Channie Says Special

mello-mello tarafından

222K 19.6K 9.7K

Tuhaf. Galiba beni ve onca yıllık yaşantımı tanımlamaya yeterli bir kelime. Başka kelimeler de biliyorum ama... Daha Fazla

Özel
1. Bölüm "Eve Hoşgeldin"
2. Bölüm "Başlangıç"
3. Bölüm "Afrodit"
4. Bölüm "Ücret Meselesi"
5. Bölüm "Anlaşma ?"
6. Bölüm - Part 1 "Hazırlık"
6. Bölüm - Part 2 "Dejavu"
7. Bölüm - Part 1 "Birinci Derece Temas"
7. Bölüm - Part 2 "Sorun Çıkarma!"
8. Bölüm "Yalnız Kutlama"
9. Bölüm "Bi Sorun Var, Ama Ne?"
10 .Bölüm "Bilmesen Daha İyi"
11. Bölüm "Geçmiş Olsun"
12. Bölüm "İyi Bak Yeter"
13. Bölüm "Kaybedilen Günün Telafisi"
14. Bölüm "Sana Arkadaş Getirdim!"
15. Bölüm "Fare Kai"
16. Bölüm - Part 1 "Doğaüstü Bir Şeyden Bahsediyoruz."
16. Bölüm - Part 2 "Uyku Hapsi"
17. Bölüm "İsimsiz Not"
Orpheus I
Pororo ve Ben
Orpheus II
18. Bölüm "Yüzleş Onunla"
19. Bölüm "Sorular"
20. Bölüm "Hazırla Kendini"
21. Bölüm "Bence Çıkarmayalım..."
22. Bölüm "Kendime İlk Kez İtiraf Ediyordum."
23. Bölüm "Yeni Renkler"
24. Bölüm "Tanıdık Yüz"
25. Bölüm "Bu Sözümü Yedir Bana."
26. Bölüm "Artık Benim Sorunum"
27. Bölüm "Yardım Eli"
28. Bölüm "Çaresiz Kalmak"
29. Bölüm - Part 1 "Beraber Susmak"
29. Bölüm - Part 2 "En Yıldızlı Gecelerimize"
30. Bölüm "Ters Düz"
🌌⭐
31. Bölüm "Karmaşa"
32. Bölüm - Part 1 "Yeniden Düşme"
32. Bölüm - Part 2 "Limonata Etkisi"
33. Bölüm "Çekirdek"
35. Bölüm "Ballad"
36. Bölüm "Yeni Düzen"
37. Bölüm "Myulchi"
38. Bölüm "Editör Buluşması"
39. Bölüm "Oyuncu"
Orphdogus
40. Bölüm "İğrenç"
41. Bölüm "Baskın"
42. Bölüm "Karma"

34. Bölüm "Toksik"

1.9K 207 253
mello-mello tarafından


Birinin gözlerinde pişmanlığı bu kadar net gördüğüm sayılı anlardan birindeydim. Bükülmüş beli, öne düşmüş başı, ağırlık taşımaktan uzamaya başlamış kolları, çökmüş omuzlarıyla, hatta her tutamı başka yere bakan saçlarıyla birlikte tüm uzuvlarından pişman ve yorgun yakarışlar duyuluyordu.

"Hadi!" Önümde son raddesine gelmiş, düşüp bayılmak üzere olan çocuğun kıçına bünyesinin kaldırabileceği şiddetle bir tekme vurmuştum. "Daha çok var."

Hayattan en büyük zevki aldığım anlardan biri de buydu. Sözümü dinlemeyip başına buyruk davranan arkadaşlarımın yaşadıkları kötü sonuçları, bütün piçlik ve içtenliğimle daha da ağırlaştırmak. Yüzümde sakin bir ifade varken içimdeki, intikam ateşleri içinde göğe doğru kahkahalarla haykıran Sehun'u dışa vurmuyordum.

"Chanyeol'den örnek al biraz." Uzakta babamın peşinde yavru ördek gibi gezinen çocuğa baktım. "Bak, kendi işini bitirdi bile."

"Ben eve gidiyorum." Baekhyun daha fazla dayanamayacakmış gibi kucağındaki koliyle birlikte bana dönüp koliyi bendekinin üstüne koyarak kaçmak üzere bir hamle yaptığında "Yoo, bir yere kaçmak yok Pororo." diyerek onu bendeki koliyle iterek durdurmuştum. "Bi karar verip buraya geldiysen sonuçlarına katlanacaksın. Sanki önceden bilmiyordun, sanki hiç anlatmadım!"

Ben gülümserken o ağlayacak gibi tiz bir ses çıkarıp daha hızlı yürümeye başlamıştı önümde.

"Her kolide vereceğim karara sövdüm zaten. A- aslında, bunu alırken baygınlık geçirecek gibi olduğum için unutmuştum. Vereceğim kararı sikeyim."

Sabah ikimiz de 6'ya 10 kala Chanyeol'ün dürtmesiyle uyanmıştık. Daha doğrusu ben istemeden de olsa uyanıp doğrulmuştum ama Baekhyun uyanmadığı için üstünü Chanyeol'le birlikte değiştirmiştik. En son da, ben dolabımı tişört bulmak için karıştırırken göremediğim biri tarafından Baekhyun'un gözleri kapalı halde görüş alanımdan kapının dışına doğru sürüklendiğini görmüştüm.

Baekhyun evden çıkana dek klozet dahil göt koyulabilen her yerde en az beş dakika kestirmiş, Chanyeol ise babam tarafından yılın örnek evladı seçilmişti. Arada bir Baekhyun'u kendi haline bırakıp babama kahvaltı hazırlarken yardım etmiş ve babamın odaya gelmesi gerekmeden kendi uyanıp bizi de uyandırdığı için sıkı bir övgü de kapmıştı. Ben de hala evin figüranıydım ve hazırlandıktan sonra ortalarda çökük göz altlarıyla dolanıp onları gözlemlemek dışında bir şey yapmıyordum.

Kahvaltıda babam çocuklara neler yapacağımızı ve işin detaylarını anlatırken onu tek dinleyen de Chanyeol olmuştu. Ben zaten olaya hakim olduğum, Baekhyun da ağzında bir lokma pirinçle uyuyakaldığı için sohbet sadece babam ve yeni en sevdiği oğlu arasında geçiyordu.

Saat 7'ye gelirken üç buçuk kişi evden çıkmıştık. Gözleri parlayan, yeni ve yorucu bir güne hazır Chanyeol pikapta babamın yanına, öne oturmuştu. Ben de arkalarında Baekhyun'la oturmuştum. Ve babamın çaldığı hareketli parçalar onu tek başına ayakta tutmaya yetmediği için dizlerime yatmaya yeltendikçe elimle dik pozisyona getirerek gitmiştim yolu.

"İşimiz öğlene kadar biter, sonra en sevdiğim lokantada size ganjanggejang ısmarlarım. Böyle güzel yengeç eti yemedim diyeceksiniz. "

Hayata tutunabilmek için vaatlere ihtiyacı olan Baekhyun olsa da babamı asıl dinleyen kişi Chanyeol'dü.

"Yapacak fazla bir şey yok zaten, yorulmadan hallederiz." Dikiz aynasından babamla göz göze gelmiştim kendi çabamla. Bu yalanları çok duydum diyen bakışlarım, onunkilerdeki baba olmanın kattığı ağırlık altında ezildiğinde boyun eğdim. Beni aradan çıkaran babam bu kez Baekhyun'a dikmişti gözlerini.

"Baekhyun uyumuyorsun değil mi?"

İsminin babam tarafından söylendiğini duyduğunda önüne düşmüş kafasını ışık hızıyla kaldırmıştı. Gözleri kapalı ama kaşları kalkık bir şekilde "Hayır baba!" diyerek sakince yeniden arkasına yaslandı.

Babamın fazladan işçiye ihtiyacı yoktu çünkü zaten makinaların yükleme yapması dışında kalan işleri yaptıracak milyon tane elamanı onu bekliyordu. Ama küçüklüğümden beri anlam veremediğim fantezilerinden biri çalışırken yanında benim de olmamdı. Kollarım bir şeyler taşıyabilecek kadar güçlendiğinden beri de boş zamanlarımda arkasında koşturuyordum. Şimdi elinin altında benden 3 tane varken çalışma arkadaşlarına erkek varis şovu yapmak için onu kimse tutamazdı.

Chanyeol'ü favori oğlu olarak iner inmez yanına alıp görev dağılımı yapmış, sonra Baekhyun ve Chanyeol'ü ortaklardan biriyle tanıştırmıştı. Chanyeol'ün babasını ismen tanıyıp şaşkınlıktan deliye dönen adam karşısında babamın gururlu ifadesini hemen yanında gülerek izliyordum. Biraz da onunla birlikte kıs kıs gülmek için Baekhyun'a baktığımda gözlerinin kapanmak üzere olduğunu görüp göz devirmiştim.

"Sehun, sen Baekhyun'la birlikte hatalı ambalajları taşı. Busan'a gidenleri..." Ortağı ve diğer yanında Chanyeol'le gemiye doğru giderken keyifli sohbetini bu kısa ve tek kişilik görev dağılımını bildirmek için bölmüş ve yoluna devam etmişti. Ben de yanımdaki uyurgezerle orda kalmıştım.

Uzun süre Baekhyun'un tek uyanma belirtisi olan sızlanmalarıyla söyleneni yapmıştık.

Uykusu açıldığında, ilk başta keyif almaya başlamıştı. Babam ve Chanyeol'ün etrafında oluşmuş o saygınlık aurasına inmiş bir tokat gibi etrafta yüksek sesle gülüp bağırarak ekiptekilerle birlikte çalışıyor, sanki işçilerin lideri gibi bir çeşit sorumluluk duygusuyla ordan oraya koşturarak kendi kendine eğleniyordu.

Ben de babamın asıl yapmamızı istediği koli taşıma işini yaparken onunla fazla yan yana görülmemeye çalışarak sadece uzaktan gözlemliyordum. Alışık olduğumuz geçimsiz Baekhyun, sempatik ve girişken tavrıyla epey ilgi toplamıştı bile. Başlarda bu tavrının bir rol olduğunu, asıl amacının kalabalık arasında gözden kaybolup bir delik bulmak ve orda uyumak olduğunu düşünmüş olsam bile, etrafta "Baekhyun, Şuna bi baksana!" ya da "Baekhyun halleder." gibi cümleler dolaşmaya başladığında yanıldığımı anlamıştım. Chanyeol cephesindeki gibi pür asaletten oluşmasa da, kendi kendine etraftan şapşal bir saygınlık kazanmıştı.

Baekhyun'u bitiren olay benim yanımda koli taşımaya başlaması olmuştu. Çünkü yarım kilometreyi yüzlerce kez elinde kolilerle dönüp durmak, biri rica edince koli açmak için tavşan gibi zıplayarak maket bıçağı götürmeye benzemiyordu.

Saat 12'ye geliyordu. Chanyeol uzaktan ara sıra gördüğüm kadarıyla keyif içinde bizim gibi koli taşıyor, babamla ve işin başındakilerle diyalog kuruyor ve ortama en ufak bir aykırılığı olmadan yüzde yüz uyum sağlıyordu. Bizse Baekhyun'la alt kesimdendik. En rütbeli muhattabımız hatalı ambalajlı ürünleri alan kamyonet şoförüydü.

Baekhyun kalan yüzde iki canıyla taşıdığı son koli elindeyken babamın uzaktan bize seslenip yanına çağırmasıyla tüm vücudunu bana çevirip dolu ve mutluluk saçan gözlerle bakmış ve huzurla elindeki koliyi yere bırakmıştı. Bütün yorgunluğu uçup gitmiş ve gökkuşağı yolunda yürür gibi hafif, uçar adımlarla babama doğru gitmeye başlamıştı.

"Oo, genel müdür Park Chanyeol!" Beyaz yakalıların arasında ışıl ışıl parlayan dostuma yakından küçük bir gülücük sunarak selamladım. "Ortaklık teklifi filan var mı?"

Chanyeol sırıtarak karşımdan kolunu sertçe ensemden omzuma dolayıp beni ileri çekiştirdiğinde ne olduğunu anlayamış, şaşkın şaşkın kambur vaziyette kolunun altında arkaya birkaç adım atmıştım.

"N'oluyo?"

Chanyeol kolunu ve içindeki boynumu daha da sıkıp kulağıma eğilmişti. "Beni şu adamlardan kurtar. Uzun olan babamla iş yapmaktan bahsediyor. Bizimki inşaat şirketi Sehun! Telefon numaramı istedi."

"Babama söylesene!" Kıvrılmış ve Chanyeol'ün kolu tarafından sıkılmış boynum yüzünden zorlukla söyleyebilmiştim. Kolunu çektiğinde derin bir nefes aldım ve boynumu esnettim. "Söylesen seni korumasına alırdı. Kang jeong'u günahı kadar sevmez."

"Numaramı istediğinde adama gülüp ben sana veririm şimdi sırası değil dedi."

"Öyle mi dedi?" Arkamı dönüp babama baktım. Baekhyun'a eliyle işaret ederek kıyıda bir şeyler gösteriyordu. Chanyeol'ünkiler de ortadan kaybolmuştu bile. Tekrar Chanyeol'ün şaşkın yüzüne bakıp rahatlıkla gülümsedim. "Bu, onları senin başından aldığı anlamına geliyor. Numaranı filan vermeyecek."

"Nasıl? Emin misin?"

"Babamı tanıyorum."

Chanyeol'ün hayran gülümsemesini de alıp bizimkilerin yanına döndüğümüzde babam hızla Chanyeol'e bakıp çok ciddi bir şeyden bahsediyor gibi bir ifade takınmıştı. "Ah Chanyeol, sen bu akbabaları bilmiyorsun! Sordukları her soruya neden içtenlikle cevap veriyorsun ki?"

"Ben sadece merak ettiklerini düşünüyordum."

Babam yürümeye başlayıp derin bir iç çekmişti. "İş dünyası için fazla masumsun oğlum. Bunlar iyi politikacılardır, işlerine yaramayacak hiçbir şeyi merak etmezler. Mesela neden parmağındaki yüzüğü sormadılar? Hiç düşündün mü? Çünkü medeni halin onların hiçbir işine yaramaz!"

Son kısımları duyan Baekhyun önde Chanyeol ve babamla aynı hizzada yürürken bir anda sıçmış gibi bir suratla adımlarını yavaşlatmış ve yanıma geçip yüzük olan elini şortunun cebine sokmuş, orada bir şeyler yapmaya başlamıştı.

"Öyle değil mi Baekhyun?"

Babam yürürken sırıtarak yüzünü arkaya çevirdiğinde de suratı değişmemişti. Sadece bir anda başını kaldırıp "Evet, baba! Haklısın." deyip elini yüzüksüz şekilde çıkarmıştı cebinden.

"Sehun da bazen çeşit çeşit yüzükler takıyor. Aksesuar olması çok normal. Dün de Baekhyun'da görmüştüm."

Babam aniden, Baekhyun'u irkiltecek bir hızla arkasını dönüp Baek'in ellerine bakmış ve yine gülerek devam etmişti. "Bugün takmamış mesela." Chanyeol de bunu duyup arkasını aynı hızla döndüğünde Baekhyun'a ikinci irkilme gelmişti böylece.

Güvenli kollarımdan birini Baek'in omzuna attım. "Chan'la dönüşümlü takıyor olabilirler."

Babamın baskısının ağırlığından yeterince ezilmiş ikili benim de araya girmemi kaldıracak durumda olmadığından, iki çift öfkeli bakışla önüme dönmüştüm. Aynı anda Baekhyun da omzundaki kolu sertçe çekip kıvırdığında kısa bir inilti kaçırmıştım ama babam konuşmaya başladığında kolum serbest kalmıştı.

"Bugün iyi iş çıkardınız. Yani güzel bi yemeği hak ettiniz."

Gözleri parlayan Baekhyun'un en önden araca binip uslu bir çocuk gibi oturması ve bizim de yerlerimizi almamızla babamın şu favori lokantasına gitmiştik. Incheon'da biraz daha merkezi bir yerde olduğu için etraftaki gençler ve modern binalarla sonunda Seoul'e dönmüş gibi hissediyordum. Birkaç gün önce olsaydı bu his belki bana iyi gelebilirdi ama şimdi bundan pek hoşlanmamıştım. Hanna'ya benzeyen kızlar, Jongin'e benzeyen erkekler görmek istemiyordum. Ganghwa'da bu tipler daha azdı. Sık görülebilirlerdi de... Belki 30 yaş büyük halleriyle. O yüzden bir anda evime olan sevgim ve özlemimin arttığını hissetmiştim.

Yemekler geldiğinde babam masada oturanlardan onun dışında kimse daha önce yengeç görmemiş gibi sunuma ve parçalama kısmına doğrudan el atıyor ve lokanta sahibi babasıymış gibi yemeğe övgüler yağdırıyordu.

Çocukluğumdan beri her geldiğimde yediğim için artık bana sürpriz değildi.

"Baba şu makası kalbimden çeker misin?"

Karşıdan tabağımdaki yengeci parçalamak için tehlikeli girişimlerde bulunduğu sırada çubuklarımla karşılık vermiştim ve birkaç saniye eskrim yapmak zorunda kalmıştım onu vazgeçirebilmek için.

"Bak!" Hemen kendisinin yanında oturan Chanyeol'ün tabağını işaret ettim. "O kesemiyor, ona yardım et." İki hamlede kopardığım parçağı ağzıma götürürken homurdandım. "Baekhyun'la biz hallederiz. Her gün böyle şeyler kesiyoruz. Hem de çiğ çiğ."

Sağıma dönüp onay almak için bir bakış attığımda Baekhyun'un yengeçle kavgaya tutuştuğunu görüp son söylediğim şeyden utanarak önüme dönmüştüm.

Yemek ve sohbet faslı bittiğinde arabaya dönerken babam midesindeki yengeci okşuyor, Chanyeol telefonuyla uğraşıyor, Baekhyun da yorgunluğunu taşıyan düşük omuzlarıyla kafasını kaşırken hedefe doğru son hızla yürüyordu. Arabaya az bir mesafe kala durup arkalarından seslendim.

"Gençler ve Baekhyun. Ben hastaneye gidip öyle geleceğim. Siz eve dönün."

Elimdeki dikiş kaşındırıyordu ve ben her gün yaptırmam gereken pansumanı bir kez bile yaptırmamıştım. Sadece pansuman için de değil, asıl amacım yalnız kalıp biraz sorunlarımla yüzleşip düşünmekti. Ve bunu evdeki şölen havasında yapamıyordum.

Babam sakin bir ifadeyle arkasını dönüp sorar gibi baktı. "Ne hastanesi?"

"Sargının değişmesi gerekiyor. Ve pansuman filan işte."

"Evde kendin yapsana. Bunun için hastaneye mi gideceksin? Üstelik Incheon'da. Eve donunla dönemezsin Sehun."

Babamın önerileri kan basıncımı artırırken geri geri birkaç adım atarak kaçamak cevaplar yolladım. "Param var! Hem birkaç yere uğrayacağım. Ararım!"

Ben arkamı dönmüş gidecekken Chanyeol'ün "Bekle!" demesiyle durup gözlerimi kapattım. İçimden birkaç kötü kelime geçmiş ama içimde tutmuş, dışa vurmamıştım.

"Biz de gelelim!"

En azından Baekhyun, "Yo yo yo... Ben hiçbir yere gelemem. Gidip duş alıp uyumaya devam edeceğim." dediğinde bir nebze de olsa rahatlamıştım. Ama o rahatlığım da Chanyeol'ün gelip kolunu omzuma atmasıyla sönüp gitmişti saniyeler içinde.

"Geç kalmayın!" Babamın seslenişine arkamı dönmeden kafa sallayıp dev dostumla yürümeye devam ediyordum.

"Merak etme baba!" Benim yerime Chanyeol arkasını dönüp üç metrelik kolunu sallayarak cevap vermişti zaten.

Otobüsle planladığım bölgeye en yakın hastaneye gidecektim. 10 dakikalık bir pansuman işinden sonra oralarda biraz dolaşıp eve dönecektim. Plandaki özne bendim. Yani Chanyeol bana eşlik etmeden önce.

"Beni neden yalnız bırakmıyorsunuz?"

Otobüste giderken Chanyeol duyduğu şeyle sıcak gülümsemelerinden birini yollamıştı bana. Ben dümdüz, sorduğum sorunun ağırlığıyla ona bakarken o kulaklarına kadar kıvrılmış dudaklarıyla, polyanna gibi gülüyordu. Birkaç saniyelik bu bakışmadan sonra ifademi bozmadan "Ne?" dedim.

"Sen de bizi yalnız bırakmıyordun." Yüzünde en ufak bir kıpırtı yoktu.

"Ha! İntikam için miydi?" Kaşlarımı kaldırıp şok yemiş gibi baktım. "Tüm bunlara gerek yok Chanyeol, şurdan yüzümün ortasına bir tane geçirebilirsin."

"Onu çok kez yaptım zaten." Önüne dönüp ellerini ve parmaklarını incelemeye başladı. "Hiçbi faydasını göremedim. Doktora kendi ilacını tattırmak istedim." İşaret ve baş parmağını birleştirip bana dönerek göz kırptı.

"Bu doktor bi ilacınızı tattı zaten. Başta güzeldi. Toksik doza kaçtım, şimdi öldürüyor." Sonlara doğru kendi kendime konuşur gibi kısılan sesimle boşluğa diktiğim gözlerimi diğer tarafa çevirdim. Sesimi kesip içimden düşünerek devam ettim hikayeme çünkü aklıma gelenleri tamamen dışarı vurursam gerçekten bir yumruk yiyebilirdim.

Sessizliğimden rahatsız olan Chanyeol omzumdan beni itip sisli havayı dağıtmak için konuyu değiştirmek ister gibi söze girdi. "Şaka filan... Buraya gelmişken dostunu gezdirirsin diye düşünüyorum. Hanna konusunu içinde çözmeye çalışmak istediğinde ben susarım. Baekhyun gibi durmadan soru sormam, beni bilirsin. İstersen başka şeyler konuşuruz, istersen konuşmayız."

Kafa sallayıp ihtiyacı olduğu kadar onayladım. Kafamdakilerin Hanna'dan ibaret olduğunu sanırken söyleyebileceği fazla şey yoktu. Görünmeyen kısımdaki sorunları dışarı kaçırmayıp güvende tutabilmek için susuyordum. Susmak daha güvenliydi. Şu susarsak o şeylerin içimizde büyüyeceği saçmalığını hatırlayınca güldüm. Susarsam değil, susmazsam büyürdü her şey.

Hastanede bir pansuman için güzel bir para ödedikten sonra eskisinden daha iyi ve temiz sargımla şu babamın söylediği, yeniden başlama işine odaklanmayı düşündüm Chanyeol "Eee n'apıyoruz?" diye sorduğunda. Jongin'i kurtarmak için bir araya getirdiğim paradan yiyecektim. Hatta o parayı sonuna kadar yiyecektim.

Hastane sınırlarından çıkmak için bahçede yürürken dudak büküp şöyle bir düşündüm cevabımı bekleyen Chanyeol'e bakarak. Ellerimi saçlarıma götürüp kararsızca gülümsedim. Hastanelerden sonra insanı en güzel soyan yeri hatırlamıştım.

Yürüme mesafesinde olmasına rağmen taksi çevirerek onu Incheon'dayken gittiğim kuaföre götürdüm. Girerken, onu getirdiğim yer kuaför olduğu için benimle alay edip arkaya bir yere geçip oturmuş ve beklemeye başlamıştı. Çalışanlardan biri olan kadın beni tanıyıp sevdiği için habersiz gelmeme rağmen hemen koltuğa almış ve kısa bir sohbetten sonra isteğim üzerine saçımı kesmeye başlamıştı. Yarım saat içinde saçlarım giderek kısalırken arkadan bana bakıp bakıp gülen Chanyeol bir süre ortadan kaybolmuş, sonra omzunda önlük ve saçında paketlerle ortaya çıkmış ve makasın kafama girme ihtimalini umursamadan kafamı geri atıp büyük bir kahkaha patlatmama sebep olmuştu.

Benimkinin de tamamlanmasıyla birlikte yaklaşık 3 saat süren bir boya-cila etkinliğinden sonra kuaförden hayali bigbang fon müziğimiz ve hayali güneş gözlüklerimizle, hayali bir ağır çekimde çıkmıştık.

Tabii bu havalı olayımız eve dönene kadar sürmüştü. İkisini bahçe kapısından girer girmez salonda yine karşılıklı içerken bulmuştuk. Ve oturdukları yerden kafalarını bize çevirip, aralık kalmış bir ağız ve yarı kapalı gözlerle bizi karşılayan manevi baba oğulun, özgüven bitirici bakışlarına rağmen sırıtıyor olsak da içimize hafif bir burukluk çökmüştü.

"Ne? Ne var?" dedim yüksek sesle. Hala kendimden kısmen emindim ve gülüyordum.

Yapay bir gülümsemeyle "Pansuman güzel olmuş." diyen babam, gereğinden fazla bile umursadığını düşünür gibi bir yüzle önüne dönmüş ve birasını yudumlamaya kaldığı yerden devam etmişti.

Baekhyun, Chanyeol'ün gri saçlarından benim kısacık kesilmiş turuncu saçıma doğru gözüyle ağır ağır bir gezintiye çıkmış ve sonunda birayı fazla kaçırmış gibi tek nefeste kelimeleri ayırmadan söylemişti. "Sehun kendini bana kopyalamaya çalıştığın yetmez gibi Chanyeol'ü de mi ajansına aldın?"

Ellerimi çaprazlayıp savunmaya giriştim. "Hayır asla benim suçum değil bu kez. Ben kendim için girdim. Onu çalışan çocuklar ikna etti. Bi ara arkamı döndüğümde saçında folyolarla bacak bacak üstüne atmış, koltukta dergi karıştırıyordu."

Baekhyun, çalışan çocuklar kısmında takılı kalmış gibi devamında hiçbir mimiğini oynatmamış ve bitirdiğimde kalkık kaşlarla, "Çalışan çocuklar mı ikna etti?" demişti.

Sorusunu bitirmesiyle başı eğik olan babamın dün akşam yaptığı çapraz sorgudaki imalı gülümsemesi yeniden gelmiş şekilde başı hafifçe yukarı kalktığında Baek, bunu fark edip ses tonunu esprili moda ayarlayarak tekrar sordu. "Haha, çalışanlar ikna etti demek. Ne iradesizsin." Son hece yine istemsizce biraz sert çıkmış olsa da toparladığını düşünür gibi önüne döndü.

Chanyeol'le yukarı çıkıp duş aldıktan sonra babamlara katılmıştık. Hava iyice kararmıştı ve babam bu akşam olduğunu hatırladığı maçı açıp sehpadan kalkmış ve geniş kanepesine gidip yayılmıştı elinde birasıyla. "Sehun, tavuk söylesene!"

Telefonumu çıkarıp sipariş vermeye çalışırken Baekhyun'un dürtmesiyle başımı kaldırıp ona baktım. "Ne?"

"Siz yokken baban beni çok sıkıştırdı." Ellerini iki yana açıp histerik bir gülücükle gözlerini kısmıştı devamında. "Çünkü ben kuş beynimle yüzüğü cebimden düşürdüm!"

"Neden bu kadar kasıyorsun ki? Niye saklıyorsun yani?" Umursamazca sordum. Arada telefon ekranımdan saçlarımın yeni halini inceliyordum. Ellimle ön kısmı karıştırırken gülümsedim. Her imajın yakışması adlı amansız bir hastalığım olmalıydı.

Babamın orda olduğunu unutmuş, sesini yükseltmişti Baekhyun. "Bu bi baba, Sehun! Aynından bende de var! Eğer karşılaşırlar da baban söylerse geçmişimi geleceğimi unut!"

Kanepenin oralardan derin bir iç çekiş duyulmuştu.

"Benden laf çıkmaz."


Chanyeol birasını yutamayacağını anladığında bardağına geri gönderip elini karnına koyarak yere doğru iki büklüm eğilmiş ve öksürmeye başlamıştı. Baekhyun ise babama tam arkası dönük oturuyordu ve tek bir hücresini kıpırdatmadan yüzüme bakıp kalmıştı. Elimi burnuna götürüp kontrol ettim. "Şş, nefesini tutma."

"Bunu benden saklayabilecek kadar kurnaz olsaydınız size şimdi olduğu kadar kanım ısınmazdı." Diğerlerinin cesareti yoktu ama ben şeytan gibi gülerek babama bakmıştım yüz ifadesini görmek için. Dikkati tamamen maçtaydı ve birasını yudumlarken önemli pozisyonlarda heyecanlanıyordu.

"Sevgilim olsaydınız sorun olurdu ama manevi oğlumsunuz, bunda bi sakınca görmüyorum." Tam sözü biterken kaçan pozisyona "Siktir be!" deyip bardağını sertçe masaya bırakmıştı. Gözünü ekrandan ayırmadan parmağıyla Baekhyun'u işaret etti. "Ayrıca sen Baekhyun, çok belli ediyorsun."

"Ne? Ben belli mi ediyorum?" Utancını aniden unutup çıkıştığı için +1 utanma gelen yüzünü ellerine gömdü.

"Yani içince Chanyeol'e... şu kafasını sağa sola yatırıp gülen köpekler neydi Sehun?"

"Pomeranian."

"Heh, işte onlar gibi bakıyorsun."

Chanyeol'ün bira iştahı kapanmış olacak ki öksürüğü tamamen geçtiğinde bardağını itip başını masaya gömmüştü. Baekhyun ise aksine daha fazla içmeye başlamıştı. Bizim masada eğlenen tek kişiydim o akşam.

Burada ne kadar kalacağımız belli değildi. Günler doğaçlama geçiyordu. Sabahları limanda, akşamları Incheon'da, geceleri de soju masasındaydık. Doğaçlama olmayan tek şey geceleri bizimkiler erken uyursa terasa çıkıp birkaç saat dışarıdaki tek tük sokak lambasını ve ilerde görünen karanlık denizi izliyordum. Şu, sıkıntılı günlerde oturup tek başına gözyüzüne filan bakma klişesine anlam veremiyordum daha önce. Aslında şimdi de vermiyordum. Hala bakınca rahatlatan bir yanı yoktu. Görüntüsü değil ama belki sessizliği kendi kendime düşünüp sorunların ağırlığıyla yüzleşmeme yardım ediyordu. Bu da hala iyi bir yön sayılmazdı. Birkaç kez gözlerim dolacak gibi hissettiğimde bundan emin olmuştum. Hiçbir iyi yanı yoktu. Özellikle telefona gelen arama ve mesajları kontrol etme kısmı hiç yardımcı olmuyordu.

Evi benden daha fazla sahiplenmiş dostlarımla Incheon'da 4. günü doldurmuştuk. Yani 4 gün doldurma işlemi yüklenirken %92'de durmuştu çünkü dördüncü günün akşamı pek normal geçmemişti.

Sabah liseden arkadaşım Jihoon'la Incheon'da o zamanlar takıldığımız kafelerden birinde buluşmuştuk. Chanyeol ve Baekhyun da elbette bizimleydi. Liseden bu yana nasıl değiştiğimi merakla dinlemek için orda oturduklarından da adım gibi emindim.

"Lisede Sehun biraz utangaçtı." Cümlesini daha yarısına kadar duyduğunda Baekhyun'dan, içtiği milkshake yüzünden köpüklü bir kahkaha çıkmış ve bu sayede ufak değişimim lise arkadaşlarımın da malumu olmuştu.

Jihoon kahvesinden bir yudum alırken gülümsemişti. "Öyle bir utangaçlık değil. Kızlarla her zaman rahat ve soğukkanlıydı. Ama dışarıdan bakıldığında sessizdi işte. Hocalarla, öğrencilerle filan..."

Durup biraz düşündükten sonra Jihoon'un gözlerinin ışıl ışıl parlayıp ağzının heyecanla açılmasını gördüğümde konunun nereye geleceğini anlamıştım. "Regl olayını anlattın mı?"

"Hayır!" Kafamı sallayıp onu durdurmak istediğimde Baekhyun elbette rahat durmamış ve kollarını köküne kadar masaya uzatıp tüm kafenin duyabileceği bir tonda bağırmıştı. "ANLATMADI ÇABUK ANLAT!"

İki elimi yüzüme çarpıp acılarıma acı eklenmesine göz yummuştum. Kendimi geri atıp sırtımı koltuğa yapıştırmış ve konuşmaları magmadan dinlemeye karar vererek içime kapandım. Jihoon hatırladığında kısa bir kahkaha atmış ve hız kesmeden başlamıştı anlatmaya.

"Sehun'un bizim sınıfta flörtleştiği bir kız vardı. Ders arasında kızın sıra arkadaşı koşarak sınıftan çıkıp gittiğinde Sehun fırsatı tepmeyip dan diye kızın yanına oturdu. O an kızın bakışlarındaki telaşın sebebini uzaktan onları izlerken ben de anlamamıştım. Kız konuşmaya çalışsa da başaramıyordu, bizimkinin sözünü kesip bir şey söylemek imkansızdır bilirsiniz. Sehun'un en son kalkıp göz kırparak havalı bir şekilde bizim sıraya doğru yürüdüğü anı ve arka sıralarda kopan çılgın kahkahayı hatırlıyorum. Kremrengi okul pantolonunun poposundaki kan lekesi..."

Baekhyun ve Chanyeol'ün son cümleye kadar nefes almadan dinlemiş ağızları, bir anda attack on titan devlerinin ağızları gibi açıldığında aynı anda ben de gülmeye ve kızarmaya başlamıştım. Üç kişiden birden çıkan inanılmaz şiddetteki kahkahanın, kafenin diğer ucuna kadar yayıldığından emindim.

"İğrenç!" Baekhyun gülmekten yaşlar süzülmüş gözlerini bana diktiğinde yüzümü önüme eğerek saklamaya çalıştım. Böyle bir anıyı asla öğrenmemesi gerekenlerde ilk sırayı alan kişi yüzüme bakarak bağıra bağıra gülüyordu. Şimdi on beş senelik malzemesi vardı elinde.

Jihoon'u çok seven dostlarım, dinledikleri daha nice rezil lise anımla enerji depolarını fulledikten sonra eve dönmüştük. Yol her zamankinden daha yorucuydu çünkü iki yandan iki kulağıma çarpan kahkahaları iç kulağımdan öteye geçirmemeye çalışıyordum. Nihayet eğlenceleri bittiğinde Baekhyun en az iki-üç gün daha kalmayı önermiş ve Chanyeol de bunu onaylamıştı. Evimde kalma konusunda aldıkları kararlarda figüran bile değildim.

Bu planı uygulayamama sebebimiz, akşam yemeğinden saatler sonra kendini göstermişti. Babam, Chanyeol ve Baekhyun'u televizyon başında maç izlemeye bırakıp mutfağa çıkmıştım abur cubur getirmek için. Elimde cipslerle alt kata indiğimde babam hala büyük bir heyecanla maça kilitlenmiş izliyordu fakat diğerlerini öyle görememiştim. Benim yaklaşmamla telefona gömülmüş kafalarını kaldırıp bana baktılar. Baekhyun'un eliyle gelmemi işaret etmesiyle cips tabaklarını sehpaya bırakıp diğer yanlarına oturdum. Direk bana yaklaştırdıkları telefona kaymıştı gözüm.

"Ne var?" Biraz inceledim. Tanımadığım birilerinin instagram story'sine attığı resimde ilginç olan şeyi arıyordum.

"Bu Hanna değil mi?" Baekhyun'un parmağını resme sokarak gösterdiği kıza baktım. Ben resimdeki club ortamı ve köşede elinde içkiyle gülerek poz vermiş Hanna'yı incelerken Baekhyun cevabını verecek kişi benmişim gibi bana bakarak sormuştu. "İçkiyle filan ne işi var bunun?"

Göz ucuyla babamı kontrol ettiğimde hala maça odaklı olduğunu görüp tartışma ortamına geri döndüm. Baek'in sorusunu, kuşkulu bir ses tonu ve babamın da bize katılmaması için fısıltıyla, Chanyeol yanıtlamıştı. "Gülüşünden hiç problemi var gibi görünmüyor. Ayrıca içtiğine göre çocuğu doğurma fikrini aklından çıkarmış olmalı."

İçimde kafamı kurcalayan bi şeylerle onlara ve telefonda gösterdikleri resme bakmıştım bir süre. Chanyeol'ün dediklerinde içimi rahatlatması gerekirken beni rahatsız eden bir şeyler vardı. Kendi halimle Hanna'nınkini kıyasladım. Ortada benim hayatımı sikip atmış bi şeyler varken onun bu hali doğa üstü geliyordu.

Telefonumu cebimden çıkarıp ayağa kalkarken Chanyeol'e baktım. "Ne zaman atılmış bu?"

"1 saat önce."

Üst kata çıkıp odama girdiğim gibi Hanna'yı aradım. Çok geçmeden açılmıştı. Ben ismini söylerken beni duyamayacağı o gürültülü müziğin kaynağından uzaklaşmasını bekledim. Öyle de yapmıştı. Müzik sesi hala vardı ama onu duyabiliyordum.

"Aramanı neye borçluyum Sehun-ah?" Sesinde üzüntü veya öfkenin kırıntısı bile olmamasının yanı sıra duyduğum o neşeli tondan ve vurgu hatalarından sarhoş olduğunu düşünmüştüm. Veya sadece alay eder gibi konuşmayı tercih ediyordu.

Odada yavaş yavaş bir ileri bir geri yürürken uzatmadan aklıma gelen ilk şeyle söze girdim. Onunkinden farklı olarak ses tonum donuk ve ifadem ciddiydi. "İçki içmenle ilgili ne düşünmeliyim?"

Neşeli bir kahkaha attı. "Ne düşünmek istersin Sehun-ah?"

Adımlarım hızlanırken odanın kapısının açılmasıyla yüzümü o tarafa çevirdim. Kelebek adımlarıyla içeri giren Chanyeol ve Baekhyun kapıyı geri kapatıp yatağa oturmuş, konuşmamı dinlemeye çalışıyorlarken dikkatimi onlardan çekip tekrar sordum.

Öncesinde bir süre düşünür gibi gözümü boşluğa dikip ses tonumu kontrol etmek için derin bir nefes almıştım.

"Yalan söyledin değil mi?" Dişlerimi sıkarken istemsizce kıvrılmıştı dudaklarım. Yatak cephesindekiler son söylediğimi kocaman açılmış gözlerle karşılamış ve buna ilaveten Baekhyun vaziyet almış, vereceğim tepkiyi gözlüyordu.

"Tanıdığım Sehun inanmazdı bile." Biraz gülüp duraksamıştı. Ses tonunu hiç değiştirmeden devam etti. "Kimse beni bir taksiye bindirip gönderdikten sonra defalarca aramama rağmen böyle umursamazca hayatından çıkaramazdı Hunnie. Aslında o gün eve geldiğimde sana söyleyecektim. Ama sen yeterince akıllanmış görünmüyordun."

Yürümeyi kesmiş, durduğum yerde telefonu kulağımda tutarken Baekhyun'un yaklaşıp kulağını telefona dayadığını bile sonradan fark edecek kadar hayatla bağları koparmıştım.

"Kısacası Yonggi'nin fikri işe yaradı. Hala beni arıyorsun!"

Baekhyun dehşetle telefondan kulağını çekip kısa mesafeden gözlerini bana dikti. "Yonggi mi? O şerefsizin işi mi bu?"

Arkadan Chanyeol'ün ilk tepkisiyse "Yonggi kim?" olmuştu.

"Sehun'un dövdüğü herif. Sehun afrodit'e yanaşmaya çalıştığından beri bizimle uğraşıyordu, biliyorsun."

Ben söyleyecek hiçbir kelime seçemezken Baekhyun çoktan telefonu alıp babamın bile aşağıdan duyabileceği bir tonda bağırmaya başlamıştı. Ben elimi saçıma daldırmış, kalbim öfkeden dışarı çıkacak gibi atarken hala pencereye bakıyordum.

"Yonggi ve sen boka yapışmış iki sineksiniz ve sen Hanna, galaksinin içinde barındırdığı en adi sürtüksün!"

O bağırtının bana elektroşok etkisi yapnasıyla telefonu Baekhyun'dan alıp kapattım. Buraya geldiğimde kenara attığım çantamı kapıp kapıdan dışarı çıktığımda Chanyeol kolumdan tutup beni durdurmuştu.

"Saçma bi şey yapmayacaksın!"

Hayır saçma hiçbir şey yapmayacaktım. İkisinin de gırtlağını sıkıp rahat bir nefes almak istediğimi düşünürdü dışarıdan kim görse. Ama ben gidip saçma bir şeyi düzeltecektim. Babamın söylediği gibi baştan başlamak zorunda değildim.

O bebek ölmemişti, doğmamıştı da. Bir çocuk ve baba varsa ortada, sonunda ne olursa olsun geri dönüş olmayacaktı. O varolduktan sonra Jongin sonucun ne olacağına bakmadan gitmişti. Sonucun ne olacağına karar vermemde en ufak bir etkisi olmaması için dünyaya gelecek -hatta sadece gelme ihtimali olan- bir çocuğun hayatını, hem kendi hayatına hem de benimkine tercih etmişti.

Eğer Hanna o çocuğu aldırsaydı da ben yine babamın sözüne gelip baştan başlamak zorunda kalacaktım. O çocuk doğsaydı da... Ama o çocuk diye bir şey yoktu. Ortada sadece kocaman, hayatımı siken bir yalan vardı.

"Saçma bir şey yapmayacağım. Seoul'e dönüyorum."

Okumaya devam et

Bunları da Beğeneceksin

118K 20.5K 16
oğlum sadece en sevdiği oyuncakları kırıyor. ben onun yok ettiği kumdan kalelerin kralıyım omegaverse, etl texting
12.1M 589K 87
18 yaşında genç bir kızın yolu çıkmaz bir sokakta hiç kesişmemesi gereken bir adamla kesişti. Adam hayata ve mavi renge küskündü. Genç kızla beraber...
61.9K 3.1K 42
Komşunuz Barış Alper Yılmaz olursa ne mi olur?
25.8K 5.5K 33
+82 10 1311 5960: Hamileyim. JJK: Kimsin?