1. BÖLÜM: ÖZGÜR DAMLALAR

31 1 0
                                    

 1.BÖLÜM:

Yağmur şiddetini iyice artırmıştı. Damlalar özgür kalmalarını kutluyor gibiydiler. Küçük odasının penceresinden şiddetle yağan yağmurun akışını izliyordu. Yağmur damlaları önce penceresine, sonra birbirlerine sımsıkı sarılıp, aşağı doğru ağır bir şekilde süzülüyorlardı. Onlardan boşalan yeri yeni damlalar alıyordu. 

Sokağın başındaki sokak lambasının loş, turuncuya kaçan göz alıcı ışığı, karanlık odasını aydınlatıyordu. Karanlığı çok sevmesine rağmen bu saf ışık onu rahatsız etmiyordu. Bazı zamanlar saatlerce oturup onu izliyordu. Yine o saatlerden biriydi. Şemsiye ve montlarıyla yağmurdan kaçmaya çalışan insanlar sokakta aceleci adımlarla ilerliyorlardı. Kaldırımların yanlarında yağan şiddetli yağmurdan dolayı küçük gölcükler oluşmuştu. Bir ara gözü o gölcüklerden birine takıldı. Aklına acı ve karamsarlığın hüküm sürdüğü çocukluğu geldi. Yağmuru çocukluğundan beri çok severdi. Normal insanların aksine hem sevdiğini söyleyip hem de şemsiyesiyle çıkmazdı dışarı. O şekilde bir sevgiye de inanmazdı zaten. Bir şeyi hem sevip hem ondan kaçamazdı insan, kaçmamalıydı. Ayağına botlarına giyer, üstünde ince bir kazakla atardı kendini hemen çok sevdiği yağmurun altına. Sırılsıklam olana kadar altında dolaşır, şarkı söyler ve çoğu zaman onda bıraktığı en büyük etki olan, düşünme eylemine koyulurdu. Ellerini iki yana açar, yüzünü gökyüzüne doğru kaldırırdı. O anlarda yüzüne kocaman bir tebessüm yerleşirdi. İçini iliklerine kadar hissettiği bir huzur doldururdu.

Gözü odasını aydınlatan sokak lambasının yorgun ışığına takılmışken, sokaktaki bir ses gözlerini daldığı yerden uzaklaştırmasına, yaşama dair inançlarının yavaşça köreldiği çocukluk zamanlarındaki bir elin beş parmağını geçmeyecek olan huzurlu zamanlarının etkisinden kurtulmasına yol açtı. Uyuyamamanın vermiş olduğu yorgunlukla, ağırlığını taşımakta zorladığı göz kapaklarının himayesindeki gözlerini yavaşça sesin geldiği yöne doğru kaydırdı. Uykuyla içinde bulunduğu savaşı kaybetmeye zorluyordu onu göz kapakları. Belki de kendisi de artık bu savaşın son bulmasını istiyordu. Fakat kafasındaki düşünceler uyumasına şiddetle engel oluyordu. Gözlerini sesin geldiği yere dikti ve neler olduğunu anlamaya çalıştı. Havanın karanlık olması ve yağmurun hâlâ şiddetle yağıyor olması görüş açısını kısıtlıyordu. Yalnızlık dostu, sokak lambasının yorgun ışığı da olmasa hepten bir şey göremeyecekti. Neyse ki odasını aydınlatan o ışık, sesin geldiği yeri az da olsa aydınlatıyordu. 

 Islak kaldırımların üzerinde iki adet siluet gördü. Siluetlerin hareketlerinden ve kulağına gelen rahatsız edici seslerden ikilinin tartışıyor olduğu sonucuna vardı. Seslere iyice odaklanmaya, neden bu iki insanın tartıştığına anlam vermeye çalıştı. Seslerden birinin ince, diğerinin kalın olması ona özgürlüklerini kutlayan masum yağmur damlalarının altındaki bu çiftin, bir kadın ve erkek olduğunu kavrattı. Yaşamış oldukları bir olaydan dolayı kadının fazlaca öfkelendiğini, erkeğinse kadının bu öfkesinin yersiz olduğunu ona inandırmaya çalışarak tartışmaya son vermek istediğini anladı. Kendini tam anlamıyla odakladığı anda küçük, karanlık odasının kapısının tıklatıldığını duydu. Meraklı bakışlarını tartışan ikiliden alarak ince bedenini ve yorgunluktan kızarmış gözlerini odasının ahşap kapısına çevirdi. Cılız bir ses çıktı içtiği sigaradan morarmış olan dudaklarından 'Gir.'

Yağmurdan buğulanmış olan penceresinin önünden kapının yavaşça açılışını izledi. Kapı ağır ağır açılırken, eskimiş ve artık yağlanması gereken menteşelerinin gıcırdadığını duydu. Yarıya kadar açıldı kapı ve menteşeler gıcırdamayı kesti. Odanın içine ürkek bir baş uzandı. Tedirgin bakışlarla odaya göz gezdirdikten sonra pencerenin önünde durup meraklı gözlerle kendisine bakan oğlunu gördü. Sorularla dolu bakışlarına bir an önce cevap vermek istediğinden 'Kahve yaptım sana, sevdiğinden.' dedi odadaki sessizliğe bir an evvel son vermek isteyerek. Bu cümlelerin ağzından döküldüğü kişi, hayatın hiçbir zaman yüzüne gülmediği, gerek ailesi tarafından, gerek -kendisinin hayatındaki en büyük şansızlığı olarak gördüğü ve tam olarak nasıl bir görünüme sahip olduğunu dahi bilmediği, daha çocukken bütün yükü annesinin omuzlarına bırakıp deyim yerindeyse bir korkak gibi bırakıp kaçan babası- kocası tarafından hiçbir zaman saygı görmemiş ve yaşadığı bunca kötü anlara, zamanlara rağmen hissettiği acılara sadece susmak zorunda kalmış olan annesiydi. Hayatında en fazla saygı duyduğu insandı bu kadın, aynı zamanda en sevdiği. Sevmek ve sevilmek olarak adlandırılan, insanı hem uçurumdan alabilen hem de uçuruma son sürat sürükleyen bu iki hissi saf bir şekilde, çıkarsız, beklentisiz, karşılıksız görebildiği tek insandı. Zihninde bulunan, bütün hevesini, isteğini, arzusunu, aşkını, beklentilerini ve amaçlarını içine çeken, tıpkı bir karadelik gibi içine çektiği şeylerin nereye gittiğine, bu deliğin nerede son bulduğuna dair hiçbir bilginin bulunmadığı bir boşluk bütün bu duygularını, hislerini içine çekip, yok ederken, bu boşlukla savaşan tek kişinin annesi olduğunun bilincindeydi. Annesine duyduğu saygı, kendisine, hayatına duyduğu saygıdan katbekat daha fazlaydı. İçindeki boşluk, ruhunda hâlâ var olan tek isteğini -yaşama isteği- içine çekmeye çalışırken, bu eyleme karşı koymasını sağlayan en büyük hatta tek etkendi annesi.

Yarıya kadar açılmış olan kapının arasından uzanan annesinin başını, ürkek bakışlarını fark edince, rahatlaması adına zorla da olsa yüzüne yalandan bir gülümseme yerleştirdi. Bu gülümseme zaten kısık olan gözlerinin iyice kısılmasına, karşısındaki insanın 'neden gözleri kapalı bir şekilde gülüyor?' sorusunu aklına getirebilecek düzeydeydi. Saygı ve sevgide hiçbir zaman kusur etmediği, en azından etmek istemediği bu kadını daha da rahatlatmak için morarmış dudaklarını aralayarak, sözlerin büyük dudaklarından düşmesine izin verdi. 'Teşekkür ederim, annecim.'

Tam olarak kaç dakika ya da kaç saattir durduğunu bilmediği fakat uzun bir süre olduğunu tahmin ettiği, penceresinin önünden odasının ahşap, eski kapısının yanına doğru birkaç adım atarak, yılların getirdiği yıpranmışlıkla saçlarına aklar düşmüş annesinin yanına yaklaştı. Sigara içmekten sararmış olan parmaklarıyla annesinin kendisine doğru uzatmış olduğu kupanın kulpundan yakaladı. Burnuna, yağmur yağdığında her yeri kaplayan, kusursuz bir toprak kokusunu andıran bir koku yayıldı. Bu koku, öğütülmüş kahve çekirdekleriyle, sıcak bir bardak suyun birleşiminden meydana gelen, harikulade kahvenin kokusuydu. Suyun hâlâ çok sıcak olduğunu, bardağın üstüne doğru bir bulut edasıyla yükselen, dağınık, bir an önce bardağın içinden kaçmaya çalıştıklarını düşündüğü buharlardan anladı. Uzun bir süredir, bu küçük, çoğu zaman karanlık, kitapların ve kahve kokusunun esiri olmuş bu odadan çıkmadığını fark etti. Gününün tümünü bu odada, her daim yanında olan, onu anlayan, onunla iletişim kuran, öğüt veren, bazen kızdıran bazen de güldüren, sayısını bilmediği fakat erinçli kokusunun bütün odasını doldurduğu, körpe kitaplarını okuyarak, onları anlamaya, hayatına yön verecek olan mesajları bir bir özümsemeye çalışarak geçiriyordu. Onun zayıflıktan olduğunu düşündüğü, annesinin ise daha 2 yaşındayken onu ve annesini terk edip kaçan korkak babasından aldığını düşündüğü kemikli ve damarları belirgin olan ellerindeki kupayı sıkıca kavrayarak, yüzündeki samimi olmayan fakat annesinin düşünceli davranışından dolayı gerçekten samimi olmasını istediği gülümsemeyi sürdürerek, annesinin kırışıklıklar düşmüş, zayıflamış yanağına bir buse kondurdu.

Eline almış olduğu kahvesiyle, annesini uğurladıktan sonra kitapların, küçük bir kütüphane oluşturduğu masasının başına oturdu. Yağmur şiddetini azaltmıştı. Dışarıdaki sesler de kaybolmuştu. Elindeki bardağı, dökülmemesine özen göstererek yavaşça masasına bıraktı. Gözleriyle okumakta olduğu, üst üste dizilmiş olan sayfaları hafiften sararmaya başlamış kitapları taradı. Ellerini uzattı ve aralarından bir tanesini çekip çıkardı. Gözlerindeki ağrı şiddetini koruyor hatta zaman zaman büyük ataklarla artıyordu. Ona rağmen uyuyamayacağını biliyordu. Bu yüzden kitap okumanın ne kadar gözlerindeki ağrıyı artıracağını bilse de şu an yapabileceği en iyi şeyin o olduğunun farkındaydı.

Saat gece yarısını geçmişti. Birkaç saat içinde güneş doğacaktı. Kahvesi çoktan bitmişti. Kül tablasındaki izmaritler kendilerine yer bulamadığından üst üste çıkmaya başlamışlardı. Kitabın sonuna gelmişti. Gözünün karşı konulamaz ağrısına bir de belinin ağrısı eklenmişti. İstemeyerek de olsa çok az kalmış olan kitabını almış olduğu kitap yığınının üstüne bıraktı. Oturduğu sandalyesinden yavaşça doğruldu ve kendisini yumuşak yatağına yüzükoyun bir şekilde bıraktı.

You've reached the end of published parts.

⏰ Last updated: Dec 29, 2021 ⏰

Add this story to your Library to get notified about new parts!

SARARMIŞ SAYFALARWhere stories live. Discover now