#6

181 9 5
                                    

  Multimedia'da Deniz var :D

Yeni bölüm bazı sebeplerden dolayı geç gelse de bundan sonra daha hızlı yayınlamaya çalışacağım.

Okunma sayılarından ziyade yapılan yorumlar beni daha mutlu ediyor açıkçası :)) Bu yüzden yorumlarınızı her şekilde belirtmekten çekinmezseniz sevinirim :)

Neyse sizi bölümle başbaşa bırakıp aradan çekiliyorum. İyi okumalarr :****

-----------------------

Enes hayvanca abanıp topu suratıma doğru gönderdiğinde ufak bir çığlık atıp arkamı dönüp toptan kaçmaya çalışırken gördüğüm manzara ağzımın açık kalmasına yetmişti.

------------

  Topu almak için arkamı döndüğümde Mert'i karşımda görmeyi beklemiyordum. Sahanın kenarındaki oturakta oturmuş arkadaşlarını izliyordu. Onu fark ettiğimde bir an için zaman kavramını yitirmiş gibi hissettim. Efe'nin arkadan isyan edişleri kendime gelmem için yeterli olmuştu.

''Her seferinde topu karşıya göndereceksen işimiz var seninle. Kime diyorum ben. Duymuyor bir de ya. Gidip topu getirsene kızım.''

  Avazı çıktığı kadar bağırırken ona dönüp bana bağırmamasını üstelik sesinin bağırırken bir tavuğun sesine benzediğini söylemek isterdim ama maalesef ki şuanki şartlar müsait değildi. Uyuz.

  Boş gözlerle onlara bakarak "Siz devam edin, ben oynamayacağım.'' Dedikten sonra spor salonundan çıkıp sınıfa doğru yürümeye başladım. Arkamdan gelen Mert'i fark ettiğimde adımlarımı sıklaştırdım. Konuşup tekrar tekrar aynı şeyleri yaşamak istemiyordum. Oysa o hızlanıp kolumdan çekip beni durdurmayı başarmıştı bile.

   Konuşmaya başladığında gözlerine bakmak yerine ayakkabılarımın bağcığını inceliyordum. Ne zaman gözlerinin içine baksam ağlamaya programlanmış gibi doluyorlardı ve beni o şekilde fark etsin istemiyordum.

   ''Mısra anlayamıyorum ikidir benden kaçıyorsun, konuşurken gözlerime bakmaktan çekiniyorsun, ne zaman karşılaşsak konuşmamak için büyük çaba harcıyorsun, bazen seni istemeden üzdüm mü diye düşünmeden edemiyorum. Gerçekten sorun ne anlam-''

  ''Sorun ne biliyor musun seni aptal, yaklaşık bir senedir sana olan duygularımı bildiğin halde bana umut vermeye devam ediyorsun, küçük bir kızmışım gibi davranıyorsun, iyi davranıp beni üzmemeye çalışıyorsun ama bu daha da acıtıyor. Bırak artık konuşma benimle, bırak üzüleyim, ikide bir gelip hatırlatma kendini, unutmam için zaman ver.''

  ''Ben.. Mısra.. Ben özür dilerim seni kırdıysam... Ben böyle olsun istemedim.''

  ''Ben de istemedim Mert. Üzgünüm. Bunca zaman bana katlandığın için, her şey için teşekkür ederim. Hoşçakal..''

  Arkamda şaşkın bir şekilde bana bakarak olduğu yere mıhlanan bir çocuk bırakarak koşmaya başladım.

##

  Sıraya yaslanmış halde sessizce ağlarken omzumda hissettiğim elle başımı kaldırdım. Deniz gülümseyerek elinde tuttuğu peçeteyi bana uzattı.

   ''Şuan sanırım buna gerçekten ihtiyacın var.'' Başımı salladım ve tereddüt etmeden peçeteyi aldım. Sesli bir şekilde sümkürürken bir şeyler  anlatmamı beklercesine gözlerini bana dikmiş bakıyordu. Peçeteyi ikiye katlayıp ona döndüm.

  ''Sence ben mi çok duygusalım yoksa diğerleri fazla mı duygusuz?"

  ''Tatlım emin ol diğerleri fazla duygusuz. Sana şuan diğerleri gibi ne ağlamamanı söyleyebilirim ne de onu unutabilmen için her hangi bir tavsiye verebilirim. Çünkü seni şuan gerçekten anlayabiliyorum. Biliyorum çok sevdiğin, bağlandığın birinin senin hislerine cevap vermemesinin veya en basitinden sesini duyamayacak, onu göremeyecek kadar uzakta oluşunun ne kadar berbat bir his olduğunu. Bu yüzden ağla. Ağla. Rahatlarsın.''

  ''Bazen tek sümüklünün kendim olduğunu düşündüğüm zamanlar oluyor. Başkalarının yüzüne her baktığımda umursamaz bir tavırla karşılaşıyorum. Sanki hiçbir şey onları üzemezmiş gibi. Sen farklısın. Seni tanımadan yargıladığım geçen sene olanlar için gerçekten üzgünüm. Ama aynı zamanda sana teşekkür ederim. Kendimi dünyadaki tek sümüklü hissettirmediğin için. Her şey için.''

Gülümsedi, kızıl saçlarıyla uyumlu parlayan gözleri insana güven veriyordu. Geçen sene onu tanımaya zahmet bile etmeyip arkadaşları yüzünden tavır almak bana kendimi bir kez daha suçlu hissettirmeye yetmişti.

   Teneffüs zili çaldığında sınıftan çıkmak için ayaklandık. Dolaptan kitapları alıp kucakladığımız gibi kimya laboratuarına doğru yürümeye başladık.

   Ortalarda bir yer bulup oturduktan hemen sonra Zeynep'ler yanıma damlamıştı bile.

Çağrı ''Nerdesin kızım yarım saattir? Oyundan da çıktın birden, triplere girdin falan. Yine şu çocuğu görüp duygu patlaması falan yaşadıysan söyle aldırmayacağım bir daha okula. Zırt pırt gelmesin yeter.'' Dedi.

  Defne'nin de bir şey söylemesine fırsat vermeden ''Tamam, o konu kapandı artık. Konuştuk biz. Söyledim her şeyi. Çok sık gelemeyecek zaten artık. Tamam, bitti yani kurtuldunuz.'' Diye bir çırpıda söylediğimde Zeynep inanmayan gözlerle beni süzse de hoca sınıfa girdiğinden üstelemedi.

   Yaklaşık beş dakika cam fanuslarda bir şeyler karıştırıp -sanırım beceremediğinden- orataya berbat bir kokunun yayılmasına sebebiyet vermişti. Gri bir toz bulutu laboratuarı sarmaladığında kimse bozuntuya vermek istemediğinden sesini çıkarmamıştı fakat ortada ters bir şeylerin gittiği kesini.

  Sağ köşeden boğuk bir öksürük sesi geldiğinde hepimiz başımızı çevirip baktık. Elinde su şişesi ve garip küçük bir aletle kapıdan fırlayan kişi Efe'den başkası değildi. Yakın arkadaşlarından Enes hocaya ''Astımı var hocam.'' Diye kısa bir açıklama yapıp peşinden koşturarak laboratuardan ayrıldı.

   Hoca kendini suçlu hidsedercesine ve ne yapacağını bilmez halde dolaşmaya başladığında pencereleri açmayaı akıl edebildim ve nihayetinde  bu bir nebze rahatlamasını sağladı. En azından sağa sola dolaşmasını durduracak kadar.

  Toz bulutu yok olduktan biraz sonra Efe de sınıfa girdi. Hocaya bilmem yüz kaçıncı kez iyi olduğunu aöylese de kolay kolay inandıracağını sanmıyordum. Hocaya kalsa iyi olduğundan emin olmak için ambulans çağıracaktı fakat Efe buna şiddetle karşı çıktı.

    Nihayet zil çaldı ve hocayla Efe'nin bitmek bilmeyen ambulans tartışmasını dinleme mecburiyetinden kurtulduk. Apar topar kitaplarımı toplayıp sınıftan fırladım. Açlıktan gebermek üzere olduğum için -ki bu genelde pek mümkün bir şey değildir- Zeynep'leri beklemeden kantine gittim. Birkaç dakika sırada bekleyip kantinin vazgeçilmez ayvalık tostunu kaptığım gibi Beste ve Bade'nin bulunduğu masaya yöneldim.

    Bade'yle aramızın hala açık olmasına rağmen birbirimizi gördüğümüzde somurtkanlık yapmamaya çalışıyorduk. Yani en azından ben çalışıyordum. Gerçi şuanki mahcup yüz ifadesinden anladığım kadarıyla bana birşeyler söylemeye çalıştığı, hatta biraz da çekindiği açıktı.

   Gözlerimi üstüne diktiğimde sonunda ağzını açıp ''Mısra ben üzgünüm. Yani birkaç gündür düşünüyorum ve sana hak vermedim değil. Nerde mutluysan orda kal, benim buna karışmaya hakkım yok. Nerde olsan da en yakın arkadaşım olacağından şüphen olmasın. O gün biraz atarlanıp bağırdım falan ama anlamanı umuyorum. Hala arkadaş mıyız??'' Diye bembeyaz dişleriyle sırıttığında ben de daha fazla uzatmayıp bu saçmalığa son vermek istedim.

  ''Tabii arkadaşız şapşiro. Sorduğun da soru mu? '' Dedim şakayla karışık bir şekilde. Özür dileme ve affetme faslını bitirdiğimizde onlara bugün olanların kısa bir özetini geçtim.

   Bade ''Helal kızıma be!!'' Deyip sırtımı sıvazlarken  Beste onu bu kadar kolay silebileceğimden çok şüpheliydi. Bense onu unutmaya kendimi fazlasıyla şartlandırmıştım.

   Sahi onu kısa sürede unutmayı başarıp, yarattığı boşluğu doldurmak düşündüğüm gibi kolay mi olacaktı, yoksa tahmin ettiğimden zor ve acı verici mi?

   Sanırım bunun tek cevabını zaman gösterecekti.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Oct 07, 2014 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

YANIBAŞIMDAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin