KIŞ GÜNDÖNÜMÜ

De -zehradogan

785K 50.5K 56.8K

Yakın gelecekte öngörülebilen teknolojilerin peşine düşen ülkeler, bir güç yarışına girer. Ülkelerin tehlike... Mais

GİRİŞ
1 - GÜNDÖNÜMÜ FESTİVALİ
2 - YENİLİKÇİ DÜZEN
3 - EĞİTİM GÜNLERİ
4 - ASKERİ DİKTATÖRLÜK
5 - TEHLİKENİN ÇAĞRISI
6 - KAL YA DA KAÇ
7 - KADERİN İZLERİ
8 - GÖZLER ÖNÜNDE
10 - SIRLAR DENİZİ
11 - KAYIP RUHLAR
12 - KORKU TOHUMLARI
13 - TUTSAK ÖZGÜRLÜK
14 - AÇIK TEHDİT
15 - YARDIM ELİ
16 - KUŞKUNUN ZEHRİ
17 - GÜNÜN SİSLİ YÜZÜ
18 - KONTROLÜN SINIRLARI
19 - KARŞI KARŞIYA
20 - KAOTİK SAVUNMA
21 - GÜRÜLTÜLÜ ZİHİNLER
22 - CESARETİN SINAVI
23 - SAVAŞ HÜKMÜ -1
23 - SAVAŞ HÜKMÜ - 2
24 - TOPRAKLARIN KANI
25 - ONURLU MÜCADELE
26 - GECE YARISI İLLÜZYONU
27 - BÜYÜCÜLER VE TILSIMLARI
28 - KORUYUCU GÖLGELER - 1
28 - KORUYUCU GÖLGELER - 2
29 - ZOR TERCİH - 1
29 - ZOR TERCİH - 2
30 - SON SÖZ
31 - AY KARANLIĞI
32 - STRATEJİK TAKİP - 1
32 - STRATEJİK TAKİP - 2
33 - GERÇEĞE SARIL
34 - METAL GÜNBATIMI
35 - GECEYE AĞLAYAN
36 - İNTİKAM FIRSATI
37 - KANLI YÜZLEŞME
38 - SİNSİ MASKELER
39 - YİTİK VİCDAN - 1
39 - YİTİK VİCDAN - 2
40 - ÇİRKİN ISRAR
41 - ARENA

9 - KÖR BAŞLANGIÇ

22.4K 1.4K 990
De -zehradogan

"Neler yapabileceğini keşfetmen için belirsizlikten soyunman gerekir."

Riski göze almanın bazen en kötü ihtimal karşısında şans kazandırdığını çok yakından gördüm. Başıma gelebilecek en kötü sonucu peşinen kabul ettiğim zamanlar oldu. Üzüleceğimi bile bile yapmaktan vazgeçmediğim kararlar en iyi hissettiklerimdi. Hayat öngörmeye çalıştığımızdan çok daha fazlası. Tahminler ve korkular ile bir yere varılmadığını artık iyi anlıyorum. Belirsizlik içinde beklemek, benim için aldığım en kötü karardan daha ızdırap verici bir şey. Hangi seçeneğin daha iyi şartlar doğurduğunu hala kavrayabilmiş değilim. Bu yüzden planlarımın her zaman tuttuğunu söyleyemem. Ansızın gelişen olaylarda mecburen sonuna kadar direnemediğim de oldu. Zamanın hızla aktığı ama benim için duran anların olduğu olaylarda zihnim karmaşayı yok sayarak beni düşünce seline itmekten hiç vazgeçmedi. Tıpkı şu an olduğu gibi... "Kwang Jee sen kimi koruduğunu sanıyorsun?" Sessizliği bozan başka bir asker olmuştu. Kwang'ın yere devirdiği adam öfkeyle kalkmaya çalışıyordu. 

"Herkes kendi görevini üstlensin! Burada merakınız dışında sahip olduğunuz başka bir vasıf göremiyorum." Kwang'ın net sözü üzerine herkes sustu. Eğer ona yardım etmemi istiyorsa beni bir şekilde korumalıydı. Bunu da nasıl yapacağını beceriyor gibi duruyordu. Bana başıyla onu takip etmemi işaret ettiğinde Doğa'nın elinden tutarak arkasından yürümeye başladım. Bir iki adım atmıştık ki arkamda kalan Doğa birden elimden kurtuldu. "O benimle kalacak!" Aşağılık adam Doğa'nın kolundan sıkıca kavramıştı. Öyle sert tuttuğuna emindim ki Doğa'nın yüzü acıyla kasılmıştı. Adama doğru bir hamlede bulunmak için adım attığımda Doğa onun kolunu ters çevirdi. Sırtına doğru büktüğünde, "Çok konuştun!" diyerek arkasına bir tekme attığında adam yüz üstü yere düştü. Sakin ve donuk duran Doğa'nın bu hızlı hamlesi herkesi şaşırtmıştı. Adam yerden kalktığında yüzü sert zemine sürttüğü için derisi kızarmıştı. Burnundan soluyan adam tekrar Doğa'nın üzerine yürüdü. 

"Matteo! Dur artık!" diyen Kwang, adamın önüne geçtiğinde yine yabancı bir dil konuşmaya başladı. İspanyolca ya da İtalyanca olabilir hangi dili konuştuklarına emin olamadım. Arada İngilizce cümleler de duyuyordum. Sonunda adam ikna olmuş gibi Doğa'ya öfkeli bana da öldürecekmiş gibi baktığında yanımızdan ayrıldı. Peşinden adamları da onun beraberinde yanımızdan uzaklaştı. Kwang içinden derin bir nefes boşalttığında, "İyi misiniz?" dedi. Az önce yüzüme inecek bir tekmeden beni koruduğu için iyiydim. Doğa ona boş gözlerle bakıyordu. "Bu adam niye bize iyi misiniz diye soruyor?" derken oldukça ciddiydi. Böyle bir soruya şaşırmış gibi de duruyordu. Kwang daha önce arkadaşlarıma onun hakkında bir şey anlatmamamı söylemişti. Aklıma gelen ilk şey, "Diğerleri kadar pislik değil." demek olduğunda Kwang keyifsiz ve bozulmuş gibi bana baktı. Ne istiyordu anlamıyordum doğrusu. Ne var der gibi ona baktığımda göz devirerek önümüzden yürümeye başladı. 

Binanın içine doğru giderken neler olacağını kestiremiyordum. Doğa'yı yalnız bırakmak istemiyordum ama Kwang'ın kurguladığı bir şeyler olmalıydı. Beni onunla bırakacağını sanmıyordum. Eğitim alanlarından birine geldiğimizde Kwang bizden biraz uzakta başka bir askerle konuşmaya başladı. Doğa'ya dönerek, "Her şey çok hızlı oldu. Seni orada bırakmayı hiç istemedim Doğa. Gerçekten..." dediğimde daha sözümü bitirmeden konuşmaya başladı. "Başta kızıyordum... Sana değil. Böyle bir durumun içine girmiş olmak can sıkıcıydı. Üzülme, sonuçta yine beraberiz." Zorlar gibi bir tebessüm yerleştirdi yüzüne. Yüzündeki yaralara baktım. Benim eserimmiş hissinden kendimi alamadım. "Öyle bakma. Sen de yaralısın. Ne kadar zor olduğunu yüzünden görebiliyorum." dediğinde onunla bir yerde saklanmak istemiştim. Zor da olsa hükümetin bir yönetim şekli vardı. Bir şekilde yaşıyorduk ama o günden sonra her şey daha da değişmişti. "Bizi koruyamadım Doğa." Çok mahcup bir edayla bakıyordum ona. Üzülüyordum bize, bu hale gelmemizi kaldıramıyordum.

"İşlerin bu kadar sertleşeceğini bilemedim. Hiç gelmeseydik buraya... Bu kadar göze batmasaydık belki daha kolay olurdu." Neredeyse ağlayacak gibi konuşuyordum. Çok ağlamak istiyordum ama yeri değildi. Şimdilik göz yaşlarım içimde birikiyordu. Çok yorgun görünüyordu ama yumuşamış gibiydi. Yine aynı tebessümle, "Seni gördüğüm için mutluyum. Sadece bir süreliğine her şey bitmiş gibi hissettim. Evlenme kuralını duyduğumda çok öfkelendim." dediğinde dönüp Kwang'a baktım. Benim ona bakışımla Doğa da, "Sana çok kötü davranıyor mu?" dedi. Bunu sorduğunda hala Kwang'a bakarak cevap verdim. "Henüz niyetini anlamadım. Dikkatli olmaya çalışıyorum." dedikten sonra Doğa'ya döndüm. "Beni değil asıl seni düşünmeliyiz. O adamla asla evlenmemelisin." diye devam ettim. Onun adına çok korkuyordum. Burada elimiz kolumuz bağlı bir şekilde üzerimizde kurallarını uygulamalarına izin veriyorduk.

Büyük savaş için sabrediyordum. O güne kadar kazanmak istiyorsak eğer çalışmaya devam etmeliydik. Başka yolu yoktu. "Sen buna karşı çıkamamışken, ben mi bu duruma çözüm bulabileceğim? Ölümden başka seçenek yok. Bizler aykırı insanlarız. Hiçbir sistem kuralsızlığı kabul etmez. Bizim gibileri kabul etmek zorunda değiller. İstediğimiz hayat için mücadele etmeliyiz. Ölürsek kaybederiz." Söylediği sözler beni bu hükümete karşı yine çok öfkelendiriyordu. "Gerçekten bir şeylerin zorunda bırakılmasından nefret ettim! Her şeyin o kadar en kötüsü oluyor ki sıradaki ne deyip şaşırmıyoruz. Önce kulüpler ortaya çıktı sonra bazı kısıtlamalar ve kurallar oluşturuldu. Ailelerimiz öldürüldü, örtümüz elimizden alındı şimdi de bu aptal evlilik ortaya çıktı." diyerek sitem dolu konuşuyordum. Doğa'nın sinirleri yıprandığı belliydi. Çok güçsüz görünüyor ama güçlü konuşmaya çalışıyordu.

Sessiz kaldığında, öfkeli bakışlarım yerini üzüntüye bıraktı. "Gerçekten o adamı kabul edecek misin?" dediğimde histerik bir gülüş takındı dudaklarına. Gülmeye başladı ama biraz daha devam etse neredeyse ağlayacaktı. "Kabul etmek mi? Bize böyle bir şey soruldu mu Hesna? Zaten aşka dair bir beklentim yok. O adam hayatta kalma süremi uzatacak o kadar. Zorlarsa büktüğüm bileği kırarım olur biter." diyordu ama içten içe bu durumun içinde olmaktan midesi bulanıyordu. Uzun uzun konuşmak istiyordum ama buna zaman yoktu. Kwang'a doğru baktığımda konuştuğu askerle yanımıza doğru yaklaşıyordu. Ne konuşmuştu? Doğa'ya ne olacaktı merak ediyordum. Yanımıza geldiğinde, "Doğa Perla bugün eğitimlerden sonra Matteo Marino ile evlenecek." ortaya konuşması üzerine Kwang bileğimden tutarak beni gittiği yöne götürmeye başladı. Doğa arkamda yanındaki askerle kaldığında tedirgin olmuştum. "Sen ne yapıyorsun? Bıraksana beni!" derken beni hala arkasından sürüklüyordu. "Bugün olması şart mı?" derken öfkemi belli etmekten kaçınmamıştım.

"Sen de biliyorsun ki buna mecbur." dediğinde elimi güçlükle ondan kurtardım. Bir şey söylememi engelleyerek bana doğru eğildi ve sessizce, "Bize inanmalarını kolaylaştırır mısın?" demesi üzerine, üzerimize dikilen bakışlara baktım. "Sana inanmıyorken bu nasıl mümkün  olacak?" Keskince söylediğim cümlem ona sinirli bir bakış eklemişti. "Bir anlaşma yaptık!" Baskın bir şekilde söylediği söz beni her defasında sinirlendiriyordu. "Sen yaptın! Anlattıklarını ciddiye alıyorum mu sanıyorsun?" derken insanların bakışlarına aldırmamıştım. Bana bir şey diyecek gibi olduğunda bundan vazgeçip tekrar bileğimden tuttu ve peşinden götürmeye başladı. "Hesna, zamanımızı sen bana güven diye yavaşlatamam. Yönetim yeni kurallar getirip duruyor. Erişimimin hala mümkün olduğu çalışmalar üzerinde yoğunlaşmalıyız." derken beni hala arkasından götürüyordu. "Hangi çalışmalarmış bunlar?" Her zaman gördüğümüz eğitimler dışında başka ne çalışmaları vardı anlayamamıştım. 

Hiç konuşmadı. Hala bileğimi tutmuş götürüyordu. Beni daha önce hiç binmediğim bir asansöre getirmişti. Durduğumuzda, "Bu asansörü sadece belirli kişiler kullanıyor." dediğinde elimi ondan çektim. Hala tuttuğunun yeni farkına vardığında, "Sakın bir daha üzerimde güç uygulamaya kalkma!" dedim. Sinirlerimi bozuyordu. Doğa'nın yanında olmak istiyordum. Herkes ne görmek istiyorsa onu vermeye çalışıyordu ama bu duruma zaten dayanamıyordum. "Canın acıdı mı?" dediğinde onu parçalayabilirdim. "Çok mu umursuyorsun?" Sahtelikten nefret ediyordum ve bu adam nefretimi, sisteme olan öfkemi harlıyordu. "Hesna, seninle her gün aynı konuşmayı mı yapacağız?" Bu ne ukala bir tavırdı böyle? Sanki ona güvenmem şartmış gibi! "Ne göstereceksen göster." diyerek tartışmayı erteledim. Cidden onunla kişisel hiçbir şey konuşmak istemiyordum. O ise can sıkıntısıyla neden burada olduğumuzu anlatmaya başladı. Bu adama sesimi yükseltince niye yüz ifadesi değişiyordu? Benimle neden evlendiğini unutuyordu sanırım. Beni sadece kullanacaktı.

Etrafına bakarak asansörü açtı. Girmem için başıyla işaret ettiğinde bir şey demeden girdim. O da yanımda yerini aldığında asansörü kapatarak, "İnternetten anlıyorsun değil mi?" dedi. Tam da tahmin ettiğim gibi beni sorgulamaya başlamıştı. "Pek sayılmaz." dediğimde bana döndü. Dik dik bakmaya başladığında, "Ne?" dedim sabırsızca. İnternet hakkında konuşmak istemiyordum. Bunu ona söylersem hükümetin programlarına zarar verdiğim için savaştan sonra kesin hapse attırırdı beni. Zaten şüphelerini paylaşımlarımla üzerime çekmiştim. İnterneti kullanımımız sınırlıyken devletin gizli dosyalarına eriştiğim olmuştu. "Akhar'ın ağ sisteminin içine girmeni istiyorum. Sistemin zafiyetlerini bulacağız." dediğinde ona bu imkansızmış gibi baktım. Kodlamadan anladığım doğruydu ama bu çok riskliydi. İstediği şeyi burada yapamazdım. Kendimi kesinlikle deşifre ederdim. O da bunu istiyor olmalıydı. Beni yakalatacak sonrasında korumaya çalışacaktı. Hem benim gözümü hem de hükümetin gözünü boyayıp nasıl kahraman olunur onun hesabını yapıyordu. "Çok kolay gibi anlatıyorsun." dediğimde, "Senin için çok zor olmamalı." dedi.

"Elbette zor. Sistemin siber güvenliğini..." diye devam edecekken sözümü ciddiyetle kesti. "Robotların kimyası hakkında bilgimiz olması için sistemin verilerini toplamamız gerek. Bunlar ölümcül makineler. Savaştan sonra neler olacağını bilmiyoruz. Kontrolü sağlamak için önemli verilere ihtiyacımız olacak." Beni anlamamış mıydı? Bu oyunda bu kadar ileri gitmesi normal miydi? Bana robot tasarımının tüm kodlarını verecek gibi duruyordu. "Program bilmem, yazılımdan anlamam. Hala ne anlatıyorsun?" dediğimde bu ayağıma gelen bilgileri ittiğime pişman olur muydum acaba? Beni devletin dosyalarını hacklediğim için yargılamalarını istemiyordum. Zaten çok fazla bilgi sağlayamıyor sistemden hemen geri çıkartılıyordum. Her şey çok iyi korunuyordu. "Sistemde birkaç arızaya sebep olduğu düşünülen şüphelilerden birisin. Kaldı ki kendi sosyal ağında Akhar'a karşı defalarca silinse de internetten düşmeyen yazıların seni ele veriyor." dediğinde boş gözlerle ona baktım. Bu adam düşündüğümden daha zekiydi. Beni şüpheye düşürüp duruyordu. 

"Bizi nereye götürüyorsun?" dediğimde asansör hala yerin dibine gitmeye devam ediyordu. Zaten bu binada kaybolmamak için bilmediğim yerlere giremiyordum. Hala ders yerlerini bulmada zorlanıyordum. Burası gerçekten çok büyüktü. "Robot tasarımı için gerekli malzemeleri kullanarak basit devreler inşa ediliyor. Bunun kodu da yapay zekaya yazdırılıp gelişmiş makinelerin üretimi sağlanıyor. Bu çalışmaları tanıtacağım sana." derken ona şaşkın bir ifadeyle bakmaktan kendimi alıkoyamamıştım. Bunun yapımını hep merak etmiştim. Nükleer bombadan önce bu üretim hakkında çok çalışılırken savaştan sonra durdurulur sanıyorduk ama öyle olmadığı ortadaydı. "Beni takip et." dediğinde asansör açıldı ve arkasından yürümeye devam ettim. "Buraya herkes giremiyorsa benim girmem sorun olmayacak mı?" dediğimde anlık arkasına döndü. "Girebilirsin çünkü benim yanımdasın." demesiyle tekrar yürümeye devam etti. Uzun bir koridordan geçtik. Sıralanan bilgisayarlar uzun bir masanın üzerinde metalik eşyalar ile senkronize halde duruyordu. 

Çalışan askerler ekranlarına kilitlenmiş halde bilgisayara bağladıkları kablolarla çalışıyorlardı. Klavyede kod yazanlar, metal eşyaları birbirine bağlayanlar, hologram üzerinde tasarım yapanlar... Beyaz metalik duvarlar, tavandan yansıyan sönük mavi ve beyaz ışıklarla hem temiz hem de farklı bir boyut gibi duruyordu burası. Hiç kimse bilgisayarından başını kaldırmamıştı. Geldiğimizi fark ettiler mi ondan da şüpheliydim. "Sistemin verdiği programlanmış komutlar üzerinde çalışacaksın." dediğinde gözlerimi etrafın büyük ve görkemli görüntüsünden zar zor alarak ona baktım. "Ben mi yapacağım bunu?" dediğimde bana usanmış gibi baktı ama anlatmaktan vazgeçmiyordu. "Herkes ne yapıyorsa sen de aynısını yapacaksın. Senden tek istediğim yapılan her şeyi kopyalaman ve açıkları araman. Robotların devre dışı edilebilmesi ya da nasıl kontrol edilecekleri konusunda her detay bizim elimizde kayıtlı olmalı. Savaş olduğunda hepsini lehimize kullanacağız." 

Nasıl programdan anladığımdan bu kadar emin olabilirdi ki? Bir şey bilmiyormuş gibi yapıyordum yine de anlatmaya devam ediyordu. Asla susmuyordu ve ben sustukça neler yapacağımı anlatıp duruyordu. Bir yandan onu dinliyor bir yandan masaların yanında tasarlanan küçük büyük robotlara bakıyordum. Diğer ülkelere göre bu teknoloji ya yok edilmeliydi ya da güvenli hale gelene kadar geliştirilmeliydi. Başka ülkelerin de bu güç karşısında hırslanıp robot yapımını abartması da sonunda büyük savaşı getirmişti. Bu yüzden nükleer bir silahın patlaması sonucunda çevreye yayılacak radyasyondan korunabilmek için özel üsler inşa edildi. Tıpkı burası gibi. Nükleer patlamalar daha fazla ülkede gerçekleşseydi dünya kendini çok zor toparlardı. İkinci savaşta bunun fazla olma ihtimaline karşı yaşayan tek bir canlı kalmayabilirdi. Çok şiddetli silahlarla çalışılmayacaktı. Bu yüzden bilek gücünde eğitim ve robot üretiminde çalışmalar vardı. Şiddetli silah ya da bomba kullanımını önlemek için herkes savaşı bu şekilde kazanmalıydı. Nüfus azdı ve sayıyı çoğaltmak için robotlara ihtiyaç vardı.

Son 50 yılda her şey o kadar hızlı olmuş ki karanlık bir dünyaya doğmak hiç garipsenmemişti. En azından ben hiçbir şeye şaşırmıyordum. "Hesna? Beni dinliyor musun?" Kwang'ın sorusuyla irkilmiştim çünkü etrafı incelemeye epey dalmıştım. Kendimi bozmadan, "Sana yapamam diyorum." dediğimde bana daha da yaklaşarak konuştu. Bir şey anlatmaya çalışırken burnumun dibine kadar girmesine sinir oluyordum. "Yapabildiğini biliyorum. Çabuk kavrayacağından şüphem yok." dediğinde iki elimle göğsünden iterek kendimden uzaklaştırdım. Niyetim bu olduğu için kendini geri çekmişti yoksa o heykel gibi duran vücudu yerinden zor oynardı. "Bana yaklaşmayı bırakır mısın?" dediğimde onu öldürecek gibi baktığıma emindim. "Neden? Kocan değil miyim?" Ciddi miydi? Ne dedi o bana? Kocan mı? Ondan asla böyle bir soru beklememenin verdiği utançla kızardığımı hissedebiliyordum. Bu tamamen sinirden gelen bir kızarmaydı. Nasıl oluyor da zorlamayla içine düştüğüm bir durum üzerinden dalga geçebiliyordu?

Gözlerine kilitlenen gözlerimden alev çıktığına emindim. "Sen... Ne dedin?" derken onu bu sözüne pişman edecekmiş gibi söylemiştim. Ciddi kalarak, "Anlaşılan dikkatini çekebilmem için kocan olduğumu hatırlatmam gerekiyormuş." demesi üzerine başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Bir süredir konuşuyor ve onu dinlemiyordum çünkü anlattıklarını uygulamayacaktım. "Biz gerçek bir evlilik içinde değiliz! Bu yüzden asla bunun üzerinden bana bir şey söyleme!" dediğimde yanından çekip gitmek istedim. Bu durumla eğlendiği ortadaydı. O iyi davranma çabaları yalandan başka bir şey değildi. Aşırı tepki göstermemeliydim çünkü sinirlenmem de egosunun hoşuna gidebilirdi. "Sana anlattığım her şey gerçek. Bundan şüphe ederek kendini boşuna yoruyorsun. Kişisel bir şey duymak istemiyorsan işimize odaklan." dediğinde derin bir nefes aldım. Yok bu adamı bir yerde muhakkak öldürecektim. 

"Bahsettiğin işe bak! Bunu nasıl yapabilirim?" bu işi üzerime yıkar ve kesin hükümete patlatırdı beni. İnternet işleri tehlikeliydi ben de bu konuda çok becerikli değildim zaten. "Sana insanlar kolayca kanabilir ama beni kandıramazsın." dediğinde kafayı yemek üzereydim. Allah'ım ne yapacağım? Her şekilde kendime zaten battın zorlama desem de söylediği her şeyi yapmamalıydım. Hayat güvencem yoktu resmen. Sözde anlaşmasında sadece beni koruyacağı vardı ama bu bir yere kadar sürecekti. Hükümeti alt edeceğini söylüyordu ama bu sadece kendi gücünü korumak ve bunu kullanmak içindi. Beni sadece işlerine aracı ve kendine kukla diye yanında tutuyordu. Elbette niyetini açık etmeyecekti. Ne söylese ona inanmayacaktım. "Yapmıyorum. Ne yapacaksın?" dediğimde onun oyuncağı olmadığımı anlamasını istiyordum. "Hesna şu an neden inat ediyorsun anlamıyorum. Tamam güvenme bana. Gerçekten güvenme. Kopyaları al bütün kayıtlar sende kalsın. Benden de sakla çünkü ben sana güveniyorum." dediğinde ona karşımda aptal varmış gibi bakıyordum.

Bu adam bana nasıl güveniyordu? Elime ona dair kozlar topladığımda bir şey olması durumunda gözüm onu asla görmezdi. Kendimi kurtarmam gerektiğinde bunu hiç düşünmeden yapacaktım. Somut delillerim olsa kolayca onu ele verirdim bana güvenmekle hata ediyordu. Hükümetin askerine yapacağım şey tam olarak buydu. Benim için düşmandı ve öyle de kalacaktı. "Senden saklayacaksam eğer senin işine nasıl yarayacak?" dedim şüpheyle. "Savaştan sonra ihtiyacım olacak. O zamana kadar istersen elde ettiğin hiçbir bilgiyi söyleme bana." dediğinde ona şaka mı diye bakmaktan geri duramadım. "İpleri benim elimdeymiş gibi göstereceksin yani." derken sesimde alay yatıyordu. Elini yüzüne umutsuzca kapattı. Sabrıyla oynadığım belliydi. Bana da yaptığı şey buydu. "Hesna ne ipi ne diyorsun? Sadece kopya yapmanı istedim bu iş benim harcım olsa zaten ben yaparım." dediğinde bana umutsuz vakaymışım gibi bakıyordu. 

"Tamam." dedim gayet boş bir ifadeyle. "Ne tamam?" derken beyin fonksiyonlarını kaybetmiş gibi duruyordu. "İstediğin bütün verileri toplayacağım ve hiçbir şey bilmeyeceksin." net bir ifadeyle söylediğim söze, "Allah'a şükür." dedi. Yok ben bu adamı çözemeyecektim galiba. Türk olmamasına rağmen Türkçesi kulağa çok iyi geliyordu. Konuştuğu diğer dillerde de başarılıydı. Müslüman olması ayrı şaşırdığım bir konuydu. Tabi o da gerçekse. Neyse Hesna adamın imanı vardır belki o kadar da kötü zan beslemeyelim şimdi. Bana masalardan boş bir yer ayarladığında, "Kurul ve rütbelilerin aldığı dersler diğer askerlerin eğitimlerinden farklıdır. Herkes bilmez." diyerek bilgisayar önüne oturtmuştu beni. "Burası dışında başka bilinmeyen dersler olduğunu mu söylüyorsun?" dedim. Burası konusunda çok şey öğreneceğim gibi duruyordu. "Evet. Sana hepsini göstereceğim ama bunun için bir gün yetmez." dediğinde neler olabileceğini düşündüm ama aklıma çok da alternatif gelmiyordu. Tamam bu muhtemeldi, peki diğerleri? 

Kwang aletlerin nasıl çalıştığını göstermeye başladı. Bir şeyler biliyordu ama yazılımdan anlamadığı belliydi. Bu iş gözüme çok iştahlı gelmişti. Sanki zihnim dipsiz bir bilgiye açılıyordu. Bilgisayara yazdırdıklarım üzerine önüme gelen kodlarla bir şeyler yapmaya başladım. Şu an robot yapımını nasıl işlediklerini anlamaya çalışıyordum. Şimdilik bu kadar girsem yeterliydi. Kwang yanımda oturuyor, neler yaptığımı takip etmeye çalışıyordu ama anladığını sanmıyordum. En sonunda ekrana fark etmeden çok yaklaştığında, "Senin yapman gereken başka bir iş yok mu?" demem üzerine ekrandaki gözlerini bana çevirdi. "Ben asayişle meşgulüm. Dersleri kontrol ederim. Eksikleri tamamlarım. Şu an ki işim de senin yanında olmak." dediğinde bu işe canım sıkılmıştı. "Sürekli her yerde beraber mi olacağız?" demem üzerine parmaklarıyla şakaklarını ovmaya başladı. Cevap vermeyecekmiş gibi duruyordu. Ona dik dik bakmaya devam ettiğimde, "Sorun ne? Bir şeyleri halledebileceğimize inanıyordum ama bana nefretle bakmaya devam ediyorsun." dedi. Ben mi paranoyaktım yoksa o sahiden sözlerinde gerçek miydi?

"Kwang benden ne bekliyorsun?" Sesim ister istemez hüzünlü çıkmıştı. Bu kadar şüphenin içinde doğru ses hangisi seçemiyordum. Ona karşı kendimi korumak istemem normal değil miydi? "Örtümü çalan hükümetin askerisin sen. Sana nasıl güveneceğim?" dediğimde gerçekten niyetini anlamak istiyordum. Bana uzunca baktıktan sonra, "Hükümetin kurallarını biz yazacağız. Sana bütün sırları vereceğim." dediğinde gözlerine bakmaya devam etmiştim. Nasıl biri olduğunu anlamak çok zordu. Arada kalma hissi beni çok yoruyordu. Bir şey demeden başımı ekrana geri çevirdiğimde oturduğum sandalyeyi kendine doğru çevirdi. Bacaklarım arasında kalan açıklıktan sandalyeyi tutarak beni kendine çektiğinde yüzünü yüzüme yaklaştırdı ve, "Direnmeye çalışıyorsun ama boşuna inat ediyorsun. Neyi bilmek istiyorsan sor bana. Yanlış bir şey duymayacaksın." Bu defa geri çekilmeyecektim. Ya da uzaklaşan olmayacaktım. Onun kendinden emin duruşuna karşılık olarak, "Her şeyi mahvettiğinde seni yaşatmayacağımı bil." dedim.

Bu hoşuna gitmiş gibi dudağının kenarıyla hafifçe gülümsedi. "Sana silahlarımı verdim. Dilersen öldür beni." dediğinde hala geri çekilmemişti. Tekrar bakışları ciddileştiğinde, "Bütün her şey senin olacak. Hükümeti çözmek istemiyor musun? Sana bu fırsatı tek tek eline vereceğim. Bu savaş olduğunda da her şeyi ortaya çıkaran sen olacaksın. Bana güvenmiyorsan her şeyi gizle. Bir şey anlatma. Ben de bütün sırları içinde barındıran gizli bir kutu gibi saklayayım seni. Sen içinde delil biriktir ben de içimde seni koruyayım. Bu anlaşma daha iyi geldi mi?" dediğinde hasta olup olmadığını düşündüm. Nasıl bir ruh hastasıydı bu? "Oldu olacak seni bitireceğim bir delil de ver bana. Ne zaman güvenliğimden şüphe edersem, kullanabileceğim bir delil." dediğimde verdiği cevapla blöf yapıp yapmadığını anlayacaktım. Dalga geçer gibi duran yüz ifadem, "Onu da veririm." demesi ile solduğunda ona ifadesiz bir şekilde bakmaya başladım. 

Bu konuşmaya devam etmek istemiyordum. Sandalyeyi geri çekmek için hamle yaptığımda tekrar tutması ile bir yere oynatamamıştım. "Ne oldu? Sözlerimin doğruluğu işine gelmedi mi?" dediğinde bu küçücük alana sıkışıp kalmış gibi hissediyordum. "Kwang çekilir misin?" dememe karşılık daha fazla ısrarcı olmamaya çalışarak geri çekildi. Sandalyeyi sinirle tekrar eski yerine çektiğimde oturdum. Bir şey söylememi bekler gibi bakıyordu. Bilgisayarda birkaç işlem yaptıktan sonra kapatarak ona döndüm. "Tamam, dediğin olsun." Elime her şeyi verecek olsa da temkinli davranmalıydım. Bundan memnun olmuş gibi duruyordu. "Senin için kendimi yakacak güzel bir koz vereceğim. Seni koruduğum sürece bu kozu kullanmayacak kadar zeki olmalısın." dediğinde sıkılgan bir tavırla cevap verdim. "O kadar da delirmedik." Sonuçta hayatta kalmak için ona ihtiyacım vardı. 

Bana burası adına birkaç bilgi daha verdikten sonra her gün belli saatlerde çalışacağımı söyledi. Sistemi tanımıştım sadece henüz neler yapabileceğimi bilmiyordum. Aklımda sadece Doğa vardı bu yüzden hiçbir şeye odaklanamıyordum. Kwang'a da bu yüzden sinirliydim. Bir şey yapabilecek yetkiye sahip olduğunu düşünmüştüm ama o hiçbir şey yapmamıştı. Hükümet ne derse onu yapmaya devam ediyordu. Asansöre tekrar bindiğimizde, "Doğa'nın yanına gitmek istiyorum." dedim. Bir süre sessiz kaldıktan sonra, "Bir saat sonra seni bulurum." dedi. Asansördeki sessiz halimiz beni geriyordu. Medusa ve Ahsen'i de hiç görememiştim. Onlarla da bazı planlar yapmamız gerekiyordu. Arada göz göze geldiğimizde ondan gözlerimi kaçırıyordum. Değişik bir bakış vardı gözlerinde, ne tarifini yapabiliyordum ne de anlayabiliyordum. Beni germekten başka bir şey yapmıyordu. 

Sonunda asansör durduğunda onu takip etmemi istedi. Sanki demese yanında yürümeyecektim. "Şu an dövüş dersinde olmalı." dediğinde aynı an da başka derslerin yapıldığı alanlardan geçiyorduk. Silah, kılıç gibi derslerin alındığı bir kattı burası. Birkaç adım daha gittikten sonra duyduğumuz sesle yerimizde durduk. Cam kırılma sesiydi bu. Birden çok fazla gürültü geldiğinde Kwang sesin geldiği yöne doğru koşmaya başladı. Peşinden ben de koştum. Alana girdiğimizde Matteo denen adamı Doğa'nın üzerinde görmemle kalbim hızla çarptı. "Doğa!" Var gücümle koşarak bacakları arasına aldığı Doğa'yı yumruklarken üzerine atlayacaktım ki Kwang benden önce davrandı. Matteo'nun ensesinden tuttuğu gibi geriye fırlattığında adam neye uğradığını şaşırmıştı. Çevredeki askerlerin Kwang'a sitem eder gibi konuşması ortalığı daha da yaygaraya vermişti. Doğa'yı yerden kaldırmak için ona eğildiğimde, "İyi misin?" derken kan ter içinde kalmış görüntüsü beni mahvediyordu.

"Ne oldu? Alçak adam ne yaptı sana?" derken bağırıyordum. O adamı parçalamak istiyordum. 
Doğa elimden destek alarak kalktığında ağzında biriken kanı tükürerek ayağa kalktı. Eline aldığı bir ağırlık aletini güçlükle kaldırdığında Matteo'ya doğru yürüdü. Kwang adama yine onun dilinde cevap veriyordu. Doğa'nın yanına geldiğini fark etmeyen adam başına aldığı darbeyle yere yığıldı. Doğa elindeki ağırlığı adamın kafasına savurmuşu. Kwang bu hamleyi beklemediği için arkasında beliren Doğa'ya ifadesiz bakıyordu. Şu tepkisiz hallerinde ne düşünüyordu merak ediyordum doğrusu. Adam yerde inlemeye başladığında alnından akan kan gözüne karışmıştı. Tek gözünü açamazken ağzına biriktirdiği küfürlerle ayağa kalkıyordu. Doğa onun tamamen kalkmasına fırsat vermeden, "Hala gebermedin mi?" dediğinde açamadığı gözüne kuvvetli bir yumruk indirdi. Alandaki herkes bu hareketle Doğa'nın üzerine geldiğinde kargaşanın içine attım kendimi. 

Üzerime savrulan yumruklardan kendimi savunmaya çalışarak önüme kim gelirse vuruyordum. Ortalık karışmıştı ve etraftaki bütün aletler havada uçuşuyordu. Doğa'ya yaklaşamıyordum. Eğitim gören insanlar da askerlere saldırmaya başlamıştı. Burada ne oluyordu böyle? Gözlerim Kwang'ı arıyordu ama onu göremiyordum. Doğa'yı bulmaya odaklanarak kalabalıkta kendimi savunmaya çalışıyordum. Birden sırtımda hissettiğim acıyla yüzüstü yere düştüm. Yere düşmemle bana hiç aldırış edilmeden üzerimden geçen insanlar canımı acıtıyordu. "Doğa!" Kalabalık yüzünden yerden kalkamamıştım. Bir sürü ayak ağırlığıyla üzerimdeydi. Sırtıma tekme atan her kimse onu öldürebilirdim. Yerde bağırıyor ve kalkmaya çalışıyordum ama faydası yoktu. Kollarımı başımı korumak için siper etmiştim. Bir şeyler kırılıp dökülüyor tepemden geçen insanlar durmuyordu. En sonunda, "Kwang Jee!" diye bağırmam üzerine bir kurşun sesi duyuldu.

Herkes silah sesi yüzünden olduğu yerde kalmıştı. Üzerimdeki ayaklar hareketini durdurunca yerden hızlıca kalktım. Kwang'ı bulmak için etrafıma baktığımda herkesin tek bir noktaya baktığını görmemle bakışlarımı odaklanılan yöne çevirdim. Kwang Jee elinde silahla yüksek bir yere çıkmış duruyordu. Nefes nefese kalmış bir halde ona bakıyordum. "Yakında büyük bir savaş olacak! Buna ne kadar hazırız? Asıl korkmamız gereken güç bu ülkenin sınırları dışında kalıyor! Bizi öldürmek mi istiyorsunuz? Herkes görev yerlerine dönsün!" diyen "Kwang'ın komutuna bir süre sessizlik cevap verdiğinde elindeki silahı ardı ardına ateşledi. "Hemen!" Kükremişti adeta. İngilizce konuşmaya başladı. Ardından farklı dillerde devam ettikten sonra neredeyse kalabalık dağılmıştı. Omzuma dokunan elin sahibine, "Doğa iyi misin?" derken onu yavaşça yere oturttum. Zaten omzumdan destek alarak ayakta zor durmuştu. "O adamla nasıl evleneceğim Hesna?" derken acıyla karnını tutuyordu. Sesindeki o çaresizlik içimi burkmuştu.

Bize doğru yaklaşan Kwang'a baktığımda Doğa'nın yanından kalkarak, "Kwang Jee bir şey yap! O adamı Doğa'yı öldürsün diye mi tuttular? Bu evliliğe izin verme!" demem üzerine yerdeki Doğa'ya umutsuz gözlerle baktı. "Öyle bir hakkı yok." demekle yetindi. Sinirden gülmeye başladığımda bu asla sakinleşemeyeceğimin kanıtıydı. Etrafta da kimse kalmamıştı. "Bu ne demek şimdi?" Zaten canım yanıyordu ve onun sakin durmaya çalışan tavrı beni delirtiyordu. "Matteo evlendiği zaman böyle bir hakka sahip olamayacak. Hükümet bu kuralı asi kişileri eğitmek için koydu. Onları öldürsünler diye değil." dediğinde ona anlamsız bir ifadeyle bakıyordum. "Hiçbir şey yapamaz." diye eklediğinde ona şaşkın gözlerle bakmaya devam ettim. "Bu mu bir şey yapamadığı hali? Ne istiyor kızdan? Doğa her gün işkence görsün istemiyorum Kwang Jee!" Kwang ne yapacağını bilemez bir şekilde bana bakıyordu. Doğa'nın yerde kıvranan acı dolu haline dayanamıyordum.

Kwang'tan bir tepki çıkmayacağını anladığımda Doğa'yı kolundan tutarak kaldırdım. Onu revire götürmeliydim. Doğa itiraz etmeden onu yönlendirdiğim yere doğru benimle birlikte geliyordu. Çok yorgun görünüyordu. Kwang bir şey demediği gibi yerinden ayrılmamıştı da. Bizi izliyordu sadece. Aklından ne geçiyordu hiç anlamıyordum. Ne düşünüyor olabilirdi ki? Bu yaptığı beni gerçekten delirtmişti. Alandan çıkıp koridorda yürümeye başladığımızda revirin yolunu hemen bulmayı umdum. O sırada koridorun başında beliren Medusa ve Ahsen şaşkınlığıma bir yenisini daha eklemişti. Bizi fark ettiklerinde koşarak yanımıza geldiler. Ahsen'in, "Doğa'ya ne oldu?" diyen endişeli sesi üzerine Medusa'da tedirgin bir halde Doğa'ya bakıyordu. "Onu hemen revire götürmeliyim." dediğimde sormak istediğim soruları ertelemiştim. Onlar nasıl olmuştu da dışarı çıkmıştı? İkisi de yardım ederken Medusa bizi yönlendirmeye başlamıştı. 

Artık reviri bulduğumuzda onu bir yatağa yatırdık. Peşinden müdahale edilmeye başlandığında Medusa'ya dönerek, "Siz nasıl çıktınız?" dedim. "Onları asker olacağımıza ikna ettik diyelim. Derslere katıldık şu an aradayız." dediğinde bu duruma sevinmiştim. "Demek Doğa o." diyerek ona bakmıştı. "Evet. Artık bizimle." demiştim ama oldukça üzgündüm. "Ona ne oldu?" olanları hatırlamak üzgün olmamın üzerini öfkeyle kapatıyordu. "Şerefsizin teki onu dövüyordu." Aceleyle konuşmuştum. Görüntüler gözümün önüne gelsin istemiyordum. "Matteo mu?" tiksinerek sorduğu soru üzerine ben de tiksinerek ona baktım. "Nereden biliyorsun?" Ahsen söze dahil olarak, "Bugün onu her gördüğümde Doğa'dan bahsediyordu. Herkes ikinci bir evliliği merak ediyor. Sırada kimin olacağını da." demesi çok saçma gelmişti. "Bu aptal yerde gündem olan konulara bak." derken başımı Doğa'ya çevirdim. İğne yaptıklarını ve biraz uyuması gerektiğini söylediler. 

Medusa'da bu duruma epey sinirli görünüyordu. Her zamanki halinden çok daha sessizdi. "Matteo'nun İtalyan bir mafya olduğunu duydum. Buraya gelmeden önce birkaç kere cezaevinde farklı suçlardan dolayı yatmış." sözünü bitirmesiyle ona korku dolu gözlerle baktım. Resmen Doğa'yı bir ölüm makinesine teslim edecektik. Medusa üzgün bir ifadeyle sözlerine devam etti. "Başka yolu yok Hesna. Bu evlilik olacak. Hükümet şaka yapmaz. Merhamet de duymaz." Zihnim sanki bir boşluk içinde duyduğu sesleri yankı haline getiriyordu. Bu durumu yaşamaktan nefret ediyordum. Tıpkı Kwang gibi konuşmuştu. Bir tek ben mi hayal görüyordum yani? Hepsi bu durumu kabullenmiş miydi? "Doğa güçlü birine benziyor. Üstesinden gelebilir. Sadece geceleri onu koruman gerekecek. Aynı binada kalacaksınız. Bu yüzden ona dikkat etmelisin." dediğinde avutma şekli çok gülünç gelmişti. Tam bir şey söyleyecekken bundan vazgeçtim. 

Ben çok sinirli biri değildim ama son günlerde olmadığım biri gibi davranıyordum. Her şeyi en aşırı düşünmek beni artık çok yormuştu. Yaşanılan şeyler davranışlarımızı çok etkiliyordu. Öfkemi başkalarından çıkarmak istemiyordum ama kendimi tutamıyordum da. Kabul etsem de etmesem de bu evlilik olacaktı. Savaşa kadar her dediklerini yapmak zorundaydık, buna engel olacak güçte de değildik. Kwang da bir yerde haklı davranıyordu. Şu an bir şeyleri değiştiremeyeceğini o da biliyordu ve bunca zaman hükümeti tanımak için sabretmiş olmalıydı. Hayır... Böyle de düşünmek istemiyordum. Ahsen, "Saatimiz geliyor biz gidelim. Doğa'ya iyi bak." dediğinde ayaküstü bir şeyler konuştuktan sonra üzgün bakışlarla gitmelerini izledim. Gerçekten çok bunalmıştım. Evim yoktu. Ailemin yokluğunu düşünmeme fırsat bile verilmemişti. Deli gibi korkuyordum. Ne yapacağımı bilmiyordum. 

Doğa bana ailem gibi hissettiren tek kişiydi ve onu koruyamamak berbat hissettiriyordu. Doğa'nın etrafında gezinmeye devam ettim. Bugün çok uzun gelmişti ve bitsin istiyordum. Birden o tanıdık ses bana seslendiğinde düşüncelerimi dağıttı. Canımı sıkacak gibi duruyordu. Onunla karşılaşmak gerçekten çok bunaltıcıydı. Akın kapıda durmuş bana doğru bakıyordu. Neden hala karşıma çıkıp duruyordu? "Doğa iyi mi?" dediğinde ona umursamaz bir tavırla bakıyordum. Birkaç adım attığında çok yaklaşmadan karşımda durdu. "Sana bir şey oldu mu?" Gerçekten onun konuşmasına katlanamadığımı bir kez daha anlamıştım. "Hiç gülünmeyen bir şaka gibisin Akın. Komik değil rahatsız edicisin." demem üzerine bakışları değişti. "Sadece seni merak ediyordum." dedi. Onunla her şeyi konuşmuştum karşıma çıkmaktan utanması gerekiyordu. "Gönder onu Hesna." Bu beklemediğim ses Doğa'dan geldiğinde ona döndüm. Akın'a nefret dolu gözlerle bakıyordu. Hala yatakta yatıyordu ve kalkacak gücü yok gibiydi. 

Akın bir şey söylememi beklemeden kendi kendine rahatsız edici bir gülüş takındığında çıkmak için arkasını döndü. Kendine tüm bu olanları yediremediği belliydi. O tam çıkacakken girişten Kwang göründüğünde karşı karşıya geldiler. Kwang ona burada olmaması gerekiyormuş gibi bakıyordu. Katı duruşunun altında büründüğü kişilik beni ürkütmüyor değildi. İçeri doğru yürüdü. Böyle görünen bir adamın bana çok yakın davranmasını garip bulmuyor değildim. Akın ona aldırmadan yanından yürümeye devam ettiğinde Kwang duruşunu değiştirmeden, "Karımdan uzak dur Akın Tan." sözü üzerine zaman durmuştu sanki. Nefes almaya bile çekinmiştim. Kwang'a şaşkın gözlerle bakıyordum. Akın ise bu söz üzerine tekrar bize doğru döndü ama adım atmamıştı. "O senin karın değil Kwang Jee." dediğinde öfkesi yüzünden okunuyordu. 

Kwang'ın sakin duruşunun altında hissedilen tehdit insanı tedirgin ediyordu. Kwang da ona doğru döndüğünde, "Kendini böyle avutuyorsun demek ki." dediğinde Akın yine anlamsız bir ifadeyle güldü. Bir şey diyecek gibi oldu ama sonra bundan vazgeçti. Yumruklarını sıkarak dışarı çıktı. Kwang onun gidişinin ardından bana baktığında bakışları normale dönmüştü. Doğa, "Az önce karım mı dedi o?" derken Kwang'a bu halis mi der gibi bakıyordu. Onu uzaklaştırmış olması iyi gelmişti. Akın'ı görmeye gerçekten dayanamıyordum ama bu sahiplenici tavır da neydi? Bunu söylemesine gerek yoktu. Kwang onunla ilgili konuşmadan beni dışarı çıkardığında namaz kılabileceğim bir yere götüreceğini söyledi. Bazı günler bunun mümkün olmadığını sadece en uygun zamanlarda bana bu ortamı sağlayabileceğini söylemişti. Fark edilmesi durumunda onun bile beni koruyamayacağını söyledi. Hükümet her düşünce eşit olsun istiyordu. Hiçbir inanca saygı duymamasının sebebi de her şeyden bağımsız olmak istemesiydi.

Firavun gibi bir şeydi. Bütün yetkiler onun olsun, bütün düşüncelerde barınsın istiyordu. Nerede kaldığı bile meçhuldü ama adı her yerdeydi. Kwang sadece bu askeriye altında adı geçen güvenilir biriydi ama Akhar'ın en yakın adamlarından değildi. Eğer öyle olsaydı Firavun zihinli Akhar'ın yanında olurdu. Biz sisteme çok yakın olduğumuzu düşünüyorduk ama sistemden bir o kadar da uzaktık. Kwang yine bana askeriyeyi dolaştırdığında birtakım tanımlar ve eğitimlerin gidişatı hakkında bilgiler verdi. Çalışmalarımda yanımda oldu. Nasıl dövüşmem gerektiği konusunda tüyolar verdi. Her çalışmada beni övmekten geri durmamıştı. Ne kadar yetenekli olduğumu söyleyip duruyordu. Günü bitirmeye yaklaştığımızda Doğa'nın yanına geri dönmek istediğimi söyledim. Günün travmasını yaşamamıza çok az kalmıştı. Kwang'a ne desem sözlerim onu kurtarmaya yetememişti. Onun da bir şey yapamayacağını biliyordum ama umut etmekten başka bir şey de yapamamıştım.

Revire geri döndüğümüzde yatağını toplarken buldum onu. Üzerini değiştirmiş hatta duş almıştı. Yeni üniformasında yeni numarası da yazıyordu. "1387 öyle mi?" dediğimde "Öyleymiş." dedi. Kendini toparlamış görünüyordu ama yüzündeki mimiksiz ifade onu farklı gösteriyordu. Hiçbir şey söylemese de yaydığı enerji karşısında kim varsa etkilenirdi. Birine kötü hissettirmek için bakması yeterliydi. "Doğa." diyerek elini tuttuğumda yatağa oturdum. Kwang biraz uzağımızdaydı. "Her şey bitti sanma. Bundan da kurtulacağız. Unutma geleceğimiz için sabrediyoruz." dediğimde bana baktığında gözlerinin içi gülümsüyordu. Aramızdaki bağ hiçbir zaman bozulmamıştı. Bazen birbirimize kızsak da hiçbir şeyi abartmıyorduk. Birbirimizi gerçekten sinirlendirecek bir şey söylesek de bunda art niyet aramıyorduk. Uzun süre birbirimize öfkeli de kalmayı hiç beceremezdik. Hiç kimseyi hayatımın en iyi yerine koymazdım ama o benim için hep en iyisiydi. 

Tebessüm ederek konuştu, "Zaten her şeyini kaybetmiş biriyim ben. Çok uzun zamandır babasız büyüyen, annesiz kalan ve oradan oraya savrulan biri. Nereye ait olunur bilmiyorum. Bu yüzden bir yabancının yanında kalma fikri aslında çok da korkutmuyor beni." dediğinde ne zaman böyle konuşsa bana diyecek bir söz bırakmıyordu. Babasından nefret ederek büyümüştü. Annesini ise çok uzun süre görmemişti. Veda edemeden, nasıl olduğunu bilemeden hiç bir duygu içinde barınmıştı. "Baksana sen üstesinden geliyorsun gibi duruyor. Kwang Jee sana çok sert davranamıyor gibi." dediğinde Kwang'a baktım. Üzerimde gördüğüm bakışlarını yakalayınca gözlerini kaçırmamıştı bile. "Akın'a da haddini bildirmesi artı puan diyorum. Onu tarafımıza çeksene." dediğinde sessiz konuşmuştu. "Sen ciddi misin? En son bir askere güvendiğimde neler olduğunu hatırla." demem üzerine saçını geriye atarak, "Ne olmuş yani? Herkes Akın gibi mi?" dedi. Kwang'a telsizden haber geldiğinde avluya geçmemizi söyledi.

Tepkisiz kalışımın ardından, "Matteo belasını beklesin." diyerek kapıya doğru yönelen Doğa'ya baktım. Sessiz görünen kişiliğinin altında konuştuğunda ne kadar sivri biri olduğu anlaşılıyordu. Onu takip ettiğimde Kwang da yanımdaki yerini alarak yürümeye başladı. Avluda hazırlanan yere doğru yürüdük. Her gün iğrenç geçiyordu. Tüm bunlar bittikten sonra başarısız olursak nasıl yaşayabilirdik ki? Geleceğimi düşünüp kederlenmekten başka bir şey yapamıyordum. Avluya çıktığımızda kalabalık buradaki yerini almıştı. Matteo ileride, gözündeki şişlikle Doğa' ya onu öldürecek gibi bakıyordu. Doğa dik duruşunu bozmadan ona doğru yürüdüğünde Kwang ile geride kaldık. Çabuk bitse iyi olacaktı. Acele bir şekilde o malum sorular sorulduğunda Doğa'da hiç beklemeden cevabını verdi. Çok soğukkanlı duruyordu. Aslında onun için değil Matteo için endişelenmek gerekirdi çünkü gözü dönerse neler yapabileceği tahmin edilemezdi.

Kwang yanımda sessizliğini koruyordu. Doğa onun tarafımıza çekilebileceğini düşünmüş müydü gerçekten? Bana nasıl davrandığını bilse ne derdi acaba? Ona baktığımı fark ettiğinde başını bana çevirdi. "Sen bana böyle baktığında neler düşündüğünü anlamıyorum." dedi. Ben de kendimi anlamıyordum zaten. Birdenbire böyle demesini de beklemiyordum. Beklemediğim ne varsa hepsi onda birikmiş gibiydi. Tahmin edilemez hareketleri nasıl biri olduğu konusunda kafamı karıştırıyordu. "Ben de seni anlamıyorum." diyerek Doğa'ya çevirdim bakışlarımı. Hayatımızın nasıl devam edeceğini merak ediyordum. Hayallerimiz vardı ama şimdi hepsi askıya alınmıştı. Birkaç gün içinde değişen hayatımız bizi bu kadar etkilediyse savaşa hazırlanana kadar kim bilir neler olurdu. Savaştan sonrası ise düşünemediğim kadar uzak ama aynı zamanda çok yakın geliyordu. Ondan sonrasını kafamda henüz kurgulayamamıştım. Söylenmesi gereken her şey söylenip insanlar dağılmaya başladığında Matteo ve Doğa'ya bakıyordum. 

"Kalan son antrenmanları yapalım. Hava kararıyor." Kwang'ın söylediği cümle ile birlikte Doğa'ya uzun uzun baktım. Aramızda uzak bir mesafe vardı. Sorun yok der gibi bana gülümsediğinde kırık bir gülümsemeyle karşılık verdim ona. Kwang'ı takip ettim. Aptal sistemin aptal derslerini gördüm. Yatış saatine kadar çalıştıktan sonra Kwang herkesi yatırma işine döndü. Anlaşılan bu gece nöbet gibi bir görevi vardı. Her yerde ışıklar kapandıktan sonra binamıza dönmek için askeriyeden çıktık. Aklımda sadece Doğa vardı. Kwang, "Silahın yanında mı?" dediğinde belimde yerini yokladım. "Evet. Neden sordun?" yürümeye devam ediyorduk. "Onu kullanacak mısın?" dedi. Başıma bir bela gelmesin diye silahı elimden alacak mıydı yoksa? Doğa'nın bir acı sesini duyarsam bu silahı kullanacaktım. "Gerekirse evet." dedim net bir ifadeyle. "Katil olmamaya çalış." Önümdeki bakışlarımı ona çevirdim. Bu bana bir izinmiş gibi geldi. 

Ona baktığımda konuşmaya devam etti. "Matteo'yu ben yaralarsam bu benim için çok tehlikeli olur." demesi üzerine ne anlatacağını merak etmiştim. "Ne demek istiyorsun?" dediğimde gözlerini kısarak konuşmaya başladı. Olacakları hayal ediyor gibi duruyordu. "Onu sen yaralarsan cezanı benim vereceğimi söylerim ve işten temiz ayrılırız. Koluna ya da ayak bileğine hedef al. En azından bir süre alçıda gezerse Doğa daha rahat olur." dedi. Onu takdir eder gibi baktığımda, "Helal sana!" dedim. O ise bu tepkime oldukça şaşırmıştı. "Bununla aramızdaki güveni oluşturmak için bir adım atabiliriz belki." diye devam ettiğimde hala şaşkındı. "Sen ciddi misin?" dediğinde durdu. Yürümeyi bırakarak karşısına geçtiğimde, "Evet." dedim ve devam ettim. "Sen bana yardım edersen, ben sana yardım ederim. Yalnız Matteo'nun arkası sağlam gibi duruyor. Böyle bir şey yaparsam beni koruyabilecek misin?" demem üzerine bilmiş bir tavırla gülümsedi. "Şüphen olmasın." derken onunla iki saniye arkadaş gibi konuşmak tuhaf hissettirmişti.

Binaya doğru yürümeye devam ettik. Asansöre bindiğimizde kalbim hızla atmaya başladı. Doğa'nın tek bir sesini duymamla kapılarına dayanacaktım. Kolunu mu yoksa bacağını mı vursam diye düşünüyordum. Katımıza geldiğimizde duyulan gürültü birkaç kişiyi ayağa dikmişti. Bu gürültü onların odasından geliyor olmalıydı. Telaşla Kwang'a, "Hangi oda?" dediğimde yönlendirmesi üzerine koşmaya başladım. Hemen arkamdan geliyordu. Bir şeylere vurma sesi koridoru inletiyordu. Kırılan eşyaların çıkardığı ses katta yankılanıyordu. Doğa'nın çığlıklarıyla birlikte Matteo'nun da bağırmasını duymam içime inanılmaz bir kaygı düşürmüştü. Sesler kesilmeye başlıyordu. Duyduğum tek ses Matteo'nun iğrenç sesiydi.

Kapıya geldiğimizde şifre kısmını kurşunlamaya başladım. Silahın gürültüsüyle ben de bağırıyordum. "Dayan Doğa!" Son olarak Kwang'ın kapıya tekme atmasıyla açılan kapının ardından nefes nefese kaldım. Göğsüm heyecan ve telaşla inip kalkarken derin derin nefes alıyordum. Gördüğüm görüntü neredeyse aklımı yitirtecekti bana. Bir adım daha atamamıştım. Bütün yatak boyu akan kan dizlerimin bağını çözmüştü. Zihnimde yerini koruyan ailemin kanı gözlerimin önüne tekrar gelmişti. Tutunmak için bir yer aradığımda Kwang'ın kolunu tuttum. Ayakta durmakta güçlük çekiyordum. Bütün algımı yitirmiş gibiydim. Gördüğüm tek şey kocaman bir kırmızıydı. Gözüm kararıyor önümde ne olduğunu seçemiyordum. Başıma aniden inen ağrı bütünlemesine uyuşturmuştu beni. Kan tuttuğundan değildi. Sadece o güne gitmiştim. O kabus gibi geçen gündönümüne...

Bölüm sonu...

Kurguyu nasıl buluyorsunuz?

Aklımda bu bölümü daha uzun tutmak vardı ama bazı olayları diğer bölüme aktarmam gerektiğini düşündüm.

Doğa bir süredir aramızda değildi. Gelişiyle bizi yaralamaya devam etti.

Sizce son sahnede ne oldu?

Gelecek bölüm tahminleriniz var ?

Kitabımız henüz çok yeni ama her cumartesi bölüm atmaya çalışıyorum. En fazla bir sonraki güne uzar ama her hafta sonu yeni bölüm geleceğini bilin.

Kitap hakkında sormak istediğiniz ne varsa sizlerle sohbet etmek isterim. İnstagramda @zhradgn_ hesabındayım. Kitap hakkında da @fairymits hesabından editler yapılıyor.

İnşallah daha da büyürüz. İnanıyorum ki Kış Gündönümü güzel yerlere gelecek.

Kendinize çok iyi bakın gelecek cumartesi görüşmek üzere...






Continue lendo

Você também vai gostar

79.2K 725 21
Bir ülke üç tane krallık. Sahandy ülkesinin katı kuralları ve işkencelerine karşı halk dayanabilecek mi? Her aileden gelen yeni varisler ülkenin kade...
237K 28.8K 47
Geçmiş ve gelecekten ortak istila! Satın alınan bedenler, bir sokağa sıkıştırılan yüzlerce insan, acımasız bir sistem ve yüzyılın en büyük icadı. Ha...
1.7K 939 8
Ben Ilgın; Hayatı babasının elleri arasına karışmış... O eller üzerinden kayıp gittiğinde ise tüm hayatı boyunca tek tabanca kalmış o kız çocuğu... B...
6.5K 1.2K 14
"Sadece soruma cevap ver Layla." Gözlerini gözlerimden ayırmadan yanıma diz çöktü. İşaret parmağını havalandırarak göğüsümün üstüne doğrulttu. "İntik...