GÖLGE KANI

Door yzrperest12

226K 19.9K 11.7K

Eleanor için kurt adam, vampir ve büyücülere inanmak kolaydı. Sonuçta o, anne ve babasının kurt adamlar ve va... Meer

BÖLÜM 1: IŞIK
BÖLÜM 2: DELİLİK
BÖLÜM 3: MASUMLUĞUN RENGİ
BÖLÜM 4: SÖZLER
BÖLÜM 5: YARANIN YARASI
BÖLÜM 6: KIZ ÇOCUĞU
BÖLÜM 7: HIÇKIRIK
BÖLÜM 8: KATİL
BÖLÜM 9: YARATIK
BÖLÜM 10: SAF NEFRET
BÖLÜM 11: YANSIMALAR
BÖLÜM 12: ACIMASIZLIK
BÖLÜM 13: BİLİNMEZLİKLER
BÖLÜM 14: SATRANÇLAR ve OYUNLAR
BÖLÜM 15: AKIL OYUNLARI
BÖLÜM 16: MERCAN
BÖLÜM 17: GÜÇ
BÖLÜM 18: KARANLIĞIN GÖLGELERİ
BÖLÜM 19: BAKMAK ve GÖRMEK
BÖLÜM 20: SİYAH ve BEYAZ
BÖLÜM 21: KİBİR
BÖLÜM 22: BELALAR
BÖLÜM 23: BİR DAMLA
BÖLÜM 25: KALP KALBE
BÖLÜM 26: KARŞILIK
BÖLÜM 27: GÜLÜMSEMELER
BÖLÜM 28: YABANCILAR ve YALANCILAR
BÖLÜM 29: AV
FİNAL: ZAAFLAR
S2-BÖLÜM 1: CANAVARLAR
S2- BÖLÜM 2: BAŞLANGIÇLAR
S2- BÖLÜM 3: ZAFERLERİN KARANLIĞI
S2- BÖLÜM 4: İPLER
S2- BÖLÜM 5: DÜŞÜŞLER ve KALKIŞLAR
S2- BÖLÜM 6: DÖNGÜ
S2- BÖLÜM 7: FERYAT
S2- BÖLÜM 8: GEÇMİŞİN KÜLLERİ
S2- BÖLÜM 9: PUSU
S2- BÖLÜM 10: TUTSAK
S2- BÖLÜM 11: İÇİNLER
S2- BÖLÜM 12: OLANLAR ve OLACAKLAR
S2- BÖLÜM 13: DELİLİĞİN OYUNLARI
S2- BÖLÜM 14: HESAPLAR
S2- BÖLÜM 15: YÜKLER
S2- BÖLÜM 16: KİRLİ RUHLAR
S2- BÖLÜM 17: KARTLAR
S2- BÖLÜM 18: RİSKLER
S2- BÖLÜM 19: DELİLİĞİN SINIRLARI
S2- BÖLÜM 20: UMUTLAR
S2- BÖLÜM 21: KAN GÖLETİ
S2- BÖLÜM 22: FIRTINANIN İZLERİ
S2- BÖLÜM 23: ÇARESİZLİK
S2- BÖLÜM 24: ŞÜPHELER
S2-BÖLÜM 25: İHTİYAÇLARIN YARALARI
S2- BÖLÜM 26: PARADOKS
S2- BÖLÜM 27: AÇIK KALAN YARALAR
S2- BÖLÜM 28: ÇIĞLIKLAR

BÖLÜM 24: İMKÂNSIZLAR

3.7K 399 283
Door yzrperest12


Ben geldiiiiiimmmmm!

Nasılsınızzzzz??

Ummarım iyisinizdirrr ve dahaaaa da iyi olursunuzzz.

Beni sormayın... Bir tık karışık :)

Sizlere güzel bir bölümle geldiğime inanıyorum. Bu arada en sonda sizlere bir haberim olacakkk ;)

Lütfen emeğime saygı olarak alttaki yıldızı parlatınn!!!

İyi okumalar dilerimmm!

🌜🌚🌛

"Ben korkuyordum ve korkularımla yaşamayı öğretebilecek biri kalmamıştı hayatımda. "

🌜🌚🌛

Birbirine yapışan kirpiklerimi aralarken beni karşılayan tek şey karanlıktı. Ahşaptan bir duvar dahi yoktu görüş açımda. Gözlerimi pencereye çevirdim. Gökyüzünde ay yoktu. Yeni ay evresini pek sevdiğim söylenemezdi. Yatakta esnerken ne kadar çok uyuduğumu fark etmemek imkânsızdı. Neredeyse her yerim tutulmuştu.

Boynumu oynatırken telefonuma baktım. Telefonu elime alırken saatin sabaha karşı dört olduğunu görmem ile gözlerim ardına kadar açıldı. Çok fazla uyumuştum. Gerçekten benim için bile çok fazla uyumuştum. Bu kadar olayın önünde bu kadar uyumak da neyin nesi oluyordu? Dudaklarımı birbirine bastırıp yataktan hızla ayaklarımı sarkıttım. Çıplak ayaklarım ılık yere değerken bir de oturduğum yerde esnedim.
Ayakkabılarımı hızla giyerken kapıyı aralayıp dışarı çıktım. Kulağıma dolan sesler ile merdivenlere yöneldim. Sesler kesilirken kulağıma Marcus'un sesi doldu. "Kendisi anlatsın o hâlde." Sesi gergindi.

Merdivenler bittiğinde salona doğru ilerledim. Alissa, Marcus ve Lauren dışında herkes koltuklarda oturuyordu. "Baş kahramanımız geldi." dedi Sarah ilgiyle beni inceleyerek. Yanlarında oturan Barton ve Watson'a aldırmadan olduğu yerde daha da yayıldı. "Ama keşke direkt uyanıp inmeseymiş." Ona ters ters baktım.

"Bilgin olsun diye söylüyorum ben her hâlimle güzelim." deyip darmadağın olan saçımı attırdım. Biz buna ego değil utangaçlığı saklamak için iyi bir taktik diyoruz.

"Ona ne şüphe?" dedi alayla. Genişçe gülümsedim. "Günün oyuncusu ilan ediyorum seni. Yüce Lionel Russel'ı kandırabilen nadir kişilerden olduğun gerçeği çok önemli. Ya da öyle sanan kişi." İsmi bile içindeki tüm kötü duyguların şaha kalmasını sağlıyordu. "Bizlere bu onura nasıl yetiştiğini açıklar mısın?"

"Bu imkânsız. Daha enerjisini yönetmeyi yeni yeni öğrenen biri içinse çok delice. Delilikler gerçek değildir." dedi Matthew tüm ciddiyetiyle. Matthew ve Watson ciddileşince kendimi bir garip hissediyordum. "Bu daha önce hiçbir gölgenin yapamadığı bir şey Eleanor."

"Bizim türlerimizin dahi yapamadığı bir şey." Alissa kollarını göğsünde kavuşturmuş beni yaslandığı pencere kenarından dikkatle inceliyordu. "Hem de bunu gözlerin açıkken bir de üstüne elinle ilgileniyormuş gibi yaparken yaptın. Bizler dahi kalp atışlarımızın kontrolünü yönetmeyi bu kadar erken öğrenemedik. Biz!" dedi her kelimesinin üstüne basarak. Sanki ben salaktım da bir şeyleri erken öğrenemezdim.

"Ben senin yanında oturuyordum. Ben dahi ne yaptığını hissetmedim. Enerji yönetimini hissedebilmeniz gerekiyordu. Henüz o kadar usta değilsin." Kollarımı tıpkı Alissa gibi göğsümde kavuşturdum. Gözlerim hepsinin üzerinde gezindi. Marcus dahi merakla bana bakıyordu. Demek onun dahi merak etmesini sağlayabileceğim kadar iyi bir şey yapmıştım.

"Sizin gözünüzde gerçekten salağım değil mi?" dedim kaşlarımı kaldırarak. Sarah alayla güldü. "Güçsüs, zayıf ve salak."

"Onun hakkında bir şüphemiz yok." Sesi alay doluydu ama bu iğneleyici bir alay değildi. Bir arkadaşın diğer arkadaşa yaptığı türden bir alay türüydü.

"Sadece enerjimin vücudumdan akıp gitmesini hayal ettim. Tamamıyla kanımdan çekilmesini istedim. Kanımda dolaşan tek bir gölge enerjisi dahi kalsın istemedim." Yaptığım şeyin gururuyla omuzlarımı dikleştirdim. "Evet, bunu saniyeler içinde yaptım. Hem de hiçbir yardım almadan. Kimseden."

Gururum yüzüme de sesime de yansımıştı. "Eleanor dediğin şey imkânsız." dedi Blanca net bir sesle. "Bunu daha önce hiçbir gölge yapmadı, yapamadı. Eğer yapabiliyor olsalardı üzerlerindeki lanetten kurtulmanın bir yolunu mutlaka bulurlardı." Kaşlarımı çatarak Carlos'un yanında yerini bulan Blanca'ya baktım.

"Ben başka bir gölge değilim, Blanca." dedim gözlerinin içine bakarak. "Diğerleri beni zerre ilgilendirmiyor. Üstelik sizin varlığınız da insanlar için imkânsız ama şu an karşımda duruyorsuuz. Senin imkânsızların başkaları için gayet olağan olabilir." Sesimde herhangi bir pürüz yoktu.

"Eleanor sen bizim işlerimize daha yeni girdin." Şimdi söz hakkı Barton'daydı. "Bu imkânsız meselelerinin kanıtlarına daha yeni yeni ulaşıyorsun. Bize imkânsız felsefesi yapma. Sen eğer kendi kanından enerjini çekersen vücudun iflasa sürüklenir. Seni ayakta tutan şey enerjin çünkü. Etrafa kademe kademe yaydığın sis bulutu. Onu kanından çekmek demek kendinden çekmek demek olur. Bu tamamıyla imkânsız. Kelimenin tam anlamıyla imkânsız."

"Demek ki değilmiş." dedim inatla. "Adam hiçbir şey anlamadı. Anlasaydı herhâlde beni sizin yanınızda bırakmazdı."

"Bırakırdı." dedi sert bir sesle. Bakışlarım ona döndü.

"Kesinlikle bırakırdı." Watson da onu onayladı. Gözlerinde acımasız bir ifade belirdi.

"Sırf daha fazla merak edelim diye bırakırdı. Bize ne yapacağını merak edelim diye bırakırdı." Alissa'nın sesi tamamıyla insanı duygulardan arınmıştı sanki.

"Gözlerimizdeki korkunun an ve an ne kadar artacağını görmek için seni bize bırakırdı." Lauren'ın yüzü tamamen mimiksizleşmişti. Tek tek söyleyince daha etkili oluyordu.

"Size yaptım diyorum." Marcus'un duygulardan tamamen arınmış gözlerine ulaşmak istedim. Ama o direkt olarak pencerenin ardındaki ormana bakıyordu. "Bana niye inanmıyorsunuz? Madem öyle ilk yaptığımda niye tepki vermediniz?"

"İmkânsızlıkların başka açıklaması olamaz da ondan." dedi Caleb gözlerini gözlerime dikerek. "Buradaki herkes imkânsızlıkların farkında. Senin de farkına varman gerek."

"Ama yaptım!" dedim aynı inatla. Yaptığımı biliyordum. Bundan emindim. "Hissettim."

"Beyin yanıltıcı bir araçtır Eleanor." dedi Carlos diğerleri gibi. "Sen öyle hissetmek istersen sana bunu inandırır."

"Hadi ama Hayalperest Kız! " dedi Sharon içine alay kattığı sesiyle. "Bizim varlığımızın gerçek olması her şeyin gerçek olabileceğini sana kanıtlamaz."

"Bir an, sadece bir an bunun gibi bir ihtimale inanmıştım." dedi Watson sönük bir sesle. "Ama Lionel Russel asla kandırılamaz."

"Bana neden inanmıyorsunuz?" diye yineledim.

"Dediğini kimse yapamaz. Ben bile. En güçlü gölge bile." dedi sonunda gözlerimi gözlerine esir ederek. "Boşuna saçma bir ihtimale takılma gereği yok. Gerçekleri konuşmamız gerekiyor." O da bana inanmıyordu. Hepsinin yüzüne baktım. Hiçbiri gerçekten bunu yapabileceğime inanmıyordu. Yapılmamış olması onları cezbediyordu. En önemlisi beni bunu yapabilecek kadar güçlü görmüyorlardı.
Son gölge olmam onlar için güçsüz olmamı ifade ediyordu.

Ama ya benim daha başka bir anlamım varsa bu dünya için?

"Ben sen değilim." dedim gözlerini gözlerime esir alarak. "En güçlü gölge de değilim. Artık kimse. Benim imkânsızım sizdiniz. Şimdi gerçeksiniz. Sizin imkânsızınız bu. Bu da gerçek. Siz inkâr etseniz de etmeseniz de bu bir gerçek." Gözlerini serbest bıraktım. "Üstelik Lionel Russel'ın da gölge katliamlarında bir parmağı olduğundan da eminim." Hepsi sustu. "Bana inanmayabilirsiniz ama bu ikisinin de gerçek olduğunu biliyorum." Gözlerim tekrar Marcus'un kara harelerine çekildi. "Bana hislerimi güvenmemi söylemiştin. Güveniyorum. İki konuda da sonuna kadar giderim."

"Tamam." diye kesti beni Sarah. Ona doğru baktım. Onun gözleri ise Marcus'a çevrildi. Yerinde dikleşmişti. "Ne yapacağız?" diye sordu.

"Şu an herhangi bir açık veremeyiz. Müdür'lerin de dediği gibi şimdi herhangi bir hamlede bulunursak daha fazla dikkati üzerinize çekeriz."

"Peki ben ne yapacağım?" diye sordu gergin bir sesle Caleb. "Adam kafayı bana taktı. Bana güvenmiyor. Her gidişimde bir açığımı arıyor. Şimdi Eleanor'u bırakma meselesi. Mutlaka onu takip edeceklerdir. Beni en fazla birkaç güne çağıracaktır." Elini saçlarının arasından geçirdi.

"Doğru." dedi Alissa gözlerindeki endişe tohumu ile. "Bize bir uyarı dahi vermek isteyebilirler." Gözleri Marcus'u buldu. "Ne yapacağız?"

Marcus'un üzerindeki yoğun baskıyı ben dahi hissedebiliyordum. Gözlerine ölüm soğukluğu yerleşti. "Bilmiyorum." dedi dişlerinin arasından. "Lanet olsun ki bilmiyorum!" Bağırıp elini yanındaki ahşap duvara geçirmesi bir oldu. Elini geçirdiği yer kırılırken kaşlarım havalandı.

"O senin baban." dedi Carlos. Marcus'un hiddetli bir kış içeren kara hareleri Carlos'u buldu. "Sen bilmeyeceksin de biz mi bileceğiz?" Sesi sertti. Benim gözümdeki Carlos daha çok tatlı çocuktu.

"Aslına bakarsanız, evet." diye yanıtladım Marcus'un hiddetlenmesine izin vermeden. Gözler bana çevrildi. "Marcus denesin. Tekrar yaparım. O zaman her şey açığa kavuşur."

"Buna harcayacağımız zamanla oturup ne yapacağımız düşünebiliriz." dedi Barton huysuz bir sesle. "Bir yılanın havalanmasını bekleyemezsin."

"Bir insanın da kurta dönüşeceğini beklemezsin." İçime derin bir soluk çektim. "Denemekten hiçbir zarar gelmez." Gözlerimi Barton'dan alıp Marcus'a çevirdim. "Sadece deneyeceğiz."

"Bunun için kanını akıtmanın bir manası yok." diyerek yine red yedim.

"Haklı. Bunun için kanının akıttığına değmez." Gözlerinde hafif bir sekteye uğrayan fırtına yerine geri oturarak tekrar üzerine yürüyeceği kişiye çevrildi. Tamam, kimse beni ciddiye almayacaktı o hâlde ben de beni ciddiye alabilecekleri bir yolu seçerdim.
Kesilen işaret parmağıma baktım. Eğer enerjimle iyileştirebiliyorsam bunun tersini de yapabilirdim. Her şey iki yönlüydü. Bunu yapabilirdim. Gözlerimi kapatmadan enerjimle odaklanırken elimde ufak bir yara açtım. İşte bu canımı yakmıştı!

Lanet olsun küçük yaralar!

"Ama değecek." diyerek tekrar tüm odağı kendime çevirdim. Elimi onlara gösterdim. Marcus'un yanına doğru adımladım. Elimi ona doğru uzattım. Gözlerindeki fırtına dindi. "Bunu sen mi yaptın?" Başımla onu onayladım. "Bunu sadece bir kere yapacağım. Ona göre kanımın tadına iyi bak." Enerjimin kanımdan çekildiğini o ılık his ile anladım. Kalp atışlarım korumak için çabalarken sanki vücudumdaki tüm enerji çekiliyormuş gibi hissettim. Ayakta olsam da sendelememek için de düşmemek için de kendimi zor tuttum. "Bak bakalım. İmkânsızlıklar nasıl imkânlar takviyesine dönüyor."

Elimi eline aldı. Gözlerimi kapatarak bu anı görmeyi engelledim. Onlarla daha fazla vakit geçirmem bu iğrenç ana tanık olmamı hiçbir zaman kolaylaştıramayacaktı.

Parmağımın üzerindeki dudakları hissetmem ile zaten hızlı atan kalbim tekledi. Elimi bırakırken gözlerimi açıp Marcus'a baktım. Kaşları çatık, kafasının karıştığını söyleyen bir yüz ifadesi ile bana bakıyordu. Enerjimi geri serbest bıraktım. Ağzı birkaç saniye boyunca açılıp kapandı. Bakışları yavaşça arkadaşlarına çevrildi. "Hadi canım!" dedi Watson şok olmuş bir sesle. Yüzümde geniş çaplı bir gülümseme peyda oldu.

"Bu imkânsız." dedi Barton hayretle.
"Bu bir mucize." dedi Sarah parlayan gözlerle bana bakarken. "Bu gerçek bir mucize." Enerjimle işaret parmağımı hiç zorlanmadan iyileştirirken saçımı attırdım.

"Haklı çıkmaya bayılıyorum."

"Ama..." diye mırıldandı Blanca.

"Sen tam olarak bir mucizesin kızım!" diyerek bir anda yanımda beliren Matthew beni kucağına alıp Marcus'tan uzaklaştırarak kendi etrafında döndürdü.

"Dursana geri zekâlı!" dedim sırtına vurarak. Beni bir anda yere bırakmasıyla sendeledim. "Salak!"

"Tatlı mucize!" deyip eliyle yanağımdan makas aldı. Göz devirirken saçımı arkama doğru attım.

Üzerimde hissettiğim bakışlar ile gözlerimi bana bakan gözlere çevirdim. "İnansaydınız." dedim konuyu çevirmeye çalışarak.

"Sen ne yaptığının farkında bile değilsin Eleanor." dedi Lauren. Gözleri... Sanki bu çok daha büyük bir felaketi peşimde getiriyormuşum gibi bakıyordu. "Seni öğrendiğinde bu yaptığını da öğrenecek ve seni daha çok isteyecek."

"Her şeyden daha çok." Alissa da Lauren'ı onayladı. Şimdi gözlerinde beliren ifade acımaydı. İşin garip yani bu bakışların sahibi bendim.

"Seni, "Normal bir gölge"den çok daha fazla isteyecek. Bu iyi bir şey değil. Sadece bugünümüzü kurtardı." Marcus umutsuzca bana bakıyordu. "Özelsin. Tahmin ettiğimizden çok daha özelsin ve babam özel olan hiçbir şeyi yanından ayırmaz." Gözlerini benden aldı. Göğsü inip kalkarken derin bir nefes aldığını anladım. Gözleri tamamen siyaha boyandı. "Eleanor bundan sonra sadece okula gidecek. O da daha fazla dikkat çekmemek için. Okulda her an birinizin onu gözetlemesini istiyorum."

"Bunu ben yapabilirim." Sharon'un dediğinin üzerine gözlerim ardına kadar açıldı. "Kimsenin gözüne batmam. Zaten herkes ondan gıcık kaptığımı biliyor. Kimsenin garibine gitmez."

"Ya okula gelirlerse? Eleanor okula kayıtlı olmayabilir ama herkes tarafından biliniyor. Soyadı bilinmese de adı yeterli olur." Blanca onaylamaz bir biçimde bana bakıyordu. "Olayları eksik olmuyor malum. Gerçi eğer casusları varsa çoktan namı kulağına gitmiştir." Bir de o vardı.

"Kayıtlı değil. Ama okuldakiler bahsetmiş olabilir. Babamın böyle bir duyumu umursayacağını düşünmüyorum. O kesin ve net bilgiler ister." Gözlerimiz yine bir çarpışmaya kurban gitti. "Tabii yine de sürekli birileriyle kavga hâlinde olmasa iyi olurdu."

"Çok belalı." Carlos gözlerini kısarak beni süzdü. "Ya da sen çok belalısın."

"Büyük ihtimalle." dedim gözlerine bakarak. "Gerçi sizin yanınızda benim belamın söz konusu olacağını sanmıyorum." Carlos'un yüzünde bir gülümseme belirdi. Yanındaki Blanca rahatsızca yerinde oynadı.

"Daha ne gibi bir belamızı gördün ki?" Bu sefer onu süzen taraf bendim.

"Aslında sende hiç belalı bir tip yok. Daha çok okuldaki havalı çocuklara benziyorsun." dedim yüzünü inceleyerek . "Bebek yüzlü, bir gülüşüyle her kızın kabini çalan, kendini bir şey sanan, kibirden asla çevresinden başka kimseye bulaşmayan salak çocuk tipi var. Bu çocuklar genelde zararsız olurlar."

"Senin böyle çocuklar tanıdığını bilmiyordum." dedi alayla Caleb.

"Zaten tanımadım." dedim ona doğru bir bakış atarak. "Kitaplar ve filmlerde bu tür daha fazladır. Aynı onlarsın tip olarak. Ama tanışınca tam olarak..."

"Burada durup sizin kişilik analizlerini dinlemeyeceğiz." diyen ses Marcus'a aitti. "Konuşmamız gereken daha önemli olaylar var." Kollarını göğsünde kavuşturmuş ikimizi izliyordu. Kara harelerinde tehlikeli pırıltılar canlanmıştı.

"Sen ne düşünüyorsun?" diye sordum anlamadığımı belirten bir sesle. "Bu konuşmanın kimseye bir zararı yok. Ne düşündün de bu seni bu kadar öfkelendirdi? Kendini doldurmayı bırakmalısın."

"Bir şey düşündüğüm yok." dedi dişlerinin arasından. "Sadece saçma sapan konuşmalar duymak istemiyorum." Göz devirerek önüme döndüm ve sustum. Bir daha o tarafa bakmayacaktım.

"Ne yani öylece susacak mısın?" diye sordu Alissa. Bir bakış dahi atmadım. Bir anlaşma yapmıştık. O nasıl istiyorsa öyle olacaktı.

"Sen ciddisin." dedi Sarah. "Biz sana onca şey dedik hiçbirine alınmadın ve Marcus'un bu lafına mı alındın?" Sesi alay doluydu. "İşin komik yani sana çok daha kötü şeyler söyleyen tarafın Marcus olması."

Beni cidden salak zannediyorlardı!
"Kesinlikle ciddi." diyerek son noktayı koydu Caleb. "Bu bakışları tanıyorum. Bir şeye başladım ve devamı gelecek bakışları bunlar. Hiçbirimizle konuşmayacak. Ama bizi dinleyecek. Ve bizi delirtecek." Sesi oldukça rahattı. "Kendisini salak yerine koyduğunuzu düşünüyor. Bu son nokta olmuştur büyük ihtimalle. Başka bir şey de olabilir. Tam olarak emin değilim." Beni iyi tanıyordu. Baktığı kadar, anlattığım kadar. Gördüğü kadar değil.

"Biz ne yaptık ki?" diye sordu Carlos hiddetli bir sesle. "Ben sana şu ana kadar hiçbir aşağılayıcı kelime söylemedim Eleanor. Benimle konuşmana engel olan şey ne?"

"İnadı, Carlos." dedi sert bir sesle Caleb. Sanki benimle konuşması hoşuna gitmiyordu.

"Konuşmama rejimi şu anda hiç doğru bir karar değil." dedi Barton bıkmış bir sesle. Marcus'tan tek bir ses dahi çıkmıyordu.

"Senden bir özür beklediğine dair yüzde yüz eminim." Başımı biraz dikleştirdim. "Sadece senden değil hepimizden bekliyor. Onu salak yerine koyup inanmadığımız için yüksek ihtimalle."

"Bunları nereden çıkardın?" diyen Marcus'un gözlerini üzerimde hissettim.

"On yıllık bir süreçten bahsediyoruz. Bir zahmet ne zaman ne istediğini anlayayım." On yıllık... "Bana da yapıyordu." Sesinin alt tonu hüzündü. Dudaklarımı birbirine bastırmak istedim ama bunu yapmadım. "Özrümüzü kabul etmeme ihtimali de var tabii."

"Biz ne yaptık ben hâlâ onu çözmeye çalışıyorum." dedi Carlos düşünceli bir sesle.

"Siz de ona inanmadınız." dedi sert bir sesle Marcus. "Bunun anlaşılmayacak ne gibi bir tarafı var?" En iyisi yukarı çıkıp kitapları alıp büyü ile ilgili öğrenebileceğim ne varsa öğrenmekti. Ama Marcus buna da kızardı. En iyisi izin istemekti.

Marcus'a dönüp, "Sana verdiğim kitapları getirdin mi?" diye sordum aceleci bir şekilde. "Getirdiysen nerede? Odandaysa alabilir miyim?"

"Odamdaki kitaplıkta. Onlarla ne yapacaksın?" Cevaplamadan merdivenlere yöneldim. Tam merdivene bir adım atacaktım ki bu kısıtlandı. Arkamı dönüp bana hâlâ dik dik bakmaya devam eden Marcus'a baktım.

"Kaldır şunu."

"Sen kaldırsana." Bana meydan okuyordu!

Bana!

Onu yapabiliyorsan bunu da yapabilirsin diyordu!

Yapardım da!

Ona meydan okuyan bir bakış attım. Önüme dönmeden enerjimi önümdeki kalkana çevirdim. Gözlerimiz savaş içindeyken diğerleri bizi izliyorlardı. "Marcus kazanır diyorum." dedi Watson alay dolu bir sesle.

"Eleanor diyorum." dedi Lauren ile Sarah aynı anda. "Kızın sağı solu belli olmuyor." diye devam etti Sarah.

"Eleanor'a inanıyorum." diyerek destekledi onu Lauren.

Marcus'un dudağı kıvrılırken hiç de zorlanıyormuş gibi bir hâli yoktu. Enerjimi daha yoğun bir şekilde kalkana gönderirken dişlerimi birbirine geçirdim. Enerjimin önündeki şey delinirken yok oldu ve enerjim serbest kaldı. Yüzümde gururlu bir gülümseme belirdi. "Budur işte!" dedi Sarah bağırarak.

"İmkânsız olan sensin Laxio Afarto."

🌜🌚🌛

Boynumu kıtlatıp kitabı kapattım. Saatlerdir efsaneleri okuyup duruyordum ama bunların hepsi zaten benim bildiğim şeylerdi. Bana hiçbir şey katmamışlardı. Sadece bildiklerimi yenilemiş olmuştum. Kurt adamların güçlü olduklarını, kurt boğanda zehirlendiklerini, dolunayda acı çektiklerini, duyguları yoğun yaşadıklarını biliyordum. Aradaki tek fark bunları uzun uzun efsanelerle anlatmalarıydı. Tamam ilgi çekiciydi ama bilgi yönünden pek kısıtlıydılar.

Yataktan kalkıp ayakkabılarımı giydim. Gözlerim perdelerini kapattığım pencerelere kaydı. Oda biraz havalansa fena olmazdı. Perdeyi açtığımda dışarıda sağnak yağmur yağdığını gördüm. Yüzümde minik bir tebessüm belirdi. Yağmuru severdim.

Uzun zamandır yağmurun altına geçip ıslanmamıştım. Dün dışarı da çıkamamıştım. Herhâlde buna da kızmazlardı. Yüzümede kocaman bir gülümseme belirirken hemen kapıya yöneldim. Kimsenin aşağıda durduğunu düşünmüyordum. Birbirlerine tahammülleri yoktu. Merdivenlerden hızla inerken salonda tam olarak tahmin ettiğim gibi kimsenin olmadığını gördüm. Dış kapıdan çıkıp daha fazla ses çıkartmamak amacıyla büyük pencereye doğru ilerledim. Pencereyi açıp dışarı çıktım. Biraz daha ilerlemem ile yağmur beni ıslatmaya başladı. Burnuma toprak kokusu gelirken gözlerimi kapattım. Kafamı göğe çevirirken yağmur yüzüme doğru şiddetle yağdı.

Belki arındırırdı beni tüm korkularımdan.

Belki kurtarırdı beni düşüncelerimden.

Belki alırdı beni tüm bu oyunların içinden.

Küçükken babam beni gök gürültüsünden korktuğumda yağmurun altına çıkarmıştı. Hem de gecenin bir yarısı. Onların yanına gelip korktuğumu söylemiştim. Babam da yataktan çıkıp elimden tutarak aşağıya indirmişti. Çok iyi hatırlıyordum. Ben onun bacağına yapışıp beni içeri geri götürmesi için yalvarmıştım. Hatta ağlamıştım. O ise kulağıma eğilerek, "Korkularından hiçbir zaman kaçamazsın. Onlarla yaşamayı öğrenmek zorundasın. Bunu yapabilirsin. Ben senin hep yanındayım." demişti. Şimdi neredesin baba?

Ben korkuyordum ve korkularıma yaşamayı öğretebilecek biri kalmamıştı hayatımda.

Ben korkuyorum baba. Sağıma soluma, aşağıya yukarıya baktım ama hiçbir yerde yoksun.

Ben korkuyorum baba. Korkularımdan kaçmazsam beni yakalayacaklar. Korkularım yaşamayı değil öldürmeyi hedefliyorlar.

Ben korkuyorum baba. Yaşmayı daha iyi nasıl öğrenebilirim bilmiyorum.

Öğretebilecek kimsem yok. Neredesin?

Yağmur yağıyordu, gök gürlüyordu, çam ağaçlarında duraksayan yağmur aşağıya daha büyük bir şiddetle iniyordu. Rüzgar şiddetle esiyor yağmurun yönünü değiştiriyordu. Toprak hasret kaldığı göğe suyla ulaşabiliyordu. Kuşlar ev olarak başka bir yer arıyorlardı. Dudaklarımın arasına sızan yağmur suyunun tadını alabiliyordum. Gözlerimi açtım ve göğe baktım. Gri gökyüzünde güneşe dair tek belirti geceden daha aydınlık olmasıydı.

"Tüm bunları yaşamak için çok saf." dedi Alissa'nın sesi. İçinde hüzün ve acıma vardı. Ben acınacak hâlde miydim?

Bir soluklanma sesi kulaklarımı doldurdu. Bunu nasıl yapıyordum bilmiyordum ama oluyordu. Onları çok net bir şekilde duyabiliyordum. Başımı eğip ormana doğru baktım. Neredelerdi bilmiyordum ama nerede olurlarsa olsunlar bu kadar yakın bir şekilde onları duyamayacağımı biliyordum. "Bunu bana mı diyorsun?" dedi Marcus'un yorgun sesi. Bir gülüş sesi geldi. Tabii ki de bu Alissa'ya aitti.

"Biraz garip oldu, evet."

"Elimde olsa onu tüm bu olaylardan uzak tutardım. Her şeyden, herkesten soyutlardım, benden bile." Gözlerimi kırpıştırırken bir anda tüm odağını kaybettim dedikleriyle. Kalbimin atışları hızlandıkça hızlandı. Vücudum yağmurun altında üşümesi gerekirken yandı.

"Yağmurun altında ne yapıyorsun Eleanor?" diyen ses ile irkilerek arkama döndüm. Tam pencerenin yanında Carlos'u görmeyi beklemiyordum. Gözlerimiz kesişirken elimi kalbime götürdüm.

Nefesimi verirken konuştum. "Beni korkuttun." dedim sinirle. "Öyle bir anda gelinir mi? Ben sizin gibi ayak seslerini falan duymuyorum. Bilgine sunarım."

Gözlerinin dudaklarıma kayışını yakalayabilmiştim. "Özür dilerim. Bu kadar kızacağını tahmin etmemiştim." Ellerini mavi kot pantolonunun cebine koydu. "Galiba konuşmama yeminini bozdun."

"Şu aralar onu yapamam." Elimle saçımı arkaya atarken gözlerim merdivenlerden inip salona geçen Marcus'a kaydı. Kalbim artık kalbimde atıyordu. Bize doğru yöneldi.

Carlos'un yanına gelirken kaşlarım çatıldı. Carlos'u da geçmesiyle ona anlamayarak baktım. Beni bileğimden nazikçe tutup çekmesiyle bir an boşluğuma gelerek bir adım attım. Dururken Marcus bana doğru döndü. Başımı ne var dercesine iki yana salladım. "Hasta olacaksın. Bir de bununla uğraşmayalım istersen."

"Bırak kız istediğini yapsın Marcus." dedi Carlos da bizim yanımıza gelirken. "Zaten yeterince içeriye tıkılı kaldı." Kesinlikle doğruydu.

"Yeterince burada kalmasına izin verdim. Daha fazla durursa hasta olur. Bunu da istemeyiz." İçimdeki kelebek diyemeyeceğim hayvanlar kalbime bir sarsıntı geçirttiler. Lanet olsun! Lanet olsun! Lanet olsun!

Bir anda çarpılmış gibi bileğimi elinden kurtardım. "Ben kendim geçerim içeri." dedim hızla. Hemen buradan uzaklaşmalıydım! Hemen! "İkiniz de çekilin!" Hızla aralarından sıyrılıp ıslak bir şekilde içeri geçtim. Yine pek fazla dışarıda durmamıştım ama yağmur çok fazla yağıyordu. Kıyafetlerim ile duşa girsem bu kadar olurdu.

Hızla ıslak ayakkabılarından çıkan ses eşliği ile yukarıya odama doğru tırmandım. "Sıkı giyin Eleanor. Sonra hasta olmanı istemeyiz." dedi Marcus'un odasının önünde duran Alissa gülerek. Ona bir bakış atıp odama girdim. Girmeden hemen önce saçları ıslak bir şekilde merdivenlerden öfkeyle çıkan Marcus'u da görmüştüm. Kapıya yaslanırken dudağımın içine kemirdim.
Yatağıma doğru ilerlerken yatağa atlamak istesem de üzerim ıslaktı. Orayı da ıslatmak istemiyordum. "Off!" dedim tüm hiddetimle. Elimi kalbimin üzerine koyarken inledim. Bileğimin üzerinde ufacık bir sızı hissetsem de buna aldırmadım. "Hayır! Olamaz! Olmamalı! Tanrı'm neden?" Kalbim hâlâ hızını koruyordu. O heyecanlı garip his de hâlâ boğazımdan aşağı kalbime doğru yoluna devam ediyordu. Bu his hasta olmakla aynı şeydi!

🌜🌚🌛

Yeniden helüüü!

Bölümü nasıl buldunuz?

En sevdiğiniz sahnee?

Carlos Eleanor ilişkisi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Sizce Marcus ile Eleanor'un arası nasıl ilerleyecek?

Dahası sevgili Meclis'imiz sice neler yapacak?

Eleanor'un enerjisini çekmesi hakkında ne düşünüyorsunuz?

Veeeeeeeee artık bildiriyorum ki; Final bölümümüz olan 30. bölüme sayılı vaktimiz kaldı.

Buraya finalle ilgili tahminlerinizi alabilir miyimmm??

Lütfen oylar ve yorumlar ceplerinizden çıksınnnn!

Huzurlu, sağlıklı ve mutlu günler dilerimmmmm!

Ga verder met lezen

Dit interesseert je vast

Suç Mahalli Door Nur Celebi

Mysterie / Thriller

34.9K 5.9K 37
{Kapak tasarım Nimburse} Gece İstanbul'un üzerine çöktüğünde, yollar evlerine ulaşmak isteyen son insanları da uğurlar. Ve şehir, sessizliğe gömülüp...
23.8M 1.4M 79
Doğum gününden sonra, kardeşiyle eğlenmek için konsere giden bir genç kız... Fırtına yüzünden iptal olan konserden eve dönmeye çalışırken, kendini bi...
202K 15.2K 20
Bir kız düşünün. Onu yaşıtlarından ayıran tek özelliği farkındalığının yüksek olması. Bu farkındalığın ona hissettirdiklerini tahmin edin bir de. Düş...
119K 10.2K 47
Zaman hızlı akıyor demiştim ya hani. Hissetmiyordum artık zamanın aktığını, nasıl geçtiğini. Artık korkmuyordum mesela kendimden. Yaptıklarım, yapaca...