Ahu ile Cengiz

Da Elyios

176K 13K 3.9K

Yazgı kartları karıştırır, biz de oynarız, diyordu Arthur Schopenhauer. Kartları ben dağıtmış, geri çekilmiş... Altro

0.1
0.2
0.3
0.4
0.5
0.6
0.7
0.8
0.9
1.0
1.1
1.2
1.3
1.4
1.5
1.6
1.7
1.8
1.9
2.0
2.1
2.2
2.3
2.4
2.5
2.6
2.7
2.8
2.9
3.0
3.1
3.2
3.3
3.4
3.5
3.6
Merhaba
3.7
3.8
3.9
4.0
4.1
4.2
4.3
4.4
4.5
4.6
4.7
4.8
4.9
5.0
5.1
5.2
5.3
5.4
5.6
5.7
5.8
Merhaba
5.9
6.0
6.1
6.2
6.3
6.4
6.5

5.5

2.9K 315 150
Da Elyios

Geç kaldık bugün biraz, mazur göreceğinize inanarak salıyoruz bölümü :'))

Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyinnnn ♥️

Cengiz Asoğlu

"Yine başımda kavak yelleri, acıyı sardı yarin alevleri."

Yanağıma uzanan eli hızlıca fark ederek, kendimi geri çektim. "Ama çakmak çakmak gözleri, tam onikiden vurdu kalbimi!" diye şarkıyı söylemeye devam eden Timuçin önce gözlerimi, sonra da kalbimi işaret etmişti. "Ne bu keyif Timuçin Bey?"

"Benim her zamanki halim de seni sormalı müstakbel avukat, ne bu haller? Saç baş falan, yakıyoruz." Beni şöyle bir baştan aşağı süzüp, kısa bir ıslık çaldı. "Yalnız ayıp oluyor kardeşim, tek meziyetimiz tipimiz böyle yapıyorsun o da gölgede kalıyor."

Aptallığına gülerken "Senin meziyetin anca Eslem'e kadar zaten, benle alakası yok." diye söylenmiştim. Timuçin hanımcılığın dördüncü cilt ansiklopedisini yazdığından seri şekilde beni onayladı. "Allah Allah, sen de çok ortalık malı değilsindir kardeşim aslında, bu yakışıklılığın sebebi ne?"

"Her zamanki gibiyim yavrum," dediğimde kaşlarını kaldırdı. "Aynada tüm saç tellerini yeniden yapıyor gibi şekillendiriyorsun sabahtan beri, daha önce aynanın yerini bildiğinden bile şüpheliydim."

Timuçin konuşurken saçımdaki elimi hemen indirdim ve boğazımı temizleyerek aynaya hafifçe eğilmeyi kestim. "Abartma," dedim sadece. Hadi hadi der gibi bir el hareketi yaptı, kendini de duvara yaslamıştı. "Doğum gününde ortadan kaybolmalar falan, sen kimi yiyorsun koçum?"

Boğazımı temizledim tedirginlikle, aynı anda da tekrar aynaya eğilmiştim. Ortadan kaybolup neler yaptığımız belliydi sonuçta, Timuçin de cin gibiydi. Anlayıp başımın etini yemesi an meselesiydi.

"Mükellef kahvaltı sofraları falan?" diye de ekledi benden cevap gelmeyince. "Hep kızmıyor musun, hazırladık işte. Ye bir şeyler," dedim rahat olmaya çalışarak. Sırıttı ve kaşlarını yukarı kaldırıp hemen indirdi. "Yok, ben o sofranın kime hazırlandığını iyi biliyorum."

"O zaman ne caz yapıyorsun?" Pozisyonunu hiç bozmadan kınar gibi kafasını iki yana salladı. "Ben bu ilişki için çok emek verdim. Tüm gelişmelerden haberdar olmak hakkım," Eliyle baştan aşağı beni gösterdi. "Üstündeki ölü toprağı atıldı resmen, bir gecede gençleştin. Allah'ın hikmeti deyip geçecek miyiz?"

"Geçebiliriz yavrum."

"Geçemeyiz gülüm," Duvardan sırtını ayırdı ve sırtıma elini atıp itti. "Git gömleğini de değiştir, kızı eve kahvaltıya çağırmışsın, utanmasan damatlık giyeceksin."

"Ne giyeyim?" diye sordum sahici bir merakla. Dolabın karşısında bir süre düşünmüştüm ve en özenli olacağım hal bu gibi gelmişti. "Sweat giy gülüm, romantik akşam yemeğine mi çıkıyorsunuz sanki?"

"Paspal durursa-" Timuçin kahkaha attıktan sonra beni odamın içine itti. "Durmaz durmaz, evin içinde gömlek giymekten daha mantıklı emin ol."

"Öyle olsun," dedim kendi kendime söylenerek. Dolaptan bol bir sweat almadan önce gömleği çıkarmış, yatağın üstüne fırlatmıştım. "E maşallah bu haline de, bu Furkan şerefsizi mevzusu ne?"

"Timuçin," dedim sinirle. O orospu çocuğunun yaptığı hareket aklıma geldikçe sinir başıma vuruyor, daha çok dövmediğim için içim yanıyordu. "Alma şu gereksizin adını ağzına. Bitti gitti, çekildi aramızdan."

"Bitti gitti dediğin çocuğu hastanelik etmek, enayi mi var senin karşında? Çocuğu benzetmişsin, çekildi aramızdan diyorsun."

"Öyle olması gerekiyordu," diye yanıtladım, Timuçin her şeyimi paylaştığım tek kişiydi ama Furkan'ın yaptığı pezevenkliği de anlatacak genişlik bende yoktu. "E Ahu ile ne oldu?" Sorunun yönünü değiştirdiğinde çoktan üstümü giymiş, odam yeterince toplu dursun diye de gömleğimi dolaba yerleştirmiştim.

"Her şey yolunda,"

"En son yol sana girmiş gibiydi?" Kapıdan muzip bir ifadeyle bakan arkadaşıma "Siktir git şuradan," diye atarlandım, o ise güldü. "Yalan mı oğlum? Üzüntüden ölüp gideceksin sandım."

"Ölmedik Timuçin, uzatma."

"Yani kavuştunuz kesin olarak?" Telefonuma yönelip saate baktım, Ahu ile anlaştığımız saatin gelmesine az kalmıştı. "Bilmiyorum," dedim telefonumda kayıtlı ismine bakarken. Sabahın köründe aramak zorunda kalmak biraz sinir bozucuydu ama kalkıp kahvaltı yaparsa tüm plan çöpe giderdi.

"Ne demek bilmiyorum?"

"Konuşmadık Timuçin, hadi abiciğim. Yok mu senin dersin falan?"

"Arkadaşımız kahvaltı hazırlamış o kadar, yemeden mi gidelim?"

"Sana verdiğim emeklere yazıklar olsun," diye söylendim, Timuçin ise piç sırıtması ile göz kırptı. "Ağlama hemen, çıkacağım şimdi. Kerpetenle ağzından laf almasak şimdiye gitmiştim."

"Dedikoducu teyze modunu kapatıp git şuradan," Elini kalbine koydu. "Şurayı çok kırıyorsun bak haberin olsun," Koridora doğru yöneldi ama hala konuşmaya devam ediyordu. "Bana yatıp kalkıp şükretmen gerekirken hiç yakıştıramıyorum."

Küfür edeceğim sırada çalan zille duruşum anında dikleşti. Timuçin hemen geri dönüp kafasını kapıdan uzatmıştı. "Geldi seninki," Boğazımı temizledim, aslında laf yetiştirmem gerekirdi ama söylediği şeye gülümsemekle meşguldüm.

Seninki.

Vay anasını, ne hoş geliyordu kulağa.

"Kız ağaç mı olsun?" diye sorduğunda "Doğru lan," tepkisiyle birlikte kapıya koymuş, direkt de açmıştım. Ahu elinde tuttuğu siyah poşet ve çiçekli elbisesi ile bahar gibi görünüyordu.

Gerçekten de bahar gibi görünmek diye bir şey vardı demek ki, yazarlar boş edebiyat kasıyor sanardım hep.

"Hoşgeldin," dedim kapıyı iyice açıp içeriye buyur ederken. Timuçin de giydiği ceketinin yakalarını düzeltip "Hoşgeldin ve görüşürüz Ahu, derse geç kalıyorum," demişti. Ahu gülümsedi, elindeki poşeti işaret etmişti aynı anda da. "Börek getirmiştim, yeseydin bir tane?"

"Şu arkadaştan bir dilim kurtulursa yerim akşam, sağ olasın." Ayakkabılarını giyerken, Ahu'nun arkasının dönük olmasını fırsat bilip bana göz kırptı. "Görüşürüz o zaman gençler," Islık çala çala merdivenlere yöneldiğinde "Salak," diye mırıldanmış, kapıyı da kapatmıştım.

"Mutfağa mı geçeyim direkt?" Ahu'nun sorusunu kafamı sallayarak onayladım, o önde, ben arkada mutfağa girmiştik. Tezgaha bıraktığı poşetten sonra kot ceketini çıkarıp sandalyelerden birine astı. "Alsaydım?" diye atılmıştım ama "Yok," diyerek çoktan oturmuştu.

Bir an duraksadım, hoşgeldin falan demiştik de bir sarılma falan olması gerekmiyor muydu burada?

Anlamak isteyerek Ahu'nun suratına baktım, dudakları düz bir çizgi halindeydi ve ayağını da hafifçe sallıyordu. Rahat ya da mutlu görünmüyordu, üstüme çöreklenmek için bekleyen kötü duygular anında dürtmeye başlamıştı.

Bir sorun mu vardı acaba?

"Nasılsın?" diye sorarken sesim çok kararsız çıkıyordu, Ahu ise "İyiyim, sen?" demekle yetinmişti. Sorumla daha da gerilmiş ortamı ısındırmak için güldüm. "İyiyim, seni gördüm daha iyi oldum hatta."

Kafasını salladığında getirdiği böreği dilimlemek için saklama kabına yöneldim. Çıkardığım geniş tabaklardan birine koyarken Timuçin'i takdir ediyordum. Bunları alırken laf etmiştim ama demek ki işe yaradığı da oluyordu.

"Cengiz," hitabıyla "Efendim?" dedim ama arkama dönmemiştim. Börekleri yerleştirmekle meşgulken hiç beklemediğim bir cümle duydum. "Sen beni neden çağırdın?"

Gerçekten bir sorun vardı.

Börek tabağını masaya koyduktan sonra kendi sandalyeme oturdum. "Kahvaltı yapalım diye?" Kafasını olumlu anlamda salladı ve bir süre düşündükten sonra cesaretini toplamış gibi gözlerini gözlerime dikti. "Beni bir kez daha reddedecekken kahvaltı falan yapamam, artık o kadar yüzüm yok."

Panikle büyümüş gözler, endişeyle söylenen kelimeler ve dikleşmiş bir beden. Ahu bu haliyle o kadar tatlı görünüyordu istemsizce dudağımı ısırdım, gülmemek için de kendimi epey zorlamam gerekmişti.

Çünkü Ahu'nun karşımda oturması bile sırıtmak için bir sebepti.

Bir şeyler söylemem için ısrarla benden çekilmeyen gözlerle boğazımı temizledim. Panik halini devam ettirmek isteyerek yüzümü ifadesiz hale getirmeye çalıştım. "Bunu beni öpmeden önce düşünmen gerekmez miydi?" Arkasına yavaşça yaslandığında devam ettim. "Hem de ikinci kez?"

Yutkundu ve gözlerini kaçırıp derin bir nefes aldı. Kendini boğmak istiyor gibi nefesi de vermemişti ama ben devam ettim. "Bir de ilkinden daha-"

"Tamam tamam," dedi hemen hareketlenerek. Arkasına astığı ceketi de hemen tutmuş, astığı yerden almıştı. "Ben anladım seni, öpüştüğümüze pişman olduğunu söyleyeceksin."

Ceketini giymek için hamle yapacağı sırada sandalyesinin altına elimi koyarak kendime doğru çektim. Ani hareketlenme ile duraksadı ve ceketi kucağında kaldı. "Hangi öpüşme?" diye sordum yüzümü yüzüne yaklaştırırken. Bakışları saniyelik dudaklarıma kaymıştı ama hemen kendini toplayıp tekrar gözlerime döndü.

"Bu mu?"

Cevabını beklemeden dudaklarımızı birleştirdim. Öpüşmeleri başlatmaya alışık olduğundan mıdır nedir, bir süre öylece durdu. Elimi beline atıp onu biraz daha kendime doğru çektiğimde, dudakları aralanmış, bana da alan sağlamıştı. Rüyamda gördüğüm an hiçbir şeydi, Ahu'yu gerçekten hissetmek, dudaklarımın üstünde dudaklarının hareket etmesi; hayallerimden çok daha öte bir mevzuydu. 

Beni arabada öptüğü andan sonra nasıl olmuştu da ona karşı koyabilmiştim, şu an anlamakta zorluk çekiyordum. Tüm duygularım sürekli ona yönelmek istiyor gibiydi, yokuş aşağı giden ve freni asla tutmayan bir arabada ne ile mücadele ettim, onu öperken anlayamıyordum bile. Sadece şaşkındım, birini hissetmek için bu kadar büyük bir çaba içinde bulunmak garipti. Belinden tutup kucağıma çekmek istiyordum, ne bizi daha yakın hale getirecekse onu yapmaktan başka hiçbir şey gelmiyordu aklıma. 

Dudaklarımız birbirinden yavaşça ayrıldı, Ahu kendini hemen uzaklaştırmış, sıkı sıkı tuttuğu kot ceketinden de elini çekmemişti. Avucunda sıkışan kumaşa bakarken istemsizce gülümsedim, "Cengiz," diye seslenmesiyle de gözlerine dönmüştüm. Devam etmesi için kafamı salladım, öylece bana baktı ve bir şey diyecek gibi olduktan sonra sustu. Konuşmaya hazır hissetmediğini düşünerek "Kahvaltı yapalım hadi," dedim ve onu masaya yönlendirdim. Yerimden kalkıp çaylarımızı da koymuştum. 

Çayına attığı şekeri karıştırırken bir anda bana döndü. "Reddetmeyeceksin anlamına geliyor değil mi bu?" Dengesiz tavırlarımın Ahu'yu getirdiği hal bir an canımı sıksa da derin bir nefes aldım, geçip gitmişti sonuçta. Bir hata varsa da telafi edilirdi. "Ahu, yeterince açık olamıyorsam başka bir şeyler deneyebilirim?" 

"Yok," dedi panikle, ne anladığını bilmiyordum ama bu haline güldüm. "Bana üzüldüğün için mi deniyorsun?" diye sordu hiç beklemediğim bir anda. "Seni bu konuda istemeden zorladım mı ben? Ne bileyim, belki-"

"Ahu, ben seni seviyorum."

Söylemekten asla çekinmeyeceğimi göstermek istercesine tek hamlede, net bir şekilde söylediğim cümle ile Ahu yutkundu. Bir an idrak etmeye çalışıyor gibi gözleri kısılmıştı ama beklediğim sessiz kalması değildi. "Seni sana üzülüyorum ne de beni bir şeye zorladığın var," diye tamamladığımda yüzünde ufak bir tebessüm oluştu.

"Anladım," dedi ne diyeceğini bilemiyor gibi etrafa bakarken. Bu haline gülümsedim, endişeli ruh hali sanki biraz dağılmıştı. Her zamanki iç ısıtan hallerine bürünmeye başladığında gözleri masaya kaymış "Ne çok reçel var," diye konuyu dağıtmaya çalışmıştı.

Ona uyum sağlayarak "Senin için," dedim. Anında bakışları bana dönmüştü. "Sevdiğimi nereden biliyorsun?"

"Var bizim de kendimize göre sırlarımız," Göz kırptığımda güldü, bugünün içten ilk gülüşünü kapmanın haklı gururuyla duruşum anında dikleşmişti. Çilek reçelinden biraz alması ile ben de yaptığı böreğe yöneldim. "Peynirli mi?"

Lokmasını çiğnerken kafasını olumlu anlamda salladı, aynı anda da gözleri desteklemek ister gibi kapanmıştı. Bu tatlı evet deyişine gülümsedikten sonra börekten ilk ısırığı almıştım.

İyi yere kapak attın be Cengiz diyen iç sesimi bastıramıyordum, gerçekten enfesti.

"Ellerine sağlık, efsane olmuş."

"Gerçekten beğendin mi?" Böreğin geri kalanını tek lokmada yedikten sonra ben de onun yaptığı gibi kafa salladım. Lokmamı yutar yutmaz da parmaklarımı birleştirerek havada sallamıştım. "Selma Sultan'a seni on yıl övdürür, o kadar diyim."

Şaşkın bir ifadeyle bürünerek "Afiyet olsun," dediğinde sofrayı işaret ettim. "Sen neden yemiyorsun?"

Şöyle bir kahvaltılıklara ve yaptığım menemene baktı. Üzgün bir surat ifadesiyle de en son bana tekrar dönmüştü. "Yiyemiyorum," Sebebini sormama fırsat vermeden devam etti. "Midem heyecanla dolmuş gibi."

Yemesi için ısrar etmeye hazırlanan tarafım hızla köşesine sindi. Heyecanlandığını itiraf etmesi ile neden bir anda böyle olduğumu soran aklı selim bir tarafım vardı ama ben artık mantık aramayı bırakmıştım. "İçeriye geçelim o zaman? Daha rahat otur."

"Sen ye, ben beklerim."

"Hadi," dedim ayağa kalkıp elimi muslukta hızlıca yıkarken. Kenardaki havluya elimi kurulayıp Ahu'nun eline yapışmıştım. "Kupaya çay doldurayım mı?" Sorumu kısa bir an düşündü. "Suya bile yer yok midemde."

Ayaklanması ile elindeki elimi çektim ve beline koyarak onu salona doğru yönlendirdim. İkili koltuğa yan yana oturduğumuzda derin bir nefes aldı. "Bir şey sorabilir miyim?" Tabi der gibi kafamı sallayıp ona doğru döndüm, bu hallerini aklıma kazımak için büyük bir çaba sarf ediyordum.

Yanımda heyecandan bocalayan Ahu, tüm ömrüm boyunca baş köşemde tutacağım bir fotoğraf karesiydi.

"Sana sarılabilir miyim?"

Kafam hafifçe sola doğru eğildi. Daha önce izinsiz beni hiç öpmemiş, ben de az önce onu öpmemişim gibi sorduğu soruyla kollarımı ona doğru yöneltmemek için kendimi tuttum. "Sormana gerek var mı?"

Dudakları büyük bir tebessüme ev sahipliği yapmak üzereyken manzaramı bozdu ve kollarını boynuma doladı. Koltukta olabildiğince bana yaklaşmış, güzel kokusunu da kendiyle birlikte hemen yanı başıma taşımıştı.

Manzaram için üzülmeye vaktim olmadı, onun yerine ben de ona sarıldım.

Uykusuz geçirdiğim gecelere şahit koltukta, duvarlara bakarak öldürdüğüm saatlerin sonunda yanımda Ahu vardı. Sanki bana ondan başka seçenek olmadığını, vazgeçmek şıkkının daha ilk elenen olduğunu gösteriyordu.

Kollarımın arasındaydı, bana itiraf ettiği tüm duyguların belki de misli misli fazlası benim kalbimdeydi. Kalplerimiz aynı hizada, atışları güçlü ve hızlıydı.

Ne olurdu bilmiyordum, ben daha ne aptallıklar yapardım, Ahu'nun güzel gözlerini yaşlarla doldurur muydum, hiçbir fikrim yoktu ama bildiğim tek bir şey vardı.

Her yolun sonu burasıydı.

Continua a leggere

Ti piacerà anche

25.5M 908K 78
♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... Edim Demiray. Daha on sekizinde uyuş...
140K 7.6K 50
Anneannesini görmek için gittiği şehirde üsteğmen Göktürk ile karşılaşan Efsun hiç beklemediği gerçeklerle de karşılaşır ___ " sen benim hayatımda h...
927K 64.7K 37
Peyda, bir Gerçek Aile/Kaçırılmış Çocuk klasiğidir. "Şimdi, on yedi yıl sonra annem ve babam karşımda dikiliyorlardı. Onları görüyor, onlarla aynı m...
1.1M 15.9K 39
Aşık olduğu adamın evleneceğini öğrenen Mavi, çareyi en yakın kız arkadaşında bulur. Düğüne kısa bir süre kala acilen bir plan yapmaları gerekmektedi...