"Yoo. Ne sorun olsun? Sen başkalarının arabalarından inip biniyorsun. Boşver ya. Ne sorun olacak?"

"Ne? Ne demek istiyorsun?"

"Umut Tekinoğlu'nun arabasında ne işin vardı diyorum Mucize!"

İşte şimdi yandım. Korktuğum başıma gelmişti. Ne diyeceğim şimdi bu çocuğa?

"Ben-"

Hocanın gelmesiyle susmak zorunda kaldık. Ondan hariç hepimiz saygı amaçlı kendimizi toparlasak da Güney tavrından taviz vermiyordu.

Kıskanç bir insandı Güney. Bunu çokça tecrübe edinmiştim geçen sene ve tersi inanılmaz pisti. Sinirlendiğinde etrafında kimseyi tanımaz. Kendini bile!

O yüzden ders boyunca aynı ters bakışlarla bana bakmaya devam etti. Bana doğru arkasına yaslanıp ayaklarını bile uzatmıştı. Hoca tahtaya yazı yazmaktan dolayı amfiye dönüp görmüyordu. Güney nasipliydi.

Sessize aldığım telefonuma bir mesaj gelince hocaya çaktırmadan okudum. Umut'tandı.

"İlk okuldayken öğretmenimin sandalyesine kaliteli bir tutkal sürmüştüm. Öğretmen ayağa kalktığında pantolonu yırtıldı ve bütün meydan boş kaldı ama o fark etmedi bile. Sonra hocamız tahtaya bir şeyler yazmak için arkasına döndüğünde  bütün sınıf kahkalara boğulmuştuk.

İkimiz için komedi filmine iki bilet aldım. Konu bu anlattığıma benziyor. Zavallı adam. Benim yüzümden rezil olmuştu. Kötü hissetmiştim ama çocuktuk o zamanlar ;)"

Ne kadar engellemeye çalışsam da gülmeme mâni olamıyordum. Dikkatlerin üzerime çekilmesini hiç istemezdim doğrusu ancak kendimi tutmaya çalıştıkça daha çok gülesim geliyordu.

Aniden telefonumun elimden alınıp yere atılmasıyla şaşkına döndüm. Güney karşımda resmen burnundan soluyordu.

Tabi bütün gözler bize çevrilmişti. Hocanın bile.

Güney zorla bileğimden tuttuğu gibi bize en yakın olan, amfinin arka kapısından çıkarıp peşinden sürüklemeye başladı.

"Güney dur! Ne yapıyorsun?"

Güney'in tersi pistir demiştim. Şimdi vücudum korkudan tir tir titriyordu. Neden bu kadar sinirlenmişti?

Bizi personel odasına kilitleyip kapıyı kilitleyince gözlerim sonuna kadar açıldı. Şeytanın varlığını hissetmem uzun sürmedi. Bir ortamda bir kız ve erkek yalnız kalırsa üçüncüsü şeytan oluyordu ve ben şu an korkmaktan başka bir şey yapamıyordum.

"Evlendiğiniz an tüm erkeklerin cenaze namazını kılmış sayılırsınız!"

O ablanın sözü beynimde yankılanıyordu. Korkudan bir defa yutkundum. Allah'ım Sen koru! Güney hâlâ sinirliydi ve üstüme yürüyordu. Sırtım duvara çarpınca durdum. Güney daha da yaklaştı.

"Ne ara mesajlaşmaya başladın o Tekinoğlu'yla? Cevap ver!"diye bağırdı.

Anlaşıldı! Umut'u kıskanmıştı ama ondan neden bu kadar nefret ediyordu?

"Güney lütfen sakin ol. Dışarı çıkalım."

"Ne ara böyle sıkı fıkı oldunuz? Attığım tek bir mesaja dahi cevap vermezken ha Mucize!"

"Lütfen. Korkutuyorsun beni."

Bu sözümden sonra geri çekilip iki elini saçlarından geçirdi.

"Geçen seneden beri uğraşıyorum seni kazanmak için ama sen kaçıp durdun. Sana bakmama bile izin vermedin. Neymiş efendim? Ben sana harammışım! Peki bu yaptığın ne Mucize? Bu da haram olmuyor mu? O herifin arabasından inip binmen, onunla mesajlaşman, yetmedi bir de seni güldürmesi haram değil mi ha söyle? Her zaman arkasında durduğun doğruların neden şimdi ucuz birer numara gibi geliyor!"

Dayanamayıp yüzüne geçirdim tokadı. Ancak böyle susmuştu.

Nasıl böyle terbiyesizce konuşurdu! Hem de hiçbir şeyi doğru düzgün bilmeden! Kocamdı o benim kocam! Helalim iken kime neyin hesabını verecektim! Eğer sinirlenip tokat atmasaydım kocam olduğunu ağzımdan kaçıracağımı biliyordum. Demek ki daha zamanı değildi.

Güney tokadımı kendine yediremedi. Daha çok sinirlendi. Dirseklerimden tutup kendine çekti ve sıkmaya başladı bilinçsizce. Bana zarar vermek değildi niyeti ama şu an gözleri ateş saçıyordu. Kendini zor tuttuğunu görebiliyordum. Kalbi kırıktı onun da, biliyordum ama elimden ne gelirdi? Kendi söyledi işte. Ben ona hiçbir zaman umut vermedim. O kendini buna inandırmıştı her zaman.

Canım yanmaya başlayınca ağlamaya başladım. Canım fazlasıyla tatlıydı benim. Güney bunu biliyordu ve ağladığımı görünce kollarımı bir anda bırakıp odayı terk etti. Kapıyı ardından sertçe kapatmayı da unutmamıştı.

Bırakmasıyla ben de yere çökmüştüm. Ne çok çöküyordum yerlere. Çok sıkmamıştı ama benim canım tatlı olduğu için hemen gözlerim doluyordu.

Kollarımı ovalayıp ben de çıktım. Çok şükür geçmişti acısı.

Amfiye geri döndüğümde tüm gözler bana döndü. Tabi fısıldaşmalar da kaçınılmazdı.

Bunları önemsememeye çalışarak eşyalarımı alıp kapıya yöneldiğimde karşıma Duygu çıktı. Ah!

"Ne yaptın da Güney'i bu kadar sinirlendirdin?"

"Sana ne!"diye üstüne bağırdım. Zaten patlamak için yer arıyordum. Bir de gereksiz diyaloglarla uğraşmak istemiyordum!

"Umut Tekinoğlu'nun arabasından indiğini gördü değil mi?"diye pis pis sırıttı.

Allah'ım ya Rabb'im! Kocamın arabasıyla okula gelmem neden herkesi bu kadar rahatsız ediyor, anlayamıyorum!

"Duymadın galiba. Sana ne dedim!"diye dişlerimi sıktım. O ise hâlâ sırıtıyordu. Dayanamayıp ayaklarımı harekete geçirdim. Amfiden çıkmadan önce arkamdan bağırdı.

"Teşekkür ederim, Güney'i kendinden uzaklaştırdığın için..."

Duygu'nun saçma sapan sözlerine aldırmamaya çalışarak telefonumu inceledim. Ekranı çizilmişti çok şükür ki. Başka bir sorunu yoktu. Kısa zamanda yaptırırdım inşaAllah ama hatırladıkça Güney'e sinirlenmeden edemedim. Ne hakla bu şekilde davranırdı bana? Şu hale bak ya! Telefonun az buçuk gideri olmasa çöpe atacaktım neredeyse.

Çantamı omzuma takıp kapanan telefonu açtım. En son Umut'la mesajlaşıyordum değil mi? Ben ona olumlu anlamda geri dönüş yapmıştım. Acaba o cevap vermiş miydi? Heyecanla telefonun açılmasını bekledim. Açılır açılmaz beklemeden SMS kısmına girdim.

Evet. Cevap yazmıştı. Az önce yaşadıklarımın üzerine merhem olan bir cevaptı hem de...

"Tamam. Yarın akşam sinemaya gidiyoruz o zaman. Seninle vakit geçirmeyi seviyorum Mucize :)"

-Bölüm sonu-

ADI MUCİZE OLSUNUnde poveștirile trăiesc. Descoperă acum