunu neden gösterdiler onu da bilmiyorum.''

''Sana ulaşmaya çalıştıkları için ya da tehlikede olduğun için,'' dedim çabucak. ''Ama önemsiz biri olsan bunu sana göndermezlerdi.''

Direkt gözlerime bakıp bakışlarıyla susturdu. ''Ya da abim her kimse önemsiz biri olmadığı içindir ha?''

''Bu da bir ihtimal tabii,'' dedim daha sonradan konuşurken. ''Peki şimdi ne yapmayı düşünüyorsun?''

''Hiçbir şey.''

''Hiçbir şey?''

''Bu bir başlangıç ve ben yerimde olduğum müddetçe onlar bana gelmeye devam edecek,'' dedi. ''Adamların kim olduğunu ve niyetlerini bilmiyorum ama kaybedecek bir şeyim yok, ben buradayım.''

Ben de ayaklandım ve ona kızarak, ''Böyle konuşma!'' diye çıkıştım. ''Herkesin kaybedecek bir şeyi vardır!''

Gözlerime daha yumuşak bakarken, ''Demek sen sonunda buldun o şeyi,'' dediğinde neyi kast ettiğini anladım çünkü bundan çok da uzun olmayacak bir zaman önce başka kafadaydım. Bir karşılık vermediğimde Ali gülümseyerek, ''Korkma,'' dedi ve ekledi. ''O dangalak biraz ağır abi havalarında falan takılıyor ama fena çocuk değil.''

''Yavuz'dan mı bahsediyorsun?''

''Yakın zamanda başka dangalak tanımadım.''

''Çok ayıp,'' diye kızdım ona. ''Evet biraz şey bir adam...''

''Evet çok şey bir adam,'' dedi ardından. ''Her neyse beni alakadar etmez ama eğer ki abim olsaydı sana karşı daha hassas davranmasını isterdim ve şükürler olsun ki değil çünkü ben iyi bir ablaya sahibim.''

''Ali,'' diye çıktı dudaklarımdan sıcak bir kardeş hissiyatı. ''Aslında benzer hayatlarımız var.'' Cümlemin devamının nasıl şekil alacağını bilemedim. Kafam da kelimelerim de karışıktı. ''Ben de senin gibi doğru bildiğim gerçekler tarafından uyutuldum fakat yoluma bakmam gerekiyor.''

''O da ne demek?''

''Boş ver,'' dedim geçiştirir gibi. ''Biraz yorgun görünüyorsun işten yeni gelmişsin zaten uyu, bu arada lütfen üşütme kabul etmezsin belki ama...''

''Etmem.''

''Bir dur ya!''

''Olsun etmem.''

''Sinir,'' diye baktım kötü kötü ve güldü. Çantamı alıp elimde tutup gözlerinin içine baktım. ''Bu konuda yalnız değilsin unutma ve lütfen bir şey olursa bana haber ver.'' Bana boş boş bakındığında gözlerimi devirdim. ''Ha tabii önce bir telefon gerekli.''

''Tarzım değil ben çağının çok gerisinde kalmış biriyim.''

''Sen çağ dışısın lütfen!''

''Ha ha!''

''Ha ha!''

Ona takılmak iyi geliyordu çünkü bunları kaldırabilen biriydi.

Onunla vedalaşıp eve gittim. Eve geldiğimde içeride bir hareketlilik söz konusuydu. Meraklı bakışlarımla etrafa bakıp annemle göz göze geldiğimde, ''Ne oluyor?'' diye sordum.

''Kalender Bey ve ailesi akşam çayına gelecekler,'' dediğinde önce afalladım sonra güldüm. ''Ha! Altın günü mü yapacağız yani?''

Annem de güldü. ''Keyiflisin. Sevindim.''

''Sadece soğuk bir espriydi anneciğim.''

''Hadi hazırlan sen de,'' dediğinde, ''Neden?'' diye sorup kendim cevapladım. ''Ha! Bizim eve biri geliyorsa olayın ucu izdivaca dokunabilir kuvvetli ihtimal. Beni evlendirmek için bu kadar mesai harcamayın lütfen.''

Annem şaşkınlıkla, ''Gerçekten keyiflisin ve bu çok mutlu etti beni,'' deyip yanıma yaklaştı. Toplu saçlarını düzeltip açık renk gözleriyle beni sevdi. ''Ayrıca evlenmeni istemiyorum çünkü yanımda olman güven veriyor fakat Kalender Bey'in oğlu çok da fena sayılmaz senin için.''

''Ardıç mı?'' diye şaşırdım.

''Hayır, Yavuz.''

Adını duyar duymaz gülümsemeye başladığımda annem bu anı yakaladı. ''Bak! Nasıl da hoşuna gitti.''

''Anne!'' diye uyardım onu. ''Lütfen ama ya!''

''İyi tamam,'' dedi susarak. ''Hadi çok oyalanma baban içeride abin de gelir birazdan.''

Gözlerimi bıkmışlık hissiyle devirdim. ''İnanmıyorum misafir geliyor çay içmeye ne heyecan ama!''

''Akça dedim!''

''Anne dedim!''

Birbirimize kızarak ardından gülerek takıldıktan sonra odama çıktım ve üzerimi değiştirip daha renkli bir parça giydim. İşim ve karakterim gereği düz ve yormayan renkler seçerdim fakat bazen renkli giyinmek de ruha dokunabiliyordu.

Siyah kumaş bir pantolon, üzerine bordo saten gömlek giyip saçlarımı topladım. Evet benim renk anlayışım da bu ne olmuş? Belki bir gün çiçek desenli bir eşyam olur fakat bu en fazla tokamın desenine dokunur.

Hazırlanıp aşağı indiğimde henüz gelmediklerini gördüm. Ailem salondaydı. Akşam yemeğini yememiştim fakat aç da değildim. Babam, ''Yemeğe gelmedin,'' diye fark etti, geç bile kalmıştı bu soruyu sormak için. ''Aile arasındaki kuralları bir hayli esnettin farkında mısın?''

''Arkadaşımın yanındaydım,'' dedim. ''Pek aç değildim zaten.''

''Hangi arkadaşın?''

''Ali,'' diye belirttim dümdüz.

Babam duraksadı ve gözlerini kısarak, ''Ali?'' diye sorguladı ve buldu. ''Şu davetteki çocuktan bahsediyorsun.''

''Ta kendisi.''

''Onunla bu kadar yakın olduğunu bilmiyordum.''

Gülümsedim. ''Öğrenmiş oldun.''

Babam tek kelime edemediğinde abim gönül koyar gibi, ''Kıskanıyorum ama,'' dedi. ''Bana o kadar vakit harcamıyorsun.''

İç geçirdim ve gülümsedim. ''Ay da geceleri hep tepede duruyor ama kimse gündüzünden şikayetçi değil abi.''

Ne demek istediğimi anladığını umdum çünkü bazı şeyler karşılıklıydı. Bana vermediği özeni başkasında yakaladıysam bu benim eksiklikti ve bana ait değildi.

Salonda boş bir sessizlik var olduğunda bahçede taşların üzerinde gezinen tekerlek sesleri işittik, sanırım gelmiş olmalılardı. Olduğumuz yerde nizami bir duruşa geçtik zira bizim için böyle şeylerin bir önemi vardı. Az sonra kapı çaldığında Birsen abla kapıyı araladı ve sırayla; Kalender Bey, Nergis Hanım, Ardıç, Vera ve Yavuz'la birlikte onun koluna girmiş Armağan içeri girdiler. Tek tek hepsiyle selamlaştıktan sonra Yavuz ile Armağan sona kaldı. Yavuz'a karşı bir şeyler hissettiğim için ve bunu belli etmemek için gösterdiğim çaba sonuç vermeliydi. Evvelinde Armağan'a sarıldım.

''Saçlarını toplamışsın,'' dedi Armağan sırtımı sıvazlarken. ''Öyle de çok güzelsindir eminim ki.''

Nazikçe tebessüm ettiğimde Yavuz bana usulca bakıp Armağan'ın kulağına, ''Evet çok güzel,'' diye fısıldadı.

Armağan utanan sanki ben değilmişim gibi kafasını eğdiğinde sıcacık gülümsemesiyle karşılık verdiğinde kaşlarımı çatıp Yavuz'a baktım ama kötü bir ima sezdirmemiştim aksine keyif almıştım.

''Çocuklar ayakta kalmayın,'' dedi babam bize bakarken.

Yavuz, Armağan'ı kolundan çıkarmadan ikili koltuğa götürdü ve sakince oturdular. Armağan konuşmaya başlayarak, ''Eviniz çok sade,'' diye belirtti. Şaşkınlıkla ona baktığımızda devam etti. ''Görmüyorum ama hissediyorum.''

Gülümseyemedim çünkü bir gariplik sezdiğini fark etmiştim. Annem ise yumuşak bir karşılamayla, ''Evet öyledir,'' diye izah etti. ''Biraz az eşya seviyoruz.''

''Kast ettiğim o değil,'' dedi Armağan. ''İnsan eksikliği.''

Yavuz ellerini birleştirirken kararlı bir şekilde önündeki vazoyu izlemekle yetindi. Abim ve babamın suratına baktığımda ikisi de gergin görünmüyordu. Bilakis daha sakinlerdi. Abim öne çıkarak, ''Ablamızı kaybettik,'' dedi. ''Ondandır.''

Kalender Bey boğazını temizleyip, ''Armağan böyledir,'' dedi ve gülmeye çabaladı. ''Hisleri çok kuvvetlidir.''

''Fark ettik onu,'' dedi abim. ''Biz de ailemizdeki eksikliği fark ediyoruz.''

''Sahi ya,'' diye sordu Kalender Bey. ''Yeri mi bilmiyorum ama bir ara intihar değil cinayet haberleri gündem oldu, işin aslı nedir?''

Babam, ''Ferda uzun zamandır psikolojik sorunlar yaşıyordu,'' diye ağır bir sesle konuşmaya başladı. O sırada Yavuz ile göz göze geldik çünkü babam yalan söylüyordu. ''Defalarca kez ona yardım etmeye çalıştık ama aksi bir an oldu ve o gece çok içtiği için sanırım akıl sağlığını umursamadan intihar etti.'' Babam kafasını yere eğdi. ''Yarası çok taze.''

Kalender Bey, ''Ertan,'' dedi babama bakarken. ''Derdim seni üzmek değil dostum.''

Babam tek bir kelime etmezken Yavuz bir anda farklı bir hava estirir gibi ağzını araladı. ''Ben kızınızın intihar ettiğini düşünmüyorum.''

Gözlerim bir anda irileştiğinde bedenim soğuk havanın tesiri altına girdi çünkü babama karşı ilk defa benden başka birisi ablamın ölümünün intihar olmadığını söylemişti, bu kişi Yavuz'du.

Babam kafasını kaldırıp ok gibi ifadesiyle Yavuz'a bakarken Yavuz ise son derece soğukkanlı bir şekilde gözlerini babamın gözlerine götürdü. ''Ben de o gece oradaydım hatta kızınız son nefesini verdiğinde de yanınızdaydım. Çok içmek ya da sizin deyiminizle akıl sağlığını kaybetmiş olması intihar anlamına gelmez.''

''Bir dakika bir dakika,'' dedi babam şaşkınca. ''Ne demeye çalışıyorsun sen?''

''Sakin olun Ertan Bey,'' diye gülümsedi Yavuz belli belirsiz ifadesiyle. ''Sadece canınızdan bir parça olan kızınızı intihar etti deyip geçiştirmeniz komik geliyor.''

''Otopsi raporu diye bir gerçek var!'' diye doğruldu babam ve karşıdakinin tavrını hiç beğenmemişti çünkü Yavuz haklıydı. ''Öz kızımın ölümünün üzüntüsünü yaşarken daha fazla deşemediğim için kusura bakma.''

''Öz kızınız ha?'' diye sordu Yavuz kaşlarını hafifçe kaldırıp. ''Ben de bundan bahsediyorum işte. Yerinizde olsam o kadar kalabalık bir gecede evladım ölse intihar deyip geçiştirmem tüm kameraları ve misafirleri hatta geçmişi bile didik didik incelerdim.''

''Bak evlat,'' dedi babam artık sesi daha tok olduğunda. Herkes susuyor babam ise kontrolü elden bırakmamaya çalışıyordu. Açıkçası hiçbir şey hissetmiyordum ve bundan sonraki adım için de korku duymuyordum. ''Kızımın acısını yargılamak ve ölümü üzerinden bana şüpheyle yaklaşmak sana yakışmadı. Onu benim kadar kimse iyi tanıyamaz.''

''Evet,'' dedi Yavuz sakin tavrının muazzam bile üslupla korurken. ''Yargılamak belki bana yakışmadı ama kızınızı tanımadığım konusuna katılmıyorum. Emin olun onu...''

O esnada Kalender Bey öksürerek, ''Beyler,'' diye düzeltti. ''Daha doğrusu Yavuz biraz geri çekil! Ertan elbette ki öz kızının vefatını öylece kapatmış olamaz ki kapatabilir de bu onun kendi iradesi.'' Bakışları karardı. ''Lütfen sen de biraz daha sakin kal.''

Babam gerçekten gerilmişti ve buradan şunu anlamalıydım ki Yavuz haklıydı ve bunu sadece ben görmemiştim.

Annem gülümseyerek, ''Birsen,'' diye seslendi. Sonrasında Nergis Hanıma baktı. ''Ağzımızı tatlandıralım değil mi?''

''Tabii,'' dedi Nergis Hanım gülümseyip bana baktığında.

Dudaklarımı ıslatıp saçlarımı düzelttim. Nergis Hanım bana doğru, ''Sen neler yapıyorsun Akça?'' diye sordu ve gururla kafasını salladı. ''Geçen gün televizyondaki röportajına denk geldim, gurur duydum! Hakkını savunan, şiddete boyun eğmeyen kadınlarımız var olsun ve diğerlerine de örnek olduğun için teşekkür ederim.''

''Sağ olun,'' dedim ince bir geçişle. ''Ben sadece yaşadıklarıma karşı daha fazla sessiz kalmak istemedim.''

Ardıç gözlerini kısarak, ''Daha fazla derken?'' diye sorguladı. ''Neden sessiz kaldın Akça?''

Gözlerimi Ardıç'ın bana sert olmayan gözlerine çevirip kendimi anlattım. ''Bazı pişmanlıklarım oldu ama susmak zorunda kaldım ne yazık ki.''

Ardıç daha fazla irdelemeden Kalender Bey'in ilgisini çekmiş olacağım ki ceketinin düğmesini açarak bana döndü ve bir bacağını öne attı. ''Sana bir şey sormak istiyorum.''

''Tabii,'' dedim tedirgin olduğumda ama bunu belli etmedim.

''O gece Yavuz'un nişanında beraber geldiğin çocuk...''

''Ali mi?''

Ağzını araladı ve şaşkınlıkla, ''Adı Ali demek,'' diye sorguladı. Bunu bildiğini sanıyordum. ''Evet o genç.''

''Neden sordunuz Ali'yi?''

''Ne işle uğraşıyor?''

Kendimden emin bir şekilde, ''Kağıt toplayıcısı,'' diye açıkladığımda abim yüzünü ekşitip, ''Ne?'' diye tepki gösterdi. ''Akça! Kimlerle arkadaşlık yapıyorsun sen?''

''Ne alakası var?'' diye çıkıştım kendime hakim olamadan. ''Onun ne iş yaptığı bendeki yerini değiştirmez. O benim arkadaşım.''

Vera tatlı bir tavırla, ''Aslında hoş çocuk,'' dedi. ''Yani tatlı ve biraz toy.''

''Sen ne ara tanıdın kızım?'' diye sordu Nergis Hanım.

Vera dudaklarını bükerek, ''Tanıştık,'' dedi.

Yavuz ailesini anlattığından beri onlara farklı gözle bakıyordum ve aslında hepsinin başka bir adı, başka bir kimliği vardı. Peki ya babam bunu biliyor muydu? Babam biliyorsa bu işin neresindeydi?

Ardıç soğuk bir gülüşle, ''Ali kim merak ettim doğrusu,'' dedi ve ekledi. ''Baksanıza küçük kız kardeşim bile tatlı olduğunu söylüyor.''

''Biraz agresif olduğunu eklemeyi unutmuşum,'' diye düzeltti Vera kaşlarını kaldırıp indirerek.

Yavuz bana bakıp, ''Ali fena bir çocuk değil,'' dedi. Nereye varmaya çalıştıklarını anlamıyordum ama onu bu kadar sorgulamaları Ali için farklı düşüncelere sahip olduklarını gözler önüne sermişti. ''Öyle bir çocuğun sadece kağıt toplaması adil değil.''

Ellerimi bir araya getirip Kalender Bey'in gözlerinin tam içine baktım çünkü bu adam zannetmemizi istediği kişi değildi, ben farkındaydım. ''Ali'nin babası bir deniz askeriymiş ve suikaste kurban gitmiş, annesini de kaybetmiş zamanla. Yalnız bir çocuk.''

Kalender Bey, ''Çok üzücü,'' diye iç geçirdi.

''Kesinlikle.''

''Ali'yi iyi tanımıyorum ama Yavuz'un da dediği doğruysa onu yakından tanımak isterim. O gece birçok insanın ölümünü engelledi. Farklı biri olsa gerek.''

''Tam olarak ne istiyorsunuz?''

''Ali'yi tanımak.''

''Üzgünüm telefon kullanmıyor.''

Vera mırıldandı. ''Biraz çağ dışıdır da.''

Armağan'ın gülümsediğini gördüm. Kalender Bey, ''Sorun değil ev adresi vardır muhakkak,'' diye bana bakmaya devam ettiğinde, ''Açıkçası bunu onunla konuşmam gerek çünkü Ali direkt irtibattan pek hoşlanmaz,'' deyip kararlı duruşumu gösterdim.

''Bunu iletirsin ama değil mi Akça?'' diye sordu Kalender Bey.

''Tabii fakat ben de size bir şey sormak istiyorum,'' dediğimde herkesin susması tuhaf olmuştu. ''Neden onunla bu kadar ilgileniyorsunuz?''

Kalender Bey, ''Açıkçası o gece için özel bir teşekkür etmek istiyorum ve kabul ederse yanımda çalışmasını teklif edeceğim,'' diye konuştu. ''Madem babası bir deniz askeriydi Ali'nin de özel ya da yetenekli biri olmaması kaçınılmaz olabilir.''

''Anladım,'' dedim ama asla bu sözlere inanmadım. Yavuz ile bakıştığımızda bana sakin kalmamı işaret etti zaten bir çıkış yapmayacaktım.

Birsen abla sunuma geçtiğinde Yavuz ayağa kalkmak için müsaade isteyerek lavabonun yerini sordu ve üst kata çıktı. Ardından baktım ve önüme döndüğümde Ardıç'ın bakışlarıyla duraksadım. Hafif bir tebessüm gördüm yüzünde ve açıkçası bundan hoşlanmıştım çünkü bana güvendiğini göstermişti.

Sohbet iş hayatına döndüğünde kimseye fark ettirmeden yukarı kata çıktım. Merdivenlerin sonuna geldiğimde Yavuz'u babamın sadece kendisinin girdiği o odanın önünde durduğunu gördüm. Kapıyı zorlarken aşağı bakıp aceleyle yanına çıktım. ''Yavuz!'' diye fısıldadım. ''Ne yapıyorsun?''

Yavuz hafif bir şaşkınlıkla yeşil gözlerini kısarak, ''Bu kapı neden kilitli?'' diye sordu.

''Babamın odası çünkü ondan başkası giremez!''

''Sebep?''

''Çünkü öyle.''

Kaşlarını çattı. ''Anahtarı yok mu?''

''Babamda var,'' dedim ve çabucak dudaklarımı yaladım. ''Hem sen neden buradasın?''

''Baban az önce fena köşeye sıkıştı fark etmedin mi Akça?''

''Sayende,'' diye kollarımı göğsümde topladım. ''Biraz daha zorlasaydın başka şeyler olacaktı.''

''Çünkü baban da kızının intihar etmediğini sadece sizi oyalamak için böyle söylemesi gerektiğini biliyor,'' dedi açık açık. ''Bu odaya kimseyi almıyorsa hayati belgeler vardır diye düşünüyorum.''

''Bak,'' dedim gözlerine. ''O odanın içine bir kere bile giremedim ve buna cesaret ettiğimde babam elini kaldırdı.''

Yüzü düştü. ''Seni kıracak kadar mühim yani?''

Omzumu silktim. ''Galiba.''

''Peki ya hiç mi başkası girmedi?''

Duraksadım ve yutkunarak ağır bir konuşmayla, ''Ablam,'' dedim. İlgisini çekmeyi çabucak başarmıştım. ''En son ablam girmeye çalışmıştı daha doğrusu ablam girmişti çünkü bana o odadan sonra evden kaçmam gerektiğini söylemişti... Yani ölmeden önce son sözleri bu oldu.''

''Evet Akça!'' dedi hızla Yavuz üzerime gelerek. ''Evet bundan bahsediyorum. Bak karanlık işler dönüyor ve ablan boşuna ölmedi belki de bir sonraki adım sensindir!''

''Ne?'' dedim inanamayarak. ''Sen iyi misin Yavuz?''

''Çok iyiyim,'' diye kafasını salladı. ''Babana konduramıyor olabilirsin ama bunca şey bir işaret değil mi? Belki de katili çok uzakta aramamak gerekir ha?''

Alnımı kırıştırıp ondan bir adım geriye düştüğümde, ''Hayır,'' diye inkar ettim ve o sırada aşağıdan yukarı doğru yükselen konuşmayla birlikte adım sesleri geldi. Yavuz sağına soluna bakınıp bir anda beni kolumdan tuttuğu gibi karşıdaki odaya sürükledi, daha doğrusu odama geldik ve kapıyı bir santim kadar aralık bırakarak geride durdu ve bana sus işareti yaptı.

Sustum.

''Yavuz bir şeylerden şüpheleniyor,'' diye bir ses duydum ve babama aitti. ''Oğlunun üzerimdeki gölgesinden rahatsızım Kalender.''

Nefesimi bile duymuyordum.

''Yavuz her zaman şüpheci olmuştur,'' dedi Kalender Bey. ''Merak etme ilgisini senin üzerinden çekerim.''

''Çok iyi yaparsın,'' dedi babam. ''Ayağıma dolanacak gibi hissediyorum.''

Kalender Bey gülerek, ''İşi bu,'' diye konuştu.

O sırada eğilerek Yavuz'un yanına gidip küçük aralıktan dışarı baktım. Babam cebinden çıkardığı anahtarla gizli odanın kapısını açtı ve Kalender Bey'e bakıp imalı bir gülümsemeyle, ''Gel bakalım eski dostum yeni ortağım,'' dedi. ''Geçmişin tozlarını üfleyelim.''

Kalender Bey memnun bir gülümsemeyle içeri girdiğinde babam da peşinden girdi ve kapı kapandı.

Hiçbir şey anlamazken Yavuz şaşkınlıkla, ''Ne çeviriyorsun sen baba?'' diye homurdandı. ''Ne işler peşindesin?''

''Baban az önce babamın dışında kimsenin girmediği odaya girdi Yavuz,'' dediğimde Yavuz geri çekildi ve kapıyı kapattı. Sırtım kapıya dönüktü. Yavuz ise bana sadece bakıyordu. Bir şeyler konuşmasını istedim. ''Yoksa baban da mı bu işin içinde?''

''Bilmiyorum,'' dedi öylece.

''Az önce katil diyordun şimdi baban da girdi oraya,'' dedim. ''Sence ablamın ölümünde onun da bir payı yok mudur?''

''Hayır!'' diye inkar etti Yavuz apaçık bana kızar gibi. ''Babam benden gizli bir şey yapamaz.''

Dudağımın kenarını kıvırdım. ''Oysa ki kendinden başka kimseye güvenmediğini düşünüyordum meğer o kadar akıllı değilmişsin.''

''Akça bu farklı bir şey,'' dedi.

''Evet ben de onu söylüyorum,'' dedim üzerine basarak. ''Bir şeyler dönüyor ve ablamın katili ya da katilleri çok yakınımızda. Ben kendim dışında kimseye güvenmem.''

''Bana bile mi?''

''Senin ne özelliğin var ki?'' dedim hafif tebessümle.

Afalladı. ''Erkek arkadaşın değil miyim?''

Bakışlarımı kaçırdım. ''Hiç öyle hissettirmiyorsun ki. Romantizm desen yok, iki güzel laf desen o da yok... Ee?''

''Haklısın,'' diye eğdi kafasını ve derin bir nefes aldı. ''Sadece kimseye açık etmemeye çalışıyorum.''

''Evet doğru ama en azından bana biraz özel hissettirebilirsin ha?''

Kafasını kaldırıp muzip bir tebessümle, ''Yarın akşam?'' diye sordu davetkar bakışlarıyla. ''Benimle özel bir yemek yer misin? Sonrasında daha özel hissettireceğim şeyler yaşarız belki ha?''

''Ha?''

''Ha?''

Sersem gibi gülmeye başladığımızda kendimizi toparladık ve ciddiyeti direkt ele alan taraf o oldu. ''Akça yeni alışmaya başlıyorum lütfen bana kızma. Sen benim için çok özelsin gerçekten. Her zaman işler böyle gitmeyecek korkma.''

''Korkmuyorum,'' dedim. ''Sadece öyle dokundurdum hem baksana daha farklı şeyler var hayatımızda. Bir süre daha bunun peşinde dursak kendi duygularımızı askıya alsak fena olmaz.''

''Duygularımı askıya alamam ama doğru,'' dedi kafasını sallayarak. ''Baban ve babam; bir iş çeviriyor. Babam benden habersiz hiçbir şey yapmazdı fakat güvenmek de akıl işi değilmiş az önce gördüm.''

                                           🌊

''Aç değil misin?'' diye sordu Ali sahil kenarındaki bankta otururken.

''Açım ama birazdan yemeğe gideceğim,'' diye itiraf ettim.

Gözlerini kısarak beni hafifçe süzdü. ''Hımm demek bu özen boşa değil! O dangalağa söyle seni üzmesin yoksa onu üzerim.''

''Bak ya bak ya!''

Gülerek kafasını eğdi ve pilavından bir kaşık aldıktan kısa bir süre sonra öksürmeye başladı. Kaşlarımı çatarak toparlandım. ''Ali! Hasta mısın?''

''Biraz üşüttüm galiba,'' diye konuşmaya çalıştı öksürüğünün arasından.

''Kalk hastaneye gidelim!''

''Kızım iki öksürükle ölecek değilim!'' diye durdurdu beni gülmeye çalıştığında. ''Eve gider nane limon kaynatırım sabaha bir şeyim kalmaz.''

Endişeli ve ikna olmamış bir şekilde yorgun gözlerine bakarken, ''Hiç de nane limonla geçecek gibi durmuyorsun ama,'' dedim. ''Evin soğuktu kesin üşüttün zaten.''

''Dert etme,'' diye geçiştirdi yeniden öksürdüğünde.

''Kalk lütfen ya!'' dedim kızarak ayaklandığımda lakin kolumdan tutarak beni oturttu. ''Abla iyiyim! Sen bana söyleyeceğin neyse söylesene hadi. Bak geç kalacaksın yemeğine.''

''Yemek bekler sen hasta olma daha fazla,'' diye salladım kafamı aksi bir tavırla. Ali ise pek oralı değildi ve pilavını kaşıklamaya devam ediyordu. Üzerinde neyse ki kalın diyebileceğim bir ceket vardı. Derin bir nefes alıp Ali'nin yemekte olan yüzüne baktım. ''Kalender Bey seninle tanışmak istiyor.''

''Neden?'' diye sordu ilgisini çekmediğinde.

''Seni merak ediyor.''

''Merak edilecek biri olmadığımı söylemedin mi?''

''Hayır,'' dedim ve gözlerimi kısarak parmaklarımla oynamaya başladım. ''Daha doğrusu ben babanın deniz askeri olduğunu ve anneni kaybettiğini de söyledim.''

Ali direkt kafasını kaldırıp bana sertçe baktığında bunun yanlış bir söylem olduğunu anlamıştım ama elbet hak verecekti. ''Gerek var mıydı buna Akça?'' diye sordu, sesi gergindi.

''Haklısın ama...''

''Bence gerek yoktu!''

''Ali özür dilerim senden habersiz seni anlatmak istemedim fakat Kalender Bey...''

''Kim lan o herif?'' diye çıkıştı bir anda. ''Hayatımı merak ediyor falan. Merak etmesin kimse beni, kendi halimde sokaklarda geçimini sağlayan bir çocuktan öte biri değilim.''

''Hayır sadece bu kadar değilsin,'' dedim bu kez ben sesimle onu bastırdığımda. ''Ali neden bu kadar geri plandasın? Neden hayata karışmıyorsun? İnsanlarla konuşmayı dene sana iyi gelecektir!''

''Benim adıma kararlar verme,'' diye kıstı gözlerini. ''Anlaşılan o ki; içimi yanlış insana açmışım. Ben senin hakkında tanımadığın insanlara seni anlatmam.''

''Kötü biri değil.''

''Nereden biliyorsun Akça? Kaç kez girdin evlerine? Kaç kez yemek yedin sofralarında?'' Kucağındaki pilav tabağını bankın kenarına bırakıp, ''Ya sen o Yavuz denen adama bile güvenmiyorsun,'' diye sesini yükseltti. ''Neden benim hayatımı onlara anlatıyorsun?''

Şaşkınlıkla Ali'ye bakarken, ''Ben özür dilerim,'' diye kalakaldım.

''Dileme!'' Ayağa kalktı ve geri dönerek arkadaki kağıt arabasını sırtlanıp yüzüme baktı. ''Kimseyle tanışmak istemiyorum, iletirsin!''

Ali öfkelenerek beni arkasında bıraktığında hak vermeye çalıştım ama bana da haksızlık yaptığını bilmesini isterdim. Yine gün sonunda bir çuval inciri berbat eden taraf olmuştum fakat asla niyetim onu üzmek değildi. Ali benim için öylesine güzel bir yerdeydi ki ona küsemez, onu yalnız bırakamazdım.

Kalbim kırık bir şekilde arabaya geçtim ve derin bir nefes alıp yoluma öyle devam ettim. Seyir halinde ilerlerken telefonum çalmaya başladı. Arayan Yavuz'du. ''Efendim?''

''Güzelim?'' diye sesini duydum ilk olarak.

Hafif bir tebessümle yola devam ederken Yavuz, ''İyi misin Akça?'' diye sordu.

''Sayılır,'' dedim kaçamak cevap vermeden.

''Ne oldu? Neredesin?'' Sesi endişeliydi.

''Gelince anlatırım yoldayım.''

''Peki,'' diye yormadı. ''Ben de yoldayım görüşürüz. Dikkat et kendine.''

''Ederim Yavuz.''

Telefonu kapatıp camı biraz açtım ve hava aldım. Tek elimi dışarı çıkarıp özgürlüğümün tadını çıkarmaya başladığımda trafik olmayan caddeye girdim ve kısa bir süre sonra arkamdan iki araba sinyal vermeye başladı. Farları bir yanıp bir söndüğünde dikiz aynamdan arkayı görmeye çabaladım. Siyah arabaları kimin kullandığını göremedim. Birine yol verdiğimde diğeri kesti diğerine yol verdiğimde öteki kesti ve en sonunda sağdaki hızla virajı alarak önüme kırdı ve arabayı durdurdu.

Korkuyla aniden frene bastığımda zeminde tiz bir ses çınladı.

Nefes nefese saçlarım yüzümü kapattığında önümdeki arabadan iki tane takım elbiseli adam indi ve buraya doğru gelmeye başladılar. Korkudan gözlerim kocaman açıldığında elimi arabanın kilidine götürdüm fakat bir silah sesi işittim havaya açılan. Daha çok korktum ve kilide basamadan kapım açıldığı gibi bir çift el üzerime geldi.

''Bırakın beni!'' diye bağırdım olanca gücümle. ''Bırakın!''

Kalbim yerinden çıkmıştı adeta ve ay tepede sönmüştü. Adamlar hiç konuşmadan tüm yardım çığlıklarımı, yumruklarımı ve çırpınışlarımı umursamadan beni arabaya tıkıştırdılar ve önce ağzımı sonra da gözlerimi kapattılar.

Aç sesini konuşacağım,
Duy beni susacağım,
Bu kaçıncı ölüm bilmem ama
Gün sonunda yok olacağım.

Kendime geldiğimde hiçbir şey göremiyordum. Ellerim, ayaklarım bir sandalyeye bağlıydı. Konuşamıyor, hareket bile edemiyordum. Işığımı çalmışlardı onu biliyordum. Neredeyim, sesimi kim duyacak anlamıyordum. Fakat üşüyordum, öyle çok üşüyordum ki güneş bile yakamazdı beni donuyordum.

''Abi,'' dedi biri en nihayetinde ses duyduğumda. Kaşlarımı çattım ve çok uzakta değillerdi ama duyuyordum. ''Abi kızı yem olarak kullanmak sence mantıklı mıydı?''

''Dalga mı geçiyorsun lan sen?!'' diye kızdı soruyu soran adam diğeri. ''Patron ne dediyse onu yaptık. Şimdi gelsin kurtarsın Yavuz denen it, sevgilisini. Kucağımıza düşsün bakalım.''

''Abi bu Yavuz kimdi?''

''Kim olacak,'' diye güldü az önceki adam. Sesi korkutucu geliyordu. ''Adı Yavuz, nam-ı diğer Albatros. Eski istihbaratçı.''

🌊

Bölüm sonu.

Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olmuştur. Kurguda bazı şeyleri allandırıp uzatmak niyetinde değilim ama biraz gizem de iyidir ^^

En kısa zamanda görüşmek üzere. Hikayelerim hakkında bilgi almak isterseniz: ig: sumeyyedmrkan takip edebilirsiniz.

❤️‍🩹

Continue Reading

You'll Also Like

7.1M 414K 84
Sevdiği çocuk yerine yanlışlıkla okulun serserisine yazan Ece, başına çok büyük bir bela aldığını fark ettiği an onu engeller. Fakat her şey için ço...
930K 64.7K 37
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
11.3K 765 20
Jeon jungkook ve kim jennie kavuşabilecekler mi? Başlangıç tarihi:10.06.2019 Bitiş tarihi:02.02.2020
478 62 15
"Peki Zeze'yi öldüren kimdi?" "Bendim. Zeze'yi ben öldürdüm. Onu korkuluklardan iten ben değildim belki ama Zeze'nin ölmek istemesine neden olan bend...