ZOR KADIN : DÜĞÜM

Von happyraindrops

277K 13K 1.1K

ZOR KADIN adlı hikayenin devam hikayesidir. İlk hikayeyi okumadan okumayınız. © Tüm hakları saklıdır. Mehr

1. Bölüm - Huzur
2. Bölüm - Ceza
3. Bölüm - Hatıra
4. Bölüm - Bilgi
5. Bölüm - Gidiş
6. Bölüm - Karmaşık / 1
6. Bölüm - Karmaşık / 2
7. Bölüm - Diken
8. Bölüm - Savaş
9. Bölüm - Neden
10. Bölüm - Yazgı
11. Bölüm - Fotoğraf
13. Bölüm - Yan
14. Bölüm - Şans
15. Bölüm - Zaman
16. Bölüm - Kayıp / 1
16. Bölüm - Kayıp / 2
17. Bölüm - Çırpınış
18. Bölüm - İpucu
19. Bölüm - Cevaplar
20. Bölüm - Kin
21. Bölüm - Final
Yazandan Not

12. Bölüm - Hediye

10.9K 495 56
Von happyraindrops

Multimedia | Singto Numchok - Gift 

۵

Eğer hasta hissediyorsan ben sana bakarım.

Eğlendiririm seni, sıkılmış hissettiğinde.

Seni hâlâ seveceğim, gelecekte şişmanladığın zaman.

Asla ama asla göz ardı edilmeyeceksin.

۵

"İyisin, değil mi?"

Zümrüt, Eylem'in yönelttiği endişeli soru üzerine dudaklarını sarkıttı. Bu soruyu üçüncü soruşuydu, Eylem'i bir türlü inandıramamıştı. O ailenin yaşamak zorunda kaldığı olaylardan ötürü vicdan azabı duyuyordu ister istemez. Belki yanlarına gitmemiş olsalardı yaşanmayacaktı böyle bir hadise, belki de Ali en başından beri planlıyordu bunu ve gerçekleştirmek için bu zamanı bulmuştu. "Bir kez daha iyiyim dersem inanacak mısın?"

"Mm," dedi Eylem ve gülümsedi, "hayır."

"O zaman sorma." Eylem'in gülümsemesi genişledi ve kendisine doğru yaklaşıp yanağından öptü. "İyi geceler, huysuz," dedi. Gülümsemesinin ardından sızan merak ve endişenin pırıltısı karşısında gülümsedi Zümrüt. Kendisi için endişelenen çok fazla insan vardı, bunun olmasını istemiyordu.

Eylem'in uzaklaşan bedeninden ardından ilerleyen bakışları, arabasının içinden kendisini izleyen Yağız'a yakalandı. Genç adam gülümseyip göz kırpmış, ardından da arabasını çalıştırmıştı. Karanlığa karışan arabaların etrafta bıraktığı sesler kesilinceye kadar bekledi Zümrüt. Bir süre sonra buz kesen elleriyle kapıyı kapatmış, içeri geçmişti.

Salonda bekleyen anne ve babasına dinlenmek istediğini söyleyip iyi geceler diledi, merdivenleri kat etti, odasına girdi. Bir gram uykuya hasret olan bedeni açlıkla yatağa yönelmek istiyordu lakin Zümrüt banyoya girip dişlerini fırçaladı. Yarım yamalak uykulardan, zihninin uykuda dahi çalışmaya devam etmesinden, düşüncelerinin bir türlü kendisini rahat bırakmamasından ötürü bitkindi. Gözaltları torbalar oluşturmuş, morarmaya da yüz tutmuştu. En son ne zaman tam anlamıyla aynaya bakmıştı acaba, bilmiyordu.

Işıkları kapatıp yatağa doğru ilerledi, sıcacık battaniyesinin altına gömüldü. Kapıya sırtını verdiği vakit perdesinin ardından odaya nüfuz eden bir ışık gördü. Anlıktı, yok olmuştu. Demek ki birazdan yağmur şiddetini arttıracaktı.

Gözlerini kapattı. Bedeni ne denli kucaklamaya çalışıyorsa uykuyu, düşünceleri o denli set kuruyordu aralarına. Zihninin içerisinde, fırtınanın girdabına kapılmışçasına savrulan düşüncelerinin hızına kendisi dahi yetişemiyordu. Uykuya dalabilmek için düşünmeyi bırakmaya çalıştığı vakit süresince sınırdan bir hayli uzaklaşmıştı.

Kendisi mi saatleri kovaladı yoksa saatler mi önüne ne varsa katıp karıştırarak kendisini geride bırakmıştı, bilmiyordu lakin gözlerini tamamen açıp saate baktığında oflayarak bedenini tekrar yatağa bırakmıştı.

03.32

Bakışları karanlığın koynuna sığınmış odaya alışmaya başlıyordu. Bugünü de sabah edecekti galiba. Pozisyonunu değiştirerek uyumak için çabalamaya devam edecekti ki komodinin üzerinden tüm odaya yayılan beyaz ışığı fark etti. Telefonu eline alıp ekrandaki isme baktığı vakit derin bir nefes aldı. "Alo?"

"Tahmin etmiştim."

Aldığı soluk dudaklarından firar etti. Bedenini gerisin geriye yatağa bıraktığında yüzünde bir kıpırtı vardı, kaçan soluğun ardında bıraktığı bir kıpırtı. "Odama kamera falan mı yerleştirdin?"

"Sence buna ihtiyacım mı var?" Yağız önündeki perdeyi çekti, pencerenin kenarına yaslandı. "Sadece seni fazla iyi tanıyorum."

"Korkmalı mıyım?" Zümrüt yan tarafına doğru döndü ve tamamen battaniyenin içerisine gömüldü. Gözlerini kapattı ve genç adamı yanında hayal etmeye çalıştı. Yağız'ı evinde olduğu kadar, yatağında görmeye de alışmıştı.

"Bence hayır," dedi Yağız. "Sence evet." Bir nebze soluklanma payı kattı aralarındaki konuşmaya. "Neden uyumadın?"

"Uyuyamadım."

"Bir şeyler anlatmamı ister misin?"

"Bilmem," dedi Zümrüt. "Gevezeliğin bu sefer işime yarayabilir aslında."

Yağız genç kızın cevabı üzerine gülümsedi. "Bana ihtiyacın varken bile huysuzluk ediyorsun."

"Tamam, sus hadi." Zümrüt dizlerini kendisine doğru çekti ve boştaki eliyle etraflarını sardı. "Anlat."

Bir müddet düşündü. Yitip giden saniyelerin ardından ne anlatması gerektiğine karar vermiş olacak ki "Tamam," dedi. Adımlarını yönlendirdi ve yatağa oturup sırtını başlığa dayadı. "Yıllar yıllar evvel," dedi ve duraksadı. Adamın ismi neydi?

"Tahmin ettiğim şeyi mi anlatacaksın?" diye sordu Zümrüt. Gülümsemesinden ve yatağın içerisine sinmiş olmasından ötürü sesi boğuk çıkmıştı.

"Öyle bir düşüncem vardı fakat gel gör ki adamın ismini unuttum."

"Yüzbaşı Yorgaki Efendi." Göz kapaklarını indirip kaşlarını serbest bıraktı.

"Evet, tamam. Yıllar yıllar evvel Yüzbaşı Yorgaki Efendinin bir kızı olmuş: Eftelya. Bu Yorgaki Efendi müziksever bir adammış, Eftelya da öyle. Böylece Eftelya babasının yanında şarkı söylemeye başlamış, sonra evlenmiş, eşiyle beraber nice plaklar doldurmuş." Nefes aldı. "Eftelya yaz aylarında babasıyla ya da kendi başına denize açılırmış. Sandal turları olurmuş o zamanlar. Sandal turları ile beraber denizin içinden gelen Eftelya'nın sesi," dedi ve devamını anlatmaya devam etti. Anlatacakları bittiği vakit sustu ve genç kızdan bir yanıt gelmesi için bekledi.

Gelmedi.

Yağız bu sonuçsuz bekleyişin ardından gülümsedi. "İyi geceler, huysuz," diye mırıldandı. "İyi uykular."

۵

07.15

Kısık gözlerinin ardından görebildiği kadarıyla komodinin üzerindeki telefonunu buldu ve eline aldı, alarmı kapattı. Başı gerisin geri yastığa düştüğünde gözleri istemsizce kapandı. Uyumak istiyordu, başı çatlıyordu.

Beş dakika boyunca zihnini uyandırmak için çaba sarf etti, üzerindeki battaniyeyi güç bela kenara fırlattı. Bedeni ile yatak arasındaki bağlantıyı kopardı; şimdi işler biraz daha kolaylaşmıştı.

Uzun bir hazırlanma sürecinden sonra telefonunu alıp odasından ayrıldı. Merdivenlerden inerken aklına dün gece geldi. Son dakikaların silik görüntüleri üşüşünce aklına, adımını attığı basamakta duraksadı. Uyumuştu. Geceyi yaşamamış gibiydi, hayal olma ihtimali daha ağır basıyordu zihninde. Lakin gerçekti, adı gibi emindi. Merdivenleri kat ettiğinde yüreğinin ferahlamışlığını hissetti en kuytu yerlerinde. Uykudan yeni uyandığı haliyle şu anki hali arasında dağlar kadar fark vardı.

Mutfağa girdiğinde annesiyle babasını gülüşerek konuşurken buldu. Onların bu halini izlemek geldi içinden. Etraflarına yaydıkları enerji o kadar... farklıydı ki kendisi için. Ansızın düşündü: Acaba Yağız ile kendisi dışarıdan nasıl gözüküyordu?

"Zümrüt?"

Kulaklarına ulaşan sesle dalgın bakışlarını annesine yöneltti. Meraklı bakışlara karşılık "Gözüm dalmış," dedi. "Günaydın herkese." Annesinin karşısındaki sandalyeyi çekti, oturdu.

"İyi misin kızım?" Mehmet Bey avucunu genç kızın elinin üzerine yerleştirdi. Başparmağıyla okşarken bakışları yüzündeydi. Ölü bir tabakayla kaplıydı kızının ifadesi, her zamanki gibi. Fakat çatlaklardan sızan soluk ışıkları fark etmemesi imkânsızdı, babası olarak.

"İyiyim," dedi Zümrüt. Babasının elinin üzerine elini yerleştirdi ve kuvvetlice sıktı. "Beni düşünmeyin siz, bir şeyim yok."

"Sorma Mehmet," dedi Emine Hanım. Üzgün bakışları kızının yüzündeydi. "Kan kussa kızılcık şerbeti içtim, der."

"Abartma anne," dedi. "Ben de insanım. Bir şey yokken var dememi beklemiyorsunuz, öyle değil mi?"

"Sen öyle diyorsan öyledir." Mehmet Bey gülümsedi ve var gücüyle elinin altındaki avucu kavradı, ardından geri çekti elini. "Biz buradayız ama, unutma."

Unutmuyorum, dedi Zümrüt içinden. O yüzden de bir şey söyleyemiyorum.

Kahvaltı sakin seyrinde ilerleyip geçmişe karıştı. Zümrüt şirkete gitmek için ailesinin yanında ayrıldı, kabanını giydi, çantasını koluna taktı. Arabasına doğru ilerlerken korumalar harekete geçmiş, başka bir arabaya doluşmuşlardı. Bu durumun bitmesini istiyordu artık bir an önce.

Şirkete gelmiş, odasına doğru ilerlerken Yağmur masasından kalkıp kendisine doğru yaklaşmıştı. Günaydın faslını bitirdikleri vakit Zümrüt çoktan odasına girmiş, masasına yerleşmişti.

"Evet, Yağmur," dedi Zümrüt ve bilgisayarını açtı. "Bugün neyimiz var?"

"Gelen davetleri, görüşme isteklerini masanıza yazılı olarak bıraktım zaten." Yağmur elindeki tableti kurcaladı. "İnsan Kaynakları Müdürü ile bir görüşmeniz var. Sıradaki faaliyete koymayı düşündüğümüz projenin ortakları ile bir toplantınız var. Ardından-"

Odada çalan telefonun kime ait olduğunu anlaması bir saniye sürdü. Telefonun ekranına baktığında Mısra'nın ismini gördü, yanıtladı. "Efendim Mısra?"

"Meşgul değildin, değil mi? Sormam gereken bir şey vardı."

"Yok, hayır," dedi Zümrüt. Sandalyesini geri itti ve ayağa kalktı. Yağmur'a sırtını verip önündeki manzaraya doğru ilerledi. "Sorabilirsin."

"Şimdi," dedi Mısra ve klavyede seri bir biçimde parmaklarını hareket ettirdi. "Ali'nin yerini bulmak tahmin ettiğimden daha zor çıktı. Adamlar her türlü güvenlik önlemini almışlar."

"Bu onlara ulaşamayacağız anlamına mı geliyor?"

"Hayır, tabii ki de. Onlara ulaşabiliriz fakat elimdeki kaynaklarla değil."

"Sadede gel, Mısra."

"Babanla ve Yağız'ın babasıyla konuşmamız gerekiyor. Belki onlar çalışma alanımı genişletmem için yardımcı olabilirler."

Sıkıntılı bir soluk kaçtı boğazından. Yutkundu ve birkaç saniye düşündü. Onları da bu işin içerisine sokmak istemiyordu lakin elde olan sonuçlar da ortadaydı. Bu kısıtlı imkânla da çalışamazdı Mısra. Ulaşmak istedikleri sonuca ulaşmaları gerekiyordu. "Pekâlâ," dedi. "En yakın zamanda konuşacağız bunu."

"Tamamdır, o halde görüşmek üzere," dedi Mısra gülümserken.

"Görüşürüz." Zümrüt telefonunu kapattı ve arkasına döndü. Kendisine merakla bakan Yağmur'a dikti bakışlarını, masasına doğru ilerlerken. "Evet," dedi ve sandalyesine oturdu. "Başka nelerimiz var?"

۵

Kış ağır aksak adımlarla ilerliyor, yerini ilkbahara devrediyordu.

Ayaklarının altında çatırdayan çakıl taşlarını ayakkabısının ucuyla süpürdü. Kenara fırlayan çakıl taşları hırçın deniz dalgalarına karışmıştı. Kollarıyla bedeninin etrafını sardı, derin bir soluk aldı etrafındaki soğuk havadan.

Üşüyordu, Allah biliyordu ki fazlasıyla üşüyordu. Lakin seviyordu. Yakın vakitte güneş tekrar kendisini tüm ihtişamıyla gösterecekti zaten. Kışın elinde kalan son kırıntılarını kaybetmemek için var gücüyle sıkıyordu avucunu.

Nefes alması gerekmişti.

An geliyor her şeyle bir başına başa çıkabilecek gücü, kuvveti buluyordu kendisinde. Öyle oluyordu ki başa çıkılması gereken şeyler bir hiçmişçesine vuku buluyordu hayatında. Lakin an geliyor elini eteğini kurtarmak istiyordu süratle ilerleyen hayat filminden. Kenara çekilip sadece oturmak, düşünmemek, herhangi bir şeye elini dahi sürmemek istiyordu.

Çok fazla şey istiyordu.

Hayat, beraberine her şeyi katıp karıştırdığı girdabıyla nefes dahi almaksızın ilerlemeye devam ediyordu. Yorulmuyordu, bunalmıyordu, sıkılmıyordu. Sadece görevini yapıyordu. O da bilincindeydi, soluklanma payının bazı şeylere bahşedilmemiş olduğu gerçeğinin.

İşte böyle anlarda az da olsa hayatın karmaşasından kopabildiği yegâne yerlerden birinde, sahilde buluyordu kendisini. Yaz yahut kış... fark etmiyordu.

Kabanının cebinde titreşen telefonunu aldı eline. Ekrandaki ismi görünce gülümsedi. Gülümsemesi titredi.

Yağız: Mevsim senin, saatler senin... Yüzündeki gülümsemenin sebebi soğuk mu yoksa ben miyim?

Dudaklarını ısırdı. Andan soyutlanmış, zihni genç adama boyanmıştı. Kime ne tür bir iyilik yapmıştı da karşılaşmıştı Yağız'la, bilmiyordu. Yüzüne darbe darbe çarpan soğuk gözlerini kapatması için zorladı kendisini. Soğuktan tutulan parmaklarını hareket ettirdi ve genç adama cevap yazdı.

Zümrüt: Garip bir durum yok ortada. Ne zaman gülümsemediğimi gördün?

Güldü ve başını gökyüzüne doğru kaldırdı. Evet, gri bulutlar oradaydı. Evet, sahildeydi ve suhunet dolu soğuğu yanı başındaydı. Evet, üşüyordu ve bundan ölesiye mutluydu. Fakat sanırsa artık bunların hepsinin verebileceği mutluluk, tek başına adamda gizliydi. Adam da kendisine aitti.

Telefonunun yaydığı titreşimle kendine geldi.

Yağız: Dur bir düşüneyim. Neredeyse her gün?

Bakışlarını telefondan ayırıp denize odakladı. Dalga dalga kıvrılan lacivertliğe doğru üfledi sıkıntılı nefesini. Telefondan bile kendisini delirtmeyi başarıyordu. Cevap verecekti ki bir başka titreşime maruz kaldı telefonu.

Yağız: Şirkette misin hâlâ?

Zümrüt: Neden soruyorsun?

Yağız: Anladım, değilsin. Bunu bildiğim iyi oldu.

Zümrüt: Neden, ne işine yarayacak şimdi bu bilgi?

Yağız: Akşam görüşürüz.

Zümrüt öylece telefona baktı. Neydi şimdi bu? Telefonuyla beraber üşüyen ellerini de kabanının cebine sokuşturuverdi. Oturmak için bir yer arayan gözleri, karşısında duran banka kilitlendi.

Sırtını banka yasladı, bacağını bacağının üzerine attı. Yüzü kabanının içine gömülmüştü. Bunca deli soğuğa rağmen hemen eve ulaşmak için uğraş vermemesinin sebebini merak ediyordu çoğu zaman. Bünyesi zayıftı çünkü soğuğa karşı.

Yağız'a yoğunlaştı tekrar düşünceleri. İçinde bir korku filizlenmeye başlamıştı uzun zaman önce. Dalı budağı varlığını sürdürmeye devam ediyordu yüreğinde. Genç adamı kaybetme korkusuydu bu, biliyordu. Avuçlarının arasına kendi isteğiyle konmuş bu güzel his, daha ne kadar dayanabilirdi ki? Taş olsa çatlardı.

Korkuyordu.

Şu hayatta en çok hayatında var olan insanları kaybetmekten korkuyordu. Öylesine korkuyordu ki... felaket bir şeydi bu. Bundandır kimseyi almıyordu hayatına. Şimdi de aynı korku, sanki zamanında yeterince varlığını gösterememiş gibi, ortaya çıkmıştı.

Yan tarafından bir ses geldi.

Başını çevirdiği vakit bankın üzerine çıkmış, sırt kısmına sürtünen kediyi gördü. Altın sarı tüyleri, cam gibi parlak yeşil gözleri, yoğun tüyleriyle bir asilzade gibi dimdik duruyor, kendisine bakıyordu. "Merhaba," dedi Zümrüt.

Kedi bakışlarını tamamen kendisine odaklamıştı, ani bir harekete karşı. Miyavladı, kuyruğu havadaydı.

Elini uzattı yavaşça avucu yukarıda kalacak şekilde. Kendisinden zarar gelmeyeceğini anlaması için süre tanıdı ona. Kediden ani bir atak gelmeyince yavaşça başına yaklaştırdı. Elinin altında kalan yumuşak tüyleri okşadı ağır hareketlerle.

Kedi eline doğru yasladı bedenini, yavaşça kendisine doğru yaklaştı. İhtiyacı olan buydu galiba. Parmaklarının arasına sıkışan, kıvrılan bu parlak tüyler ve kendinden geçen bu minik beden.

Titreyen bedenini paltosunun kuytularına bastırdı büyük bir açlıkla. Kedi bedenini banka yatırmış, gözlerini kapatmıştı. Ucu bucağı görünmeyen, gri-lacivert bulutların ardına saklanmış deniz kucakladığı rüzgârı cömertçe iletiyordu kendisine.

Kafası o kadar doluydu ki. Birbirinden farklı, avare binlerce konu yığını doluydu zihninin köşe bucağı. Öyle ki yakalayamıyor, üzerinde saatlerce uğraşıp sonuca ulaşamıyordu. Zihni doluydu lakin hiçbir şey düşünemiyordu.

Omuzlarına yüklenen vazifeler, yer çekimiyle işbirliği yapıyordu sanki. Bazen bedeninden yayılan yılmışlığın o pis kokusu sarıyordu buram buram etrafını. Çöküşüne kendisi ağlıyor, kendisi seviniyordu.

Dakikalar birbirlerini zorla çekiştirirken üşümesinin had safhaya ulaştığını fark etti. Kediye çevirdi boş bakışlarını. Nereye gidecekti şimdi? Bir canın daha sorumluluğunu üstlenebileceğine inansa eve götürecekti lakin daha kendisine hayrı yoktu ki. Şuncacık hayvana ne gibi bir hayrı dokunabilirdi?

Kedi tüm düşüncelerini hissetmiş gibi gözlerini açtı, gerindi ve ayaklandı. Bir kez Zümrüt'ün yüzüne baktıktan sonra arkasını dönüp hızla uzaklaştı.

Güzel, diye düşündü. Yanımda kalabilen, kaldığı halde mutlu olabilen biri var mı acaba?

Sıkkın nefesi etrafını tırmalayarak ayrıldı genzinden. Ellerini ceplerine gömdü, derin bir nefes aldı ve sahilden ayrıldı.

Eve geldiğinde yemek ve oturma faslından sonra odasına gitmek için ayağa kalkmıştı ki annesi durdurdu kendisini. "Efendim anne?"

"Yatmadan evvel," dedi Emine Hanım, "yatağının altına bakmayı unutma. Maazallah, gönlün rahat yat."

"Koskoca kız, Emine." Mehmet Bey gözlerini kısa bir an için televizyon ayırmış, kızına bakıp gülümsemişti. "Allah rahatlık versin kızım."

"Size de," dedi Zümrüt. Annesine baktığı vakit annesinin göz kırptığını fark etti. Kaşları merakla çatılmıştı. Arkasını dönüp salondan ayrıldı, odasına çıktı.

Kapıyı kapatıp birkaç saniye odasında dolaştırdı kuşku dolu gözlerini. Yatağın altı? Canavar? Yağız'ın odada olacak hali yoktu herhalde. Kendisine düpedüz saçmalık geliyordu lakin genç adam yapardı. "Yağız?" diye fısıldadı odanın ortasına.

İyice kafayı yiyordu.

Tepki falan gelmemişti. Yavaşça yatağının kenarına yaklaşıp eğildi, yere kadar uzanan örtüyü havaya kaldırdı.

Gözüne çarpan tek şey boşluğun ortasında duran kutu olmuştu. İçgüdüsel bir hareketle başını kaldırıp odaya baktı. Elini uzatıp büyük kutuyu dışarı çıkardı, yatağının üzerine koydu. Elleri belinde, bir süre yatağın üzerinde uzanan kahverengi kutuyu inceledi. Ardından merakı iplere var gücüyle asılınca hızla kutunun kapağını kaldırdı.

Elinde kutunun kapağıyla kalakaldı.

Kutunun içerisinde uzanan, koyu kahverengi, boynunda siyah papyonu olan, bol tüylü oyuncak ayıya baktı uzun bir süre boyunca. Bu da nesiydi? Kapağı kenara koyup oyuncak ayıyı kurtardı kutunun içerisinden. Yumuşacıktı. Yeşil'den büyüktü. Bu ya büyük bir tesadüftü ya da Yağız kendi oyuncak ayısını biliyordu. Ki ilk ihtimal uzaklığından ötürü görünemiyordu bile, Yağız kendisine oyuncak ayı almazdı.

Komodinin üzerinde titreşen telefonunun sesi üzerine oyuncak ayıyı yatağın üzerine bıraktı. Yatağın kıyısına kuruldu, telefona gelen mesajı okudu.

Yağız: Yeşil kahverengiye muhtaç, ağacın toprağa olduğu gibi. Bizden daha iyi anlaşacaklar bence. Mümkünse diğerinin yanına koy, yani yatağın üzerine. İyi uykular.

Gülümsedi, telefonunu komodine koydu ağır bir hareketle. Yastığının altından Yeşil'i çıkardı, kahverengi ayıcığın önüne koydu. Kahverengi ayıcık Yeşil'i kuşatacak büyüklükte ve heybetteydi. Benzerliğe ve ironi üzerine başını iki yana sallarken banyoya doğru ilerlemişti. Kâbuslarını kovacak bir değil iki ayıcığı olmuştu şimdi.

۵

"Size ulaşmaya çalışıyorlar, efendim."

Ali elindeki su bardağını masaya koydu. Boğazından yana yakıla geçmişti su. "Hmm," dedi ve yutkundu. "Demek bize ulaşmaya çalışıyorlar."

"Evet, efendim." Genç kız birbirine kavuşturduğu ellerinden birisiyle bileğini ovuşturdu. "Aileler de devreye girmiş sanırım, yanlış bilmiyorsam."

"Demek öyle." Oturduğu sandalyeden kalktı, odanın ortasına doğru yürüdü. "Son günlerini rahat geçirmek yerine işlerimi kurcalıyor yani. Pekâlâ. Madem öyle istiyor, onun kurallarına göre oynarız, biz de işleri zorlaştırırız."

Gözleri kısıldı, bakışlarının önüne yerleşmiş olan geçmiş kırıntıları bir görsel haline geldiği vakit nefesini boğacak derecede çepeçevre kuşattı kendisini. Öfkeliydi, nefret ve kin doluydu, ne yaparsa yapsın yeterli gelmeyecek gibi hissediyordu. Hayır, tek bir kurşun öfkesini silip süpürecek güce sahip değildi. Bütün yılların açlığı, ani bir ölümle doyurulamazdı.

Sabrının son demlerindeydi. Buharı tüten öfkesi, kendisini dahi yakacak hararetteyken sakin kalması olanaksızdı.

Az kalmıştı.

Çok az.

Weiterlesen

Das wird dir gefallen

7K 808 99
Babasına atılan iftira sonucu küçük yaşta ailesi dağılan bir kızın, yıllar sonra babasının suçsuz olduğunu kanıtlamak ve kayıp kardeşini bulmak için...
BİR KÜÇÜK SIR Von Betüş

Aktuelle Literatur

1.9M 131K 30
Onların kaderi yıllar önce yaşanmış tek bir gece sayesinde birleşti. Bir anda karşısına çıkan ve peşini bırakmayan Atmanlı aşireti genç kızın bütün s...
3.7K 299 9
İkisinin de yolu ansızın çıkmaz bir sokağa çıktı. Bu bir sondu. Ya da her şeyin bir başlangıcı olabilir miydi? Belki de. Onlar için yazılan Kader en...
2.8K 223 1
"Kader kimi karşılaştıracağını, ne yapacağını çok güzel biliyor. Ben seni gördüğüm ana kadar kadere inanmazdım. Kaderin karşıma çıkardığı en güzel şe...