LALELERİNDEN SERİSİ

De arssnoctis

8.7K 1.8K 23.9K

"İntikamın kokusu geliyor her cesetten, biz gerçeğiz ve bizde yalan yok." SE. Adaletin olmadığı bir ülke düş... Mais

LALELERİNDEN SERİSİ
SİYAH EMARE
1. KÜLLERİ
2. ÖLÜMÜN PARODİSİ
3. ÇOCUKLUĞUMUZ
4. BEYAZ ZAMBAK
5. ADALET ÇIKMAZI
6. ÖRGÜT LİDERİ
7. ACININ KRALI VE UMUDUN KRALİÇESİ
8. BULANIK ZİHİNLER
9. KANLI NOEL
10. ÖLÜM KOKAN TOPRAK
11. MATEM ÇİÇEKLERİ
12. YALNIZLIK
13. YALAN SAVAŞLAR
14. BİR MASAL KAHRAMANI
15. KIRGINLIĞIN TUTKUSU
17. MEKTUPLAR
18. MATEM ÇİÇEKLERİ
19. ATEŞİN PARÇASI
20. AZABIN ÇAĞRISI
21. VİCDAN MAHKEMESİ
BEYAZ EMARE
BEYAZ EMARE: 1. SUSTUĞUN HER SANİYE

16. MASUMLUĞUN OTOPSİSİ

127 39 498
De arssnoctis

Bu kitapta bahsi geçen karakterler, kurumlar ve olaylar her ayrıntısıyla kurgudan ibarettir ve kalemime aittir.

İyi okumalar!

Mordeus, Çok Geç - 1. Cenaze




Ayaz'dan...



Çıkmaz bir sokaktaydım, unutamıyordum içimde biriken acıları.

Çıkışı olmayan bir sokaktaydım, arkamda bir canavar vardı. Kapana kısılmıştım, canavara hayır diyemedim. Onun içime yerleşmesine izin verdim. O canavar, bendim. Bunlar da yetmezmiş gibi sevdiğim kadının kalbini dakikalar önce felaket kırmıştım.

Öfkeliydim, öfkem kendimeydi.

Kırgındım, kırgınlığım duygularımaydı.

Özlüyordum, özlemim masumluğumdu.

Çocukluğumdu...

O kadın çocukluğumdu benim. Laleleri onunla yaşattım, yaşayamadığım çocukluğu onun sayesinde sevdim. Onunla sevdim, onu çok sevdim. Vazgeçemedim. Bu sevdayı elimin tersiyle itemedim. Başaramadım. Ben, belki de ilk önce babamın oğlu olmayı başaramadım. Beni gökyüzüne Hazal Deniz koymuştu, Sokak Güvercini gökyüzüne aşık etti beni. O bir güvercindi ve özgürlüğüne düşkündü. Saatler önce özgür bırakmıştım güvercini, kanatlarının onu bana tekrar getirmesini diledim çünkü tekrar bana gelirse benimdi. Kalbi bana aitse gelirdi ancak. Hislerim tamamen gerçekti, kontrol edemediğim hislerim fazlasıyla gerçekti ve bu hisler yüzünden sevdiğimi acılarla buluşturmuştum.

Canım yanıyordu, babamı kaybettiğim günden sonra ilk defa canım bu kadar çok yanmıştı. Kırgınlığın kucağındaydık. Bir hoşça kal kurşunu kalbimizi delip geçmişti.

Bütün sokakları aradım, onun evine de benim evime de baktım ama hiçbir yerde de yoktu. Sokak Güvercini hayata küsmüştü, belki uçmaya ve özgürlüğe bile küsmüştü. Benim yüzümden...

Kurumdaki odama döndüm, Göktuğ hâlâ can çekişiyordu karşımda. "Affet beni Ayaz, ağzımdan kaçırdım. Bir an Hazal'ın yanımızda olduğu aklımdan çıktı. Seni de onu da çok zor durumda bıraktım. Çok özür dilerim."

Omuz silktim sadece umutsuzca. "Önemi yok Göktuğ, zaten öğrenecekti." Derin bir nefes aldım. "Savcıdan haber var mı?"

"Beş on dakikaya burada olacağı bildirildi."

Başımı sallayarak onayladım. "Cesede dokunulmadı, değil mi?"

"Hiçbir temasta bulunulmadı Ayaz, aynen bırakıldığı gibi. Savcıyı bekliyoruz, o gelip inceleyince kaldırırlar morga." Yine başımı salladığımda Göktuğ tekrar söze girdi. "Bu başımıza çok büyük dertler açacak, biliyorsun, değil mi?"

"Ne kadar büyük bir dert açabilir?" dedim onu süzerken. "En fazla bütün örgüt sorguya alınacak." Hepsi de bana hayretle bakıyordu. "Hem kurumdaki hainler de teker teker açığa çıkar." Bir an için sessizlik oluştu ve birisi geldi odaya. Bu oydu, Savcı Yeşim Kamelya karşımdaydı. Her zamanki gibi üzerinde bir takım elbise vardı, en sevdiği renk olan zümrüt yeşilini tercih etmişti. Saçları uzundu ve daima topluydu. Yüzünde tadında bir makyaj vardı, boyu ise benden biraz kısaydı. Yeşim Kamelya, Cumhuriyet Savcısı... Benim çocukluk arkadaşım, şu an karşımdaydı ve her zamanki gibi hâlâ başı dimdikti. Anında toparlanırken yanına doğru birkaç adım attım. "Geldiğinizden haberim yoktu Sayın Savcım, yoksa sizi kapıda karşılardım. Hoş geldiniz."

Kadın gülümsedi. "Başına büyük bir iş açıldı eski dostum." dediğinde resmiyeti kaldırmıştı, bu sefer bende minnacık bir tebessüm takındım.

"Kim olduğumu bazen unutuyorsun."

Kadının yüzündeki tebessüm hemen silindi. Gözü diğerlerinde gezdi ve en sonunda bende durdu. "Umarım bu işin altından kalkabilirsiniz, Ayaz Bey." diyerek resmiyeti tekrar getirdi. "Beni cesedin olduğu kısma götürür müsünüz? İnceleme yapmam lazım." Başımı sallayarak onayladığımda ona yol verdim. Beraber Kumsal'ın olduğu kısma tekrar döndük, o an içimde yine can acıtan bir yara olduğunu hissettim. "Çocuk kim?" diye sordu savcı.

"İsmi Kumsal, manevi kızımdı." Canımın acıdığını biliyordu ama detay vermemi istedi işi gereği. "Yurt çocuğuydu, ailesi tarafından terk edilip bir yurda bırakılmıştı ama yurt müdürünün onu taciz etmesiyle kaçtı. Sokaklarda yaşamaya başladığında örgütüme aldım onu. Babalık yaptım ona ama buradan da kaçtı." Savcının kaşları çatılırken sebebini sordu. "Ailesini bulmak istiyordu hep."

"Ailesi veya herhangi bir akrabası hakkında bilginiz yok mu?"

"Maalesef."

Kumsal'ın cansız bedeninin yanına gelmiştik. "Kimse dokunmadı, değil mi?" dedi kadın. Onayladım hemen. "Soy ismi nedir?"

"Kumsal, Kumsal Savaş."

Başıyla onaylar biçimde salladı ve Kumsal'ın üstündeki ince poşeti kaldırdı. İçim içimi yiyordu, onu böyle görmek beni yerle bir ediyordu ama dayandım bu görüntüye. "Babanızdan sonra bu görüntüye şahit olmanızı istemezdim." dedi Yeşim Kamelya. Tek önemli şeyin şu an için Kumsal olduğunu söyledim. "Boynunda morluklar var," dedi ve vücudunu incelemeye devam etti. "Karnında da bıçak yarası... Otopsiye almamız gerekiyor, bu küçük bedenine rağmen katiliyle bayağı boğuşmuş gibi." Olay yeri inceleme ekibine baktı, sonra da bana. Tekrar döndü önüne. "Giysilerini, özellikle de iç çamaşırlarını mutlaka alın. Devlet hastanesi morguna gönderin, ön otopsiden sonra adli tıpta devam edeceğiz."

"Hemen mi?"

Cesedi izlemeyi bırakıp ayağa kalktı ve bana yöneldi. "Hemen." dediğinde bakışları fazlasıyla duygusuzca bakıyordu. "Sorguya sizden başlayacağız."

"Sonrasında yanınıza gelmek istiyorum."

"Adli tıptaki otopsi işlemlerinde içeriye kimse alınmaz." dediğinde bir an duraksadı. "Belki kurumun içinde bir yerlerde oturur ve beni beklersiniz. Uzun zamandır kahve içmiyoruz beraber, bazı şeyleri konuşmamız gerekecek."

"Sayın Savcım." dediğimde bakışlarımız kesişti. "Cinsel saldırıda bulunulduğunu düşünüyorum, otopside bu konuya da değinilmesini talep ediyorum."

"Gereken yapılacak Ayaz Bey." Bana yaklaştı biraz. "Ama benden habersiz sakın bir şey yapma." diye fısıldadı. Etrafa bakınmaya başladı onaylamamı beklemeden. "Hazal Hanım nerede? O da mı buradaydı, cesedi gördü mü?"

"Evet, gördü."

"O zaman onun da ifadesi alınacak, buraya çağırır mısınız sevgilinizi?"

Gözlerim az bile olsa dolarken yutkundum sadece, Yeşim neyim olduğunu sordu. "Biz..." Dilim varmıyordu ama kurdum o cümleyi. "Ayrıldık, bir saat olmadı."

"Hazal Hanım'ı bulmak zorundayız, buradaki herkesin ifadesi alınacak." Kolumu tuttu burada bulunan herkese rağmen. "Çok üzgünüm yaranı deştiğim için ama yapmak zorundayım Ayaz. O katili bulmak için bu otopsi gerçekleşecek ve herkesin ifadesi alınacak."

"Canım çok yanıyor, Yeşim." dedim sadece onun duyabileceği bir ses tonuyla.

"Sevgilinle neden ayrıldın?"

Vernem Nidahen'den haberi vardı. "Vernem Nidahen'in ben olduğumu öğrendi, canını çok yaktım. Kumsal'ı da gördü ve resmen yıkıldı. Çok ağladı, yanında olamadım Yeşim. Mahvoldu, aşık olduğum kadını mahvettim." Şimdi nerede olduğunu sordu. "Bilmiyorum, ulaşamıyorum. Sen gelmeden her yere baktım ama bulamadım, başına bir iş gelmiş olmasından çok korkuyorum."

"Onu bulmamız gerekiyor."

"Buluruz, değil mi?"

Başını sallayarak onayladı. "Bulacağız dostum, merak etme. Sen şimdi ifadeni ver, ben de otopsi için hazırlıklara başlayım. En geç bir veya iki saate otopside başlamamız lazım çünkü aldığı darbelerin yoğunluğu otopsi süresini uzatacak. Bunu istemiyorum. O katili hemen bulmak zorundayız, örgütünde hain var ve bunu o hain yaptı muhtemelen. Bundan çok eminim."

"Onu nasıl bulacağımı bilmiyorum." dedim çaresizce.

"Senin pusulan çok şaşmış Ayaz, sen böyle birisi değildin. Aşırı dişliydin, her şeyin farkına hemen varırdın, fazla zekiydin. Sanki şimdi karşımda ne yapacağını bilmeyen bir adam var. Sen ne zaman bu hâle geldin?"

"Babamı, Sıfır öldürmüş," dedim bir an da. "Hazal ile ayrılmak ve Kumsal'ın ölümü de mahvetti beni. Sanki karanlık bir ormanlıkta kaldım, bir yol var ve benim de o yoldan ilerlemem gerekiyor ama ben o yolu bulamıyorum."

"Sıfır'ı buldun mu?" Reddettim. "İşler gittikçe fazlasıyla karmaşık bir hâl aldı, özellikle de Kumsal'ın ölümü örgüte büyük bir darbe vurdu. Bütün örgüt şüpheli, özellikle de Kumsal'ın ölümüne gözüyle şahit olan kişiler." Göktuğ'a baktım. "O mu?" dedi direkt Yeşim.

"Cinayete tanıklık etmiş."

"Ondan şüpheleniyor musun?"

"Hayır, en sağlam adamlarımdan birisidir kendisi.

Savcı bu sefer sadece Göktuğ'a bakıyordu. "Bazen en güvenilir kişilerden kazık yeriz."

Haklı olduğunu söylediğimde kendisini toparladı. "Artık işe koyulalım." diyerek benden uzaklaştı. "Ayaz Bey'in ifadesini alın arkadaşlar. Biz de hastaneye geçelim, ön otopsiden sonra derine ineceğiz."

"Anlaşıldı Sayın Savcım."

Olay yeri inceleme burada kaldı, Yeşim Kamelya da otopsiye gireceği için kurumdan ayrıldı. Ben ise sorgu odasındaydım. Emniyetteki işimi bitirmeden Kamelya'nın yanına gidemezdim.

Sandalyeme oturdum, bir komiser vardı karşımda. "Ayaz Bey, benden çok daha üst bir makamdasınız. Bu yüzden sizden çekiniyorum ama görev icabı ifadeniz alınmak zorunda. Lütfen görevim olduğunu unutmayın." Bu konuda rahat olmasını istediğimde karşıma oturdu. "Maktulün ölümünden ne zaman haberiniz oldu?"

"Evimdeydim, örgütümün asil üyelerinden birisi olan Umut Can Özcan aradı. Kuruma acil çağırıldım, cinayetten kuruma ulaştığımda haberim oldu."

"Yalnız mıydınız?"

Başımla reddettim. "Yanımda benim güzeller güzeli Güvercin'im vardı." Eski Güvercin'im... Mahvoluyordum.

"Hazal Hanım mı?" Başımı sallayarak onayladığımda tekrar bir soru sordu. "Onunla ne yapıyordunuz? Kuruma beraber mi geldiniz?"

"Onu yemeğe çıkarmıştım, sonra da evimize geçtik. Yağmur yağdığı için fazla ıslanmıştık, hasta olmak üzere olduğu için onunla ilgileniyordum. Umut Can bize haber verdiğinde de beraber geldik."

"O da gördü mü cesedi?"

"Evet, maalesef ki gördü."

"Maktulün bir yakını mıydınız? Siz veya Hazal Hanım."

"Ben örgüt sayesinde biliyordum, bir ara burada benimle kalıyordu Kumsal. Hazal ise bir gün babası Barış Demir Deniz yardım dağıtırken karşılanmıştı onunla."

"Anlıyorum Ayaz Bey, peki yemek yediğiniz lokantanın ismini alabilir miyim?"

"Lale Lokantası."

"Kaç saat orada kalmışsınızdır?"

Bir an duraksadım. Önce yemek yemiştik, sonra ise bir öpüşme anımız olmuştu. Hayatımda yaşadığım en güzel anlardan birisiydi bu. "En az iki saat, belki üç."

"Hazal Hanım'ı bulabileceğimiz bir yer var mı? Bunları bir de ondan dinlememiz lazım."

"Her yere baktım ama hiçbir yerde yoktu. Kumsal'ın öldüğünü öğrendikten sonra tartıştık onunla, ayrıldık ve kurumdan kalıcı olarak gitti."

"Eski sevgilinizin katil olmadığı hakkınd-" Tek kaşım yukarı kayarken polis yutkunma yaşadı. "Yani, ben her ihtimale değinmek zorundayım. Belki de o öldürttü ve bu yüzden sizden ayrılıp kurumu terk etti."

"Sevgilimi katil olmakla mı suçluyorsunuz karşımda?"

"Eski sevgilinizi," diyerek düzeltti.

"Sevgilimi." Israrcıydım, Hazal'ın olmadığı masada ismini bile koruyacak birisiydim ben. "Bütün akşam benimleydi, eğer bana inanmıyorsanız kameralardan en üst katı izlersiniz. Güzel bir anımız oldu da." Polis kaşlarını çattı, ben ise devam ettim. "Onu katil olmakla suçlayamazsınız."

"Her ihtimali görmek zorundayım."

"Bütün akşam benimle yemek yiyen ve öpüşen, sonrasında evime gidip dinlendiğimiz sevgilimi, bu konu hakkında suçlu olarak görülmesi bir ihtimal değildir."

"Ayaz Be-"

"Onunla ayrılmış olabiliriz." dedim üzerine bastıra bastıra. "Ama bu haksız yere suçlanması anlamına elbette gelmeyecek. Hazal suçsuz, eğer bir suçlu arayacaksanız örgütümün kamera kayıtlarını inceleyebilirsiniz çünkü ceset örgüte konulurken ben evimdeydim."

"Anlıyorum Ayaz Bey. Bunları bir de yazılı evrak hâline getirmemiz gerekiyor. Anlattıklarınızı buraya da yazabilir misiniz?"

Önüme getirdiği kağıt ve kalemi aldım. Bir çırpıda yaşananları anlattım ve imzaladım, beni bırakmalarını bekledim. Neredeyse iki saat sürmüştü bu işler. Güneş ise yavaş yavaş doğuyordu. Telefonumu çıkartıp Yeşim Kamelya'yı aradım. Telefonumu açmıştı. "Neredesin?" diye sordum, adli tıpta olduğunu belirtti. "Otopsiye mi gireceksin şimdi?"

"Yarım saat sonra başlayacağız."

"Ben de girsem," dedim ısrarla. "Hadi ama. Savcı, polis ve otopsi doktoru olacak ama en azından ben de polis sayılırım. Askerim, keskin nişancı olarak görev yapıyorum. Yetmez mi?"

"Ayaz, bunu yapamam." dedi sadece. Nedenini sordum. "Çünkü göreceklerin seni daha da yaralayacak, farkında mısın?"

"Yeşim," dedim ısrarla. "Benim kendime gelmem gerekiyor. Belki o otopsiye şahit olduktan sonra hırslanıp ortalığın içinden geçeceğim. Olamaz mı?"

"Neden canını yakmak için bu kadar çok uğraşıyorsun?" diye sordu Yeşim Kamelya. "Ayaz, iç muayeneyi izlemeye dayanamazsın. Orada yatan beden babalık yaptığın kişi olacak, o kız çocuğu senin kızındı binevi. Nasıl izleyeceksin? Kalbin dayanacak mı? Başından başlayıp inceleyeceğiz her yerini, bıçak yarasına bakacağız. Morluklar ve tırnak aralarını inceleyeceğiz. Kafasını, göğsünü, karnını yaracağız ve iç organlarına bakacağız. Vajinaya veya anüse bakılacak, tecavüz edilip edilmediğini öğreneceğiz. Ya bunlar yapılırken nasıl bakacaksın o minik bedene?"

"Yeşim, hayatım boyunca senden hiçbir şey istemedim. Neredeyse 20 yıllık bir arkadaşlığımız var ve benim için çok kıymetlisin, bu arkadaşlığımızın hatırına. Lütfen, beni yanına al. O otopsiyi izlemek istiyorum. Ayrıca ben Vernem Nidahen'im, bunu izlemek bana fazla koymaz. Sadece ateşimi harlar."

"Sen ne inatçı bir adamsın be," diyerek çıkıştı bana. "İyi, hadi gel. Adli tıptayım. Görevliler seni bana getirir, beni görmek istediğini söyle sadece, haber vereceğim onlara. Yarım saat içerisinde gelmezsen göremezsin ama."

"Teşekkür ederim, orada olacağım." derken araca geçtim direkt. Yeşim konuşmayı fazla uzatmadı, hemen kapattı telefonu ve işine döndü. Ben de araca geçtiğim gibi adli tıpa doğru yola çıktım.

İçimde felaket bir huzursuzluk belirdi. Şimdi Hazal'ın varlığıyla güç bulmak vardı ama o da yoktu, kaç saattir ulaşılamıyordu. Kafayı yemek üzereydim üst üste gelen olaylar yüzünden. Telefonumu çıkarıp tekrar Hazal'ı aradım. Telefonu yine kapalıydı. Canım yanarken gerçekten de içimdeki ateşin sönmek bilmemesine anlam veremedim.

Kısa bir zaman sonra adli tıpa vardım. Kapıda iki görevli vardı. Arabadan iner inmez bu iki görevliye yöneldim, onlar da direkt bana baktı. "Savcı Yeşim Kamelya'yı görmek için geldim, kendisinin haberi var."

"Kimliğinizi görebilir miyiz?" Cüzdanımı çıkarıp kimliğimi gösterdim. "Buyurun Ayaz Bey, size yolu göstereyim." Başımı sallayarak onayladığımda içeriye girdik. Görevli adam, Kamelya'nın yanına getirdi beni. Ben de teşekkür edip savcının yanına geçtim.

"Gelmişsin, yetişmemeni umuyordum."

"Ne zaman başlayacağız?" diyerek sordum.

Gözlerimin içine bakakaldı. "Sanki otopsiyi sen yapacaksın." dediğinde acıyla tebessüm etti. Ellerinde bir dosya vardı, onlara baktı biraz ve yanındaki masaya koydu. O an bir şey fark ettim, parmağındaki yüzüğü.

"Evlendin mi?"

Bana bakmadan parmağında takılı olan yüzüğe baktı. "Evlendim, bir seneyi geçti." Bana döndüğünde buruk ama tatlılık da barındıran bir gülümseme vardı yüzünde. "Hayatlarımız kopmuştu ama bak, tekrar birleşti. Kendi hayatlarımıza o kadar odaklanmıştık ki adımı unuttun sandım bir an."

"Saçmalama," dedim direkt. "Nasıl birisi? Biraz bahsetsene."

"Pek şeker olduğu söylenemez çünkü bazı konularda çok otoriter. Avukat kendisi, galiba bu yüzden. Çoğunlukla iyi anlaşıyoruz, kıskançlık krizleri dışında çünkü aşırı kıskanç birisi."

"Ben anlaşabilir miyim?"

Omuz silkti. "Pek anlaşabileceğin söylenemez." Nedenini sordum. "Beni senden de kıskanır."

"Allah Allah," dedim direkt. "Bak şu beyefendiye, sanki 20 senedir hayatında olan ben değilim de o."

Bir anlığına gülümsemesi büyüdü Yeşim'in. "Hazal'ın çocukluk arkadaşı onu görmeye gelsin, bak nasıl kıskancından deliriyorsun." Böyle bir şey olduğunda kıskançlık yapmayacağımı söyledim. "Hahh, tabi canım tabi tabi. Sen ve kıskançlık, bayağı uyumlusunuz aslında." Göz devirdim ama haklı oluşunu kabul etmedim. O da konuyu pek uzatmak istemedi. Otopsiyi başlatmak istedi. "Artık başlayalım," dediğinde hazırdı her şey. Beni de yanına aldı. Normalde içeriye girmem kesinlikle yasaktı ama Milli İstihbarat Teşkilatı'nda görev almak bu yasağı kırdı.

İçeriye girdik. Polisler kayıt almaya başlamıştı, ben ise tam olarak savcının yanındaydım. Minik beden poşetten yırtılıp alınmış ve özenle doktorun önüne serilmişti. Doktor da işini yapmaya başladı. Önce kafayı incelemeye başladı, şu an dış muayeneyi yapıyordu. Her yerini ince ayrıntılarına kadar teker teker inceledi. Boynundaki ve vücudundaki morluklara baktı, sonrasında bıçak yarasını inceledi. Morlukları, yaraları ve bıçak yarasını santimlerine kadar belirttiğinde karın kısmını incelemeye başlamıştı. Sonrasında bacaklar ve ayaklara baktı. Başından ayak ucuna kadar incelemeyi bitirdiğinde bile dayanamamıştım. İç muayene beni bitirecekti.

Her şey kayıt altındaydı. Doktorun dış muayene hakkında ulaştığı bilgilere göre bir yazı yazıldı hemen. İç muayeneye sıra geliyordu. "Sence yarına sarkar mı?" dedim savcıya. Reddetti, kararlıydı. Otopsi bugün sonlanacaktı.

Doktor devam etti işine. Önce kafadan başladı incelemeye, kafasını yararken başından büyük bir darbe aldığını belirtti. Sırayla kafanın açılması, kafa cildinin ayrılması, temporal kasın kesilmesi, kafatasının testere ile açılması, kemik bütünlüğünün raspatorium ile ayrılması, beynin kafatasından dışarı alınması gibi şeyler yaşandı. Başının incelemesi bittikten sonra kısa bir zaman geçti, bu sefer de göğsünü yardı. Bir an gözlerim kapanırken babam geldi gözümün önüne. Bir süre öyle kaldım. Gözümü tekrar açtığımda doktor iç organlarına ve aldığı darbelere bakacaktı, bıçağın deldiği ve parçaladığı kısımları inceleyecekti. Göğüs ve karın boşluklarının açılması, göğüs cildinin kaldırılması, göğüs organlarının muayenesi, perikardın açılması, kan alınması gibi bir çok aşamadan geçti. Zaten iç muayene üç kısımdan oluşuyordu. Baş, göğüs ve karın kesiliyordu. Bu aşamada bir de kan örnekleri, doku örnekleri ve dokümanlar kaydedilmeye devam ediyordu. Zar zor izlemeye devam ettim, kalbim gerçekten de dayanmıyordu. Savcı da bunun farkındaydı, bu yüzden elini omzuma koymuştu bana destek vermek adına. İyi olmadığımın farkında olması içimdeki huzursuzluğu hafifletti. İkimiz de tekrardan doktora döndük. Doktor her şeyi teker teker yerine getirmişti, karın bölgesini de kesip incelemeyi bitirdiğinde ulaştığı bilgiler teker teker kaydedilmişti. Katille boğuşmuştu, kafasından ağır bir darbe almıştı, bıçaklanmıştı... İç organları da hasar görmüştü. Ölüm saati de vücudunun soğukluğu ve vücudunda oluşan morluklara göre hesaplanmıştı. 22.41, Kumsal'ın kalbinin durduğu saatti.

Savcı söze girdi bu sefer. "Tecavüz şüphesi var, onun da incelenmesi gerekiyor."

Doktor onaylarken aşırı soğukkanlı oluşunu düşündüm bir an, doktorluğunun hakkını veriyordu. Bu sefer de vajina bölgesine yöneldi. İçimden gerçek olmaması için çok fazla dua ettim ama gerçekti. Vajinadan sonra anüse de baktı doktor. Açılara göre değişiyordu durum. Yırtılma olduğunu söyledi, bunlar da kayıt alınırken son bir inceleme yaptı doktor ve anlatmaya başladı sonrasında. "Her açının bir karşılığı var, ona göre belirleniyor zorla veya diğer türlü olduğu. Yırtılmalar meydana gelmiş, açı her şeyi anlatıyor. Yani bu demek oluyor ki maktul zorla tecavüze uğramış. Giysi incelemesi de yapacağız, muhtemelen sperm lekelerine rastlayacağız."

Kamelya başıyla onaylarken doktor bu sefer giysilerine baktı. Giysilerin özellikleri önce genel olarak tanımlanmalıydı. Benim de bilgim vardı bu konuda. Sonrasında bu aşamada giysiler üzerindeki her tür sökük, yırtık, ateşli silah mermisi, bıçak ve benzer alet delikleri, toz, çamur, cam parçaları, kan, sperm gibi lekeler, kıl gibi bulgular numaralandırılarak tanımlanmalıydı. Bunlardan Kumsal'ın giysilerinde de bulunuyordu, özellikle de sperm lekesi. Her tür yabancı cisim korunmalı ve örnekler uygun bir yöntemle toplanmalıydı, doktor da özenle yaptı bunu. Cesedin üzerindeki giysiler kişinin sosyal durumu, işi, ölüm zamanı gibi konularda ipucu verebilirdi. Otopsi çok uzun sürmüştü, neredeyse bütün gün burada kalmıştık. En sonunda adli tıp doktoruyla sona vardık. "İç çamaşırından sperm örnekleri ve tırnaklarından da örnekler aldık." dedi doktor. "Sayın Savcım, otopsi sürecinin sonuna geldik. Her şey saniye saniyesine belirlendi ve kayıt altına alındı." En son aşamadaydık, sonlandırma aşaması. Otopsi raporu hazırlanıyordu ve ölümün sebebi tespit edildi. "Otopsi sonucu ise..." O an yutkundum, her şeyi izlemiştim ama sonucu duymak yükümü ağırlaştıracaktı. "Otopsi bulgularına göre Kumsal Savaş isimli maktulün başından aldığı ağır darbeler, sol göğüs bölgesine saplanan bıçak ve cinsel saldırıya maruz kalması sonucunda öldüğü, 22.41 itibariyle yaklaşık 17-18 saat önce meydana geldiği görüş ve kanaatimi bildiririm."

Otopside ulaşılan bilgiler rapor hâline geldi ve sonuç resmi yazı hâlini aldı. Savcı raporu alırken bir anlığına bana yönelmek istedi. "Kahve içelim mi? 20 sene öncesi gibi."

"Çok rahatsın, sanki az önce minik bir bedenin parçalara ayrılmasını izlemedik."

Beni rahatlatmaya çalıştı. "Sana demiştim ama dayanamazsın diye, izlemek isteyen sendin. Ben buna alışkınım Ayaz, birkaç sene önce yaşanan o depremdeki çoğu cesedin otopsisinde ben de vardım. Alıştım artık. Gel, birer kahve içelim. Hem konuşacağımız şeyler var." Başımı sallayarak onayladım ve onu takip ettim. Beraber bir odaya girdiğimizde bana olay hakkında bilgi vermeye devam etti. "Olay yeri inceleme örgütün binasını inceledi ve herkes teker teker sorguya alınmaya devam ediyor. Ama Hazal'ı da bulmamız lazım."

"Nerede bulacağımı bilmiyorum."

"Yapacak bir şey yok, her yerde aranıyor şu an. Nereye gitmiş olabilir ki?"

"Bilmiyorum Yeşim."

Sıkıntılı bir nefes verdi ve iki tane kahve istedi, karşılıklı bir masaya oturduk. "Zaman çok hızlı geçiyor. Daha dün çocuktuk ve beraber oyun oynuyorduk. Şimdi ise ben savcıyım, sen de örgüt lideri." Tebessüm etti. "Hâlâ çok yakışıklısın, çocukluğundan hiç ödün vermemişsin." Teşekkür ettiğimde yine derin bir nefes aldı. Konuşmalarına adapte olamadığımı anlamıştı o an. "Kayıplar daima yaşanır Ayaz, yapacak bir şeyimiz maalesef ki yok. Otopsiye senin girmen uygun değildi, buna rağmen sana hayır diyemedim. Nasıl hissediyorsun?"

"Öfkeli ve kırgın."

Nasıl olduğumu söylediğimde kahveler gelmişti, uzun bir arkadaşlığımız olduğu için kahveyi nasıl sevdiğimi biliyordu. "İçinde dinmeyen bir yağmur var." Bakışlarımız kesişti. "Her şey üst üste gelmiş ama sen güçlü bir adamsın, her şeyin üstesinden gelebilirsin."

"Beni durdurma, Yeşim."

Ne demek istediğimi hemen anlayarak söze girdi. "Seni durdurmaya benim gücüm yetmez, Ayaz. O adamı bulduğumuzda eğer öldürmezsen bunu o adam cezaevine girdiğinde yapacağını biliyorum. O adamı öldüreceğini veya öldürteceğini biliyorum. Dosya kapanmayacak katil bulunana kadar, bütün deliller incelenecek ve doğurduğu sonuçlara gideceğiz. Adamı bulduğumuzda sağ bile olmayabilir."

"Evet, siz adamı daha bulamadan ben öldüreceğim o orospu çocuğunu."

"Yavaş," dedi kahvesini yudumladıktan sonra. "Terbiyeli bir adamsın sen, küfür ağzına yakışmıyor."

"Ne diyeyim, o adamı anlatabilecek tek şey küfürler. Sepet kafalı mı diyeyim, ne diyeyim?"

"Hâlâ sinirlisin ve bu sinir geçmeyecek."

Başımı sallayarak onayladım. "Onun cansız bedenini incelemek zorundaydın, anlıyorum. Senin huzurunda yapılmak zorundaydı otopsi, bu işe dahilsin. Her şeyi biliyorum, bütün sürecin farkındaydım. Tek bir şey istiyorum sadece, yoluma çıkma. İzin ver olayı ben de araştırayım."

"Sana da şüpheli gözüyle bakılırken mi?"

"Sen şaka mısın?" dedim çıldırmak üzere gibi. "Bunları ona yapan şerefsiz, ben olamam. Değil mi?"

"Herkes böyle düşünmüyor. Senin kim olduğunu bilmeyenler ya da bilse bile birçok insanın seni çok sevmesi gibi sevmeyenler de var. Saf dışı kal, Ayaz. Şüphelilere çevrilecek okları daha çok çekme üstüne. Cinayet örgüt binanda işlendi, bu ellerini kollarını bağlayacak."

"Ellerimi bağlayabilecek kadar güçlü bir insan çıkmadı karşıma. Tek sorunum örgütteki hain veya hainler, onları bulmam gerekiyor. Katili bana bırakacaksın, istesen de istemesen de."

"Cumhuriyet Savcısına kafa tutuyorsun."

Reddedermiş gibi kafamı salladım. "Cumhuriyet Savcısına değil, en yakın arkadaşlarımdan birisine kafa tutuyorum. O adam, benim. Onu parçalarına ayıracağım ve sen de bunun karşısında hiçbir şey yapamayacaksın, diğer insanlar gibi." Ne demek istediğimi sordu. Kahvemi içtim önce, sonrasında söze girebildim. "Herkes Vernem Nidahen olarak bilinen seri katilin ben olduğumu öğrenecek, diyorum."

"Bütün terör örgütü üyelerinin senin teşkilatta görev almasını bilsin istiyorsun yani. Hani işin gizliydi?"

"Ne gizliliğinden bahsediyorsun, bazı insanlar zaten Vernem Nidahen'in ben olduğumu biliyor."

"Vernem Nidahen, İstihbarat'ta çalışan bir askerdi."

Reddettim. "Artık Vernem Nidahen sadece acımasız bir katil." Kahvemi daha fazla içemeden ayağa kalktım ve çöpe attım. "Ben gidiyorum, gelecek misin?" Ayağa kalktı ve o da bardağını çöpe attı.

"Beni eve bırakır mısın?"

"Enişte yanlış anlamasın?" dediğimde omuz silkti. Bir derdi var gibiydi bu konuda çünkü ne zaman bu konu açılsa duygularını kilitliyordu. "Bu konuda canını sıkan bir şey mi var?"

"Çok kıskanç olması hoşuma gitmiyor."

"O kadar fazla mı ya?"

Başıyla onaylarken yüzüme baktı. "Büyük tartışmalarımız olmadı ama olursa en fazla yüzüğü atarım." Onu gerçekten sevmediğini veya zamanla ondan soğuduğunu belirttim. "Seviyorum ama o sevgiyi eskisi gibi hissedemiyorum. Galiba soğuyorum. Ya Ayaz, bir insan kardeşinden de kıskanılmaz."

"Ayrıl kanka," dediğimde ikimiz de tebessüm etmiştik.

"Arkadaşının her cümlesinde sonra 'Ayrıl kanka,' diyen ve en sonunda paşa paşa düğününe gidip daima desteklediğini söyleyen o kişi sensin."

Onayladım, o kişi gerçekten ben olabilirdim. Beraber benim araca geçtik, evinden birkaç şey alıp tekrar çıkacağını söylemişti ama benden sadece onu evine bırakmamı istedi. Aracın şoför koltuğundaydım, yanıma oturmuştu hemen. "Keşke Hazal ile ben de evlenebilseydik." diye fısıldadım bir an da.

"Peki, o nasıl birisi?"

Bir an için duraksadım. Hazal'ın birçok güzel ve etkileyici özelliği vardı. "O da çocukları çok seviyor." dedim ilk önce. "Çok güzel, güvercinler gibi..." Kalbime batan bıçağı çevirip daha fazla acı çekmeye devam ettim. "Fazlasıyla etkileyici bir kadın, bir bakışı bile benim ona olan aşkımı alevlendiriyor. Düşünceli, güçlü, zeki, tatlı ve kibar..."

"Tam kendine göre bir kadın bulmuşsun." dedi Yeşim. "Umarım tekrar barışırsınız."

"Umarım," diye fısıldayıp sustum ve sessizlikle beraber onu evine kadar getirdim.

Veda etmeden önce başka şeylere değindi. "Başına iç açma ama şunu da bil, başına iş açsan bile yanında olacağım, daima yanındayım."

"Gel, beraber öldürelim."

"Saçmalıyorsunuz, Ayaz Bey." dedi sakince. Aşırı soğukkanlı birisiydi o da, zaten bu yüzden rahatça otopsiye girebiliyordu. Benim de ondan farklı kalır bir yanım yoktu. "Görüşürüz." diyerek veda ettiğinde karşılık verdim nazikçe. Arabadan inip yanımızdaki apartmana girdi, ben de yoluma devam ettim.

Önceliğim örgüt binası oldu, binaya ulaştığımda direkt odama geçtim. Karşımda Umut Can ve Eda duruyordu, odamdalardı. Beni gördüklerine sevinmiş gibi bir tepki verdiler. "İfadeniz alındı mı?" diye sordum, onayladılar. "Hazal'dan haber var mı?"

"Az önce buradaydı."

Şaşkınlık ruhuma darbe vururken Eda'ya baktım. "Sen ciddi misin?" İkisi de başını sallayarak onayladı. "Şansıma sıçayım ya, iyi ki bir adli tıpa gittik. O da Hazal'ın buraya gelmesine denk gelmiş. İnanamıyorum. Ne için geldi, benim hakkımda bir şey dedi mi?"

"Hiçbir şey demedi, bizimle konuşmadı. Sadece odana baktı ve bizi görünce gitti. Galiba gözleri seni aradı odada. Seninle konuşmak istediği bir konu olabilir. Bu yüzden geldiğini düşünüyorum." Sessizliğimi takındım, gerçekten de neden gelmiş olabilirdi? Tekrar gelir miydi? Ben içten içe çökerken Umut Can tekrar söze girdi. "Adli tıpa mı gittin?" Başımla onayladım. "Otopsi sonuçlandı mı? Sonuç nedir?"

Gördüklerim film şeridi gibi gözümün önünden geçerken hâlâ dayanıyor olmam şaşırtmıştı beni. "Başından ağır bir darbe almış, zaten bıçaklanmıştı sol yanından. Bunların yanında bir de cinsel saldırı olduğu doğrulandı. Bu üç madde ölüm sebebi olarak gözüküyor." Şimdi ne yapacağımı sordular. "Bugüne kadar tek bir sözü vardı Vernem Nidahen'in. Senin iblisin, benim. Bu iblisi gün yüzüne çıkaracağım. İstifa edeceğim teşkilattan, herkes Vernem Nidahen'in ben olduğumu öğrenecek."

"Bu kaosa sebep olabilir."

"Umurumda değil." dediğimde Eda tekrar söze girdi.

"Yani Siyah Emare örgütünün aslında bir seri katil olduğunu bilecek insanlar, kimse kazara seri katil olarak anıldığını bilmeyecek."

"İnsanların boktan düşünceleri umurumda değil."

"Hazal'ın Vernem Nidahen'i sevmemesine rağmen bu yolu tercih ediyorsun, aferin sana. Ayrıca Hazal da Kumsal'ı gördü, bu onun canını çok yakmıştır. Kadın çok kötüydü, bir şey yapmalıyız. Onu yalnız bırakamayız."

Yorgun bakışlarımı Umut Can'a çevirdim. "Ayrıldık Umut Can, farkında mısın?" Sorumu sorarken bile kalbim alev alev yanıyordu. Pişmandım, çok pişmandım. Onu kırdığım her an için kendimden nefret ediyordum.

"Ayrılmak istediğini söylemedi." diyerek bir savunma yaptı Eda.

"Kalmak istediğini de söylemedi." Duruşumu dikleştirdim. "Hazal ile maalesef ki yollarımız ayrıldı arkadaşlar, örgütte kalmak istemediğini söylemişti babasına. Zaten Barış abiyle Hazal'ın arası da bozuldu. Aşık olduğum kadına büyük bir darbe vurdum. Bunu bilerek hareket edin. Ona iyi gelmek için uğraşın çünkü bunu ben hiçbir zaman yapamayacağım artık." Gözlerim bir an dolarken Umut Can geçti karşıma. Beni yalnız bırakmıyorlardı ama benim yalnız kalmaya ihtiyacım vardı. Teselliye ihtiyacı olan Hazal'dı.

"Seni dinleseydi hak verirdi."

"Biz ayrıldık Can, ayrıldık. Güven kırılıp giderken geride aşkı bırakacak mı sanıyorsun?"

"Canına dikkat etmeyeceğini sanıyorum." diyerek azarladı beni. "Hazal hayatından çıkmadı, hâlâ aşıksın ona. O da sana, tamam mı? Kendine dikkat edeceksin. Hazal hayatında değilken yanına koruma bile almıyordun, birisi sana suikast düzenlese umurunda olmuyordu ama onu hayatına aldığında korumayı arttırdın. Şimdi eski haline dönmeni istemiyorum."

"Beni yalnız bırakın." dediğim gibi telefonumu ve ceketimi aldım. Yanımda kalacaklarını söylediler. "Teselliye ihtiyacı olan Hazal. Bir kadının kalbi, erkeğin kalbine göre çok daha narin ve ben maalesef ki o narin kalbi kırdım. Kim bilir şimdi nerede ağlıyor? Bu durumda rahat kalamam, ben o olmadan yaşayamam." Amacımı anlamadılar ama yanımda kalmaya devam ettiler. Ben ise ikinci kez odayı terk etmelerini emrettim. "Odamdan çıkın." Bu sefer onayladılar ve odada beni kendimle baş başa bıraktılar.

Yetişememiştim.

Sevdiğim kadına da Kumsal'a da yetişememiştim.

Silahım yine üzerimdeydi ve direkt odadan çıktım. Kurumdan da çıktım, arabaya geçip gaza bastım. Gidebileceğim tek bir yer vardı, Hazal'ı yıl başında götürdüğüm o ormanlıktaki evim. Binevi Vernem Nidahen'in eviydi burası. Buraya gelip arabayı park etmemle inmem bir oldu. Delirmek üzereydim. Hatta delirmiştim. Dışarıda bir yere rastgele oturdum, elimdeki silaha takılmıştı gözüm. İçindeki mermilerin üzerinde VN yazılıydı, tek amaç arkamda emare bırakmak için. Cinayetleri tıkır tıkır işlemeye devam edecektim. Normalde 666 ismi tamamladığımda ölecekti Vernem Nidahen ama galiba bu gidişle ölümsüz olacaktı.

Ben bunları düşünürken bir araba geldi ve hemen benim aracımın arkasında durdu. Araçtan inen kişi Uras'tı. Direkt ifadesiz bir şekilde yanıma geldi ve oturdu.

"Benim evimde ne işin var?" diye sordum öfkeyle.

"Ben de intihar etmeye geldim." Hayretle baktım yüzüne ama o oldukça ciddiydi. "Ne? Buraya kafana sıkmaya gelmedin mi?" Buna düşünceye nasıl ulaştığını sordum sadece, elimdeki silahı gösterdi. "Hazal, Vernem Nidahen olduğunu öğrenmiş. Onsuz yaşayamayacağını biliyorum."

"Bunu nereden biliyorsun?"

"Haberlerden." Anlamayarak tekrar etmesini söyledim. "Haberlerde Siyah Emare örgütünün ağır bir darbe aldığı ve Hazal Deniz ile SE örgütü kurucusu ve liderinin ayrıldığı yazıyor. Sizin tek ayrılma sebebiniz Vernem Nidahen olabilir."

"Vernem Nidahen olduğumu sende Asel'de biliyordunuz, neden bunu sakladınız? Ben hemen Hazal'a yetiştirirsin diye düşünmüştüm."

"Ben şerefsiz bir insan değilim, Ayaz."

"Bunu Hazal'a zarar vermeyi amaçlayan korkak adam mı söylüyor?" Sesini çıkaramadı. "Defol," dedim ifadesizce. "Defol, git buradan." Reddetti. "Canına mı susadın? Karşıma çıkmaman gerektiğini söyledim sana, akıllı birisi olduğunu sanmıştım bir an."

"Ben de seni akıllı sanırdım ama sen geride o kadar çocuk bırakıp canına kıymak istiyorsun. Bu yüzden gerçekten de aptalsın." Bunu yapmayacağımı savundum, gerçekten de kafama sıkmak için almamıştım silahımı. "Yalan söylemene şaşırmamalı. Ayaz, Hazal sana hâlâ aşık. Zaten yakınlarını birer birer kaybediyor, ölerek onu yalnız bırakamazsın. Ümitsiz olmaz, sevdasız olmaz. Eğer içinde Hazal'a karşı ufak bir sevgi bile varsa o elindeki silahı bırakırsın."

Silaha baktım, canım yanıyordu ve düşmanım yanımdaydı, beni teselli ediyordu güya. "Kendime zarar vermeyeceğim, başka bir iş için aldım yanıma." dedim ama gözlerim silahtaydı hâlâ. "Bunu neden yapıyorsun?" dedim Uras'a bakarak.

"Çünkü sen de benim bebeğimi korudun. O an bana zarar vererek bebeğimi babasız bırakabilirdin ya da eşime zarar verebilirdin. Sen bunu yapmayacak kadar onurlu ve iyi bir insansın. İzin ver, ben de sana yardım edeyim. Yanında savaşmak istiyorum, beni de savaşına dahil et. Yamuk yapmayacağım, bebeğim üzerine söz veriyorum ki sana karşı yamuk yapmayacağım. Yanında olmak istiyorum sadece, bir bedel ödenmesi gerekiyorsa ben öderim."

"Sana güvenmiyorum."

"Ayaz." dedi ikna edici bir ses tonuyla. "Altı veya yedi ay sonra bebeğim dünyaya gözünü açacak inşallah. Ben onu sadece annesine güvenebiliyordum, artık sana da güveniyorum. Eğer bir gün o da babasız büyürse arkamda onu koruyup kollayacak, sevecek ve değer verecek bir amca istiyorum. Bunu hak edecek tek kişi sensin. Asel'den sonra güvenebileceğim tek kişisin. Okul başladı başlayalı benden nefret ediyorsun, bundan adım kadar eminim. Hazal'ı benden korumaya çalıştın, haklıydın. Babam gözümü kör etmişti, onun nasıl birisi olduğunu bile görememişim. Sen onu öldürdükten sonra öğrendim gerçekleri. Benim yüzümden kaza yaptın, benim yüzümden ölümden döndün, benim yüzümden yaralısın, yine benim yüzümden ailesi olduğun onca çocuğu tekrardan babasız bırakmak üzereydin. Her şeyi telafi etmek istiyorum. Ben eski Uras değilim. İnsanlar değişir Ayaz, ben de değiştim. Sen yaptığım onca kötülüğe, söylediğim onca etik dışı söze rağmen beni öldürmedin. Vernem Nidahen, beni yaşatmazdı ama yaşattı. Bebeğim için... Sana karşı takındığım Uras yüzünden özür dilerim. İzin ver sana yeni Uras'ı göstereyim."

Söyledikleri beni etkilememişti çünkü hâlâ onu sevmiyordum. "Yalan söylüyorsan, sana nasıl güveneceğim?"

"İstersen bana güvenme, bu senin tercihin ama ben sana güveniyorum. Güveneceğim de. Ayaz, hafif bir şey gibi gözükebilir ama gerçekten de büyük bir şey bu. Sana yaptığım onca şeyden sonra bebeğimi koruman gerçekten de benim için çok değerliydi, baba olunca anlarsın." Son cümlesi benim canımı yaktığı gibi onun da canını yakmıştı. "Özür dilerim." dedi afallayınca.

"Sorun değil ama bilmeni isterim, ben hiçbir zaman baba olamayacağım."

"Olacaksın, hem de çok iyi bir baba olacaksın."

Omuz silktim. "Hazal, bana geri dönmez ki." Güldü ve emin olup olmadığımı sordu. "Dalgana tüküreyim." dediğimde ise ciddiyet takındı.

"Dalga geçmiyorum."

"Geçiyorsun." Göz devirip baktım ona. "Gerçekten de dalganı si-" Küfür edemedim, karanlıkta takılı kaldı gözüm. O buradaydı... Yıl başı gecesinde de buradaydı, şu an da buradaydı. Uras'a baktım, bir şey gördüğümün farkına varmıştı ama ne olduğunu sormadı. "Burası güvenli değil, geri dön." Ne olduğunu sordu ama ben ayağa kalkmıştım. "Güvende olmak istiyorsan arabana biner ve götüne bakmadan buradan kaçarsın çünkü ben evime giriyorum."

"Söylediklerimi düşün lütfen, bütün samimiyetimle konuştum."

Gitmesi için onayladım sadece. O aracına yönelirken burada gitmesini bekledim, o gidince de eve girdim. Güvende olmadığımın farkındaydım ama en azından silahım yanımdaydı. Odama geçtim, üzerimi değiştim ve çıkardıklarımın hepsini kirliye attım. Yağmuru umursamayıp yere oturduğum için üzerim kirlenmişti. Üzerimi değişir değişmez mutfağa geçtim. Ben mutfakta kendime yemek için sucuklu yumurta pişirirken o içeri girmişti ve şu an arkamdaydı. Onu fark etmediğimi sanıyordu ama karşısındakinin ben olduğumu unutuyordu.

"Demek geri döndün." dedim arkama dönerken. İlk karşılaştığım silahı oldu, sonra da yüzü. "Evime hoş geldin, Sıfır'ın yalakası."

"Güzel bir evmiş doğrusu." dedi ve yüzümde gezdirdi bakışlarını. "Daha önce seni hiç bu kadar yakından görmemiştim, gerçekten de felaket yakışıklısın."

"Bana mı yürüyorsun?" dedim kadına ama o bilmiş bir şekilde güldü sadece. "İndir silahını, yoksa işleyeceğim ilk kadın cinayeti sen olursun. Bu unvanı Sıfır'a saklıyorum."

Kadın silahını indirmek yerine bana daha da yaklaştı. "Örgütü bitir, bir örgütün sonunu ancak o örgütün lideri getirebilir çünkü." Göz devirip işime devam ettim. "Adam beni takmıyor ya." diye isyan etti.

"Sucuklu yumurta yaptım, yer misin?" Sorumdan sonra sinirini algılayabiliyordum. "Ne o, sevmez misin? İstersen zehirli yumurta da yapabilirim."

"Ayaz Altan, canımı sıkıyorsun." Bir şey demeden ekmeğe yöneldim, bir parça koparıp yumurtaya götürdüm. Sucuklu yumurta gece gece yapacağım tek yiyecekti, zaten Hazal ile yaşadıklarımdan ve otopsiden sonra canım pek de yemek istemeyecekti. Yine de sucuklu yumurtadan alıp yemeye başladım. Kadına tekrar baktığımda ciddiyet gördüm yüzünde.

"Bu kadar ciddi olmaya gerek yok bence." Gözleri bir yumurtaya bir de bana kaydı. "Bak, güzel yaparım sucuklu yumurtayı. Burada şimdi yemezsen bu lezzeti bir daha bulamazsın. Geleceğini biliyordum, biraz fazla yaptım."

"Canım çekti." dedi salak kadın. "Ciddi misin?" Başımı sallayarak onayladım. "Sen nasıl bir psikopatsın lan? Düşmanına sucuklu yumurta ikram ediyorsun." Bir lokma daha attım ağzıma, ne var bunda der gibiydi tavrım. "Alabilir miyim?" dedi ama ciddiyeti devam ediyordu.

"Tabi, istersen oturalım. Ayakta yemek hiç içime sinmiyor." Kadın gülmeye başladığında ben yumurtayı ve ekmeği alıp masaya koydum. Bütün bunlar olurken kadın bir saniye bile indirmedi silahını. Son lokmalarını yediğinden haberi yoktu. "Benden ne istiyorsun?" diye sordum karşılıklı sucuklu yumurta yerken.

"Hazal Deniz'in yerini." Lokma boğazımda kalırken ne demek istediğini sordum. "Bana, sevgilinin hangi delikte olduğunu söyleyeceksin."

"Sahibin sana düzgün durmayı öğretmedi mi?" diye sorduğumda kadın anlamayarak yüzüme boş boş baktı. "Bana da sevgilime de o pisliğiniz bulaşmayacak ki eğer benim güzeller güzeli Güvercin'imin saçının teli daha bir zarar gelsin, işte o zaman hepinizi tek parça bırakmayacağım." Kararlı oluşum kadının umurunda değildi.

"İki örgüt lideri olarak fazla kararlısınız anlaşılan."

Tebessüm ettim. "Beyaz Emare örgütü lideri ve kurucusu olan Hazal Deniz ve ben, evet, kararlıyız. Bir konuda onu bilmem ama benim bir özelliğim daha var, fazla acımasızım." Hafifçe öne eğildim. "O silahını indir, yoksa vücudunu delik deşik ederim." Umursamadı ve burada yalnız olduğum için hiçbir şey yapamayacağımı savundu. "Sahibin sana aklını kullanmayı da öğretmemiş." dediğimde kadın bana vurmak için öne atıldı ama başaramadı. "Yazıklar olsun, bir de ekmeğimi yiyorsun." diyerek dalga geçtim.

"Ayaz Altan! Benimle dalga geçmeyi bırak ve bana Hazal'ın yerini söyle."

Sustum ama suskunluğum kadın yüzünden değildi. Evime gelen üçüncü kişi yüzündendi. Kadın, onu fark etmedi. Ben bile son saniye fark ettim ve bakışlarım direkt kadının başına dayadığı silahtaydı. Silahı Uras tutuyordu.

"Hazal'ın yerini ancak ölmeden bir dakika önce öğrenebilirsin." Uras'ın cümlesi kadını da beni de şaşırtmıştı. "İndir silahını. Aksi taktirde kafana sıkacağım." Kadının silahı direkt başka tarafa yöneldi ve en sonunda da Uras sayesinde bıraktı silahını. Uras da bir hamleyle kadının kafasına vurup bayılmasını sağladı ve silahını kaldırdı. Bana değdi bakışları. "Sucuklu yumurta kokusu geldi burnuma, gidemedim." Bu konuda takılması hoşuma gitmişti.

"Buradasın." dedim hayretle.

"Buradayım." diyerek kadının oturduğu kısma geçti, zaten kadın da yerde baygın bir şekilde yatıyordu. "Ben de yiyebilir miyim?"

"Tabii ki." Uras da sucuklu yumurta yemeye başlayınca gülümsedim, gerçekten de hoşuma gitmişti buraya gelmesi. "Hazal'ın nerede olduğunu biliyor musun?" diye sordum sessizliği bozmak için. Reddetti. "Emin misin?" dediğimde ise bakışlarını kaçırdı. "Burayı bulman ve burada olduğumu bilmen imkansız, burayı sadece Hazal biliyordu. O mu yolladı seni buraya?"

"Arabanı takip ettim." Tek kaşım havaya kalktı, onu zorladığımın farkındaydı. "Tamam ya, evet. Hazal yolladı beni buraya. Seninle barışmak istiyormuş."

"Hazal böyle bir şeyi istemez, bana gerçeği söyle."

Dayanamıyormuş gibi of çekti. "Tamam be, tamam! Gözünden de hiçbir şey kaçmıyor. Buraya beni gerçekten de Hazal yolladı ama tek isteği senin nasıl olduğunu bilmekti. Tamam mı? Kız duygusuz değil oğlum, tabii ki merak edecek seni. Bir de Beyaz Emare örgütünü tarihinde kurmayacakmış, onu söylememi istedi." Duyduklarım beni şaşkınlığa sürüklerken onunla nasıl konuştuğunu sordum. "Bir sokakta ağlıyordu. Ne yapsaydım? Bu düşmanların ortalıkta kol geziyor, buna rağmen onu yalnız mı bıraksaydım?"

"O nerede?"

"Bilmiyorum." dediğinde tahammül sınırlarımı zorladığını söyledim. "Gerçekten ya, gerçekten de bilmiyorum. Gözden kaybettim, sanki bir gölge girdi ve siyaha büründü. Gölgede görünmez oldu. Bilmiyorum, bulamadım."

Gölge...

Halil Başkan...

O almıştı Hazal'ı yanına. Direkt onu aradım ama açmadı, ben de Ceza'yı aradım hemen. Telefonu direkt açmıştı. "Hazal orada mı?" diye sordum hızlıca.

"Hayır." dediğinde öfkeleniyordum yavaş yavaş. "Ama Halil Başkan da yok, belki Hazal'ın yanındadır." Onaylayıp kapattım telefonu.

"Hızlı ye, gitmem gerekiyor." Tek kaşı havaya kalkarken direkt ayağa kalktı ve beklememem gerektiğini söyledi. "Afiyet olsun." diyerek kadına yöneldim. Ellerini ve bacaklarını bağladığımda onu direkt kuruma götürmeyi ve konuşturmayı planlıyordum. Ama Siyah Emare'nin kurumuna gitmeyecekti, Teşkilat'ta olacaktı. Arabaya taşıdım baygın kadını, Uras da yardım etti bana. Bana yardım ediyor olması ona olan güvensizliğimi bir tık kırmıştı ama tam güvendiğim söylenemezdi yine de. Evi kilitleyip Uras'a veda ettim ve direkt kuruma geçtim.

Kurumda yine aynı ekip vardı, eksik tek kişi Başkan'dı bu sefer. Nerede olduğunu bilen var mı diye sordum, hep bir ağızdan reddettiler. Onu bulmam lazımdı, Hazal'ın gerçeklerin bir kısmını öğrendiği için onu bulmam ve her şeyi anlatmam lazımdı. "Onu nerede bulabilirim?"

"Hazal'ı bul önce, onun yanındadır yüzde doksan."

"Hazal ile ayrıldılar." dedi Ceza. "Twitter'ı hiç mi takip etmiyorsun?" Göz devirdiğimde Ceza yüzüme baktı anlam verememiş bir şekilde. "Bence sen de sosyal medya kullanmalısın. Açıklamaları nasıl yapıyorsun?"

"Örgütün resmi hesabından." Hangi uygulama olduğunu sordu. "Twitter işte." dediğimde de gözlerini kocaman açtı.

"Kullanıyor muydun?"

Omuz silktim umursamazca. "Sadece resmi açıklamalar için."

Aşkın gülmeye başladı, deli dolu bir kadındı ve eğlenceliydi. "Örgütün hesabı neredeyse yüz milyon takipçi olacak, sen ne diyorsun Ceza?" Ceza ağzı açık bir şekilde Aşkın'a bakınca bu sefer de ben tebessüm ettim. "Bunu bilmemen imkansız ama. Hangi devirde yaşıyorsun?"

"Ne bileyim be! Siz de oturup magazin konuşacağınıza iyi ki bunları takip ediyorsunuz."

Tek kaşım havaya kalktı. "Bunları diye bahsettiğin şey benim örgütüm."

Tepkim okları ona çevirirken Aşkın yine güldü ve örgütümün köklü olduğunu vurguladı ama birden donakaldı. "Hazal fazla kırılmış mıdır?" Gülüşleri birden silinirken bana bu soruyu sordu, maalesef ki başımı sallayarak onayladım. "Onu nerede bulabilirsin, bilmiyor musun? Aklına hiç mi bir yer gelmiyor? Ben de merak ediyorum onu." Bu sefer reddettim çünkü gerçekten de Hazal'ın üzülünce gidebileceği bir yer yoktu. "Vernem Nidahen'e kucak açar mı sence?"

"Bilmiyorum Aşkın, bilmiyorum. Sorma artık."

"Aşk bence iyileştirir."

Neva'ya baktım. "Aşk bazen sadece yaralar ve son bulur." dediğimde hepsinde de gezdi gözüm. Kalbimde yine bir sancı hissettim. "Bunun adı da sadece kırgınlıktır."

"Aşk yürek ister." Ceza'ya baktım. Gözleri Neva'nın üzerindeydi çünkü o da Neva'ya aşıktı. "Ki biz de buna sahip değiliz." Yaklaşık dört yıldır açılmaya çalışsa bile hep utanıyordu ve yapamıyordu, bu yüzden platonik aşkla kalakalmıştı. "Karşılıksız bir sevgiyle kaldım ben de." dediğinde yutkunup başını öne eğdi.

"Karşılıksız mı?" Sorum dikkatini çekmişti, heyecanını arttırmıştı, kafasını kaldırıp bana baktı. "Yalan." dediğimde de tebessüm etti. Neva da onu seviyordu ve her ikisi de itiraf edemiyordu. "Hadi ama?" İkisi de bana soran gözlerle bakıyordu. "Ben gitmeden sevgili olmanızı istiyorum, ne duruyorsunuz? Birinizin ölmesini mi? Yalnız toprak aldığını vermiyor geri, zaman kaybından başka bir şey yapmıyorsunuz. Açılın artık birbirinize."

"Ne demek istiyorsun?" diye sordu Neva.

"Ceza'ya aşıksın diyorum."

Bakışlarını kaçırdı ama sürekli olarak Ceza'ya kayıyordu bakışları. "Ben..." Yapamayacak gibiydi. "Yani, evet..." Ceza'ya baktım, yap şunu der gibiydi bakışlarım. Ben yarım kalmıştım ama başkaları da yarım kalsın istemiyordum.

Benden büyük bir cesaret almıştı. "Sevgilim olur musun?" Ceza'nın Neva'ya sorduğu soru bizim şükretme sebebimiz olmuştu. "Neva?" Kadın tebessümle onayladığında Aşkın'a da bana da rahatlama gelmişti.

"Sizi seviyorum dostlarım. Ben gideceğim artık, istifa ediyorum." Hepsinin yüzünde de birden hayal kırıklığı oluştu. Nedenini sordular. "Tek odak noktam örgüt olsun istiyorum. Artık gerçekten de öfkemi gün yüzüne çıkarmam gerekecek bazı konularda. Vernem Nidahen'in ben olduğumu açıklayacağım."

"Bu kaosa sebep olacak."

Omuz silktim sadece. "Olsun, yapacak bir şey yok." Bunu yapmak zorunda olmadığımı söylediler ama kararlıydım. "Burayla bir bağım kalmayacak, Sıfır da benim şahsi meselem haline gelecek. Size yalakasını getirdim, şimdilik onunla idare edin siz de."

"Başkan'ın haberi var mı?"

"Ona ulaşabilen mi var?" dediğimde kaşları çatıldı Ceza'nın. "Buradaki vaktim doldu. Kendinize iyi bakın." Onların konuşmalarına ve itiraz etmelerine fırsat vermedim. Hepsine de teker teker veda ettim sadece ve oradan ayrıldım.

Saatler geçse bile canım acımaya devam ediyordu. Kurumdan ayrılır ayrılmaz Hazal'ı aramaya devam ettim. Bulamadım... Hiçbir yerde de yoktu, başına bir iş gelme ihtimali de beni deli ediyordu. Gecenin yarısı onu nerede bulabilirdim ki? Umut Can'ı arayıp ona sordum ama o da bulamadığını söyledi. Ben de çaresiz eve döndüm. Yol boyunca da Başkan'ı aramaya devam ettim ama yine ulaşamadım. İstifa dilekçemi ona vermek zorundaydım. Eve döndüğümde Hazal'ın burada da olmadığını fark ettim. Umudumu tamamen kaybetmiştim. Kumsal'ı da... Onu Siyah Emare'ye almak için çok uğraşmıştım, başarmıştım da ama sonradan ailesini bulmak için kaçmıştı. Onu yaşatamadım... Onu kurtaramadım.

Hazal'a çok ihtiyacım vardı. Onun göğsüne yaslanıp ağlamak istiyordum ama mümkün değildi. Biz harbi ayrılmıştık. Onu kaybetmiştim. Umutlarımı, sol yanımı, ruh eşimi, hayallerimi, kahkahamı, gülüşlerimi, kısaca her şeyimi...

Onu istiyordum. Mümkün değildi.

Kumsal'ı istiyordum, bu ise tamamen imkansızdı.

Yeşim Kamelya'nın dediği gibi, eğer onun katilini öldüremezsem cezaevinden birisini ayarlayıp orada öldürtecektim. Tabii ki cezaevine kalmayacaktı ölümü.

Belirli bir süre sonra Başkan aradı beni. Aramayı açtığımda direkt nerede olduğumu sordu. "Evdeyim," dedim ve ben de Hazal'ı sordum. "Hazal, yanınızda mı?"

"Evet, benimleydi." Nedenini sordum. "Sevgilinin sana anlatacakları var çünkü. Şimdi eve bırakacağım onu, yani yanında olacak. Konuşacaklarınız var."

"Yüzüme bakacağından emin misin?"

"Kendisi istedi."

Onayladığımda telefon görüşmesini sonlandırdı. İçimdeki heyecanı atlatamadım, Hazal yanımda olacaktı. Bu çok büyük bir şeydi. Hazal, yine yanıma gelecekti. Etkilendiğim gözlerine bakacaktım. Tekrardan... Ama onun gözleri bana bu sefer aşkla bakmayacaktı, belki de nefret ile bakacaktı. Hazal'ı beklemeye devam ettim. En sonunda o an geldi, zil çalmıştı. Hızla kapıya yönelip açtığımda karşımda belirdi aşık olduğum kadın. Karşısında eriyip bitiyordum da görmüyordu artık bunu. İçeriye aldığımda ikimiz de hiç konuşmadık. Dışarıya baktım, Başkan gitmişti. Ben de hemen içeri tekrar girip kapıyı kapattım ve salona geçtim çünkü Hazal salona geçmişti.

"Hoş geldin." dedim sadece yanına geçtiğimde. Gözlerimin içine gerçekten de acıyla bakıyordu. Nasıl olduğunu sordum korkarak.

"Nasıl olmamı istiyorsun?"

Sorusu canımı acıtmıştı. "İyi olmanı istiyorum, daima." dedim ama gelecek cümlesi de beni yaralayacaktı.

"Bu yüzden mi kalbimi bıçakladın?"

Buna diyecek bir şeyim yoktu. "Beni dinlemedin, dinleseydin her şeyi anlatırdım." dedim sadece.

"Her şeyi biliyorum, Ayaz." Neyden bahsettiğini sordum. "Senin Milli İstihbarat Teşkilatı'nda görev aldığını, keskin nişancı olduğunu, Vernem Nidahen'in bir adam yüzünden seri katil olarak anılmaya başlamasını, öldürdüğün her insanı ve öldüreceklerini..." Küs olup olmadığımızı sordum. "Beni hiç tanıyamamışsın." dedi. Yerinde toparlandı, yüzünü kapattı ve ağlamaya başladı.

"Hazal, ağlama. Yalvarırım sana, ne olursun ağlama. Bu beni paramparça yapıyor. Sana yaklaşmama da izin vermiyorsun."

"Bana yalan söyledin!" diye bağırdı bana. Sinir krizi geçirmek üzereydi resmen. "Bana çok büyük bir yalan söyledin. Senden korkmama rağmen gözümün içine baka baka Vernem Nidahen olmaya devam ettin. Üstelik ben umurunda bile olmadım."

Kalbimizin kırılma sesleri kulağımda yankılanıyordu. "Neden böyle düşünüyorsun? Benim sevgim gerçekten de senin için sahte miydi?"

"Benden saklamanı istemezdim." dedi ayağa kalkarken ve gitmek için kapıya yöneldi. Gitmesine izin vermedim, bileğinden tutup burada kalmasını sağladım ve salonun kapısına yönelip kilitledim. Anahtarı da üzerinden alıp rastgele bir yere fırlattım. "Şu anlık beni yalnız bırak, Ayaz." diyerek beni engellemeye çalıştı.

"Sana çok ihtiyacım var, Hazal."

Derin bir nefes alıp yatağıma oturdu. "Bu konuda seni dinlemek istemiyorum çünkü benim ihtiyaçlarımı görmüyorsun, şu an sadece kendi ihtiyacın için yanımda kalmak istiyorsun."

"Senin de bana ihtiyacın var." Bakışlarını kaçırdı ama gözlerinin dolduğunu gördüm. "Anlayamıyorum Hazal, bazı şeyleri anlamakta güçlük çekiyorum. Biz sevdiğimiz minik bir kızı kaybettik, bir gün olmadı hem de. Saatler önce Kumsal morga kaldırıldı, otopsi yapılırken her anı canlı canlı izledim. Yanında olmama neden izin vermiyorsun? Vernem Nidahen canının istediği gibi cinayet işleyen birisi değildi. Ben sadece görevde bana verilen terörist veya hainleri öldürdüm, bunun yanında bir de sapıklar yatıyordu. Suçum masumları korumak mıydı? Aynı şey çok sevdiğimiz bir kız çocuğunun başına geldi ve Vernem Nidahen hep yaptığı gibi onun katilini de öldürecek."

"Senin suçun beni bu işe dahil etmemendi ve beni öpen dudaklarınla yalan söylemendi." İlk cümlesinde kaldım, ne demekti şimdi bu? Ona da sordum ne demek istediğini. "Seninle savaşmak istediğimi bilmiyorsun sanki!" diye bağırdı bana ama şaşkınlığım geçmemişti. "Beni saf dışı bıraktın."

"Hazal?" dedim şok içinde. "Sen, Vernem Nidahen olduğum için ağlamıyor musun?" Ağlamaya devam ederken reddetti aynı zamanda. "O zaman bu gözyaşları neden dökülüyor?"

"Çünkü ben sadece sana iyi gelmek istiyordum, sen ise bana yalan söyledin ve seni terk edeceğimi düşünerek korktun sürekli. Bu yüzden örgütü doğru dürüst yönetemedin bile, art arda bir sürü cinayet geldi. Sen sadece onlara odaklandın ve örgütü unuttun. Geçmişinin savaşı bitmeyecek mi be adam?" Sustum, suskunluğum acı veriyordu ona. "Benim bir planım var, bu yüzden geldim buraya." Ne olduğunu sordum. "Benim gök gürlemesinden korktuğumu sadece sen biliyorsun. Bunu kullanabiliriz haini yakalamak için."

"Nasıl yapacağız?"

"Birisinden şüpheleniyorum." Kim olduğunu sordum. "Göktuğ."

"O hain olamaz." dediğimde canım acıyordu.

"O hain olabilir, Ayaz."

"Hazal, dur."

Susmak bilmedi, durmadı ve aksine daha da bastırdı konuyu. "Umut Can, Kumsal öldürüldüğünde buna Göktuğ'nun şahit olduğunu söyledi. Eğer Göktuğ değil diyorsan hain Umut Can."

"Bunu düşündüren nedir?"

"Bana otopsi sonucunu göster." dedi sadece. Raporun bende olmadığını belirttim. "O zaman bul." diye emir verdi bana ve tekrar oturdu koltuğa, ben de yanına geçtim.

Direkt telefonumu çıkarıp Yeşim Kamelya'yı aradım. Hazal kadının ismini telefonumda görünce hoşnut olmamıştı, bu çok açıktı. Kadın yerine telefonu eşi açtı. "İyi günler, Savcı Yeşim Kamelya ile görüşecektim."

"Ben eşiyim, buyurun."

Adama sinir olmaya başladım bile. "Savcı ile görüşmem gerekiyor, sizinle değil." Konunun ne olduğunu sordu. "Bir cinayet hakkında, kendisi ilgileniyor vaka ile."

"Savcı şu an müsait değil."

Göz devirdiğimde tekrar söze girdim. "Bir savcının görevleri önceliğidir beyefendi. Elinde iş varsa bile o işi bırakır ve savcılığını yapar. Lütfen söyler misiniz kendisine, onunla konuşmam lazım." Adam telefonu yüzüme kapatınca Hazal'ın varlığını unutup küfür ettim. Bir anlığına göz göze geldiğimizde özrümü verdim ona ama önemi olmadığını söyledi. Tekrar aradım savcıyı.

"Ne?" diyerek açtı eşi telefonu.

"Bana bak," dedim sinirle. "Avukatlığının sana verdiği havayı sikerim, şu telefonu Savcı'ya götür."

"Ne biçim konuşuyorsun?" diye söylendi ama cidden Yeşim'in hoşuna gitmediği kadar vardı adam. "Sen kim oluyorsun da benimle böyle konuşuyorsun?"

"Uzatma, şu telefonu Yeşim Hanım'a götür artık."

"Bana emir veremezsin." dediğinde ciddi anlamda burada sinir krizi geçirecektim resmen.

"Seninle istediğim gibi konuşurum, Bay Çok Bilmiş. Şimdi istediğimi tıpış tıpış yapıyorsun, yoksa adalet sarayı bile alamaz seni elimden." Yeşim'in evde olmadığını söyledi. "Yalanını yesinler." dediğimde de ısrarcı oldu. Onu evine benim bıraktığımı söylesem belki zor durumda kalabilirdi kadın. Bu yüzden bir yalan uydurdum. "Adli tıpta evine gideceğini belirtmişti, otopsi sonuçlarını istiyorum sadece. Eşinle yoksa ne işim olur, ben de evliyim. Sonuçları alınca iletişimi keseceğim zaten. Kendisinin haberi var. Ne diye zorluk çıkartıyorsun?"

O an arkadan Yeşim'in sesini duydum. Telefonunu istemişti eşinden, adam bu sefer onun dediğini yaptı. "Buyurun Ayaz Bey." dedi Yeşim, resmiyeti eşinin yanında olduğu için koruyorduk.

"Merhaba Sayın Savcım, Kumsal Savaş isimli maktulün otopsi raporunu istiyorum."

"Bunu sizinle paylaşmam etik değil, Ayaz Bey."

Gülme geldi ama tutum kendimi. "Öyle mi?" dediğimde Hazal'ın kollarını birleştirip somurtarak beni dinlediğini fark ettim. Kıskanıyor muydu?

"Evet, peki başka bir isteğiniz var mı?"

"Hemen atmış olmanız lazım çünkü Hazal yanımda ve bir planımız var."

"Tabii ki, cesedi en kısa zamanda ailesine teslim edeceğiz zaten. O zaman cenaze törenini düzenlemiş olursunuz, defnedilir. Tekrardan başınız sağ olsun, iyi günler."

"Bir dakika." dedim, eşinin yanında benimle rahat konuşamıyor olması canımı sıkmıştı. "Eğer adam, benimle konuştuğun için sana zarar verirse direkt bana ulaş. Seni oradan çekip alırım, tamam mı?"

"Tamam." dedi ve telefonu kapattı.

Adamın ona dokunacağını sanmıyordum ama küfür etmem yüzünden emin olamadım. Hazal'a baktım. "Rapor birazdan elimizde." dediğimde tek kaşı havaya kalktı.

"Ne güzel konuşuyorsun savcıyla," dediğinde beni sözleriyle mahvetmeye başlamıştı sanki. "Yani, ne bileyim. Adam sana zarar verirse oradan çekip alırım falan." Bakışlarını kaçırdı. "Resmiyeti de kaldırdınız, oh mis. Bir de evli olduğunu söyledin, söylemeseydin belki adamla boşanırsa seninl-"

"Hazal," dedim birden sözünü keserek. Gerçekten de saçmalamıştı kıskançlığı yüzünden. "Kalbimde sen varken mi?"

"Beni unuttun."

"Ben her şeyi unuturum da seni unutamam, Hazal."

Gözleri dolmuştu, canı felaket yanıyordu ve bunun ikimiz de farkındaydık. "Canımı acıtıyorsun Ayaz." dedi acı içinde kıvranırken. Ona sarılıp öpmek, ona iyi gelmek istedim ama buna izin vermedi.

"Neden izin vermiyorsun bana? Konu Vernem Nidahen ile ilgili değilse neden sana yaklaşmamı istemiyorsun?"

"Çünkü bir büyük yalanın yüzünden ben kendime gelemiyorum, aynı şeyi yaşamaktan korkuyorum."

Elini tutmak istedim. "Elini tutabilir miyim?" diye sordum kırgınlıkla. Başıyla reddetti. Kendisine yaklaşmamı hiçbir şekilde kabul etmiyordu. "Keşke sana iyi gelmeme izin versen." dediğimde yanağından yine bir damla yaş aktı. "Hazal," dedim bana bakmasını beklerken. Bakışlarımız kesişti. "Vedalar kaçınılmaz bir gerçektir. Emareler ise vedaların bize verdiği hediyelerdir. Ben, bu hayatta her vedamın üstesinden geldim ama senin bana veda edişin... Ben bunu kaldıramıyorum. Ben, sen olmadan yaşayamıyorum."

Ağlaması şiddetlendi. "Canım yanıyor Ayaz." dedi gözyaşları içinde.

Bütün gücümü toplayıp ona sarıldım. Başı göğsüme düşünce onu teselli etmeye çalıştım. "Geçecek, her şeyi atlatacağız ve güzel bir hayatımız olacak. Kayıplara rağmen ayakta kalacağız."

"Beyaz Emare örgütünü kuralım Ayaz. Hemen kuralım yoksa her şey Siyah Emare'nin üzerine kalacak."

"Kuralım." dedim ve ekledim, "güzelim..." Güzelim dememe ses etmedi, belki de istememişti dememi ama yine de susmuştu. Kısa sürdü sarılmamız, tekrar toparlandı ve mesafeyi tekrar koydu aramıza.

"Rapor geldi mi?"

Telefonu açıp baktım, evet, gelmişti. "Gelmiş." diyerek WhatsApp'a girdim ve gelen mesaja tıkladım. Bir cümle daha yazıyordu.

"Savcı Yeşim Kamelya: Raporu Hazal dışında kimseye gösterme ve bahsetme."

Onayladım mesajımda ve raporu görüntüledim. Hazal o an bana baya yaklaştı ve telefonumdan raporu incelemeye başladık. "Tecavüz mü?" dedi şok içinde. Bakışları korkuyla bana değdi. "Gerçekten mi? Bu gerçek mi?"

"Çok üzgünüm, ona bunu yaşatanları bulacağım."

"Ayaz, ben içimdeki canavara söz dinletemiyorum. Sanki gün yüzüne çıkmak istiyor."

"O zaman sen de o canavarı gün yüzüne çıkar. Herkes Beyaz Emare örgütünün kurucusu ve lideri olan Hazal Deniz'in kim olduğunu öğrensin." Buruk bir tebessüm etti. "Herkes benim..." Sevgilim olduğundan bahsedecektim ama cümlemi kuramamıştım, Hazal da devam etmedi. Rapora yöneldi tekrardan. "Bu cinayeti örgütteki hain işledi diyelim ve tahminini doğru kabul edelim. Hain Göktuğ ise Kumsal'a tecavüz eden de o."

"Emin olamayız bundan, delilin sonuçlarını beklemek zorundayız ama zaman kaybetmek istemiyorum. Şimdi sana planımdan bahsedeceğim. Ben, Göktuğ ile biraz yakınlaşacağım."

"Onu öldürmemi mi istiyorsun?" diye sorduğumda tebessüm etti.

"Yani sohbet anlamında, Ayaz. Gök gürlemesinden korktuğumu sadece ikimiz biliyoruz ya. Bundan bahsedeceğim ona." Bir an tereddüt etti dilinde yatan cümleden ama yine de söyledi. "Ben haini bulmak için kendimi yem yapacağım."

"Bunu asla yapmam." dedim üzerine bastıra bastıra.

"Yapmak zorundayız, ancak bu şekilde bulabiliriz. Sen demedin mi bana, düşman bunu öğrenirse kullanır diye. Eğer hain Göktuğ ise beni yakaladıktan sonra yüksek sesle gök gürlemesi dinleterek işkence yaparlar. Bunu yapmalıyız, ancak bu şekilde emin olabiliriz. Göktuğ'nun cinayeti işlenirken görmesi ama katili bilmemesi çok saçma."

"Sana zarar verecekler, bunu hayatta yapamam. Bu şekilde olmaz Hazal."

"Olmak zorunda Ayaz," derken sesi yükselmişti. "Kumsal'ı seviyorsan, onun katilini bulmak istiyorsan yapmak zorundayız. Siyah Emare çocuklarını düşün, onları seviyorsan. Beni seviyorsan..."

"Bunu yapamam. Herhangi bir eğitim almadın, onların karşısında güçsüz düşersin. Sana dokunurlar, sana işkence yaparlar. Ben bunlara dayanamam. Öfkemi zaten kontrol edemiyorum, yapma. Ne olur, başka bir yol bulalım."

"Bunu yapacağım." dedi ve ayağa kalktı. Duruşu dimdikti. "Çünkü ben güçlü bir kadınım. Çünkü ben Siyah Emare örgütünün kurucusu ve lideri olan Ayaz Altan'ın sevgilisiyim ve sevgilim, beni onların eline bırakmaz."

"Sevgilin..." diye fısıldadım o bana güç verirken. "Öylesine değil, ölesiye..."

Başını salladı ve tebessüm etti. "Ölesiye..." Tebessüm etti. "Görev başlasın o zaman. Bir şekilde ellerine düşeceğim, bana takip ve dinleme cihazı takarsın, takip edersin gittiğim yeri. Sonuçta koskoca istihbaratın keskin nişancısısın."

Buruk bir tebessüm takındım. "Ben istifa edeceğim." Nedenini sordu hemen. "Tek odak noktam örgüt olsun istiyorum."

"Sen nasıl istersen," diyerek anahtarı fırlattığım yerden aldı ve bana baktı. "Ben gidiyorum, kendine iyi bak."

"Ben, sana bakmak istiyorum." Tebessüm edişini gördüm, ben bu kadına ciddi anlamda felaket yanıktım. "Sana aşığım, Güvercin." Tepkisini merak ettim, ona Güvercin dememi istememişti çünkü.

"Diğerleri bizi hâlâ küs bilsin."

Cümlesinden sonra biraz kelimelerle oynadım. "Küs değil miyiz?" Reddetti. "Peki bana kırgın mısın? Gerçekten çok özür dilerim, söyleyemedim. Çok korktum sol yanımı kaybederim diye."

"Geride bırakalım bunu."

"Nasıl istersen," dediğimde buruk bir tebessüm takındı. Yanıma yaklaştı ve ayaklarını kaldırarak yanağımı öptü. "Şans getirsin diye, ihtiyacım olacak çünkü."

"Dikkat et kendine, Göktuğ'a bunu dediğinde yine benimle ol. Takip ve dinleme cihazını yerleştireyim üzerine." Başını sallayarak onaylayınca bu küçük oyunun bize gerçekleri anlatacak olmasını düşündüm. Tabii ki bunu Hazal kendisini yem yapmadan yapabilseydik keşke ama bu konuda çok kararlıydı. "Daima yanındayım." dediğimde yine bakışlarımız kesişti. "Şimdi örgüte mi gideceksin?" Başını sallayarak onayladı. "Ben de gelsem, hem seni ben bırakırım kuruma."

"Olmaz. Ayaz varken neden bana geldin, diyebilir."

"Küs olduğumuzu biliyorlar." dediğimde ve öksürmeye başladı. Öksürüğü hafif değildi. "Hasta olmuşsun." dedim hayal kırıklığına. Önemi olmadığını söyledi ama önemliydi, çok önemliydi. Elimi alnına koydum. "Ateşler içinde yanıyorsun, Güvercin. Ne demek önemi yok? Bu durumda hayatta göreve başlayamayız."

"Ben iyiyim Ayaz." dediğinde burnunu çekti.

"Görüyorum, bayağı iyisin." Dalgamı duyduğunda kaşları çatıldı.

"Bir şey soracağım Ayaz." dedi gözleri gözlerimdeyken. "O kadın neyin oluyor?" Tebessüm ettim, beni kıskanıyor olması hoşuma gitmişti.

"Çocukluk arkadaşım."

"Savcı yani, ondan bahsediyorum." Cümlemi yenilediğimde bakışlarını kaçırdı. "Ya, ne güzel. Kaç senelik?"

"20," dediğimde morali düşüşe geçmişti.

"Benden önce tanımış seni."

Yine onu kendime çektim kolumla, sıkıca sarıldım. Hiç bırakmak istemiyormuş gibi sarıldım. "Beni bir tek sen çok iyi tanıyorsun." diye fısıldadım ama Hazal ayrılmak istedi. Bana kırgındı ve bu çok belliydi.

"Önemi olduğunu pek sanmıyorum." Kapıya yöneldi doğrudan. "Görüşürüz Ayaz."

"Görüşelim Güvercin."

Bir anlığına gidemedi, bana hâlâ kırgındı. Kalbinin kırığı eski hâline belki de gelmeyecekti, belki de eskisi gibi hiçbir zaman olamayacaktık. Vernem Nidahen olduğum için değil, bunu ondan saklayıp defalarca yalan söylememe kızmıştı. Kırılmıştı.

Benim sevgilim, benden korkmuyordu.

Benim sevgilim, ona bir daha yalan söyleyip bazı gerçekleri ondan yine saklamamdan korkuyordu ve ben de bir daha asla bunu yapmayacaktım.

Hazal gidince korumaları onun peşine taktım, örgüte varana kadar güvende olmasını istiyordum. Kapıyı kapatmamla savcının beni araması bir oldu. Telefon görüşmesini direkt başlattım.

"Ayaz, yanımda olmana ihtiyacım var." Ne olduğunu sorduğumda endişeyle söze girdi. "Kumsal'ın cesedi yok."

"Ne demek yok?"

"Adli tıptaydı, yakınlarına teslim edilmek üzere morga kaldırılacaktı. Morga konulur konulmaz kızın bedeni yok oldu. Buna gerçekten de inanamıyorum, buraya gel. Belki seninle çözebilirim bu işi." Nerede olduğunu sordum ceketimi alıp direkt dışarı çıkarken. "Devlet hastanesindeyim."

"Morgun kamera kayıtlarına baktın mı?"

"Baktım, içeriye birisi giriyor ama yüzü kar maskeli."

Sinirlendiğim an araca geçmiştim ve Yeşim'le konuşmaya devam ederken direkt hastaneye sürdüm. "Bari cesedini rahat bıraksınlar ya." dedim moralim aniden düşerken. "Bunu neden yapıyorlar?"

"Dertleri büyük olsa gerek." dediğinde gelişmeleri bana anlatmaya devam etti. "Adam bir araca bindi ve bu hiç hoşuna gitmeyecek."

"Araç örgüte mi ait?" diye sorduğumda onaylamış olması moralimi daha da bozmuştu. "Yeşim, örgüte gel. Ben örgüte geçiyorum." Nedenini sorduğunda aniden fikir değiştirmiş olmam garibine gitmişti. "Hazal örgütte, başına bir iş gelebilir. Onu yalnız bırakamam."

"Onunla küs değil misiniz?"

"Onunla küs olmam onu korumamı engelleyecek bir şey değil." Onayladığında örgüte geleceğini belirtti. Ben de hızlıca örgüt binasının önüne geldim, gelir gelmez de Hazal'ı aradım. Telefonu açtığında bana Ayşe diyerek konuşmaya başladı, muhtemelen yanında birisi vardı. "Hazal, tehlikede olabilirsin. Kumsal'ın morgdan cansız bedenini almışlar, ortada yok cesedi. Bunu yapan kişinin kameralarda örgütün bir arabasına bindiği görülmüş."

"Anlıyorum güzelim ama şu an müsait değilim, sonra döneyim sana. Olur mu?"

"Kendine dikkat et, lütfen..."

"Sen de kendine iyi bak canım, öpüyorum."

Tebessüm ettiğimin farkında değildim. "Öpüyor musun?" Yüzüme kapattı telefonu ama hâlâ bir anlığına iyi hissetmiştim. Yanında olan kişi muhtemelen Göktuğ'du, bu yüzden kapatmıştı telefonu. O ikisini baş başa bırakmayı hiç istemiyordum, şu an ben en yakın arkadaşıma bile güvenemez hâle gelmiştim çünkü.

Örgüte geçtim, odamdaydım ve yalnızdım. İçim içimi kemirirken odaya Yeşim geldi. İkimiz beraber olayı incelerken masama yaslandım, Yeşim ise hemen yanımdaydı ve bilgisayarımı kullanıyordu.

"Bu haini hemen yakalamalıyız Ayaz." dedi kararlılıkla.

"Yakalayacağız, elbet elimize düşecek."

Kadın daha söze giremeden kapı tıklatıldı ve açıldı, Hazal gelmişti yanıma. Bizi yan yana görünce morali düşmüştü, zaten pek güldüğü söylenemezdi. İçeriye doğru geldi, ikimizin de gözü Hazal'daydı.

"Şey..." Fısıltısından sonra boğazını temizledi ve devam etti. "Eşyalarımı almak için gelmiştim." diyerek bir bahane uydurdu. Kadını yanımda gördüğü için kötü hissettiğine adım kadar emindim. Sustum, suskunluğum savcının dikkatini çekmişti.

"Ayaz," diye fısıldadı. "Kız ayağına geldi, gönlünü alsana. Odun musun?"

"Cesaretim yok." diye fısıldadım.

"Yap şunu, mızmızlanma."

Son bir bakışmamız oldu. Hazal'a yöneldim sonrasında. "Eşyaların dolabımda, gitmek zorunda mısın?" Eşyalarını vermemi istedi sadece. "Gitme Hazal, benimle kal. Ayrılık canımı çok yakıyor."

"Onu bana yalan söylemeden önce düşünecektin." Bir şey diyemedim, öylece kaldım ama Hazal devam etti. "Yalanların sana kalsın, ben artık burada kalmak istemiyorum."

"Hazal Hanım ama se-"

"Siz bu işe karışmayın." dedi savcıya. Ciddiyeti felaketti. "Bu Ayaz Bey ve benim aramda olan bir mesele." Yeşim öylece kalakalınca Hazal tekrar eşyalarını istedi. Bir şey diyemedim. Gerçekten de dolabımda vardı birkaç eşyası. Onları çıkarttım, ona uzattım siyah poşetiyle beraber. Poşeti alır almaz kapıya yöneldi. "Benden sonraki hayatında başarılar diliyorum." dediği gibi odadan çıktı ve gitti.

Hayal kırıklığı yaşamıştım, anlaşma yapsak bile. "Gördün mü?" dedim Yeşim'e. "Artık bizden olmaz. Onun için sıradan bir insanım, hiçbir değerim kalmadı." İkimizde derin bir nefes aldık. "Bu arada sen ne yaptın? Eşin bir şey dedi mi?"

"Biraz mızmızlandı ama verdim cevabını. Bu gidişle evliliğimiz bozulacak çünkü sürekli olarak sarsılıyor. Yaşadıkların için özür dilerim. Her ne kadar eşime küfür etmen hoşuma gitmese de."

"Kaşındı."

Bana şaşkınlıkla baktı. "Küfür hoşuma gitmeyen bir şey, sana da yakışmadığını düşünüyorum."

Omuz silktim. "Hak edene küfür ederim." dediğimde bir şey diyemedi çünkü bir mesaj gelmişti telefonuna. "Kim?" diye sordum merakla.

"Kumsal'ın dosyası hakkında, ceset bulunmuş galiba. Bir hata oluşmuş sadece, bir de elimizde bir suçlu var. Gel, oraya gidelim."

Dünden hazırdım buna, telefonu kaptığım gibi peşine takıldım. Kurumu terk ettik. Savcının aracındaydım ben, beni bir yere getirdi. Suçlu elimizdeydi ve onu öldürecektim. "Onu ben konuşturacağım." dedim Yeşim'e.

"Bunu yapmayacaksın çünkü adamın yanına girersen adam oradan sağ çıkamaz. Onu öldürürsün."

"Beni çok iyi tanıyorsun." dediğimde sorguya beni hayatta almayacağını söyledi. "Sen almayacaksın, ben gireceğim."

"Düzgün duracaksın Ayaz."

Reddeder gibi salladım başımı. "Bana ne yapacağımı bir tek sevgilim söyleyebilirdi, onunla da ayrıldık zaten. Artık kimse bana ne yapacağımı söyleyemez." Bu konuda hoşnut olmadığını biliyordum, ne istediysem onu yapacağımın farkındaydı. Beni adamın tutulduğu yere getirdi. Adamı görür görmez içindeki canavarın sesleri duymaya başladım. Polisler sorguya alıyordu ama konuşturmayı başaramıyorlardı. Şimdi örgütün hücresinde olacaktık ki. Ben onu nasıl tıkır tıkır konuşturuyordum. Ellerini çivileyerek, bileğini keserek veya korkutarak. "Onu konuşturamazlar." dedim Yeşim'e.

"Neden?"

"Çünkü çok hafifler, bu kadar kötü adamlar sertlikten anlar." Bana baktığını fark ettim. "İzin ver, ben gireyim içeriye. Gerçekten öldürmeyeceğim." Elbette öldüreceğim, hatta cümle aleme ibret olsun diye ellerini çivileyerek onu yüksek bir yere asacağım.

"Üzerinde silah var mı?" dedi yüzüme bakarken.

"Yok," dediğimde üzerimi aramak için öne atıldı. "Ellerinizin vücudumda gezmesini istemiyorum Yeşim Hanım, lütfen geri çekilin."

"Üzerine aramadan içeriye girebileceğini mi sanıyorsun?"

İşte tam o an cümlesini umursamayarak ona arkamı döndüm ve sorgu odasına daldım direkt. "Efendiler, çıkıyorsunuz siz. Sorguyu ben yapacağım." Bir polis buna itiraz etmişti ama diğerleri ses etmedi. "İzleyin de sorgunun nasıl yapıldığını öğrenin." Tam olarak adamın karşısına oturdum. Önce sakin başlayacaktık, sakince yapacaktık işimizi. Polisler dışarı çıktığında adamla baş başa kaldım. "Demek Kumsal'a dokunan o piçlerden birisi de sensin." dediğimde adam çok rahattı.

"Beni konuşturamayacaksın."

Üzerimde hem bıçak vardı hem de silah. "Sabrımı zorlamamanı öneririm." Sırıttı ve ona en fazla vurabileceğimi söyledi. Ayağa kalktım ve odanın dışında kalan savcıya yöneldim. "Polisler çıksın, savcı kalsın." Dediğimi ancak savcı onayladığında yaptılar. Buradan çıktılar ve savcı ile ben baş başa kaldım, bir de içerideki suçlu vardı. "Kameraları kapat."

"Ne yapacaksın?"

"Onu bıçaklayacağım, ellerini. Benim klasik konuşturma yöntemim bu, lütfen dediğimi yap. Kaydı ve kameraları kapat."

"Onu öldüremezsin." dediğinde reddettim.

"Onu öldüreceğim Yeşim ama burada değil, bu kurumdan çıktığında ve bunu kimseye söylemeyeceksin. Anlaştık mı?"

"Suçuna ortak olmamı mı istiyorsun? Bu adamın yeri cezaevi."

"Bu adamın yeri mezar." dedim üzerine bastıra bastıra. "Ya benim yanımda olursun ya da seni de karşıma alırım. Seç tarafını." Ona sunduğum seçenek yüzünden canı sıkılmıştı. Benim yanımda olacağını söyledi. "Vernem Nidahen, kimliğini bu adamın cesedi ile açıklayacak. Yanımda olduğun için teşekkür ederim, şimdi kaydı durdur ve kamerayı kapat." Dediğimi yaptığında tekrar adamın yanına geçtim. "Seninle biraz uzun bir sohbetimiz olacak."

"Benden bir şey koparamayacaksın."

"Canım isterse cinsel organını bile koparırım." dediğimde Kumsal'a bu konuda saldırıldığı için kararlıydım, bunu özellikle de ona tecavüz eden pisliğe yapacaktım. "Benim damarıma basma, yaşayacakların çok ağır şeyler olacak."

"O kız neyindi?" diye sorduğunda cevap vermedim. "Kızın mı?"

Cebimdeki bıçağı çıkardım. "Şimdi seninle örgüt binasının sorgu odasında olmak vardı. Tırnaklarını sökerdim, ellerini çivilerdim, vücudunu mahvederdim." Cani olduğumu söyledi. "Evet, öyleyim." dediğimde ise bıçağım elimde dans ediyordu. "Şimdi sana bir seçenek sunacağım. Konuşacak mısın, yoksa işkenceme başlayayım mı?" Hiçbir şekilde konuşmayacağını söyledi, bende kelepçelenmiş ellerinden birisine yöneldim. Bu sefer elini düzgün tutmasını beklemedim, kendim düzelttim ve acımasızca bıçağımı sert bir şekilde eline sapladım. Adamın inlemesi durmak bilmedi çünkü diğer eline de yaptım aynı şeyi. "Bana isim ver, kimlerle yaptınız!"

"Bunu sana söylemeyeceğim," dediğinde işkenceme devam ettim.

Elleri işim bitmişti ama konuşmamıştı yine de, ben de bir gözüne yönelmeyi tercih ettim. "Gözüne saplamamı ister misin bıçağı?" Canının tatlı olmadığını söyledi. "Gel o zaman." diyerek arkasına geçtim ve saçından tuttuğum gibi kafasını geriye yatırdım. "Hangi gözünü oymamı istersin?"

"Senin gibi adamın gelmişini geçmi..."

Adama vurmamla sözü yarıda kaldı. "Hangi gözün daha değerli?" dedim bende. Yalvarmaya başladı, bunu yapmamı istemiyordu. "Sol mu? Sağ mı?" Üzerine gitmeye devam ettiğimde aklımdan canice fikirler geçiyordu ve hepsini de yapacaktım. "Dünyanın çivisi çıktı, senin gibi bir pisliği burada kolayca öldürebilirim ve kimse buna bir şey diyemez." Biraz vurdum ona, en sonunda gerçekten de bıçağımı sol gözüne sapladım ve çıkarttım. "Sıra diğerine geliyor." dediğimde adamın yanağından kanlar akıyordu.

"Tamam, konuşacağım." dedi nefes nefese.

"Anlat, isim ver bana. Kim kim yaptınız bu işi?" İsimleri teker teker sayarken savcı hepsini de not aldı. "Başınızda kim var?" diye sordum. "Örgütteki hain kim? Kumsal'a kim tecavüz etti?" Adam sustuğunda yine vurdum ona. "Kim!" diye bağırdığımda o isim çıktı dudaklarından.

"Göktuğ."

"Ne yaptı?" diye sordum.

"Her şeyi anlatmamı mı istiyorsun?" Şaşkınlıkla başımı salladım. "Önce şiddet uyguladık, sırayla yaptık bunu. Bir yatağa bağlıydı, elleri ve kolları bağlı olunca hiçbir şekilde hareket edemedi. Sonrasında Göktuğ odadan çıkmamızı istedi, arzusunu bastırdığında odadan yarı çıplak çıktı. Çocuğun vücuduna şarap döktüğünü söylemişti. Sonrasında ne yaptığını biliyorsun zaten. Tecavüz sonrası bıçaklanma ve ölüm." Geriye doğru öfkeyle adım attığımda savcı yanıma gelmişti. "Ne o yakışıklı, çok mu canın yandı?" Adamın cümlesinden sonra savcıya baktım.

"Sana bir konum vereceğim, adamı buradan çıkart ve o konuma getir. Sonrası ben de." Başını sallayarak onayladı ve ben de direkt dışarı çıktım.

Hazal'ı aramaya başladım, telefonu kapalıydı. Hemen Umut Can'ı aradım. "Hazal kurumda mı?" dediğimde onayladı. "Hemen korumaya al, hain Göktuğ."

"Sen ne diyorsun? E Hazal ve Göktuğ yan yanaydı en son."

Öfke köpürsem bile Umut Can'a bağlıydı şu an her şey. "Hemen onu korumaya al, Göktuğ'u da yakalayın. Hazal'ın saçına zarar gelmeyecek Umut Can, sakın! Hemen geleceğim, yoldayım şu an. Hazal'ı yanında tut." Her dediğimi onayladı ama telefonu kapatmadı. Ben de hızla kuruma döndüm, kuruma vardığımda her şey yaşanmıştı. Hazal güvendeydi, Umut Can'ın yanındaydı ama Göktuğ yoktu. "O nerede?" dedim Hazal'a yönelirken. Ona sıkıca sarıldığımda Umut Can kaçtığını söyledi.

"Onu yakalayın." dedim sadece ve onlar işlerinin başına dönerken Hazal'a yöneldim. "İyi misin güzelim? Sana bir şey yaptı mı o şerefsiz?"

"Ayaz." dedi şok içinde. "Oyunun içinde oyun var." Ne demek istediğini sorduğumda yutkundu. "Göktuğ değil galiba, bilmiyorum. Sanki olayın içinde başka bir olay var."

"Onun adamını konuşturdum, hain o."

Sıkıntıyla nefes verdi ve bana sıkıca sarıldı tekrardan. "Kumsal'ı kaybetmeyi hiç beklemiyordum." dediğinde aklımda konuşturduğum adam vardı.

"Benimle misin Güvercin?" dedim merakla.

"Sonsuza kadar."

"O zaman benimle gel şimdi, sana Vernem Nidahen'in acımasızlığında ulaşabileceği en üst noktalardan birisini göstereceğim." Başıyla onayladı ve benden ayrıldı, beraber benim ihtiyacım olan şeyleri alıp aracıma geçtik ve Yeşim'e attığım konuma doğru yola çıktık. "Kanlı bir ortam olacak, korkar mısın?"

Reddetti. "Ama bende yardım edeceğim ve buna karışmayacaksın." dediğinde gözlerine kaydı bakışlarım.

"Beni yönetiyor olmana bayılıyorum." Bir şey demedi, onu ıssız bir yere getirdim. Bir araç vardı açık mekanda, aracın yanında da savcı ve o adam. "Gel," dedim araçtan inerken. "Sizi tanıştırayım." Hazal da araçtan inip kapıyı kapatarak beni takip etti. Savcının yanına vardık. "Merhaba Yeşim." dedim ilk önce. "İşte sana sevgilimi getirdim, tanıştırayım. Bu, benim güzeller güzeli Güvercin'im. Güzelim, bu da Savcı Yeşim, aynı zamanda çocuk arkadaşım."

İkisi tanışırken Yeşim söze girdi. "Barışmanıza mutlu oldum."

"Şimdi beni iyi dinleyin." dedim adama bakarken. "Bu işte üçümüz beraberiz, başkasına yer yok." İkisi de onayladı beni. "Şimdi onunla ilgileneceğim. Geride kalın, hatta mümkünse onu ağaca çiviledikten sonra bakmayın buraya çünkü görmenizi istemeyeceğim şeyler yapacağım ona."

Onayladılar bunu da. İkisi de araca bindi, bende adama yöneldim.

Önce ellerinden bağladım ağaca onu ve ayrıyeten çiviledim ellerini. Sonrasında tek bir kurşunda alnına sıktım ve öldürdüm onu. Diğer gözünü de oydum, bunu yapmak içimdeki öfkeyi dindirmeyecekti. Yanaklarına yöneldim, yanaklarını kulaklarına doğru kesip palyaço gülümsemesi ekledim yüzüne. Bir şey daha yapmak istiyordum ama yapamadım çünkü yanımda iki kadın vardı. Ben de bu şekilde bıraktım adamı ve son bir not yazdım.

Notum her yerde yankı uyandıracaktı, bunu biliyordum. O cümleleri yazdığımda örgütü şahlandırmak üzere devam edecektim yoluma.

Küçük bir bedenin üzerinde istediğini yapabileceğini sanan orospu çocukları, sizin iblisiniz hep bendim. Ellerimdeki kanı ve cehennemi yaşattığım binlerce sapığı görmeden devam ediyorsunuz pisliğinize ama bilin ki, bu cehennem son bulmayacak çünkü ben geliyorum. Bu cehennem son bulmayacak çünkü sizin gölgeniz benim ve sizi takip ediyorum.

Yeni başlıyoruz.

Sizin sonunuz ancak ben olabilirim çünkü Vernem Nidahen daima ölüm kokar. Vernem Nidahen ya da Ayaz Kayra Masso... Artık Ayaz Kayra Masso.

Continue lendo

Você também vai gostar

Zorbanın Koynunda +18 De Dilek

Mistério / Suspense

198K 3.4K 42
Bolca +18 sahne ve biraz şiddet olacak arkadaşlar ona göre okursanız sevinirim "Bana attığın o tokat'ın karşılığı olmayacak mı sandın hemde tüm sını...
109K 7.9K 62
Sessizlik. Yalnız kalmak istediğimi söylemiştim sadece ona. Sadece sessiz olmasını! Neden dediğimde susmadın? Şimdi yoksun. Bu senin tercihindi!
10.9M 325K 55
(+18 | Yetişkin içeriklidir.) Parmak uçlarım geniş omuzlarına dokunduğunda aniden gözlerime baktı. "Artık ben senin kadar kötüyüm, sende benim kadar...