[the night they met]

788 54 245
                                    

Yılbaşına sadece birkaç hafta kala, Japonya kendini beyaz örtüye teslim etmişti. Birkaç gündür yağan yoğun kar, dondurucu soğuk, çoğu kişinin günlük yaşamını kötü anlamda etkilemişti. Tabii karın tadını çıkaranlar da vardı fakat Langa Hasegawa kesinlikle bu kesimde yer almıyordu.

Ona göre, snowboard yapamadığı sürece kar sadece sorun yaratıyordu. Yaşadığı yerde snowboard yapılacak hiçbir yer bulunmadığından karın Langa'ya tek etkisi sabah okula giderken kıçını dondurmak oluyordu. Üstelik yerler korkunç derecede kaygan olduğundan kaykay da kayamıyordu ve sevdiği iki şeyi de yapamamak Langa'nın canını sıkıyor, kar yağmasına tekrar lanet okumasına neden oluyordu.

Okuldan eve yürürken ellerini sıcak nefesiyle ısıtmaya çalışan genç adam, eldivenlerini sınıfta nasıl unutmayı başardığını düşünüyordu. Hava yavaştan kararmaya başlamış, havada küçük kar taneleri yavaşça süzülüyordu. Sokak lambalarının ışıkları tamamen karanlık olmayan sokakları aydınlatırken, kar tanelerini görmeyi de oldukça kolaylaştırıyordu. Langa arada sokak lambalarının ışıklarına bakarak karın ne kadar hızlı ya da yavaş yağdığını kontrol ediyordu.

Yüzüne doğru esen soğuk rüzgara karşı kaşlarını çatarken adımlarını iyice hızlandırdı. Bir an önce eve gitsem iyi olacak diye geçirdi içinden. Ellerini ağzından çekip montunun ceplerine sokarken, çoktan nefesinin onları ısıtamayacağını anlamıştı. Bakışlarını yürüdüğü yola çevirip daha önce buradan geçmiş insanların bıraktığı ayak izlerini inceleyerek yürümeye devam etti.

Ta ki, nefesinin kesilmesine sebep olacak kadar şiddetli bir şekilde sırtına bir şey çarpana dek.

Dudakları şaşkınlıkla aralanırken ve kaşları havaya kalkarken, yavaşça arkasını döndü ve çarpan şeye baktı. Bu şey bir çocuktan başkası değildi. Fakat Langa itiraf etmeliydi ki, yerden hâlâ kalkmamış olan bu çocuk hayatında gördüğü en garip kişilerden biri olabilirdi.

Ellerini montunun cebinden çıkarıp yerden kalkmaya hiç niyeti olmayan çocuğa uzattığında fazla yüksek olmayan bir ses tonuyla mırıldandı. "Üzgünüm, iyi misin?" Çocuk tuttuğu dizlerini bıraktıktan sonra kendisine uzatılan elleri sıkıca tuttu ve hızlıca ayağa kalktı. Langa çocuğun ellerinin soğukluğuyla bir anlığına irkilmişti. Vücudu nasıl bu kadar soğuk olabiliyordu?

Aslında çocuğa dikkatli baktığında pek de şaşırılacak bir şey görememişti. Tanrım, diye geçirdi içinden. Neden üstünde bir tişörtle geziyor? Hâlâ el ele tutuştuklarını fark ettiğinde hızlıca ellerini geri çekti. Daha yeni zar zor ısıtabilmişti fakat şimdi tekrar buz gibi olmuşlardı. Langa çekinmeden bakışlarını çocuğun üstünde gezdirmeye devam etti. Dağınık kızıl saçları alnına dökülmüş ve, muhtemelen kar yağdığı için, nemli gözüküyorlardı. Ten rengi o kadar soluktu ki, Langa onu uyurken göre kesinlikle ölmüş olduğunu düşünürdü. Buna rağmen heyecanla parlayan kehribar rengindeki gözlerinin altlarındaki siyah halkalar ona haftalardır uyumamış gibi bir görüntü veriyordu.

Ve, tanrı aşkına, bu çocuk sadece beyaz bir tişört ve gri bir eşofman giyiyordu. Langa onun kaç saattir dışarıda olduğunu bilmiyordu ama şansı olaydı kesinlikle bir an önce evine dönmesini söylerdi. Fakat bunu söyleyecek sıfatı olduğunu düşünmüyordu, sadece yoldan geçen bir yabancıydı sonuçta.

"Ben... Koşuyordum ve bir anda ayağım kaydı. Özür dilerim." Çocuk titrek sesiyle kısık bir ses tonu ile konuştuğunda, Langa şaşırmadan edemedi. Ağlayacak mıydı? "Hey, bir yerin mi acıyor, çok mu sert düştün?" Diye sordu sesinin nazik çıkmış olmasını umarak. Kızıl saçlı çocuk başını hızlıca iki yana salladı. "Hayır acımadı. Hatta bence biraz komikti, kıçımın üstüne düşmeyeli uzun zaman olmuştu." Yorgun ses tonuna rağmen neşeyle kıkırdadığında Langa birkaç kez gözlerini kırpıştırdı.

the night we met|renga|Where stories live. Discover now