DARK MOON

Av __Whisper__

138K 13.2K 4.9K

Belki de gerçek olan şey rüyalarımızdır... Ve bazen uzun süren bir sessizlik milyonlarca kelimeden daha fazla... Mer

1- Kasırga ve Serpinti
2- Kabuslarla Dolu Karanlık Gökyüzü
3- Karanlık Kabusun Duvarları
4- Duvarların Ardında Süzülen Boşluk
5- Boşluktan Süzülen Işık
6- Işığın Griye Uzanışı
7- Geri Çekilen Bulutların Ardından Gelen Aydınlık
8- Siyah Boşlukta Asılan Milyonlarca Parıltılı İhtimal
9- Parıltılı İhtimallerin Arasından Sıyrılan Gerçeklikler
10- Fırtınalı Okyanusun Gri Dalgaları
11- Tozlu Sarı Sayfalar ve Ölü Yaprakların Evi
12- Siyah Perdenin Ardındaki Gözyaşları
13- Buzla Kaplı Görünmeyen Gerçekler
14- Geçmişin Karanlık Gölgesi
15- Gece Yarısı Kabusu
16- Rüyanın Gerçekliğe Uzanan İzleri
17- Rüya ve Gerçekliğin Arasında Yok Olan Sınırlar
18- Planda Olmayan Uzun Bir Yolculuk
19- Beklenmedik Anda Bastıran Şiddetli Sağanağa Tutulan Serpinti
20- Karanlığın Keskin Pençesi
21- Sınırların Ötesinde Sonsuzluğa Uzanmak
22- Ateşten Daha Parlak ve Geceden Daha Sonsuz
23- Küçük Bir Şişe Turkuaz ve Gri
24- Sonsuz Dalgaların Arasında Kaybolan ve Geri Gelen Umutlar
25- İskelenin ve Dünyanın Sonunda
26- Yıldızlardan Çok Uzaktaki Okyanusun Dibi
27- Gökteki Yıldızlar ve Yeryüzüne Düşen Yağmur Damlaları
28- Kırmızı Akçaağaç Yapraklarının Altındaki Gece Siyahı Saçlı Çocuk
29- Hiçlikten Gelen Piyano Melodisi ve Belirsiz Yansımadaki Gümüş Kanatlar
30- Gri Okyanusun Ortasında Aniden Patlak Veren Amansız Fırtına
31- Rüya Vadisi
🌕🌕 12 Şubat 🌕🌕
32- Gece Yarısında Parıldayan Ay ve En Karanlık Korkularla Örtülü Gökyüzü
33- Sonsuzluğa Uzanan Uçurum ve Rüzgar Saklambacı
34- Kelimelerin Söyleyemedikleri
35- Fırtına Öncesi Sessizlikte Asılı Kalan Gri Bulutlar
36- Rüzgara Kapılıp Savrulan Hisler
37- Parlak Yıldızların Altında Hüzünlü Bir Veda
38- Jolene
39- Sonuncu Evre, Dolunayın Kayboluşu
40- Geçmişin Rüyada Dirilen Hayaleti
41- Zamanın Değiştiremedikleri
☾ EFRAIN BLAKE ☽ (1)
42- Beyaz Kar Tanelerinin Altında Açılan Yeni Bir Sayfa
☾ EFRAIN BLAKE ☽ (2)
43- Sessizliğin Melodisi
44- Kar Sessizliğiyle Gökten Düşen Yıldızlar
45- Gökyüzünün En Güzel Yıldızı
46- Mesafelerin Ötesine Uzanan Dokunuş
47- Beyaz Tavşanı Takip Et
48- Ayın Yörüngesindeki Kelebek
49- Yeni Ayın Gölgesi
50- Yıldız Tozundan Yapılmış Düşler
51- Sanırım Aşk Bu, Rol Yapamıyorum
52- Mavi Sessizliğin Dokunduğu Ruh
53- Aydınlığa Kavuşan Gökyüzünde Beliren Karartı
54- Gerçek Arkadaşlar
55- Kırık Camın Ardından Süzülen Karanlık Gece
56- Okyanus Kenarında Deniz Kabuklarıyla Kıyıya Vurmuş Bir Masal
57- Ayın Melodisi
58- "Can't Take My Eyes Off You"
59- Bahar Balosu
🌕🌕 Teşekkürler 🌕🌕
🌕🌕 Playlist 🌕🌕

60- Yıldız Yağmuru (Final)

732 91 77
Av __Whisper__

Bulutların üstünde nefes almak.

Hayatımın son dönemini bir cümlede özetleyecek olsaydım sanırım bunu seçerdim; ayaklarımın yere basmadığı kesindi, ama bundan dolayı tedirgin değildim, aksine ilk kez nefes aldığımı hissediyordum. Hem uykularımı hem de uyanık olduğum zamanları iple çekiyordum, hayatımın her saniyesinden heyecan duyuyordum ve bir şeyler ters gidecek endişesini üstümden atmayı da öğrenmiştim.

Doktorum ilaçlarımı kesmişti ve iki haftadır gayet iyi idare ediyordum, psikolog seanslarım hala devam ediyordu tabii. İlaçlar olmadan yaşamaya alışmak önce garip hissettirmişti, arada paniğe kapılıyor ve kaybolacak gibi hissediyordum, fakat sendelediğimde Efrain daima elimi tutmak için oradaydı; yanımdaydı. İki haftadır her gün birlikte geçireceğimiz ve kafamı meşgul tutacağım şekilde günleri planlayıp sabahın köründe elinde hazırladığı kahvaltılıklarla kapımda beliriyordu. Babam ilk başta durumu biraz garipseyip korumacı bir tavır takınsa da birkaç güne kalmadan Efrain'e benden bile çok alışmıştı, hatta Efrain bazen bana kahvaltı hazırlarken onun sevdiği şeylerden de yapıp getiriyordu. Bazı günler babam, Alan, Efrain ve ben birlikte kahvaltı ediyorduk, gece Efrain beni eve bıraktığında ben içeri girene kadar izliyordu ve bu davranışıyla kesinlikle babamın takdirini kazanmıştı. Tabii sonra camdan içeri odama girdiğini bilseydi takdir etmeye devam eder miydi bilemiyordum...

Ancak yapabileceği bir şey yoktu çünkü delicesine aşık olduğum çocukla rüyalarımda bile birlikteydim.

Her gece rüyalarımın artık evim diyebileceğim kadar tanıdık atmosferinde, iskelenin kenarında bekliyordum. Ay her zamanki gibi göz kamaştırıcıydı, hava biraz serindi, lacivert dalgalar ve beyaz kumlar ay ışığıyla gümüş bir renge bürünüyordu, yıldızların hepsi ihtişamla dizilmişti. Tam arkamda, ağaçların arasında gri ve turkuaz renkte birbirine karışmadan yan yana akan iki şelale vardı. Rüyalarımdaki gerçekliği seviyordum. İlk başta dünyayla alakası olmadığı için garip büyüklükteki ay, gümüş dalları olan ağaçlar ve ışıltılı çakıl taşları beni korkutsa da artık buradan daha güvende hissettiğim bir yer yoktu.

Dalgaların sesiyle gözlerimi kapatıp tuzlu okyanus kokusunu içime çektiğim sırada tanıdık bir koku duyarak gülümsedim. Kalbim anında göğüs kafesimin içinde çaresizce çırpınmaya başladı, nasıl hala böyle hissediyordum en ufak bir fikrim yoktu, fakat ne kadar süre geçerse geçsin Efrain'le olmanın heyecanına alışamıyordum. Birkaç saniye sonra belimin etrafına dolanan sıcak kolları, omzuma yasladığı çenesi ve yanağımı okşayan yumuşacık saçları hızlı çarpmaktan iflas etmek üzere olan kalbime hiç yardımcı olmuyordu. "Seni özledim," diye mırıldandı dudaklarını kulağıma yaklaştırarak.

Kendimi ona bırakarak ellerimle kollarını tuttum, kalbinin düzensiz ritmini sırtımda hissediyordum. Eliyle yüzümü yana çevirerek beni öptüğünde iskelenin kenarına çarpıp yukarı sıçrayan su damlaları tenime değerek daha çok ürpermeme neden oldu.

"Sakın gözlerini açma," dedi dudaklarını çekmeden.

"Neden?" diye sordum sesimi zar zor bulmayı başardıktan sonra.

"Şimdi sadece sana dediğim şeyi düşünmeni istiyorum."

Gözlerimi açıp yüzünü görme isteğiyle savaşarak kafamı aşağı yukarı sallayıp bekledim, ancak hiçbir şey söylemiyordu. "Hiçbir şey dem-"

Derken bir şey söylemesine gerek kalmadan sanki zihinlerimiz birbirine bağlanmış gibi kafamın içinde bir imge belirdi. Bulutlar. Pamuk kadar yumuşak ve pürüzsüz gözüken, bembeyaz, kocaman bulutlar... Bir an zemin ayağımın altından kayıyormuş gibi hissederek Efrain'in kollarını daha sıkı tutup sırtımı iyice ona yasladım.

"Gözlerini aç." Kulağımın yanında belli belirsiz güldüğünü duydum.

Gözlerimi açtığımda önce şaşkınlıktan sonra panikten kendimi kaybedecektim. Bunun yalnızca bir rüya olduğunu biliyordum, ama resmen bulutların üstünde duruyorduk. Fiziksel olarak normalde imkansız olsa da bacaklarıma değen bulutların ipeksi bir dokusu vardı. Şu an küçük çocukların hayal ettiği alternatif bir gerçekliğe ışınlanmış gibiydik, bulutların katı olmadığını ve üzerlerinde durmanın imkansız olduğunu bilecek yaşta olsam da bir an kendimi kaptırmadan edemedim.

"Bu... inanılmaz..." diyebildim hayranlıkla etrafa bakınırken.

"Burada özgürüz, nerede istersek orada olabiliriz."

"Hep bulutların üzerinde olmak istemiştim!" dedim heyecanlı küçük bir çocuk gibi yerimde zıplama isteğine karşı koyarken.

Nazikçe kolumdan tutup beni kendine çevirdi. "Biliyorum," derken yüzünde ciddi bir ifade olsa da dudağının kenarı muzip bir gülümsemeyle yukarı doğru kıvrıldı. Yüzünü bana biraz yaklaştırdı. "Bulutların üzerinde evlenme hayalinin olduğunu duydum." Sesindeki gülümseme benim de gülmeme neden olsa da utançla kızararak, "Alan!" dedim. "O söyledi, değil mi?" Onu öldürecektim, hatta uyanır uyanmaz ilk işim buydu.

"Çocukken öyleydi, yani tabii ki artık öyle hayallerim falan yok," dedim savunmaya geçerek. Vardı.

"Neden ki?" dedi masumca. "Bence çok sevimli." Duraksadı. "Hem... gerçek olmayacağını nereden biliyorsun ki?" İşte şimdi gerçekten dengemi kaybedip gökyüzünden aşağı düşecektim.

Şaşkınlıktan bir karış açılmış ağzımla herhangi bir kelime bulmaya çalışarak ona bakarken, "İkimiz için imkansız diye bir şey olmadığını biliyorsun, değil mi?" diye sordu parmağıyla nazikçe yüzümü okşarken. "En çocuksu, en saçma hayallerini bile gerçekleştirmek istiyorum." Kararlılıkla yüzüme baktı. "Hepsini."

"Efrain..." diyebildim beceriksizce, ağlamanın eşiğindeydim.

"Bir şey söyleme," diyerek beni kendine çekip sarıldığında rahatladım çünkü ne kadar düşünürsem düşüneyim doğru cümleleri bulamayacaktım. "Hiçbir şey söyleme, sadece hep burada ol, yanımda ol. Varlığınla bana her şeyin mümkün olduğunu hissettiriyorsun, hayatımda hiç olmadığı kadar güçlü hissediyorum." Tek yapabildiğim ona sıkıca sarılmaktı. Bunları söylerken onun bana ne kadar güçlü hissettirdiğini bildiğini sanmıyordum, ya da varlığının burada bulutların üstünde durmaktan bile daha gerçekdışı olduğunu...

***

Ertesi gece rüyamda yine iskelenin kıyısında oturuyorduk, bacaklarımı aşağı sarkıtmıştım ve su ayak bileklerime kadar geliyordu. Bir yandan da sabırsızca kıyıya bağlı sandalın halatını çekiştirip duruyordum, sandalın içinde sadece rüyada gördüğüm çeşitli çiçekler vardı, minik bir bahçe gibiydi.

Efrain kocaman boş bir dünya haritası getirmişti, -yani teknik olarak hayal gücüyle yaratmıştı- yarın çıkacağımız yolculuk için rotamızı belirlememizi istiyordu. Önümüzde kocaman bir üç ay vardı, ilk kez yaz için böylesine heyecanlıydım. Normalde yaz demek benim için odamda oksijensizlikten ölmeyi umarak saklanmak demekti. Yapılan tatil planları, artan sosyallik, kalabalık yaz akşamları, son dakika tatil planları, özgüvenimi yerle bir eden yazlık kıyafetler, sevimsiz akraba ziyaretleri, tatil için gidilen yerlerdeki nefes aldırmayan boğucu sıcak hava, güneş yanıkları... Hiçbirinden eser yoktu. İlk kez özgürdüm ve ilk kez yazı gerçekten yaşayacaktım.

Üç gün önce Alan takım arkadaşlarıyla yaz kampına gitmişti, etraftaki herkes birer birer tatile gidiyordu, babam yaz iznine ayrılmak üzereydi ve yaz boyunca anneme terapiste gitme konusunda yardımcı olacaktı. Ben de bu bahaneyle aradan sıyrılmak istediğimde Efrain'in kaçış planı çoktan hazırdı bile, fakat böylesine plansız ve uzun süreli bir gezi tasarlamıyordum, bu da daha çok heyecanlanmama neden oluyordu.

İlk durağımız Avustralya olacaktı, sadece bundan emindik, ama sonrası için önümüzde kocaman bir dünya haritası vardı. Bomboştu ve istediğimiz her yere gitmekte özgürdük. Bembeyaz kağıdı rengarenk boyamak, her tarafını işaretlemek, sonbaharda Kanada'ya geri dönerken üzerine çektiğimiz fotoğrafları asmak istiyordum.

"Nereye gitsek bilmiyorum ki..." dedim en sevdiği çikolatayı market rafında gören çocuk gibi haritaya bakarken.

Efrain omzuma düşen saçları geri itti. "Nereye istersen," dedi omuz silkerek, kocaman gülümsüyordu ve bu ana tanıklık ettiğim için kendimi özel hissediyordum. Biblo gibi kusursuz suratı normalde taştan oyulma heykel gibi ifadesiz ve dümdüz olurdu. En sık yaptığı şey yüzündeki başka hiçbir kası oynatmadan tek kaşını ifadesizce kaldırmaktı, ancak yanımda olduğunda her ifadesine şahit olabiliyordum, gerçekdışıydı.

Kalemi elime alıp duraksadım, derin bir nefes alarak kalemin sihirli bir şekilde elimi yönlendirmesini bekledim. Efrain bu halime gülerek omuzlarımdan tuttu ve sırtımı ona çevirdikten sonra eliyle gözlerimi kapadı. "Hadi işaretle."

"Ciddi misin?"

Normalde son dakika planları ve plansız geziler sinirimi bozardı, ama şu anda daha cazip gelen hiçbir şey yoktu. Yalnızca ben, Efrain ve öylesine işaretlediğimiz bir dünya haritası.

"Fazlasıyla ciddiyim." Ben kararsız bir şekilde kalemi tutarken cesaret verircesine omuzlarımı hafifçe sıktı.

Tereddütle kalemi kağıt üzerindeki bir noktaya bastırdım, bir anda bundan sonraki kaderimi belirliyormuş gibi heyecan yapmıştım. Efrain gözlerimi açtıktan sonra eğilip kağıda bakarken omzuma bir öpücük bıraktı. "Güzel seçim."

İskoçya'nın üzerinde beceriksizce çizdiğim çarpı işareti vardı, istemsizce kafamda Efrain ve beni zamanda geri götürüp geleneksel İskoç kıyafetleriyle masalsı sokaklarda gezdirdim. Aptal bir gülümsemeyle boşluğa bakarken nasıl olduysa Efrain ne düşündüğümü anlamış olacak ki, "Rüyalarımızda bunu da yapabiliriz," dedi ve uzanıp kalemi aldı. Birlikte bir sürü yeri işaretledik, bir yandan gülüyorduk, bir yandan da çizdiğimiz noktaları rota oluşturacak şekilde yol yapmaya çalışıyorduk.

Eğri büğrü çizgilere bakarken gülümsedim. "Bu kadar yere gidebilecek miyiz cidden?" diye sordum kafamı kaldırıp ona bakarken.

Elimden haritayı ve kalemi yavaşça alıp kenara bıraktı, beni tutup kendine doğru çekti ve gözlerimin içine bakarak yüzümü ellerinin arasına aldı. "Belki evet, belki hayır," dedi yumuşak bir sesle. Yüzüme dokunduğunda parmakları o farkında bile olmadan tenimi okşuyordu ve her defasında nefes almayı kendime hatırlatmak zorunda kalıyordum. 

"Ama bildiğim bir şey var." Dizleri dizlerime değiyordu, iskelenin ucunda oturuyorduk, dalgalar kenara vurdukça yıldızların yansıması suyun yüzeyinde dans ediyordu. "Bu yaz hepsine gidemesek bile bir gün bu haritanın tümünü doldurmuş olacağız." Dudaklarımızın değeceği kadar yaklaştı. "Birlikte." Bir eliyle yüzümü tutmaya devam ederken diğer eliyle elimi tuttu, elim onun uzun parmakları arasında kayboldu. "Tıpkı şimdi olduğu gibi elini tutuyorken." Kirpikleri elmacık kemiklerime değiyordu, beynim sürekli nefes almam gerektiğini bana hatırlatıp duruyordu, elimi bırakmadan kalbinin üzerine götürdü; en az benim kalbim kadar düzensiz atıyordu. "Bir sürü gündoğumu ve günbatımı göreceğiz, gece yıldızları izleyeceğiz, yanımda uyuyacaksın ve rüyalarımda seni tekrar kollarıma alacağım. Bir daha asla yalnız hissetmeyeceksin, Alice."

Gökyüzünde ay öylesine göz alıcı bir şekilde parlıyordu ki bir anlığına gece olduğunu bile unuttum. Burası ikimizin de birbirine en yakın olduğu yerdi, sadece bize aitti. Yıldızlar ve ay bile bize aitti.

Ve bir daha asla ayın karanlık yüzünü görmeyecektim.

***

Bavul hazırlama konusunda bir numara olduğum söylenemezdi, ama hızlıca elime geçen her şeyi küçücük çantaya sığdırmaya çalışırken pek de kötü bir iş çıkarmıyordum. Aralık camdan giren hava haziran ayı olmasına rağmen yeterince sıcak olmasa da Kanada için idare ederdi, en azından artık cam açıkken donmadan hayatta kalmayı başarmak mümkündü. Yarın bu saatlerde uzun uçak yolculuğundan dolayı muhtemelen yorgunluktan bitmiş halde uyuyor olurduk, fakat bir sonraki gün bu saatlerde Byron Bay'de sahil kenarında uzanmış, dalgaların sesini dinleyip kumsalın sıcaklığını hissederken hiçbir şey düşünmüyor olacaktım. Güneye gidiyor olsak ve bu zamanlarda orada kış mevsimi olsa da Kanadalı birisi için hipotermi tehlikesi geçirmediğiniz her saniye sıcaktı.

Kapı tıklatıldığı sırada altı tane pantolon arasında seçim yapmaya çalışıyordum. "Gir."

İçeri girenin kim olduğuna bakmadan -babam olduğunu zaten biliyordum- kafamda tüm pantolonları denemeye devam ettim. "Yardıma ihtiyacın var mı diye sormaya gelmiştim, ama anlaşılan geç kalmışım çünkü odayı savaş alanına çevirmişsin." Babam kapının kenarına yaslanırken kaşlarını havaya kaldırdı.

Tişört karmaşasının içinde kendime yol açmaya çalışarak özür dilercesine ona baktım. "Uçağımız sabah beşte, ama gitmeden hallederim." Telefona uzanıp saate baktım, on olmak üzereydi, üçte yola çıkacağımız düşünülürse odayı toplamak, banyo yapmak ve uyumak için neredeyse hiç zamanım yoktu, stresle önüme düşen saçlarımı geri ittim.

Babam yanıma gelerek alnıma bir öpücük bıraktı. "Sorun değil, böyle kalsın, yarın işten gelince ben toplarım."

Ölmek üzereyken beni kurtarmış gibi bir minnetle ona baktım. "Gerçekten mi?"

Omzumu sıvazladı. "Gerçekten. Hem... seni ilk kez böylesine neşeli ve hayat dolu görüyorum, tatilin tadını çıkarmaya bak, sorun olursa direkt beni haberdar et ve gerisini düşünme."

Çok sık yaptığım bir şey değildi, ancak uzanıp babama sıkıca sarıldım, çok garip bir histi; güvende hissediyordum, fakat bir yandan da yadırgıyordum. Babamla hep kopuk ve yetersiz bir iletişimimiz olmuştu, korktuğumda ya da üzüldüğümde aklıma o gelmiyordu bile, benim için sokaktan geçen herhangi birinden tek farkı aynı çatı altında yaşıyor olmamızdı. Annemse tamamen ayrı bir hikayeydi... Hayatım boyunca beni sevsin diye beklemiştim, hep onun onayına ihtiyaç duymuş, dediği her şeye sessiz kalmıştım. Bunları düşündüğüm sırada farkında olmadan, "Annem iyi olacak mı?" diye sordum.

"Olacak," dedi babam, tekrar küçük kızıymışım gibi sırtımı ve saçlarımı seviyordu. "Ona yardım edeceğim, her şeyi düzelteceğiz, söz. Bir daha ne sen ne de Alan kendinizi aile kaosunun içinde bulacaksınız."

Bir anlık hissettiğim rahatlamayla omuzlarım düştü, ama babam buradaydı; her düştüğümde omuzlarımdan tutup tekrar kaldırmak için yanımdaydı. Gözüme dolan yaşları geri göndermeye çalışırken boğazıma oturan hissi bastırmak için yutkundum. "Eh... bazen bu odadan bile karışık olabiliyoruz," dedim gülmeye çalışarak.

Babam güldü ve kahkahasını ilk kez bu kadar yakından duydum. "Burayı dert etmene gerek yok, Alan kampa giderken odasının ortasına bomba düşmüş gibiydi ve onu bile toplamayı başardım, bana güvenebilirsin."

Babam tekrar odadan çıkıp beni yalnız bırakmadan önce kapıdan dönerek sordu, "Havaalanına bırakmamı istemediğine emin misin?"

"Ah... evet, eminim. Jade ve Hayes bizi götürecekler. Sen uyuyabilirsin, zaten iş için erken kalkman gerekiyor."

Biraz durup düşündükten sonra kafasını salladı. "Pekala, o halde şimdiden iyi yolculuklar. Kalbini kırmadığı sürece Efrain'i seveceğime emin olabilirsin."

Güldüm. "Kırmayacak." Ona duyduğum bu güven beni bile şaşırtıyordu, nasıl oluyordu da ona karşı içimde en ufak şüpheye dahi yer yoktu?

Sanki ondan konuştuğumuzu anlamış gibi telefonumun ekranı aydınlandı.

1 yeni mesaj.

Gönderen: Efrain.

"Çok fazla eşya almaya çalışma, yalnızca küçük bir sırt çantası yeterli, gerisini birlikte hallederiz."

Yeniden işe koyulmadan önce, "Gerisini birlikte hallederiz," diye kendi kendime gülümseyerek tekrarladım.

***

Saat üçe çeyrek varken Jade arabayla bizi götürmeye geldiğinde heyecandan gözümü bile kırpmamıştım. Durmadan çantamın içindeki birkaç parçayı gözden geçiriyor, pasaportumu kontrol ediyor ve önemli bir şey unuttum mu diye kendimi sorguluyordum. Merdivenlerden koşarak indiğimde Hayes, Jade ve Efrain beni bekliyordu, bizi bıraktıktan sonra onlar da arabayla Amerika'ya doğru yola çıkacaklardı. Jenny, Nelson ve Grayson'la dün vedalaşmıştım, Jenny yürütmesi gereken bir kampanya olduğu için bir ay daha buradaydı ve Nelson ona tenis oynamayı öğretecekti. Grayson Kanada'da geçirdiği buz gibi seneden sonra tüm yazı Cameron'la sıcak sahillerde sörf yaparak geçireceğini söylemişti. Caitlin bir hafta önce erkek arkadaşıyla birlikte yazı geçirmek için Japonya'ya gitmişti. Üç aylık yaz tatili herkesin kendi yolunu çizip kendi macerasını yarattığı boş bir defter gibiydi.

"Heyecandan öleceğim!" diye itiraf ettim arabaya doğru yürürken.

"Her halinden belli oluyor," dedi Jade sırıtarak. "Efrain ilk kez silah zoru olmadan tatile çıkıyor ve ben de şaşkınlıktan küçük dilimi yutmak üzereyim, ama haberin olsun gündüz asla denize girmez ve yanında kâğıt renginde bir hayalet gibi saklanır. Bir rivayete göre günde bir şişe güneş kremi bitiriyormuş."

Efrain uzanıp onun özenle yaptığı saçlarını karıştırınca Jade omzuna vurdu. "Tüm güneş kremlerinin içine bronzlaştırıcı yağ koyarım!"

Hayes arabayı kontrol ettiği sırada ben de onunla laflıyordum, uzun bir yolculuğa çıkacakları için arabanın iyi durumda olduğundan emin olmaya çalışıyordu. Arabaya binmeden önce Efrain kolumu tutarak beni durdurdu, elini saçlarıma götürünce ne yaptığını önce anlayamadım. Duş aldıktan sonra saçımı kurutmaya fırsat bulamadığım için ıslak bırakmıştım, kuruması biraz uzun sürüyordu. Kendi üzerindeki kapüşonlu sweatshirt'ü çıkarıp bana giydirdikten sonra kapüşonumu kapattı ve tüm saçlarımın içinde olduğundan emin olduktan sonra alnıma bir öpücük bırakıp benim için kapıyı açtı.

Arka koltukta ebeveynleri tarafından okula götürülen küçük çocuklar gibi otururken Jade arabayı kullanıyordu ve Hayes de hepimizin seveceği bir şarkı bulmaya çalışıyordu. Pasaport ve belgelerimizi bir kez daha kontrol ettikten sonra içimdeki heyecanda en ufak azalma olmasa da uykusuzluk belirtilerini yavaş yavaş göstermeye başlamıştım. Arada gözlerim kapanıp tekrar açılıyordu, arkada çalan şarkının sözlerini içimden tekrarlarken yolu izliyor ve uyanık kalmaya çalışıyordum. Tabii arada kafam öne düşüyordu.

Avustralya Efrain'in daha önce yaşadığı ve bildiği bir yer olduğu için tamamen ona güveniyordum, yine de onunla ilk kez gerçek dünyada başka bir yerde bulunacak olma fikri içimi kıpır kıpır ediyordu.

Ayağımın altındaki sıcak kum tanelerini ve elbisemi uçuşturan ılık rüzgarı düşünürken kafamın bir kez daha öne düşmesiyle Efrain bileğimden beni kendine çekerek başımı omzuna yasladı. Arada gözlerimi açarak Jade ve Hayes'in konuşmasına eşlik ediyordum, Efrain'in kokusu nedenini bilmediğim şekilde onun piyanoda çaldığı melodilerden birini hatırlatıyordu. Kimsenin duyamayacağı bir şekilde onun çaldığı notaları dinliyor gibiydim, bileğimin etrafındaki uzun ve ince parmaklarını piyanonun üzerinde düşündüm. Bana bambaşka bir ülkede, hiç bilmediğimiz bir kıtada piyano çalarken onu hayal ettim. Piyanonun başına oturduğunda her zamankinden daha nefes kesici oluyordu, tuşların üzerinde kendinden emin bir şekilde gezinen kusursuz parmakları, yalnızca yaptığı işe odaklanmış parlak gri gözleri... Bana odaklanmış parlak gri gözleri ve yoğun bakışları...

Hayes ve Jade havaalanına kaç dakikada ulaşacağımız üzerine bir yarışa girmişlerdi, arabanın ön aynasından onlara bakarken gülümsemeden edemedim. Jade'in ilk geldiği zamanı hatırlıyordum, beni alışverişe çıkarmak için zorladığı o günü... Oldukça nazik, tatlı ama ürkek birisiydi; güzelliği göz kamaştırıyordu ve ona baktığınızda hiçbir sorunu olamaz diye düşünüyordunuz çünkü güzel insanlara baktığımızda aklımıza gelen hep bu oluyordu. Ancak ilk başlarda onda eksik olan bir şeyler vardı, tüm o güzelliğinin arkasında ağlamaklı ve korkmuş bir ifade gizliydi. Hayes onu değiştirmişti; hala ilk baştaki Jade gibi büyüleyici bir güzelliği vardı, fakat artık gözlerinin içi de gülüyordu, bakışlarındaki tereddüt ve ağlamaklı ifade tamamen yok olmuştu. Her girdiği ortama neşe saçan minik bir peri kızı gibiydi.

Hayes'i uzun yıllardır tanıyordum, okulun yakışıklı ve popüler çocuğuydu, gerçekten de kızlar onun için ölüp bitiyordu. Fakat klişe şekilde züppe, zorba, kibirli veya bencil birisi değildi. Her zaman hayatımda tanıdığım en nazik ve düşünceli insanlardan biri olmuştu, okulda herkes bana çöpe atılmış bozuk bir eşyaymışım gibi bakarken bile asla onlardan biri olmamıştı. Jade ve ikisi birbiri için yaratılmışlardı sanki, Hayes'i de hayatım boyunca ilk kez böylesine mutlu görüyordum, kahkahası insanın içine işliyordu.

Sürekli kapanıp açılan gözkapaklarımın arasından onları ve yolu izlerken arabanın durmasıyla geldiğimizi anladım. Yol boyunca uyanmaktan korktuğum bir rüyada gibi hissetmiştim. Efrain benim çantamı da kendi çantasıyla birlikte almadan önce Hayes'e sarıldı ve Jade'in saçlarını öperek onu sıkıca kucakladı. İnsanlara duygularını gösterme konusunda çok iyi olmasa da Jade'e verdiği değeri görmemek için kör olmak lazımdı. Onun etrafında duruşu bile Jade'i koruyup kollayan görünmez bir kalkan gibiydi.

Hayes bana sıkıca sarılıp, "İyi eğlenin," dedi. Sonra sadece benim duyabileceğim bir sesle ekledi: "Seni ilk kez böylesine mutlu ve sağlıklı görüyorum, Alice. Mutlu olmak sana gerçekten yakışıyor." Arkadaş canlısı bir tavırla bana kocaman gülümsedi, uykulu olmasam o anda ağlamaya başlayabilirdim.

Jade sanki beni son kez görüyormuş gibi kemiklerimi sızlatacak kadar sıkıca sarılıp tüm uykumu açtı. "Artık iki kardeşim olduğuna öyle seviniyorum ki!"

Hayes Jade'e bakarken sahte bir endişeyle ensesini kaşıdı. "Tekrar tek kardeşin olsun istemiyorsan dikkat et, kıza biraz daha sıkı sarılırsan nefessizlikten ölecek..."

"Ah... kusura bakma." Jade koala gibi bana sardığı kollarını biraz gevşetti. "Elimde değil, cidden Efrain'in hayatında olduğun için her gün daha fazla mutlu oluyorum. Bana her gün fotoğraf atmayı unutmayın, eylül ayında buraya döndüğünüzde ikinize de öyle sıkı sarılacağım ki kemikleriniz konusunda bir garanti veremiyorum..."

"Size de iyi eğlenceler," dedim hüzün ve mutluluk aynı anda içimi kaplarken. "Sizi çok özleyeceğim. Şimdiden eylül gelsin istiyorum."

"Ah... o kadar da değil, biraz tatilin tadını çıkaralım." Jade sırıttı. "Şu suratsızı görmeden birkaç ay geçirecek olmak biraz tuhaf gerçi ama..." Efrain'in koluna vurdu.

Vedalaştıktan sonra onlar arabayla uzaklaşırken bir filmin son sahnesini izler gibi onlara baktık. Efrain kolunu omzuma atmıştı, saat üç buçuğu biraz geçiyordu, havada yeniay vardı. Sonra Efrain elimi tuttu ve havaalanının kapısına doğru yürüdük, o kadar uykum vardı ki yalnızca işlemler sırasında gözlerimi açık tutmayı başarabildim. Kolumun altındaki yastığı zar zor tutuyordum. Nihayet uçağa bindiğimizde Efrain saçlarımı kontrol etti ve hala tam kurumadığını görünce kapüşonu çıkarmadı, beni omzuna yaslayıp alnıma ve burnuma gülümsememe neden olan öpücükler bıraktı. Babama ve Alan'a uçağa bindiğimize dair mesaj attıktan sonra umursayıp umursamayacağını merak ederek anneme de attım.

Uçak havalanıp yeryüzündeki her şey giderek uzaklaşırken Efrain'in omzunda gözlerimi kapatıp derin bir uykuya daldım.

***

Avustralya'ya indiğimizde yolculuk boyunca neredeyse sürekli uyuduğum için daha dinlenmiş hissetsem de hala düzgün bir yatakta birkaç saat uyumaya ihtiyacım vardı. Doktorum ilaçları bıraktıktan sonra bir süre bu şekilde semptomlar gösterebileceğimi ve normal olduğunu söylemişti.

Hiç beklemediğim şekilde annemin aradığını görünce hala uyuyor muyum diye kendimi kontrol ettim. Yanlışlıkla aradığını duymayı bekleyerek onu geri aradığımda, "Yalnızca iyi eğlenceler demek için aramıştım," dedi çekingen bir sesle ve kapatmadan önce ekledi: "Şey... Efrain'e iyi dileklerimi iletirsin. Kendinize iyi bakın ve tadını çıkarın."

Şaşkınlıkla duraksadım. "Sen de kendine iyi bak diyebildim," yalnızca. Annemden bunu beklemesem de mutlu olmadığımı söyleyemezdim. Kim bilir, belki de insanlar gerçekten de değişebiliyordu. Umutlarımı çok yüksek tutmamaya çalışarak boş ekrana bakmayı kesip telefonu cebime koydum.

Bambaşka bir kıtada olmak inanılmazdı, havaalanı kapısından çıktığımızda havayı içime çekerken gözlerimi kapattım. "Hala gerçekdışı geliyor," dedim kalbim deli gibi atarken.

"Seni her gördüğümde aynısını düşünüyorum," diye fısıldadı Efrain düşüncelerime. Bunu derken yüzündeki ifade son derece sabitti ve birkaç saniye donup kaldığımı fark ettiğine emindim.

Sahil kenarında bir ev kiralamıştık, taksiye küçük bir servet ödemek zorunda kalsak da kalacağımız yeri gördüğümde hepsini unutmuştum. Her şey kartpostal gibiydi... Masmavi dalgalar, dalgaların kıyıyla buluştuğu yerdeki bembeyaz köpükler, sıcacık kum, güneş, parlak gökyüzü, ağaçlar, yan yana dizilmiş beyaz ve pastel renkteki minicik evler, güneşlenen insanlar...

Efrain evin kapısını açarken tüm yorgunluğum uçup gitmişti, uykusuzluktan öleceğimi bilsem de kendimi sahile atmak istiyordum. Evin içi tamamen beyaz ve hasır eşyalarla doluydu, az eşya vardı ve insanın içine huzur veriyordu. Her taraf küçük, büyük saksılarla ve irili ufaklı bitkilerle doluydu. Çantayı yatağın üzerine atıp kendime bir elbise seçtim. Efrain aniden ayılıp ışık hızında hareket etmeme şaşmış olsa gerek meraklı bakışlarla beni süzüyordu.

"Biraz uyuruz diye düşünmüştüm?"

"Hayır," dedim ellerimi çırparak. "Kesinlikle uyumak istemiyorum."

Güler gibi nefesini dışarı bıraktı. "Yol boyunca koluma asılmış minik bir sincap gibi uyuduğun için olmasın?"

Bana ayak uydurup siyah bir şort ve beyaz bir tişört giydi, onu yazlık kıyafetlerin içinde görmek çok tuhaftı, ama bu durumdan hiç şikayetçi değildim; böylece pürüzsüz ve göz kamaştıracak kadar beyaz cildini daha çok görme fırsatı buluyordum. Tıpkı Jade'in bahsettiği gibi yatağın kenarına oturup tüm vücuduna güneş kremi sürerken beyaz elbisemi giyip papatyalı hasır şapkamı taktım. Jade'in çantama sıkıştırdığı çeşit çeşit takıların arasından seçtiklerimi takarken aynada kendime bakıp gülümsüyordum. Kulağımdaki kocaman papatyalı küpeler neredeyse omzuma değecekti, ancak hoşuma gitmişti. 

Kocaman bir makyaj aynamız ve önünde beyaz bir masamız vardı, oturmak için de hasır bir tabure koymuşlardı, evin içinde bir sürü saksı ve bitki vardı. Hepsi de oldukça sağlıklı gözüküyordu, burada kaldığımız süre boyunca onları sulamayı aklımın bir köşesine not ettim. İç bahçede hasır bir salıncak vardı, geceleri salıncağın üzerinde Efrain'in göğsüne uzanıp yıldızları izlerken uyuyakalmak için sabırsızlanıyordum.

Tam kapıya yönelmiştim ki Efrain kolumu tutup beni yine durdurdu, aceleden ve heyecandan güneş kremi sürmeyi unutmuştum. Parmakları tenimde gezerken bir an dışarı çıkmakla ilgili tüm planlarımı unuttum; yüzümde, omzumda, kollarımda ve boynumda dolaşan parmakları uyuşmama neden oluyordu. Yüzünde gülmek istememe neden olan ciddi bir ifade vardı, dudakları hafifçe aralanmıştı, upuzun ve simsiyah kirpikleri gri gözlerine gölge düşürüyordu. Güneş kremini sürmeyi bitirdikten sonra saçlarımı düzeltti ve elimi tutup kapıyı açtı, ancak ben nasıl yürüyeceğimi bile unutmuştum, insanların üzerinde nasıl bir etki bıraktığının farkında bile değildi.

Gerçekten de kendime gelmek için aradan birkaç dakika geçmesi gerekmişti. Rüzgar elbisemi ve saçlarımı uçuşturuyor ve tuzlu okyanus kokusunu burnumuza getiriyordu, uzaktan gülüşen insanların sesini duyuyordum. Efrain ikimize soğuk bir içecek aldıktan sonra sahildeki şemsiyelerden birinin altına sığındık çünkü kağıt kadar beyazdı, simsiyah saçları yüzünden olduğundan daha da beyaz gözüküyordu.

İçeceğin içinde ne olduğunu bilmiyordum, ama likör ve ahududu şurubu tadını ayırt edebiliyordum, pipetle dibindeki buz küpleriyle oynarken Efrain'i izliyordum. Bu anın gerçekliğine hala inanmakta güçlük çekiyordum, okyanusun kıyısında oturmuş sessizce birbirimizi izliyorduk, dalgaların sesini dinliyorduk, haziranın yedisiydi, bu tarihi asla unutmayacaktım.

Güneş etkisini kaybedip tepeden inene kadar birbirimizi izleyip dalgaları dinledik, daha sonra denize girdik, yorulana kadar yüzdük. Islanmış saçları ve sudan iyice parlamış teniyle Efrain mitlerden fırlamış bir karaktere benziyordu. Giderek batan güneş gökyüzünü birbirinden muhteşem renklere boyarken birkaç metre uzakta sudan çıkmış bana gülümsüyordu. Gölgeler etrafımızda dans ediyordu, bu anın tablosunu çizebilmeyi diledim.

Elleriyle saçlarını geri atarak yanıma geldi, üzerimizi değiştirip tekrar kumsala yürüdük, insanların olmadığı bir nokta bulunca durup kumun üzerine uzandık, Efrain beni kendine çekip göğsüne yasladı. Gökyüzü sarı, turuncu, kırmızı, pembe ve morun birbirinden farklı tonlarına bürünmüştü, sanki birisi tek fırça darbesiyle tüm göz kamaştırıcı renkleri bir tuvalin üstüne öylece yaymıştı.

Islak saçlarım Efrain'in göğsüne yapışmıştı, rüzgar üzerimizdeki kuruyan kum ve tuz tanelerini uçuşturuyordu. Dalgaların sesine onun kalbinin atışı eşlik ediyordu. Etraftan okyanus, tuz, güneş kremi, çiçek, meyve ve likör kokusu geliyordu.

"Bir zamanlar sana rüyada ne dediğimi hatırlıyor musun?"

Elleri nazikçe ıslak saçlarımı okşuyordu, hangi dediğini kastettiğini düşünerek kaşlarımı çattım.

Elleri saçlarımda ve sırtımda gezinirken tok sesi düşüncelerimin arasına sızdı. "Bir zamanlar bilinmeyen gezegenin birinde, okyanus kıyısında çok güzel bir kız yaşarmış. Upuzun dalgalı saçları, turkuaz renkli kocaman gözleri varmış, ama güzel gözleri hiç gülmezmiş çünkü çok yalnızmış. Canı sıkıldığı için sürekli okyanusun kıyısında dolaşır, deniz kabuğu toplarmış, sonra da bunları okyanusa geri yollarmış. Günün birinde yine canı çok sıkkınmış, yapayalnız bir başına yürüyüşe çıkmış. Bu kez en güzel deniz kabuklarını seçip toplamış, sonra da onları okyanusun kenarına dizmiş, öyle güzel olmuş ki bunları okyanusa yollamaya kıyamamış. Öylece yanlarına oturup günbatımını beklemiş, derken güneş kaybolmuş, gece olmuş. O gece dolunay varmış, ışığı deniz kabuklarının üstüne vurdukça öyle parlıyorlarmış ki güzel kız şaşırmadan edememiş, bu manzara karşısında adeta büyülenmiş."

"O sırada da çok uzaktan kayığıyla denizci bir çocuk geçiyormuş, okyanus kıyısından gelen bu parıltı gözüne takılınca merak etmiş ve rotasını ışığın geldiği yöne çevirmiş. Dalgalar da onu bir an önce kıyıya ulaştırmak ister gibi sabırsızca kayığa vuruyormuş. Güzel kız öyle üzgünmüş ki okyanusa bakmıyormuş bile, o yüzden denizci çocuğun geldiğini görmemiş. Denizci çocuk ışığın kaynağına yaklaştıkça dikkatini başka bir şey çekmiş; ışıktan bile daha güzel, daha parlak olan kızdan başkası değilmiş bu. Tek başına öylece oturuyormuş kız, uzun dalgalı saçları belinden aşağı dökülüyor, kocaman güzel gözleri hüzünle yere bakıyormuş. Denizci çocuk kızı görür görmez aşık olmuş. Bu öyle bir hismiş ki gözü ondan başka bir şey görmüyormuş. Hayatının geri kalanında onun yanından başka olmak istediği bir yer yokmuş. O günden sonra kız bir daha hiç yalnız ve mutsuz olmamış."

Şu ana dek tutmayı başardığım gözyaşlarım yalnızca benim duyabildiğim bu masalı yalnızca ikimizin olduğu bir yerde bana tekrar anlatırken yavaşça süzüldü.

Elini kalbinin üzerindeki elimin üstüne koyarak o gün rüyada yaptığı gibi hafifçe sıktı. "Bir daha hiç yalnız ve mutsuz olmayacağını ve bir gün gerçek bir okyanus kıyısında çok güzel bir günbatımında uzanırken sana bu masalı tekrar anlatacağımı söylerken ciddiydim, Alice."

Çenemi tutup kaldırarak ona bakmamı sağladı, beni o güne kadar öptüğü en yumuşak ve yavaş şekilde öptü. Güneş tamamen kaybolmuş ve ufukta sadece mavi, mor ve pembe renkleri kalmıştı, ay uzaktan soluk bir şekilde göz kırpıyordu.

Tekrar ayağa kalktığımızda onu durdurup dikkatlice yüzüne baktım, defalarca kez kafama kazıdığım yüzünü tekrar inceleyip en ufak ayrıntısına kadar aklımda tuttum. Boş kumsal boyunca el ele yürüdük; güneşin gerisinde bıraktığı renkler yerini tamamen siyaha bırakana, parlak yıldızlar gökyüzüne hakim olana ve ben her günbatımında onun elini tutmak istediğimi fark edene dek...

Nihayet karşımıza bir iskele çıktığında birbirimize bakıp sadece ikimizin anlayacağı şekilde güldük. İskelenin ucuna yürürken hava serinlemiş, dalgalar rüzgarla birlikte daha sert kıyıya vurmaya başlamıştı.

İskelenin ucuna geldiğimizde Efrain beni kendine çevirdi, etrafta yıldızlar ve ay dışında hiç ışık kaynağı yoktu. Ah... tabii bir de onun parlak gri gözleri... Sahiden dünyada onun gözlerinden daha parlak bir şey var mıydı ki?

Hiçbir şey söylemedi, ama gözlerindeki ifadeden tüm demek istediğini zaten anlıyordum, en az onun kadar yoğun şeyler hissediyordum. Şu an burada olduğumuza, onu bulduğuma ve hayatımda olduğuna inanamıyordum. Ellerini bir an bile bırakmak istemiyordum çünkü toz olup havaya karışacak gibi geliyordu. Daha önce bir şeyi kaybetmekten hiç bu kadar korkmamıştım, uzanıp ellerimi ensesinde birleştirdim ve parmak uçlarımda yükselerek bu anın hiç bitmemesini dilerken onu öptüm.

Tanrı bu isteğimi duymuş olacak ki hayatımda ilk kez kayan bir yıldız gördüm; inanılmazdı, aniden yerimde sıçrayarak yıldızın kaydığı yönü işaret ettim, saniyelik görüntü karşısında adeta nefesim kesilmişti. "Gördün mü? Yıldız kaydı! Hadi dilek tutalım!" Küçük çocuklar gibi yerimde zıplamayı kesip dilek tutmak için gözlerimi kapadığım sırada bana yaklaştığını hissederek duraksadım.

Kokusu başımı döndürüyordu, kalbim yerinden çıkacaktı. Saçları yanağıma değiyordu, kulağıma yetişebilmek için biraz eğilmişti, başparmağıyla dudağımın kenarına dokunuyordu. "Alice..." diye kulağıma fısıldadığında orada ölüp gideceğimi hissettim, tüm vücudum titriyordu. İsmimi onun ağzından duymak üzerimde uyuşturucu etkisi yaratıyordu, yıllar sonra konuştuğunda ağzından çıkan ilk şeyin ismim olması da öyle... Rüyalarda ve kafamın içinde defalarca sesini duymuştum ama bu bambaşkaydı. Dudaklarından dökülen kelimeler karşısında tüm yıldızlar gökten teker teker düşüp bir yağmur gibi üzerimize yağdı, ay ışığı etrafımızda geçilmez bir kalkan gibiydi. Sesini tarif etmek için dünya üzerinde hiçbir kelime yoktu, olmayacaktı da. Bir an buranın tüm büyüleyici güzelliği onun karşısında sönüp gitti, sonsuza dek onu dinlemek istiyordum.

Sonsuza kadar onu dinleyecektim. 

"Dilediğim ve dileyebileceğim her şey zaten burada."

SON

***

Düşüncelerinizi benimle paylaşırsanız çok sevinirim. Nihayet final sizlerle ve umarım beğenmişsinizdir. 

Daha sonra bir teşekkür yazısı paylaşacağım ancak şu an ben de hala karakterlere veda etmenin ve son bölümü bitirmenin duygu yoğunluğunu yaşıyorum. Gerçekten uzun bir yolculuktu, bu zamana dek yanımda olan herkese çok teşekkürler, ilk bölümün üzerinden beş yılı aşkın zaman geçmiş... Umarım karakterler bir şekilde ruhunuza dokunmayı başarmıştır, benim için çok farklı bir yolculuk oldu bu hikayeyi yazmak.

Fortsett å les

You'll Also Like

77.9K 8.8K 23
BBYA: Hayatıma nasıl girdiğini bilmiyorum ama, iyi ki girmişsin, karşılıksız olsa da...Seni seviyorum.
TAKINTI Av ☆☆☆

Ungdomsfiksjon

1.7M 29.2K 34
Efsan zorla evlendirilmekten kurtulmak için Mardin'den İstanbul'a kaçar. Ama yağmurdan kaçarken doluya yakalanacağını nerden bilebilirdi. İstanbul'u...
2.2K 440 33
Ayağa kalktı, tezgaha doğru ilerledi. "Sen düşündüğümden daha da aptalsın, Black." Ve tekrardan gülmeye başlayıp arkasına döndü. Praskovya dizini ke...
5.1K 852 16
Ayrılık sonrası zorlu bir dönemden geçen Arzu, eski sevgilisiyle karşılaşacağı sevgililer günü balosuna tek başına gitmek istemez. Yakın arkadaşının...