THE 100 [1.Kitap]

De lostSun365

86 28 2

Onlar Yalancı, Onlar Hırsız, Onlar Asi, Onlar Kahraman Onlar İnsanlığın Kaderini Belirleyecek 100 Genç... Yaş... Mais

1
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26

2

7 1 0
De lostSun365



VVells

Şansölye yaşlanmıştı. Wells'in babasını son görüşünün üzerinden yaklaşık altı hafta geçmiş olmasına rağmen, yaş­ lanmış görünüyordu. Şakaklarındaki saçlar daha da beyaz­ laşmış, gözlerinin etrafındaki çizgiler derinleşmişti.
Şansölye, bezginlikle iç çekerek "Artık bana bunu neden yaptığını söyleyecek misin?" diye sordu.

Wells, sandalyesinde döndü. Gerçek, dilinin ucuna kadar gelmişti. Babasının yüzündeki hayal kırıklığını yok edebil­ mek için her şeyini verebilirdi. Ama işini şansa bırakmak istemiyordu, önce cesur planının gerçekten işe yarayıp ya­ ramadığım öğrenmeliydi.

Odaya bir göz atarak, belki de son kez gördüğü kutsal emanetleri inceledi. Bir vitrinin içindeki kartal iskeletini... Louvre Müzesi'ndeki yangından kurtarılmış birkaç tablo­ yu. .. İsimleri daima Wells'in içini sızlatan ve artık var olma­ yan güzelim şehirlerin fotoğraflarını... Tüm bunlan zihnine kazımaya çalışarak bakışlarını babasımnkilerden kaçırdı.

"Bu bir meydan okuma mıydı? Arkadaşlarına hava at­ maya mı çalışıyordun?" Şansölye, Konsey duruşmalarında kullandığı alçak ve düzgün sesle konuşuyor, sonra kaşını kal­ dırarak konuşma sırasının Wells'e geldiğini işaret ediyordu.

"Hayır, efendim."

"Kendini mi kaybettin? Uyuşturucunun etkisinde miy­din?" Durum farklı olsa, Wells, babasının sesindeki umutlu tonu eğlenceli bulabilirdi. Ama Şansölye'nin gözlerindeki bakış, hiç de komik değildi. Wells'in, annesinin cenazesin­
den bu yana görmediği bu bakıştan hem şaşkınlık hem de bezginlik okunuyordu.

"Hayır, efendim."

Wells, bir an babasının koluna dokunmak istedi ama -kelepçeleri dışında- bir şey, onun masanın diğer yanına uzanmasını engelledi. Tahliye Geçidi'nin etrafında
toplan­mış, sessizce annesine son vedalannı ederken bile araların­ daki iki metrelik mesafeyi aşamamışlardı. Sanki Wells ve babası, yaslarının kuvveti birbirini iten birer mıknatıstılar.

"Nedeni politik miydi?" Şansölye, bu soruyu sorarken biraz geri çekildi. Düşüncesi, bir el olup onu itmişti sanki.

"Walden'dan ya da Arkadya'dan biri mi yaptırdı bunu sana?"

"Hayır, efendim," dedi Wells, kızgınlığını gizleyerek. Görünüşe göre babası, son altı haftayı Wells'i kafasında bir tür asi olarak yeniden biçimlendirmeye çalışarak geçirmişti.

Anılarını tekrar programlayarak, eskiden sınıf birincisi ve şimdilerde en üst rütbeli subay adayı olan oğlunun, neden tarihteki en büyük kamu kuralı ihlaline imza attığını anla­maya çalışıyordu.

Ama gerçek bile babasının şaşkınlığını gideremezdi. Şansölyc'ye göre hiçbir şey Cennet Ağacı'nı, dünyadan topluca göç ettikten sonra Phoenix'e taşınan fi­ danı, ateşe vermeyi haklı kılamazdı. Ancak Wells'in seçme şansı olmamıştı. Clarke'ın Dünya'ya gönderilen yüz kişi­ den biri olduğunu öğrendiğinde, onlara katılmak için her şeyi göze almıştı. Şansölye'nin oğlu olduğundan, ancak en bariz ihlal hapse girmesine yol açabilirdi.

Wells, Anma Töreni'nde üzerine dikilmiş yüzlerce gözün yarattığı baskıyı hissederek kalabalığın arasından yürüdü­ ğünü, titreyen eliyle çakmağı cebinden çıkararak karanlıkta parıldayan bir kıvılcım yaktığını hatırladı. Alevler, bir anda ağacı sararken herkes sessizce bakakalmıştı. Aniden yaşa­ nan kargaşada muhafızlar hızla öne atılsa da sürükleyerek götürdükleri kişinin Wells olduğunu görmeyen kalmamıştı.

"Aklından ne geçiyordu?" diye sordu Şansölye, kuşkuyla. "Bütün salonu yakabilirdin, içindeki herkesi öldürebilirdin." Yalan söylemek daha iyiydi. Babasını, bunu meydan
okumak için yaptığına inandırması daha kolaydı. Bel­ ki de uyuşturucunun etkisindeymiş numarası yapmalıydı. Şansölye'ye göre her iki senaryo da her şeyi bir kız için riske attığı gerçeğinden daha mantıklıydı.

Hastanenin kapısı ardından kapandı ama Wells1n gülüşü, yüzünde donup kalmıştı. Kendini gülümseyebilmek için o kadar zorlamıştı ki yüzündeki kaslara kalıcı zarar vermiş gibi
görünüyordu. İlaçlar yüzünden gözleri pek iyi görmeyen annesi, büyük olasılıkla bu gülümsemeyi gerçek sanmıştı. VVelIs'in amacı da buydu zaten. İçinden acı dolu ama zarar­ sız yalanlar döküldükçe annesi, ellerini tuttu. "Evet, babam­ la aramız iyi." Babasıyla haftalardır doğru dürüst konuştuğu yoktu ama annesinin bunu bilmesi gerekmiyordu.

"Daha iyi olduğunda Roma imparatorluğu'nun Gerileyişi ve Çöküşü'nü bitiririz." Ancak annesinin son cilde gelemeyeceğini ikisi de
biliyordu.

Wells, hastaneden çıktı ve -neyse ki- boş olan B güver­tesine doğru yürümeye başladı. Bu saatte, insanlar ya özel eğitimlerde ya işte ya da takas pazarında olurlardı. Onun da normalde en sevdiği ders olan tarih dersinde bulunması ge­ rekiyordu. Roma ve New York gibi antik şehirler hakkındaki
hikâyeleri hep sevmişti.

Bu şehirlerin baş döndürücü zafer­ leriyle ancak büyük çöküşleri yarışabiliyordu. Ama mesaj kutusunu muğlak taziye mesajlarıyla dolduran sınıf arkadaş­larıyla iki saat geçirmek istemiyordu. Annesi hakkında
ko­nuşabileceği tek kişi, son zamanlarda ona garip bir şekilde mesafeli davranan Glass'tı.
Wells, kütüphaneye vardığını fark ettiğinde kaç dakikadır
kapının önünde durduğunu bilmiyordu.

Tarayıcının kimlik
tespiti için gözlerini taramasına izin verdi, cevabı bekledi ve başparmağını düğmeye bastırdı. Kapı, VVelIs'e büyük bir iyilik yapıyormuş gibi, o içeri girinceye kadar açık kaldı ve arkasın­ dan gürültüyle kapandı.
Çocuk, durağanlığın ve gölgelerin sıkıntısı üzerine çöker­ken, derin bir nefes aldı. Felaket'ten önce Phoenix'e taşman kitaplar, çürümeyi büyük ölçüde yavaşlatan oksijensiz kutu­ larda saklandığından, yalnızca birkaç saatliğine ve kütüpha­ nede okunmak zorundaydı.

Yirmi dört saatlik ışıklardan giz­lenmiş olan muazzam oda, oldukça loştu.
Wells, kendini bildi bileli pazar akşamlarını burada, an­ nesiyle geçirirdi. Küçükken annesi ona yüksek sesle kitap okurdu, büyüdüğünde ise beraber kitap okumaya başlamış­ lardı. Ama annesinin hastalığı ilerleyip baş ağrıları arttıkça Wells ona kitap okumaya başlamıştı. Annesi hastaneye yat­ madan önceki gece Roma imparatorluğu'nun Gerileyişi ve Çöküşü'nün ikinci cildine yeni başlamışlardı.

Wells, Ingiliz Dili bölümü ile karanlık arka köşeye sıkıştırıl­ mış Tarih bölümünün arasında zikzak çizdi. Koleksiyon, olma­ sı gerekenden küçüktü. İlk koloni hükümeti Phoenix'e dijital metinler yüklenmesi için çalışmıştı ancak birkaç yüzyıl sonra bir virüs, dijital arşivlerin çoğunu silmişti ve geriye kalan kitap­ lar, yalnızca özefkoleksiyonlardakilerdi.

İlk kolonicilerden yeni nesillere kalan aile yadigârlarıydı bunlar. Son yüzyıl boyunca eski eserlerin çoğu, kütüphaneye bağışlanmıştı.
Wells, tarayıcının hizasına gelinceye kadar çömeldi. Baş­ parmağını kilide bastırdı ve cam, bir ıslık sesiyle vakum mührü kırarak açıldı. Gerileyiş ve Çöküş'ü almak üzere elini uzattı ama birden durakladı. Kitapta anlatılanları annesine anlatmak için okumaya devam etmek istedi. Ancak bunu yapmak, annesinin mezar taşıyla hastane odasına gidip ona taşın üzerine ne yazacağını sormaktan farksız olurdu.

"Kutuyu açık bırakmamalısın "dedi bir ses, arkasından.

"Evet, teşekkür ederim," dedi Wells. Sesi, elinde olmadan sert çıkmıştı.

Ayağa kalktı ve gözlerini ona dikmiş bakan ta­ nıdık bir kız gördü. Hastanedeki stajyer doktordu bu. Wells, onu görünce hastaneyi hatırlamış, rahatsız olmuştu. Kütüp­
hane, mide bulandıran antiseptik kokularını ve bir hayat be­ lirtisinden çok ölüme geri sayımı çağrıştıran kalp monitörü­ nün sesini unutmaya gittiği yerdi.

Kız bir adım geri gidip başını kaldırınca sarı saçları yan tarafına döküldü. "Ah, sen miydin?" dedi. Wells, kızın onu ta­ nıdığı için ayılıp bayılmasına ve arkadaşlarına kornea mesajı attığı anlamına gelen hızlı göz hareketlerine hazırladı kendi­ ni. Ama bu kız, gözlerini ona dikmişti. Sanki Wells'in özellikle sakladığı düşünceleri ortaya çıkarmak için beynini tabaka
tabaka soyarak içine bakıyordu.
"O kitabı istemiyor muydun?"diye sordu, başıyla Gerileyiş
ve Çöküş'ün bulunduğu rafı göstererek.
VVelis, başını sallayarak"Başka zaman okurum,"dedi.

Kız, bir an sustu. Ardından "Bence onu şimdi almalısın," dedi. Wells1n çenesi gerildi ama bir şey söylemedi. Bunun üzerine kız, konuşmaya devam etti:

"Eskiden seni annenle
birlikte burada görürdüm. Bence bunu ona götürmelisin." "Babamın Konsey'in başında olması, bana üç yüz yıllık bir kuralı bozma hakkını vermez," dedi Wells. Üslubunu sertleş­
tirmek için biraz küçümseyici bir tavır takınmıştı.

"Birkaç saatten bir şey olmaz. Havanın etkilerini abartı­ yorlar."

Wells, kaşını kaldırdı. "Peki ya çıkıştaki tarayıcı? Onun gü­ cünü de abartıyorlar mı?" Phoenix'teki birçok halka açık ye­ rin kapısında istenilen her teknik özellikte programlanabilen tarayıcılar vardı. Kütüphanedeki tarayıcı, kimse dışarıya giz­ lice kitap çıkarmasın diye kapıdan çıkan her insanın molekü- ler bileşimini kontrol ediyordu.

Yüzünde bir tebessüm beliren kız, "Bunu uzun zaman önce çözmüştüm," dedi. Omzunun üstünden alttaki kitap kutularının arasına bir göz attı ve cebinden bir parça gri ku­maş çıkardı.

"Tarayıcının kâğıttaki selülozu algılamasını en­ gelliyor," diyerek kumaşı ona uzattı. "Hadi. Al şunu."
Wells, bir adım geriledi. Bu kızın onu utandırmaya çalışı­ yor olma ihtimali, cebinde sihirli bir kumaş gizlemesi olası­ lığından çok daha fazlaydı. "Bunu neden taşıyorsun?" diye sordu.

Kız, omzunu silkti."Başka yerlerde kitap okumayı seviyorum." VVells, bir şey söylemeyince kız gülümseyip öbür elini uzattı."Sen sadece bana kitabı ver. Bernonu senin için kaçırır,
hastaneye getiririm."

VVells, ona kitabı verdiği için kendine şaştı."Adın ne?"diye
sordu.

"Böylece sonsuza dek kime borçlu kalacağını bileceksin,
öyle mi?"

"Böylece tutuklandığımda kimi suçlayacağımı bileceğim." Kız, kitabı kolunun altına sokup elini uzattı. "Clarke." "VVells," dedi çocuk, kızın elini sıkmak için uzanarak. Gü­
lümsedi ve bu kez canı acımadı.

"Ağacı zor kurtardılar," dedi Şansölye, gözünü Wells'e di­ kerek. Çocuğun yüzünde pişmanlık ya da sevinç duyduğu­ na dair bir işaret arıyordu sanki. Oğlunun harabeye dönen gezegenlerinden kurtarılan tek ağacı neden yaktığını anla­ masını sağlayacak herhangi bir şey. "Bazı Konsey üyeleri, çocuk olmana rağmen seni oracıkta infaz etmek istediler. Onları seni Dünya'ya göndermeye ikna ederek canını ba­ ğışlatabildim."

Wells, rahat bir nefes aldı. Hapisteki çocukların sayısı 150'yi bulmadığından, gruba yaşı daha büyük olanlan se­ çeceklerini düşünmüştü ancak, şu ana dek göreve gönderi­leceğinden emin olamamıştı.

Wells'e bakan Şansölye, birden oğlunun niyetini anladı
ve gözleri şaşkınlıkla açıldı. "Senin istediğin de buydu, de­ ğil mi?"
Wells, başını evet anlamında salladı.
Şansölye, yüzünü buruşturdu. "Dünya'yı görmeyi bu kadar istediğini bilseydim, ikinci sefere katılmanı kolayca sağlayabilirdim. Güvenli olduğuna karar verdikten sonra."
"Beklemek istemedim. İlk yüz kişilik grupla gitmek is­ tiyorum."

Şansölye, Wells'in ifadesiz yüzünü incelerken gözlerini kıstı. "Neden? Sen riskleri herkesten iyi biliyorsun."
"Saygısızlık etmek istemem ama Konsey'i nükleer kışın bittiğine ikna eden sizsiniz. Oranın güvenli olduğunu siz söylediniz."

"Evet. Nasıl olsa ölecek olan yüz suçlu için güvenli," dedi Şansölye, sesi küçümseyici ve şüpheciydi.

"Oğlum için güvenli olduğunu söylemedim."

VVells'in bastırmaya çalıştığı öfkesini alevlendirmiş, suçluluk duygusunu yok etmişti. Ellerini sallayınca, kelep­ çeleri sandalyeye sürtünüp takırdadı. "Sanırım ben de artık onlardan biriyim."

"Annen bunu yapmanı istemezdi VVells. Dünya'yı düşle­ meyi sevmesi, senin kendini tehlikeye atmanı istediği anla­ mına gelmez."

VVells, metalin etine batmasını umursamadan öne doğru eğilip "Bunu onun için yapmıyorum," dedi.

Oturduğundan beri ilk kez babasının gözlerinin içine bakıyordu. "Gerçi onun benimle gurur duyacağını düşünüyorum." Bu, bir ba­ kıma doğruydu. Annesinin romantik bir yanı vardı ve oğ­lunun sevdiği kızı korumak istemesini takdir ederdi. Ama annesinin Clarke'ı kurtarmak için gerçekte ne yaptığını bi­ liyor olması düşüncesi, midesine kramplar girmesine neden oldu. Gerçek, Cennet Ağacı'nı yakmayı zararsız bir şaka gibi gösterecekti.

Babası, gözlerini ona dikti. "Yani bütün bu fiyaskonun o kız yüzünden olduğunu mu söylüyorsun?"

VVells, yavaşça başını salladı. "Oraya bir tür laboratuvar faresi gibi gönderilmesi benim suçum. Oradan canlı kurtul­ ması için elimden geleni yapacağım."

Şansölye, bir an için sesini çıkarmadı. Ancak sonra tek­ rar konuştu, sesi sakindi. "Buna gerek kalmayacak." Ma­ sasının çekmecesinden bir şey çıkardı ve VVells'in önüne koydu.

Üzerinde Wells'in başparmağı büyüklüğünde bir çip bulunan, metal bir halkaydı bu. "Şu anda seferin her üyesine bu bilekliklerden biri takılıyor," diye açıkladı. "Ge­ miye bilgi gönderecekler ve biz de bu sayede yerinizi belir­ leyip yaşamsal belirtilerinizi takip edebileceğiz. Çevrenin yaşanılabilir olduğuna dair kanıt bulur bulmaz, tekrar ko­ lonileşmeye başlayacağız." Sertçe ve zoraki bir şekilde gü­ lümsedi. "Eğer her şey yolunda giderse, geri kalanımız kısa sürede yanınıza gelecek ve bunların hepsi..." -Wells'in ke­ lepçeli ellerini gösterdi- "unutulacak."

O sırada kapı açıldı ve bir gardiyan göründü. "Zaman geldi, efendim."

Şansölye başını salladı ve gardiyan Wells'i ayağa kaldır­ mak için uzun adımlarla odanın öbür ucuna doğru yürüdü.

Şansölye "İyi şanslar oğlum," dedi kendine özgü, meş­ hur haşinliğiyle. "Bu görevin başarıyla tamamlanmasını sağlayacak biri varsa, o da sensin."
Wells'in elini sıkmak için uzandı ama hatasını anlayınca elini geri çekti. Biricik evladının elleri, hâlâ arkasında ke­lepçeliydi.

Continue lendo

Você também vai gostar

39.9K 4.7K 80
TAMAMLANDI✓ 81.bölümden itibaren tüm kalan bölümleri blog sitemden okuyabilirsiniz🫰 -Son dakika haberi! İmparatorluk Amirali Lucas'ın dün gece otel...
231K 7.2K 27
ZORLA EVLİLİK VARDIR, ONA GÖRE OKUYUN. Umursamaz tavrı beni sinirlendirmişti, babamın götünden resmen ter akıyordu. Kapıyı kapattı ve stresle bana ba...
998K 49K 70
0545 *** ** **: Hanımefendi şemsiyeniz bende kalmış Siz: Pardon tanıyamadım? 0545 *** ** **: Kader Ortağın 0545 *** ** **: Ruh Eşin 0545 *** ** **: v...
YANSIMA De Gizme

Ficção Científica

8.8K 580 32
İKİ AYRI YAŞAM AMA TEK BİR NOKTA : RUH Amelia kendini hiç bilmediği bir dünyada bulmuştu. Bir anda 19. yüzyıl İngiltere'sine gitmişti. Bu bir rüya m...