Kod Adı: Bela •chanbaek•

By meliicornie

66.3K 7.2K 29.3K

"Bir şey olur diye korktum, askerliğim yanar diye korktum komutanım." Ağzımdan bir hıçkırık çıktığında beni k... More

1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11🐣
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29🐥
30
31 🐥
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45 🐤
46
47
48
50
51
52
53
54
55 (FİNAL)
56 (İNCE SATIRLAR...)

49

677 77 358
By meliicornie

İnsanın istemediği bir şeyi yapması ne kadar da zor, diye düşündüm askeri donanma üniformamı giyerken. Siyaha yakın koyu lacivert takım elbise tüm ciddiliğiyle üzerimde dururken aynadan kendime bakıyordum, mahvolmuş kendime.

Bu takımı giymekten gerçekten nefret ediyordum. Çünkü ne zaman biri ölse cenaze töreni için bunu giyiyorduk. Çok zordu, hiç veda etmek istemediğin kişilere veda etmek için giyinmek çok zordu. Bu koca veda törenini yönetmek ise çok daha acı vericiydi.

Yarbay Junmyeon, ölümünü benim yönetmemi istemişti. Tüm şehitlerimizi bugün duyuracağımızdan, tüm töreni benim yapmam gerekiyordu. Canımdan can gidiyordu, içimden çığlıklar koparken dudaklarımdan bir mırıltı bile çıkmıyordu.

Dayanamıyordum.

Jongdae ölmeden önce eşinin mesajına bakmamı istemişti, mektupları okuduktan sonra bu isteğini yerine getirdim ve kahroldum. Suryeon hamileydi. Jongdae ise daha bunu öğrenemeden ailesini geride bırakmak zorunda kalmıştı. Ji Eun'un babasız büyümemesi için Suryeon'a eş bulmamı söyleyen Jongdae, daha doğmayan çocuğunun babasız kalacağını duysa bir kez de kahrından ölürdü sanırım.

Gözlerim dolarken kafamı iki yana salladım, düşünmek istemiyordum. Düşündükçe delirecek gibi oluyordum. Zaten birazdan yapılacak olan törende herkesin yakınlarını görecek ve tekrar yıkılacaktım.

Takım elbisemle aynı renk olan başlığı başıma geçirdim ve son kez kendime baktım.

Tıpkı bir ölü gibisin, Chanyeol.

Bir ölüsün, Chanyeol.

Öl ve kurtul, Chanyeol.

Yavaş ve halsiz adımlarla odamdan çıktım. Merdivenlerin her bir basamağında tuttuğum gözyaşlarımı bir kerede serbest bıraksam dünya yeni bir okyanus tanırdı sanırım. Ama buna izin vermeyecektim, Kyungsoo'nun sözünü dinleyip ağlamayı kesecektim. Son isteğini yerine getirecektim.

Geniş bahçeye adım atar atmaz mahvoldum. Siyahlar içinde ağlayan insanlar, halsizce duran askerler, ağlayanları sakinleştirmeye çalışan psikolojik danışmanlar...

Yan yana ve arka arkaya dizilen tabutların yanına ilerledim, tabutların önündeki fotoğrafları sadece birkaç saniye görmek bile dudaklarımı birbirine bastırmama sebep oldu.

Tabutların önüne geçip karşımda duran herkese baktım ve sağ elimle bir asker selamı verdim. Ardından gelen yakınların yanına gittim. Kyungsoo'nun ailesini ve Minseok'un ailesini selamladım, hepsine teker teker sarıldım. Ağlamamak için kendimi zor tutuyordum ve onlar da bunun çok gurur verici bir şey olduğunu söyleyip ağlamayayım diye uğraşıyorlardı.

Onlara karşı saygıyla eğildikten sonra sağ tarafa döndüm. Junmyeon'un kızı Yüzbaşı Kim Jisoo ve polis oğlu Kim Yugyeom ciddiyetle bana bakıyorlardı. Üzgünce baktım onlara, gözlerim doldu, bir şey diyemedim.

Dudaklarımı araladım ve sessizce "Özür..." dedim ancak devamını getiremedim. "Ben özür di-"

"Asker, selamla!" Jisoo lafımı kesip keskin bakışlarıyla beni susturdu ve tek eliyle asker selamı verirken güçlü bir sesle söyledi. Buna karşılık sadece ben değil, emrini duyan tüm askerler selam vermişti.

Jisoo'nun tam karşısına geçip sağ elimi kaşıma doğru götürdüm ve zor da olsa konuştum. "Dokuzuncu Ordu Komutanı, Binbaşı Park Chanyeol! Tören yönetimi tarafımca gerçekleştirilecektir, Sayın Yüzbaşı'm!"

"Rahat!"

Elimi indirdim, gözlerine bakarken sessiz kalmaya karar verdim. Junmyeon'un gözleriydi sanki bunlar. Onunki gibi yumuşak ama gerektiğinde öldürücü bakan gözler...

Yüzüne daha fazla bakamadım... Kollarımı ister istemez ona sardım ve gözlerimi kapayıp bir süre öylece kaldım. Jisoo da bana samimi bir sarılma verirken kısa süre içinde Yugyeom da bize katıldı. Üçümüz zaten tanışıyorduk, bu yüzden herhangi bir iletişim sıkıntımız yoktu ve şu durumda birbirimizi bizden daha iyi anlayan hiç kimse yoktu.

Sarılmayı bıraktık, Yugyeom'un yanaklarından yavaşça aktı gözyaşları. Jisoo onu sert bir tonda uyardı. "Ağlamak yok! Ağlayıp düşmanları sevindirmek yok!"

Bana döndü ve kendini ağlamamak için ne kadar zor tutsa da bunu umursamadan konuştu. "Sen de ağlamayacaksın."

Başımla onu selamlayıp Jongdae'nin ailesinin yanına ilerledim. Gözyaşlarım akmak üzereyken Suryeon'a sıkıca sarıldım. Çok zor bir durumdaydım, haykırmak isteyip de çıt bile çıkaramayacak kadar zor bir durumdaydım.

Suryeon göğsümde içli içli ağlarken bacağımda hissettiğim şeyle geri çekildim. Ji Eun gülerek bacağıma vuruyordu.

Yüzüne baktım, Jongdae'yi gördüm, Suryeon'a döndüm, yine Jongdae'yi gördüm.

"Chanyeol amca, babam nerede?" diye sorduğunda kendimi daha fazla tutamadım. Dudaklarımı aralayıp dizlerimin üstüne çöktüm ama bu isteğimin dışında gerçekleşmişti, ayakta duracak gücüm kalmamıştı.

Özür dilerim Kyungsoo, daha fazla dayanamıyorum.

Ji Eun dünyanın en güzel gülümsemesini bana sunarken tüm askeriyede yankılanacak kadar sesli bir şekilde ağlamaya başladım. Titreyen ellerimi onun küçük ayaklarına doğru götürdüm, yerle bir olur gibi onun önünde eğilmiştim.

"Özür dilerim Ji Eun!" Hıçkırıklarım arasında söyledim. "Affet... Beni... Özür dilerim, özür dilerim Ji Eun! Yetişemedim... Affet beni."

Ayaklarına kapanmış hıçkırırken bir elini saçlarımda hissettim. "Ağlama..." dedi tatlı bir tonda. Başımı kaldırıp ona baktım, gözlerini şaşkınca üzerime dikmişti.

"Niye ağlıyorsun?" diye sordu.

"Baban gözlerimin önünde öldü ve hiçbir şey yapamadım." diyemedim.

Suryeon, Ji Eun'u geriye çekip bir elini omzuma attı ve kısaca sıvazladı. "Kalk Chanyeol," dedi. "Kendini bu kadar mahvedersen yaptığın tek şey o adileri sevindirmek olur."

Başımı aşağı yukarı salladım, kuruyan dudaklarımı yaladım ve yavaşça ayağa kalktım. Tabutların yanına gittim, çerçeve içindeki yüzlerini görmek intihar etmek istememe sebep oluyordu.

Hepsinin fotoğrafına teker teker baktıktan sonra derin bir nefes aldım ve bahçedeki kalabalığa döndüm. Önümdeki mikrofona doğru eğildim.

"Dokuzuncu Ordu Komutanı, Binbaşı Park Chanyeol!"

O an kuvvetle bağırmak, benim için ne kadar zor olsa da içimdeki her hücreyi harekete geçirecek gibi haykırdım ve keskin bir asker selamı verdim. Birkaç saniye sonra elimi indirdim.

"Dün gece saat 23.37'de; başta Yarbay Kim Junmyeon olmak üzere Binbaşı Kim Minseok, Yüzbaşı Doh Kyungsoo, Üsteğmen Kim Jongdae, Üsteğmen Lee Youngjae, Asteğmen Jung Hoseok, Asteğmen Min Yoongi ve Asteğmen Hwa Dong Cheol, teröristlerin hain saldırısı sonucunda şehit düşmüştür! Onurlu..." Sesimin titrememesi için duraksadım ve kendimi zorlayarak devam ettim. "Onurlu şehitlerimiz için bir dakikalık saygı duruşu!"

Arkamı dönüp tabutlara bakacak şekilde durdum, sağ elimi gözümün üzerine doğru götürüp selam pozisyonu aldım. Tüm askerler aynı şeyi yaparken saygı duruşu için açılan ses duyulmaya başladı.

Sadece bir dakika saygı duruşunda durduk ama bu bana yıllar gibi gelmişti. Çünkü Ji Eun annesinin yanından kaçıp yanıma gelmiş ve Jongdae'nin fotoğrafını gösterip konuşmaya başlamıştı.

"Aa! Babam! Chanyeol amca, babam nerede?" Arkasını döndü, sanırım Jongdae'yi arıyordu. "Babam nerede?"

Saygı duruşumu bozmamak için gözlerimi kapadım, şu an yenik düşersem olmazdı. Zaten son olarak hiçbirine sarılamamıştım, en azından uğurlamayı düzgün yapmalıydım.

Ji Eun bağırarak bir şeyler sormaya ve bacağıma vurmaya devam ediyordu. Bir anda yanımda bir hareketlilik olduğunu fark ettim.

Baekhyun yerinden çıkıp yanıma gelmiş, Ji Eun'u kaldırmıştı. Sol koluyla onu tutarken sağ koluyla hâlâ asker selamı pozisyonunu sürdürüyordu.

Bir dakikalık süre nihayetinde son bulduğunda Suryeon hemen yanımıza gelmiş ve Ji Eun'u almıştı. Yerine döndüğünde prosedür gereği cenaze törenlerinde söylenen şeyleri söylemiş, gerekli bilgileri vermiştim.

Bana cehennem azabı çektiren bu tören sona erdiğinde berbat durumdaydım. Kimsenin yüzüne bakamıyordum, bakmak da istemiyordum. Sadece ölmek ve her şeyden kurtulmak istiyordum ama ne yazık ki yapabildiğim tek şey tabutların şehit mezarlığına gömülmesi için araçlara taşımaktı.

Junmyeon'u, Minseok'u, Jongdae'yi, Kyungsoo'yu... Hepsini kendi ellerimle araca taşıdım ve bunu yaparken ister istemez ağladım. Neden hepsi gitmek zorundaydı?.. Neden biri bile yanımda kalmıyordu?

Arabadaki tabutlara boş boş bakarken sırtımda hissettiğim sıcaklıkla gözlerimi kapadım. İki yanımdan sarılan kollarla bunun Baekhyun olduğunu anlamış ve yavaşça ona dönmüştüm.

Bir an Baekhyun'un yüzünü kanlar içinde gördüm ve korkuyla geriledim. Töreni bozmamak adına sakin kalmaya çalışırken titreyen ellerimle gözlerimi kapadım. Alt dudağım da titrerken aniden kusacak gibi oldum.

Gözlerim hâlâ kapalıyken sessizce konuştum. "Baekhyun gerçekten burada mısın, yoksa az önce hayal mi gördüm?"

Bileğimde hissettiğim beyaz ellerle cevabımı almıştım. Ellerimi yavaşça yüzümden çekti ve kendi kusursuz ellerini yanaklarıma yerleştirdi. "Buradayım," dedi. "Lütfen yapma böyle."

Yüzünde kan falan yoktu. Sadece benim için endişeli olduğunu belli eden gözlerle bana bakıyordu. Yine de kendime güvenmeyip ellerimi yanaklarına değdirip avuçlarıma baktım, bulaşan bir şey de yoktu.

"Baekhyun, yaralı mısın?" dediğimde ellerini suratımdan çekti. Gözleri anında doldu.

"Chanyeol!" dedi kısık ama korku dolu bir sesle. "Kendinde misin?"

Bir cevap vermedim, yüzüne boş boş baktıktan sonra alnımı omzuna koyacak şekilde eğildim ve içimde tuttuğum yoğun duyguları serbest bıraktım. Baekhyun bana yardımcı olmak ister gibi bir eliyle sırtımı sıvazlamaya başladı. Diğer elini de enseme attı ve ensemdeki saçları okşayıp beni sakinleştirmeye çalıştı.

Fısıldar şekilde bana sakince şarkı söylemeye başladığında sıcak nefesi boynumda hissediliyordu.

"Ama sen hiçbir zaman yalnız kalmayacaksın. Gün batımından şafağa kadar yanında olacağım, gün batımından şafağa kadar..." Dudakları hafifçe boynuma değdi. "Bebeğim tam buradayım. İşler yolunda gitmediğinde seni koruyacağım. Gün batımından şafağa kadar yanında olacağım."

Başımı yavaşça omzundan kaldırdım ve etrafımdaki insanları umursamadan gözlerimi kapayıp Baekhyun'un alnından öptüm.

Geri çekildikten sonra konuştu. "Seni bir daha böyle görmemek için her şeyi yapacağım."

"Her şeyi yapabilecek misin?" diye sordum.

Gözlerinde gördüğüm en kararlı bakışlarla bana baktı ve başını aşağı yukarı salladı. "Yapacağım."

"Zorunda kalırsan beni bile öldürebilecek misin?"

Cevap vermedi.

"Kendini yaşatmak için gerekirse beni öldürebilecek misin?"

Kararlı bakışlarını yüzümde gezdirirken dudaklarını araladı. "Evet," dedi. "Seni bir daha bu hâle sokmamak için gerekirse seni öldüreceğim." Sol yanağından bir damla yaş aktı. "Bir ölüm daha görmeyeceksin," dedi. "Söz veriyorum, senden önce ölmeyeceğim ve bu acıyı sana yaşatmayacağım. Bunun için..." Ellerini iki yanında yumruk yaptı. "Her şeyi yapabilirim." Yaşlar artık iki taraftan da hızla süzülüyordu. "Bu kadar üzüleceğini hissettiğim anda hayatını sonlandıracağım."

Tüm bunları söylemek onun için çok zordu ama beni böyle görmeye dayanamadığı için kendini yıkmayı tercih etti ve duymak istediğim her şeyi bir kerede söyledi bana. İçinden bana çok sinirlense de belli etmemeye çalışıyor, beni daha fazla üzmemek için bunlar çok basit şeylermiş gibi konuşuyordu.

Onun ölümünü görüp kahrolmayayım diye gerekirse beni öldüreceğini söyleyen bu çocuğa sahip olmak, hayatımda deneyimlediğim en güzel şeydi. Ve zaten -büyük ihtimalle Baekhyun'un bir şey yapmasına gerek kalmazdı- ben de bu harika oğlan için ölmekten hiç çekinmezdim.

"Teşekkür ederim." Elimi saçlarına daldırıp kısaca karıştırdım. Dolu gözlerimle biraz eğildim ve doğrudan onun kahvelerine baktım. "Doğru kişiyi bulduğumu bana her seferinde daha net hatırlatıyorsun."

Elleriyle gözlerini sildi ve acı dolu bir gülümseme koydu ortaya. "Seni öldürebileceğimi söylediğim için mi bu sevincin?"

"Mahvolacağımı anladığın anda bitir işi, Baekhyun."

"Söz," dedi daha fazla bunu konuşmak istemiyormuş gibi. "Asteğmen Byun Baekhyun sözü değil, Byun Baekhyun sözü bu sefer, sadece Byun Baekhyun."

Gülümsedim hafifçe. 

Baekhyun'un ellerimde ölmesine dayanamazdım fakat onun ellerinde ölmeye karşı gelmezdim.

+++

Karanlık. Yalnızlık. Serin rüzgarın ıslak yanaklarımı soğutuşu ve kalbimin asla ısınamayışı. Junmyeon'un mezarının üstüne bıraktığım çiçekler aklımdan çıkmazken derin bir nefes aldım ve yatağımdan kalktım. Ne huzurla yatabiliyordum, ne de uyuyabiliyordum. Yavaş ve bezgin adımlarla kapıya doğru ilerledim.

Kapıyı açıp koridora çıktım ve nereye gittiğimi bile bilmeden yürüdüm. Koridor sonundaki pencerelere yaklaştığımda köşeden dönüp görüş açıma giren Baekhyun'un iki elinde de karton bardakta kahve vardı. Birini bana uzattı. Karton bardağı elime aldım ve içindeki kahveye boş boş bakmaya başladım.

"Biraz dinlenmen gerek ama uyuyamadığını tahmin ettiğim için kahve getirmek istedim. Büyük ihtimalle uyumak istemiyorsundur."

"Evet."

Bardağı dudaklarıma götürdüm, ufak bir yudum aldım ve kendime hakim olamadan şu ana kadar hiç vermediğim o tepkiyi verip Baekhyun'u istemsizce kırdım. Şeker tadını hisseder hissetmez bardağı yere atmış ve kusmak istemiştim. Ona döndüm. "Şekerden nefret ediyorum." dedim sesim titrerken. "Bu... Çok şekerli..." Birden ağlamaya başladım. "Çok şekerli!"

Baekhyun sinirlerimin çok bozuk olduğunu bildiği için ters bir şey yapmadı. Hemen kendi kahvesini bıraktı ve karşıma geçip kollarımdan tuttu. "Evet, evet, bence de fazla şekerli. Haklısın. Özür dilerim."

İstemsizce öğürmeye başladım, hemen ardından da sebepsiz yere aklım yangın manzarasıyla dolmuş ve hepsinin ölüm anı zihnimi esir almıştı.

"İyi misin?" Baekhyun bir elini omzuma koydu, korkuyla bana bakarken. "Çok özür dilerim. Özür dilerim Chanyeol."

Yere eğik olan başımı kaldırıp ona baktım. Gözlerimi gözlerinde gezdirirken hıçkıra hıçkıra ağlıyordum.

Bana destek olmak istercesine omzumdaki elini sıktı ama bu hareketi bana Kyngsoo'yu hatırlattığı için hemen elini itip arkamı döndüm. Bununla beraber -hiçbir şey yememiş olmama rağmen-  yere çöküp kustum.

Baekhyun hemen yanıma gelmiş ve koridordaki askerlere bağırmıştı. Ne dediğini bile anlamıyordum ama kısa sürede gelen ordu doktorundan anladığım kadarıyla onu çağırmalarını söylemişti.

Sedyeye yatırıldığımda irademi kaybetmiş gibiydim, hareket edemiyordum ve söylenenleri algılayamıyordum. Kendime gelişim revire gidip doktorun bana -sanırım- bir tür serum(?) veya sakinleştirici(?) vermesiyle gerçekleşmişti.

Gözlerim yorgunluktan kapanıyordu, etrafımı zar zor görüyordum. Doktorun "Yalnız kalması gerek. Dışarı çıkın." dediğini duydum.

"Yalnız kaldığı için böyle zaten." Baekhyun duygusuzca söyledi. Hüzünlü gözleri yatağıma doğru döndü.

"Burada daha fazla durmanıza gerek yok," dedi doktor. "Lütfen-"

"Beni çıkartmayı denemek ister misin?" Baekhyun yumruklarını sıkarak doktorun üzerine yürüdüğünde ortamda bir süre sessizlik oldu. "İşine bak." deyip yanıma geldi ve yatağın yanındaki sandalyeye oturup adamın çıkmasını bekledi.

Ordu doktoru başını iki yana sallayıp derin bir nefes verdi ve dışarı çıktı. Tam daha fazla dayanamayıp gözlerimi kapamıştım ki Baekhyun'un elini alnımda ve saçlarımda hissettim. Alnımdan öpüp geri çekildi, minik elleriyle sol elimi tuttu ve eğilip başını yatağın kenarına yasladı.

"Sen üzülüyorsun, ben parçalanıyorum. Sen acı çekiyorsun, ben mahvoluyorum. Sen ağlıyorsun, ben ölüyorum Chanyeol..."

+++

Baekhyun ellerini yavaşça saçlarımda gezdirirken bedenine daha sıkı sarıldım. Revirde birkaç saat kalıp uyandıktan sonra odama gelmiştik. Baek yatağıma yatıp beni yanına çekmiş ve sarılmıştı. Dakikalardır böyle duruyorduk, ikimizden de herhangi bir ses çıkmıyordu.

Küçük bir çocuk gibi başımı göğsüne dayadım ve gözlerimi korkakça kapadım.

"Yanımda olduğun için teşekkür ederim." dedim sessizce.

"Bu, teşekkür etmen gereken bir şey değil ki bebeğim." Saçlarıma kısa sayılmayacak bir öpücük kondurdu.

"Benden sıkılır mısın? Uzun süre böyle kalsak, bana uzun süre böyle sarılsan sıkılır mısın?"

"Sıkılmam..." dedi sessizce. "Senden nasıl sıkılabilirim? Seni bu kadar seviyorken nasıl sıkılabilirim?.."

Başımı göğsünden biraz uzaklaştırıp ona baktım, hafifçe gülümsedi. Çenesinin altından öpüp tekrar eski pozisyonuma geçtim ve bedenine sıkıca sarıldım.

Kalp atışlarını çok net bir şekilde duyuyordum. Sanki biraz hüzünle atıyordu; biraz eksik, biraz mutsuz...

Dudaklarımı sol tarafına bastırdım, ufak ufak bir sürü öpücük kondurdum kalbine. Tatlı bir şekilde kıkırdadı, bu gülücüğü çok nazikti ve gürültülü olmaktan korkar gibiydi.

Böyle bir durumda gülmesinin yanlış olacağını düşünüp gülmekten korkması, beni ona tekrar aşık etti.

Başımı kaldırıp ondan uzaklaştım, bir elini alıp kalbime doğru götürdüm. "Canım çok yanıyor," dedim. "Canım yanıyor..."

Elini avucumdan çekti, suratımı elleri arasına aldı ve dudaklarımdan yavaşça öptü. "Biliyorum," diye cevapladı kısık sesle. "Görüyorum. Çünkü asıl benim canım yanıyor..." Yanaklarımı yavaşça sevdi baş parmaklarıyla. "Benim canım," deyip gözlerime baktı. "Yanıyor."

🐈

Size küsmüşüm, bb !!

Bu bölümden Binbaşı Park Chanyeol diyelim o halde :(

Ee, hayat nasıl bebekler

Continue Reading

You'll Also Like

221K 9.1K 38
ʜᴇʀ şᴇʏ ꜱᴀʟᴀᴋ ᴋᴀʀᴅᴇşɪᴍɪɴ ʏᴀʟᴀɴıʏʟᴀ ʙᴀşʟᴀᴅı... ꜱɪᴢ: ᴅᴇʟɪᴋᴀɴʟıʏꜱᴀɴ ᴋᴏɴᴜᴍ ᴀᴛᴀʀꜱıɴ!
197K 12K 45
Kore'yi temelli terk edeli 4 yıl olmuştu. Chanyeol ailesinin ihtiyaçlarını karşılamak için gücünün yettiğini yapıyor ve Baekhyun küçük kızlarının önü...
38.8K 2K 32
Kızın sesini duyunca Alaz'ın omuzları gevşedi. "Öldüm, Asi." Gözlerini kızın yüzünde dolaştırdı. "Sensiz geçirdiğim her gün biraz daha öldüm." Asi al...
379K 34.7K 32
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...