İKİNCİ BÖLÜM

7K 796 154
                                    

Beni instagramda takip etmeden geçmeyinnn ---- tug.cesrgl----

Zihnim tam olarak uyanmadan baş ağrısı dalga dalga yayılıyordu. Migren ataklarımda bile böyle ağrı çekmiyordum. Başımın bu kadar ağrımasının sebebini düşünmeye çalıştım. Zihnimde merdivenden düştüğüm an puslu da olsa canlandı. Metroya girerken Emre Mert ve Sibel'i görmüş sonra dengemi kaybetmiştim. Ruhumun canını yaktıkları yetmiyormuş gibi bir de fiziksel olarak canımı yakmışlardı.

Bedenimi kımıldatmaya çalıştığımda örtülerin hışırtısı kulaklarıma ulaştı. Aldığım derin nefeste tam olarak nereden geldiğini bilmediğim kokuları aldım. Sonra zihnimde birkaç kelime canlandı.

Bal mumu, gül esansı ve ahşap cilasının o geniz yakan kokusu.

Bunlar hastaneye ait kokular değildi. Baş ağrımı yok saymaya çalışarak gözlerimi aralamaya çalıştım. Sanki çapaklanmış gibi zorlansa da sonunda göz kapaklarımı araladım ve tuhaf bir tavanla karşılaştım. Tuhaftı çünkü ne evimdeki ne de hastanedeki tavanlara benziyordu. Onun yerine çiçek ve küçük meleklerin resmedildiği bir tavan vardı. Işık çok az olduğu için resmin tamamını göremiyordu.

En önemlisi avize olması gereken nokta boştu.

Gözlerimi kısıp dikkatimi toparlamamda zorluk yaratan ağrının şiddetlendiğini hissettim. İnleyerek elimi başıma uzattığımda parmak uçlarım sargının sert yapısına sürtündü. Aldığım darbe yüzünden başımda yara açılmış olabilirdi.

Bir şeyler tuhaftı ve ben bunun ne olduğunu anlamak için kendimi toparlamalıydım. Avuçlarımı örgü battaniyeye bastırıp yataktan doğrulmaya çalıştığımda başımdaki basıncın değişmesi ağrısının sert bir dalga gibi vurmasına neden oldu. Yine de vazgeçmeden yatakta doğruldum. Gözlerimi sımsıkı kapatarak yastıklara yaslandım. Soluklarım sakinleşirken gözlerimi yeniden açtım.

Gördüklerim midemin ters takla atmasına neden oldu.

Daha önce bir kere bile görmediğim bir odanın içindeydim. Odanın içinde yanan iki mum ve şömine sayesinde azda olsa odaya bakabiliyordum.

Bir dakika şömine mi?

Artık baş ağrımın bir önemi kalmamıştı. Panik ağrıyı bastıracak kadar güçlüydü. Sadece bilmediğim bir odada değil bilmediğim bir zamanda sıkışıp kalmış gibiydim. Hangi yere baksam zihnimde bana ait olmayan anılar vardı. İlerideki tuvalet masasında sayısız kez saçlarımı yaptığımı hatırlıyordum. Kalın perdelerin kapattığı camın yanında duran yazı masasında bazen güldüren bazen ağlatan mektupların anısı vardı. Zihnimde anılar bir yazıya şaşı bakıldığında olduğu gibi ikiye ayrılıyor gibiydi.

Bir tarafta Eda Atasever olarak ben, 2020 yılında otuz iki yaşımdaydım.

Zihnimin diğer tarafında ise ben Helen Anne Mercer olarak 1824 yılının İngiltere'sinde yirmi beş yaşındaydım.

Bu nasıl mümkün olabilirdi?

Baş ağrıma mide bulantım da eşlik ediyordu artık. Öğürme isteğini görmezden gelmeye çalışarak gri kalın ipten örülmüş battaniyeyi ve yünle doldurulmuş ağır yorganı üzerimden attım. Üzerimde boğazıma kadar örtülü beyaz bir gecelik vardı. Ellerim ellerime baktığımda mürekkep lekeleri ile kaplı olduğunu gördüm. Titriyorlardı çünkü aklım gördüklerimi algılamakta zorlanıyordu.

Falcının dediklerini düşündüm. Geçmişimde olanı düzeltmek isteyip istemediğini sormuştu. Onun böyle bir şeyi yapmaya gücü olabilir miydi? Bunların gerçek olduğunu düşünmüyordum. Metro merdivenlerinden düştükten sonra komaya girip aynı konulu film ve kitaplarda olduğu gibi bilinçaltımın bir köşesinde yaşıyor olabilirdim.

Dük ile Beş ÇayıWhere stories live. Discover now