Boş Dua

5.6K 457 48
                                    

Kulağıma dolan gürültüyle gözlerimi açtım. Önce nerede olduğumu idrak edememiştim ama etrafıma baktığımda dinlenmek için oturduğum duvarın dibinde uyuyakaldığımı fark ettim. Yorgun düşmüştüm ve muhtemelen çok ağladığımdan başım feci şekilde ağırıyordu.

"Oğluma dokunma! Çek elini üzerimden!" Gelen bağırtılar bir kadına aitti. "O sizi affetmeyecek."

Ayağa kalkıp neler olduğuna bakma vaktimin geldiğini anlamıştım. Önce duvarın arkasına gizlenerek olanı biteni izledim. Gri pelerinli beş kişiden ikisi küçük çocuğu, diğer ikisi annesini tutuyordu. Ortalarındaki beşinci adamın kıyafetinde kırmızı çizgiler vardı. Kraliyet askeri gibi görünüyorlardı.

Kadını tutan askerlerden biri konuşmaya başladı. "Direnmeyin bayan. Oğlunuz kurallar gereği öldürülecek yaşa geldi ve gördüğüm kadarıyla sizi satın alıp hayatınızı bağışlayacak biri yok."

Küçük çocuk masmavi gözlerinden boncuklar akıtıyordu. Siyah saçları kirden birbirine yapışmış olmasına rağmen şirinliğini gölgeleyememişti. "Anne." diye bağırdı. Beyaz gömleğindeki yer yer kan izleri bacak kadar boyuyla neler yaşadığını anlatmaya yetiyordu.

Annesinin yüzünü göremiyordum ama en fazla yirmili yaşlarda bir kadındı. "Baban bizi kutsasın. Dua et oğlum. Dua et." Ellerini oğluna uzatmak istediğinde ortadaki asker ensesine vurarak diz çöktürdü.

Çocuğu annesinin önüne sürüklediler. Ağlaya ağlaya bir hal olmuştu. Minicik ayaklarını yerde sabit tutmaya çalışarak engel olmayı denemişti ama direnebilmesi imkansızdı.

"Önce çocuk ölecek." Diye emir verdi daha kıdemli olduğunu düşündüğüm asker.

Bir şeyler yapmalıydım. Gözümün önünde küçücük bir çocuğun boş yere ölmesine izin veremezdim. Evet boş yere diyorum çünkü onun yaşındakilerin en büyük suçu ancak yemek yememeleri olabilirdi.

Çocuğu tutan asker kılıcına davranınca "Durun!" Diye bağırarak aralarına girdim. "Ne yapıyorsunuz siz?"

Az önce kadına oğlunun öldürülmesi gerektiğini söyleyen kirli sakallı asker kibirle bana cevap verdi. "Korkarım bunu öğrenecek yetkiye sahip değilsiniz genç bayan. Burada yaşadığınızdan bile şüpheliyim."

Adamın konuşma tarzı o kadar gıcıktı ki kendimi ego yapmak zorunda hissetmiştim. "Doğru. Burada yaşamıyorum. Ben Shaila. Olimpos'tan geldim."

Ortadaki asker şaşkınlıktan kılıcını düşürdü. Bir kılıca bir ona baktığımı görünce hemen toparlanıp anlatmaya başladı. "Efendim bu kadın köle. İki kış önce hamile bir vaziyette buraya geldi. Eğer bir köle hamileyse çocuk üç yaşına gelene kadar babası bulunmalı ya da öldürülmeli."

"Neden üç?" Diye sordum sertliğimden ödün vermeyerek.

Askerlerden biri ağzını açmıştı ki kadın ağlamayla karışık bağırmaya başladı. "Neden olacak efendim çocuk daha fazla acı çeksin diye."

İlk defa yüzüne bakabildim. Koyu kahve saçlarını bir zamanlar beyaz olan pelerininin kapşonuyla örtmeye çalışmış ancak aceleyle çıkarıldığı için düzgün yapamamıştı. Yeşil gözlerinde tüm duyguları görebiliyordum. Korku, endişe, telaş, nefret...
Onları nasıl kurtarabileceğimi düşünmeye başladım. İkisini satın alabilirdim ama şu an beş parasızdım. Serbest bırakmalarını istesem bunu hayatta yapmazlardı, yapsalar bile ben gider gitmez öldürürlerdi.
Kadının gözlerinin içine bakarak hafifçe başımı salladım. Beni anlamış olduğunu umuyordum. Kimsenin beklemediği bir anda zıplayarak tepedeki mumları yere düşürdüm. Askerler bana yetişemeden ortalık alev almıştı.
Karışıklıktan yararlanıp bebeği kucakladım. İnsanların bağırtıları arasından sıyrılıp sakin bir yer bulma umuduyla koşmaya başladığımda ummadığım bir şey oldu. Çocuk boynuma sarılır sarılmaz şimşek çakmıştı. Bu işte bir tuhaflık vardı.

Elysium'un Sırrı Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin