yirmi dört │letafet│

ابدأ من البداية
                                    

Yüreğinde bariz bir acı hissetti işittiklerinden hemen sonra. Öyle bir acıydı ki orada peyda olan, yüreğini söküp çıkartmaya çalışıyordu sanki. Canını almaya yeminliydi sanki.

Hiçbir şey diyemedi Mustafa. Sevdiği kadının böyle bir yükü nasıl kaldıracağını düşünüp dururken kalbine saplanan bıçağın canice döndürüldüğünü hissetti. Nefesi tıkanırken, yutkunamadı. Öyle bir yük bindi ki omuzlarına, o kadını anne olmaktan daha çok mutlu edecek şeyi aramaya başlamıştı bile. Fakat bundan daha çok mutlu edecek bir şeyin olmadığı aşikârdı...

"Senin suçun değildi yenge, kendine yüklenme." Derken bile kendini değil başkalarını teselli ediyordu. Başkalarının hayatını yine kendininkinden üstün tutuyordu. Bu tutumu zamanında ona büyük bir kayıba mal olmuştu ama vazgeçemiyordu işte. Onu kim teselli edecekti, o nasıl sevdiği kadını mutlu edecekti bunlar ise aklında cevaplanmayı bekleyen sorularda başı çekiyordu.

"Onun yerinde ben olmalıydım, o kurşun benim için ateşlenmişti ve beni öldürmeliydi!"

"Seni öldürmeden önce beni öldürmeliler Piran Kızı, bunu hâlâ kavrayamadın mı?"

İşittiği sözle birlikte şaşkınlıkla arkasını dönerken, karşısında hastane kıyafetlerinin içerisinde bir Afran Bejindar görmeyi elbette beklemiyordu. Şokla adama bakarken anlık gelen sinirle köpürdüğünü hissetti.

"Sen ne diye ayaklandın?"

Konuyu tamamen kendinden uzaklaştırıp, ona getiren kadına hayranlık ile baktı. Ondan ustalık eğitimi alması gereken konulardan biride buydu herhalde. Konuyu nasıl değiştireceğini çok iyi biliyordu ve adı gibi emindi ki bunun farkında bile değildi.

"Doktor yürümemi söyledi, ben de yürüyorum."

"Bunu sana tek başına yapmanı söylemediğine eminim ama ben Bejindar!" diye söylendikten sonra ona doğru ilerlemeye başladı yüreğindeki ağırlıkla. Yürürken gözyaşlarını silmeyi de ihmal etmedi.

Adamın yanına varıp usulca koluna girdiğinde, Afran öleceğini zannetti. Ev için alışverişe çıktıkları andan beri bu kadar yakın olmamışlardı herhalde. O anlar aklına geldiğinde, yüreğinin atışı hızlandı.

Diğer koluna giren Mustafa'ya kaşlarını çatarak baktı.

"Senin ziyaret etmen gereken birisi yok muydu Mustafa, gidip ziyaret etsene!"

Adeta tıslayarak söylediği cümle üzerine Mustafa bu halde olmasa gülebilirdi. Fakat gülemedi. Ağabeyini başıyla onayladıktan sonra Hazal'ın odasının yolunu tuttu.

Deran, yaralı adamı dikkatlice çevirip yönlerini değiştirdiğinde Mustafa'da Hazal'ın odasına doğru ilerlemeye başladı. Her adımında ıstırabı perçinleniyordu. Ne diyeceğini bilmiyordu. Nasıl bir sebep sunacaktı ziyaretine onu da bilmiyordu. Bildiği tek şey çok acı çektiğiydi.

Odanın önüne geldiğinde derin bir nefes aldı. Odadan ses gelmiyordu. Kardeşi ve annesi odadan çıkmış olmalıydı Hazal'ın. Daha rahat bir şekilde kapıya uzandı ve ses çıkarmamaya özen göstererek kapıyı açtı.

Usul usul yürüyerek odanın ortasına geldiği vakit yatakta uzanmış ve camdan gökyüzünü izleyen kadını görebildi.

"Hazal..." diye fısıldadı gayri ihtiyari. Kadının aniden kendisine dönmesini beklemediği içinde biraz irkildi hatta. Duyacağını bile düşünmemişti.

"Mustafa... Bejindar?" diye şaşkınlıkla tepki veren Hazal, yüreğinin hızlandığını hissetti.

Hayretler içerisinde karşısında bu adamın ne işi olduğunu merak etmekten alamadı kendini.

AĞA [TAMAMLANDI]حيث تعيش القصص. اكتشف الآن