LÜTUF

130 43 5
                                    

Gecenin karanlığında, şehvetle avını bekleyen yaratıkların olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Bu yaratıklar, insanların en karanlık korkularını, en mahrem anılarını biliyorlar. İşte bu yüzden, seninle olan bu bağ, beni dahi derinden etkiliyor.

Evet, farklıyız; kanımızdaki soğukluktan, gözbebeklerimizin derinliklerine kadar. Ancak senin cinnia ile olan bu dostluğun, bana nefesimi kesen, soğuk bir rüzgâr gibi geliyor. Sen onu tam olarak bilmiyorsun, ama o, senin ruhunu okuyor, damarlarında akan kanın sıcaklığını hissediyor. Senin kâbuslarını, en karanlık arzularını ve korkularını biliyor. Ancak sen, onun sana göstermek istediği maskeyi görüyorsun; bu, en korkunç oyunların oynandığı bir sahne.

Karanlık, derin bir kuyuda, onunla kurduğun bu bağ, seni içine çekiyor. Onun varlığı, seni saran bir zehir gibi; her gece, karanlıkta fısıldadığı kelimelerle zihnini ele geçiriyor, ruhunu tutsak alıyor. Ve bilmelisin ki, bu dünyada, karanlığın altında, hayal edemeyeceğin canavarlar dolaşıyor. Çünkü bu hayatta, bilinmeyenin, korkunç olanın derinliklerinde, her şey mümkündür... Ve sen, bu karanlıkta kaybolmuş gibi ..

Dedemin yüz ifadesinin neden böyle tedirgin olduğunu görmemek mümkün değildi. "Belki de eski köy hikâyelerinden birini hatırlamıştır," diye düşündüm. Babaannemin sıcacık gülümsemesiyle evin içine adım attım. Kapıdan içeri girdiğimde, babaannemin mutfağından yayılan taptaze yemek kokuları burnumu okşadı. Yüzümde bir gülümseme belirdi. O lezzetler, çok özlenmişti.

Akşam yemeğinden sonra, ben balkona çıktım. Hava, mis gibi temizdi. Ancak, balkonda oturduğum yerden köyün biraz ilerisindeki ormana baktığımda bir tuhaflık hissettim. Özellikle gün batımının o turuncu ışığı altında orman daha da gizemli gözüküyordu. Derin bir nefes alıp ormana doğru baktım ve tam o anda, sert bir rüzgâr ormandan esmeye başladı. Ormandan gelen bu sert rüzgârın içinde, kırmızı gözlü bir varlık belirdi. Gözlerimi kırpıştırdım. Gözlerim beni yanıltıyor olmalıydı. Ancak o sırada, bir şey ya da biri, ağaçların arasından belirdi ve rüzgârla birlikte ormanın içinde kayboldu.

Birden bir serinlik hissettim. Bu, sıradan bir rüzgâr değildi. Bu, adını koyamadığım, eski bir enerjiyi taşıyan bir rüzgârdı. Daha sonra, babaannemin sıcacık sesiyle irkildim. Yemek sonrası çayını getirdi ve yanıma oturdu. Ancak, onun yüzündeki o endişeli ifade, rahatlatıcı olmaktan çok uzaktı.

Gecenin ilerleyen saatlerinde odama çekildim ve başımdan geçenleri düşündüm.

Uykuya dalarken, garip bir rüya gördüm. Rüyamda, eski bir tapınaktaydım. Etrafta, doğaüstü varlıkların bulunduğu bir ritüel gerçekleşiyordu. Bu varlıkların gözleri, koyu kırmızıydı ve sadece beni izliyorlardı.

Rüyadan ter içinde uyandım. Odanın içinde bir soğukluk vardı. Pencereden baktığımda, dışarıda sis vardı ve sisi yaran o tuhaf beyaz varlık, oradaydı. Bu varlık, insan şeklindeydi ancak öyle saf ve kusursuz bir beyazdı ki, sanki ay ışığından dokunmuş gibiydi. Yüksek ve ince yapılıydı, hareketlerinde zarif bir dansçının güzellik ve estetiği vardı. Bu varlık sadece dış görünüşüyle değil, ruhsal bir çekiciliğiyle de dikkatimi çekiyordu. Ona baktıkça bir huzur dalgası beni kaplıyor, sanki evrenin tüm cevaplarına ulaşmış gibi hissediyordum. Varlığın yüzü, insan yüzüne benziyordu fakat gözleri, derin bir mavilikte yüzüyordu. Gözlerindeki bu mavi, gökyüzüyle denizin birleştiği yerden daha derin ve eşsizdi. Uzun, dalgalı beyaz saçları omuzlarına dökülüyor, hareket ettiğinde etrafa saf bir ışık saçıyordu.

O an dedemin bana anlattığı eski köy hikâyeleri aklıma geldi. Dedem, köyde yaşanmış doğaüstü olaylardan sıkça bahsederdi. Belki de bu, onun anlattığı o hikâyelerden biriydi. Sabah olunca dedemle konuşmalıydım.

Varlığın ruhuma dokunan o sakinliğiyle ve huzurla, uykunun kollarına bıraktım kendimi. Ve o beni izlerken, daha önce hiç uyumadığım gibi derin bir uykuya daldım. Ancak, uykunun kollarında, o doğaüstü varlığın mavisiyle dolu gözleri, ruhumu izlemeye devam ediyordu.

Güneşin ilk ışıkları pencereden içeri sızarken gözlerimi araladım. Uykudan uyanmanın verdiği hafif sersemlikle etrafa bakındım. Rüyam hala zihnimde canlıydı; o beyaz varlığın mavilikte yüzüyen gözleri, derin bakışları... Hemen yataktan kalktım, dün geceyi ve rüyamı hemen dedeme anlatmalıydım.

Dedemi oturma odasında, eski bir kitap okurken buldum. "Dede," dedim heyecanla, "dün gece olanları ve rüyamı sana anlatmalıyım." Dedem bana şaşkın şaşkın baktı, kitabını kenara bıraktı ve "Tabii kızım, anlat bakalım," dedi.

Tüm ayrıntılarıyla geceyi ve rüyamı dedeme anlattım. O tuhaf beyaz varlığın güzellik ve huzur veren varlığını, mavilikte yüzen gözlerini... Dedem bir süre düşündü. "Lidya," dedi, "belki de sen, bana anlattığım hikâyelerin etkisinde kalmışsındır. Rüyalar bazen gerçeklikle karışabilir. Fakat endişelenme, burası köy ve bazen doğa bize mistik deneyimler yaşatabilir."

Bunu duyduğumda biraz rahatladım. Ancak içimde bir yerlerde bu rüyanın bir anlamı olduğuna dair bir his vardı. Dedem elini omzuma koydu, "Hadi gel, kahvaltı yapalım," dedi nazik bir tonla.

Dedemle beraber kahvaltı masasına oturduk. Babaannemin hazırladığı enfes kahvaltı, dün gece yaşadığım tüm tuhaf olayları bir anlığına unutturdu. Sıcak bir çayın eşlik ettiği kahvaltı sonrası, dedem "Kızım," dedi, "belki de uzun süredir göremediğin köyümüzü gezelim. Hava da güzel, hem kafan dağılır."

Bu öneri hoşuma gitmişti. Dedemle beraber köyün sokaklarında dolaşmaya başladık. Köydeki her köşe, her taş benim için bir anıydı. Çocukken burada oynadığım yerler, eski dostların evleri... Dedem bana eski hikayeleri anlatarak, köyün tarihini ve mitlerini tazeledi. Günün sonunda, rüyalarımın ve gördüklerimin ne kadar gerçek olduğunu hala bilmiyordum ama dedemin yanında olduğumu bilmek, içimi rahatlatıyordu.

Bu gezinti, bana köydeki güzellikleri ve masumiyeti yeniden hatırlattı. Rüyalarımın ve gördüklerimin anlamını zamanla anlayacağımı biliyordum. Ancak şu an için, dedemle geçirdiğim bu güzel günü sonuna kadar yaşamak istiyordum. Köyde dolaşırken, dedemin eski arkadaşlarından bazılarıyla karşılaştık. Bazıları bize gülümseyerek yaklaştı, sohbet etti ve hürmetlerini sundu. Ancak bazı köylüler bize çekingen ve ürkek bakışlarla yaklaştı, kısık seslerle selamlaşıp hemen yollarına devam ettiler. Bu durumu fark eden dedem, "Köyde bazı insanlar yabancılardan veya köy dışından gelenlerden çekinirler. Onları korkutma ya da rahatsız etme niyetinde değiliz tabii ki, ancak bazen böyle şeyler olabiliyor," diye açıkladı.

Yürüyüşümüze devam ederken, dedem beni köyün bakkalına götürdü. "Buraya gel kızım, sana Taner Amca'yı tanıtayım," dedi. Bakkal dükkânının içinde orta yaşlarında, kır saçlı bir adam bize gülümseyerek yaklaştı. "Lidya, bu benim çocukluk arkadaşım Taner. Eğer bir şeye ihtiyacın olursa, buradan temin edebilirsin," dedem sözlerine devam etti. Taner amca bana elini uzatarak, "Hoş geldin genç hanım. Ne zaman istersen bakkala uğra, sana yardımcı olurum," dedi. Tanıştıktan sonra bakkaldan çıktık ve evimize doğru yola koyulduk.

Eve dönerken, yolun kenarında, göz alıcı siyah tüylere sahip iki kedi bize doğru bakıyordu. Bu kedilerin gözleri o kadar derin ve deliciydi ki, sanki içimizdeki tüm sırları biliyorlardı. Kediler, bizi geçene kadar hiç kıpırdamadan bize bakmaya devam ettiler. İçimde garip bir his uyandı; bu kedilerle ilgili bir şeylerin farklı olduğunu düşünmeye başlamıştım.

Dedem, kedilere bakarak hafifçe kaşlarını çattı ve "Onları daha önce burada görmemiştim," dedi düşünceli bir tonla. "Bu kediler, genellikle belli yerlerde bulunurlar. Özel zamanlarda ve özel yerlerde..."

Lidya, dedesinin bu gizemli sözleri üzerine bir an duraksadı. "Özel zamanlar mı dede? Ne demek istiyorsun?"

Dedem, omzunu silkti, "Bazı şeyler sadece zamanla anlaşılır kızım," dedi gülümseyerek.

Ancak, bu cevapla tatmin olmamıştım. Gece olmadan önce, penceremden dışarıya baktığımda, o iki siyah kedinin evin hemen dışında bana doğru bakarak oturduğunu fark ettm. Onların bu özel zamanlarda ve yerlerde ne aradıklarını merak ediyordum. Ve bu, benim bu köydeki ilk gecem olduğu için rahatsız edici bir his uyandırıyordu.

LidyaWhere stories live. Discover now