KAMELYA ÇİÇEĞİM - Tamamlandı

By mervekinciiii

37.5K 1.9K 109

"Ne güzel şeysin sen," gözlerini kapatıp derin nefes aldı. Gözlerini açmadan konuşmasını sürdürdü. "Kokun, ba... More

-1- G İ R İ Ş
-2-
-3-
-4-
-5-
-6-
-7-
-8-
-9-
-10-
-11-
-12-
-13-
-14-
-15-
-16-
-17-
-18-
-19-
-20-
-21-
-22-
-23-
-24-
-25-
-26-
-27-
-28-
-29-
-30-
-32-
-33-
-34-
-35-
-36-
-37-
-38-
-39-
-40-
-41-
-42-
-43-
-44-
-45-
-46-
-47-
-48-
-49-
-50-
-51-
-52-
-53-
∽FİNAL∽

-31-

424 28 0
By mervekinciiii

Keyifli okumalar...

"Tolga'yla kahvaltı yapacağız, kaçtım ben!" annemlerin onaylayan mırıltılarından sonra montumu ve düz taban ayakkabımı giyip evden çıktım. Garajda duran arabama binip yavaşça evden ayrıldıktan sonra Tolga'nın söylediği restorana doğru sürmeye başladım.

Evlenme teklifinden bir hafta geçmişti. Ailelerle isteme ve nişan gününü belirlemiştik. İsteme bu hafta sonu, nişan ise ocak veya şubat gibi olacaktı. Elçin ve Ekin şimdiden kendi istedikleri gibi elbise bulmaya çalışıyordu. Elçin özel tasarım elbise yaptırmayı düşünüyordu benim gibi. Bunlara bir de Ece dahildi. Onun da aklını çelip elbise bakmaya zorlamışlardı. Tunahan ise duyduğunda çok sevinmiş istemede de yanımda olacağını söylemişti.

Okul bittikten sonra isteme için alışverişe çıkacaktım Elçin ve Ekinle. Hafta sonuna iki gün olduğu için hemen halletmemiz gerekiyordu. Nişanı ise yine kendi aramızda yapacaktık. Sadece sevdiklerimiz olacaktı yanımızda, ben öyle istemiştim. Bu fikir Tolga'ya da uyunca kimse bir şey dememişti. Sevmediğim, her an dedikodu yapan cemiyetten insanların olmasını istemiyordum. Onları samimiyet adı altında kıskanç bakışları beni sinirlendiriyordu.

Tolga'nın dediği yere geldiğimde arabayı park edip indim. Hava fazla soğuk olmadığı için kabanımın önünü kapatma gereği duymamıştım.

Elimdeki çantayı daha sıkı tutup içeri girdim. Cam kenarında beni bekleye Tolga'yı görünce ayakkabının verdiği rahatlıkla koşar adım yanına vardım. "Günaydın yavrum."

"Günaydın," benim ardımdan gelen garsona kahvaltı tabağı söyledikten sonra birbirimize döndük. "Aklıma şimdi geldi. Elçin ve Ekinle anlaşıp yüzük bakmaya gitmişsiniz."

Bir hafta içinde düzgünce görüşememiştik. Sadece ailesiyle geldiğinde görüşmüştük onda da yalnız kalamamıştık konudan dolayı. Şirkette yeni proje, toplantı falan derken öğle araları da yalan olmuştu.

"Ne yapayım istediğin gibi bir şey seçemem diye düşündüm. Zaten bunun için ikisinden de azar yedim," kıkırdayarak gelen tabağı iyice önüme çektim. "İkisi de aynı sen gibi. Elçin hadi neyse de Ekin de öyle. Artık huyundan mı suyundan mı bilemedim."

"Hafta sonu için heyecanlı mısınız Tolga Bey?" sorduğum soruyla lokmasını yutup göz teması kurdu. Kahveleri mutlulukla parlıyordu. "Heyecanlıyım tabii. Evliliğimizin ilk adımını atıyoruz sonuçta."

"Bak seen," geri tabağına döndüğünde çayımdan yudumladım. Ben karşımdaki manzaraya bakarak kahvaltımı yaparken tanımadığım birinin Tolga'yı çağırdığını duydum. "Tolga!"

Kafamı arkama çevirdiğimde tanımadığım bir erkeğin bize doğru geldiğini gördüm. "Özdemir! Nasılsın kardeşim?" meşhur Özdemir buydu demek. Neredeyse kıskanacak dereceye geldiğim Özdemir.

Tolga coşkuyla yerinden kalkıp sarılmaya gittiğinde ben Özdemir'in biraz arkasındaki kadın ve çocuğa bakıyordum. Kızıl saçları ve beyaz teniyle çok güzeldi. Gülümseyen bakışları beni bulduğunda gülümsedim. Gerçekten çok güzel bir kadındı. Herkesin sahip olmak isteyeceği bir görünüşe sahipti.

Özdemir'in elini uzatmasıyla yüzümden silinmeyen gülümsememle karşılık verip elini sıktım. "Burçin sanırım," bakışları bu sefer Tolga'yı buldu. "Bakma öyle, askerde o kadar çok bahsettin ki seveceğini düşünüyordum," Özdemir'in cümlesiyle gülümsemem daha da büyüdü. Birazcık utanmıştım. Tolga'nın benden bahsettiğinden bile haberim yoktu, kaç yıl sonra öğrenmiştim.

Özdemir'in sevgilisi ile de tanıştıktan sonra ayakta durmayı bırakıp masaya oturduk. Tabakların yerini kahveler alırken Minel'in kucağında oturan Ali ile oynamaya başladım. "Siz ne zaman evleniyorsunuz?"

Minel'in sorusuyla bakışlarımı Ali'den çektim. "Şu an belirlediğimiz bir tarih yok, en yakın tarihte nişan var. Mutlaka bekleriz."

"Tabii, mutlu gününüzde yanınızda olmayı biz de isteriz," naif çıkan sesi insanı etkileyebilecek türdendi.

Ali, bu sefer Tolga'nın radarına girdiğinde ben de ortamdaki muhabbete katıldım. Özdemir gerçekten Tolga'nın anlattığı gibi biriydi. Muhabbet arasında Özdemir'in bakışları Minel'e kaydığında mutlulukla ona baktığını fark ettim. Minel de aynı şekildeydi. Dışarıdan bakıldığında birbirlerine çok fazla aşık oldukları görülüyordu.

Yarım saat sonra üçü de yanımızdan ayrılırken arkalarından baktım. Mükemmel aile olmuşlardı. Minel ve Özdemir birbirine çok yakışıyordu.

"Demek Özdemir'e benden bahsettin askerlik zamanlarında."

Köşeye sıkıştırma: aktifleşti!

"Yani, o zamanlar yakın arkadaştık seninle. Ben de senden bahsederdim, o da Minel'den bahsederdi."

"Eminsin yani yakın arkadaş olarak bahsettiğinden?" gözlerini kısıp bana baktı. Yüz ifadesi kahkaha atmama sebep olmuştu. "Allah'tan bir şey duydun, her şeyi öğrenene kadar uğraşıyorsun."

"Yoo ne münasebet!" kıkırdamam devam ederken ellerimi tuttu. "İş çıkışı ne yapacaksın?"

"Kızlarla hafta sonu için alışveriş yapacağız," kolumdaki saate baktım. "Ayrıca ben geç kalıyorum kalkmamız lazım sevgilim."

Beni onaylayıp ayağa kalktı. Kasaya gitmesiyle gelmesi bir olunca kaşlarımı çattım. Hiçbir şeyini unutmamıştı. Anlamaz halimi görünce Özdemir'in hesabı almadığını söyledi.

Arabaya binmeden önce kollarımı sıkıca beline sardığımda saçlarımı koklayarak öptü. "Günün güzel geçsin," elimi yanağına koyup cümlesine karşılık olarak yanağından öptüm. Ondan zorla da olsa ayrılıp arabaya bindim. Çantamı yan koltuğa bıraktıktan sonra kemerimi bağladım ve etraftaki diğer arabalara dikkat ederek restorandan uzaklaştım.

Zilin çalmasına on dakika vardı, yetişirsem ucu ucuna yetişecektim.

Açtığım hareketli şarkının sesini biraz daha açıp sesimin kötü olmasına rağmen bağıra bağıra söyleme başladım. Bugün üstümde bir mutluluk vardı. Nedendir bilinmez ama uyandığımdan beri böyleydim. Boş boş sırıttığımı dışarıdan insanlar görse 'deli' damgası yerdim ama umurumda değildi.

Son bir haftadır her şey normalinde gidiyordu. Arada hiçbir pürüz yoktu ve bu yüzden rahattım. Herhangi bir stres kaldırabileceğimi sanmıyordum hele ki böyle bir durumda isteyeceğim en son şey bile değildi. Zaten nişan ve düğün zamanı yeterince strese girecektim.

Aklıma evlenme teklifi gelince gülümsemeden edemedim. Sade de olsa çok seveceğim bir teklif olmuştu. Şaşalı, lüks şeyleri sevmezdim bu gibi törenlerde. Ne gerek vardı ona. Asıl olay düğündü.

Okulun önüne geldiğimde arabayı park ettim. Arabadan inerken kulağıma son zil sesi dolunca etrafa bakındım. Birkaç öğrenci dışında kimse yoktu. Ağır ve kendinden emin adımlarla binaya girdiğimde koridorda küçük bir telaş vardı. Anlam veremeyerek kalabalığın arasına daldım. Çağatay, elinde küçük bir kutuyla herkesle tokalaşıyordu. "Bu gidişiniz bizi çok üzdü hocam. Keşke gitmeseydiniz," öğretmenlerden biri Çağatay'a sarıldı.

Gitmek mi?

"Yapacak bir şey yok Derman hocam. Olmuşla ölmüşe çare yok," kırık gülümsemesiyle karşılık vermişti sarılışına. Bakışları anında beni bulduğunda sinirli mavi gözleriyle karşılaştım. Bu bakışlar niye banaydı? Bir şey yapmamıştım ki.

Diğer hocalarla da vedalaştıktan sonra önümde durdu. Düz taban giydiğim için benden daha uzun duruyordu. Kirpiklerimin altından ona baktığımda sinirli bakışlarının yanı sıra alaycı gülümsemesi de vardı dudaklarında. Bir şey demeyerek önümden geçip gitti.

Hocalara bir şey sormadan kısa bir günaydınlaşmadan sonra merdivenleri çıkıp odama girdim. Çağatay'ın gidişini bir şekilde Elçin'den öğrenirdim nasılsa, şu an kafama takmama gerek yoktu.

Odaya girdiğim gibi kabanımı çıkarıp askılığa astım ardından da beyaz önlüğü giydim. Çantamın içinden telefonumu da çıkardıktan sonra onu da kabanımın yanına astım. Koltuğa oturmamla kapımın tıklanması bir olmuştu. Büyük ihtimal kantinci çayımı getirmişti. "Gir!" kapıda görünen kantinciyle gülümseyerek çayı getirmesini bekledim. Ben gerçekten çay bağımlısı bir insandım. Çaykolik de diyebilirdim kendime. Çayı masaya bıraktıktan sonra odadan çıkıp gitti.

Masanın sol tarafında duran siyah dosyayı alıp açtım. Bugün, geçenlerde ailesi ile konuştuğum öğrencinin annesiyle konuşmam gerekiyordu. Sadece kısacık evde ders çalışıp çalışmadığını kontrol etmekti amacım. Diğer dosyalardan da başka öğrencilerin velilerinin numarasını bulduktan sonra dosyadan çıkarıp masanın üstüne dizdim. Öğleye doğru arardım, şu an saat erkendi.

Teneffüs zilini duyunca masanın üstünde duran telefonumu alıp Elçin'e mesaj attım. Şu an telefonun elinde olduğundan o kadar emindim ki. Kapalı olan kutuyu birisi büyük ihtimalle tel tokayla ya da ucu sivri bir şeyle açmıştı. Hem mesaj atmak istemem elinde telefon olup olmadığını kontrol etmek amaçlıydı.

Burçin: Çabuk odama gel.

Mesajımın anında görüldü olmasıyla telefonunun elinde olduğunu anladım. Tahminlerimde yanılmamıştım. Büyük ihtimal o küçük tahta kutuyu açmışlardı.

Dakikasına odama damlamasıyla sinsice güldüm. Göstereceğim ben sana telefonu kutuya koymamak ne demekmiş. "Ooo Elçin Hanım, telefonu yine elinizde bakıyorum. Kutuya konulmamış."

"Boş ver sen telefonu. Niye çağırdın beni?"

"Çağatay okuldan gitti. Neden gittiğini sen iyi bilirsin."

"Devlet okuluna sürgün edilmiş," şaşkın bakışlarım Elçin'i buldu. "Sebep neymiş?"

"Valla hocam o kadarını ben de bilmiyorum," bu adam durduk yere sürgün edilmemişti devlet okuluna. İlla ki bir olay olmuştu.

Soğumaya yüz tutmuş çayımı kafama dikerken zihnime tanıdık ismin düşmesiyle bağırdım. "Tolga!"

Anlamsız surat ifadesiyle karşılaştım. Aklıma Tolga'dan başka isim gelmiyordu. Çünkü Çağatay okulda ve dışarıda olmak üzere benimle uğraşıp durmuştu ve Tolga da bunu biliyordu ki Çağatay'ın benim dışımda herhangi bir kadın hocayla takıştığını da görmemişti. Yani bütün oklar canım sevgilim Tolga'yı gösteriyordu.

"O ne alaka be!" göz devirip boynumu büktüm. "Yahu öğretmenler günü yemeğinde bana söylediklerini Tolga'ya söyledim dedim ya."

"Hee, demiştin. O zaman o'dur. Bence en mantıklısını yapmış canım eniştem," yüzümü buruşturdum. Yağcıydı.

Zilin çalmasına on dakika kala Elçinle birlikte odadan çıktım. İlk teneffüs 20 dakika olduğu için sınıfları tek tek dolaşıp telefon kutularını kontrol edecektim.

Elimi açıp Elçin'e uzattım. "Alayım canım telefonunu," üzgün üzgün baktı. "Hafta sonuna kadar bende. Ben yokken odama girip bulmaya çalışırsan bir hafta olur. Günlük çözdüğün soru sayısını da yükseltirim ona göre!"

Böyle deyince vermek zorunda kaldı. Ondan ayrılıp göz kırparak önüme gelen sınıfa girdim. Gidip kutuyu kontrol ettim, kilitliydi ama rafların neredeyse yarısı boştu. Sınıf defterine bakıp gelmeyen sayısına ve sınıf mevcuduna baktığımda tam da tahmin ettiğim gibi kutuyu açıp telefonu aldıktan sonra geri kilitlemişlerdi.

"Telefonlar canım öğrencilerim," suratımdaki şirin sırıtmayla iki avcumu da açıp telefonları bekledim. Çoğu öğrenci tek tek telefonları elime verdikten sonra hepsini cebime koydum. "Yarın alırsınız. Hepinize iyi dersler!"

Sırıtarak sınıftan çıktıktan sonra teneffüs bitmeden diğer sınıfları da gezip telefonları aldım. Göreve başladığımdan beri hep bunu yapmak istemiştim ve şimdi de yapmıştım.

Ne? Herkesin işiyle ilgili bir hayali vardı, benimki de buydu.

•••

"Abla Allah aşkına telefonumu ver ya!" onu duymazlıktan gelerek karşıdan gelen Ekin'in bizi görmesi için elimi kaldırdım. "Öğrencilerin nefret ettiği öğretmen tipisin!"

"Siz de kurallara uysaydınız. Bütün hocalarınız sizi uyarmak zorunda mı fındık kurdu?" sinirli bakışlarını benden çekmeyerek kollarını göğsünde bağladı.

Ekin'in gelmesiyle sarıldım sıkıca. "Bunun suratı niye böyle?"

"Sadece öğretmenlik görevimi yaptım diye bu halde," Elçin, Ekin'in koluna girip sanki öz ablası oymuş gibi iyice kendine çekti. "Çoğu öğrencinin telefonunu aldı. Neymiş efendim telefon kutusu neden açılmış, ikaz etmelerine rağmen niye dinlememişiz."

Ekin'in kafası bu sefer bana döndü. "Ben sadece öğretmenlik görevimi yaptım."

"Bir de diğerlerinin telefonunu yarın verecek benimkini hafta sonu. Düşünebiliyor musun Ekin abla, isteme saatinden iki saat önce verecek!" Ekin kahkaha atıp ben karışmam dercesine ellerini kaldırdı.

Elçin beni şikayet etmeye devam ederken onları tutup mağazanın birine soktum. Şu an ilk önce elbise işini halletmem gerekiyordu. İsteme için mağazadan alışveriş yapacaktım, nişan için özel tasarım bir şey yaptıracaktım ama nasıl bir şey istediğime ben de karar verememiştim.

Üç koldan farklı reyonlara ayrılıp elbise bakıyorduk. Aklımda fazla abartılı olmayan, sade tek renk bir elbise vardı. Daha ilk adımdan abartmayı düşünmüyordum. Gözüme çarpan ve hoşuma giden tek renk elbiseleri kolumda topladım. Diğerlerine bakmaya gittiğimde ikisi de bir sürü elbise seçmişti. Elindekileri alıp boş kabinlerden birine geçtim. Onlar dışarıda beni bekleyip, olup olmadığını söyleyeceklerdi.

Elime ilk geçen beyaz ve kiremit renginde olan bir elbiseydi. Göğüs dekolteli, uzun kollu, diz kapağında biten bir elbiseydi. Güzeldi aslında sadece dize doğru darlaşması hoşuma gitmemişti.

Kabinden çıkıp etrafımı döndüm. Ekin hemen yüzünü buruşturdu. "Saçınla renkleri neredeyse aynı," bakışlarım bu sefer Elçin'i bulduğunda bir şey demeden kaşlarını kaldırıp indirdi. Geri kabine dönüp başka bir elbise denedim. Siyah, kumaşı ince, beyaz puantiyeleri, kendiliğinden kemerli fırfırlı elbiseyi giyip çıktım. Bu da aynı boydaydı. "Siz beğenseniz de olmaz, hoşuma gitmedi."

"Haspam!" Ekin'in dediğine aldırış etmeden tekrar kabine girdim.

Yaklaşık bir saat bir sürü elbise denemiş ama ya onlar beğenmemişti ya da ben. O kadar yorulmuştum ki sona kalan koyu lacivert saten elbiseyi üstüme geçirdim. Vatka omuz, kendiliğinden ince kemeri olan, uzun prenses kolu olan bir elbiseydi. V yakaydı ama açık değildi, yaklaşık dört parmak kadar açıktı önü.

Kabinden çıktığımda yine etrafımda döndüm. Etekleri fırfırlıydı ve bu hoşuma gitmişti ayrıca tek renkti de. "Olmuuş!"

"Burçin, çok güzel olmuşsun!" sırıtarak ikisine baktım. O sırada çalışanlardan biri yine elinde ayakkabıyla geldi. "Burçin Hanım bu elbiseye yakışacak renkte topuklu getirdim."

Yere koyunca dikkatle giyip aynadan kendime baktım. Elbise çok güzeldi, ayakkabıyla da tamamdı, takı işini de evdeki takılarımdan hallederdim.

Kızlardan tekrar onay aldıktan sonra kabine girip üstümü çıkardım. Elçin'e ödemesi için ayakkabı ve elbiseyi verdikten sonra çıkardıklarımı giydim. Kabinden çıktığımda ikisinin elinde ikişer çanta vardı. "Ben de bir şeyler aldım," Elçin'i onaylayıp mağazadan çıktık.

İsteme için gereken malzemeleri bulmak adına bir sürü mağazaya girip çıkmıştık. Hepsini seçerken ve bakarken o kadar mutluydum ki sanki yemekten sonra ödülünü alan küçük çocuklar gibi dolanıyordum etrafta.

Aralık ayına girmiş olduğumuzdan havanın daha da soğuması gerekiyordu ama hava sonbahar havası gibiydi. Arada bir güneş açıyor arada bir bulutlanıyordu. Şu zamanda asla hasta olmamam gerekiyordu, bu yüzden kendime iyi bakmam lazımdı.

Alınacakları aldıktan sonra ayrılıp eve geçtik. İçeri girdiğimde salonda annemin dışında Deniz amcayı ve Gökdeniz'i görmeyi beklemiyordum. Şaşkınlıktan dolayı yüzüme zoraki bir gülümseme yerleştirip merdivenleri çıktım. Arkamdan da Elçin geliyordu. "Niye buradalar ki?"

"Ay nereden bileyim Elçin," odama girmeden önce Elçin'e baktım. "Eşyaları bırakalım da hemen aşağı inelim."

Eşyaları yatağıma bırakıp kapısının önünde Elçin'i bekledim. Üstünü değiştirmiş halde dışarı çıktıktan sonra elektriklenen saçını tepeden topladı. Birlikte merdivenleri indikten sonra salona girdik. "Hoş geldiniz."

Gökdeniz'in ayağa kalkmasıyla ona sarıldım. Uzun zamandır görmüyordum, özlemiştim. "Hoş bulduk Burçincim."

Bakışlarım bu sefer Deniz amcayı bulduğunda saygıdan dolayı elini öpmeye kalksam da izin vermemiş elimi elinin içine alıp birkaç kez vurdu. Bende el mecbur gülümseyerek Elçin'in yanına iliştim. Yüzünü incelediğimde soğuk yüz hattına bürünmüş Deniz amcaya bakıyordu.

Hoş geldin soğuk nevale!

Ben, Elçin'in aksine gülümsüyordum. Annem mutfaktan kahvelerle gelince gülmemek için kendimi sıktım. Kahveleri dağıttıktan sonra geri yerine oturdu. Güldüğümü görmemeleri için elim dudağıma gittiğinde Elçin'den değişik bir ses çıktı. O anda Gökdeniz'le kesişti bakışlarımız 'gülme' dercesine kaşlarını havaya kaldırıyordu ama kendi de bilmiyordu ki suratının gülmemek için kıpkırmızı olmuştu.

Anladığım kadarıyla Nezahat abla yoktu. Annem onu göndermiş olmalıydı. Ortamdaki ölüm sessizliğini kimsenin bozmayacağını anladığımda ortaya laf attım. "Deniz amca, nasılsın?"

"İyiyim kızım sen nasılsın?" titreyen sesini ne kadar gizlemeye çalışsa da başarılı olamamıştı. "İyiyim ben de. Okul, öğrenciler falan."

Elçin ağzını açıp beni anneme şikayet edeceği sırada kimsenin görmemesini umarak dirseğimi karnına geçirdim. "Şikayet etmeden dur iki dakika!"

Yine bir sessizlik olmuştu. Oturduğumdan beri bir gülme tutturmuş gidiyordum. Bıraksalar daha doğrusu ortam bu kadar gergin ve sessiz olmasa kahkaha atacağım ama yok, ortam çok sessiz.

En sonunda annem olaya el atınca nefes verdim. "Çocuklar her şeyi az çok biliyorsunuz, üçünüze de düzgün bir dille söyledik ve siz de olumlu karşıladınız," gülümseyerek üçümüze baktı. "Teşekkür ederiz karşı çıkmadığınız için. Daha evlilik düşünmüyoruz, her şeyi ilişkimizin seyrine göre belirleyeceğiz. Sizden tek istediğimiz aynı olgunlukla devam etmeniz."

Bir şey demeden ikisine baktım. Çok yakışıyorlardı, Deniz amca anneme hayran olmuş gibi bakıyordu. Dudaklarımı yukarı kıvrılırken araya girdim hemen. "O zaman ilk yemeğimizi yiyelim."

Bakışlarım baba-oğula kayınca Deniz amca onayladı. "Tamam o zaman ben üstümü değiştirip mutfağa geçeyim. Elçin ve Gökdeniz de yardım eder bana, siz oturun."

Bir şey demelerine fırsat vermeden odama çıkıp üstümü değiştirdim hızlıca. Yalınayak merdivenlerden indikten sonra mutfakta beni bekleyen Gökdeniz ve Elçin'in yanına gittim. "Bu şahıs böyle bir öğretmen işte!"

"E herkese de şikayet etmezsin Elçin," Gökdeniz bize gülerek bakıyordu. "Ben herkes miyim Elçin? Abinizim artık abi."

Kurduğu cümleye kahkaha atarken mutfak kapısını kapattım rahatsız olmamaları için. "Elçin'i bilmem ama ben sana abi demem baştan söyleyeyim," omuz silkerken ocağın başına geçmiştim. Elçin'in çıkardığı kaselere çorbaları katıyordum.

"Aramızda fazla bir yaş yok zaten, saçmalama," Elçin'in gösterdiği yerden çatal, kaşık ve bıçakları çıkarıyordu. "Fakat Elçin Hanım siz demeye devam edeceksiniz."

"Neyse neyse," dedi Elçin. "Az önceki nasıl bir gerginlikti ya. Birimiz hayır dese hemen ilişkilerini bitirecek gibiydiler," gülmekten ağrıyan yanaklarımı umursamadan kahkaha attım yine.

Gülerek hazırladığımız masanın sonunda, yemek boyu konuşmuştuk. Bir nevi birbirimizi tanımaya çalışıyor gibiydik. Yalova'da komşumuz sayılırlardı ama öyle sıkı fıkı değildik, bu yüzdendi birbirimizi tanıma çabamız.

Yemekten sonra masa toparlanmış tekrar üçümüz mutfağa geçmiştik. Elçin bulaşıkları makineye koyarken ben çayla uğraşıyordum. Daha az önce kahve içmişlerdi şimdi çayın sırasıydı. Gökdeniz pastaneden alıp getirdikleri trileçeleri tabaklara koyuyordu. "Bu arada hayırlı olsun Burçin," yüzümden bir saniye olsun eksik olmayan gülümsememle baktım ona. "Teşekkür ederim. İnşallah sizinkini de görürüz."

Ne dediğimi kast etmiş olacak ki yandan sırıtmasıyla tatlıya döndü. Zilin çalmasıyla Elçin kapıya giderken biz mutfakta sohbet ediyorduk. "Ekin çok kıskançtır, haberin olsun."

"Bunu söylemek için çok geç kaldın," dedi. "Yakın bir zamanda boyumun ölçüsünü aldım."

Gülümsemem kahkahaya dönüştüğünde mutfak kapısı açıldı. İçeriye giren Elçin ve arkasındaki Tolga'yı görmemle vakit kaybetmeden gidip Tolga'ya sarıldım. "Hoş geldin canım."

Bana bir şey demeden Gökdeniz'e baş selamı verip bana geri döndü. "Bahçede konuşsak olur mu?" dediğini onaylayıp elinden tutarak bahçeye çıktık. Çıktığımız gibi bağırmaya başladı.

"Neredesin sen?! Kaç kere aradım açmadın Burçin! Elçin'i aradım, telefonu kapalı! Bir şey oldu sandım," sinirden koyulaşan kahveleri bir saniye olsun benden ayrılmadı. "Buraya nasıl geldiğimi ben bile bilmiyorum! Çok korktum. Sana bir şey oldu yine bayıldın diye çok korktum Burçin!"

Ellerim yanaklarını bulduğunda sinirden dişlerini sıktığı için çıkan çene kemiğini okşadım. "Özür dilerim. İçerideki ortamdan telefon aklıma bile gelmedi," gözlerini birkaç saniyeliğine kapayıp açtı. Kırmızı görmüş boğa gibi burnundan soluyordu.

Gözlerini açtığında gözbebeklerinin büyümüş olduğunu gördüm. Boynumu ona doladığımda elleri sıkıca belime dolanmış ve beni içine sokmak istercesine kendine yapıştırmıştı. Kollarım yuvasındaydı, yavaş hareketlerle sakinleşmesi için ensesini okşarken kafasını boynuma gömdü. Gözlerim kapalı olan mutfak kapısına kaydı, Gökdeniz el hareketleriyle 'geleyim mi' diyordu. Elimi havaya savurarak gelmemesini söyledim.

"Asıl ben özür dilerim yavrum," öpücük kondurdu. "Dinlemeden bağırdım sana, özür dilerim."

Kendimi hafifçe ondan çekip göz teması kurmaya çalıştım. "Sorun değil," parmağı sırtımı okşuyordu. Hafifçe esen rüzgarla ürperdim. "O niye içeride?" kimi kastettiğini çok iyi biliyordum. "Bunu başka zaman söylesem olur mu? Şu an anlatamam," istemeye istemeye kafasını salladı.

Birlikte mutfağa geçtiğimizde Elçin'le sarıldı, Gökdeniz'e yine baş selamı verdi. "Ben gideyim, yarın uğrarım okula."

"Tamam canım," kapıya kadar geçirdikten sonra diğerleriyle içeriye gidip muhabbete dahil olduk.

🌸

AY BUNLAR EVLENİYOOOOOR! 🥳🥳 AŞIRI HEYECANLIYIM DJXNXJXNXJXN

Sınavlar bittiği için yeni bölümle kutlama yapıyorum 🥳 Umarım beğendiğiniz bir bölüm olmuştur. 💜

Kişisel: merve.ekiinci

Continue Reading

You'll Also Like

447K 27.3K 33
"Şişman ve çirkin olan her kız hikayenin sonunda güzelleşir. Ana düşünce bu" Tabi, genel olarak. Bilirsiniz, bazı kızlar güzeldir. Bazıları da popül...
140K 8K 30
Kurslarda yetişmiş imam hatip mezunu genç bir kız"hümeyra" Kadir ile nişanının ardından hicaz pazarında çeyizini yaparken ailesine yük olmamak için ç...
1.3K 74 25
Kitabın her cümlesi şahsıma ait olup çalınması, kopyalanması, esinlenilmesi durumu suç teşkil eder. Her türlü hukuksal davada telif haklarımın bana...
26.4K 1.3K 16
"Uraz, daha fazla uzatma bu işi! Senin bu kızla hisseleri almak için evlenmeni istedim ve sende kabul ettin. Haftalardır karşıma geçmiş evcilik oynuy...