KAYIP PARÇA

由 derin_saglam

6.4K 281 183

Yetişkin içerik. Şiddet ve olumsuz örnek oluşturabilecek davranışlar içerir. Alt yapısı kaçırılan bebek , ge... 更多

BÖLÜM1
BÖLÜM 2
BÖLÜM 3
BÖLÜM 4
BÖLÜM 5
BÖLÜM 6
BÖLÜM 7
BÖLÜM 8
BÖLÜM 10
BÖLÜM 11
BÖLÜM 12

BÖLÜM 9

272 20 14
由 derin_saglam

BÖLÜM ADI: ''BENZERLİK''

Tatlı bir uykunun kollarındaydım. Gözlerimi açmaya bile üşenerek , uykuyla uyanıklığın o tatlı çekişmesini , üzerimdeki yorganımı kafama kadar tamamen çekerek taçlandırdım. Uyku benim için her şeyden daha önemli ve güzeldi. Tamam, bunu pek fazla belli etmezdim ama uykusuzluk beni bambaşka birisine çevirirdi.

Tekrar uykuya dalmamın üzerinden ne kadar süre geçti bilemesem de, tahminen baş ucuma oturmuş , saçlarımı uyanmamdan korkarak okşayan bir elin varlığını hissettiğimde hızla uyanarak gözlerimi açtım.

Her zaman tetikte uyumak zorundaydım. Bu kendimi bildim bileli hep böyleydi. Eğer annenizin ,babanızın ya da size güvende hissettirecek herhangi birinin kanatları altında değilseniz ve özellikle benim gibi altından bir kafese hapisseniz yem olmaya oldukça müsaitsinizdir.

Yine de bu gece aldığım uykunun tadı diğer gecelere oranla sanki daha bir farklıydı. Bu gece algılarımı tamamen kapatmıştım. Hiç uyumadığım kadar derin uyumuştum. Saçımda korkakça gezinen eller olmasaydı en az iki saat daha uyurdum.

Gözlerimi açtığımda yattığım yataktan hızla doğruldum. Saçlarımdaki ellerin sahibi benim ani hareketimle çekildiğinde tepkimden korkarak ayağa kalktı. Ellerimle gözlerimi ovuşturdum. Ne zaman , kim tarafından örüldüğünü bile bilmediğim saçlarımı geriye attım. Bilincim uykudan yavaş yavaş sıyrıldığında gözlerim biraz önce saçlarımı okşayan Adnan Bey , ayakta eliyle ağzını kapatmış Yıldız Hanım ile kesişti.

Bir dakika ne?!

Gözlerim bulunduğum odayı hızla tavaf ettiğinde kendi odamda olmadığımı zaten çoktan anlamıştım. Demirhanların evinde olduğumu da Adnan Beyleri baş ucumda gördüğümde doğal olarak anlamıştım.

İyi de, asıl soru ben buraya nasıl geldim?

Anılar gözümün önünden akıntı misali hızla geçmeye başladı. Büyük ihtimalle gece Karan ile uçurumun kenarındayken arabasında uyuya kalmıştım. Oda beni uyandırmak yerine evlerine getirmişti.

İyi , en azından uçurumdan aşağıya falan atmamış. Ben o dengesiz heriften her şeyi beklerdim.

Adnan Bey, eşini kolunun altına almış , ikisinin de yüzünde huzurlu bir gülümseme ev sahibiydi. Benim burada olmamın onları ne denli mutlu ettiğini gözlerinden geçen parıldamalardan anlıyordum.

Keşke benim içinde aynı şeyler geçerli olsaydı.

''Günaydın kızım,'' diyen Yıldız Hanıma gülümsemeye çalıştım. ''Günaydın.'' diye mırıldandım. Her sabah boğazım kuru uyanırdım. Bu yüzden sesim biraz çatallı çıktı.

Bu kez Adnan Bey baş ucumda duran su bardağını bana uzattı. ''Bana benzemişsin. Bende her sabah bir bardak su içmeden kendime gelemem. Al bakalım.''

Size benzediğimi inkar etmiyorum.

Suyu içtikten sonra bardağı eski yerine bıraktım. Onların üzerimdeki derin bakışları beni oldukça geriyordu. Ne yapacağımı ,nasıl davranacağımı bilemiyordum. Beni daha önce hissetmediğim şeylere itiyorlardı ve ben tanımlayamadığım bu garip hislerden korkuyordum.

Üzerimdeki yorganı atarak ayaklarımı yatağın yanlarından sarkıttığımda fark etmediğim bir detayla daha karşılaştım. Üzerimde bana bol gelen , bir erkeğe ait pijama takımı vardı.

Üzerimi kim değiştirmişti?

Tuhaf bakışlarımdan düşüncelerimi okuyan Yıldız Hanım sevecen bir tavırla konuştu. ''Üzerini ben değiştirdim kızım, elbisenle rahat uyuyamazsın diye düşündüm. Zaten sende gece elbisenden oldukça şikayetçiydin.'' Gülerek söylediklerine karşı, gözlerimi kaçırarak anladığımı belirtircesine onaylar mırıltılar çıkardım. Umarım salakça şeyler yapmamışımdır. Gökhan uykuluyken bambaşka birisine dönüştüğümü söylemişti.

Her ne kadar öyle hissettirmeseler de , kendimi onlara yük olmuş gibi hissediyordum. Alışık değildim. Bu kadarcık ilgiye bile alışık değildim. Haliyle bocalıyordum. Umarım fark etmezlerdi. Gözlerinde bu kadar eksik olduğumu anladıklarını görmek istemiyordum. Öz ailem bile eksiklerimi bilmemelilerdi. Kim bilebilir ki yarın bir gün beni oradan vurmayacaklarını?

Heveslerini bir gün bitirmelerini sessizce kenarda beklemek en güzeliydi.

''Kusura bakmayın size de çok zahmet vermişim. Ben , nasıl uyuya kaldım bilmiyorum. Karan, beni keşke uyandırsaydı.'' diyerek ayağa kalktım. Sözlerimle kaşlarını çatan Adnan Bey kendinden gayet emin şekilde ''O ne demek küçük hanım? Burası senin de evin. İstediğin zaman tabi ki kalabilirsin. Bize zahmet falan olmaz. Bir daha duymayayım öyle şeyler. '' diyerek yalandan kaşlarını çattı.

Burası benim evim değildi. Benim hiçbir zaman bir evim olmamıştı. Çünkü ev bana göre sadece dört duvarla çevrili , başının üzerinde bir çatıdan ibaret değildi.

Ev , güvendi.

Ev , arasına girdiğin huzurlu kollardı.

Ev , senin yalnızlıkla değil içindeki sevdiklerinle taçlandırdığın en güzel mabedindi.

Benim bir evim yoktu. Çünkü hiçbir yerde güvende değildim. Yalnızlıksa benim en büyük lanetimdi.

''Burası sizin eviniz Adnan Bey. Burası benim evim değil!'' demek istesem de sustum. Ama o bakışlarımdan ve duruşumdan dediklerini asla kabul etmediğimi anladı. Dışarıya huzursuz bir soluk bıraktığında Yıldız Hanım eşini kolundan tuttu. Bizim aksimize neşeli sesiyle ''Hadi güzelim sen hazırlan ve kahvaltıya gel. Her şey zaten hazır. Şöyle güzelce ailecek bir kahvaltı yapalım.'' dedikten sonra benden bir cevap beklemeden Adnan Bey'i de alıp odadan çıktı.

Odadaki lavaboda işlerimi hallettikten sonra alıcı gözüyle odayı tekrar süzdüm. Burası kimin odasıydı? Misafir odasına hiç benzemiyordu. Umarım birini odasından etmemişimdir. Bu kendimi daha da huzursuz hissetmemi sağlardı.

Komodinin üzerindeki çantamı fark ettiğimde oraya yöneldim. İçindeki telefonumu çıkardığımda birkaç tane işle alakalı mail , gece aldığım ödül ve duyurduğumuz benim bile orada öğrendiğim evlilik kararımızla ilgili tebrik mesajları vardı. En çok çağrı ise Gökhan'dandı. Ona kızgındım ama mantıklı bir sebebi olduğuna emindim. Orada beni mecbur olmasa asla yalnız bırakmazdı.

Gökhan'ın en sonuncu araması cevaplandırılmıştı. Büyük ihtimalle evden birisi merak etmemesi için cevap vermişti. Yine de tekrar birkaç saat önce mesaj atmıştı.

Gökhan: Günaydın Roza'm , bana kızgın olduğunu tahmin edebiliyorum. Gece olanları öğrendim. Daha doğrusu magazin sağ olsun, her yerde abartılarak anlatılmış haberleriniz var. Aldığın ödül bile geri planda kalmış , sen düşün. Neyse, zorunda olmasaydım asla gitmezdim yada seni orada asla yalnız bırakmazdım. Bilmen gereken çok şey var.  Uyanınca bana gelirsin. Bu arada bütün o abartılmış haberlere rağmen tebrik ederim güzelim, seninle gurur duyuyorum.

Mantıklı bir nedeni olduğunu biliyordum ama yine de yanımda olmasını isterdim. Çünkü dün gece fena oyuna gelmiştim. Ve ben bundan sonra ne yapacağımı hiç bilmiyordum.

Elimdeki telefonumu çantamın içine attıktan sonra Yıldız Hanım'ın bıraktığı oversize siyah baskılı tişört ve siyah eşofman altını üzerime geçirdim. Büyük ihtimalle ikisi de Kaan'ındı. Diğerleri çok uzun ve kalıplıydı. Tişörtleri neyse de eşofman altlarının bana olacağını sanmıyordum. Hazır olduğuma emin olduktan sonra odadan çıktım. Etrafı merakla inceleyerek ağır adımlarla merdivenleri inmeye başladım.

Daha önce geldiğimde, aile fotoğraflarının da olduğu salondan gelen konuşma sesleriyle adımlarım daha da yavaşladı. Sessizleştim. Çünkü benim hakkımda konuşuluyordu. Tamam, yaptığım doğru bir davranış olmayabilirdi ama kendi hakkımda konuşulan her şeyi merak etmekte sonuna kadar haklıydım bence.

Benim cehennemlik günahlarıma kulp bulma şeklim.-

Arda'nın gergin sesiyle iyice dikkat kesildim. ''Şimdi bütün gece burada uyudu öyle mi? Neden ikinizin de birden ortadan kaybolduğunu açıklar bu durum. Peki neredeydiniz?''

Arda'nın sorusuna bir cevap gelmeden, bir soru da Aras ekledi. ''Neden ödülünü elime tutuşturup arkasından koşarak gittin? ''

Sanki odadaki herkesin cevap beklercesine sessizleşmesiyle , Karan'ın net ve daha fazla soru istemez gibi konuşması duyuldu. ''Evet benimleydi. Ayrıca nerede olduğumuz kimseyi ilgilendirmez , hesap mı vereceğim lan ben size?! Beraberdik, uyuya kaldı bende buraya getirdim. Bilmeniz gereken başka bir şey yok.''

''İyi ki getirmişsin kızımı Karan , aferin oğluşum sana. Yıllar sonra ilk defa hepimiz birlikte kahvaltı yapacağız. Ne güzel oldu. Ay! evde annemin yolladığı el yapımı reçel kaldı mı acaba? Ben hemen,'' diyen Yıldız Hanım'ın cümlesini bitiremeden , Adnan Bey'in sesini duydum. ''Dur hayatım sen otur , ben bakarım. Hem su içecektim zaten. Sizde abinizin üzerine gitmeyin. Ne olursa olsun Karan en doğrusunu yapmış. Burası Alin'in de evi , istediği zaman gelir, kalır! Hiç kimse bu konuda Alin'e veya Karan'a hesap sormaya kalkmasın!''

Alin değil , Roza!

Ne zaman bana bu isimle seslenmekten vazgeçeceklerdi?

Çok sıkılmıştım. Tahammülüm kalmamıştı artık. Onlarla tartışmak istemiyordum ama bu isim ile bana seslenmeleri hoşuma gitmiyordu. Farkında değiller miydi?

Ayrıca burada olmamdan bir tek Yıldız Hanım ve Adnan Bey mutlu gibiydi. Kerem ve Kaan'ı bilemesem de Aras ve Arda bu durumdan rahatsızdı. Beni istemiyorlardı. Benim bir gece bile burada kalmamı istemiyorlardı. Sorun değildi. Bende olduğum durumdan rahatsızdım. Bu eve de, içindekilere de henüz alışamamıştım. Yıllarca yalnızlıkla büyümüş birine göre çok kalabalıklardı. Bu konuda onlara kızmaya da , kırılmaya da hakkım yoktu.

''Hayatım babamın gönderdiği petek ballardan da kalmış mı onu da sorar mısın?! Varsa onu da koysunlar sofraya!''

''Anneme de gün doğdu valla , kızım aşağı kızım yukarı. Kızın evleniyormuş anne , bunu dün ödül gecesinde herkesle beraber öğrendin hatırlatırım. Hem de üvey babası gibi bir adamın oğluyla!''

''Alin aklı başında , kendi kararlarını alabilecek kadar da olgun bir kız Arda! Sakın kardeşin gelince de böyle konuşma! ''

''Ben yanlış hiçbir şey söylemiyorum anne! Kızın sana evlendiğini bile haber vermeye gerek duymadı. Bu aileden kimseyi insan yerine koymadı. Yalan mı?''

''Kes sesini Arda!'' diye bağıran Karan'ın sesiyle bu kez Aras ''Niye çocuğa bağırıyorsun Karan! Dediklerinin neresi yanlış? Herkes gibi bizde orada öğrenmedik mi? Hadi bizi boş ver , Annem ve babamı bile büyük yerine koymadı o kız!''

Hayır , koyardım. Ama ben bile evleneceğimi dün gece öğrendim. Benim elimden bu hakkım bile alındı. Ben evleneceğim adamı bile seçemedim. Siz hala neyin lafını yapıyorsunuz?

''Kızı biz insan yerine koyduk mu? Aramız çiçek tarlasıymış gibi konuşmayın. İkinizi de uyarıyorum, onu üzecek tek bir şey söylemeyecekseniz! Anne sizde bu konuyu onun yanında açmayın!''

Ne zaman sıktığımı bile fark etmediğim yumruğumu açtım. Derin nefes aldım. Sakin olmalıydım. Dışardan bu şekilde görülüyor olabilirdi. Ama olayın iç yüzü çok farklıydı. Ve bunu hiçbir zaman bilemeyeceklerdi.

''Hayırdır abi dün gece ne oldu ki , bugün onu savunuyorsun sen? Sen bizim bilmediğimiz neyi biliyorsun?'' diye soran Arda'ya , Karan sert bir ses tonuyla cevap verdi.

''İlla bir şey mi bilmem gerekiyor! Sadece bu konuyu açıp , konuşmaya gerek yok. Alin anlatmak isterse anlatır.''

''Yok yok , kesin bir şey olmuş. Senin bu derece değişmen hiç normal değil. Ne anlattı sana?''

''Salak mısın oğlum sen? O kız şu saatten sonra hangimize derdini , mutluluğunu anlatır ki gidip Karan abime anlatsın? Ayrıca kiminle isterse onunla evlenir. Bunun için daha iki haftalık ailesine hesap verecek değil ya.'' diyen Kerem'den belki de duyduğum en uzun cümleydi. Haklıydı. Bu evdeki kimseye hiçbir şey anlatmazdım. Ve yine haklıydı ama eksikti. Ben kimseye hesap vermezdim.

Zaten hesap vermediğim , kendi bildiğimi okuduğum için şuan istemediğim bir evlilik ile cezalandırılıyorum ya. Kim bana hesap sorabilir?

Roza'ya kimse hesap soramaz. Canavarını yaratan kişi bile.

Yalnız farkında mısın bu çocuk gizli zekilerden Roz, böylelerinden korkacaksın.-

Düşünceli bir ifadeyle , ''Bence de abim haklı. Ama sanki dün gece sahnede evleneceğini o da bizimle beraber öğrenmiş gibi şaşkındı. Dikkatli baksaydınız fark ederdiniz. Garipti tavrı. Çok garipti.'' diyen Kaan'la içim birden sıcacık oldu. Beni anlamıştı. Beni doğru dürüst tanımayan kardeşim , dün gece bendeki garipliği fark etmişti. Bir kez daha emin olmuştum. Kaan , göründüğünden çok daha fazlasıydı.

Bu çocuk hiç ergen gibi davranmıyor Roz? Arda ve Aras ondan daha çok ergen.-

Daha fazla beklemeye veya saçma düşüncelerini öylece dinlemeye gerek duymadan bilerek ses çıkararak kalan merdivenleri indim. Salona geldiğimde Adnan Bey hariç herkes buradaydı. O hala mutfakta olmalıydı.

''Günaydın.'' dememle bir kaçı ağzının içinden cevap verirken Yıldız Hanım ve Karan sesli şekilde cevap verdi. Boş olan tekli koltuğa geçip oturduğumda herkesin bakışları üzerimdeydi. Bu çok rahatsız ediciydi. Bende hepsine boş gözlerle baktıktan sonra Karan'ın kara gözlerinde durdum.

Dün gece olanlar bir kez daha gözümün önüne geldi. Artık yanımda olacağını söylemişti. Ne olursa olsun yanımda duracağını söylemişti. Bugün diğer kardeşlerine karşı beni koruması benim için ne ifade ediyordu bilmiyorum. Hepsiyle aramda bizzat kendilerinin ördükleri duvarlar vardı. Bu yüzden kolayla onunla da aramız iyi olamazdı.

''Hint dizisi çekiyoruz sanki amına koyayım.'' Arda'nın ağzının içinden homurdanmasıyla ikimizde bakışlarımızı birbirimizden çektik. ''Herkes daha ne kadar böyle birbirine bakacak acaba? Bir tek kırk farklı açıda duran kameralar ve gerilim müziği eksik!''

Umursamazca telefonuyla ilgilen Kerem gözlerini biran olsun telefonunun ekranından kaldırmadan ''Sen tahmini ne zaman susacaksın acaba?'' demesiyle Arda ona yalandan küskün bir bakış attı. ''Kalbimi kırıyorsun ama Kerem çiçeğim , neden öyle dedin?''

''Boş yapıyorsun.''

''Sende hiç yapmıyorsun. Azıcık konuş be abi! Yakında sesini unutacağız. Kelimeleri de parayla satmıyorlar , korkma.''

''Keşke satsalar. O zaman bu kadar boş yapmazsın belki.''

''Ben konuşamazsam patlarım! Allah korusun Kerem çiçeğim, deme öyle! Ayrıca hayranlarım o zaman nasıl basket attığımda benim için serenat yapacaklar , asla olmaz! '' dediklerinde oldukça ciddi görünüyordu.

Alayla ''Sen basket atabiliyor muydun ya?'' diyen Aras'a şaşkınca baktı. ''Aşk olsun Aras abim geçen maçı ne çabuk unuttun!'' dedikten sonra onaylamaz sesler çıkardı. ''Senin B12'in de eksik galiba , gerçi sen daha iyi bilirsin ama bir baktır istersen.''

''Ayrıca bak Kerem çiçeğime , o benim her maçımı bilir. Söyle şunu Kerem çiçeğim! Geçen maç kaç basket attım? '' gözlerinin içine büyük bir umutla bakıyordu. Ama yanlış kişiye bakıyordu.

Kerem'in  umursamazca ''Ben senin maçına gelmedim.'' Demesiyle Arda'nın gözleri yerinden çıkarcasına açıldı. ''Ne demek gelmedim?!'' derken yüzünde sırtından bıçaklanmış gibi bir ifade vardı.

Omuz silkerek , umursamazca konuştu. ''Üşendim.'' Demesiyle Arda , Kerem'e öyle bir bakış attı ki , sanırsınız üç çocuğuyla ortada kalmış gibiydi.

''Ne demek üşendim?! Vay be Kerem çiçeğim! Vay be! Bunu da mı yaptın sen bana? Peki.'' dedikten sonra kollarını çiçek olmuş gibi bağladı. Yüzünü Kerem'in diğer tarafına çevirdikten sonra '' Öyle olsun.'' Dedi. Gerçekten küstü mü yoksa numara mı yapıyordu?

Güzel anlaşıyorlardı. Dışardan bir göz olarak gerçekten güzel bir aileydiler. Birbirleriyle uğraşsalar da beşinin kardeşliği de çok güzeldi. Umarım asla ayrılmazlardı. Bana ne yaptıkları önemli değildi.

Arda'nın küslüğü kimsenin umurunda bile değil gibi gözüküyordu. İstediği ilgiyi alamayan Arda daha fazla susmaya dayanamadı. Göğsünde bağladığı ellerini çözdükten sonra telefonuyla ilgilenen Kerem'e baktı. Uzanıp , elindeki telefonu hızla çekip aldı. Elindeki telefonun alınmasıyla Kerem , Arda'ya öldürücü bakışlar atmaya başladı. Bence bu bakışlara bakacak olursak gerçekten öldürmeyi düşünüyordu.

Tabi Kerem'in bakışları, Ardanın umurunda bile değildi.

''Sen benim şans meleğimdin! Ne demek maçıma gelmemek!?'' diyerek isyan etti.

Arda için gerçekten çok mu önemliydi Kerem'in gelmesi?

''Ver lan şu telefonu kaldırma beni ayağa!?'' diyen Kerem öyle bir kükredi ki , ben olsaydım geri verirdim. Ama Arda onun tepkilerine alışık olmalı ki omuz silkmekle yetindi. Diğer herkes sessizce ikisinin çekişmesini izliyordu. Bende dahil.

''Sen önce maçıma neden gelmediğini söyle geri vereyim Kerem Çiçeğim? Ne demek en sevdiğin kardeşinin maçına gelmemek?''

Ağzını öfkeyle açan Kerem'in gözleri annesiyle kesişti. Diyeceklerini yuttu. Gözlerini kapadı. Derin nefes alıp verirken daha sakin gibiydi. ''Arda!'' diyerek tekrar kükremesiyle , sakinleşemediği kesinleşti. Ardaysa ona , ne var dercesine baktı.

Yıldız Hanım nihayet araya girmeye karar vermiş olmalı ki naif bir ses tonuyla Arda'ya seslendi. ''Arda! Uğraşma oğlum abinle!'' bence bu kadın bu kızma , azarlama işlerine biraz çalışmalıydı. Ne yaparsa yapsın sesi sert çıkmıyordu. Bu yüzden onu dinlemeden Arda Kerem'e telefonunu vermemeye ve bir cevap beklemeye devam etti.

Uslu uslu oturduğu diğer tekli koltukta onları izleyen Kaan'da, uyarırcasına Arda'ya seslendi. ''Belana koşuyorsun abi. Zorlama bence.'' Dedi. Ardaysa yine omuz silkmek ile yetindi. Gerçekten Kerem'in gözlerindeki ateşi görmüyor muydu?

''Üç saniyen var çocuk! Ya telefonu verirsin,'' cümlesini bitirmeye bile kalmadan Arda , bu sefer korkarak telefonu Kerem'in kucağına fırlatırcasına attı. Hemen sonra da Karan'ın yanına kaçtı. Bağırmasından , ateşler içinde yanan gözlerinden korkmayan çocuk şimdi neyden korkmuştu?

Karan'ın ona olan bakışlarınaysa sevimli olduğunu düşündüğü gülümsemeyle karşılık verdi. Eliyle Karan'ın kolunu sevdi. ''Nasılsın en sevdiğim abim?'' Karan'ın kolundaki eline dönen kara bakışlarını görünce yutkunarak hemen elini geri çekti. Ama yine de susmadı.

''Afiyettesindir inşallah , işler güçler nasıl? Aile şirketimizi batırmıyorsun dimi? Bak ben fakir kalmak için çok gencim. Ama sen zeki adamsın , yapmazsın öyle şeyler. Bak mesela benden duymuş olma ama Kerem abim yapar. Ben ondan o enerjiyi alıyorum. Hepimizi fakir bırakır bu! Allahtan başımızda sen varsın canım abim!'' Kerem'in onu duyduğunu bilse de , hatta Karan'ın onu umursamadığını bile biliyor olsa da her şeye rağmen hala konuşuyordu. Çok konuşuyordu. Nasıl bu kadar çok konuşuyordu? Yorulmuyor muydu? Ayak üstü konudan konuya atılıyordu.

''Bence biz Kerem abimi evden atalım abi. Zaten varlığı yokluğu bir. Adam bir süre dikkat ettim hiç konuşmayarak bir ay dayandı. Bir insan hiç konuşmadan nasıl gündelik hayatını geçirebilir ki! Geçen gece su içmeye kalktım. Mutfağa uykulu halde bir girdim. Zebani gibi iri yarı Kerem abim karşımda! Karanlık mutfakta ışık bile açamadan ne yapıyorsun kardeşim sen, dimi ama? Bence bir işler çeviriyordu canım abim , sen benden duymuş olma ama dikkat etsek ,'' Karan'ın ona dönen bakışlarını gördüğünde yutkunarak , dudaklarını birbirine bastırdı.

Suçlu çocuklar gibi ''Ben sadece uyarmak istemiştim.'' diye mırıldandı.

Kerem ona tam bir şey diyecekti ki annesinin de burada olduğunu fark edince sadece sert bir bakış atmakla yetindi. Daha sonra da umurunda bile olmadan telefonuyla ilgilenmeye devam etti. Kesinlikle içinden Arda'ya çok yaratıcı küfürler sıralıyor gibiydi.

''Prenses hazretleri!'' diyerek bu sefer ilgiyi üzerine toplayan Aras bana bakarak alayla konuşmaya başladı. Bu çocuk bana bulaşmaktan ayrı bir zevk alıyor olmalıydı. Allah aşkına sessiz sessiz oturuyorum şurada bana bulaşmasanız olmaz mıydı?

Ben bile burada olduğumu neredeyse unutmak üzereydim.

''Valla biraz daha uyanmasaydın öğlen yemeğini de aradan çıkartırdık artık.'' Baygınca gözlerimi devirdim. ''Ne kadar da misafirperversin böyle Aras , umarım hastalarına karşıda bu kadar kaba değilsindir.'' dememle güldü.

''Yok hastalarımla aram gayet iyi , öyle olmasa Türkiye'nin en çok tercih edilen Cerrahlarından birisi olamazdım herhalde.'' derken kendisiyle gurur duyuyor gibiydi. Dedikleri doğruydu. Gerçekten iyi bir doktordu. Ama keşke bu kadar kör olmasaydı. Mesela burada bana laf edeceği kadar , hastanesinde dönen dolapları görebilseydi.

Keşke bana karşı bu kadar net ve ön yargılı olmasaydı. Ona yardım etmek isterdim. Çünkü yakın zamanda elinde o çok sevdiği ve övündüğü mesleği kalacak mıydı bilinmezdi. Ama öyle ya artık hiç içimden ona el uzatmak gelmiyordu.

''Haklısın , o zaman bu kabalığının sadece bana özel olduğunu kabul ediyorsun?''

''Öyle , ben yabancı sevmiyorum. Hastalarım bile bana daha tanıdık iken evimde her gün yabancı birini görmüyorum nede olsa.'' dediğinde ben hariç herkes gerildi. Halbuki dedikleri doğruydu. Ben bu eve ve bu aileye yabancıydım. En az onların bana olduğu kadar.

Cevap vermedim. Vermeye gerek bile duymadım. Beni burada görmekten rahatsız olan , beni hastalarından bile daha yabancı gören birisine , kendi evinde ben ne diyebilirdim ki? Bu sefer diyecek hiçbir şeyim yoktu. Benim belki de ilk defa onlardan birisine diyecek hiçbir şeyim yoktu.

''Ben burada yabancı birini göremiyorum Aras! Kız kardeşimi kastediyorsan eğer onun ne kadar biz olduğunu gösterebilirim sana.'' demesiyle bende dahil herkesin bakışları ve dikkati Karan'a döndü. Onun kara ve sert bakışlarıysa Arastaydı. Karan beni bugün her ne kadar onlara karşı savunsa da böyle bir tepkiyi bende dahil kimse ondan beklemiyordu. Hatta kapıda öylece kalan Adnan Beyde buna dahildi.

''...Mesela dış görünüşü annemin gençlik fotoğraflarının neredeyse aynısı. Alin , annemizin gençlik hali gibi. Ama onu bulduğumuz andan itibaren bu kısa zamanda tanıdığım kadarıyla huylarının çoğu neredeyse babam. Alin dış görünüş olarak her ne kadar annem olsa da, babamın kız hali gibi!...Duruşu , bakışı mesela aynı Araf dedem. Gerektiğinde en az onun kadar sert ve katı.'' Sustu. Derin bir nefes aldıktan sonra dudaklarını ıslattı. Şu saatten sonra kimden bahsediyorsa onun gözlerinin en içine baktı. Anlayalım istedi. Ne kadar benzediğimizi anlayalım.

Kerem'e baktı.

''Sessizliği , suskunluğu aynı Kerem. Eğer konuştuğunda , kendini anlattığında bir şeyleri hala değiştiremediğini hissediyorsa susmayı tercih ediyor. Çünkü bazı insanlar için konuşmaya bile değmediğinin farkında! Tıpkı senin yaptığın gibi Kerem!''

Kaan'a baktı.

''Düşünceleri , olgunluğu aynı Kaan. Yaşına rağmen , kimsenin aklına bile gelmediği bir sosyal sorumluluk projesini yönetiyor. Kimsenin umurunda olmayan , ben nasılsa rahatım diyerek önüne bakan herkese inat , yardıma ihtiyacı olan her eli tutmaya çalışıyor. Aynı senin yapmak istediğin gibi Kaan. Senin hayallerinde ki gibi. ''

Aras'a baktı.

''Dobra oluşu , lafını karşısında her kim olursa olsun esirgemeyişi mesela aynı sen! Daha ilk kez annemin vurulduğu o gecede senin kim olduğunla bir kez bile ilgilenmedi. Sana nasıl karşı geldiğini hatırla! Sana dediklerini hatırla! Lafını ve hakkında bildiklerini senden korkarak biran olsun gizlemedi. Aksine bunu yüzüne vurdu çünkü ne seninle , ne de soyadınla ilgilendi.''

Bana baktı.

'' Dik başlılığı , gözü karalığı aynı ben! Belki de benden bile daha fazla. Gözlerinde ki o meydan okuma , korkusuzluk kendine olan güveninden. Bizim sandığımız gibi ne Uğur Alkın'dan , nede onun soyadından!''

Sözlerinden sonra odadaki herkese tek tek tekrar baktı. Herkes bocalamıştı. Karan'ın dediklerinden sonra benzerliklerimiz yüzlerine tokat gibi abileri tarafından bizzat çarpılmıştı. Herkesin bakışları benle Karan'ın arasında mekik dokumaya başladı.

Bana bakıyorlardı çünkü kendilerinden bir parça arıyorlardı.

Karan'a bakıyorlardı çünkü dediklerinin doğruluğuyla bir kez daha yüzleşiyorlardı.

Karan onlara bir ayna tutuyordu. Kendi yansımalarında beni görüyorlardı.

''Diyeceğim o ki , anlayacağınız kardeşimiz yabancı olamayacak kadar biz! Kardeşimiz bizden ayrı geçirdiği yirmi bir yıla inat bizden bir parça! Hepimizden kopmuş , eksik bir kayıp parça! ''

Söylediklerinin hepsi eksiksiz doğruydu. Başından beri emin olduğum gibi beni gözlemliyordu. Belki de peşime taktiği biri bile vardı. Benim hakkımda gördüklerini , duyduklarını harmanlamış, kardeşleri ve kendisiyle olan benzerliklerimizi birleştirmişti. Haklıydı. Ben hepsinden bir şeyler taşıyordum.

Ben hepsinden kopan Kayıp Parçaydım.

Düşünceli bir ses tonuyla , kafasında bir şeyler oturmuş , aydınlanmış gibi ''Anladım.'' Diyerek ağzının içinde mırıldandı Arda. Karan sabır çekerek ''Ne anladın geri zekalı?!'' diyerek hafif yükselerek sordu.

''Ben üveymişim.'' Dedi. Yüzündeki ifadede alay yoktu. Gayet kendinden emin duruyordu. Herkes dediği şeye gözlerini devirirken , Kerem bıkkın bir ses tonuyla ''Gene kafanda ne kurdun acaba?'' diye sordu.

''Bak sana abi hepinize benziyormuş, ben? Bana neden benzemiyor? Neyim eksik benim?'' dedi.

Gerçekten mi? Karan'ın anlattığı o kadar şeyden bunu mu çıkarmıştı?

Ayrıca istemediği kardeşinin ona benzemesini mi isterdi?

Kimse Arda'ya cevap vermeye bile gerek duymadan susmasıyla ayakta dikilen Adanan Bey oğullarının düşünmelerine bile fırsat vermeden ''Hadi sofraya hazır.'' Dedi. Ama sesinden kendisinin bile bocaladığı belli oluyordu.

Onları takip ederek girdiğimiz yemek odasındaki masada bir tek kuş sütü eksikti. Herkes yerini biliyormuş gibi oturdu. Karşılıklı baş köşelerde Yıldız Hanım ve Adnan Bey vardı. Karan , Aras , Kerem'in karşısına arasındaki sandalyeyi boş bırakarak Arda ve Kaan oturmuştu.

Karan ayakta kalan bana hafifçe gülümseyerek, Kaan ve Arda'nın ortasını işaret etti. Anlamıştım. Herkes yaş sıralamasına göre oturuyordu. Anlamadığım ve merak ettiğim şey orasının sadece bugün mü yoksa hep mi boş kaldığıydı?

Yerime geçtiğimde herkes oldukça gergin ve sessizdi. Karan'ın sözlerini hala atlatabilmiş değillerdi. Dedim ya yüzleşmemişlerdi. Belki de içten içe bilseler de benzerliklerimizi, göz ardı etmişlerdi.

Merak ettiğim soruyu hissetmiş gibi buruk bir gülümsemeyle Yıldız Hanım cevapladı. Yüzünde hüzün ama bir yandan da mutluluk vardı. ''Biz hep masaya bir tabak fazladan koyarız. O sandalye hep boş kalır. Oraya kimse oturmaz. Bugün ilk defa orası doldu. Hoş geldin annecim, ailemize , ait olduğun yere hoş geldin.'' Dediğinde gözleri doldu ama yaş akmadı.

Ne diyeceğimi bilemedim. Tanımadığım o garip his etrafımı çevirdiğinde kendimi bir şeyler söylemeye zorladım. Abi tayfası kaçamak bakışlar atarken Adnan Bey, gözleri dolu dolu gülümsedi.

Bir şey diyemedim. Ne hoş buldum, diyebildim. Ne de ben ait olduğum yerdeymiş gibi hissedemiyorum , diyebildim. Sadece hafifçe dudaklarımı kıvırdım ve sanki çok acıkmışım gibi masaya göz gezdirdim.

''Bu kadar duygusallık yeter! Hadi bakalım , afiyet olsun.'' Diyen Adnan Bey'in sesiyle herkes tabağını doldururken önümdeki tabağım çekildi. Çatık kaşlarımla tabağımı çalan kişiye baktım. ''Ne yapıyorsun Arda?''

Sorumu bir gram umursamadan masadakilerden tabağıma doldurmaya başladı. Diğerlerine baktığımda onlarda benim kadar şaşkındı. Herkes işini bırakmış Arda'ya bakıyordu.

Arda ise üzerindeki bakışları bir gram umursamadan işine devam etti. Tabağımı geri yerine koyduğunda kendi tabağını eline aldı ve bu sefer kendine bir şeyler koymaya başladı. Ben hala ona garip garip bakıyordum. Bakışlarımı Karan'a çevirdiğimde dudaklarını okudum. ''Boş ver , normal değil o!'' dediğinde istemeden dudaklarım kıvrıldı. Gülmek istedim ama dudaklarımı birbirine bastırarak engelledim. Ama gerçekten normal değildi. Az önce arkamdan dedikodumu yapmasa neyse de , istemediği birinin neden tabağını doldurur ki bir insan.

''Teşekkür ederim.''

''Önemli değil. O gece yemekte fark ettim. Benim gibi önünde birden fazla çeşit olduğunda ne yiyeceğine asla karar veremiyorsun. Aklın sürekli seçmediğinde kalıyor. İşini kolaylaştırdım.''

Bu çocuk o akşam bize laf çarparken aynı zamanda bizi mi gözetlemiş Roz?-

Doğruydu ama eksikti. Karar verememek değildi o , çocukluktan gelen bir alışkanlıktı.

Dediklerine hiçbir tepki vermeden tabağıma geri döndüm. Zaten oda benden bir tepki beklemiyordu. Masada bir süre kimseden ses çıkmadı. Daha sonra yanımdaki Arda'nın alaylı sesiyle bakışlarım tekrar ona döndü. ''Hayırlı olsun bu arada , evleniyormuşsun.''

Yüzeme bakmamıştı. Çatalındaki peyniri dudaklarına götürdükten sonra çayına uzandı ve içti. Sormak için mi sormuştu yoksa gerçekten merak mı etmişti bilmiyordum. Ama yüzüme bakmalıydı. Bana bakarak konuşmalıydı. Tabi benden bir cevap bekliyorsa.

Cevap vermediğimde bu sefer durdu ve yüzüme baktı. Bende bunu istiyordum. Gözlerindeki duyguları okumak istiyordum. İstemeden dudaklarım kıvrıldı. Karan haklıydı. Bu çocuk kesinlikle normal değildi.

''Öyle , teşekkür ederim.'' dedikten sonra ekledim. Hep onlar benimle uğraşacak değillerdi. Birazda ben onlarla uğraşabilirdim. ''Ee düğünümde ne takmayı düşünüyorsun bana?'' diyerek sordum. Diğer Demirhanların gerildiğini hissettim. Ama umursamadım. Bunu diyerek evleneceğimi resmen onların önünde kabul etmiş oldum. Herkes yemeğine ara verirken , gözlerini bana çevirdi. Bense sadece Arda'ya bakıyordum.

Sorduğum soruyla masadaki çayına uzanmak üzere olduğu eli duraksadı. Yüzünde aynı benim ki gibi bir ifade oluştu. İlk defa bakışları samimiydi. Dışarıdan birbiriyle uğraşan iki insan gibiydik. Geçmişi unutamazdım. Ama onunla herhangi biri gibi konuşabilirdim. En azından sadece bugünlük.

''Bilmem , gram altın takarım herhalde. Çok bile. Sen benimkine olurda gelmezsen altından olmayalım , hiç gerek yok.'' Cimri.

Kınayıcı ve beğenmemiş bakışlarım onu bulduğunda ağzımdan onaylamaz sesler döküldü. ''Koskoca Milli Basketbolcu Arda Demirhan gram altın mı takacak yani? Magazinin diline düşersin ben baştan söyleyeyim.'' Dediğimde ufak bir kahkaha attı. ''Tamam seni mi kıracağım o zaman küçük altında anlaşalım. Fazlası olmaz.''

Elini anlaşmak için bana uzattığında bir eline bir ona baktım. Başımı onaylamadığımı belirtircesine salladım. Kaşlarım yukarı aşağıya indi. Bu sefer onun kaşları çatıldı. Elini tuttuğumda ''Olmaz beşi bir yerde ve yirmi iki ayar bilezikten bir gram aşağısı kurtarmaz.''

''Yuh! kızım senin bana gelişin o kadar değil , saçmalama!'' diyerek yükseldi.

''Allah Allah ya!'' diyerek bende yükseldim. ''Senin bana gelişin sanki o kadar!'' dediğimde birleşen ellerimizi aşağıya yukarı salladı.

''Vallaha olmaz!''

''Olur olur!''

''Kurtarmaz!''

''Kurtarır kurtarır!''

''Fakirim.''

''Atma.''

''Bak zaten o kıl kuyruktan da hiç hoşlanmıyorum. Bana o düğünü bastırma Alin!'' tehdidine güldüm. ''Bassana ya! Ayrıca Alin değil, Roza!'' diyerek onu ciddiye bile almadığımda kaşlarını çattı. ''Yapacağımı biliyorsun!'' Bildiğim için istiyorum , diyemedim. Güzel aksiyon olurdu.

''Tamam hadi yirmi iki ayar bileziği istemiyorum ama beşi bir yerde mi istiyorum Arda! Valla seni bütün Türkiye'ye rezil ederim!'' sonlara doğru sesim kızgın çıkmıştı. İşi ucuza getirmeye çalışıyordu akıllı!

Bence sen fark etmeden kendini oyununa kaptırdın.-

''Hadi ya! Ne diye rezil edeceksin acaba çok merak ettim?'' diyerek alayla konuşmasıyla büyük bir özgüvenle kulağına doğru eğildim. Sadece onun duyabileceği bir ses tonuyla mırıldandım. ''Milli Basketbolcu Arda Demirhan gece kulübü çıkışı , genç model Verda Vural ile oldukça yakın bir şekilde kameralara yakalandı. Yetenekli voleybolcu birlikte gözükmek istemediği eski sevgilisinin haberini yapan bir muhabiri döverek hastanelik etti. Yetmedi , haberin duyulmaması için magazin sitelerine yüklü miktarda para döktü.'' Dedikten sonra geri çekildim. Yüzünü incelediğimde kal gelmiş gibi durduğunu gördüm.

Her seferinde bir yüzümle karşılaşıyorlardı. Ve yüzlerindeki o şaşkın ifade görülmeye değerdi.

Kendine gelmeye çalıştığında masadaki daha dumanı bile tüten çayına uzandı ve bir dikişte hepsini içti. Başından beri bize tuhaf bakan Demirhanlarda dahil hepimizin gözleri yerinden çıkarcasına büyüdü. Manyak mıydı bu çocuk? Sıcak çayı nasıl bir dikişte içebildi?

''Yuh!''

''Kaynar çayı nasıl içtin lan sen öyle , ben daha bir yudum bile alamadım!?'' diyen Aras'a ilk defa hak verdim. Çünkü çay gerçekten sıcaktı.

''İçim üşümüştü iyi oldu abi.'' derken yalan söylediği çizgi filmlerdeki gördüğümüz yüzünden duman çıkan karakterler gibi kıpkırmızı olmasından belliydi. Kaan ilk defa yanımda büyükçe kahkaha atarak ''Emin misin abi?Yüzüne renk geldi sanki? " dedi.

Herkes büyükçe gülerken Arda ona kızgın bakışlar atıyordu. ''Kaan, seni kaynamış suyla boğarım kardeşim! Kes lan sesini!'' derken bir yandan da ona vurmak için benim önümden ona uzanmaya çalıştı. Önümdeki eline sertçe vurduğumda hemen geri çekti.

Kaan'ın umurunda olmasa da benim istemeden bir kaşım havaya kalktı. ''Ne yaparsın , ne yaparsın duyamadım?''

Açık tehdidimi anlayan Arda yalandan olduğu yüz metre uzaktan bile belli olan gülümsemesiyle ''Severim dedim! Seni çok severim canım bir tanecik , yakışıklı kardeşim benim!'' dedi. Herkes tekrar kahkaha atmaya başladı.

Herkesin yüzünde gülümseme varken , gözlerim hemen karşımda oturan Aras ile kesiştiğinde ikimizin de gülümsemesi aynı hızla silindi. Ben değil ama o gözlerini kaçırdı. Bunu fark eden herkesin gülümsemesi sekteye uğradı.

Sofra tekrar sessizleştiğinde Kaan'ın kulağıma fısıldamasıyla ona baktım. Benimle iletişim kurmasını seviyordum. Onun yeri bende hep ayrıydı.

''Abimi neyle tehdit ettin Allah aşkına söyle?!'' dediğinde dudaklarımı birbirine bastırdım. Başımı hafifçe olumsuz anlamda salladığımda yüzüme nedenini sorar gibi baktı. 'Sır.'' dediğimde kaşlarını çattı. Omuzlarını silkerek , önüne döndü. Ama nedense o an gözüme istediğini alamayan küçük sevimli bir erkek çocuğu gibi göründü.

Ellerim benden bağımsız yumuşacık saçlarına gitti. Bunu beklemeyen Kaan elindeki çatalı tabağına düşürdü. Çıkan sese herkese bize döndü. Bense hala bastıramadığım tebessümüm ile ona bakıyordum. Onunda bakışları bana döndüğünde diğerlerine bakmaya gerek duymadım. Onun bana yaptığı gibi kulağına yaklaştım. ''Sana aramızdaki sırrı söyleyemem ama eğer onu tehdit etmek istersen bana söylemek ile tehdit edebilirsin. Tamam mı?'' diyerek göz kırptım. Yutkunarak onaylar gibi kafasını sallamak ile yetindi.

Tekrar tabağıma döndüğümde diğerlerinin de aynısını yaptığını fark ettim. ''Size kimse toplum içinde kulaktan kulağa konuşulmaması gerektiğini söylemedi mi? Anne bakar mısın? Yaptıkları büyük saygısızlık!'' diyen Arda'yla , Karan tabağındaki zeytini ona fırlattı. Lakin zeytin ondan bana sekti. Kaşlarımı çattığımda dudaklarını büzerek ''Pardon , hedeften şaştı!'' dedi.

Sinirli çıkan sesimle ''Düzgün nişan alamıyorsun demek ki!'' dediğimde yüzünde ukalaca bir gülümseme oluştu. ''Yo, bence sen yanlış cephede duruyorsun!'' diyerek karşılık verdi.

''Ne alaka?''

''Arda'nın bir boy küçüğü olduğun için bu masada her zaman açık hedefsin demektir güzelim.''

Ne demek açık hedef?

Ben miyim açık hedef?

Bakışlarım Arda'ya döndüğünde ''Sen neden benden daha önce doğdun!?'' diye sinirle sordum. Şaşkınca gözlerini kırpıştırdı. Onlarca soru içinden bu soruyu haliyle beklemiyordu.

''Yani?'' diye geveledi. Sonra bizi gülümseyerek izleyen Yıldız Hanıma döndü. ''Anneme sor?'' dedi. Bakışlarım Yıldız Hanıma döndüğünde oda Adnan Bey'e sor, der gibi baktı. Bende bu kez Adnan Bey'e döndüm. Gayet rahat bir tavırla çayını yudumladı. ''Bana bakma! Ben sadece seni tutturmaya çalışıyordum.'' Dediğinde gözlerim yerinden çıkarcasına açıldı.

Bey baba, sence de bu cevap çocukların yanında oldu mu şimdi? Bak ben fesat biriyim, yapma!-

Tamam , bu cevabı beklemiyordum.

Bakışlarımı kaçırarak Yıldız Hanıma baktığımda yanaklarının kızardığını , utandığını fark ettim. Diğerleriyse gülmemek için direniyordu.

''Aşk olsun baba ya! Şimdi sen bana üretim hatası mı demek istiyorsun?!'' diyen Arda ile herkes kendini tutamadan güldü. Hatta Aras ve Karan baya baya kahkaha atıyordu. Kerem onların aksine sakince gülerek ''Ben sana diyordum. İnanmıyordun. Al bak kendin duydun!'' dedi.

Kaan'ın mırıldanırcasına konuştu. ''Babam herkeste kız olmasına dua etmiş. Sadece birimizde duası kabul olmuş.'' Dediğinde daha sesli şekilde devam etti. ''Baba senin duaların kabul olmuyor. Altıda bir tane tutturabilmişsin. Bir yerde yanlış yapmışsın. Sen bu işi bir düşün bence.'' dediğinde Adnan Bey tıpkı Karan gibi tabağındaki zeytini Kaan'a fırlattı. Lakin bu seferde Kaan'dan bana sekti.

Herkes tepkimi sessizce beklerken, çayıma uzandım ve umutsuzca konuştum. ''Kaderim bunların ortasında oturarak zeytinlerin hedefi olmaksa eğer , ikisini de lütfen yanımdan alır mısınız?'' dediğimde bence komik bir şey yoktu. Aksine gayet ciddiydim. Ama kimse önemsemedi. Güldüler ve yemeklerine döndüler.

Hadi ama ben ciddiydim!

<>

Demirhanlarla ettiğimiz o değişik kahvaltıdan sonra Gökhan'ın evine geldim. Kapı açıldığında karşımda göz altları morarmış , gözlerinin içi kıpkırmızı olmuş bitik bir Gökhan görmeyi elbette beklemiyordum. Onu, o halde gördüğümden beri oturma odasında karşısındaki koltukta oturmuş öylece dikkatle hareketlerini izliyordum.

Öne doğru eğilmiş , dizlerine dayadığı dirsekleriyle yüzünü ovuşturuyordu. Kötü gözüküyordu. Hatta berbat.

''Berbat görünüyorsun.''

''Biliyorum.''

''Bitik haldesin.''

''Farkındayım.''

Normal koşullarda Gökhan'a bunları söylesem aksini iddia etmek için aklına gelen her şeyi söyleyerek , reddederdi. Bu bile kötü olduğunu gösteren büyük bir nedendi.

Çantamı kenara koydum. İçime çektiğim derin nefesi bıraktım. ''Neyin var?'' diye nihayet sordum. Gözlerini kaçırdı. Ellerini saçlarından geçirdi. ''Özür dilerim.'' Dedi.

''Ne için?''

''Yanında olamadığım için.''

''Eğer nedenini söylersen seni affederim. Neden gittin Gökhan?''

Bir süre sustu. Daha sonra gözlerimin içine bakarak konuştu. ''Babam olacak o şerefsizi,'' diyerek titreyen kısık sesiyle mırıldandı. ''...bir uçurumun dibinde ağır yaralı halde bulmuşlar. '' Dediğinde arkasında yaslandı. Kendini devam edebilmesi için toparlamasını bekledim. İçinde büyük bir karmaşa hakimdi ve bunu hissetmek benimde canımı sıkmıştı.

Gerçekler Roz , elbet bir gün ortaya çıkmaya mahkumdur. Zamanımız doluyor Roz, akrep ve yelkovan defalarca tur attı. Günler geçti. Ama şimdi  gerçekler yaklaşıyor , kaybetmek üzereyiz Roz-

''Kaç yıldır aradığım adam uçurumun kıyısında bulundu Roza! Ben o adamı her yerde aradım. En sonunda artık ülkede bile değildir belki dedim. Ama buradaymış. Burnumun dibindeymiş lan! Benim beceriksizliğimmiş. Ben onu bulamayacak kadar beceriksiz bir adammışım!''

Oturduğum koltuktan kalkıp yanına oturdum. Kolunu destek olurcasına sıktım. İçimdeki kargaşayı ona yansıtmamaya çalıştım. ''Durumu nasıl?'' diye sordum. Önemli olan şuan o pisliğin yaşamasıydı.

''Yoğun bakımda. Doktorlar pek iç açıcı konuşmuyor. O benim son şansım Roza!'' dediğinde bana sarılması için kollarımı açtım. Sımsıkı sarıldığında bu yüzleşmeye henüz hazır olmadığını anladım.

''Yaşamak zorunda! Ölemez Roza!...Ölmesin! Kardeşimi bana vermeden ölmesin ne olur!''

Ümit vermedim ama kollarımı ona daha da sıkı sardım. Oda aynısını yaptı. Bana daha sıkı sarıldı. Kaybettiğini hissettiği gücünü benden toplamaya çalıştı. Bugün büyük olan bendim. Bugün onun bana dayanması gerekiyordu. Omzuma akan bir göz yaşıyla ağladığını anladım. Onu ilk kez ağlarken görmüyordum ama nefret ettiği babasının ölmemesi için yalvararak ilk defa ağlıyordu.

Özür dilerim Gökhan. Yapamadıklarım ve yapacaklarım için.

''Bizim hastaneye aldıralım istersen?'' diye sordum. İmkanlarımı Gökhan için seferber ederdim. Başını olumsuz anlamda salladı. ''Demirhanların hastaneye götürmüşler. Hastane değişimini vücudu kaldıramaz.'' Dediğinde benden ayrıldı. Kızaran , dolu dolu gözlerini ovuşturdu. Kendini toparlamaya çalıştı.

Kardeşi için ağlıyordu. Bir kez daha onu kaybetmek istemediği için ağlıyordu. Gökhan , benim biyolojik abilerimin aksine kaybettiği kardeşini kucaklamak istiyordu.

O gerçek bir abiydi. Onun kalbi çok büyüktü. Kanından olmayan bana karşılık bile istemeden abilik yapan bu adam , kendi kardeşini bulutlara çıkartır, onu canı pahasına korurdu.

Hayat hiç adil değildi. İstemeden bir karşılaştırma yapıyordum. Demirhan erkekleri kayıp kardeşlerini bulmuştu. Ama istememişlerdi. Gökhansa , nefret ettiği bir adamın yaşaması , ona kardeşinin yerini söylemesi için yapmayacağı yoktu.

Özür dilerim Gökhan, özür dilerim abi.

Titreyen sesiyle ''Kardeşimin nerede olduğunu bir tek o adam biliyor Roza. Ölürse ben nasıl,'' dediğinde devam etmesine izin vermedim. ''Kötü düşünme! Hala yaşıyor , iyi tarafından bakmaya çalış. Bırakma kendini. Bu kadar yaklaşmışken pes etme!''

Kim konuşuyor Roz , Uğur'un elleri kanlı evlatlık kızı Roza Alkın mı? Ne yapıyorsun Roz sen , sen Gökhan'ın gözlerinin içine bakarak ne yapıyorsun?-

Ümitsizce omuzlarını silkti. Ümit ettiği her yolun sonunda onu bir duvar karşılıyordu. Senelerdir aradığı kardeşine bir türlü kavuşamıyordu. Şimdi elinde sadece ölmemesi için dua ettiği , hayatı boyunca nefret ettiği babası vardı. O adam için dua ediyordu. Annesinin katili olan o adam için dua etmek zorundaydı. Gökhan'ı asıl bu perişan ediyordu.

Ben ise karşımda mahvolmuş tek dostum için, bildiklerime rağmen susuyordum. Özür dilerim. Çok özür dilerim.

Özürlerin , kırılmış kalplerde işe yaramadığını savunurdun Roz , düşüncen ne zaman değişti?-

Bir süre onu teselli ettim. Tüm gece uykusuz kalınca oda koltukta doğal olarak uyuya kaldı. Bende onun evindeki odama geçtim. Üzerimde hala Kaan'ın kıyafetleri vardı. Duşa girdim. Güzelce temizlendikten sonra buradaki kıyafetlerimin içinden daha önce giymediğim deri mini dar etek ve kısa ceket takımı üzerime giydim. Ayağıma ,giydiğim takıma uyan uzun deri çizmelerimi geçirdim. Uzun saçlarıma fön çektikten sonra makyaj masama oturduğumda, yaptığım sade bir makyajla tamamen hazırdım. Çantamın içine gerekli her şeyi koyduğumda odadan çıktım.

(Roza'nın Giydiği Kombin)

Kapıdan Gökhan'a baktığımda hala uyuyordu. Ses yapmadan evden çıktığımda arabam istediğim gibi Gökhan'ın evinin önünde beni bekliyordu. Sitenin güvenliği arabamın anahtarını uzattığında hızla gideceğim yer için zaman kaybetmeden yola koyuldum.

<>

Hedefime ulaştığımda , arabamı çalışır halde bıraktım. Kapıdaki adamlar kararsızlıkla birbirine bakarken ben onların yüzlerine bile bakmadım. Hepsi kararsızdı. Buraya geleceğimden haberleri yoktu. Ve içerdeki adamların bu toplantıyı gizli yürüttüklerini biliyorlardı.

Ama işte beni de çok iyi tanıyorlardı. İçeriye girmeme izin vermemeye kalkarlarsa burayı hepsinin başına yıkardım. Arabamın anahtarını şaşkınca bana bakan korumaya uzattım. ''Tek bir çizik olursa kendini yok et , beni uğraştırma.'' diye sakin ama aynı zamanda keskin sesimle başını hızla salladı.

Bakışlarım sertti. Çünkü öfkem yine canavarımı besliyordu. Buda canavarımın dışarıya çıkmak için zincirleri zorlamasına sebep oluyordu. Ellerim titriyor , gözlerimden ateşler çıkıyordu.

Gökhan'ın gözleri , perişanlığı , ümitsizliği ve yakarışı aklımdan çıkmıyordu. Değer verdiğim birini o halde görmek , elimin kolumun bağlanması beni sinir ediyordu.

Kendimden nefret ettiriyordu.

İçeriye geçtiğimde bana korkak bir gülümseme sunan kat sekreterini umursamadan asansöre yöneldim. Gideceğim katı tuşladım ve asansörün hareket etmesini bekledim. Ama kapı henüz tam kapanmadan bir el iki kapının arasında durdu. Kapılar tamamen tekrar açılırken benim aynada saçımı düzelten ellerim olduğu yerde durdu.

Hayır ya!

Şaka dimi?

Aha! Geldi gönlümün efendisi , heybetine kurban olduğum , omzundaki rütbesini sevdiğim , bademlerine adak adadığım , gel evlenelim ne olur? Evlenmeden de olur , hiç sıkıntı değil.-

Kimin bindiğine bakmama gerek yoktu. Ondan önce kokusu asansörü doldurmuştu. Ve bu durum artık çok canımı sıkıyordu. Ben ne ara bir kokuya bu kadar takıntılı hale gelmiştim? İki elim de çantamın deri askısına sımsıkı sarıldı. Asansörü dolduran kokuyla derin bir nefes almamak için kendimi sıktım.

Heybetli bedeniyle asansörün köşesine geçerek kendini geriye yasladığında , muhtemelen aynı kata gideceğimiz için tekrar düğmeye basmaya gerek duymadan asansör hareket etti. Bu adamdan yayılan hava karnıma yumruk yemişim gibi hissettiriyordu. Nefesim hızlanıyordu. Ne yapacağımı şaşırıyordum.

Bu çok....rahatsız ediciydi.

Üzerinde ilk karşılaştığımız gecede ki gibi yine benzer bir takım vardı. Yapılı vücuduna yapışmış vaziyette duran simsiyah gömleğin üzerine yine siyah takım elbise giymişti. Zaten siyah renk onunla bütünleşmiş gibi duruyordu. Sanki o hep siyah giyse yine de sıradan durmazdı.

Görkemli ve iri yapısı ona ayrı bir hava katıyordu. Sanki kimse yıkamaz , kimse onu yaralayamazmış gibi. Onu tanımayan yaptığı mesleği belki tahmin edemezdi ama onun sadece ismini ve mesleğini bilen ben , ona en çok mesleğinin yakıştığını söyleyebilirdim. Üzerinde hiç üniformasını görmemiştim ama hayal etmeden de duramıyordum. Sesini bir kez duysam da , sesindeki bir ton hayranlık uyandırıcıydı.

O kasları , askeriye de mi yaptı acaba Roz? Kendisiyle ağırlık çalışmak isterim. Ağırlık biz oluruz. Değişik pozisyonlar , teknikler hepsini üzerimizde deneyebilir. Ben zaten hep asker olmak istemişimdir. Bizi askeri yapsın. Üzerimde bütün emirleri deneyebilir. Ben ondan gelen her şeye okeyim.-

Asansör hareket etmeye başladığında istemsizce üzerime bir titreme yayıldı , gerildim. Sebebi asansörde sadece ikimizin olmasıydı. Diyorum ya bu adamla aynı ortamda olmak çok farklıydı. Adamın havasından mıydı bilemem ama kendimi onun yanında çok gergin hissediyordum. Bunu dışarıya yansıtmadım. Tıpkı onun gibi ifadesizce asansörün kapısını izledim. Zaten başka ne yapabilirdim ki?

Uzun bir sessizliğin sonunda sesindeki sertliği bastıramadan dudaklarından kopan ve asansörü dolduran hiçte yumuşak olmayan sesini duydum. İrkilmedim ama şaşırdım. Konuşmasını beklemiyordum. Çok sessiz bir yapısı var gibiydi. Üstelik biz resmen tanışmıyorduk.

''Tebrik ederim.''

Önce ne demek istediğini anlamadım. Sorgularcasına kaşlarım çatıldı. Daha sonra unuttuğum bir ayrıntı aklıma geldi. O Miran Efe'nin abisiydi. Kardeşiyle olan evlilik kararımızı kutluyordu.

İstemeden dudaklarım yukarıya kıvrıldı. Bu tamamen sinirden olan bir şeydi. Unuttuğum öfkem tekrar kendini belli etmişti. Kapıyı izlemeye devam ettim. Cevap vermedim.

Daha sonraysa benden bir cevap beklediğini hissettim. Bu yüzden boyu benden çok daha uzun olan adama bakabilmek için başımı kaldırdım. Bir yandan hala asansöre yaslıydım. Yani sadece boynumu ona doğru çevirmiştim. Ona bakarken daha fazla gülmek istedim ama dudaklarımı birbirine bastırarak engelledim. Teşekkür etmek yerine onun ses tonundan daha farklı olarak soğuk bir ses tonuyla konuştum. ''Başınız sağ olsun.'' Zaten çatılı olan kaşları daha çok çatıldı. Aynı hızla yüzündeki ifadesizlik kırıldı. Kapıya bakan bakışları hızla bana döndü.

Şimdi bademleri , buzullarımdaydı. Gözleri öyle berraktı ki kendi yansımamı onda görebiliyordum. Bu farklı hissettiriyordu. Bu kadar sık görülen bir göz rengi , nasıl bu adamda bu kadar özel durabilirdi?

''Anlamadım.'' Derken sesinden gerçekten anlamadığı belli oluyordu. Muhtemelen teşekkür etmemi bekliyordu. Mantıklı olan oydu. Çünkü ona göre kardeşinin karısı , evlerinin gelini olacaktım. Ama bana göre o eve sadece cehennem olabilirdim.

Yakmak istemiyordum ama bu gidişle ortada kimsenin külünü bile bırakmayacaktım.

''Nesini anlamadınız Alp Timur Bey? Başınız sağ olsun dedim.'' Omuzlarımı silkerek , olağan bir şeyden bahseder gibi konuşmam onun bana doğru tüm heybetiyle dönmesine ve hafif yüzüme çatılı kaşları ,kısılan bademleriyle yaklaşmasına neden oldu.

Yüzünden hiçbir ifade okunmuyordu. Ben bir aynaydım. Bu yüzden kendisinde ne görürse , benim gözlerime ve yüzüme de aynısı yansıyordu.

''Nedenini anlamadım.'' Diyerek sert ve katı sesiyle sorgular gibi kendini açıkladı.

''Kardeşiniz,'' dedikten sonra bunumu havaya kaldırarak bir tık ona doğru yaklaştım. Ama bu kötü bir fikirdi. Çünkü böyle kokusu daha da ciğerlerime nüfus ediyordu. Yaşadığım irkilmeyi ona yansıtmadan zaten dik olan omuzlarımla bademlerine sertçe baktım.

''...en yakın zamanda hakkın rahmetine kavuşacak ya , bende erkenden baş sağlığı dilemek istedim.'' 

Çatılı kaşları gevşedi. Yüzündeki sorgular ifade değişti. Dediklerim ona ulaştığında ne demeye çalıştığımı anladı. Gülmemek için direnen dudaklarını birbirine bastırdı. Ama bu yanıltıda olabilirdi. Zira çok hızlıydı. ''Siz kardeşimi öldürmeyi mi düşünüyorsunuz?''

Eğer törelerinizde ölen kocanın kardeşiyle evlenmek varsa bunu hemen yaparız. Ben zaten bayılırım insan öldürmeye.-

Kendimi onun etrafımı sarmış kokusu ve bal badem gözlerinden geri çektim. Benimde göz rengim bal rengiydi. Ama onun göz rengi daha açık ve farklıydı. Keşke benimde böyle olsaydı. Zaten nasıl bu kadar farklı olabilir anlamıyordum.

Eski pozisyonuma geri döndüm. Ama o hala aynı yerinde bana doğru dönük duruyordu. Gülümsedim. ''Ne münasebet , ben hiç müstakbel kocamı öldürmek ister miyim?'' dediğimde gülen yüzüm aynı hızla ciddileşti. ''Lakin ellerimin kaşındığını da sizden gizlememe gerek yok.''

Gerçekten konuşulacak on numara bir konu biliyor musunuz? Ama içerik değişse fena olmazdı.-

Belki gülmüyordu ama gözlerin içinde bastırılmaya çalışılmış parıldamalar vardı. Böyle duvar gibi bakarken bunu nasıl başarıyordu? Oda benim gibi arkasına yaslandı. Tam karşıya bakmaya başladı. Tek elini cebine soktuğunda tekrar gözlerine duvarlarını örmüştü. Dediklerime bir cevap vermemişti.

Zaten ne diyebilirdi ki , eline sağlık? Aferin? Bir turda benim için öldür? Yada devletin askerine cinayet işleyeceğinizi mi söylüyorsunuz da olabilirdi.

Asansör geldiğimizi belli edercesine ses çıkardığında , onun neden burada olduğunu merak etmiştim. Bildiğim kadarıyla askerdi ve babasıyla da konuşmuyordu. Maalesef merak ettiğim soruları sorabilecek kadar tanışmışlığımız yoktu. Ve az önce açıkça kardeşinden hoşlanmadığımı belirtmiştim.

Kapılar açıldığında aynı anda asansörden indik. O nereye gidiyordu bilmiyorum ama içimden bir ses aynı yöne gittiğimizi söylüyordu. Çevredeki çalışan gözler bize döndüğünde uyumlu adımlar atıyorduk ve bu benim batıl inançlarımdan biriydi. Umarım batıl kalmaya devam ederdi.

Öfke kazanım toplantı odasına gelirken daha da kaynamaya başladı. İçimdeki canavarım zincirlerini zorlasa da onu zapt etmeye çalıştım. Henüz değildi. Daha değildi.

Yanımdaki adam iki elini de cebine sokmuş gözlerine ateşten duvarlarını çekmiş rahat bir tavırla tam yanımda yürüyordu. Toplantı odasının önünde her seferinde olduğu gibi Cemil vardı. Erdem Bey'in sağ koluydu. Sadece önemli bir toplantı olduğunda kapıda adamını bırakır , içeriye kimsenin girmesine izin vermezdi.

Ben girerdim.

Cemil kapının önüne geçtiğinde sadece onu süzüyordum. ''Hoş geldiniz Timur Bey , sizde hoş geldiniz Roza Hanım.''

Cevap vermedim. Yanımdaki adamın neler yapabileceğini merak ettim. Bu yüzden bakışlarım onu buldu. Ve açıkça meydanı ona bıraktım. Onun bal bademleri Cemile kilitlenmiş , ciddi bir ifadeyle ona bakıyordu. ''Eğer kapının önünden çekilmezsen sana pek hoş gelmeyeceğim Cemil.'' Sakindi. Ama aslında sadece kendini kontrol ediyordu. Bu ses tonuyla karşısındakine istediğini yaptırabilirdi.

''Efendim babanız,'' Alp Timur tek elini cebinden çıkardı. Böylece onun susmasını sağladı. Ne olduğunu tam olarak anlayamasam da Cemil'in kulağına yaklaştı. Geriye çekildiğinde Cemilde aynı hızla kenara çekildi. Ona ne söylemişti?

Alp Timur rahat bir ifadeyle üzerindeki ceketin kollarını düzeltti. Cemil'in koluna aferin dercesine iki kez vurdu. Bakışları bana döndüğünde eski ifadesiz haline geri döndü. Tek elini cebine soktuktan sonra diğer elini öne uzattı. Bu sefer o bana öncelik vermişti.

Sessizce anlaşıyorduk.

Gözlerim kapıya döndüğünde çalmaya bile gerek duymadan hızla açtım. İçeriye aynı hızla girdiğimde içerideki herkesin bakışları bizi buldu. Özellikle Uğur Alkın ve Erdem Bolatlı'nın. 

İkisinin de yüzünde saf öfke vardı. Kızmışlardı. Ama bu ikimizin de umurunda bile değildi.

''Bu ne hadsizlik! Bu ne cüret , nasıl kapıyı çalmadan böyle girersiniz?!''

Erdem Bey öfkeli ve son derece sert sözlerine devam edemedi çünkü Alp Timur onu hiç takmadan masanın baş köşesinde duran deri rahat sandalyeyi çekti ve arkasına yaslanarak oturdu. Yani Erdem Bey'in hemen karşısına. Açıkça ona seni takmıyorum diyordu.

''Ben girerim!'' derken sesi çok sert ve keskindi. Daha sonraysa ifadesini yumuşatmaya çalıştı. '' Ne de olsa kendi şirketim öyle değil mi Erdem Bey?'' dediğinde bende dahil herkes çok şaşırdı.

Ne demek benim şirketim?

Bildiğim kadarıyla Erdem Bey henüz emekliye ayrılmamıştı. Yani şirket hala onundu. Yada biz öyle biliyorduk.

Ayrıca babasına , baba bile demiyordu. Aralarının iyi olmadığını zaten biliyordum. Ama bu kadar da kötü olduğunu tahmin etmiyordum.

Devran şaşkın bakışlarını Erdem Bey'e çevirdi. ''Nasıl yani? Şirketi paylara mı böldün?'' diye sorduğunda Erdem Bey'in gözlerinden adeta ateş çıkıyordu. 

''Hayır , sadece bu şirketin tek ortağı Erdem Bey değil.'' Derken öz babasından bahseder gibi değildi. Herhangi birinden bahseder gibiydi. ''Muhsin Bolatlı , yani dedem.'' Dedikten sonra kollarını masaya yasladı. Ve oturuyor olmasına rağmen herkese üstten baktı. ''Yani doğal olarak onun bütün hisselerini devrettiği ben! Öyle değil mi Erdem Bey? Ortaklarınıza şirketin yüzde yetmiş hissedarı olduğumu söylemediniz mi yoksa?'' sonlara doğru sesi oyunbaz bir ifadeyle çıkmıştı.

Eğleniyordu.

 Babasıyla kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyordu. Erdem Bey'in elini ayağını bağlamıştı. Şimdi de onunla açıkça oynuyordu.

İntikam alıyordu. 

Neden bilmiyorum ama babasına bakarken bademlerinin çevresi ateş alıyordu. Cayır cayır yanıyordu. Ve Alp Timur kendiyle beraber , Erdem Bey'i de yakmaya ant içmiş gibiydi.

''Yeter!'' diyerek oturduğu yerden kalkan Erdem Bey'e alayla baktı. ''Ne güzel konuşuyorduk neden sinirlendin ki şimdi? Duydukların hoşuna mı gitmedi yoksa?'' dediğinde bende daha fazla ayakta beklemedim.

Erdem Bey açıkça küçümseyerek ''Şirket yönetmek, dağlarda olmaya benzemez!'' dedi. Alp Timur'un yanan bademleri yerini cehenneme bıraktı. Masanın üzerindeki eli yumruk oldu. Kendisini başından beri olduğu gibi yine zar zor kontrol etti. Cevabını vermek için ağzını açacağı zamanda sıranın bana gelmediğini bildiğim halde konuştum.

''Katılmıyorum!''

 İçerideki herkes bana bakarken , ben Alp Timur'un alev alan bademlerine bakıyordum. ''Dağlarda olan çakallar kadar zorlamaz! Nede olsa temizlik sadece dağlarda yapılmıyor.'' dedikten sonra Uğur'a baktım. 

Bana açıkça hiç iyi bakmıyordu. Ama takmadım. Yetmişti artık. Ben artık dolup , taşmıştım.

Uğur'un yanına oturmam gerekirken, hiç takmadan Alp Timur'un hemen sağ tarafındaki sandalyeyi çektim. Herkese açıkça tarafımı göstermiştim. Kimsenin ne düşündüğünü  yada ne diyeceğini önemsemedim. Düşmanımın düşmanı dostumdu. Benden bunu beklemeyen Alp Timur'un tavrım ve cevabımla dudakları yukarıya doğru kıvrıldı. Ama bunu fark ettirmeden yaptı. Hemen eski ifadesine geri döndü.

Bölümü beğendiniz mi?🫠

Roza'nın Alp Timur'un yanında değişen duygularına isim bile arayamamasına ne diyorsunuz?❤️‍🩹

Peki bizimkilerin arasındaki çekimi hissettiniz mi? Bence çok iyi bir ikili olacaklar. ✨

Bölüme Yıldız ve yorum bırakırsanız çok mutlu olurum.⭐

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere görüşürüz lavanta çiçekleri🪻 

(Alp Timur)

繼續閱讀

You'll Also Like

259K 20.4K 38
" Merhaba, ben Pelin Akçay. Başkomiser Pelin Akçay. Memnun oldum. " Pelin ebeveynlerinin ani ölümü sonrasında, yas tutmaya bile vakit bulamamıştı...
930K 51.5K 52
Düzenlendi... bebeklikten beri aile sevgisi görmeyen bir iki çocuk bir gün bebekken karıştıklarını öğrenirse ne olur? miraç ve miray ikisi de birbir...
LÂL 由 deniz

青少年小說

42.3K 1.7K 36
Bu hikaye bir sokak çoçuğunun hikayesi Bu hikaye dilsiz kızın hikayesi Bu hikaye ailesiz kızın ailesine kavuşma hikayesi...
189K 10K 15
Karşımda DNA testi ile ilgili zırvalayan doktora hiç dikkat kesilmedim.Bir anda kızın sevinç nidaları ile abime sarıldığını duydum.Abim ise beni yumr...