Serial Killer

Por RabiEkici

66.9K 6.4K 14.8K

Louis bir seri katil ve Harry katiline aşık olacak olan bir polis.. Ya da "Tanrım canımı almakta bu meleği gö... Mais

"W"
Mask
Blue Eyes
Last Victim
Shadow
Same Eyes Blue
Meet with pain
You'll be back, Harry.
I will tell you everything
Vas Happenin to me
Losing My Mind
Baby, here we go again
New beginning
Thirsty
Can you dance with me
Please,Don't go
Forest
Welcome home
Let's try together
Mozzarella and gay vodka
Draw me like one of your french girl
Go behind love
Je suis allé au cinéma avec mes copain et ma famille
Sweet but Psycho
Call me by your name
Stockholm Syndrome
Welcome to the final show

Dusk till dawn

1.7K 164 306
Por RabiEkici

Hii my pumpkinsss🎃

Zaman ne kadar çabuk geçiyor yahu!
Minik kirpimiz 27 oldu duy da inanma,,,

Medyayı başlatacağınız yeri belirteceğim

İyi okumalar


Mutfakta oturmuş kahvaltı yapıyorduk. Mutfağın ışık almasını sağlayan büyük pencereleri vardı. Güneş doğrudan içeri girmiyordu ama aydınlatıyordu. Evin kalanı gibi mutfakta estetik ve koyu renklerle düzenlenmişti.

Parlak siyah, büyük dolaplar vardı. Siyahlıktan dolayı gizli gibi duran ama mat oluşundan yakayı ele veren buzdolabı mutfak masasının gerisinde duruyordu. Orta da -şuan kahvaltı yaptığımız- kahverengi, ağaç kovuğunda yapılma bir masa duruyordu.

Louis çaprazımda -baş sandalye- oturuyordu. Bir elinde gazetesi bir elinde büyük kahve fincanı vardı. Kahvesinden aldığı yudumlarla yanağında büyük boşluklar oluşuyordu-ki bu onda en sevdiğim şeylerden biri idi-.

"Araba hazır efendim."

Louis kahvesini masaya bırakıp başını gazetesinden kaldırarak görevliye baktı. Ardından anladığını belli eden bir kafa sallamayla gitmesini sağladı.

"Bugün dışarı çıkacağız. Hep buralarda gezinmek seni de sıkmış olsa gerek?"

"Seninle olmak güzel gibisinden bir söz etmek yerine dediğine katılmayı tercih ediyorum."

Gülümseyerek elindeki gazeteyi katlayıp masaya koydu. Kahvesini eline alıp konuştu.

"O zaman yukarı çıkıp hazırlan, birkaç saate çıkacağız. Ve bir de sıkı giyin havanın soğuduğunu fark etmişsindir."

Başımı çevirip pencereye baktım. Dışarıdan gelen soğuk hava içeriden gelen sıcak havayla camda birleşip buhar oluşturmuştu.

Sandalyeden destek alıp kalkarken Louis'ye baktım.

"Kesinlikle."

~

Gözlerimi önce Eyfel kulesine sonra Louis'ye çevirdim.

"İşte bu manzara çok güzel!"

"Değil mi? Bir ara sürekli uğradığım yerlerdendi."

"Sonra?"

Bakışını bana çevirip birkaç saniye duraksayıp konuştu.

"Biraz daha yakına gidelim mi?"

İç çektim. Hala anlatmasının zamanı değildi.

"Pekala.."

~

"Şimdi tamamen öyle dur Hazz!"

"Böyle mi? Emin misin?" Elimde bir şey tutuyormuş gibi durdum.

"Kesinlikle! Şuan Eyfel kulesini tutmuş gibi duruyorsun."

"Pekala çek o zaman, ne duruyorsun!"

"Çekiyoruuum, çeeektim!"

Fotoğraf makinesini yüzüne yakınlaştırıp fotoğrafa bakarak gülmeye başladı. (Medya)

"Neye gülüyorsun? Bakayım bir." Elimi belime koyup sinirle ona doğru adım atmışken biri seslendi.

"Pardon? "

Tr; "Afedersiniz"

Başımı çevirip bakınca genç bir adamın elinde harita sırtında sırt çantasıyla bana doğru geldiğini gördüm. O tarafa adım atıp yanıtladım.

"comment puis-je vous aider?" 

"Nasıl yardımcı olabilirim?"

"Comment se rendre au Louvre museum?"

"Louvre müzesine nasıl gidebilirim?"

Başımı sağa sola çevirip tekrar adama bakacakken Louis'nin bize doğru yaklaştığını fark ettim.

"Aller tout droit d'ici, sortir de la park. il y a des bus de tournée là-bas, y aller et demander à nouveau. ils vous aideront"

"Buradan düz gidip parktan çıkın. Orada tur otobüsleri var. Oradakilere tekrar sorun. Size yardımcı olacaklardır."

"merci beaucoup, bonne journée "

"Çok teşekkür ederim, iyi günler."

"bonne journée!"

"İyi günler!"

Adam uzaklaşırken Louis yanıma gelmişti.

"Fransızca konuşabildiğini bilmiyordum. Özellikle de bu kadar iyi."

"La langue française est très simple pour moi. Quand j'étais enfant je suis venu en France avec mes parents, J'ai développé ma langue française par moi-même et appris"

"Fransızca benim için çok basit. Küçükken annem ve babamla Fransa'ya birkaç kez gelmiştik. Kendimi geliştirip öğrendim."

"Comment un accent peut-il être aussi agréable.  Tu me surprends plus chaque jour, monsieur"

"Bir aksan nasıl bu kadar güzel olabilir?  Beni her geçen gün daha fazla şaşırtıyorsunuz bayım."

"Je vais continuer à surprendre peut-être? Nous verrons.."

"Belki de şaşırtmaya devam edeceğim. Göreceğiz.."

"Nous verrons.."

"Göreceğiz.."

"Pekala özümüze dönelim. Hava kararıyor, sen eve gidip hazırlanıyorsun. Sana bir sürprizim var."

"Hey! Ne sürprizi? Nasıl giyinmeliyim?"

"Adı üstünde sürpriz! Söylersem ne anlamı kalır ki? Yemeğe gideceğiz o tarz giyinebilirsin."

"Nasıl bir yer ama? Ya uyumsuz veya kötü giyinirsem?"

Alandan çıkmış beni arabaya sokmuştu. Kapıyı tutarken konuştu.

"Ne giyersen giy her zaman en güzelsin! Kıyafetlerinle yargılayacak olan utanmalı.."

Utançla yanaklarım allaşırken kapıyı sertçe kapatıp uzaklaştı.

~

Aynanın karşısına geçip kendime baktım. Birkaç düğmesini açık bıraktığım siyah gömlek, bacaklarımı çok sıkmayan hafif geniş siyah pantolon ve iki düğmeli, v yaka açılan- düğmeleri iliklenmemiş- kırık beyaz ceketimle düzenli ve hoş duruyordum. Ha, parmaklarımı zenginleştiren yüzüklerimi de unutmamak gerek!

Elimi hafif uzamış kıvırcıklarıma atıp düzenlemeye çalıştım. İnatçı bir saçım olmadığından hemen şekil aldı ve öylece bıraktım.

Kapının tıklama sesiyle oraya dönüp gir komutunu verdim.

"Hazırsanız çıkalım efendim."

"Geliyorum."

Görevli odadan çıkınca aynanın yanına bıraktığım ayakkabılarıma ayağımı geçirdim. Kırmızı,yeşil,sarı gökkuşağı şeklinde şeridi olan ayakkabım. İlla bir renk olmalıydı değil mi?

~

Araba otelin önünde durdu ve inmem için kapı açıldı. Arabadan çıkıp gökdelen gibi uzayan lüks binaya baktım. Arabadan inen güvenlik yanımda durup onunla gitmemi istedi.

Otelin restoranına kadar görevliyi takip ettim. Girişe gelip Louis'nin adını verdi ve dış kapıda bekleyeceğini söyleyip yanımdan ayrıldı.

Restaurantt işletmecisi beni yönlendirirken kalbim ağzımda atıyordu. Ne için bu kadar heyecanlanmıştım bilmiyordum. Yeri yığılıp kalıcak gibiydim.

Yavaş adımlarla söylenilen yere ilerliyordum. İkinci kısıma geçip ilerlemeyi sürdürdüm. Manzarayı içine çeken camın önünde gördüğüm tanıdık silüetle rahat bir nefes verdim.

Benim gibi siyah bir gömlek-benim aksime bütün düğmeleri kapalıydı- ve siyah pantolon giymişti. İliklenmemiş gri ceketi ve yana doğru kaldırdığı saçlarıyla mükemmel bir görüntü oluşturmuştu.

Ona doğru yakınlaştığım sırada beni görüp ayağa kalktı. Masaya ulaşıp uzattığı elini tuttuğum sırada yorgunlukla eve ulaşıp kendimi yatağıma bırakıyormuş gibi hissettim.

Tuttuğu elimle beni kendine çekip yanağıma bir öpücük kondurdu. Dudağını kulağıma hafifçe sürterek konuştu.

"Güzel olup her seferinde beni şaşırtmana alışık olmama rağmen, her defasında beni büyülüyorsun."

Gülümseyerek geri çekildi ve oturmam için sandalyemi çekti.

"Merci monsieur"

"Teşekkürler bayım."

"Pas important belle dame... "

"Önemli değil güzel bayan..."

~

Yemeğimi yemeyi bitirmiş kadehimde kalan tek yudumluk şarabı yuvarlamaya dalmıştım.

"Harry?" Louis'nin seslenmesiyle bardağı durdurup ona baktım.

Masada duran elime uzanıp tuttu ve gülümsedi.

"Yemeğini bitirdiysen kalkalım mı?"

Başımla onaylayıp son yudumu içip kalktım.

Hesabı ödeyip restorandan çıkarken tam geldiğim yoldan çıkışa ilerlerken Louis kolumdan tutup beni engelledi.

"Sürprizim olduğunu söylemiştim?"

"Sürpriz yemek değil miydi?"

"Hayır, gecemiz daha bitmedi." Gülümsedi.

"Pekala" diyip onu takip ettim.

(Medyayı buradan başlatabilirsiniz)

Asansörün önüne gelip çağırdık. Asansöre binince Louis 28.kata bastı.

Karnımda nedensizce aynı heyecan krampları oluşmuştu. Kata gelince asansörün kapıları açıldı. Louis elini belime koydu ve asansörden inip uzun koridora adımladık.

Koridorda ilerledikçe heyecanım katlanıyor gibiydi. Louis'nin eli birazda olsa rahat olmamı sağlıyordu.

Uzun koridorda tek tek kapıları geçiyorduk. Her şey sakin ve ağır çekimde ilerliyor gibiydi. Başımı çevirip Louis'nin güzel yüzünü inceleyecekken bir kapının önünde durduk.

Louis elini belimden çekip kapıyı oda kartıyla açtı ve içeri doğru adımlarken elini uzatıp beni de karanlık odanın içine çekti.

Kapı kapanıp odaya belimden hafifçe ittirildim. İçeri doğru birkaç adım attığım sırada şokla ağzımla aynı orantıda gözlerim de büyüdü.

Odanın bembeyaz düzeninin üzerine her tarafın gül yapraklarıyla donatılıp mumlarla aydınlatılması mükemmel bir atmosfer oluşturmuştu.

Heyecanla, mumla sanki gitmem için oluşturulan yoldan gül yapraklarına mümkün olduğunca kibar bir şekilde basarak ilerledim.

Görüş alanıma giren manzarayla ikinci bir mutluluk şoku yaşadım. Gecenin içinde değerli bir mücevher gibi parıldayan Eyfel kulesi manzaranın ta kendisiydi. Parıl parıl parıldıyordu...

Ellerimi yumarak ağzımı kapayıp sağa döndüm. Beyaz büyük yatağın üstüne de kırmızı gül yapraklarını serpilmişti ve yerdeki kutularda buket buket güller duruyordu.

Dolan gözlerimle Louis'ye bakmak için arkamı dönünce gözümden kaçan birkaç damla yaşa hakim olamadım.

Bana doğru kıpkırmızı bir gülü gülümseyerek uzatıyordu.

Yüzümü ellerime gömüp başımı eğdim. Çeneme dokunan parmaklarla bakışımı yüzüne çıkardım.

"Öncelikle şu gülü almalısın."

Elindeki gülü alıp minik gözyaşlarımı silmeye çalışırken konuştum.

"Bunlar...bunlar çok güzel Lou..."

"Senin kadar güzel şeyler yapmak isterdim ama bu kadar oldu. İdare etmelisin.."

"Louehh!" Utançla ona sarılıp başımı boynuna gömdüm.

"Beni çok fazla utandırıyorsun zaten. Bunun gereği yoktu.."

"Aslında.." Başımı kaldırıp yüzüne baktım.

"Aslında?"

Seslice nefes verip elimden çekip bizi yatağa oturttu. Gülü elimden alıp yatağa bırakarak iki elimi de tuttu.

"Hiçbir yıl bugün, benim için önemli olmadı. Diğer günlere ayrıcalık yapmadım, gereksiz buldum."

Anlamadığımı belli eden bir yüz ifadesi takınmış olacağım ki açıkladı.

"Bugün benim doğum günüm."

"NE?!" Hızla ellerimi elinden çekip ayağa fırladım.

"Ne için bana söylemiyorsun? Bu şimdi öğrenmem gereken bir şey mi? Bunların hepsini ben sana yapmalıydım asıl! Ah Tanrım sanki benim doğum günümmüş gibi planlamışsın bir de! Ben de Noel için filan sanıyorum!" Gerginlikle yüzümü ovdum.

"Harry gelip bir oturur musun şuraya!"

Aşırı tepki verdiğimin farkındaydım ama haklıydım. Yavaşça yerime geçtim. Tekrar elimi tuttu.

"Doğum günümü kutlamayalı uzun bir zaman oluyor. Kendi başıma kaldığım zamanlarda asla kutlamadım. Geçerli bir gerekçe bulamadım. Zaten tek başıma yaşlanıyordum, ne diye kutlayacaktım?"

Kırık bir gülümsemeyle başımı sağa büktüm.

"Ama seninle tanıştığım andan bu yana mutluyum ve yaşlılığım değecekse sana değer. Benim hediyeye, sürprize veya herhangi bir şeye ihtiyacım yok." Elimi başparmağıyla ovdu. "Sen varsın ve bu benim için en güzel hediye."

"Lou.."

"Sen bana sadece doğum günümde hediye olarak gelmedin. Seni gördüğüm ilk andan itibaren her günüm sayende 5 yaşındaki bir çocuğun doğum gününü kutladığı sevinçle bir geçiyor.

Bu yüzden bugünü diğer yıllarda geçen 'sözde' doğum günlerimden farklı kılmak ve hep güzel hatırlamak istedim."

O an bütün söylediklerinin çok güzel olduğunu, söylediği her şeyin karşılıklı olduğunu veya söylediklerine karşın birkaç güzel şey söylemek istedim. Fakat bunları söylemek yerine hiç söylemediğim ve söylemem gereken bir şey olduğunu fark ettim.

"Seni seviyorum."

Gülümsedi.

"Seni seviyorum."

Elimi yüzüne çıkarıp okşadım. Yüzünü yüzüme yaklaştırıp incitmek istemiyormuş gibi öpmeye başladı. Elimi göğsüne indirip ceketini çıkarmaya çalıştım. Geri çekilip tek seferde ceketini çıkardı. Üstüme eğilip benimkini de tek hamleyle çıkarıp gömleğime atıldı.

Düğmeler uzun sürer diye başımdan çıkarınca o da birkaç düğmesini açıp kendi gömleğini çıkararak odanın bir köşesine hızla savurdu.

Göğsümden itip sırtımı yatakla buluşturarak üstüme çıktı. Yüzümün her köşesine öpücükler kondurup yavaşça boynuma, omzuma oradan da göğsüme indi.

Çenesinden tutup onu yukarı çekerek dudaklarına yöneldim. Açlıkla dudaklarını öperken dilini boğazıma doğru itiyordu.

Geri çekilip iştahla açık duran yanık tenli boynuna atılıp ısırarak çekiştirmeye başladım. Başını kaldırıp boynunda yer açıyorken yatakta yerimizi değiştirip beni kucağına aldı. Elini pantolonumun içine sokup bir elini kalçama atıp mıncırıyorken diğer elini de şişliğime koymuştu.

Elimi pantolonumun kemerine atıp açmaya çalışırken o da dayanamayıp kendi pantolonuna atıldı.

Kemerlerimizi çözüp pantolonlarımızdan da kurtulmuşken sırtımı hızla yatakla buluşturdu. Dirseklerimden destek alıp yükseldim. Louis'nin önüne bakarak gülümsedim. Boxerdan da belli olan sertlikten anladığım kadarıyla gecemiz bayağı uzun olacaktı..

~

(Siz Noel'i nasıl geçirmek isterdiniz?
Ben böyle;  )

Gözlerimi yavaşça aralayıp karanlık odaya baktım. Elimi komidinin üstüne uzatıp lambayı açtım. Dirseğimle yataktan güç alıp sırtımı başlığa yaslayarak kalktım. Başımı manzaraya bakmak için çevirince camı buğulu gördüm. Gözlerimi ovup buğunun geçmesini bekledim ama aynıydı. Hala beyaz beyaz taneler görüyordum.

Yataktan kalkıp boxerımı üstüme geçirdim. Cama yaklaşıp gördüğüm manzarayla şokla küçük bir çığlık attım.

"Louehh kar yağıyor!"

Louis affalayarak yataktan fırlayınca yaptığım şeyi fark edip utandım.

"Harry, Tanrı aşkına korkuttun beni!"

Yatağa yaklaşıp oturarak dudağına öpücük kondurdum.

"Afedersin, bir anda oldu." Alt dudağımı büktüm.

Elini yüzüme koyup okşarken gülümsedi.

"Daha yakından şaşırmak ister misin?"

Heyecanla onaylar şekilde başımı salladım.

~

Arabadan inip tam Eyfel kulesinin önüne gelmiştik. Kar fazla ve hızla yağıyordu. Etraf çok kalabalıktı. Herkes bu anı görmek istercesine buradaydı. Çiftler, aileler, arkadaşlar...

Elimi açıp bir kar tanesinin elime konuşunu izledim. Elime konan kar tanesinin şeklini görebilmiştim ama saniyeler geçmeden eriyip gitmişti.

Louis havada duran elimi tutup beni kendine çevirdi.

Gülüp burnunu kırıştırarak burnuma dokundu.

"Burnun kırmızı olmuş bile."

Beremi düzeltip burnumu çektim.

"Soğuğa pek alışık değilim sanırım."

"Öyle olmalı" güldü.

Louis yağan kar arasında beresini takmış öylece gülümseyerek duruyorken manzaramın ne kadar güzel olduğunu düşündüm. Eyfel kulesi, kar ve Louis William Tomlinson...

Son 30 saniye!

Gelen sesle kalbim tekledi. Olacak şey ilkmiş gibi..

Louis elini uzatıp tek elimi tuttu.

"Seni seviyorum." gülümsedi.

"Seni seviyorum." gülümsedim.

15!

"Şu ana kadar yaşadığım en güzel seneyi bana yaşattığın için teşekkür ederim Harry Edward Styles."

10-9-8-7-6

"Şu ana kadar yaşadığım en güzel seneyi bana yaşattığın için teşekkür ederim Louis William Tomlinson."

5-4

Etraftaki herkes aniden yok olmuş gibiydi. Şu an yağan kar ve gece lambalarının ışıkları altında öpüşecek olan tek çift bizdik.

Louis sağ eliyle yanağımı tutup yüzüme yaklaştı.

3-2-1-0!

Dudaklarımız ilk ve sonmuşçasına ahenkle dans ediyordu..

,

Louis'nin doğum günü 24 Aralık,
Noel 25 Aralık. İkisi için yazılmış bir bölüm, Saygılar🥀

Continuar a ler

Também vai Gostar

31.2K 3.6K 33
"Yanlış olduğunu biliyorum. Öyleyse neden? Neden vazgeçemiyorum senden?" Kapak için @thekadishipper a sonsuz teşekkürler<3
123K 13.6K 52
Jungkook, erzağının bitmesiyle kendine yiyecek birşeyler ararken, Taehyung'un liderlik yaptığı bir küçük bir şehirle karşılaşır. Jungkook, açlığını d...
39K 2.8K 28
Orijinal link: http://www.asianfanfics.com/story/view/789046
831K 67K 13
arkadaşlarıyla birlikte orduya katılan jungkook, ilk görüşte etkilendiği komutan kim taehyung'a cinsel içerikli mesajlar atmaya başlar. taekook, tex...