Vertigo(Doctor Strange)

Von lermaniac06

37.2K 3.2K 1.8K

(Hikaye Türkçe'dir.) "Doctor Stretch?" "It's Strange." - "Hey Stretch!" "It's Strange, okay? Strange!" - ... Mehr

Doctor Strange
Protectors
Adele
You are not a friend
save the girl
Thank you Stretch
i will miss you
dance
he's coming
purple? that's all i wanted to learn
even my ass is more beautiful than you
one last time -1-
one last time 2 (Final)
Uzun zaman sonra yeniden merhaba

*i love u in every universe* (Special Episode)

405 25 10
Von lermaniac06


Uzun bir aradan sonra söz verdiğim bir şeyi yapıyorum. İşte o özel bölüm. Bu hikaye konusuyla ve hayal etmesiyle çok sevdiğim bir hikayeydi. Malesef tuhaf bir dönemime denk geldiği için biraz kısa ve belki de biraz özensiz oldu. Ama yine de çok özel ve hep öyle olacak. Umarım özleminizi gideren ve hoşunuza giden bir bölüm olmuştur. Yazarken yorulduğumu hissetsem de bir şeyler yazmayı çok özlediğimi fark ettim. Umarım bu vesileyle verdiğim arayı sonlandırır ve devam ederim. Beğenilerinizi ve özellikle yorumlarınızı bekliyorum. İyi okumalar <3

"İşte orada! Kitaba ulaşmamız lazım."

Büyücü arkasındaki kıza bağırdıktan sonra tüm gücüyle koşmaya devam etti. İleride duran kitaba ulaşmak zorundaydı. Anca bu şekilde kızı kurtarır ve savaştıkları iblisten kurtulurdu. Büyücü kitaba doğru koşarken bir yandan da kendilerine saldıran yaratıkla savaşmaktaydı. Yaratık o kadar güçlüydü ki büyücü neredeyse ilk kez bu kadar zorlanıyordu.

"Dikkat et!" Genç kız önündeki adamı uyarmış olsa da onun yaratıktan darbe almasına engel olamamıştı. Aldığı yarayla acı dolu bir ses çıkardı, canı fazlasıyla yanmıştı. Yaratık tekrar bir hamle yaptığında büyüsüyle onu durdurdu. Tüm gücünü kullanarak yaratığı büyüsüyle kıstırdı ama buna daha fazla katlanamazdı. Yüzündeki acı dolu ifadeyle arkasındaki korkmuş kıza döndü.

"Üzgünüm, onun senin gücünü almasına izin veremem. Sen bunu kontrol edemezsin ama ben ederim."

Diğer eliyle büyüsünü kıza yönlendirdi ve onun gücünü almaya başladı. İçinden bir şeylerin söküldüğünü hisseden kız acı içinde kalmıştı.

"Be-beni öldürüyorsun..."

"Biliyorum, tek yol bu."

Kız acıyla bağırmaya devam ederken yaratık kurtulup büyücüye saldırdı. O yaratığa yakalandığında genç kız da büyünün etkisinden kurtulup yere düştü. Yol arkadaşı kendisine ihanet etmişti, artık tek başınaydı. Yaratık büyücüyle ilgilenirken o ileride ışıldayan kitaba baktı. O kitaba ulaşırsa, kurtuluş yolu bulabilirdi. Kayaların üzerinden atlayarak kitaba ulaşmaya çalıştı. Genç kız hayatı pahasına koşarken büyücüyle işi biten yaratık onun bedenini yere bırakıp kıza yöneldi. Kızı kollarından yakalayıp havaya kaldırmıştı. İşte şimdi genç kız ölesiye korkuyordu ve ne zaman korksa gücünü kullanıp bir portal açardı. Arkasında bir portal açıldığında her şey o portala doğru sürüklenmeye başladı. Yerde ölmek üzere olan büyücü son gücüyle büyüsünü yaratığa doğru attı ve kızı tutan vantuzlarını kesip kızın özgür kalmasını sağladı. Yaratıktan kurtulan kız portala doğru sürüklendi ve sonra her şey karanlığa gömüldü.

Stephen nefes nefese uyandığında gördüğü rüyanın etkisinden kurtulamamıştı. O da neyin nesiydi öyle? Kalkıp yüzünü yıkadığında kendini biraz daha iyi hissetmişti. Kısa bir kahvaltıdan sonra dolabının karşısına geçti ve gömleklerden birini askıdan çıkarıp eline aldı. Bugün hastaneden bir arkadaşının düğünü vardı ve pek istemese de katılmaya karar vermişti. Uzun zaman sonra ilk kez insan içine çıkacak olmak onu biraz geriyordu ama bununla baş edebilirdi sonuçta o Doctor Strange'di.

Ayna karşısında kravatını da düzelttikten sonra artık hazırdı. On dakika görünüp gelse yeterdi. Sonrasında geri dönüp yasını tutmaya devam edebilirdi. Liz'i kaybetmenin acısı hala ilk günkü gibi tazeydi ve öyle kalmaya da devam edecekti.

****

Düğünde herkes mutlu görünüyordu ve bu içten içe birazcık sinirini bozmuştu. Gerçekten bu kadar mutlu olmak mümkün müydü? Hem de onca şeyden sonra. Gelin ile damadı görünce yüzünde buruk bir gülümseme oldu. Sevdiği insan hala yanındayken elbette bu kadar mutlu olmak mümkündü. Arkadaşını tebrik ettikten sonra bardan kendisine bir bardak içki aldı ve kenarda yudumlamaya başladı. Kendi halinde takılırken insanların balkona yönelip çığlık atmasıyla dikkati oraya yöneldi. Usulca balkona çıktığında gördüğü manzara gözlerini devirmesine neden oldu. Daha önce görmediği tek gözlü bir yaratık sokaktaki her şeyi yıkıp geçiyordu. Elindeki içkiden bir yudum aldıktan sonra garsonun elindeki tepsiye koydu ve pelerinini savurup balkondan aşağıya atladı. Büyüyle üzerindekileri kostüme çevirdiğinde insanlar tezahürat yapıyordu. Bu birazcık hoşuna gitmişti, gösterişi severdi. Yere indiğinde yaratığın esir aldığı otobüsün karşısına dikildi. Tek gözlü bir yaratık otobüsten ne istiyor olabilirdi? Büyüsüyle otobüsü açtığında içerideki demirlere tutunmuş neredeyse düşecek olan kızı gördü. Tekrar büyüsünü kullanarak kızı yakaladı ve yanına çekti. Bu durum yaratığı kızdırmış olmalı ki koca otobüsü üzerine fırlattı, neyse ki büyücü bundan kurtuldu. Yaratığa saldırdığında yaratık onu tutup bir dükkandan içeriye fırlattı ve kendinden geçmesine neden oldu. Genç kız tekrar yem haline gelince koşmaya başladı. Tam yakalandığı an ortaya bir başka büyücü çıktı ve yine onu kurtardı. Bu sırada pelerin yerde baygın sahibini ayıltmaya çalışıyordu. Sahibinin ayılmaya niyeti olmadığını fark edince gidip kızı aldı ve yüksek bir yere çıkardı. Diğer büyücü yaratıkla savaşmaya devam ederken Stephen da kendine gelip savaşa dahil oldu.

"Önümde eğilmeyecek misin? Biliyorsun eski bir gelenektir."

Wong alayla konuştuğunda gözlerini devirdi. "Gelenekleri iyi biliyorum ama önce şu şeyden kurtulalım."

İki büyücü yaratığı alt ettikten sonra nefes nefese kalmışlardı.

"Yaşlanmışsın, Beyonce."

"Gelenekleri biliyorum mu demiştin? Usta Büyücü ile böyle konuşmandan hiç anlaşılmıyor."

İkisi de güldükten sonra kıza döndüler. Stephen şu ana kadar dikkatli bakmamıştı ama bu rüyasında gördüğü kızdı.

"Rüyamda ne işin vardı?"

"Rüya değildi."

"Ne?"

Kız cevap vermeden koşmaya başlayınca Stephen ve Wong birbirine baktı. "Yüzüğümü aldı!"

"Yüzüğünü aldı."

Onlardan kurtulduğunu sanan kız köşeyi döndüğünde ikisini de karşısında bulunca ufak bir çığlık attı. Stephen gözlerini kısarak ona bakarken elini uzattığında kız somurtarak yüzüğü geri verdi.

"Rüya değildi derken ne kast ediyorsun, anlat."

"Bir başka evrendeki sen ve bendik, gerçekti."

"Kanıtla."

"Benimle gelin."

Kızı takip ettiler ve bir binanın çatısında geldiler. Çatıda üzeri örtülü bir şey vardı. Eğilip üzerini açtıklarında Stephen şoka girmişti. Bu dün gece gördüğü kendisiydi.

"Rüya olarak gördüklerimiz başka bir evrende yaşadıklarımız. Yani gerçek."

"Dur biraz... rüyamda Beyonce ile şarkı söylerken bir palyaço tarafından kovalanıyorum."

"Başka bir evrende gerçek."

Kız omuzlarını silkerek cevap vermişti. Daha sonrasında bildiklerinden ve gücünden bahsetti. Evrenler arasında gezinebiliyordu. Stephen cesedin üzerini örtüp ayağa kalktı.

"Peşinde bir iblis var ve seni korumalıyız öyle mi?"

"Diğer sen beni öldürmeye çalıştı, sana nasıl güveneyim?"

"Sanırım bir şekilde güvenmen gerekiyor."

"Denerim..."

Wong ayağa kalkıp kıza doğru yöneldi.

"Genç Bayan adınız nedir acaba?"

"America Chavez."

"Bayan Chavez, bizimle Kamar-Taj'a gelir misiniz? Orada güvende olursunuz."

Genç kız kafasını salladı. "Başka seçeneğim yok zaten."

Wong ona gülümsedikten sonra yerdeki cesede döndü. "Bunu ne yapacağız?"

"Hallediyorum."

Stephen büyüsüyle yerdeki taşları kaldırıp bedeni içeriye yerleştirdi ve daha sonra taşları tekrar eski haline getirdi."

"Gerçekten mi?"

"Daha kötülerini de gömmüştüm, bir şey olmaz."

"Üzerindeki işareti gördün mü? Canavarla aynıydı, ne anlama geliyor acaba?"

"Rünler."

"Cadı işleri yani. Bundan anlayacak birini bulmamız lazım."

Stephen aklına gelen kişiyle tebessüm etmeye çalıştı. "Ben birini biliyorum sanırım. Siz Kamar-Taj'a gidin, ben de onunla konuşayım."

***

Stephen elma bahçesinde yürürken uzakta aradığı genç kadını gördüğünde hüzünlendi. Wanda savaşta Vision'u kaybetmişti ve bu onun için tamamen yıkım noktası olmuştu.

"Westview'da yaptıklarımı konuşmak için geleceğini biliyordum. Ben üzgünüm, kimseyi incitmek istememiş-"

"Onu konuşmak için gelmedim. Yardımına ihtiyacım var."

Wanda karşısındaki adama şaşkın bir şekilde bakarken elindeki dalı sepete koydu.

"Ne konuda?"

"Çoklu evrenler hakkında ne biliyorsun?"

"Vis... onun teorileri vardı. Gerçek ama çok tehlikeli olduğunu düşünüyordu."

İkili ağaçlar içinde yürümeye devam ederken Stephen olanları anlatmıştı.

"America'yı benim yanıma getirsen? Burada onu koruyabilirim."

Stephen olanı fark ettiğinde adım atmayı kesmişti. İşte bunun olmasını beklemiyordu. Tökezlediğini anlayan Wanda ona döndü. "Adını hiç söylemedin değil mi?"

Stephen kafasını iki yana sallarken Wanda elini oynattı ve içinde bulundukları elma bahçesi tamamen karanlık ve korkutucu bir yere dönüştü. Wanda da Scarlet Witch'e...

"Karanlık Kitap seni ele geçirdi demek?"

"Ele geçirmek mi? Kitap bana kaybettiğim her şeyi yeniden alabileceğimi gösterdi."

Stephen onun için gerçekten üzülmüştü. Onca acının üzerine bu kitabın etkisine girmiş olması güzel sonuçlar doğurmazdı. Belki de Wanda sonsuza kadar kaybolmuştu.

"Wanda, bu doğru bir yol değil."

"Doğru ya da değil, seni uyarıyorum Strange. Kızı bana güzellikle teslim edin-"

"Yoksa?"

"Yoksa onu almaya gelen Scarlet Witch olur ve emin ol bunu istemezsin."

Tekrar elini oynattığında Stephen kendini bilmediği bir yerde buldu. Hemen bir portal açıp Kamar-Taj'a dönmesi ve durumu Wong'a anlatması gerekiyordu. Önlerinde büyük bir savaş vardı ve ellerinden geldiğince hazırlanmalıydılar.

***

"Yani diyorsun ki beni korusun diye gittiğin kişi beni öldürmek isteyen kişi?"

America dehşet içinde ona bakarken sıkıntıyla kafasını salladı.

"Kara Kitap'ın kontrolünde, ne yaptığını bildiğini sanmıyorum."

"Büyücüler! Savunmaya geçin!"

Wong herkese emir verirken Stephen da onun yanında yerini aldı.

"Sence şansımız var mı?"

"Onu oyalayıp kitaba ulaşırsak, evet."

Yani şansları yoktu. Vishanti Kitabı Stephen için efsaneden ibaretti. Rüyasında gördüğü ve America'nın anlattığı kadarıyla öyle bir kitap vardı ama hangi evrende, nerede olduğu bilinmiyordu. Stephen avluda gezinirken havada süzülen bir varlık görünce durdu. Scarlet Witch America'yı almaya gelmişti. Wong ve diğer büyücüler savunma pozisyonunda beklerken Stephen düşmanı olmamasını umduğu genç kadına doğru uçtu.

"Wanda, bundan vazgeç. Onca masum insanın canını yakmayı sen de istemezsin."

Wanda yerdeki insanlara bakıp dudaklarını büktü.

"Bunca şey sabah tanıştığın bir kız için. Onu bana ver Stephen, ver ki başkasının canı yanmasın."

"Mantıklı ol Wanda, senin Çoklu Evren'e geçmene izin veremem. Bu tüm dengeyi bozar, buna müsaade edemem."

Wanda dudaklarını birbirine bastırarak ona bakarken biraz daha yakınlaştı.

"Sen mantıklı ol Strange, kızı bana verirsen seni Liz ile mutlu olduğun bir evrene gönderirim. Bunu istemez misin? Sen de benim gibi büyük bir kayıp verdin, acını dindirmek istemez misin?"

Wanda onun aklına giremezdi çünkü zihnini korumayı biliyordu. Ama yine de bir saniyelik de olsa bu fikri düşünmek ona dehşet bir şekilde vicdan azabı çektirdi. Bir saniyelik de olsa Liz ile başka bir evrende mutlu olma fikri onu cezbetmişti. Bu fikri kafasından uzaklaştırdı ve Wanda'dan uzaklaştı.

"Kamar-Taj tüm kudretiyle sana karşı koyuyor Wanda Maximoff."

"Peki, öyle olsun. Yanacak tüm canlardan sen sorumlusun Strange."

Wong konuşmanın olumsuz gittiğini anlayınca büyücülere kalkanı güçlendirmeleri için bağırdı. Stephen dostunun yanına geri döndüğünde kafası karışık görünüyordu.

"Sana ne dedi?"

"Önemli değil, America'yı korumamız lazım. Onu ele geçirmemeli."

Büyücüler tüm gücüyle dirense de karşılarındaki var olan en güçlü cadıydı, ona karşı şansları yoktu. Wanda direnen büyücüler arasından zayıf bir halka buldu ve kalkanın bozulmasını sağladı. Kalkan bir kere bozulduğunda ise mahvolmuşlar demekti.

"Geri çekilin! Herkes geri çekilsin!"

Wanda ortalığı birbirine katmaya devam ederken Stephen ve Wong America'yı alıp içeriye girdiler.

"Onu buradan çıkarmam gerekiyor."

Portal açmaya çalışırken Wanda çoktan onlara ulaşmıştı.

"Çocuklarıma ulaşmamam için bunca insanı öldürttün."

"Senin çocukların yok Wanda."

"Sadece bu evrende... diğer tüm evrenlerde varlar ve ben onlara kavuşacağım."

Wanda saldırdığında iki büyücü de karşılık vermişti ama ne yaparlarsa yapsınlar Scarlet Witch onlardan daha güçlüydü. İkisi de bir tarafa savrulduğunda Wanda genç kızı büyüsüyle yakaladı ve gücünü çekmeye başladı. Acı dolu America istemeden de olsa gücünü kullanarak arkasında bir portal oluşturdu. Stephen bu fırsatı değerlendirip onu kurtarmalıydı. Ayağa kalkıp kıza doğru atıldı ve ona sarılıp portala atladı.

Her şey tepetaklak olmuştu. Bir evrenden diğerine geçiyorlar ve vücutları bir o yana bir bu yana savruluyordu. Korkunç bir şekilde yolculuğa devam ederken sonunda bir evrende durdular ve bedenleri yere yığıldı.

Stephen ayağa kalkıp üzerini silkeledi.

"Kusmadın!"

"İlk kez tuhaf bir yolculuğa çıkmıyorum, bücür."

Havalı tavrı midesinden yükselen bir şeyi hissedene kadar sürmüştü. Kusacağını anlayınca bulundukları çatıdaki bacaya doğru eğildi ve istemese de işini halletti. Geri çekildiğinde suratını buruşturdu.

"İğrenç."

"Kesinlikle."

Bir iki saniye sonra kendisine geldiğinde kıza döndü. "Hadi bizi geri gönder."

"Yapamam."

"Ne demek yapamam? Wong o cadıyla tek başına ve tek umudu benim. Aç şu portalı."

America üzgün bir suratla ona baktı. "Yapamam, gücümü kullanmayı bilmiyorum. Sadece çok korktuğumda portal açabiliyorum."

Stephen tam bir şey söyleyecekti ki aklına Liz geldi. O da başta gücünü kullanamıyordu, Stephen sayesinde öğrenmişti. Şimdi sıra America'daydı. Stephen ona da yol gösterebilirdi. Tabi önce o yolu kendisi bulmalıydı.

Yere oturup bacaklarını kendisine çekmiş kızın yanına gidip oturdu.

"Belki bu evrendeki sen bizi geri yollayabilir."

Genç kız umutsuzca ona baktı. "Bu evrende ben yokum."

Stephen kaşını kaldırarak ona baktı. "Nereden biliyorsun?"

"Ben hiçbir evrende yokum."

"Nasıl?"

"Hiç rüya görmüyorum. Ben... ben tekim."

Stephen sıkıntı dolu bir nefes verdi. "Peki, peki... bu evrendeki beni bulmalıyız. Belki diğer ben bir şeyler biliyordur."

Kız kafasını sallayıp ayağa kalktı ve onunla birlikte yürümeye başladı.

***

"Ne kadar değişik bir New York."

"Gördüklerim arasında en iyilerinden biri olabilir. Bir keresinde zombi istilasında görmüştüm, dehşetti."

Stephen yürürken bir dairenin içinde girmişti ve karşıdaki cam vitrinden ışıklar yükselmişti.

"Biz hatırlarız ki siz unutmayın!"

Karşısında bir görüntü oluştuğunda donakalmıştı.

Hastanede kahvesini almış odasına doğru yürüyordu. Sonra birinin ona seslendiğini duydu.

"Doktor Stretch!"

Gözlerini devirerek kendisine seslenen kadına döndü. Elizabeth. Elindeki çikolatayı sallarken o mükemmel gülüşünü sergiliyordu.

"Kahvenin yanında çikolata iyi gider diye düşünmüştüm."

"Ben şekerli şeyler tüketmiyorum, Winston. Ayrıca soyadım da Strange."

Kadın kıkırdayıp omuzlarını silkti. "Biliyorum ama seni gıcık etmek hoşuma gidiyor." Stephen sabır dilercesine derin bir nefes aldı. Liz elindeki çikolatayı onun cebine sıkıştırdıktan sonra diğer elindeki minik hediye paketini uzattı.

"Doğum gününe daha altı saat var ama ben bekleyemedim. Gece de önemli bir ameliyatın olduğu için kutlayamayacağız. İyi ki doğdun Stephen."

Stephen yüzünde oluşan tebessüme engel olamamıştı. Hediye paketini alırken elindeki kahveyi genç kadına uzattı. "Tutar mısın?"

Stephen paketi açarken Liz elindeki kahveyi yudumlayıp suratını buruşturdu. "Iy, acıı." Adam onun bu tepkisine gülerken paketi açında gördüğü saate hayran kaldı. Çok güzel ve değerli bir şeydi.

"Liz bu... bu çok güzel. Teşekkür ederim."

Genç kadın gülümseyip ona yaklaştı ve yanağına bir öpücük kondurdu. "Seni seviyorum, Stretch."

Stephen'ın gözleri dolmuştu. Bu kendisine ait bir anı değildi. Diğer kendisinin anısını izlemişti. Bu evrende de Liz'in var olmuş olduğunu bilmek onu etkilemişti. Liz'i bulup sarılma isteği içinde büyürken içinde bulunduğu durumu hatırladı ve durduğu yerden ayrılıp kafasını iki yana salladı. "Vakit kaybı. Hadi gidelim."

***

İkili sonunda aradıkları yeri bulmuştu. Kapının önündeki kocaman heykeli görünce duraksadı.

"Thanos'la yapılan savaşta hayatını kaybeden Doctor Strange'in anısına"

"Öldüm mü?"

İkisi de hayal kırıklığına uğramıştı. Kendisine yardım edebilecek diğer kendisi ölmüştü.

"Stephen! Kardeşim..."

Birden beliren Mordo kendisine sarıldığında şaşkınlığını koruyamamıştı.

"Mordo?"

"Geleceğini biliyordum! Hadi gel ve bana kendi evrenini anlat. Hadi kardeşim."

"Tabii"

Stephen tuhaf hissetse de bir şey demeyip içeriye girmişti. Anlaşılan bu evrenin Mordo'su onun dostuydu. Stephen ve America oturunca Mordo da onlara çay getirmeye gitmişti.

"Öldüğün için üzüldüm."

Stephen America'ya bakıp kafasını salladı. "Eksik olma."

"Demek senin evrenindeki cadı peşinizde, ha?"

Çayları onlara verdikten sonra yandaki koltukta Mordo da yerini almıştı. Stephen kendi evreninde yaşadıklarını hatırladıkça bu adamla yan yana oturuyor olmaktan dolayı tedirgin hissediyordu.

"Wanda'nın buraya gelmesi mümkün mü?"

America korkuyla bu soruyu sorduğunda Mordo kafasını salladı. "Evet. Rüyagezerlik ile gelebilir. Buradaki alternatif bedenine hükmedebilir ve burada kalıcı olacak şeyler yapabilir."

Stephen elindeki çayı yudumlarken gergince ona baktı. "Onu durdurmazsak büyük bir felaket yaratacak."

Mordo ayağa kalktığında Stephen kendini kötü hissettiğini fark etti. Hızla oturduğu yerden kalktı ama düşecek gibi olduğunda koltuğa tutunmak zorunda kaldı.

"Anla artık Stephen, bu dünyada en büyük tehlike Wanda değil, sensin."

"Çayda ne vardı?"

America yere düştüğünde ona yönelmek istedi ama ayakta duracak hali yoktu. Kendisi de yere düşerken Mordo'nun gülümseyen suratını gördü. "Seni orospu çocu-" Ve yere yığıldı.

***

"Açın şunu!! Açın şunu aloo!"

Stephen kulağına gelen bağırış ve yumruklama sesi geldiğinde ayılmaya çalışıyordu. Soğuk zemini hissettiğinde içi ürpermişti. Gözlerini açmayı başardığında yan tarafta hapsolduğu camdan kafesi yumruklayan genç kızı görmüştü. Yerden destek alarak kalkmayı başardıktan sonra kıza seslendi.

"Sakin ol, bizi buradan çıkaracağım."

Büyüsünü kullanmayı denediğinde bileğindeki kelepçeleri fark etti, anlaşılan büyüsünü kullanamamasına yarıyordu. America bilmişçe gülümsedi. "Tabii, dahi. Büyünü kullanmana izin vereceklerdi."

Stephen ona gözlerini devirdikten sonra nerede bulunduklarını anlamak için etrafa bakındı. İçeride gezinip duran önlüklü insanlara bakılırsa laboratuvar gibi bir yerdelerdi. Kendisine yakın masada sarışın bir kadın duruyordu.

"Hey! Neresi burası? Bana bir açıklama borçlusunuz, aç şunu!"

Cama vurduğunda kadının irkildiğini gördü. Aslında onu korkutmak istememişti. Kadın elindeki dosyayı masaya bıraktıktan sonra yavaşça ona döndü. Stephen tekrar bağırmak istemişti ama gördüğü yüz onu olduğu yere çivilemişti.

"Liz?"

Kadın buruk bir şekilde gülümsemişti. "Merhaba, Stephen."

America kadına ve Stephen'a bakarken şaşkınlığını gizleyememişti. "Yok artık..."

Liz onun bu tepkisine tebessümle karşılık verdi. "Bayan Chavez."

Stephen hala tepki veremiyordu. Kaybettiği sevgilisi karşısında duruyordu. Başka bir evrende, sarışın hali olsa da. Gözleri, burnu, ağzı ve sesi onun Liz'iyle aynıydı. Sevdiği kadınla aynıydı. Liz onun bu şaşkınlığını bozmak için konuşmaya başladı.

"Sorunu cevaplamam gerekirse şu an son derece güvenli bir araştırma tesisindesiniz. Sen, pelerinin ve Bayan Chavez, deney için buradasınız."

Stephen duyduğu kelimeye karşı sinirle gülmüştü. "Deney için mi? Neyiz biz kobay faresi mi? Aptal evreninizin aptal deneylerini bizim üzerimizde yapamazsın."

"Başka evrenden geldiniz, radyoaktif sinyalleriniz olabilir, bizde olmayan hastalıkları taşıyor olabilirsiniz. Bu yüzden bu balık fanusundasınız. Gözlemlenmek zorundasınız."

Stephen ters bir şekilde ona bakmaya devam ederken bileğindekileri gösterdi ve alayla konuştu. "Bunlar için teşekkür etmem gerekiyor sanırım."

Liz dudaklarını büktü. "Nisanti Kumları'nı kullanarak geliştirdim. 838 Stephen'ın sihirli eşyalarından biriydi."

Stephen kaşlarının kalkmasına engel olamamıştı. "838 Stephen mı? Bu evrende robot muydum?"

Liz onun bu dediğine gülmeden edemedi. "Bizim evrenimiz 838, sizinkine ise 616 kodunu verdik."

"Bana 616 Stephen diye mi sesleneceksin? Robot dansı da yapmamı ister misin?"

"Alay etmeyi bırak Stephen."

"Pekala, madem evrenleri gezip isim verebiliyorsunuz o zaman Çoklu Evrenler hakkında baya bir bilginiz var."

"Evet. Ben, bu konu üzerine araştırmalar yapıyorum. Üniversitede akademisyenim ve aynı zamanda Çoklu Evrenler uzmanıyım."

"Burada çalışmaya ne zaman başladın? Sadece doktor olduğunu sanıyordum."

Liz biraz sessiz kaldıktan sonra tekrar ona döndü. "Gönüllü oldum. Sen... öldüğünde."

Stephen öldüğünü duyunca tuhaf hissetmişti. Yani diğer kendisinin öldüğünü duyunca. Liz kafesin önünden ayrılıp bilgisayarlardan birine geçtiğinde Stephen içini kemiren soruyu sormak için cesaretini topladı.

"Bu evrende... neydik biz?"

Liz bu soruyu beklemiyor olacaktı ki duyunca tepki verememişti. Biraz sessizliğini koruduktan sonra göz teması kurmaktan kaçınarak cevapladı.

"Bunu çözmemize hiç izin vermedin."

Adam onu dikkatli incelediğinde gözlerinin dolduğunu fark etti. Sanırım bu evrendeki Stephen, Liz'i üzmüştü. Aptal ben diye geçirmişti içinden.

"Elizabeth. Bizi buradan çıkarmak zorundasın, herkes tehlikede. Onları kurtarmam için gitmeme izin vermelisin."

Liz kafasını iki yana salladı. "Hayır Stephen, bunu yapamam."

"Neden?"

"Çünkü sen... sen tehlikelisin."

Sevdiği kadından bunu duymak kalbinde bir parçanın kırılmasına neden olmuştu. Gerçekten Liz onun tehlikeli olduğunu mu düşünüyordu?

"Bak, benim evrenimden birisi bu kızın peşinde. Buraya gelip istediğini elde edene kadar da durmayacak. Ki durmaması demek buranın yerle bir olması demek. Şimdi Avengers, S.H.İ.E.L.D ya da hangi kurumsanız beni bırakmanız gerekecek."

"İkisi de değiliz."

Mordo içeriye giriş yaptığında Stephen ona sorarcasına bir bakış attı. "Nesiniz o zaman?"

"İllumunati, seni bekliyor Stephen Strange."

"İllu ne?!"

***

Stephen robotlar eşliğinde büyükçe bir salona getirildiğinde buradan bir çıkış yolu bulabilmek için etrafa bakınıyordu.

"Stephen Strange, İllumatinin huzuruna çağırıldın. Ben Baron Karl Mordo,Usta Büyücü"

"Aman ne hoş? İmzalı fotoğraf falan mı vereceksiniz?"

Alaylı konuşması yanından geçen bir cisimle son bulmuştu. Cisim duvara çarpıp geldiği yere geri gittiğinde birisi tarafından yakalandı. Silüet ışığa doğru yaklaşınca bunun kalkan tutan bir kadın olduğunu gördü.

"Kaptan Karter. İlk Yenilmez"

Demek Kaptan Amerika'nın bu evrendeki karşılığı bu kadındı. Mordo sıra sıra diğerlerini tanıtmaya başladı.

"Blackagar Boltagon."

"Dur biraz ne? Üzgünüm ama bu baya aptalca bir isim." Stephen yine çenesini tutamayınca sinirli gözleri üzerinde hissetti. Mordo onu umursamadan anlatmaya devam etti.

"Bu Kaptan Marvel."

"Bu da Fantastik Dörtlü'den Reed Richars."

"Fantastik Förtlü mü? Ergenlikte kurduğunuz bir müzik grubu falan mı?"

Kaptan Marvel onun bu alaylı tavrına karşılık sinirle konuştu. "Bu senin için şaka mı?"

Stephen usulca Black Bolt'a baktı ve omuz silkti. "Yaniii adamın kafasında çatal var."

"Black Bolt seninle konuşmadığı için şanslısın."

Stephen alayla Kaptan Carter'a baktı. "Niye? Nefesi mi kokuyor?"

"Bu Stephen bizimkinden de kibirli. Bak Strange, bizim evrenimizdeki sen bu kuruluşu yarattın ki düzeni sağlayalım. Bugün de burada sana ve çocuğa ne yapacağımız hakkında konuşacağız. İstila'ya neden olmanı istemiyoruz."

"Yani ben ve çocuk sizin için Scarlet Witch'den daha büyük bir tehdidiz öyle mi?"

Kaptan Marvel bilmişce gülümsedi. "Küçük cadınız rüyada gezmeye kalkarsa onun icabına bakarız."

Stephen bu kez yine kendini tutamayıp güldü. "O konuda hiç şansınız yok. Tabi Vishanti Kitabını bana vermezseniz."

"Stephen, evrenlerler arasındaki en büyük tehdit Doctor Strange."

Reed Richars konuştuğunda Stephen ona döndü. En azından buradaki aklı başında tek insan gibi duruyordu. "Sizin Doctor Strange mi? Hani şu Thanos'la savaşırken ölen, kahraman Strange?"

Beşli sessiz kalıp onun sorusunu cevapsız bırakırken karanlıktan bir ses daha yükseldi. "Ona gerçeği söylemeliyiz."

Karşısında tekerlekli sandalyede yaşlı bir adam belirdiğinde öylece bakmaya devam etti.

"Son üyemiz, Profesör Charles Xavier."

"Ne gerçeği?"

"Bizim Strange öyle ölmedi."

Stephen dikkatle onu dinlemeye başladığında Profesör X ona tüm gerçekleri anlattı. Bu evrendeki Doctor Strange gücünün esiri olmuş ve karanlık yola sapmıştı. Bu hatasının sonucunda da daha büyük felaketlere neden olmaması için idamına karar verilmişti.

"Onu siz öldürdünüz yani?"

"Zorundaydık."

"O zaman heykel dikmek neyin nesiydi?"

"Dünya'nın her zaman kahramanlara ihtiyacı vardır. Onu kahraman olarak ansınlar istedik."

"Aman ne hoş. Bunu Liz'e söylediniz mi?"

"Evet, haberi var."

Kendi ölüm emrini veren bir kuruluşta sevdiği kadının gönüllü olmuş olma fikri canını sıksa da anlamaya çalıştı. Bu evrendeki Doctor Strange nasıl bir yola girdiyse en büyük tehlike olmuştu ve önüne geçilmesi gerekmişti.

"İzinsiz giriş tespit edildi! İzinsiz giriş!"

"Neler oluyor?"

Karşısındaki insanlar panikle ayaklandığında Stephen bilmişce sırıtmaya başladı. "Küçük Cadımız gezintiye çıkmış. Gidip durdursanıza."

"Bu iş bittikten sonra hakkında oylama yapılacak!"

Kahramanlar salondan dışarıya gittiğinde içeride Stephen, Mordo ve Profesör X kalmıştı.

"Buradan çıkış yolu bulduğunda... kıza yol göster Stephen. Gücünü kullanmasını öğret."

"Ne diyorsunuz siz?"

Mordo sinirle konuştuğunda Profesör tebessüm etti. "O bizim Strange'imiz gibi değil. Ona güvenebiliriz."

***

Üstte alarmlar devreye girdiğinde herkes kaçmaya başlamıştı. Şaşkınlıkla kaçışanlara bakan Liz ne yapacağını bilmiyordu.

"Wanda. Buraya geldi."

America dehşet içinde konuştuğunda Liz hemen bilgisayara koştu. "Seni oradan çıkarmamız lazım."

Sistemin devre dışı kaldığını görünce manuel yönlendirmeyi kullanmayı denedi ama az ilerideki Wanda büyüsüyle bunu engelliyordu. "Çabuk ol!"

Liz yerden bulduğu yangın söndürücüyü alıp kafesini kilidine doğru vurmaya başladı. Ne olursa olsun bu çocuğu oradan çıkartacaktı. "Bunun bu kadar güçlü olmasıyla övündüğüm kısmı unut tamam mı?"

Kilide vurmaya devam ederken bir yandan da dışarıya bakıyordu. Wanda onlara yaklaşmıştı. Robotlar onu oyalasa da bu uzun sürmezdi. America derin bir nefes alıp koştu ve cama bir yumruk attı. Gücünün yardımıyla da camı kırmayı başardı.

"Vay be..."

"Vay be. Hadi çabuk ol, beni çıkar lütfen."

Kırılan kısma vurmaya devam ederken Wanda büyüsüyle elindeki tüpü başka bir yöne fırlattı.

"Benim olanı bana ver." Kızıl büyü camı sarıp kolayca patlattığında Wanda'nın America'ya ulaşması için hiçbir engel kalmamıştı. Liz onun karşısında şansı olmadığını bilse de kafesin kırılan parçasını eline aldı. "O daha çocuk."

"Benimkiler de öyle."

Wanda büyüsünü yapacakken karşısında Profesör X'in belirmesi onu durdurdu. Kadın olduğu yerde sabit kalınca Liz profesörün onun zihnine girdiğini anladı.

"Hadi America, kaçmamız lazım."

Onun elinden tutup bildiği güvenli yere doğru koşmaya başladı. "Stephen'ı bulmalıyız!" America'ya dönüp kafasını salladı. Stephen'ı bulmalılardı. Bu kaos ortamında başına bir şey gelmiş olabileceğinden endişelenmişti. Başka bir evrenin Stephen'ı olsa da ona bir şey olmasına dayanamazdı. Bunu yeniden yaşayamazdı. Koridorda yürürlerken ileriden birinin koştuğunu duydular. Liz America'yı arkasına alırken elindeki demiri sıkıca tuttu. Ayak sesleri yakınlaştı, yakınlaştı ve...

"Siz iyi misiniz?"

Stephen onları görüp durduğunda Liz rahat bir nefes aldı. Adam onlara doğru yürürken yanındaki genç kız koşup ona sarıldı.

"Sana bir şey olacak diye çok korktum."

"Ben iyiyim, bücür."

Liz ikisini böyle görünce tuhaf hissetti. Kendi Stephen'ı çocuklarla anlaşabilecek biri değildi. Son zamanlarında kimseyle anlaşan biri değildi zaten. Düşüncelere dalmışken omzuna dokunulmasıyla kendine geldi. "Sen de iyi misin?" Adamın mavilerinde endişeli ifadeyi görünce içinin burkulduğunu hissetti. Bu gözlerde bu ifadeyi görmeyeli ne kadar uzun zaman olmuştu. Hafifçe kafasını salladı. "İyiyim."

"Kitabın yerini biliyor musun? Ona ulaşırsam Wanda'yı durdurabilirim."

"Kitap burada zaten ama seni ona götüreme-"

"Bu evrende çok hata yapmış olabilirim ama ben öyle değilim. Bana güvenmen gerekiyor."

Liz ona bakarken kalbinin sesini dinlemeye karar verdi. Kendi Strange'i yolunu kaybetmiş olabilirdi ama bu Strange de öyle olmak zorunda değildi. Hem nasıl olduğunu bilmese de bir şekilde ona güveniyordu.

"Tamam, beni takip edin."

Üçlü koridorda hızlıca yürümeye devam ederken arkalarından duydukları gürültüyle koşmaya başladılar. Wanda peşlerindeydi. Liz en önden koşup kapıları açıyordu.

"Bizi yakalayacak!"

America korkuyla bağırdığında daha da hızlı koşmaya başladılar. Kapılardan geçip yerin altında bir yere geldiklerinde Wanda onları yakalamıştı. Stephen koşmayı bırakıp ona döndü.

"Umarım yüzme biliyorsundur." Daha sonra büyüsünü kullanarak boruları patlattı ve Wanda'nın su içinde kalmasını sağladı. "Hadi, hadi koşun!"

Liz son kapıya geldiklerinde durmak zorunda kalmışlardı. "Bu kapıyı sadece Stephen açtı."

Stephen derin bir nefes aldı ve büyüsüyle açmayı denedi ama başarısız oldu. Liz dikkatli baktığında kilitte bir boşluk fark etti. Ve bu boşluğa oturacağından emin olduğu tek bir şey vardı.

"Stephen."

Kolundaki saati çıkarıp ona uzattığında adam da durumu anlamıştı. Bu evrendeki Stephen Liz'in hediyesini kilidi açan tek şey yapmıştı. Kapı açıldığında Stephen ona dönüp tebessüm etti.

"Teşekkürler."

"Rica ederim."

Kapıdan geçip kitaba doğru ilerlemeye başladılar. Stephen ileride ışıldayan kitaba hızlıca yaklaştı. "Lütfen bana istediğimi ver kitap." Tam kitabı eline almıştı ki America'nın çığlığı duyuldu. Scarlet Witch büyüsüyle kızı yakalamıştı.

"Beni bu kadar yormanıza gerek var mıydı cidden?"

"Wanda!" Liz ona doğru atıldığında Stephen onu kolundan tutup geri çekti ve büyüsünü Wanda'ya yönlendirdi. Wanda onun büyüsüne sert bir şekilde karşılık verdiğinde darbe alan kitap büyünün etkisiyle yok olmuştu. "Hayır!!"

"Daha fazla yolumda durmayın!"

Liz'i ve Stephen'ı büyüsüyle tuttuğunda America yine gücünü kullanmış ve onların arkasında portal açmıştı. Bunu fırsat bilen Wanda o ikisini portala attıktan sonra America'nın zihnine girerek gerçek bedeninin bulunduğu yere portal açtı ve kızla birlikte oraya gitti.

***

Stephen düştüğü yerden kalktıktan sonra telaşla Liz'e baktı. Kadın hala yüz üstü bir şekilde yerde duruyordu.

"Liz!" Stephen ona koşup kolundan tuttuğundan kadının inlediğini işitti. Kalkmasına yardım ettikten sonra onun yüzüne baktı. Rengi en az iki ton atmıştı resmen. Genç kadın hala kolundan tutan adama bakarken suratını buruşturdu. "İç organlarımın hepsi dışarı firar etmek istiyor gibi hissediyorum."

Stephen her ne kadar berbat bir halde olsalar da onun bu tepkisine gülmeden edemedi. "İlk tuhaf yolculuğun, kusmadığın için şanslısın."

"Sen iyi misin? Kötü düştük bir şey olmadı değil mi?"

Genç kadının herhangi biri olsa yine bu soruyu soracağını bilse de kendisi için endişelenmiş olması hoşuna gitmişti. Usulca kafasını salladıktan sonra elini onun kolundan çekti.

"İyiyim ama eve dönersem daha da iyi olacağım."

Liz ona hak verir bir şekilde kafasını sallarken etrafa baktı. Geldikleri yer resmen yok oluyordu.

"Bu evren kendi içinde yok oluyor resmen."

Stephen hoşnutsuz bir şekilde onu onayladı. Bulundukları yerde herhangi bir yaşam belirtisi yoktu. Her şey yok oluyordu.

"Buradaki Strange'in yerini bulursak, bir şeyler bulabiliriz."

İkili hiç bilmedikleri bu yerde tek umutları olan yeri bulmak üzere yürümeye başladılar. Karların üzerinde yürürlerken neredeyse çıt çıkmıyordu ve bu sessizlik her ikisi için de rahatsız ediciydi. İkisi de hayatındaki en önemli insanın yanında yürüyordu ama aslında birbirlerini tanımıyorlardı. İşte tam da bu an ikisi de Çoklu Evrenler'in ne kadar karmaşık ve çılgın bir konu olduğunu anlamıştı. Stephen konuşmak istese de ne diyeceğini bilmiyordu. Bu evrendeki Stephen kadını o kadar üzmüştü ki şimdi sesini çıkarıp kötü anılarını canlandırmak istemiyordu. Ama bir yandan da kadını konuşturup o özlediği sesi, uğruna her şeyini vereceği o güzel şarkısını yeniden duyma isteği içini yiyip bitiriyordu. Bu sırada Liz de sessizliği bitirmek için cesaretini toplamaya çalışıyordu. Belki son zamanlarında değil ama ilk tanıştıklarında ve ona aşık olduğunda kendi Stephen'ı da yanındaki adam gibiydi ve onu yeniden duyma fikri kalbinin hızlanmasına neden oluyordu.

"Wanda... bu hale nasıl geldi?"

İkisi hakkında bir şey sormaktansa tek problemleri hakkında bir şey sormanın daha uygun olacağını düşünmüştü genç kadın.

"Benim evrenimde bir savaş oldu. Thanos'la. O savaşta sevdiği adamı kaybetti. Daha öncesinde de ikizini kaybetmişti. Sahip olduğu tek şey Vision'du, onu kaybetmek çıldırmasına neden oldu. Sonra bir kasabayı rehin alıp kendisine gerçek olmayan bir dünya yarattı. Hala Vision'un olduğu bir dünya. Ve çocuklarının da."

"Vision ile çocukları mı olmuştu?"

"Hayır. Yarattığı yapay dünyada onları da sihriyle meydana getirdi. Tabi kendine gelip her şeyi düzelttiğinde çocukları da kayboldu. Çünkü gerçek değillerdi."

"Ama başka evrenlerde gerçekler ve onları almak istiyor. Onun için üzüldüm. Bu kadar büyük bir güce sahipken böyle büyük acılar yaşaması... sanırım beklenmeyen bir şey değil. America'yı kurtarmalıyız, sonra da belki Wanda'ya yardım edebilirsin."

"America'yı kurtaracağız."

***

İkili dakikalarca yürüdükten sonra aradıkları yeri bulmuştu. Bu evrenin Stephen Strange'ini. Liz karşısındaki kasvetli eve bakarken tüylerinin ürperdiğini hissetti. Yok olan bir evrenin içinde böyle korkutucu bir yerde olmak hoşuna gitmiyordu.

"Sence içeride biri var mıdır?" Usulca sorduğu sorudan sonra Stephen sıkıntıyla karşısındaki evi inceledi. Hiçbir yaşam belirtisi yoktu ama umudunu kaybetmek istemiyordu.

"Bilmiyorum ama umuyorum."

Liz camda bir silüet gördüğünde heyecanla Stephen'ı dürttü. "İşte! İçeride birisi var pencerenin önünden geçti. Hadi gidip onunla konuşalım." Kapıya doğru atıldığında Stephen onu kolundan tutup geri çekti.

"İçeride ne olduğunu bilmiyoruz, sen burada kalıyorsun. Dostane bir konuşma olursa seni çağırırım."

"Ama-"

"Liz. Şu an seni de tehlikeye atamayız."

Genç kadın anlayışla başını sallayıp olduğu yerde beklemeye başladığında Stephen derin bir nefes alıp kapıya doğru bir adım attı. Kapı kendisine açıldığında son kez Liz'e bakıp içeriye girdi ve açılan kapılar ardından kapandı.

"Kimse var mı?" Karanlıkta etrafa bakarken bu soruyu yöneltmişti. Belli bir süre hiç ses gelmemesi onu hayal kırıklığına uğratsa da yanındaki merdivenden gelen adım sesleriyle heyecanla oraya döndü ve kendisini gördü. Çok daha karanlık bir halini.

"Buraya geleceğini biliyordum. Bize bizden başkası yardım edemez zaten."

"Yani bana yardım edeceksin? İyi bir haber."

Karanlık Stephen tebessüm ederek kafasını sallarken pencerenin önüne geçmişti. Bu sırada karşısındaki Stephen onun Karanlık Kitap'a sahip olduğunu gördü.

"Onu kullanmama izin verirsen çok sevinirim."

"Tabi, benim için o kadar da önemi kalmadı. Ama... bir şartım var."

Stephen pazarlıklardan hiç ama hiç hoşlanmazdı. Kendisini hemen kızdırmamak için ilgileniyormuş gibi davranmaya karar verdi.

"Nedir o?"

Karanlık Stephen camdan dışarıya baktığında gördüğü genç kadına tebessüm etti. Uğruna evrenini yok ettiği sevgilisi orada öylece duruyordu.

"Ben kendi Liz'imi kaybettim... ve onu kurtarabilmek için bu evreni de kaybettim. Ama şimdi sen hem ona hem de evrenine sahip bir şekilde karşımdasın. Kendi evrenine dönmene yardım ederim. Liz burada benimle kalırsa."

Bu söz konusu bile değildi, Liz pazarlık konusu olamazdı. Sinirlendiğini hissettiğinde ani bir şey yapmamak için derin bir nefes aldı.

"Hayır, Liz kendi evrenine dönecek."

"O zaman seni ortadan kaldırıp bu isteğimi yerine getiririm."

Bu cevaptan sonra savaştan kaçamayacağını anlamıştı. Karanlık olan tarafıyla savaşmalı ve kazanmalıydı. Kurtarması gereken canlar vardı. İkili güçlerini kullanarak dövüşmeye başladığında dışarıdan gürültüyü duyan genç kadın paniklemişti. Stephen'a bir şey olmasından korkuyordu. Gürültüler ve ışık parlamaları belli bir süre daha devam ettikten sonra ses kesilmişti. Can yakıcı sessizlikten sonra önüne bir bedenin düşmesiyle çığlık attı. Bu evrenin Stephen'ı önünde ölü bir şekilde yatıyordu. Ölü bedene bakmayı bırakıp içeriye koştu ve yukarı kattaki adama ulaştı.

"Sen iyi misin?"

"Az önce kendimi öldürdüm. Fena değilim. Bana yardım etmen lazım, etraftaki mumları toplayabilir misin?"

Liz bu isteğini sorgularken elindeki kitabı görünce kafasını iki yana salladı. "O kitabı kullanamazsın, Stephen."

Kendi Stephen'ı kullandığında olanları biliyordu. Aynı şeyleri tekrar yaşamak istemiyordu. Strange kadının korkusunu gördüğünde yanına gidip elini tuttu.

"Sadece America'yı kurtarmak için kullanacağım. Söz veriyorum senin Stephen'ının gibi olmayacağım. Bana güvenmen lazım, Liz. Lütfen."

Ona güveniyordu. Tanımıyor olsa bile her konuda ona güveniyordu. Kafasını salladıktan sonra etraftaki mumları toparlayıp yere dizmeye başladı. İşleri bittiğinde Stephen mumlardan oluşan çemberin içine oturmuş bağdaş kurmuştu. Önüne de kitabın işine yarayacak sayfasını açtıktan sonra kadına döndü.

"Başlıyoruz."

"Dur biraz, o büyüyü kullanman için o evrende de sen olmalısın. Sen şu an buradaysan kimi kullanarak rüyagezerlik yapacaksın?"

Bu aşamayı düşünmek midesini bulandırsa da onu cevaplamak zorundaydı.

"America gelirken başka bir evrenden ölümü getirmişti. Onu kullanacağım."

"Ama bu-"

"Biliyorum... yasak, tehlikeli ve lanetli. Ben büyüyü yaparken lanetli ruhlar bana saldıracak, beni koru."

"Stephen!"

Adam büyüye başladığında genç kadın gerginlikle onu izlemeye başlamıştı. Mumlar alevlenmiş ve etrafı bir enerji dalgası kaplamıştı. Kısa bir süre sonra kitabın sayfaları hızlıca çevrilmeye başlamış, içinden siyah dalgalar yayılmıştı. Siyah dalgalar lanetli ruhlara dönüştüğünde Liz çığlık atmaya başlamıştı.

"Siktir, siktir!"

Hepsi Stephen'ın bedenine saldırıyor, onu öldürüyordu. Stephen titremeye başladığında ona doğru koştu ve elini tuttu.

"Dayan Stephen, dayan!"

Adam hala titriyor ve acı çekiyordu.

"Sarıl ona!"

Genç kadın içinde bir ses duyduğunda aklına başka bir şey gelmediği için ona sarıldı ve kendi vücudunu siper etti. İçinden büyük bir enerjinin koptuğunu hissettiğinde etrafı beyaz bir ışık kaplamıştı ve lanetli ruhlar yok olmuştu. Geri çekildiğinde Stephen yere düşmüştü.

"Stephen!"

"Be-beni tüketiyolar... "

Elini sıkıca tutup saçlarını okşadı. "Buradayım, buradayım. Onların seni etkilemesine izin verme Stephen. Onları kullan! Onları yönet! Sen usta bir büyücüsün, lanetli ruhları kullanabilirsin. Hadi Stephen!"

Büyücü trans halinde olsa da sevdiği kadının sesini duymuş ve ondan güç almıştı. Haklıydı, onları kullanmalıydı.

"Ben seninleyim Stephen, gitmiş olsam bile seninleyim. Sakın pes etme."

Başından beri sevdiği kadının sesini duysa da bu onun sesiydi. Kendi Liz'inin. İçindeki güçle büyüye devam etti ve lanetli ruhları kontrol altına aldı. Artık rahat bir şekilde rüyagezerlik yapabilir ve Wanda'yı alt edebilirdi. Büyücünün bedeni havada süzülmeye başlayınca Liz geri çekildi.

"Kızı bırak, yoksa canın yanacak."

Büyücünün dudaklarından çıkan kelimelerden gitmek istediği yere ulaştığını anladı. Sesini çıkarmadan beklerken Stephen'ı tutmaya devam ediyordu.

"Bu son uyarım Wanda!"

Yüzündeki ifadeden can yakıcı bir mücadele verdiğini anlayabiliyordu. Uzun bir süre sonra mumlar birden söndü ve Stephen yere düştü.

"Stephen!"

Yerdeki adam inleyerek gözlerini açtığında karşısında gördüğü yüzle tebessüm etti. "İyiyim, iyiyim."

Genç kadın doğrulmasına yardım ettikten sonra sorar gözlerle ona baktı. "Ne oldu? America iyi mi? Wanda? Buradan nasıl çıkacağız?"

"America iyi, kurtuldu. Wanda'ya gelince... kitabın etkisinden çıktı ve Scarlet Witch'e dair her şeyi yok etmeye karar verdi."

"Öldü mü?"

Stephen üzgün bir ifadeyle kafasını salladığında Liz mutsuz olmuştu. Wanda'nın bunları isteyerek yapmadığını ama vicdan azabıyla da yaşayamayacağını biliyordu. İçinden o çok sevdiği sevgilisine kavuşmuş olmasını diledi. Strange bu kasvetli havayı dağıtmak için ayağa kalkıp üzerini silkeledi.

"America ve Wong bizi almaya gelecekler."

"Sevindim, buradan çıkmak güzel olacak."

Stephen aklına takılan soruyu sormamak için direniyordu ama kendisine engel olamamıştı.

"O ruhlardan bedenimi nasıl korudun?"

"Ben değildim. Seni senin Liz'in korudu."

Stephen şaşkınca ona baktığında genç kadın odadaki masaya ilerleyip parlayan taşı eline aldı. Parlayan ve ruhları yok eden şey buydu. Ruh taşı. Eski yerine döndüğünde karşısındaki adamın elini tuttu ve taşı avucuna yerleştirdi. Stephen gözleri dolu bir şekilde taşa baktığında dudaklarının kenarları acı bir şekilde kıvrıldı. Olmasa bile yanındaydı, onu korumuştu.

"Benimle konuştu. Tanrım... onu çok seviyorum. Seni çok seviyorum Liz. Seni her evrende seviyorum."

Karşısındaki kadın dolu gözlerle ona bakarken şefkatle yanağını okşadı. "Biliyorum."

"Keşke benimle gelebilsen. Sana kendi evrenimi göstermeyi çok isterdim."

"Bunu gerçekten çok isterdim, Stephen. Ama başka bir istilaya neden olmak istemeyiz."

Adam kafasını salladığında ikisi de hafifçe gülümsedi.

"Benim Stephen'ım beni çok üzdü ama senin Liz'in... o seni çok sevmiş. Hala da seviyor. Şanslısın."

"Biliyorum."

İkisi de acı bir sessizlik içinde beklerken yanlarına açılan portalla oraya döndüler. America ve Wong onlara gülümseyerek bakıyordu. Genç kız koşup onlara sarıldığında ikisi de kahkahalarını tutamamıştı.

"Eve dönme zamanı!"

***

Stephen Kamar- Taj'dan çıktığında sevgilisinin mezarına doğru yola çıktı. Mezarlığa yürürken rastladığı çiçekçiden onun en sevdiği çiçekleri de almıştı. Pembe güller... Ona ilk kapıldığında saçında olan güllerden. Mezar taşındaki isme baktığında gülümsemeye çalıştı.

"Ben geldim, sevgilim."

Usulca mezarın yanına oturduktan sonra gülleri özenle mezarın üzerine yerleştirdi. Liz'in bedeni burada değildi, bu mezar sadece bir temsildi ama iletişim kurabileceği, onunla konuşabileceği tek yer olduğu için buraya çok sık geliyordu.

"Seni ne kadar çok özlediğimden bahsetmeyeceğim. Bunu duymaktan sıkıldığını tahmin ediyorum. Ama Liz... ben seni çok özledim. Seni geri getirmek için her şeyi yapabilirim, her şeyi... ama senin bunu istemeyeceğini biliyorum ve buna saygı duyuyorum. Sen benim ve milyonların yaşaması için kendini feda ettin, ben kalkıp bunu yok edemem. Kararını hiçe sayıp bunca insanı incitemem. Hem artık tamamen gitmediğini biliyorum..." yutkunup elindeki taşı sıktığında hafif bir sıcaklık hissetti. "Sen hep benimlesin, burada olmasan da... Ve ben seni hep seveceğim."

Cebinden çıkardığı kaset çaları mezar taşının yanına yerleştirdi. "Bu şarkı aklımda her zaman senin sesinle çalacak sevgilim. Olduğun yerde benim için söyle ve dans et. Tıpkı sana aşık olduğum andaki gibi..."

"Quand il me prend dans ses bras
Qu'il me parle tout bas
Je vois la vie en rose"

Şarkı mezarlıkta kısık bir sesle çalmaya başladığında Stephen ellerini ceplerine koymuş bir şekilde çıkışa yürümeye başladı ve sevgilisine geldiği gibi gitti. Ve tek fark haberi olmasa da onunla birlikte gidiyordu... 

Weiterlesen

Das wird dir gefallen

173K 12.3K 28
Okul yıllarının en başından beri nedensiz bir şekilde kendisinden nefret eden Sirius Orion Black'e karşılık vermekten çekinmeyen Caroline Alis Martin...
48.9K 3.3K 30
Hogwarts yıllarının son senesinde aralarına katılan genç bir cadıyla hayatları başka bir noktaya çekilen Çapulcular ve Andrea'nın hikayesi. Hikayen...
29.2K 1.9K 32
Okurken bütün duyguları yaşayabilirsin... Bölümlerin bazıları çeviri bazıları ise bana aittir. #1 - hayalet ⋆⋆⋆⋆ Başlangıç: 06.06.2021
54.9K 4.1K 29
jungkook kendisine takıntılı eski kız arkadaşından kurtulmanın tek yolunu eşcinsel olduğunu ileri sürmekte görüyordu ve bunun için taehyung'tan yardı...