Kusurlu Mekanizmalar (ASKIDA)

Od BlacknWhitexo

42.6K 2.8K 407

Basit insanların yaşadığı şu dünyada ben en arızalı ve en aranan parçalardan biriyim. Ben, devletin kesmek is... Více

∝ Giriş ∝
1∝1
1∝2
1∝3
1∝4
1∝6
1∝7
1∝8
1∝9
1∝10
1∝11
1∝12
1∝13
1∝14
1∝15
1∝16
1∝17
1∝18 | Sezon Finali

1∝5

1.9K 160 13
Od BlacknWhitexo

BANKS - Beggin For Thread

Lambanın ışığının gözlerimi acıttığı hissedebiliyordum. Bir an kendime gelir gibi oldum ve neler olduğunu hatırlayınca aniden kalkıverdim, o sırada ağzımdan ufak bir de çığlık kaçmıştı. Koltukta ani bir şekilde oturur pozisyona gelirken artık kafamın üstünde beni sandalyeye bağlayan bir şey yoktu, ayaklarım da serbest kalmıştı.

"Sakin ol," dedi Nathan yan tarafta bilgisayarla uğraşırken. Önündeki bilgisayarın ekranında beynimin içinde olan görüntüleri görebiliyordum, mavi kodlar, onlar şimdi ekrandaydı. Peki ya çocuklarla ilgili olan anılarım? Onları gördüğünü biliyordum.

Koltuktan kalkarak Nathan'ın kolunu tuttum. Bakışlarından ne düşündüğünü anlayabiliyordum, o da muhtemelen benim endişeli bakışlarımdan ne düşündüğümü anlayabiliyordu. "Aaron'a söyleyemezsin." dedim. Söyleyemezdi.

"Ben..." Duraksadı Nathan, düşünüyordu, fakat yine de çoktan kararını vermiş gibiydi. "Üzgünüm, ona söylemeliyim." dedi kolunu benden kurtararak. Söylememeliydi, Aaron'un çocuklardan haberi olamazdı, olmamalıydı. Eğer bilirse bunu bana karşı kullanırdı, Aaron'u tanıyordum.

"Hayır, hayır, değilsin." dedim hızlı ve ikna edici bir şekilde. "Bu bizim sırrımız olabilir." Nathan'a yalvarır gibi bakıyordum, "Lütfen, Nathan."

"Lütfen!" diye bağırdım cevap vermeyince. "Aaron'un bundan haberi olmamalı anlamıyor musun? O... O bunu bana karşı kullanır. Onları bu işe sokamam, lütfen." Onlar daha çok küçükler ve kesinlikle bu tehlikenin içinde olmayı hak etmiyorlar.

Elimde yalvarmaktan ve Nathan'ın bana acımasını istemekten başka bir şansım yoktu. Ama hayır, aslında vardı. "Tamam," dedim ama diyeceğim şeyden ben bile emin değildim. "Sırrımı koruman karşılığında istediğin bir şeyi yaparım. Anlaştık mı?" Lütfen kabul etsin, lütfen, lütfen.

Son zamanlarda bunu çok kullanıyordum, biliyordum ama devletin içinde olmamın dışında onlara sunabileceğim başka hiçbir şey yoktu. Bir gün, bu imkânım da kalmadığında ya da artık bana ihtiyaçları olmadığında beni yok edeceklerdi, bunu biliyordum ama biraz daha dayanmak zorundaydım.

Bu yıkımımı kendi ellerimle imzalamak ve kendimi bile bile ateşin içine attığım anlamına gelse bile. Bu işin sonunu görmeliydim.

Kendi kendime güldüm. Sanki bir süre sonra bu işin sonu gelecekmiş gibi düşünmüştüm. Bu iş ancak benim ölümümle bitebilirdi, ancak o şekilde kurtulurdum, hem devletten hem de beni teslim etmek isteyen çıkarcılardan.

"Senden isteyebileceğim bir şey var mı, bilmiyorum." dedi Nathan düşünürken. Gerçekten şu an onunla bir anlaşma yapıyordum ama başka bir seçeneğim de yoktu. Aaron'un bunu öğrenmesine izin veremezdim. En başından beri bunun için uğraşıyordum zaten ve şimdi bunun tehlikeye girmesine göz yumamazdım. Çocukları hiçbir şey yapmadan ve öylece kabullenerek tehlikeye atamazdım.

"Bir ilaç var," dedi adını bir kâğıda yazarak. "Onu alabilir misin?"

"Bir ilaç mı?" diye sordum anlamayarak. Bir ilaçla ne işi olabilirdi ki? Yoksa hasta mıydı? "Hasta falan mısın?"

Durgun bir şekilde beni yanıtladı. "Hayır." O kadar düşünceli bir biçimde söylemişti ki bunu, dediği hayır neredeyse, 'Keşke hasta olan ben olsaydım.' anlamına geliyordu.

Kâğıdı elime tutuşturdu. "Sen sadece ilacı almaya bak. Revir odasında vardır, ağrı kesicilerin orada."

"Niye bir ağrı kesiciye ihtiyacın var?" diye sordum şüpheyle. "Hem, neden basit bir ilacı benim almamı istiyorsun?" Neden Aaron'dan ya da başka birinden istemiyorsun, demek daha doğru olurdu.

"Basit değil!" dedi yakınarak. "Bu yüzden senden istiyorum. Başka birine söyleyemem, Aaron'a dahi. Bu yüzden sen getireceksin." Güzel, bu onun da sırları olduğu anlamına geliyordu.

Ve diyelim ki kabul ettim, bunu nasıl başaracaktım, anlaşmanın benim olan kısmımı nasıl devam ettirecektim? Bir sadık revire sadece kontrole giderdi ama ben revirde olmaktan her zaman korkmuştum. Kan değerlerimden ya da başka herhangi bir veriden kaynaklı olarak benim bir sadık olmadığımı anlayabilirlerdi.

Kısa zaman önce olsa bana yardım eden, o iyi yürekli adam yüzünden endişelenmezdim. O bir şekilde beni hep kurtarmıştı ama artık yoktu, gitmek zorunda kalmıştı ve ben kendi başıma bir kontrolden sağ çıkıp çıkamayacağımı bilmiyordum. Üstelik revire kimliğimle giriyordum, asla paçayı sıyıramazdım.

Yine de kabul ettim, "Peki." dedim Nathan'a kaşlarım çatık bir şekilde bakarken. Bu biraz da kafamdaki düşüncelerden dolayıydı. "Sırrımı söylemeyeceğin konusunda sana güvenebilir miyim?"

Nathan, bakışlarını kaçırdı. "Tabii."

Uyarı anlamında kolunu sıktım ve dişlerimin arasından konuştum. "Sana güvenebilir miyim, dedim!"

Kolunu benden kurtardı ve, "Tamam," dedi kolunu ovalayarak. "Tanrı aşkına! Tamam! Hiçbir şey söylemeyeceğim. Oldu mu?"

Ters bir bakış attım. "Oldu. Şimdi fotoğrafları siliyorsun." Onların orada bir yerde olduğunu ve Nathan'ın onları henüz silmediğini bilecek kadar kafam çalışıyordu, bir kozu daha kaldıramazdım.

Nathan bilgisayara yaklaştı ve fotoğrafların olduğu dosyayı açtı. Kafamın içinde dönen birçok şey şu an karşımda bir fotoğraf olarak duruyordu. Nathan, çocuklarla olduğum fotoğrafları temizlerken başında dikiliyordum. "Tamamen sil." dedim. Umarım beni kandırmaya çalışmazdı yoksa ne arada Aaron'un olmasını, ne de aramızda bir anlaşmanın olmasını umursayacaktım. Beni kandırmaya çalışmasa iyi ederdi.

Hem ne de olsa o da Aaron'dan bir şeyler saklıyordu, bunu kullanabilirim.

"Beklersen sileceğim," diye homurdandı. "O kadar hızlı değilim."

Sıkıcı geçen birkaç dakika sonunda tüm fotoğrafları silmişti ve bende özgürdüm, eğer buna özgürlük denilirse.

Kafamda hala sorular vardı, ilaçları aldıktan sonra -ki alabilirsem- nasıl onla iletişime geçeceğim hakkında. "Seninle nasıl iletişime geçeceğim?" diye sordum. Özellikle de Aaron'un haberi olmadan.

Bilgisayarda yaptığı işi bıraktı ve sandalyede bana doğru döndü. "Gerçekten, ne kadar eşsiz olduğun hakkında en ufak bir fikrin yok, değil mi?" diye sordu. Olumsuz anlamda başını sallarken tekrar ekrana döndü.

"Hey!" diye kızdım. "Kaba olma. Düzgün bir cevap istiyorum."

Ofladı ve, "O zaman sana şöyle açıklayayım," dedi. "Muhtemelen vücudunun bir yerinde devletin içindekileri ve insanları kandırmana yarayacak bir çip var. Takip edilemez olmalı ve muhtemelen de X-Ray gibi makinelerde de gözükmüyordur." Şaşkın bakışlarımdan bunu nasıl anladığını gayet iyi bir şekilde sorduğumu düşünüyordum. Böyle bir şeyi bilmesi olası mıydı?

"Evet, bu kadarını anlayacak kadar zekiyim." diye övdü kendini ama aslında bunu önemsiz bir şeymiş gibi söylemişti. "Ve o çipin, senin beynini bir sadık kadar iyi çalıştırdığının da farkındayım. Frekansını bulabilirim ve tam anlamıyla beyninin içinden arayabilirim."

Dediği gibi zeki olduğunu göze alırsak, dediklerine karşı çıkmayacaktım ve sanırım bunları bilmesinde de bir sıkıntı yoktu. Aaron'a bunları söylemiş olsa bile, Aaron da dahil kimse beni kullanmak varken o çipi çıkartmaya çalışmazdı. Üstelik Nathan'ın dediği gibi çip X-Ray gibi makinelerde, hatta daha gelişmiş makinelerde bile gözükmüyordu. Özel tasarımdı, efendi Milos'un tasarımı. Derimle tamamen birleşiyordu ve yapay bir madde gibi durmuyordu. Yıllardır devletin içinde bu çip sayesinde kaldığımı düşürsek, bu, kelimenin tam anlamıyla mükemmeldi.

"Yine de anlamadığım bir şey var." dedim hafif alayla. "Neden eski moda telefon ya da -Aaron'un bana verdiği gibi- kulak içi dinleme cihazı tarzında şeyler kullanmıyoruz?"

Sırıttı. "Aaron zaten eski moda bir adam, böylesi çok daha eğlenceli." Ah, böyle işleri eğlenceli gören bir çocukla takılıyordum, gerçekten.

Neyse, bu işi de hallettiğimize göre Nathan'ın ağzından birkaç laf almaya çalışabilirdim. Bilgisayar masasına dirseklerimi dayadım ve ekrandaki kodları gösterdim. Nathan, tuşlara çok hızlı bir şekilde basıyor, sanırım kodları tekrar yazıyordu.

""O lanet kodları tek tek yazmam gerek." derken bunu mu kastediyordun?" diye sordum. Cevap vermeyince devam ettim, hadi ama Nathan, bana işe yarayacak birkaç şey söylemelisin. "Niye bu kadar acele ediyorsun?"

Ellerini bıkkın bir şekilde klavyeden çekti ve bana döndü, sorularımdan bıkmış olmalıydı. "Aaron'un sabırlı bir adam olduğunu mu düşünüyorsun?"

Peki, Aaron'dan bahsetmek güzel değildi. Dikkatini başka yöne çekmek için diğer ekranı gösterdim. Yine benim hafızamdan aktarılmış olan bir kod sayfasının görüntüsü vardı ama bu sefer sistem kendi kendine yazıyordu. "Bu da nedir?"

"Açıklamazsam beni rahat bırakmayacaksın, değil mi?" Bakışlarımdan cevabı anladı. Gözlerini devirdi ve eliyle kendi kendine kod yazan bilgisayar ekranını gösterdi, bakışlarımı oraya çevirdim. "Orada bir program açık, bana ait bir program. Amacı; fotoğraflarda gördüğü harf, rakam ve bilgisayar diline ait olan simgeleri yazmak. Yine de şu an biraz yavaş çalışıyor çünkü bu kodların hepsinin doğru olması gerek ve programın karakterleri doğru algılaması için zamana ihtiyacı var. Tek bir yanlış olursa, bum!" Elleriyle patlama efekti yaptı. "Bütün emekler boşa gider."

Dayanamayıp, "Madem program yazıyor, sen niye uğraşıyorsun?" diye sordum.

Bana aptalmışım gibi baktı. "Programın yavaş çalıştığını söylemedim mi az önce?" Ne kadar aptalca bir soru olduğunu o zaman anlamıştım. "Aaron, o kadar vakti olmadığını söylüyor ve ben de kodları yetiştirmek için birazını kendim yazmak zorundayım. Şimdi müsaadenle, bunlar tek başına yeterli sürede tamamlanmıyor ve benim rahat bir kafaya ihtiyacım var."

Tamam, aslında Nathan'a böyle saçma sorular sormak o kadar da kötü değildi. En azından ağzından laf alabiliyordum. Geri çekildim ve kendi sandalyeme oturdum, neredeyse işkence çektiğim sandalyeye. Yani en azından ilk başlarda işkence çekiyormuşum gibi gelmişti ve Nathan da kesinlikle işkence çektiğimi düşünüyordu.

Bir 10 dakika kadar sessizce sandalyede oturdum ama gelen giden kimse yoktu. "Aaron nerede?" diye sordum Nathan'a. Muhtemelen Cora, Aaron'u çok güzel bir şekilde alıkoymuştu ve ben de sırf onların yüzünden boş boş burada bekliyordum!

"Onu özlediğini bilmiyordum," diye homurdandı Nathan. Homurdanmaya iyi alışmıştı.

Üşenmeden yattığım yerden kalktım ve koluna vurduktan sonra sandalyede yatma işime geri döndüm. "Ah!" diye inlemişti Nathan, yine. "Tamam! Şeyde, işi varmış. Ne bileyim, söylemedi."

"İyi." diye homurdandım ve koltuğa uzandım. Gelmemesi benim için çok daha iyi olurdu ve buradan gitmeyi de çok istiyordum ama o gelmeden buradan gidersem de bana güzel bir şekilde hesap soracağından emindim. Üstelik hala çip sorununu nasıl hallettiği konusu vardı ki bunu başka bir zaman tekrar soracaktım.

Ben uyurken Aaron'un gelmesi ihtimaline karşın Nahtan'ı uyarma ihtiyacı hissettim. İyi bir çocuk olabilirdi ama yine de Aaron'dan korkuyordu. Korkusu yüzünden sırrımı ağzından kaçırmasına izin veremezdim. "Ağzını açmadan önce iki kez düşün, Nathan." dedim gözlerim kapalı bir şekilde, sesim yine de tehditkâr çıkıyordu. "Unutma, artık ben de senin bir sırrını biliyorum." Cümlenin ardında ikimizin de net olarak anladığı bir gerçek vardı, sonuçlarından ölesiye korktuğumuz bir gerçek: İkimiz de Aaron'un gazabına uğramak istemiyorduk.

Uyandığımda büyük pencereden de görebildiğim üzere hava yeni kararıyordu, bugün çok uyumuştum ama şu sıkışıp kalmış ruh halindeyken de daha fazla bir şey yapasım gelmiyordu ki elim kolum bağlıydı zaten. Üstelik sadece 1-2 saatliğine uyuyabiliyordum, o kadar fazla da değildi. Ve Aaron'un gelip gelmediğinden de haberim yoktu ama geldiyse bile uyanamayacak kadar yorgun hissediyordum. Gözüm ilerde koltukta sızmış Nathan'a kaydı. Uykusuz gözüküyordu ve kesinlikle rahat olmayan bir pozisyondaydı ama burada uyumayı tercih etmişti. Onu uyandırıp, neden yukarıdaki yataklardan birine yatmadığını sormak istedim ama muhtemelen Aaron beni gözetlemesini ve bekçilik yapmasını istemişti.

Kaçmayacağımdan emin olmak istiyordu ama anlayamadığı gerçek bu saatten sonra kaçamayacağımdı. Ya da belki benimle oyun oynuyordu, sürekli beni yanında tutuyor ve ne kadar acınası bir durumda olduğumu görüp içten içe bu durumumla eğleniyordu. Son seçenek daha da olasılıklı gelmişti. O soğukkanlı adam, elbette bununla eğlenirdi. Ben onun için onu eğlendiren bir oyuncaktan fazlası değildim ki. Ha bir de biraz olsun işe yarar olmamın gerçeği de vardı ama dosya işini böylesine batırmışken o özelliğim bile muammaydı.

İstediği pozisyonda olmama rağmen işleri batırabiliyordum. Gerçekten mükemmeldim! Biraz daha cesur olmalı, ayağımı yere basmalıydım.

Belki de çocukları tehlike gelmeyecek bir yere götürmeliydim önce, ne olursa bana olurdu en azından. Bir de onlar için endişelenmezdim en azından diyeceğim ama, onları gönderebileceğim güvenli bir yer yoktu, hiçbir zaman olmamıştı. Öyle bir yer olsaydı, onları ne kadar çok sevdiğimi bir kenara bırakır ve güvende olmaları için elimden geleni yapardım. Yine de şu durumda elimden gelen bu, boktan adamlarla çalışmaktan fazlası değildi.

Gözlerimi kapadım ve Aaron gelene kadar biraz daha uyumaya çalıştım. Buna her zamankinden daha fazla ihtiyacım vardı.

"Hallettiysen sorun yok."

Aaron'un sesiyle uyandım. Saat 11'e geliyor olmalıydı ve bugün hiçbir yere çağırılmamıştım, bu garipti ama bunu önemseyecek durumda da değildim, muhtemelen Aaron yine bir şeyler yapmıştı.

Ya da belki sadece bugün kimsenin bana ihtiyacı olmamıştı.

"Geldin mi?" diye saçma bir soru sordum geldiğini bildiğim halde. Aaron, ilerideki koltuklardan birinde Nathan ile beraber oturuyordu ve Cora da ortalıkta gözükmüyordu. Nathan'ın biraz gergin olduğunu görebiliyordum, ya da belki durumu bildiğimden bana öyle geliyor olabilirdi.

Bir ağrı kesiciyi neden Aaron'dan saklama gereği duymuştu ki? Bunu anlayamıyordum ama yine de sorgulayacak da değildim. Sırrımı güvende tuttuğu sürece.

Aaron, ayağa kalkarak yanıma geldi, o sırada ben de sandalyede oturur pozisyona geçmiştim. Çenesiyle yüzümü işaret etti ve, "Burnun kanamış," dedi bana dikkatlice bakarken.

Elimi burnuma götürdüm. Kan, dudaklarımın üst kısmında kurumuştu ve muhtemelen de güzel bir görüntü de oluşturmuyordu ama Aaron'un bunu umursadığını sanmıyordum. Ne canımın yanmış olması, ne de nasıl göründüğüm zerre umurunda değildi.

Bu canımı sıkıyordu.

Elimle silebildiğim kadar kanı sildim ve sandalyeden atladım. "İşimiz bittiyse gidebilir miyim?"

Aaron, beklenmedik bir şekilde hafifçe güldü. "İşimiz mi? Bana kendini adaman ne güzel."

Onu beklemeden yürümeye başladım. Ona kendimi adamakmış! "Sadece senden kurtulmaya çalışıyorum," diye yanıtladım ters bir tavırla. Bu tavrım yüzünden beni pişman edecekse bile bunu şu an yapmayacaktı.

Odadan çıkmadan önce Nathan'a son kez baktım. Gözlerimdeki ifadenin, "Söyleyemezsin." anlamı taşıdığını ikimiz de biliyorduk. Ona güvenmeyi seçtim, sonuçta ikimizin de birbirine ihtiyacı vardı.

Ezberlediğim yoldan geri çıkarken Aaron da bana yetişmişti, hatta şimdi önümden gitmeye bile başlamıştı. Ah tabii, eminim ondan önde yürümemi bile kendine yediremiyordu.

Soğuk hava yüzümüze vururken depodan çıkmıştık. "Konuşmamız gerekmiyor mu sence de?" diye sordum. Artık bana bir şeyler anlatmalıydı. Hem bu onun yararına da olurdu, belki onun niye böyle bir işe girdiğini anlar, ona kendi rızamla yardımcı olurdum.

Kimi kandırıyorum, böyle bir işe asla girmezdim. Yine de amacını biraz olsun öğrenmek iyi olabilirdi.

Bu sefer o kadar yürüdüğümüz yolları arabayla gidecekmişiz gibi görünüyordu. Karanlıkta çok seçemiyordum ama gözlerimin önüne gelen bilgiler arabanın modelinin Lamborhgini Aventador olduğunu gösteriyordu. Şu an arabanın benzinin ne kadar dolu olduğunu bile görebiliyorum ama bu sadece cansız eşyalarda ve bana zorla gösterilen şeylerde işe yarıyordu. Aaron'u ya da başka canlı bir şeyi böylesine inceleyemiyordum.

Aaron, arabaya geçerken ben de sürücü koltuğunun yanındaki koltuğa geçtim. Arabanın için güzel bir kokuyla sarmalanırken ne diyeceğini düşündüm ve beklediğimin aksine yanına oturmama da kızmamıştı.

Ortamı biraz rahatlatmak adına, "Tercihini değişik buldum." dedim. "Seni daha çok motor tipi zannediyordum."

Arabayı çalıştıracakken gözlerini devirdi. "Neyim ben, çocuk mu?"

Homurdandım. "Eh biraz kötü çocuk havan var."

Araba çalışacak sanıp başımı cama çevirmiştim ki Aaron'un gülüşünü duydum. Ardından elleri sıkıca çenemi kavradı ve sert bir tavırla başımı ona çevirdi, gözlerimdeki ifadeden eğlendiğini anlayabiliyordum. Kaşlarım çatılmış, bakışlarıma bir karmaşa çökmüştü, yine de o kadar uzun sürmedi. "Ben kötü bir çocuk değilim, Aaliyah." dedi hala tehlikeli ve iddialı bir şekilde bakarken. Bir süre sonra çenemi tiksinir bir tavırla itti, artık eli daha fazla çenemde değildi. "Ben, kötü bir adamım."

Çenemi ovuşturmak istememe rağmen karşısında bunu yapmadım. Araba yolda ilerlemeye başlamışken vazgeçmemem gerektiğini ve fazla zamanımın kalmadığını biliyordum. "Peki, bu kötü adam bana birkaç cevap verecek mi?" Yüzsüzlükte sınır tanımıyordum belki ama onun emirlerinin altındaydım. Bana böyle davrandığı için surat assam bile bir şey değişmeyecekti.

Araba sola doğru dönerken, "Neyi bilmek istiyorsun?" diye sordu. Gerçekten, neyi bilmek istiyorsun diye mi sormuştu? Bilmek istediğim o kadar şey vardı ki.

"Bilmek istediğim birçok şey var," dedim. "Benden sakladığın birçok şey var. Nereden başlasam bilemiyorum."

"Öyle mi?" dedi bana bakıp yapmacık bir şekilde gülümserken. "O zaman senin için bunu biraz kolaylaştıralım. Artık tek hakkın var." Göz göze geldik, çok fazla dikkatli bakıyordu ve o bana böyle bakarken arabayı bir yere vurmamız kaçınılmaz olurdu. Neyse ki daha fazla sürdürmedi ve sadece söyleyeceklerini tamamladı. "Hakkını akıllıca kullan."

Cümlenin ardındaki başka bir zaman kolay kolay benden cevap alamazsın, tınısını yakalayabiliyordum. Gerçekten kolaylaştırdığını mı sanıyordu yoksa benimle dalga mı geçiyordu? Bir soru. Bir soru! Ah, çenem! Ne olurdu rastgele bir tanesini seçip sorsam? Ne diye ona, 'Benden sakladığın birçok şey var.' diyerek iğneleme yapmaya kalkışıyorsam!

En azından beni terslememişti, buna şükredebilirdim ama merak ettiğim o kadar soru arasından sadece bir tanesini nasıl seçecektim ki? Hangisini sormalıydım, beni nasıl bulduğunu mu, sadık dosyasıyla ne yapacağını mı yoksa çipimi ne yaptığını mı? Ve bunların alt başlıklarında olan diğer konulardan birini mi? Hangisini?

En son sırada çip olduğu için çipi seçtim, üstelik çipimin güvende olduğunu bilmeye ihtiyacım vardı. "Tamam," dedim. Sesim kendinden emin çıkıyordu ama aslında o kadar da emin değildim bu sorudan, acaba hakkımı başka bir için mi kullansaydım? "Seçimimi yaptım, çipimi ne yaptığını soracağım."

"Bunu soracağını biliyordum," dedi bana küçümseyici bir bakış atarken. "Güvenliğini fazla önemsiyorsun. Bu büyük resmi görmeni engelliyor." Araba sağa doğru dönüş yaparken bir süre sustu. Bana hiçbir şey anlatmazken büyük resmi nasıl görebilirdim ki! Üstelik tabii ki de güvenliğim benim için önemliydi.

Aaron, devam etti. Suratındaki beni aptal gibi hissettiren ifadeyi yumruklamak istiyordum. "Geçen gece güvenlik odasına gelmeden önce çiplerin kontrol edildiği odadaydım. Senden önce gelmiştim ve eğer benim için iyi bir kukla olmanı istiyorsam bu konuda bir şey yapmam gerekiyordu. Ve bende çipi istediğim yeri gösterecek şekilde ayarladım." Dudak büzdü. "Tabii bunda Nathan'ın da biraz katkısı var."

Anlamak için tekrar sordum. "Yani şu anda beni nerede istersen orada gösterebiliyorsun?" Cevap vermeyince devam ettim, "Peki şu an nerede gözüküyorum?"

Cebinden bir telefon çıkardı ve dokunmatik ekranda göremediğim bir yerlere tıklayarak bir sayfayı açtı. "Aslında tek soru hakkını kullandığın için bunu cevaplamamam gerek ama yine de cevaplayacağım. Şu an evde gözüküyorsun." Telefonu bana uzattı. Eline dokunmadan telefonu alırken haritadaki kırmızı noktayı görebiliyordum, üstünde Aaliyah Laken yazıyordu ama Aaron'un espri anlayışına kalırsak burada çok farklı şeyler yazacağından da emindim. Kukla gibi, oyuncak gibi, piyon gibi. Ve evet, haritada gözüken gerçekten bendim ve devletin dikkatini çekmeyecek bir şekilde evimdeydim.

Bunu daha önce niye düşünmedim, diye kendime kızacaktım ama muhtemelen Aaron olmasaydı hiçbir zaman bu tarz bir işe girişecek kadar cesur olamazdım.

Aaron istememiş olmamasına rağmen telefonu Aaron'a uzattım, nasıl olsa birazdan isteyecekti ve artık iplerim daha sıkı bir şekilde onun elindeydi. İşin içine karışmadan başımı rahatça belaya sokabilirdi. Evimin olduğu sokağa gelirken telefonu almadı. Apartman kapısının önünde yavaşça durduk ve üstümden uzanarak kapının koluna dokundu ve kapıyı benim için açtı. Yakınlığından çekinerek nefesimi tutsam da bunu görmezden geldi.

İçeriye soğuk hava dolarken beni şaşırtacak bir şey söyledi. "Telefon senin," Yüzümü gösterdi, "Bugün çektiğin acıdan sonra ve o dosyayı da almamın da ödülü olarak çipin kontrolünü zaten sana verecektim." dedi ve gülümsedi. "Sana akıllıca seçim yapmanı söylemiştim."

Soğuk beni daha da üşütürken emin olamadığım şeyler vardı. Tamam, kontrolü bana veriyordu ama beni kandırmadığı anlamına da gelmiyordu. "Ya bana oyun oynuyorsan?" diye sordum. "Ya bu telefondan sende bir tane daha varsa ve beni kontrol etmediğini düşündürüp, beni kontrol edersen? Beni kandırmadığını nasıl bileceğim?" Aslında burada demek istediğim, 'çocukların yanına gitsem, senin haberin olur mu?' sorusuydu. Çünkü eğer elinde başka bir telefon ya da buna benzer benim yerimi görecek bir şey varsa, bunu yine bana karşı kullanabilirdi.

Gözlerini kısarak tek kaşını kaldırdı. Alaycı sözlerinin ardındaki tehlikeyi gerçek anlamda sezebiliyordum ve tüylerim soğuktan bağımsız bir şekilde diken diken oluyordu. "Benden habersiz bir şeyler mi karıştırmak istiyordun yoksa? Planlarına engel mi oldum, küçük hanım?"

Kıvırmak için bir yol aramaya başladım. "Ben... Ben sadece sana güvenip güvenemeyeceğimi bilmek istiyorum." Tamam, sanırım bu inandırıcıydı.

Gülümsedi, asla normal bir şekilde gülümsemiyordu. "Bana güvenemezsin." dedi. "Ve sorunun cevabına da gelirsek, asla bilemezsin. Kim bilir, belki peşine adam bile takmışımdır."

Elimde telefonla birlikte şaşkın bir şekilde araban inerken tek kelime dahi edemedim. Yine de peşime adam takmadığını biliyordum. Eğer öyle olsaydı kartlarını bu kadar açık oynamazdı. Aksini düşünmemi istemiyorsa tabii.

Giderken arkasından bakakalmıştım. Ve bir de şu soru numarası vardı. Kesinlikle böyle bir oyun oynayacağını tahmin etmemiştim. Bana oyun oynamıştı! Bunu soracağımı bile bile bana sorularımı cevaplandıracağına dair ümit vermişti! Kesinlikle başka bir şıkkı seçmeliydim. Biliyordum!

Aaron Cole ve onun ucuz numaraları. Onlardan nefret ediyordum. Yine de şükretmeliyim ki iyi bir kukla olmamı istiyordu. Ah, bu sözcüğü kendime nasıl yediriyordum gerçekten? Ne önemi vardı ki, kabul etsem de etmesem de onun için buydum, şanslıydım ki kuklasını öylece tehlikeye atmıyordu, ya da en azından ödül veriyordu diyelim.

Bu, iplerimin biraz olsun benim elimde olduğu anlamına mı geliyordu sahiden?

*

Ah, evet, biliyorum. Biraz aksiyonsuz bir bölüm oldu ama yine de ben sevdim sanki bu bölümü. Üstelik bazı şeylerin anlaşılması için de rahat rahat şu konuşmaların yaşanması gerekiyordu. Yine de hala konuşacak çok şey var tabii.

Bölümü birkaç soruyla kapatayım o zaman.

Sizce, Aaron başka bir telefondan Aaliyah'ı takip ediyor mudur ya da gerçekten Aaliyah'ın peşine adam takmış mıdır?

Peki, Nathan? Korkusundan Aaron'a ötebilir mi? Ya da Aaron'dan sakladığı şey ne olabilir? Bu arada, Nathan'ı nasıl buldunuz? ^^

Bir de Aaliyah'ın alması gereken bir ilaç var, sizce alabilecek mi? Ya da ona yardım eden biri olmadan oradan kurtulabilecek mi?

Hepsi bir sonraki bölümde sizlerle. *Bu da çok televizyon reklamı gibi oldu sanki hjfd* Kendinize iyi bakın, yorumları ve oyları unutmayın. ^^


Pokračovat ve čtení

Mohlo by se ti líbit

249K 14.1K 59
Tamamlandı;) Her şey Eski sevgilisi diye yazdığı adam Yüzbaşı çıkınca başladı 🤭
146K 8.5K 45
TEXTİNG ASKER KURGUSU
79.2K 2.8K 20
Avukatın mafya müvekkeli ile zorlu yaşamı
153K 8.8K 16
Yıl 2049'da meydana gelen bir salgında kadın nüfusun büyük çoğunluğu öldü, erkek nüfusun yarısından fazlası sadece ufak genetik değişikliklerle hasta...