AVIM SENSİN

Od sadecezeynep708

1.4K 400 87

Kirli geçmişin bir cinayet ile tekrar kendini hatırlatması ve yaşanan olaylar her şeyin başlangıcı olmuştu. Ö... Více

ÖNSÖZ
1.Bölüm:Doğum Günü Partisi
2.Bölüm:Katil Kim?
3.Bölüm:Aşkın Rengi
4.Bölüm:Sırlar
5.Bölüm:Katilin Ayak Sesleri
6.Bölüm: Geçmişin Bedeli
7.Bölüm: Geçmişin Sesleri
8.Bölüm: Gerçekler
9.Bölüm:Kanıtlar
10.Bölüm: Doğruluk mu? Cesaretlik mi?
11.Bölüm:Balo
12.Bölüm: Aşkın Zorlu Yolları
13.Bölüm:Özlem
14.Böüm: Aşkın Başlangıcı
15.Bölüm: Kaderin Oyunu
16.Bölüm:Kanlı Eller
17.Bölüm: Hayatın Önemi
18.Bölüm: Aşk Neydi?
19.Bölüm: Gizli Düşman
20.Bölüm: Kaçış Yok
21.Bölüm: Seni Bulacağım
22.Bölüm: Senin İçin Varım
23.Bölüm: Ölüm Haberi
24.Bölüm: Zorlu Hayatlar ve Acı Gerçekler
25.Bölüm:Sevgi
26.Bölüm: Aşk İtirafı
27.Bölüm: Yalan Aşk

28.Bölüm: Duyguların Duygusuzluğu

30 3 2
Od sadecezeynep708

28.Bölüm: Duyguların Duygusuzluğu

Yüzyüzeyken Konuşuruz - Son Seslenişim

Gökhan Türkmen - Seninle Ben

Emir Can İğrek - Beyaz Skandalım


Merhaba sevgili okurlarım, uzun bir aradan sonra tekrar birlikteyiz. Çok güzel bir bölüm yazdım, seveceğinize eminim. Oy vermeyi unutmayınızz. Oyların fazla gelmesi sonucunda yeni bölüm daha erken gelir.

🔥🔥🔥

"Hayat ince bir çizgiydi ve bende o çizginin üzerinde ilerlemeye çalışan bir yaralı."

(İki ay sonra...)

Hayat bize bazen hiç beklemediğimiz anlarda gerçekler çıkarır karşımıza. Bu gerçekler bizi önce derinden sarsar, sonra ise toparlanmamıza yardımcı olur. Kime sorsan böyle derlerdi ama bende bu olmuyordu. Aksine beni toparlamayıp daha da düşürüyordu.

Bu düşüşün sebebi belki de ondan kilometrelerce uzakta olmamın yüzündendir. Sebepler bazen çok can yaksa da sebeptir işte.

Onu söylediği yalandan dolayı hiç affetmeyecek olsam da, özlüyordum... Onsuz geçen her günüm çok kötüydü. Tam olarak iki ay geçmişti. Hep yanımda olsun istiyordum ama sonra söylediği yalan geliyordu aklıma ve ona karşı öfkem daha fazla artıyordu.

Ama yine de... Olmuyordu... Onsuz olmuyordu...

Geçmek bilmeyen dakikalar, ilerlemeye saatler, geçmeyen günler... O beni en çok yaralayan olacaktı belki ama o yaraların sebebi bile oydu ya işte bu beni ayakta tutuyordu.

Ben yıkılmam, beni kimse yıkamazdı ama söylenen yalanlar ne kadar belli etmesem de canımı yakardı.

Bazen kalbimi kıran insanların karşısına geçip haykırmak istiyorum canımı yaktıklarını fakat beni yine durduran bir şey oluyor. İçimdeki ses konuşuyor. İçimde bir yerlerde hala yaşayan o kişi konuşuyor.

Azra Aslan.

Diyor ki bana, yapma. En öfkeli halimde o çıkıyor ortaya ve diyor ki, sen ağlayamazsın, sen can yakarsın.

Azra Sancakzade'yi hep uzak tuttum, Azra Aslan'dan çünkü beni sahiplenen birinin soy adını kirletmek istemedim. Bu kişilik bölünmesi falan değildi. Bu benim içimde kendime sakladığım bir Azra'ydı.

Ben Azra Sancakzade'yim derdim hep. Çünkü kimsenin beni diğer soy adımla hatırlamasını istemediğimden. Bir gün eğer Azra Aslan olursam işte o gün korkmalılardı benden.

Şimdi içimde bir yerlerde susan Azra Aslan bir gün konuşursa işte o zaman canlar yanacaktı. Kimse Azra Sancakzade'nin, Azra Aslan olduğunu görmedi.

Gördükleri gün ölümleri olacak.

Bu hayatta asla başıma gelmemesini istediğim iki şey vardı, bir insanın ölümü ve o adamın tekrar karşıma çıkması. Birine dayanamam, birine ise yaşama hakkı vermeden öldürürüm.

Ama ben bir kez daha katil olmak istemiyorum.

"Kahvaltı hazır!" Ece'nin bağıran sesini duyunca kendime çeki düzen verip bekledim. İçeri bir anda dalan Ece hemen üstüme atladı. "Bugün gidiyorsun, hadi gel çok güzel bir kahvaltı yapalım." dediğinde gülümseyerek başımı salladım olumluca.

İki aydır, Ece'nin yanındaydım. Yani Fransa'daydım. Ece'ye buraya gelmemin sebebinin onu özlediğim olduğunu söylemiş olsam da bana inanmamıştı ama çok zorlamamıştı.

Bugün niye buraya geldiğimi öğrenmeden beni bırakmayacağına emindim.

Yatağımdan kalktığımda, banyoya gidip elimi yüzümü yıkadıktan sonra kendime giyeceğim kıyafetleri seçtim ve yatağın üzerine bıraktım.

Ece aşağı inmişti tekrardan. Bende şimdi üstümü değiştirip yanına inecektim.

Siyah İspanyol paça pantolonumu giydikten sonra üzerine siyah bir crop giydikten sonra hava kötü olmadığı için üzerime bir şey almadım. Hafif bir makyaj yaptıktan sonra odadan çıktım.

Aşağı inmeye başladığımda aşağıdan Ece'nin şarkı söyleyen sesi geliyordu. Onun yanında bir şekilde mutlu olabiliyordum. Sanırım bu gereksiz dünyada beni karşılıksız mutlu eden tek kişi Ece'ydi.

Ece beni mutsuz görmeye dayanamazdı, ağlardı. Onu ağlatmak en sevmediğim şeydi bu gereksiz dünyada.

Merdivenlerden aşağı indiğimde masanın üzerinin bir sürü yemek olduğunu gördüm. Kahvaltılık yiyecekler hazırlamıştı ve bu masadakiler en az on kişiyi doyururdu.

"Ece, sence biraz fazla değil mi? Sadece iki kişiyiz." Havlama sesi gelince gülerek yanıma gelen beyaz ve gri tüylü köpeğe baktım. "Üç kişiyiz," diyerek düzelttim.

"Fino'yu unuttuğun için kendini lanetlemelisin sincap." Burnumu kırıştırıp ona baktım. Küçükken sincap en sevdiğim hayvandı ve Ece bana hep sincap derdi.

"Hadi sincap yemek yememiz lazım. Fındık ister misin?" dediğinde ona gözlerimi kısarak baktım. "Formundasın yine."

"Sende az konuşuyorsun yine," dedi uzun saçlarını at kuyruğu yapıp sandalyesine oturduğunda. Bende sandalyemi çekip oturdum.

"Sen fazla konuşuyorsun."

"Fazla konuşmak güzeldir."

"Çeneni yormaktan başka bir işe yaramıyor."

"Susup, hiç konuşmayıp çenemi kilitlemek de hiçbir işe yaramıyor."

"Susunca her şey daha mantıklı."

"Çok konuşmak enerjini yüksek tutar."

"Çok konuşmak erken ölüm sebebiymiş, bu yüzden daha az konuşman en doğrusu."

"Az konuşmak yalnızlık göstergesidir. Az konuşan insanlar yalnız olmasa bile yalnız olduğunu düşündüğü için erken ölmek daha mantıklı geliyormuş onlara, bu yüzden fazla konuşman en doğrusu." Ben... Zaten yalnızdım.

"Yemek yemen senin için daha iyi olabilir aksi takdirde senin köpeğinin seni yemesi için yapmayacağım şey kalmaz." dediğimde burnunu kırıştırıp bana baktı.

"Fino'ya köpek dediğin için ondan özür dilemelisin."

Sabır çekerek kendime doldurduğum viskimden büyük bir yudum aldım.

"Eskisinden daha çok içiyorsun," dedi Ece, düşünceli ve üzgün sesi ile. Bardağımı masaya bıraktım ona cevap vermeden.

Eskiden sadece özel günlerde içerdim ama teyzem öldüğü günden beri daha fazla içmeye başlamıştım. Evet, haklıydı fazla içiyordum ama belki de fazla içip her şeyden biraz bile ayrı kalmak en doğrusu.

Tek sorun ben sarhoş olmuyordum. Sarhoş olsam belki her şey daha uzun süre unutulur.

"Birazdan çıkmam gerek, hızlıca yiyelim." dedim ve kahvaltıya tam olarak başladık.

Ece'den ayrılmak istemiyordum ama iki aydır beni bekleyen işler vardı. Maalesef gitmem gerekiyordu.

🔥🔥🔥

Hayat ince bir çizgiydi ve bende o çizginin üzerinde ilerlemeye çalışan bir yaralıydım. Hayat daha çok küçükken beni yaralamıştı. Ama ben bütün zorluklara rağmen ayakta kalmayı başarmış ve kendime güzel bir hayat sunmak için elimden geleni yapmıştım.

Geçmişi unutmak için elimden geleni yapmıştım.

Tam artık normal insanlar gibi bir hayatım var demiştim ki beni yaralayan bir olay ile hikayem en baştan başladı.

Fakat hikayemin içinde daha önce hiç görmediğim beş kişi daha eklendi.

Salih; yuvarlak yüzü, kahverengi gözleri, iri ve kaslı bedeni ile gerçekten mesleği ile çok uyuyordu. Sulu şakalar yapar, şom ağızlı ama yaralı biriydi. Yarasını şakaları ile saklamaya çalışır ve başarılı olurdu. Salih, benim eğlenceli tarafımdı.

Rüya; sarı saçları, zayıf bedeni ve duygusal oluşu. Yaraları vardı ama unutmuştu o onları. Sadece bugüne ve yarına bakıyordu. Geçmiş onun aklından silinmişti sanki. Rüya, benim unutkan tarafımdı.

Emre; kahverengi saçları, kahverengi gözleri ve uzun boyu ile tam bir patrondu. Duyduğuma göre tekrar bir iş kurmuş ve şimdi yine bir patrondu. Emre hırslı bir insandı. Hiçbir zaman vazgeçmedi hedeflerinden. Emre, benim hırslı tarafımdı.

Eva; siyah, kısa ve küt saçları ile her zaman asildi. Mesleğinden dolayı da geliyordu bu asilliği aslında. Eva, savaşmayı ve kazanmayı severdi. Eva, benim kazanan tarafımdı..

Ve Ekin; benim yakışıklım, benim mutluluğum, benim hayatımın yeni başlangıcı. Yalanlar söyleyen ama yine de ona olan sevgimi asla kaybetmeyen adam. Kahverenginin en güzel tonunda olan saçlarını, mavi gözleri ve dolgun dudakları. Genelde suskun ama içinde hep konuşan o adam. Ekin, içine öyle bir duygu ekmişti ki kurtulamıyordum. Ondan gitmek istiyordum ama beceremiyordum. Ekin, benim suskun ve aşık tarafımdı. Aslında kimi kandırıyordum ki, Ekin benim her şeyimdi.

Ekin, Azra'nın içine hiç tatmadığı bir duygu ekti.

Ben galiba biraz fazla özledim seni.

Arabayı durdurduğumda arabadan indim Ece ile. Evden çıkmış ve havaalanına gelmiştik. Uçağım birazdan kalkacaktı. Ece ile vedalaşıp gitmem gerekiyordu.

Ece, üzgündü. Gittiğimde üzüleceğini biliyordum. Bu yüzden onun yanına gelip sonra ondan ayrılmak istemedim hiç. Onun üzülmesi beni de üzüyordu ama yapacak bir şey yoktu.

Onu da yanımda götürmek istiyordum ama işinden dolayı gelemiyordu.

"Yine gidiyorsun." dedi Ece, titreyen sesi ile. "Yine gidiyorum." dedim. Ondan ayrılmak istemiyordum. Çünkü ne zaman ondan ayrılsam başıma bir sürü olay geliyordu.

Ben sanırım biraz fazla yoruldum.

"Yine gelir misin?" dedi üzgün sesi ile. "Bilmiyorum Ece, zaman buldukça arayacağım ama seni. Seni asla yalnız bırakmam, bunu biliyorsun." Başını salladı olumluca ama bütün bunları inkar eden bir yaş düştü gözlerinden.

"Ece," dedim kısık sesle ve onu başından tutup göğsüme yasladım. O göğsümde ağlarken bende başına bir öpücük bıraktım. "Şu işin için elimden gelen her şeyi yapacağım. Erkenden Türkiye'ye gelmen için her şeyi yapacağım." dediğimde hıçkırarak geri çekildi.

"Sincap," dedi üzgün sesi ile. "Ben oraya gelmeye... sanırım korkuyorum." dediğinde sıkıntılı bir şekilde nefesimi verdim. Onun geçmişte yaşadığı nedenlerden dolayı Türkiye'yi terk etmesinden dolayı zorlamak istemiyordum ama burada da tek kalıyordu.

"Oraya geldiğinde her şey daha güzel olacak ama Ece. Benim yanımda olacaksın. Hayal ettiğimiz gibi lunaparka gideceğiz, sinemaya hatta benim şirketime benim evime geleceksin." dediğimde gözünden akan yaşlara inat gülümsemeye çalıştı.

"Oraya gelirsem... dışarı çıkmaya korkarım ben sincap."

"Sincap seni hep korur."

"Hep mi?"

"Hep." dedim. Kollarını sımsıkı bana sardı. "Seni çok seviyorum."

Nefesimi verdim. "Bende güzelim, bende." Saçlarının arasına bir öpücük kondurdum ve ondan uzaklaştım. Gitmem lazımdı ama Ece ağlamaya devam ediyordu.

"Keşke," dedi Ece, göz yaşlarını silerken. "Keşke bende senin gibi güçlü olabilseydim." dediğinde kaşlarımı hafifçe çatarak ona baktım. "Nerden çıktı bu şimdi?"

"Senin en son ne zaman ağladığını bile hatırlamıyorum sincap, ama ben... ben her kötü zamanımda ağlıyorum. Neden senin gibi değilim ki? Neden bende güçlü değilim ki?" Parmaklarını artık biraz daha uzayan kumral saçlarımın arasından geçirdim.

"Bazen ağlamak daha iyidir. İçindekileri dökmenin bir başka yoludur. Ağlamak güçsüzlük değildir Ece. Ben... ağlamayı sevmem. Ama bunu güçlü görünmek için yapmıyorum. Gözlerimde artık dışarı atacak yaş kalmadığı için yapıyorum. Anlıyorsun değil mi?"

"Bende artık ağlamıyacağım." Elinin tersi ile sildi gözünden akan yaşları. "Ağlama Ece, sen hiçbir zaman ağlama." dedim.

Ece birkaç saniye sonra yine ağlamaya başladı ve, "Ama sen gidiyorsun. Beni yine yalnız bırakıyorsun. İki ay boyunca yanımdaydın ve o kadar güzeldi ki. Aylar önce Türkiye'ye gittiğinde geri geleceğini söylemiştin ama şimdi Türkiye'den dönmüyorsun." dedi.

"En son ağlamayacaktın."

"Gittiğin için ağlıyorum, aptal ama zeki sincap!" dedi bana bakarak. "Ece... güzelim... biliyorum, oraya gideceğim gün tekrar geri geleceğimi söylemiştim ama bende bilmiyordum ki. Teyzemin öleceğini, bir şirketin patronu olacağımı. Ve... yeni insanlar tanıtacağımı."

"Anlamıyorsun. Yalnız kalmak bazen çok güzel olabilir ama bazen çok can yakıcı olabiliyor. Ben yalnız kalmak istediğim zamanları hatırlıyorum ama hiç yalnız hissetmek istediğimi hatırlamıyorum sincap."

"Yalnız hissetmeni asla istemedim küçük kız."

"O çocuk için gidiyorsun değil mi? Yani benim eniştem olan o adam." dedi küsmüş gibi. "En yakın zamanda seni benden uzaklaştıran eniştemi görmek farz oldu!"

Kaşlarımı çattım. "Geri gitmemin o pislik ile bir alakası yok. Ayrıca o senin enişten değil. Ve... orada onlarca işim varken bir erkeği düşünemeyeceğim." dediğimde hiç inanmadığını çok güzel belli ediyordu ama inanmış gibi davrandı.

"Gidiyor musun yani şimdi?" dedi alt dudağını sarkıtıp. "Evet Ece, bu sefer de ağlarsan işini falan önemsemeyip seni de yanımda götüreceğim." dediğimde gözleri parladı bir anda ama sonra, "Aslında beni oraya götürsen senin yanında çalışabilirim ama oraya gelmekten... sanırım korkuyorum." dedi.

Kendi ülkesinden korumasını sağlayan herkesten nefret ediyorum. Umarım cehennemde zebaniler ile savaşıp kaybeden taraf olmuşlardır.

Ece ile son on dakika daha konuşup vedalaştık. Uçağım kalkmak üzereydi ve geç kalmamalıydım. Uçağa bindim ve havalanan uçak ile Türkiye'ye doğru uçmaya başladım.

Tekrardan başlıyordu her şey.

Derin bir nefes aldım. Çünkü Türkiye'ye gittiğimde beni öfkeyle karşılayacak birkaç yüz bekliyor olacaktı.

🔥🔥🔥

Türkiye'ye geldiğimde arabama binip kendi evime doğru yol aldım demek isterdim fakat önce ziyaret etmem gereken biri vardı.

Yönümü eski evime doğru çevirdiğimde arabayı orta hızla sürüyordum. Direksiyonu sımsıkı tutuyor olduğum için parmaklarımın boğumları beyazlamıştı.

Sebebini bilmediğim bir şekilde Türkiye'ye indiğimden beri gergindim ve bunu durduramıyordum. Birkaç defa nefes alıp verdikten sonra arabayı daha hızlı sürmeye başladım.

Yarım saatte geleceğim yere on beş dakika da geldiğimde çantamı alıp arabadan indim.

Hiç kimseye haber vermeden Fransa'ya gidişim ve telefonlara, mesajlara cevap vermeyişim çoğu kişiyi kızdırmıştı.

Telefonumun titremesi ile telefonumu açtım ve gelen mesaja baktım. Her gün olduğu gibi bugün de Ekin mesaj atmıştı.

İki aydır aralıksız her gün mesaj atmıştı ve aramıştı. Fakat ben hiçbirine cevap vermeyecek kadar kırgın ve kızgındım.

Yine mesaj atmıştı ve mesajları git gide daha fazla artıyordu.

"Azra, nerdesin?"

"Çok özledim."

"Çok fazla..."

"Sesini, gözlerini, saçını, dudaklarını."

"Biliyorum kızgınsın, ama beni dinle bir önce. Lütfen..."

"Meleğim, buraya kadar mıydı? Sensizlik çok zor... Gerçekten çok zor."

"Günaydın, benim için gün sensiz hiç aymamasına rağmen günaydın, meleğim."

"Yoksun, ve yok olman canımı yakıyor."

"Sen özlemedin mi beni?"

"Rüya ile gerçekten geçmişte yaşanan kısa süreli bir şeydi, aramızdakiler."

"Azra..."

"Günaydın, bugün de yoksun yanımda."

"Evinde de yoksun, şirketinde de... Sanki yok oldun bir anda."

"Yok olma Azra, sen hep var ol."

"Yanında olmak istiyorum. Senin yanın benim yanmadığım tek yer. Nefes aldığım tek yer."

"Gel Azra, hiç görmek isteme yüzümü ama ne olursun bir kere çık karşıma ve göster yüzünü bana."

Ve böyle onlarca mesaj daha. Her gün daha fazla çaresiz olduğunu anlatan mesajlar atıyordu. Ama benim umrumda bile değildi. Yalanlar Ekin, yalanlar bizi ayırandı ve hep ayıran olacaktı.

Telefonumu kapatıp teyzemin evinin kapısına doğru ilerlemeye başladım. Kapının önüne geldiğimde elimi kaldırıp kapıyı çaldım. Kapı birkaç saniye sonra açıldığında beni karşılayan evin çalışanı, Betül'dü.

"Azra Hanım!" dedi bir anlık şaşkınlıkla. Ona baktım ve içeri girdim. "Hayırdır, Betül beni mi özledin?" dedim etrafa bakarken. "Şey, ben sadece, iki aydır siz buraya gelmediğiniz için bir anda görünce..."

"Senden açıklama istediğimi hatırlamıyorum." dediğimde, "Haklısınız efendim, kusura bakmayın." dedi. Ben içeri doğru adımlarımı yönlendirirken o da işinin başına geçmişti.

Onu pek takmayıp salona geçtim. Deniz, tekerlekli sandalyesinde oturmuş dışarıyı izliyordu. Ezgi ise bir koltukta oturmuş, dışarıyı izliyen Deniz'i izliyordu.

Ses çıkartarak salona girdiğimde Ezgi başını kapıya doğru çevirdi. Beni görünce bir anda ayağa fırlayıp, "Azra!" diyerek bana doğru koşmaya başladı. Boynuma kollarını sımsıkı sardıktan sonra ağlayarak, "Gittin sandım. Bir daha geri gelmeyeceksin sandım. Eskisi gibi olacaz sandım Azra."  dedi.

Kollarımda ağlarken gözlerimi Deniz'e çevirdim. Büyük ihtimalle camdan dışarı bakarken beni görmüştü. Hala aynı şekilde camdan dışarı bakıyordu ve hiçbir tepki vermiyordu.

"Nasılsın Azra?" dedi Ezgi, burnunu çekerek benden uzaklaştığında. "Sizin iyi olduğunuza emin olana kadar sizi bırakmayı düşünmüyorum Ezgi. Nasıl olduğumu da merak etme, çünkü bende nasıl olduğumu bilmiyorum."

Ondan uzaklaşıp Deniz'in yanına doğru ilerlemeye başladım. Kolumdaki çantayı çıkartıp, koltuğun üzerinde bıraktıktan sonra onun yanına gidip kollarımı göğsümde bağladım.

"Ezgi... Bizi yalnız bırakır mısın?" dedim. Ezgi'nin "Tabii." diyen sesini duydum ve gittiğini anladığımda konuşmak için dudaklarımı araladım.

"Gitmemişsin." dediğimde alayla güldü. "Gitmek için senin tekrar geri gelmeni bekledim."

"Geri gelmeyebilirdim." Güldü tekrar ve başını olumsuzca salladı. "Hayır, sen bencil değilsin. Bizi burada aramızda hala dolaşan bir katil ile tek başımıza bırakmazdın."

"Hiçbiriniz umrumda değilsiniz." dedim.

"Değildik. Teyzem yaşıyorken değildik. Ama artık teyzem yok ve dolayısıyla bize sahip çıkan biri de yok. Babamı hiçbir zaman sevmedin, Furkan ile zaten doğru düzgün sohbet bile etmiyorsun. Ama ben ve Ezgi'yi bırakmazdın. Biz yaralı çocuklarız ve sende bizi bu şekilde bırakmazdın. Birisi sakat, birisi yalnız. Bizi bırakamazdın." dedi kendinden emin bir şekilde.

"Şu an birçok şüpheli var bu evde, bunu sende çok iyi biliyorsun." diyerek konuşmaya başladım. "Sen varsın, ben varım, Ezgi, Cihan, Furkan, evin çalışanları... Ve birde Ekin."

Ekin ben Türkiye'ye gelmeden önce bile teyzemi tanıyordu. Belki de teyzemin varlığına çökmek istedi ve bu yüzden onu öldürdü. Evet, sevdiğim adamdan şüpheleniyordum.

"Katil ortaya çıkana kadar buradayım." dedi beni çok da takmayarak. "Katili bulamazsak da buradayım."

"Baban buna izin vermez." dedim dışarıyı izlerken. "Zaten sakat olan bir insanı çok da önemseyeceğini sanmıyorum." Nefesini verdi ve devam etti. "Bilirsin benim babam kendi dışında kimseye çok da önem vermez."

"Baban seni seviyor ve senin için her şeyi yaptı." dedim. Ne kadar Cihan'ı sevmesem de çoğu zaman evlatları için ne kadar çabaladığını görüyordum.

"Evet, babam beni de Ezgi'yi de seviyor. Benim için her şeyi yaptı. Ezgi içinde. Ama bazen sevgi yetmez." Durdu ve yutkundu. Ardından devam etti. "Ben anne sevgisi nedir bilmeden büyüdüm Azra, Ezgi de annesini hatırlamıyor. İkimiz de annesini tanımayan ve babası tarafından çok da önemsenmeyen kişileriz... Ona karşı ilk bir şeyler hissetmeye başladığımda, üvey kardeşin o senin dedim kendime. Ama bazen duygularını kontrol edemezsin."

Ezgi annesini üç yaşındayken kaybetmiş, dayım Cihan da belli bir süre onun acısını çekti sonra ise kafa dağıtmak için ülke dışına çıktı. Cihan iki yıl boyunca gelmedi. Ne aramış, ne sormuş ne de gelmiş yanına teyzemin. Ben bu olaylar yaşandığında çoktan gitmiştim Türkiye'den. Dayım benim hayatımı mahvettikten sonra kendine güzel bir hayat kurmaya gitmişti. Geri geldiğinde Deniz ile beraber gelmiş. Dayım orada bir kadınla birlikte olmuş sonra da bir çocuk yapmıştı. Fakat Deniz'in annesi onları bırakıp gitmiş. Dayım ise orada bir çocuk ile tek başına daha fazla kalamamış ve Türkiye'ye geri dönmüştü.

Teyzem üç tane yaralı çocuk büyüttü fakat bu yaralı çocuklar büyüyüp onun katilini bulamadılar. Oysaki teyzem bize güvenerek gitmişti çok uzaklara...

Deniz devam etti. "Onu ilk kez öptüğüm de ve hislerimi söylediğimde onun bunu asla kabul etmeyeceğini ve teyzeme söyleyeceğinden çok korkmuştum ama dedim ya bir kere düştün mü bu aşk denen illetin içine bir daha geri çıkman çok zor oluyordu. Ama o benim bu korkularımın hepsini elinin tersi ile itmiş ve onun da bana karşı duygularının olduğunu söylemişti. İşte o gün işte her şey başladı benim için. O gün ben cenneti tattım. Ve o günden sonra her şeyin güzel olacağına inandım. Ama nerden bilebilirdim ki bana annemmiş gibi davranan kadının ölüp her şeyin tepetaklak olacağını."

"Ezgi de seni seviyor. Sana olan sevgisinin azaldığını düşünmüyorum." dediğimde bir şey demedi. Dışarıyı izlemeye devam etti.

"Onun benden gitmesini hep bekledim son yedi ayda, fakat gel gör ki o benden ayrılmıyor."

"Onu kendinden neden uzaklaştırmak istiyorsun?" diye sordum. "Çünkü sakat bir adamdan o da sıkılır. Bakma sen yedi aydır hep yanımda olduğuna. Bir gün o da sıkılıp gidecek. Ondan uzaklaşıyorum git gide. O da artık bir gün bu durumdan sıkılıp gidecek. Ve sonra ne olacak biliyor musun? Ben yalnız kalacağım. O ise mutlu bir şekilde hayatına devam edecek. Ben aklına bile gelmeyeceğim. İstediğinde bu değil mi diyeceksin şimdi, evet istediğim bu ama ben unutulmak da istemiyorum ki."

"Unutulmak istemiyorsan, kendini eziklemekten vazgeç ve ondan uzaklaşma. Eline bir şey geçmeyeceğini bile bile savaşmak aptallıktır. O üzülüyor sen üzülüyorsun... Bazen akışına bırakmak gerekir." dediğimde bana döndü.

"Doktor tekrar yürüyebilmemin çok düşük bir ihtimal olduğunu söyledi." dediğinde ona döndüm bende. "Sen hayatının sonuna kadar sakat bir adamı sever miydin? Sen onun yanında hep kalır mıydın? Söylesene!" dedi sesini yükselterek.

"Sevdiğim adam için her şeyi yapardım. Benim sınırım var Deniz, ve evet bu sınırı biri aşarsa aşk falan demem onu terk ederim. Bir daha ne sesimi duyabilir ne de yüzümü görebilir. Ama bu sınırı eğer aşmazsa onun için her şeyi yapabilirim." dediğimde bana baktı.

Fakat tam bu sırada içeri evin çalışanı Betül girdi. Elinde kahveler ile. "Buyrun, size kahve getirdim." dediğinde ona alayla baktım. "Senden kahve isteyen kim?" dediğimde eli ayağı birbirine dolaştı. "Şey ben içmek istersiniz diye..."

"İçmek isteseydik, söylerdik! Senin düşüncelerin bizim umrumuzda değil. Sen bu evin çalışanısın ve biz ne dersek onu yapacaksın. Biz senden kahve istememişsek senin bize kahve getirmeye hakkın yok." diyerek onu azarladığımda başını öne eğip, "Özür dilerim, Azra Hanım." dedi ve arkasını dönüp odadan çıktı.

Deniz az önce olan şeyleri hiç takmadan az önceki konu hakkında konuşmaya devam etti.

"Ne senin sınırın?" diye sordu bana. "Benim sınırlarımdan biri ihanettir, Deniz. İhaneti affetmem. Biri bana ihanet ederse onu ne kadar seversem seveyim terk ederim. Kardeşim olsa bile. Kim olursa olsun, onun için her şeyi yapabilme ihtimalimi ortadan kaldıran tek bir sınır vardır Deniz, o da ihanet."

Sustu, sadece yüzüme baktı. Birkaç dakika sonra, "Tekrar gidersen eğer bari haber ver de hangi cehennemde olduğunu söylemesende ölmediğinden emin olalım." dedi.

Onun yanından uzaklaşarak koltuğun üzerine bıraktığım çantayı alıp koluma taktım.

"Yaşayıp yaşamadığıma bu kadar takılmayın, ne de olsa bir gün hepimiz öleceğiz." dedim ve salondan çıkarak dış kapının önüne geldim.

Evden çıkmadan önce yapmam gereken bir iş daha vardı. "Betül!" Evin çalışanını çağırdıktan sonra koşarak yanıma gelen saçları topuz olan kıza baktım.

"Buyrun, Azra Hanım." dediğinde ona gözlerimi kısarak baktığımda yutkunduğunu duydum.

"Ne oldu? Sanki biraz gerginsin?" diye sordum ona doğru bir adım atarak. Benden kısa olduğu için başını kaldırıp bana baktı. "Yok, ben gayet sakinim Azra Hanım."

"Biliyor musun demek isterdim ama az önce bizi dinlediğin için duymuşsunuzdur diye düşünüyorum." dedim ve sert bir şekilde ona baktım. "İhanetten nefret ederim. Benim evimde, benim paramla hareket eden ve hayatımda hiçbir anlamı olmayan ucuz bir hizmetçinin bana ihanet etmesi ne kadar da komik değil mi?"

"Azra Hanı-" diyerek başladığı cümleyi ben böldüm. "Kes!"

"Sen kim olduğunu sanıyorsun da bana ihanet ediyorsun?" dedim ve ona doğru bir adım daha attım. "Melike kaçırıldığı gün onun yokluğunu ilk sen fark etmiştin. Neden biliyor musun? Çünkü bizim Melike üzerine yoğunlaşacağımızı bildiğiniz için bunu ortaya attınız. Ben Cihan ile konuşmaya geldiğimde kapıda bizi dinleyerek ona bilgi götürecektin. O zaman neden buna izin verdim biliyor musun? O gün konuştuklarımızı onunda öğrenmesini istediğim için. Bugün beni gördüğünde sevinmenin nedeni ona yeni bilgiler götürüp daha fazla para alacak olmandı." Nefesimi verdim. "Çok aptalsınız."

"Şu an seni öldürebilirim biliyorsun değil mi? Sonuçta bir katil tarafından satın alınan bir kişiyi öldürsem de kimse önemsemeyecek. Ama ben bunu yapmıyorum. Çünkü insan öldürmeyi sevmem... Seni işten kovuyorum Betül ve sende şu an bu evden defolup gidiyorsun." Onun yanından ayrıldım ve kapıya doğru ilerledim.

Kapının önüne geldiğimde kapıyı açtım. Tam çıkacakken aklıma gelen şeyle durdum.

"Katil kim bilmiyorum ama ona vereceğin haber varsa bunu da iletmeni istiyorum." dedim ve ona çevirdim sert bakışlarımı. "Azra Aslan seni bulacak ve ecelin olacak."

🔥🔥🔥

Kendi evime geldiğimde ayakkabılarımı fırlatırcasına çıkartıp üzerimdeki montu da üzerimden çıkartıp koltuğa fırlattım.

Ayaklarımı yere süre süre mutfağa doğru ilerledim kendime kahve yapmak için. Kahve makinesini çalıştırmak için hazırlanmıştım ki çalan kapı yüzünden oflayarak geri çıkıp, kapının arkasına doğru ilerledim.

Kapıyı açıp gelen kişiye baktığımda kaşlarımı çattım. "Sen kimsin?" dedim karşımda duran yirmili yaşlardaki kişiye.

Kahverengi saçları özenli bir şekilde taranmış. Kahverengi gözleri ile bana bakarken bende onu incelemeye devam ettim. Uzun bir boyu vardı. Kasları giydiği siyah kazaktan bile belli oluyordu. Bacaklarını saran lacivert pantolon da onu iyi göstermişti.

Kendinden emin bir şekilde bana baktı ve, "Ben kuzeniniz Deniz Bey'in gönderdiği çalışanım. Sizin evinizle ilgilenmem için beni kendisi bizzat gönderdi." dediğinde ona kaşlarımı havaya kaldırarak baktım.

"Sana neden inanayım?" dediğimde dudaklarını birbirine bastırarak cebinden çıkardığı telefonunda birkaç şey yaptıktan sonra bana gösterdi telefon ekranını.

Ekranda Deniz vardı. Deniz'i görüntülü aramıştı karşımda duran adamı. "Selam teyze kızı," dedi Deniz eğlenen ses tonu ile. "Sana bu çocuğu ben gönderdim." durdu bir süre. "Çocuk dediğime bakma, kendisi yirmi dört yaşında, senden bir yaş küçük yani. Senin yeteneklerini az çok bildiğim için yardımcı birini göndermek istedim. Güvenebileceğin biri çünkü ben tuttum... Neyse her şeyini araştırdım yani sana Betül gibi ihanet eden biri değil." Demek ki Betül ile konuştuklarımızı duymuştu.

"Her neyse, çocuğa onu dövecekmiş gibi bakmayı kes ve içeri al yeni çalışanını." dediğinde ona sinirle baktım. "Tek yaşamayı tercih ediyorum." dediğimde gözlerini devirdi.

"İnsanlara alışmış olursun." Telefon kapandı.

Sinirle nefesimi verip, karşımda duran çocuğa baktım. "Seni kabul etmişim gibi göster ve şimdi de git." dediğimde bana alayla baktı.

"Maalesef o öyle olmayacak Azra Hanım. Şimdi izninizle içeri geçeyim çünkü eviniz ile ilgilenmem gerekiyor." Nefesimi verdim ve ona son kez baktım.

"Başımı ağırtırsan seni kovarım. Ayrıca evimde yaşıyorsan bana siz diye değil sen diye hitap et." Kapının önünden çekilip onun evime girmesine izin verdim.

Ben koltuğa doğru ilerlerken o da arkamdan gelip kapıyı kapattı. "Konuşkan biri değilimdir zaten." dediğinde yalandan bir tebessüm kondurdum dudaklarıma. "Sevindim, şimdi bana bir kahve yap."

O kahve yapmak için mutfağa geçtiğinde bende yanımda duran tabletimi elime aldım ve karıştırmaya başladım. "Adın neydi?" diye sordum.

O kahvem ile ilgilenirken aynı zamanda da cevap verdi. "Atlas." Başımı salladım ismini söylemesi ile.

Tabletime onlarca bildirim gelmişti hepsini yok sayarak tek bir kişinin hesabına girdim. Onun...

Hesabına girdiğimde iki aydır hiçbir şekilde aktif olmadığını gördüm. Nerdeydi iki aydır? Onu bekleyen bir şirketi vardı. Şirketi ile yapması gereken anlaşmalar olduğuna eminim. O halde neden hiçbir paylaşım yapmamıştı?

Aman, banane. Ne hali varsa görsün.

Ya bir şey olduysa.

Sanmam, iki aydır bana istisnasız her gün mesaj atıyorsa bir şey olmamış demektir.

Onun hesabından çıktım ve ekibin hesaplarına girdim. Emre, yeni işi ile alakalı birkaç paylaşım yapmıştı bir ay önce. Fakat bir aydır o da aktif değilmiş ve hiç paylaşım yapmamış. Eva, Rüya ve Salih de aynı şekilde bir paylaşım yapmamıştı.

Çalan telefonumu elime aldım ve tabletimi kapatarak kenara bıraktım. Arayan kişi Tuğkan'dı. Aylardır aramalarını açtığım tek kişi.

Telefonu yine açtım ve kulağıma götürdüm. "Konuş." dediğimde yine her zamanki gibi alaycı sesini duydum. "Döndünmüşsün Türkiye'ye." dediğinde, "Öyle oldu." dedim isteksiz bir şekilde.

"Geldiğini kimlere söyledin peki?"

"Senin ima ettiğin kişi başta olmak üzere kimseye söylemedim... Tabii ailemi saymazsak." dedim.

"Hmm, peki. Rüya, sen gittiğin günden beri seni merak ediyor. Hesabına neredeyse her gün gidiyor ve her gün şirketine de uğruyor." dediğinde umursamaz bir şekilde konuştum telefona.

"Beni bu kadar düşüneceğini sanmıyorum." dedim. "Onu dinlemeden gittiğin için kendini suçluyor. Sana anlatacaklarını dinlemediğin için üzgün."

"Neyi anlatacakmış, eski sevgilimle geçmişte çok güzel bir şekilde yaşadığı ilişkinin detaylarını mı?" dedim alayla. Bunu söylerken 'eski' kelimesini özenle bastırmıştım. Onun başlamasına izin vermeden ben devam ettim.

"Sen onun yıllardır arkadaşısın ve onun eski sevgilisi olduğunu bildiğin halde sustun. Ekin anlatmadı diye sen de anlatmadın. Kendine nasıl bir bahane bulacaksın?" dediğimde nefesini sıkıntı ile verdi.

"Seninle ilk tanıştığımız günü hatırlıyor musun? Ekin'in evine geldiğimde sen ve Ekin'i yan yanda görmüştüm... İşte o günden sonra senin Rüya'yı tanıdığını öğrendim ben. Ekin pek bahsetmez kendinden hayatından. Hep ben zorlarım onu. Sadece bir keresinde bir kızı beğendiğini söylemişti... O gün evde seni gördüğümde o kızın sen olduğunu anladım. Ekin ilk defa kendi evine bir kız getirmişti. Bu beni baya şaşırtmıştı zaten. Ondan sonraki zamanlarda bir gün fırsat bulup Ekin ile konuştum."

Onu rahat bir şekilde dinlemeye devam ederken, Atlas kahvemi getirip önüne bıraktı. Yanımdan ayrıldıktan sonra Tuğkan'ı dinlemeye devam ettim.

"Rüya'nın buraya geleceğinden haberi yokmuş. Fakat ona verilen görev yani, teyzenin ölümü için cinayet bürodan gelmişti. O gün onu gönderememişti katili bulmak için. Seninle arasında böyle bir şeyin olacağını da tahmin etmemiş, bu yüzden çok da sıkıntı etmemiş. Fakat siz sonra ilişkinize başladığınızda bu konu onu da rahatsız etmişti. Sana en kısa sürede anlatacağını söylemişti bana. Ama... Anlatmamış maalesef." dediğinde aklıma gelen şeyler ile kaşlarımı çattım.

Bana ok atmayı öğrettiği gün Ece beni aramadan önce bana bir şey anlatmak istemişti ama çalan telefon onu durdurmuştu. O gün onun üstüne gitmeyip daha sonra söyler diye düşünmüştüm.

Yani bana o gün anlatacaktı ama daha sonra vazgeçmişti.

"Sadece bir kere." dedim. "Sadece bir kere anlatmak için hazırlanmıştı ama daha sonra telefonum çaldığı için anlatamamıştı."

"Yine de suçlu. Sana daha önce anlatabilirdi." dedi Tuğkan. En yakın arkadaşı olmasına rağmen yaptığı yanlışı görmemezlikten gelmiyordu.

"Konuştuğumuzu ona söylemiyorsun değil mi?" diye sorduğumda, "Yok yenge, seni satmam. Özellikle suçsuz olan sensen hiç satmam." diye cevapladı.

"Güzel, simi rahat bırak beni. Dinleneceğim."

Tuğkan ile konuşmamızın ardından Atlas'a kalacağı odayı gösterdim ve kendi odama geçip kendimi yatağa attım ardından kendimi uykunun kollarına bıraktım.

🔥🔥🔥

Sabah gözlerimi yavaş bir şekilde açtığımda günün aydığını gördüm. Nefesimi verip yatakta doğruldum. Yatağımın yanındaki komidinin üzerinde gördüğüm viski şişesine uzandım.

Bardağa doldurmayıp kafam diktim şişeyi. Büyük bir yudum aldım viskimden. Uyanır uyanmaz içtiğim için boğazımı yaktı ama bunu umursamayıp tekrar büyük bir yudum aldım.

Kendime gelmem gerekiyordu.

Elimdeki viski şişesini komidinin üzerine bıraktım tekrar ve yataktan yavaşça kalktım. Bugünlerde her şey çok yavaştı.

Çıplak ayağımı yere süre süre banyoya girdim ve musluğu açıldı yüzüme birkaç kez su çarptım. Ardından aynada yüzüme baktım. Gözlerimin altı hafiften morarmıştı. Bunu umursamadım ve aynaya bakmayı kesip havluyu alıp yüzümü kuruladım.

Banyodan çıktıktan sonra üzerime eşofman ve kazak giydim. Ardından komidinin üzerinde duran telefonumu alıp kapıyı açtım ve odadan çıktım.

Yorgun bir şekilde merdivenden inerken aşağıdan gelen seslerin Atlas'ın kahvaltı hazırladığını düşündürttü. Aşağı indiğimde Atlas'ın düşündüğüm gibi kahvaltı hazırladığını gördüm.

O son işlemleri yaparken bende masaya oturdum. Tek tabak indirmişti masaya. Başımı kaldırıp ona baktım. "Sen yemiyor musun?" diye sordum.

"Ben işlerimi hallettikten sonra yerim Azra Hanım, size afiyet olsun." dedi. Ancak ben kabul etmeyip, "Olmaz, benimle ye yemeği. Kendine de indir bir tabak." dedim ve tabağımı doldurmaya başladım.

"Ben bu evin çalışanıyım, tahmin ediyorum ki diğer evinizde çalışanlarınız ile yemek yemiyordunuz." dedi.

"Bana karşı mı çıkıyorsun? Unutma ki seni kovmam sadece bir cümlem ile olur. Şimdi yemeğini ye. Ve evet, teyzemin evinde çalışanlar ile yemek yemiyordum ama burası benim evim ve bir tane çalışanım var, onunla da her zaman bu masaya beraber oturup beraber kalkacağız. Rahat ol. Benim evimdesin." dediğimde çatalıma taktığım domatesi ağzıma attım.

Ben ağzımdaki domatesi çiğnerken o da bir tabak alıp masaya oturdu. "Dışarıdan baskın bir karakteri olarak gözüküyorsunuz." dedi tabağını doldurmayan başlarken.

"Farkındayım ve öyleyim. Ama kendi evimde farklı oluyorum. Ayrıca siz değil sen." dediğimde başını salladı. "E neden buradasın? Anlatsana biraz kendini."

"Yirmi dört yaşındayım, altı yıldır burada yaşıyorum ve tek yaşıyorum." dediğinde herkese söylediği şeyleri söylediğini çok belli ediyordu. Ezberlemiş gibiydi. "Bu görünen tarafın." dediğimde başını kaldırıp bana baktı.

Bende o sırada omletimden bir parça kopardım. "Ne demek istiyorsunuz. Yani istiyorsun?" Ağzımdaki lokmayı çiğnerken ona baktım. "Herkese anlattığın şeyi bana anlatmama gerek yok. Herkes aptal olabilir ama ben sana bakınca nasıl biri olduğunu görebiliyorum. Yirmi dört yaşında ve tek yaşadığını anlayabiliyorum. Ayrıca-" demiştim ki beni susturdu.

"Hep böyle çok mu konuşursun?" diye sordu. "Sen benim arkadaşlarımı tanımamışsın daha. Salih, Emre, Tuğkan... Bunları tanıyınca benim az konuştuğumu anlayacaksın." dedim.

"Anlıyorum. Normal bir hayatım var. Görmediğiniz kısımda da bir şey yok yani." dediğinde ona hiç inanmamıştım.

Tam dudaklarımı konuşmak için araladığımda kapının çalınması beni durdurdu. Atlas ayağa kalkıp kapıyı açmaya hazırlanmıştı ki onu durdurdum. "Ben bakarım." deyip ayağa kalktım.

Kapıya doğru ilerledim ve kapının arkasına geldiğimde kulpunu tutup açtım kapıyı. Karşımda a
görmeyi hiç beklemediğim birisi vardı.

Gözlerinin altında oluşan morluklar uzun zamandır düzenli uyumadığını gösteriyordu. Krem renginde ceketi ve içine giydiği siyah kazak ona sanki zorla giydirilmiş gibiydi. Bacaklarını saran siyah pantolon da iki gündür üstündeymiş gibiydi.

Salih Özgür...

Karşımdaydı, umursamaz bir tavır ile bana bakıyordu fakat içinde büyük yangınlar vardı ve ben o yangını görebiliyordum.

"Azra Sancakzade," dedi dudağına acı bir gülümseme yerleştirerek. "Gelmişsin." dedi ve kapının önüne dikkatlice bakıp oturdu. Bende kapıyı kapattım ve onun yanına oturdum.

"Geldim. Sen nerden öğrendin?" diye sordum. "Her gün buraya gelip kapını çaldığım ve senin de hiçbir zaman kapıyı açmayışını belli bir süre sonra burada olmadığına bağladım. Ve görüyorum ki burada değilmişsin."

"Evet, burada değildim. Fransa'daydım. Yeni döndüm. Şirkete gelince görecektim sizi zaten." dedim. Salih, "Ben şirkette çalışmıyorum ama." dedi.

"Adliyeye gelirdim. Tabii hala çalışıyorsan." Başını bana çevirdi. "Çalışıyorum. Bir polis olmama rağmen çok fazla mesleğime uygun olmayan işler yapmış olsam da çalışıyorum."

"Sevindim." dedim ve ayağım ile yere şekiller çizmeye başladım.

"Nasılsın?" diye sordu Salih. "Yakın arkadaşım ve eski sevgilimin, eski sevgili olduğunu öğrendikten sonra mı?" dedim. "İyiyim sanırım." diyerek devam ettirdim. "Sen nasılsın?" dediğimde gülümseyerek başını eğdi. Bu gülümseme kesinlikle gerçek bir gülümseme değildi.

"Eski sevgilim ile yakın arkadaşımın eski sevgili olmasını öğrendiğimden sonra mı?" diye sordu ardından devam etti.  "İyiyim heralde."

"Nasıl öğrendin?" diye sordum. Asla bu konuyu açmak istemesem de sordum.

"Telefonunda bir arkadaşına anlatırken. Ona hediye götürmek için gitmiştim. Ama hayatımın amına koymak için gittiğimi nerden bilebilirdim ki?" dedi.

"Ayrıldınız mı?" diye sordum. "Sevgili kalmak mantıklı mı olurdu sence?" dedi o da bana.

"Rüya'nın bana yalan söyleme ihtimalini hiç düşünmemiştim." dedim dürüst olarak. "Yani en azından bana karşı dürüst olup anlatmasını beklerdim."

"Ve bunu anlatsalardı onlara abartı bir tepki vermezdik." dedi. Başımı salladım. Yalan söylemeselerdi ve eğer en başından beri doğruyu söyleselerdi işte o zaman onlara karşı herhangi bir tepki vermez ve geçmişte olup bitmiş diyerek yok sayardım.

"Sen ne yaptın iki ay boyunca?" diye sordum ona dönerek. "İşim ile uğraştım. Eva ve Emre ile buluştum falan. Ha birde teyzenin katili hakkında birkaç araştırma yaptım." dedi ve devam etti.  "Bize ormanda bir ses ile bir şeyler anlatmıştı ya," dediğinde başımı salladım. "O sese bir şekilde ulaştım ve katilin sesini ortaya çıkarmak için uğraşıyorum şimdi."

"Bulabilir misin?" dediğinde başını salladı. "Bulmak için uğraşacağım Azra. İlk işim de sana haber vermek olacak bulduğumda."

"Bu işe artık son vermemiz gerekiyor Salih." dediğimde başını salladı. "Ve son yaklaşıyor." dedi.

"Azra," dedi ve bana döndü. "Sanırım seni özledim be kızım." dedi ve bana sımsıkı sarıldı. Bir anlık sarılması beni ne kadar şaşırtmış olsa da bende ona aynı şekilde karşılık verdim ve kollarımı koca gövdesine sardım.

"Sanırım," dedim ona sarılmaya devam ederken. "Bende seni özledim amına koyayım." dediğimde güldü.

"Küfürünü bile özlemişim." dedi.

Benden ayrıldığında son kez bana baktı. "İse gitmem gerekiyor." Ayağa kalktı. "Gidip üzerimi değiştirmem lazım."

"Bencede." deyip ayağa kalktım. "Ne yaptın gece, üstün başın bu kadar dağınık?" dediğimde bana baktı. "Senin düşündüğün şeyi yapmadım pis fesat."

Kıkırdadım ve ona son kez baktım. "Sana yazdı mı hiç?" Kimden bahsettiğimi çok iyi biliyordu. "Yazdı. Yazmaya da aramaya da devam ediyor. Seni bulmak için çok uğraşıyor ama sen her şekilde gizlenmişsin ondan. Bir kere evime geldi benimde ama ona kapıyı açmadım. Senin nerde olduğunu bilip bilmediğimi sordu ve sonra siktir olup gitti." dedi ve devam etti. "Seni bulmaya çalışıyor ama bulamıyor. Bulamadıkça da deli oluyor."

Deli zaten.

"Umrumda değil. Ne hali varsa görsün. Sende işe git geç kalma. Benim burada olduğumu da kimseye söyleme. Ben zamanı gelince onların yanına gideceğim zaten." dediğimde başını salladı.

Onunla vedalaştıktan sonra içeri geçtim ve tek kelime dahi etmeden yukarı çıktım. Odama girdiğimde sırtımı kapıya yasladım.

Beni yoruyorsun ama beni tırman hoşuma gidiyor.

Varlığın hoşuma gidiyor ama canımı yakıyor.

Varlığı ile canımı yakan ama yokluğu ile de zarar veren adam... Allah belanı versin.

Kapıya yasladığım sırtımı kapıdan uzaklaştırdım ve yatağıma doğru ilerledim. Yatağıma oturduktan sonra masamda duran markete gözüm çarptı.

İlk defa bana yapıp verdiği maket. Kahverengi gözlerim maketin üzerinde dolaşırken o gün söylediği şeyler aklıma geldi.

"Senden gitmem."

"En ilk sen gidersin."

"En son giden bile olmam."

"Çünkü daha gelmeden gidersin."

"Hayır, hep sende kalırım."

Onu daha fazla düşünmemek için gözlerimi maketten uzaklaştırdım ve yatağıma uzandım. Gözlerimi yumdum ve uyumak için kendimi zorladım.

Eva ve Emre'yi görmek için en yakın zamanda şirkete gidecektim. Bunu düşünmeye çalıştım.

Hayır, onu görmeye gitmeyecektim. Bundan sonra yolumuz ayrıydı. Ne Rüya ne de o... Umrumda değil.

Gözlerimi daha sıkı yumdum ve kendimi uykunun kollarına bıraktım.

Mümkünse bir daha hiç uyanmayayım. 

🔥🔥🔥

Gözlerimi yorgunlukla ertesi güne açtığımda yataktan sıkıntılı bir nefes vererek kalktım.

Banyoya gidip elimi yüzümü yıkadıktan sonra altıma bir şort giyip üstüme de tişört giydim. Hava git gide soğuyordu. Fakat bunu önemsemeyerek ince giyindim ve odadan çıktım.

Atlas ev ile ilgileniyordu yine. Sabah erken saatler olduğu için kahvaltıyı hazırlamaya geçmemişti.

Ben ayaklarımı yere süre süre koltuğa doğru ilerledim ve koltuğa oturdum. Orta sehpada duran okuma kitabını alıp okumaya başladım.

Atlas merdivenlerden aşağı inip mutfağa geçtiğinde konuşmaya başladı. "Kahvaltıyı hazırlamaya başlıyorum."

"Olur." dedim çok da umursamayıp.

Kitap okumaya devam ettim. Birkaç sayfa okuduktan sonra çalan kapı ile başımı kaldırdım.

Atlas kapıyı açmak için hazırlanmıştı ki onu yine durdurdum. "Ben bakarım." Kitabımı kapatıp orta sehpaya bıraktım tekrardan.

Koyu kumral saçlarımı at kuyruğu yaparak kapının arkasına gidip elimi kapının kulpuna uzattım. Kapıyı açtıktan sonra gelen kişiye başımı kaldırarak baktım.

Gelen kişi nefesimi tutmama neden olurken onu incelemeye başlamıştım. Göz altının morarması, dağınık saçları ve özlem akan o mavi gözleri... İri bedeninin benim karşımda titremesi. Giydiği siyah ceket ve içine giydiği bordo kazak nefesimi kesiyordu. Bacaklarını saran siyah pantolon da onu ne halde olursa olsun çok güzel gösteriyordu.

u an tam karşımdaydı ve benim ona bakan boş gözlerimin aksine o bana büyük bir özlem ile bakıyordu. İki ayın ardından o tam karşımdaydı ve yine içimde bir şeyler kıpırdamıştı. Gözlerimin aksine içim kıpır kıpırdı. Karşımda duran adamın deniz rengi gözlerine çevirdim.

Ekin Karahanlı'ya.

-Bölüm Sonu-

Uzun bir aradan sonra yeni bölüm geli sevgili okuyucularım. Bu bölüm en uzun bölüm oldu ve aynı zamanda beni de yordu.

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayınızz.

Oy fazla gelirse yeni bölüm daha erken gelir.

Okuduğunuz için teşekkür ederim.

Sizi seviyorum ❤️

Pokračovat ve čtení

Mohlo by se ti líbit

870K 38.9K 20
Son yirmi yedi saniye. Zaman gelmişti, kulaklıktaki ses son kez konuşacaktı. "Sonuna geldik, küçük hanım," Alacağı canları düşündükce duyduğu memnuni...
192K 7.7K 28
HOCAM BEN HELAL ETMİYORUM HAKKIMI adlı gruba eklendiniz. 0532..: 7886367.denemeden sonra lütfen bana 50 yaş üstü dayı değil de, bir kadının geldiğin...
7.3M 420K 84
Sevdiği çocuk yerine yanlışlıkla okulun serserisine yazan Ece, başına çok büyük bir bela aldığını fark ettiği an onu engeller. Fakat her şey için ço...
206K 10.2K 21
Staj yaptığım hastanede karışan o kız çocuğu bensem?