GÖNÜLÇELEN (+18)

Gilde10

241K 11.3K 15.2K

Marsel Uraz Erke.. Rüyamda belime sarılan kollar ile aylardır unuttuğum kokusu burnuma doldu. "Gerçek değil... Еще

1. Altın Tarak
2. Aile
3. Karmakarışık
4. Duyguların Dışa Vurumu
5. Anlayamazsın.
7. Doğru Ve Yanlış Paradigması
8. Çubuk Tarçın
9. Geçmiş Ve Gelecek
10. Ateş Ve Barut (+18)
11. Yüksek Gerilim Hattı
12. Aware
13. Gerçekler
14. Toz Pembe
15. Bilinmeyen Çehre
16. Terminatör
17. In La Kesh
18. Pamuk Prenses Ve Yakışıklı Prens
19. Kapanmayan Yaralar
20. Gerçekten Benimsin. (+18)
21. Tatlı Bir Telaş (+18)
22. Acı Kahve
23. Vena Amoris
24. En Büyük Zaaf
25. İki Yıl Üç Ay Üç Gün...
26. Buzdan Duvarlar
27. La Douleur Exquise
28. Yaramızda Kalsın..
29. Gündüz Düşü
30. Vatanım Sensin. (+18)
31. Viraag.
32. Alfa Birimi
33. Bir Efsane
34. Alabora
35. Süper Hücre (+18)
36. Florebo Quocumque Ferar
37. Bekarlığa Veda
38. Kan Ve Gül
39. Birisini Yaşarken Öldürmek
40. Nazende Sevgilim
41. Hayaller Vs. Hormonlar
42. Aurora Borealis
43. Wabi Sabi
44. Ecem Beste Erke
45. Biz Kazandık
Mira&Anıl İleri Bölüm Alıntısı
Yeni Bölüm Alıntısı

6. Oyunun Kuralları

4K 319 502
Gilde10

Hepinize merhaba,

Yeni bölümle sizlerleyim.

İyi okumalar diliyorum.

❣️

Annem ve babam ile yaptığım konuşmadan sonra odama gitmek için üst kata çıktım. Yürümekte zorlanırken ayaklarım geri geri gidiyormuş hissiyatına kapıldım. Odama geldiğimde kendimi yatağa bıraktım. Gözlerimi kapattım ve sadece düşündüm. Biraz önce babama yüksek sesle Marsel ile kardeş olmadığımızı söylemiştim. Bunu sesli olarak ilk defa dile getirmiştim. Gözlerimi açtım. Derin ve sesli nefesim havaya karıştı. Marsel başarmıştı. Sonunda aklımı karıştırmayı başarmıştı. Gözlerimi tekrar kapattım ve yüzümde şapşal sayılabilecek bir gülümseme oluştu. Sevgilisi olarak kaydettiği kişilerin arkadaşı olmasına hem ben hem babam çok şaşırmıştık. Ama.. Şaşkınlıktan daha yoğun hissettiğim başka bir duygu vardı. Rahatlamıştım. İçimin kuş gibi hafiflediğini hissettim.

Rahatlamamın yanında biraz da kırgınlık kendini gösterdi. Gözümün içine baka baka bana yalan söylemişti. Biraz önce bile arkadaşı ile konuşurken sevgilisi ile konuştuğunu düşünmemi istedi. Bence yaptığı çok saçma sapan bir şeydi. Belki de değildi. Marsel.. Bana olan duygularının dışarıdan fark edilmemesi için aslında olduğundan çok daha farklı bir insanmış gibi davranmıştı. Çapkın ve flörtöz bir adam gibi davranarak bana olan hislerinin üzerine görünmez bir zırh kuşatmıştı. Ama kuşandığı zırh ne kadar görünmez olursa olsun şeffaftı.

Gerçek gün gibi ortadayken ben bunca zaman bunu nasıl anlamadığıma hala kendim inanamadım. Zihnimin içinde Marsel ile olan her anı kendini gösterdi. Sözleri.. Marsel garip bir şekilde hem benden duygularını saklamış hem de olur olmaz zamanlarda bunu pat diye dile getirmişti ama ben söylediği sözlerin altında yatan o gizli mesajı anlamamıştım. Nasıl anlatabilirdim ki? Marsel ve ben.. Aklıma gelen son ihtimal bile olmazdı. Şimdi o ihtimal ben gerçeğim diye bana göz kırpıyordu.

Peki ya ben bu durumda ne hissediyordum? Marsel'in hislerinin farkına varınca daha doğrusu parçaları birleştirdimde karşımda bana aşık bir adam vardı. Peki ben bu adama ne hissediyordum? Kafamı sağa sola salladım. Cevap çok netti. Bilmiyordum.. Ben Marsel'e bu zamana kadar kardeşim olmasının dışında hiçbir duygu hissetmediğim için şimdi ne hissettiğim konusunda bocalıyordum. Elim ile yüzümü kapattım. Şimdi onu kardeş olarak görmediğim kesindi. Onu hala kardeş olarak görseydim babamın karşısında benim kardeşim değil demezdim. Diyemezdim. Sözler dudaklarımdan istem dışı çıkmıştı.

Yataktan doğruldum. Bu böyle olmayacaktı. En önce kendi duygularımın ne olduğuna karar kılmam gerekiyordu. Ne hissettiğimin adını koymam lazımdı. Saat on ikiyi geçerken yataktan kalktım ve Marsel'in odasına gitmeye karar verdim. Pansumanını yenilemem gerekiyordu.

Marsel'in odasının kapısına geldiğimde kapıyı tıklattım ama içeriden ses gelmedi. Uyumuş olabilir miydi? Birkaç dakika tereddütten sonra kapıyı açtım ve içeri girdim. Marsel yatağında tek elini kafasının altına almış bir elini de yana koymuş bir şeklide tavanı izliyordu. İçeri girdiğimde bakışları beni buldu. Kapıyı kapatıp yanına yürüdüm ve yatağın kenarına oturdum.

"Gir demedim!" dedi bana kısa bir bakış atarak.

"Gir dedin demedim ki!" dediğimde bakışları uzun bir süre gözlerimde takılı kaldı. Bu bakışını bildiğimi hissettim.

"Odama iznim olmadan girmen.. Yanlış," dediğinde dudağımın tek tarafı alayla yukarı doğru kıvrıldı. Bunu ben yokken odama girip yastığıma sarılan adam mı söylüyordu? Evet, düşündüğüm şey doğruydu. Amerika'dan döndüğüm gün yastığım Marsel gibi kokuyordu çünkü muhtemelen ben yokken odama girmiş olmalıydı. Yoksa yastığımda nasıl kokusu kalsın ki? Yastığıma sarılmış olduğu düşüncesi ile sessizce yutkundum. Marsel'in kaşları yine ve yine çatıldı.

"Ne düşünüyorsun yine?" diye sordu.

"Kendimin ne kadar aptal olduğunu," diye cevap verdim.

"Bu konuda hemfikiriz," dediğinde bu sefer ben kaşlarımı çattım.

"Marsel!" dedim sinirle.

"Tekrar söylüyorum
Odama böyle girmemelisin!"

"Sence bunu umursamış gibi mi görünüyorum?"

"Umursamalısın! Giyiniyor olabilirdim."

"Giyiniyor olmadığına göre sorun yok!"

"Zeynep bu saatte ne istiyorsun?" diye sordu.

"Pansumanını değiştirmem gerekiyor."

"Buna gerek yok," desede komodinin üzerindeki sargı malzemelerini aldım. Oflayarak yatakta oturur pozisyona geçti. Elime aldığım makas ile eski sargı bezini keserek çıkardım. Marsel'in beni izlediğini biliyordum. Yaranın olduğu yere tendirdiyöt döktüğümde bakışlarım yüzünü buldu. Yüzünde tek bir mimik oynamadan beni izlemeye devam ediyordu. Temiz sargı bezini alarak kolundaki yarayı sarmaya başladım. Pansumanı değiştirdikten sonra Marsel'e bakarak gülümsedim.

"Bak hemen bitti. Şimdi uyuyabilirsin."

"Zeynep," dedi iç çekerek. Marsel hep böyle farklı bir tonda adımı söylediğinde iç organlarım yer değiştiriyor gibi hissediyordum.

"Hep böyle.. Sarar mısın yaralarımı?" diye sordu. Bakışları yine yutkunmama sebep oldu. Gözlerine baktım ve gülümsedim.

"Sararım. Yaralarını hep sararım," dedim ve kollarımı boynuna sardım. Marsel'in buna tepkisi gecikmedi. Kollarını belime sardı.

"Tek sen.. Yaralayan da saran da bir tek sen ol istiyorum. Beni senden başkası kanatamaz. Senden başkası da kanayan yerden saramaz."

"Seni yaralamak istemiyorum," diye itiraf ettim. Kollarım hala boynunda sarılıydı.

"Sen beni bile isteye yaralamazsın," dedi sesinde hissettiğim emin bir ifade ile.

"Sen yine de bana çok güvenme," dedim gülerek. Kollarımı boynundan çektikten sonra tekrar yataktan kalktım ve komodinin üzerindeki ilacı alarak bardağa su koydum. Uzattığım ilacı ve suyu aldı. İlacı içtikten sonra yataktan kalktıktan sonra bardağı yerine bıraktı.

Bir süre ikimiz de öylece birbirimize baktık. "Ben gitsem iyi olacak," dedim dudaklarımı büzerek.

"Teşekkür ederim," dediğinde sadece belli belirsiz kafamı salladım. Marsel'i odasında bırakarak kendi odama gideceğim sırada sesini duydum.

"Zeynep.. Biraz daha kalsana yanımda," dediğinde gülümseyerek ona döndüm.

"Biraz önce odamda ne işin var diyordun ya!" dedim.

"Zeynep," diye söylendi. Gülerek geri döndüm ve yatağın kenarında durdum.

"Kay kenara," dedim. Yüzüme bakmaya başladı. Ne dediğimi duymuştu ama algılamamıştı.

"Anlamadım," dedi bir anda.

"Sen.. Bu kafa ile nasıl o kadar testten geçip ajan oldun ben de onu anlamadım," dedim yarı alay kokan bir gülümseme ile.

"Sen bana aptal mı diyorsun?" dedi kaşlarını çatarak. Sözleri ile küçük bir kahkaha attım. Marsel kafasını sallayarak bana baktı. Bir aydınlanma yaşamıştı.

"Zeynep kalan iki gram aklımı da sen alıyorsun," dedi kenara kayarak.

"İki gram aklı kim bıraktı sende?" diye sordum.

"Sen," dedi kafasını yastığa bırakarak.

"Ben neymişim be!" dedim yanına uzanarak.

Yan döndüm ve yüzüne baktım. "İyisin değil mi? Ağrın falan yok?"

"İyiyim merak etme. Ağrım da yok." Kollarını uzatarak ellerini belime koydu ve beni kendine çekti. Bu hareketi ile kalbim olmadığı kadar hızlı atmaya başladı. Hızlı atmak da ne demek! Resmen depara geçmişti.

"Uyu biraz," dedi ve kafamı göğsüne yasladı. Bu halde uyumam imkansız diyemedim. Kafamı göğsüne koydum ve kalbinin atışını dinledim. Onun kalbi de benim kalbim gibi hızla atıyordu. Tek elimi göğsünün üzerine koyduğumda bedeninin gerildiğini hissettim.

"Sen de biraz uyumalısın," diye hatırlattım. Dudaklarından küçük bir mırıltı döküldü ama ne olduğu anlaşılmaz bir şeydi.

"Keşke.. Keşke bu anda takılı kalsak. Böyle kalsak," dedi belimi saran kolları daha sıkı sıkı beni kavrarken.

Kafamı kaldırıp gözlerine baktım ve bakışlarındaki ifade yutkunmama sebep oldu. Bana doğru hafif eğildiğinde onun bakışları dudaklarımı buldu. Kalbim şimdi atmayı bırakmıştı. Burnu burnumun ucuna değerken dudaklarımız arasında küçücük bir mesafe vardı.

Beni öpeceğini düşünürken gözlerini kapattı. Resmen iki ateş arasında kalmış çaresiz bir çocuk gibiydi karşımdaki koca adam.

"Zeynep," dedi gözlerini açmadan. İsmimi onun kadar içli ve güzel söyleyen başka birisi var mı diye düşündüm. Yoktu. Marsel gibi adımı farklı bir tınıda söyleyen başka kimse yoktu.

"Gitmelisin. Hem de hemen," dedi gözlerini hala açmadan.

"Neden?" diye sordum.

"Gitmezsen.. Gitmelisin!"

"Neden diye sordum!"

Bu sefer gözlerini açtı. "Birazdan bir numara arayacak." Sözleri ile hızla yerimden doğruldum. Marsel de benim gibi yattığı yerden kalktı.

"Sana inanamıyorum! Bir numara arayacakmış. Göstereceğim ben sana bir numarayı! Hatta numaranın alasını göreceksin!" dedim ve yataktan kalkarak kapıya doğru yürümeye başladım. Marsel yanıma gelerek kolumu tuttu.

"Neden şimdi bi' atarlandın sen?" dedi gülerek.

"Gıcıksın işte!"

"Sen de çirkinsin."

"Uyuz!"

"Kirpi.. O dikenlerin bir bana," dedi yüzünde memnun bir ifadeyle. Biz kapının önünde birbirimize güzel hitap şekillerini kullanırken kapı çaldı. Marsel ile birbirimize baktık. Marsel yanımdan kapıyı açmak için bir adım attı. Babam karşımızdaydı. Bakışları önce beni buldu ama Marsel'e dönmedi.

Babamın beni Marsel'in odasında görmesinden dolayı kendimi huzursuz hissetmeye başladım. Huzursuz hissettiğim için daha çok gerildim. Marsel odasına ilk defa girmiyordum ama daha önce şimdiki gibi yüzümün kızarmadığına eminim.

"Pansumanı değiştirdin mi Zeynep?" dedi babam yüzünde hayran olduğum bir gülümseme ile. Onun gülümsemesi ile tedirginliğim kalkarken ben de gülümsedim.

"Değiştirdim babacığım."

"Aferin benim güzel kızıma," derken yanağıma bir öpücük bıraktı.

"Tamam, o zaman. Ben gideyim uykum var zaten. Gece ağrın falan olursa haber ver," dedim Marsel'e bakarak. Kafasını tamam anlamında salladı. Ben kapıdan çıkarken Marsel'in sesini duydum.

"Uyuyacağım ben. Sonra konuşuruz," dedi benim bile içimi üşüten bir sesle.

"Marsel?" dedi babam.

"Uyuyacağım. Konuşmak istemiyorum. Konuşacak da bir şey yok!"

Onları daha fazla dinlemek istesem de bunu yapamazdım. Yavaşça kapıyı kapattım ama hala Marsel'in sesi geliyordu.

"Konuşacak şeyler var!" dedi babam.

"Konuşacak bir şey yok! Senin istediğin gibi ondan uzak duruyorum. En azından durmaya çalışıyorum. Bana hakkını helal etmemek için şart koştuğun gibi," diyen Marsel'in sesi ile ağzımı kapattım. Babam Marsel'e böyle bir şart koşmazdı.

Ellerim titreye titreye kendi odama doğru yürümeye başladım. Odaya geldiğimde kendimi yatağa bıraktım. Gözlerimden yaşlar kendi kendine akmaya başladı. Ağladım. Hatta hıçkıra hıçkıra ağladım.

Babam ve Marsel'in arasının benim yüzümden açıldığını düşünmek kalbimi acıtıyordu. Babam bütün çocuklarını çok seviyordu. Hepimizin onun gözünde eşsiz olduğunu biliyordum. Babam hepimize kendimizi bu dünyadaki en özel insanmış gibi hissettiriyordu. Sevdikleri onun için özeldi. Şimdi benim yüzümden Marsel ile arasına bir soğukluk girmişti. Eğer babam Marsel'in söylediği gibi böyle bir şart koşmuşsa buna soğukluk demek az kalırdı. Aralarına uçurumlar girmiş demek daha doğru olurdu. Gözlerimi kapattım ve sesli bir nefes verdim.

Her şey çok karışıktı. Marsel Amerika'dan beri bana benim henüz yeni anladığım küçük mesajlar gönderiyordu. Küçük ama önemli itiraflar dökülmüştü dudaklarından. Ben o zaman kelimelerin ardında yatan mesajları okumakta sınıfta kalsam da şimdi anlıyordum. Marsel'in her bir sözü bana olan itirafıydı. İtiraf etmek ve bundan kurtulmak istiyor gibiydi. Sonra bir anda eski Marsel'e döndü. Şimdi neden eskisi gibi davrandığı biliyordum. Babamın ikimiz arasında bir gönül ilişkisine rızası yoktu. Babamı da anlamaya çalıştım. Doğru da olsa yanlış da olsa babam gelenekçi bir adamdı. Beni yedi yaşından beri kızı olarak görmüştü. Onun ailesinin bir parçasıydım ve üvey de olsa Marsel ile kardeştik. Yine yüreğime bir acı çöreklendi. Marsel ve ben.. Gerçek kardeş değildik. Birlikte aynı çatı altında büyümüş olmamız bizi kardeş yapmamıştı. Eğer gerçekten kardeş olsaydık zaten şimdi böyle tuhaf bir ikilemin içinde sıkışıp kalmazdık. Marsel bana karşı olan duygularına yenik düşmüştü. Daha on sekiz yaşında kendi evine çıkmak istemesi ve bizden uzakta yaşamasının sebebi buydu. Benden uzak durmak için ailesinden uzak kalmayı göze almıştı. Benden uzak kalsa da şimdi görünen o ki kalbindeki duygular değişmemiş olmalıydı. Şimdi benim kalbimde de ne olduğunu bilmediğim bir yangını başlatmıştı.

Gözlerimi kapattım ve biraz önce yaşadığımız o anı tekrar tekrar zihnimde çevirdim. Beni öpeceğini düşünmüştüm. Kalbim bu düşünce ile bile dokuz şiddetinde deprem gibi teklemeye başladı. Beni gerçekten öpseydi.. Kalbim durabilirdi. Ellerim ile gözlerimi kapattım. Onun beni öptüğünü düşünmek bile aklımı kaçırmama sebepti.

Gözlerimi daha şiddetle yumdum. Beni öpmesini istediğim gerçeği ile sertçe yutkundum. Kahretsin! O an beni gerçekten öpmesini istemiştim. Benim ne zaman böyle bir istek duyacak kadar hislerim olmuştu? Ya da en baştan hissettiğim şeyler kendini maskeleyen duygulardı ve o duygular en küçük bir kıvılcım ile ortaya mı çıkmıştı?

Bütün gece aklımdaki soruların beynime yaptığı işkenceler ile boğuşarak geçirdim. Sabaha karşı uyku tutmadığı ve Marsel'i merak ettiğim için onun odasına gitmeye karar verdim. Ağrısı olabilirdi. Kapıya geldiğimde kapı kolunu sessizce aşağı indirdim ve kapıyı açarak içeri girdim. Marsel uyuyordu. Kapıyı kapattım ve yatağın kenarına oturup onu izlemeye başladım. Yüzüne dokunmak için elimi uzattım ama buna cesaret edemedim. Marsel'in uykusu hafifti. Yüzüne dokunursam uyanırdı. Sessizce onu izlemeye devam ettim. Uyurken bile yüzüne vuran sıkıntıları görebilmek canımı sıktı. Huzursuz bir şekilde uyuyordu ya da ağrısı vardı. Ona bakarken sessizce yutkundum.

Marsel'in bana karşı henüz itiraf etmese de hisleri vardı ve ben şimdi anlıyorum ki ben de ona karşı boş değildim. Hissettiğim her ne ise Marsel'in hisleri kadar yoğun olmasa da kalbimin onun yanında farklı attığını artık biliyordum. Eğildim ve.. Dudağının kenarına küçücük hissedemeyeceği bir öpücük bıraktım. Küçücük ve tüy kadar hafif bir öpücüktü bu. Geri çekildiğimde kalbim hala deli gibi atıyordu.

Hızla yerimden kalktım ve Marsel'in odasından çıkarak kendi odama geçtim. Yatağa uzanıp pikeyi kafama kadar çektim. Biraz önce Marsel'i öpmüştüm. Hem de dudağının kenarından. Aylin, Feryal ve Mira öncelikle Marsel'e olan hislerimi tanımam gerektiğini söylemişlerdi. Bence bunu anlamanın en kestirme yolu o kişiyi öpmekti. O kişiyi öptüğünde neler hissettiğin ise aradığın cevap olurdu. Dudağının kenarına bıraktığım öpücük bile kalbimi darmadağın etmeye yetmişti.

Onunla gerçekten öpüşmek fikri.. Mideme yumruk yemiş gibi hissetmeme neden oldu. Gece gece kesinlikle saçmaladığıma karar verdim. Düşündüğüm şeyler deli saçmasıydı. Nasıl Marsel ile öpüştüğümü düşünebilirdim? Kimi kandırıyordum ki?! Onunla öpüşme fikri bile kalbimi tekletiyordu.

~
Ertesi sabah gece boyunca doğru düzgün uyuyamadığım için yataktan göz altlarım şişmiş bir halde kalktım. Saat dokuzu geçiyordu. Kısa bir duş alarak hazırlanmaya başladım. Bugün kuruma gitmeyecektim. Marsel yaralı olduğu için annem evde kalmamı istemişti. Bir nevi Marsel'e bakıcılık yapacaktım. Giyinerek alt kata indim. Benim dışımda Mira, Kayra ve Doruk hariç anne, babam ve Marsel masada oturmuş kahvaltı yapıyorlardı. Günaydın diyerek masaya oturdum. Bakışlarım Marsel'i buldu.

"Nasılsın?" diye sordum.

"İyiyim," dedi kısaca.

"Ağrın falan oldu mu?"

"Hayır, olmadı."

"Anladım," dedim sadece. Belli ki Marsel konuşmak istemiyordu. Bunun sebebi babam ile arasındaki gerginlik olabilirdi. Babamın bakışları ise sadece Marsel'in üzerindeydi.

"Reçelli ekmek ister misin?" diye sordu.

"İstemez."

"Sen seversin vişne reçelini."

"Canım istemiyor," dedi Marsel. Annem kahvaltısına devam etse de kaşları havalanmıştı. Babam ekmeğin üzerine vişne reçeli sürdü ve Marsel'in tabağına bıraktı. Gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Canım istemiyor dedim!"

"Marsel," dedi babam. Sesinin tonu aslında hislerini anlatmaya yeter gibiydi. Marsel babama kısa bir bakış atarken tabağındaki reçelli ekmeği alarak bir ısırık aldı.

Kahvaltıdan sonra annem ve babam kuruma geçerken ben ve Marsel evde kaldık. Marsel odasına çıkarken benim de yüzüm düştü. Masayı topladıktan sonra biraz temizlik yapmaya karar verdim. Benim gürültüm ile Mira uyanırken Doruk ve Kayra top patlasa uyanmazdı. Bütün evi temizlemek de işe yaramadı. Yukarı kata çıkıp Marsel'e bakmak istiyordum ama bana soğuk davranmasını da istemiyordum. Sonunda tekrar mutfağa geçtim ve çorba pişirmeye karar verdim. Ben çorba yaparken yeni uyanan Doruk ve Kayra Mira'nın hazırladığı kahvaltıyı bitirmişti. Kahvaltıdan sonra dışarı çıktılar. Mira ise dışarı çıkmak yerine yanıma geldi.

"Çorba yapıyorsun demek," dedi yüzünde çarpık bir gülümseme ile. Bu gülümsemeyi her gördüğümde babam aklıma geliyordu.

"Evet," dedim. "Marsel hasta ya."

"Abla grip ya da soğuk algınlığı değil. Vuruldu," dediğinde kaşlarımı çattım.

"Hatırlattığın iyi oldu!"

"Bu özel ilgi neden?" diye sordu sırıtarak.

"Doktor olduğum için olabilir mi? Hem annem Marsel'i bana emanet etti. Ona iyi bakacağımı düşünüyor."

"İyi bakacağına zaten eminim. Hatta özel olarak ilgilensen hemencecik iyileşeceğine bahse girerim!"

"Mira kaybol," derken ayağımdaki terliğin tek eşini arkasından fırlattım.

Mira dışarı çıkarken ben de hazırladığım çorbayı bir kaseye alarak elimde tepsi üst kata çıktım ve Marsel'in odasına geçtim. Kapıyı çaldım ama yine ses gelmedi. Gözlerimi devirmemek için kendimle bir savaş versem de bunda muvaffak olamadım. Sinirle kapıyı açtım ve içeri girdim. Odada Marsel yoktu. Dışarı çıkmış olamazdı çünkü onu görmemem imkansızdı. Elimdeki tepsiyi komodinin üzerine bıraktım ve banyoya doğru yürüdüm. Bu yaptığımın doğru olmadığını bilsem de yine yanlış olanı yapma isteğime ket vurmak oldukça zordu.

Elim kapı kolunu bulduğu an kapının açılması ile küçük çaplı bir şok geçirdim çünkü Marsel tam karşımda belinde gri bir havlu ile duruyordu. Saçlarından damlayan sular göğsünden aşağı akarken bakışlarım damlayı takip etti. Karnından daha aşağı akan damla ile sessizce yutkundum. Bakışlarımı çekmem gerekirken bunu nasıl yapacağımı bilmeyen bir salak gibi davranıyordum.

"Zeynep," dedi şaşkın bir ifadeyle. "Senin burada ne işin var?"

"Sana çorba yaptım," dedim hızlıca.

"Çorba?" dedi tek kaşını kaldırarak.

"Marsel.. Üzerini giyinsen mi?" diye mırıldandım. Marsel'i böyle görünce.. Sıcakladığımı hissettim. Hava çok sıcak olmuştu. Evet evet ağustos sıcağı hiç çekilmiyordu. Hatta her yer cayır cayır yanıyordu.

"Giyineyim bari," dediğinde ben de yana geçerek geçmesine izin verdim. Dolaptan bir şort ve tişört çıkardı. Bakışları beni bulduğunda hızla arkamı döndüm. Ayaklarımı yere vura vura beklemeye başladım. Kafamı kaldırmak istemiyordum ama arkam dönük olduğu için kafamı kaldırmamda bir sorun olmazdı. Yavaşça kafamı kaldırdım ve karşıma baktım. Karşımdaki aynaya. Hayır ya! Bakmamam gerekirken istesem de gözlerimi çekmekte zorluk çektim. Marsel aynanın karşısından başka giyinecek yer bulamamış gibiydi. Gördüğüm şeyle göz bebeklerim sonuna kadar açıldı. Hızla kafamı yere eğerken gözlerimi sıkıca kapattım. Hayır bunu görmemeliydim. Marsel'i çıplak görmemeliydim. Adım seslerinden yanıma geldiğini anlasam da hala gözlerimi açmaya cesaretim yoktu.

"Zeynep giyindim. Aç gözlerini," dedi nefesini yanımda hissederken. Gözlerimi zorlukla açtım ve Marsel ile göz göze geldim. Aklıma biraz önce gördüğüm görüntünün gelmesi ile sertçe yutkundum. Ya Marsel'i her gördüğümde biraz önceki görüntüsü aklıma gelirse? Hızla kafamı sağa sola salladım.

"Zeynep iyi misin?" diye sorarken kaşlarını çattı.

"İyiyim," diyebildim. Seni biraz önce çıplak görmeseydim daha iyi olacaktım diyemedim.

Komodinin üzerindeki tepsiye baktığında boğazımı temizleyerek konuşmaya başladım.

"Sana çorba pişirdim."

"İyi yapmışsın. Teşekkürler," dedi yatağa oturarak. Ben de tepsiyi alarak yanıma oturdum.

"İç hadi," diyerek çorbayı gösterdim.

"Sanki biraz kolum ağrıyor gibi. Kaşığı tutabilir miyim bilmiyorum," dedi dudağının sol tarafı hafif yukarı kıvrılırken.

"Ağrır tabi. Neden kolunu suya soktun? Ben yardım ederim," dedim ve kaşığı elime alarak çorbadan bir kaşık aldım. Kaşıktaki çorbayı içerken bakışları gözlerimdeydi. Sonra bir kaşık daha aldım.

"Çorbadan sonra pansumanını yenileyelim."

"Olur doktor hanım."

"Sen ne uysal oldun öyle! Böyle söz dinlemeler falan," dedim aklıma gelen görüntüyü kovarak.

"Sen ne dersen ne istersen o olur. Hatta.. Bana istediğini yapabilirsin," dediğinde sesli bir nefes verdim.

"Bu sözünü hatırlatırım."

"Ben sözümün arkasındayım."

Bir kaşık daha içtiğinde peçete ile dudağının kenarını sildim.

"Çocuk gibi bulaştırmışsın," diye söylendim.

"Sen yedirdin ama?!" Bir şey söylemek için ağzımı açtığımda şsşkınla geri kapattım. Marsel sol kolundan vurulmuştu ve solak değildi yani kaşık tutmasına engel bir durum yoktu.

"Çok güzel olmuş. Eline sağlık," dedi dudağını yalayarak. Bakışlarım dudağına kayarken aklıma onu çıplak gördüğüm an geldi. Kendimi tokatlamak istediğimi fark ettim.

Aferin Zeynep! Marsel'in her hareketinde artı on sekize ne on sekizi artı yirmi dörde bağla!

Burada biraz daha kalmak akıl sağlığım için iyi olmayacaktı. Tepsiyi alarak çıkmak istediğimde Marsel'in sesini duydum.

"Pansuman yapmayacak mısın?" diye sordu.

"Yapacağım," dedim tepsiyi masaya bırakarak. "İnsanda akıl mı bıraktın?" diye söylenmeye başladım.

"Ben ne yaptım şimdi?" dedi.

"Sen daha iyi bilirsin," derken malzemeleri aldım ve yatağa oturarak pansuman yapmaya başladım.

"Bir dahaki sefere kolunu suya sokmamaya çalış," dediğimde güldü.

"Sırtıma sen bi' kese atacaksan olur!"

Elimi hızla koluna geçirdim. Bunu yapmamla birlikte dudağından küçük bir ah sesi yükseldi. O an vurulduğu koluna elimi geçirdiğimi idrak ettim.

"Özür dilerim. Çok acıdı mı?" diye sordum.

"Acıdı. Öpersen belki geçer," dedi sırıtarak.

Bu sefer bilerek ve isteyerek koluna daha şiddetli geçirdim. Hala gülmeye devam ediyordu. Pansumanı bitirdikten sonra Marsel'i yalnız bıraktım ve alt kata indim. Saat dörde gelirken annem akşam için misafirlerimiz olacağını söyledi. Muhtemelen bizimkiler Marsel'i ziyarete gelecekti.

İçimdeki histen kurtulmak için mutfağa geçerek akşam için hazırlık yapmaya başladım. Bir şeyler ile meşgul olmam gerekiyordu. Kaç dakika ya da kaç saat mutfakta kaldığıma bakmadım ama anne ve babamın gelmesi bu sürenin uzun olduğunu anlamam için yeterli oldu. İkisinin de eli kolu doluydu. Ellerindeki paketleri tezgaha bırakırken annem hazırladığım ikramlara bir bakış attı.

"Zeynep biz her şeyi aldık kızım. Neden bu kadar yordun kendini?"

"Yorulmadım anne. Hatta akşam yemeği de hazır," dedim gülümseyerek.

"Evde yemek yapan tek kızım var. Allah aşkına Beste kızın aklına girme!" diye babam söylenmeye başladı. Annemin ona cevap vermesi ile ikisi yukarı çıkarken hala birbirlerine laf yetiştiriyordu. Gözlerimin içi gülerek onları izledim. Onlar kadar şanslı olmayı diledim. Annem çok şanslı bir kadındı. Karşısına babam gibi bir adam çıkmıştı ve babam annem gibi bir kadının ona deli gibi aşık olduğu için aynı şansa sahipti. İkisinin birbirine olan aşkına her gün şahit olarak büyüdüm.

Anne ve babamdan sonra Mira ile Doruk ve Kayra da geldi. Akşam yemeğinde küçüklüğümüzde olduğu gibi hepimiz masada toplanmıştık. Yemeğimizi yemeye başladık. Babamın bakışları Doruk ve Kayra'yı buldu.

"Siz bu sıralar pek bi' sessizsiniz. Bak varsa bir vukuatınız en baştan söyleyin."

"Yok valla baba," dedi Kayra.

"Oğlum ben size neden inanamıyorum!"

"Biraz çocuklarına güvenmeyi denesen.." diyen Marsel her ne söyleyecekse sustu. Babam elindeki kaşığı masaya bıraktı ve dirseğini masaya koyarak ellerini birleştirdi.

"Ben çocuklarıma güveniyorum."

"Belki bunu onlara da hissettirmelisin," dedi Marsel babam gibi dirseğini masaya koyarak.

"Sana güvenmediğim için..." dedi babam sesli bir nefes verirken. "Özür dilerim. Sen.. Bu yaşına kadar beni hiç hayal kırıklığına uğratmadın. Bir kere başımı öne eğdirmedin. Sadece sen değil Marsel. Hiçbiriniz beni üzmediniz. Annen ile birlikte hepiniz ile gurur duyuyoruz. Sizinle hep gurur duydum. Sana haksızlık yaptığımın farkındayım. Herkes ikinci bir şansı hak eder," derken bunu kendisi için mi yoksa Marsel için mi söylemişti anlamadım.

Marsel direğini masadan çekerek yemeğine dönerken aralarındaki bu durum beni daha çok üzmeye başladı. Marsel babamın ilk göz ağrısıydı ve bunu her zaman dile getirmişti. Şimdi dolaylı olarak benim yüzümden aralarına bir uçurum girmişti. Ama onların bu durumu düzelteceğine adım kadar emindim. Babam hiçbir çocuğundan vazgeçmezdi. Marsel'den ise asla ve asla vazgeçmezdi.

Yemekten sonra herkes bizde toplanmıştı. Dedemler Marsel'in yaralandığını bugün duymuşlardı ve annemlere kendilerine geç haber verdikleri için kızdılar. Diğerleri kurumda bu haberi çoktan almış olsalar da durumundan haberleri vardı. Dün akşam özellikle dinlenmesi için gelmediklerini biliyordum. Doruk, Kayra, Sevda, Tuğçe ve Koray sinema odasına geçerek film izlemek isterken; Marsel, Poyraz ve Fırat ile çalışma odasına geçtiler. Amcam babam ile birlikte dışarıdaki kamelyaya geçerken ikisinin de yüzü sirke satıyordu. Mira, Aylin ve Feryal ise benimle birlikte mutfağa geçti. Birlikte çay ikramı için hazırlık yapmaya başladık.

"Zeynep nasılsın?" diyen Feryal'e döndüm.

"İyiyim," diyebildim.

"Gelişmeleri merak ediyoruz," dedi bu sefer Aylin. Mutfak kapısını kapatarak kendimi sandalyeye bıraktım.

"Marsel... Galiba benden hoşlanıyor. Yani kesinlikle hoşlanıyor," dedim kızlara bakarak. Mira ve Aylin ellerini birbirlerine çaktı.

"Biz zaten biliyorduk ki!"

"Peki sen? Senin duyguların ne? Kalbin ne söylüyor?" dedi Feryal. Dudaklarımı büzdüm.

"Bana bu soruyu bir hafta önce sormuş olsan cevabım çok net bir şekilde hiçbir şey olurdu ama şimdi... O netlik yok. Marsel sadece aklımı değil kalbimi de karıştırdı. Hatta alt üst etti diyebilirim."

"Yani ona karşı boş değilsin?" dedi Aylin.

"Sanırım öyle... Ama önce onu biraz çileden çıkarmam gerekiyor," diye itiraf ettim.

"Neden? Neden böyle bir şey yapmak istiyorsun?"

"Çünkü o içinde ne yaşarsa yaşasın bana hiçbir şey söylemedi. Ben bir itiraf dahi almadım ve şu arkadaşlarının sevgilisi olduğunu düşünmeme sebep olduğu için ayrıca canına okuyacağım!"

"Arkadaşlarını mı?" dedi Feryal kaşlarını çatarak.

"Aynen öyle," dedim ve kızlara aslında sevgilim diye kayıtlı kişilerin arkadaşları olduğu çok ayrıntıya girmeden anlattım.

Dördümüz çay servisini yapmak için tekrar içeri geçtik. Annem, babam ve amcam kamelyada olduğu için onların çaylarını dışarı götürdüm. Kamelyaya doğru yürüdükçe babam ve amcamın sesi bana kadar gelmeye başladı. Özellikle amcamın sesi çok yüksek çıkıyordu.

"Nasıl çocuğa böyle bir şey söylersin sen?!! Ne demek hakkımı helal etmem ya?!! Çıldıracağım!!! Yemin ederim senin ağzını burnunu kırarım!"

"Yeter artık amına koyayım! Tamam sizce yanlış olsa da ben sadece kızımın üzülmesini istemedim. Ve Marsel'in de çizdiği tablo ortadayken bu ilişkiye rıza göstermemem sizce yanlış olsa bile bence doğruydu. Yanlış yaptığımı kabul ediyorum ve bunu Marsel'e söyledim. Ona şart koymuyorum ama ona söylediğim gibi size de söylüyorum. Zeynep'i üzdüğü an karşısında beni bulur."

"Oğlum herkes sen ve ben mi sevdiğini üzsün yerden yere vursun?" dedi amcam.

"Marsel'in de bir Erke olduğunu unutuyorsun. Kime çekecek?! Çekse çekse ya sana çeker ya bana ya da dayısına ki o da bu konuda kara listede!"

"Bizim durumumuz farklıydı. Sen Beste'yi için kan ağlaya ağlaya gönderdin. Onu İvan'dan korumak için ondan bile vazgeçmek zorunda kaldın. Ben... Barış Karahan Sıla'ya zarar vermesin diye onu kırdım parçaladım. Biz bunu yapmak zorunda kaldık. Beste ve Sıla'yı en çok üzen gerçeği bilmeden yalanı gerçek sanmaları oldu. Oğlum biz şimdi böyle bir şeye izin verir miyiz? Marsel Zeynep'i üzmez. Böyle bir zorunluluğu olamaz. Sen varsın. Onu hiçbir şekilde bizim kaldığımız gibi bir ikilemde bırakmazsın. Beste onlar için her şeyi yapar. Ben onlar için canımı ortaya koyarım. İçerideki herkes istisnasız herkes onlar için her şeyi yapar. Biz büyük bir aileyiz. Öylesine bir aile değil. Gönül bağı ile bağlı bir aileyiz. Hayatta en çok sevdiğine acı çektirme. Çocuk kızın aşkından ölüyor görmüyor musun? Kaç yıl oldu?! Sabır taşı olsa çatlardı! Bence Marsel yıllardır içinde büyüttüğü bu sevgi ile kendini herkese çoktan kanıtladı. Aşkını da kanıtladı. Sadece tek bir kişi kaldı. O da Zeynep."

"Ya Zeynep'i üzerse?" dedi babam sesli bir nefes verirken.

"Neden üzsün oğlum sevdiği kızı? Seviyor belli. Kızın gözlerinin içine bakıyor bu çocuk! Hem benim kızlarımı üzen adamın aklını alırım. Bu Marsel olsa bile," dediği an sesli bir nefes verdim. Üçünün de bakışları bana döndü. Amcamın gözleri sonuna kadar açıldı.

"Zeynep sen ne zamandan beri oradasın?"

"Duymam gereken şeyleri konuştuğunuzdan beri," dediğimde kısık sesle bir küfür savurdu.

"Abi Zeynep zaten biliyor, dedi babam.

"Ne? Ne diyorsun oğlum sen? Nasıl biliyor?"

"Marsel, Zeynep'in bildiğini bilmiyor. Sende bozuntuya verme. Anlamış işte kız."

Yanlarına gittim ve getirdiğim çayları uzattım. Babam ve amcam çaylarını alırken gülmeye başladım.

"Aramızdaki iletişim harika gerçekten!"

"Biz öyle anlaşıyoruz," diyen amcam babamın suratının ortasına bir yumruk geçirdi.

"İşte şimdi oldu yoksa içimde kalacaktı!"

"Senin elinin ayarını.." diyen babam bana bakarken susmak zorunda kaldı. Amcamın yanına gittim ve boynuna sarıldım. Birlikte bir süre daha bu işe karışmamaları gerektiği konusunda konuştuk.

Konuşma bittikten sonra hep birlikte tekrar içeri girdik. İçeri girdiğimiz anda Marsel ile bakışlarımız buluştu. Amcam Marsel'in yanına giderek onu kendine çekti.

"Ateş parçası iyisin iyisin!" dedi koluna vurarak.

"Ne yapıyorsun Savaş sen? Çocuğun kolu yaralı," diyen Sıla ablaya baktım.

"Ne olacak o kadarcık yaradan? Sinek ısırığı be!" dedi amcam.

"Tabii senin derin timsah derisi gibi olduğu için sana öyle geliyor. Çocuğumun derisi nazik," dedi Sıla abla. İkisi bu konuda birbirlerine laf yetiştirirken filmden sıkılan Tuğçe yanımıza geldi ve Marsel'in yanına oturarak kafasını onun dizine yasladı.

"Benim prensesim sıkılmış mı?" dedi Marsel.

"Hep vurdulu kırdılı şeyler izliyorlar. Ben aşk ve gurur izlemek istediğimi söyledim ama oy çokluğu ile onlar kazandı. Aşk ve gurur varken kim savaş filmi izlemek ister ki?" diye söylendi.

"Birlikte izleriz," dedi Marsel. "Zeynep ablan, sen ve ben," dediğinde hızla kafamı kaldırdım.

"İkimiz sadece," dedi Tuğçe bana kısa bir bakış atarak. "Hem bana söz vermiştin. Büyüyünce benimle evleneceksin!"

"Sen büyüyünceye kadar ben yaşlanırım ama. Sen o zaman beni beğenmezsin," dedi Marsel gülerek.

"Hayır, beğenirim," diyen Tuğçe ile dayım gözlerini devirerek sesli bir nefes verdi.

Bütün akşam geç saatlere kadar güzel zaman geçirmiştim. Ailemi o zaman ne kadar özlediğimi bir kere daha fark ettim. Ertesi gün işleri olduğu için herkes teker teker dağılırken annem yarın şirketten temizlik için geleceklerini söyledi. Mira, Kayra ve Doruk da odalarına çekilirken ben de Marsel'in pansumanını değiştirmek için onunla odasına geçtim.

Ben pansuman yaparken Marsel'in bakışları yine benim üzerimdeydi.

"Marsel," dedim gözlerine bakarak.

"Efendim Zeynep?" dedi merakla bana dönerek.

"Sana bir şey sormam lazım," dedim mahçup bir ifadeyle. Biraz oyunu kızıştırmanın hiçbir sakıncası yoktu.

"Sor Zeynep."

"Benim bir yıllık eğitimimimden sorumlu olan Oğuz var ya.." dedim yeni gelin gibi süzülerek. Marsel'in yüzüne bakmasam da bütün vüdunun gerilediğini hissettim.

"Eee? Ne olmuş Oğuz'a?" dedi daha çok gerilirken.

"Bir şey yok da.. Ben merak ettim."

"Neyi. Merak. Ettin?!" diye sordu sesindeki titremeyi saklamadan.

"Bir kız arkadaşı var mı? Yani hayatında biri var mı? Senin çocukluk arkadaşın ya. Bilirsin," dedim kafamı kaldırarak. Bakışları donuk bir şekilde yüzüme bakıyordu ama sanki beni görmüyor gibiydi.

"Sana ne? Ne yapacaksın hayatında biri olup olmadığını?" diye sordu.

"Merak ettim," diye geveledim.

"Etme! Merak falan etme!" dedi sinirle. Aynı sinirle ellerini saçlarına geçirdi.

"Hayır! Hayır ya! Hayır!" diye kendi kendine söylenirken ayağa kalktı ve odanın içinde bir sağa bir sola volta atmaya başladı. "Aptal! Aptalsın işte! Al yaptığını beğendin mi? Hayır ya! Olmaz öyle şey!" diye kendi kendine söylenmeye devam ediyordu.

"Eğer sen bana yardım edersen ben de sana yardım ederim," dedim ellerimi göğsümde birleştirerek.

"Bana nasıl yardım edeceksin?" diye sordu.

"Şimdi şu sevgili listene birlikte göz atmamız lazım. Bir numaralı manitandan yirmi iki numaraya kadar hepsi ile tanışmak istiyorum. Hangisi sana uygun bu konuda sana yardımcı olabilirim," dediğim an bir kahkaha attı.

"Hangisinin bana uygun olduğu konusunda yardım edeceksin?" dedi gülmeye devam ederek. "Şaka mısın sen? Allah'ım ben ne ile sınanıyorum?"

"Sana da iyilik yaramıyor. Ben sana yardımcı olacağım. Sen de bana yardımcı olacaksın. Bütün sevgililerin ile bizzat tanışmak istiyorum. Bu da beni iyi bir görümce yapar!"

"Yeter amına koyayım! Onlar benim sevgilim falan değil. Arkadaşlarım! İş arkadaşlarım," diye bağırdığında tek elim ile ağzımı kapattım.

"Aman Allah'ım! Marsel.. Yoksa.. Erkeklerden mi hoşlanıyorsun?" diye sordum.

Zeynep sakın! Zeynep sakın gülme!

Dünyanın en garip şeyini söylemişim gibi yüzüme bakmaya başladı. Gözlerini sımsıkı kapattı ve kafasını yukarı kaldırdı.

"Bütün bunlar kabus. Kabus.. Başka bir şey değil. Allah'ım lütfen! Lütfen ben eski Zeynep'imi istiyorum! Zeki olan Zeynep'imi! Lütfen fabrika ayarlarına geri dönsün," dedi zorlukla. Sonra gözlerini açarak bakışları gözlerim ile buluştu.

"Fabrika ayarlarımı bozduktan sonra.. Düzelmemi istemen çok büyük bir ironi!" dedim dudağım yukarı doğru kıvrılırken.

"Şimdi.. Hayatında biri var mı yok mu diye sordum!" diyerek ısrar ettim.

"Sana ne Zeynep? Hayatında biri olsa da olmasa da Oğuz dönüp sana bakmaz! Sil aklından öyle saçma sapan şeyleri!"

"Neden bakmasın canım? Yoksa beni çirkin mi bulur?" derken oyuna devam ettim.

"Zeynep.. Sen dünyanın en güzeli olsan da Oğuz dönüp sana bakmaz. Bana bunu yapmaz!" dedi gözündeki acıyı sesine vuran bir tını ile.

"Sen ne alaka ya?!" dedim daha çok damarına basmak için.

"Ben ne alaka?" dedi kafasını sallayarak.

"Yani arkadaşımın kız kardeşi benim de kardeşim olur diyorsa çok sığ bir düşünce olduğunu söylemek zorundayım. Sonuçta bu onunla beni kardeş yapmaz. Yani birbirimize karşı duygularımız olabilir," dedim gözlerine bakarak. Bana doğru bir adım attı. Gözleri resmen alev alev yanıyordu.

"Sen.. Benim de kız kardeşim değilsin. Yani... Bizim de birbirimize karşı duygularımız olabilir," dedi bir adım daha atarak.

"Olabilir," dedim bakışlarımı çekmeden.

Sözlerim ile gözlerini kırpıştırdı. Şaşkınlık ve duyduğunun gerçek olup olmadığını sorgulayan gözleri gözlerimi buldu.

"Olabilir mi dedin sen?" diye sordu.

"Offf! Marsel," dedim kapıya doğru yürürken. "Kulakların mı bozuk anlamadım ki?! Olabilir dedim."

Arkamda şaşkınlık içinde kaldığını bilerek kapıyı kapattım.

❣️

Bölüm nasıldı?

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere.

Продолжить чтение

Вам также понравится

Karanlığa Kaçış Emine Doğan

Художественная проза

1.8M 79K 66
"Yapma!" dedim cılız sesimle. "Bunu bana yapma!" Neden görmüyordu verdiği zararları? "Elif..." dedi adlandıramadığım bir tonla. Bu tonla tüylerim di...
Canavar [+18] Aytac

Художественная проза

5.8K 471 7
Bedenini saran uyuşukluk hissiyle isminin bulunduğu yere imza attı. Bitmişti işte. Hayatı boyunca yüzünü sadece iki kez gördüğü adamla evlenmişti. Yi...
41 Günlük AŞK Güncellemesi +18 Su Perisi

Художественная проза

5.2K 157 4
+18 YETİŞKİN İÇERİKLİ SAHNELER VAR... Zeli sevgilisini kaçırmaya giderken yanlışlıkla bir mafyayı kaçırmasıyla başlayan deli dolu bir aşk hikâyesi...
B U Z K A L P Hope

Любовные романы

3.2M 113K 36
Seni defalarca kırsa da dönüp dolaşıp ona varıyorsun çünkü başına yıkılsa da o senin evin.