GİRİFT

Від 1yazarnur

272 48 132

Bütün düğümlerin en az bir noktasında keşfedilmeyi bekleyen minik bir boşluk vardır. Düğümler, rastgelişlerle... Більше

1. Bölüm: Hayatım Nefes Alsın Deriz
3. Bölüm: Eve Dönmek Her Zaman Eve Dönmek Değildir
4. Bölüm: Ölmeden Yaşıyor Olmayı Kaybetmek
5. Bölüm: Üç Nokta
6. Bölüm: Sonuna Kadar
7. Bölüm: En Güzel Ödül Ve En Güçlü Ceza

2. Bölüm: Hayatına İyiliği Öğret

39 9 13
Від 1yazarnur

BÖLÜM-2:

"güveniyorum, istiyorum" 

hayatım boyunca ilk kez konuşmasına izin verdiğim kalbimin ilk sözleriydi

"tamam o zaman, yapman gereken tek şeyi söylüyorum sana. elimi sakın bırakma. anladım, emir almak hoşuna gitmiyor ama elimi bırakırsan eğer aklımdaki düşüncelerde kaybolur, varlığını yanımda hissetmediğimi dahi anlayamam. bana ve kendine, bize yardım etmek istiyorsan elimi bir an bile bırakma ki buradan çıkalım." konuşan o değildi sanki. tüm bu söylediklerine gözleri karar vermiş, yine bana gözleri konuşup açıklıyordu

"korkuyorum." dedim dürüstçe 

kendinden emin bir şekilde "korkma" dedi ve devam etti

"korkmuyorsun. kafan karışık olsaydı korkabilirdin. kendinden emin olmasaydın korkmana bünyen tamamiyle müsaade ederdi. kork derdi sana, yaparken korkmadın, yaşarken kork. eğer suçlu sen olsaydın kendi kolların seni burada yakalatmak için sımsıkı sarardı. ama suçsuzsun ve suçsuz birini, kendini yakalatmamak için tüm yetilerinle kaçmak zorundasın. biraz önce söylediklerinde haklıydın. suçsuz birini yakalatmayacak kadar cesur bi kızsın sen ve cesur insanlar korkmaz. sen de korkmuyorsun. sadece panikledin. bunun da geçeceğine dair söz veriyorum sana tamam mı? bana yardımcı olursan birazdan bütün paniğin geçecek."

gözleri dünyanın en şefkatli insanı gibi bakarken dünyamdaki en güvenilir insan oymuş gibi sustum ve güvendim.

"sen... parmak izi bıraktın. kendini kurtaramayacaksın." dedim benimle ilgili bütün sözlerine karşılık onunla ilgili düşündüğüm ve bildiğim tek şeyi söyleyerek

"beni düşünme. elimi tut, arkamda kal ve güvende hissetmediğin bir anda sadece elimi sık. ses çıkartmamız riskli. bizi buradan çıkarttıktan sonra beni bir daha görmeyeceksin bile. o yüzden... şimdi beni düşünme ve dediklerimi yap."

yaklaşık on beş dakika önce kilitlediği kapının önüne geldiğimizde ses çıkartmamaya özen göstererek kapının kilidini çevirdi ve üst kattan gelen seslerle birlikte bu katta kimsenin olup olmadığını kontrol etmek için sadece başının yarısını dışarı çıkardı. koridorda kimseyi görmemiş olacaktı ki kendisi büyük adımlarla dışarı doğru yürürken beni de arkasından adeta sürüklüyordu. 

saniyeler geçmeden çekiştirmek suretiyle bizi yangın merdivenlerine çıkan kapının tam önüne getirdiğinde aniden durdu. ben ona toslamamak için dengemi korumaya çalışırken o, kapıyla anlamsız bir bakışma yaşıyordu. acele etmemizi söyleyen, temkinli davranmasına rağmen her adımımızı saniyelere sığdıran o, şimdi anlamsızca olduğu yerde dikilmiş ve kapıyı izliyordu. 

ne olmuştu, neden durmuştuk? ne yaptığını anlamakta güçlük çekerken kahvelerinin etrafı kırmızı çizgilere bürünmüş gözlerine baktım. canı mı yanmıştı? bir kapıya? bir kapı çarpmadan, ses çıkarmadan da can yakabilir miydi?


-16 Haziran 2012-

"anne anne çok önemli! gel gel bak, çok önemli!" minik adam kendisine yemek yedirebilmek için elinde yemek tepsisiyle sokağa çıkan annesini, kendisine göre çok önemli bir sorunu çözmesi için çekiştirerek istediği yere getirmişti.

"oğlum dur çekiştirme, yavrum geldim bak çekiştirme." bisikletinin önüne getirdiği annesine parmağıyla yerde duran oyuncak kamyonetini gösterirken konuştu minik adam

"anne kaza yaptık yoldan çekmem gerekiyor kamyoneti baksana trafik oluyor bak!" derken bu sefer minik parmağı bomboş sokağın tek bir araba dahi geçmeyen yolunu göstermişti hayal gücü eninden ve boyundan, bütün fiziğinden büyük olan adamın

"evet oğlum görüyorum kilitlenmiş yol, çok kötü olmuş" dedi güzel annesi oğlunu bozmadan ve ekledi

"peki ben bu durum için ne yapabilirim?" 

"ben aracımı getirdim, kamyoneti çekeceğim ama çok ağır, bisikletime..." dedi ve bir anlık duraksamadan sonra kendisini düzelterek konuşmasına devam etti 

"ama çok ağır, kamyoneti aracıma yüklemem için bana yardım etmen gerekli."

"çok haklısın bir tanem. bu ağır kamyoneti tek başına yükleyemezsin. ve eğer onu bisikletine... ah çok pardon, aracına yüklersek senin dengeni de bozup kaza yapmana yol açabilir bence. ne dersin?" bütün vücudunu çevirip önce bisikletine sonra oyuncak kamyonete baktıktan sonra yine tüm vücut annesine dönerek onu onayladı minik adam

"evet sanırım haklı olabilirsin ama ne yapacağız? bir araba aniden gelip kamyonetime çarparak kaza yapabilir. onlar yerine ben kaza yapsam da olur anne." dedi biraz önce kurduğu, kamyonet yüzünden sıkışan trafikli yol senaryosunu unutarak

"kimse yerine kendini tehlikeye atmamalısın anneciğim. evet insanlara yardım etmeliyiz ama bunu kendimize zarar vermeden yapmalıyız. çünkü biz de bu kocamaaan dünyada minicik birer insanlarız, öyle değil mi?" diye sordu annesi bazı sözcüklerin harflerini küçük oğlunun daha iyi anlayabilmesi için uzatırken

"o zaman ne yapacağız?" güzel annesi bir sihirbaz edasıyla elini yeleğinin ceplerine attığında bir cebinden upuzun bir lastik çıkardı oğlunun gözleri önünde

"bu lastikle kamyoneti bisikletine... çok özür dilerim, aracına bağlamaya ne dersin? daha güvenli bir operasyon olur hem?" diye sorarak göz kırptı annesi minik oğluna

"hemen yapmalıyız anne hemen, bir kaza olmadan insanları kurtarmalıyız." annesi uzun yeleğinin eteklerini toplayarak oğlunun bisikletinin arkasına eğildi ve cebinden çıkan lastiğin bir ucunu oyuncak kamyonete diğer ucunu oğlunun bisikletine... çok pardon... oğlunun aracına bağladı 

heyecanla annesinin ayağa kalkmasını bekleyen ayaz, biraz sonra annesinin uzun boyunun yanında sesini çok yükseklere duyurmak istercesine bağırdı

"benim annem bir kahraman!" oğlunun kulağına eğilen annesi ona fısıldayarak yanıt verdi

"anneler çocuklarının, çocukları tüm dünyanın ve dönen dünya da tüm annelerin kahramanıdır birtanem. sen benim dünyamın kahramanısın." 

o saniye yanağına aldığı öpücükle beraber annesinin bu sözlerinin anlamını düşünen ayaz bu anlamı 19 yaşında, annesinin yanında olmama halinde anlayacağını o an için bilmiyordu, bilemezdi...


"anneler çocuklarının, çocukları tüm dünyanın ve dönen dünya da tüm annelerin kahramanıdır..." diye fısıldadı biraz sonra. gözleri hala kapıdaydı. yeşil bir yangın merdiveni kapısında

çok net duyabilmiştim bu fısıltısını zira sesi kendisinden çok gözlerinden çıkıyordu bu palyaçonun. gözleri konuşuyordu, üzülüyordu. gözleri dalga geçip, gözleri sinirleniyordu. gözleriyle yaşıyordu bu çocuk her duygusunu. en azından benim şahit olabildiğim kadarını. 

bir kapı onu annesine kadar götürdüğünde henüz ismini bile bilmediğim bu çocuğun annesinin yaşamasını ve şu an evlerinde onu bekliyor olmasını tüm kalbimle istedim. buradan çıkmaktan, gökyüzünü görebilmekten, toprak kokusundan, bir an önce eve dönüp günlüğümü tamamlamaktan daha çok istedim bunu.

eliyle elimi tutan koluna diğer elimle ürkütmemeye çalışarak dokundum

"iyi misin?" ellerimize bakıp manidar bir cevap verdi

"iyi değilim ama inan bana hiçbir zaman kötü de olmadım." gülümseyerek cevap verdim

"sana inanıyorum. ismini bile bilmiyorum ama kötü olmana rağmen kötü olmadığına inanıyorum." ellerimize bakan gözleri yukarı kayıp ilk kez gözlerimin tam içiyle temas ettiğinde konuştu

"bana inanma, bana güvenme, gözlerime bakma. bir ateş düşün. kendisi de yansa yakmaya devam eder o ateş öyle değil mi? yanmanın acısını bilmesine rağmen doğası gereği yakar. buna zorundadır, mecburdur. bir ateş iyiyse de ateştir kötüyse de. doğanın kanunu en çok insanlar üzerinde işler. ben ateşim ve buradan çıktıktan sonra gözlerinin dahi alevden sulanmasını istemiyorsan bana yaklaşma." kendisini acıtan sözlerine su serpme niyetiyle cevap verdim

"her gördüğün ateşe bu yakıcı demek ahmaklıktır. düşünsene belki de yangınını söndürmeye çalışıyor o gördüğün ateş. dumanını solumadığın ateş hakkında konuşamazsın. ha konuşursan eğer, işte bu kötü ve yakıcı bir kimse olmanın ta kendisidir." derince baktı gözlerime, söylediğim şeylerin kaynakçasını orada arar gibi ve konuştu

"güzel edebiyat yapıyorsun ama bu şiir gibi sözlerinin devamını hapishanede boş duvarlara anlatmak istemiyorsan hızlanmalıyız." gülümsedim 

"beni yavaşlatan sensin. yani sen olmasan en az üç kez çıkmıştım buradan." hain gülümseme maskemi mavi renge boyayarak kendi yüzüne takıp cevapladı

"şüphesiz... en az üçüncü kez sırf dışarıdan duyduğun sesler yüzünden korkudan kalp krizi geçirip açık kalp ameliyatı yaptırıyordun şu an bana." yalancı bir sinirle elini sıktım 

"ne oldu güvende hissetmedin herhalde seni senden iyi betimleyince." dedi güvende hissetmediğimde sıkmam gereken elini sinirlenip sıktığım için. sıkıntı içinde konuştum

"sürekli bir şeylerden korktuğumu düşünüyorsun ama aksine, çok az korkar, korktuğumun on katı üzülürüm ben. bazen bir şeylere korkup heyecanlanamıyor olmama bile üzülürüm. hayatın benden önce insanları, sonra duyguları alması adil değil çünkü. beni sözde korkusuz bir kimse yapmak için bende yarattığı korku açığını sanki bir süper güçmüş gibi göstermesi mantıklı değil. benim en büyük düşmanım hayat ve kendi hayatıyla savaşan birini kimse, hiçbir şey korkutamaz. sadece en ufak şey bile üzer bu tür insanları çünkü yaşadığı her şey en büyük düşmanından, hayatından ona bahşedilir. bu da bi tür yenilgidir. ben yenilmeye ve üzülmeye alışığım ama inan korkak bir insan değilim." ustaca cevapladı

"hayatınla savaşma o zaman, hayatına iyiliği öğret cesur kız."

dünyanın en tuhaf insanları şu an için ikimizdik. birbirimizin isimlerini bile bilmezken ben onun, o ise benim kalbimin kitabını yazabileceğimiz tecrübedeydik. insanları anlamanız için mutlaka isimlerini bilmeniz, senelerdir onlarla tanış olmanız gerekmez. ruhlarınız cismen ortadaysa ve birbirleriyle alışveriş yapabiliyorsa, iki ruh kalp aynasından tek bir yansımayı gözler önüne seriyorsa karşınızdaki insanı anlıyor, onun tarafından anlaşılıyorsunuz demektir. biz de tam manasıyla bunu yaşıyorduk

"görmediğin bir şeyi öğretebilir, anlayamadığın bir şeyi bir başkasına anlatabilir misin?" hayatın tüm getirdiklerine de her söylediğim söze verdiği cevaplar gibi hazırcevap mı davranıyordu acaba diye düşünürken yanıtladı

"ilk kez beraber görür, ilk kez beraber anlarız o zaman. mühim olan görmek ve anlamak eylemleriyse eğer onlardan öncesinin bir önemi yok."

iki şiir kitabının karşılıklı atışması gibi konuşmaya devam ederken yangın merdivenlerinden zemin kata kadar çıkmış, çıkışın olduğu kata sonunda ulaşmıştık.

yine aşağıda yaptığı gibi kapıyı yarım açıp dışarıyı kontrol ettikten sonra içeri girdi ve elimi bırakmadan tek eliyle palyaço kıyafetinin cebinden telefonunu çıkardı. o tek eliyle telefonunda bir şeyler yapmaya çalışırken ben yine ne yaptığından, ne yapacağımızdan habersizdim

yaptığı işi rahat ve hızlı yapabilmesi için elimi elinden çekmeye çalışmıştım ki elimi tutan eli sıkılaştı. başını bir şeyler yaptığı telefonundan kaldırmadan konuştu

"sana ne dedim daha beş dakika önce?"

telefonunu tutan elini boşta olan elimle göz hizzama indirip haksız olduğumu bilmeme rağmen diklendim

"indir o zaman şunu biraz, göremiyorum." telefona bakan gözleri yüzümün merkez noktasına indiğinde yüzüme bu kadar ayrıntılı bakması beni rahatsız etmişti. bakışlarını yüzümden çekmediğinde konuştum

"ne bakıyorsun öyle? ne yaptığını bilmeden her sözünü uygulayacağımı düşünmedin herhalde?"

gözleri yüzümden rüzgar gibi çekilirken cevap verdi

"bence sen çok boş kaldın ve sıkıldın. ben değil sen yap o zaman..." dedi ve ben daha neyi kastettiğini anlamadan elindeki telefonu boşta olan elime uzatarak konuşmaya devam etti

"al telefonu ve ekranda gördüğün numaraya konumumuzu at. buradan tek başımıza çıkamayız fakat üçüncü bir kişi bizi kamufle edebilir. oldu mu, öğrendin mi amacımı?" söylediklerini ukala bir tavırla yineledim

"oldu, öğrendim." 

elimi bu sefer konum mesajı atmak için elinden kurtarmaya çalıştığımda bırakmayışının üzerine başımı kaldırarak hesap sorar bir ifadeyle yüzüne baktım. yüzündeki sırıtış büyürken konuştu

"cık, tek elinle yapacaksın. benim yapmaya çalıştığım gibi."

dışımdan sesli bir fısıltıysa "hasbinallah" çektim

sırıtışı artık koca bir gülümsemeye dönmüştü.

"amin" dalga geçmesine aldırmadan ciddiyetle sordum

"kime attık konumu, ona güvenip güvenemeyeceğimi nereden bileceğim?" 

"e bilemeyeceksin tabii." ciddiyetsizliği devam ederken suratına koca bir yumruk yemesine artık ramak kalmıştı

"sen benimle dalga mı geçiyorsun?" yerde ritim tutan ayağını izlerken cevapladı

"çok mu belli oluyor?" sinir kat sayım yükselirken aklıma gelen ilk sinsi sözü söylemiştim. neden sadece ben sinirleniyordum ki, aynı durumdaydık sonuçta ve biraz da o sinirlenmeliydi öyle değil mi?

"tamam o zaman, çıkıyorum ben. buraya kadar eşlik ettiğin için teşekkürler, bundan sonrasını kendim halledebilirim. biraz düşününce her yer insan dolu zaten, kimse beni fark etmez bile. hadi bana eyvallah." büyük bir kararlılıkla önümüzdeki kapının uzun tutamağını ittirip gerçekten çıkmaya yeltenmiştim ki kolumu tutan bir el tarafından duvarla kendi arasına hapsedilmem saniye sürmedi. fısıltıyla konuştu

"bak, sabrımı çok zorluyorsun. ben sana elimi dahi bırakmayacaksın diyorum sen hadi bana eyvallah diyip çekip gitmeye kalkıyorsun. dakikalar geçti biz buraya çıkana kadar. otel içerisinde bulunan herkes mimlendi bu sürede. bütün çalışanlar. senin ise çıkma saatindi ve kimseye görünmeden buradan çıkarsak eğer bu saatlerde burada bulunmadığın için (!) sorgulanmayacaksın bile. ve ben bir şeyleri sana küçük bir çocuğa açıklar gibi açıklamaktan sıkıldım anlıyor musun? tüm bunlar olmasa bile beni tehlikeye atamazsın çünkü kucağımda seni de götürürüm. şimdi sus ve bekle." bu aptal kendini ne zannediyordu ve daha da önemlisi, çıkış saatimi nereden biliyordu!?

"sen benim çıkışımı nereden biliyorsun? başından beri beni tanıyor muydun? planın, amacın ne diye sormaktan da ben sıkıldım artık. beni daha fazla tutamazsın burada. kim olduğunu, neyin peşinde olduğunu bilmeden beni burada tu-ta-maz-sın." önümden bir adım çekilerek cevap verdi

"çıkmayı dene o zaman, bakalım seni burada tutan ben miyim bir başkası mı?" çıkmayacağımı, basıp gidemeyeceğimi zannediyorsunuz değil mi? üzgünüm, ben ebrayım ve kalanlar umrumda olmadan giden olmaktan hiçbir zaman gocunmam.

çıkmam için bıraktığı boşluktan tek bir adımla çıkmaya kalktığımda o adımı benden önce atıp beni duvardaki yerime geri getiren yine o olmuştu

"açıklama alma şansını da kaybettin an itibariyle. bundan sonra sorularını, söyleyeceğin her şeyi kendine sakla."

"pardon? kim olduğunu zannediyorsun sen? hayır kimsin ki bana şans verip geri alıyorsun? sorularımı da kendime saklayacakmışım bu ne ukala-" kocaman eli burnuma değmeden ağzımı kapatırken eline doğru yaklaşıp fısıldadı

"sus artık, beyin kanaması geçireceğim, kanser olacağım, yalvarıyorum sus."

gözlerim önce düz kahve saçlarında biraz takılıp sonra yavaşça gözlerine indiğinde bomboş bakışlarla dopdolu gözlere bakıyordum. o bir şey hissetmez, bir şey konuşmazken bile gözleri "ben bu dünyada gördüğün en yetkili ve en güzel gözlerdenim" diye bağırıyordu. gözlerimizin birbiriyle tanışma anını aniden açılan kapının gıcırtı sesi bozdu

kapının açılmasıyla birlikte içeri giren uzun boylu kumral çocuk boş bakışlarını üzerimizde gezdirirken hızlıca ayrıldık. 

"ayaz? abi neredesin ya? attığın konuma en az on kez geldim, dümdüz kapıyı görünce kimse yoktur burada diye düşünüp geri gittim. insan bi ses çıkartır di mi?" palyaçonun ismi ayaz mıydı?

"kusura bakma kardeşim. ses çıkartmalıydık haklısın. polisler sese gelince de botan bizi arıyor da, otelden gizlice çıkartacak bizi. rahat bulsun diye biraz ses yaptık kusura bakmayın lütfen falan dememiz gerekiyordu tabii. haklısın valla kusura bakma (!)"

isminin botan olduğunu öğrendiğim çocuk tuhaf bakışlarını üzerimde gezdirirken adının ayaz olduğunu henüz yeni öğrendiğim palyaço beni işaret ederek konuştu

"sana konum atan eleman." botan denilen şahıs anlamayarak sordu

"aradığımız adam bu muydu? ben daha mafya, göbekli möbekli bir şey bekliyordum. şaşkınım şu an." neyden bahsediyordu bunlar?

"mafya mı? ne mafyası?"

"mafya yani sen işte?" 

"ben mi? ben mafya mıyım? ne diyorsun sen ya?" sinirle alnını sıvazlayan ayaz konuşmaya girdiğinde herkesin kafası çok karışmıştı

"abi mafya falan diyip durma korkuyor zaten!"

"niye korkuyor abi, kendisinden mi korkuyor?" sakinliğini korumaya çalıştığını her şeyiyle belli eden ayaz dişlerinin arasından konuştu

"botan, aradığımız eleman bu değil. şimdi saçmalamayı kes ve bizi buradan çıkar kardeşim hadi." 

"kızı da mı çıkartacağız?" ayazdan çıkan sahte ağlama sesine kahkaha atmamak için kendimi tuttum

"yok, biz çıkalım kızı da burada bırakalım. hatta o hiç çıkamasın, kilitleyelim kapıyı üzerine. ya da öldürelim mi kardeşim ne dersin, sen baya taktın çünkü bu kıza." atmamak için tuttuğum kahkaham boğazıma dizildiğinde korkuyla sordum

"ne!?"

"off sıkıldım sizden, şuradan bi çıkalım, arabaya bi binelim, yarıyolda kendinizi asfaltta bulacaksınız." botanla aynı anda sorduk

"ne!?"

ayaz başını yukarı kaldırıp boşluğa konuşurken sanırım artık sinir hastası olmuştu 

"imdat. gerçekten imdat..."



WDPOWJQIHDOWPQKLWDJKJSDQO


bu bölüm botan ve ebra;



LDKEJWŞLDKJFWPŞLDKFJEWŞLKKLWE bölüm genel olarak eğlenceliydi ama ayazın flashback sahnesine ağlamayan var mı

mahfoldum ben yazarken ...

yorum ve votelarınız için binlerce kez teşekkürler. sonraki bölümde görüşmek üzereee <3





























Продовжити читання

Вам також сподобається

220K 15.9K 20
"YOU ARE MINE TO KEEP OR TO KILL" ~~~ Kiaan and Izna are like completely two different poles. They both belong to two different RIVAL FAMILIES. It's...
258K 31.2K 24
People meet by accident, People fall in love by accident, But people surely don't become someone's baby daddy accidentally, or do they? What started...
1.1M 14.5K 52
NOT EDITED YET Gracie Owen's a headstrong journalist major rooms with her childhood best friend JJ Anderson for junior year, little does she know she...
3.2M 259K 96
RANKED #1 CUTE #1 COMEDY-ROMANCE #2 YOUNG ADULT #2 BOLLYWOOD #2 LOVE AT FIRST SIGHT #3 PASSION #7 COMEDY-DRAMA #9 LOVE P.S - Do let me know if you...