''Anlaştık, bir saniye.''

Önündeki defterden bir kâğıt parçası koparıp bir şeyler yazarken gözlerim yeniden insanların üzerine odaklandı.

2044.

Hayır, dedim kendi kendime. Oturmayan, yanlış gözüken bir şeyler var. Her şey aynı. Arabalar, gençlerin elindeki telefonlar, akıllı saatler, binalar... Her şey tıpkı 2020 yılı gibi, her şey tıpkı o dönemler gibi. Yirmi dört yıl sonrası gözümde çok mu uçuk bir hayal yoksa tahmin ettiğim gibi yanlış bir şeyler mi var?

''İşte, al. Numaram yazıyor. Bir şey olursa birinden telefon alıp beni ara. Tamam mı?''

Elime tutuşturduğu kâğıdı alırken, ''Tamam.'' dedim.

Amfiden aşağıya olabildiğince hızlı adımlarla inerken yanına çoktan birileri gelen Tuna arkamdan seslendi.

''Dikkatli ol!''

Kapıdan çıkıp nihayet yalnız kaldığımda elimdeki kâğıda göz attım. Kâğıdın üzerinde aceleyle yazılmış bir telefon numarası görmeme şaşırmamıştım. Şaşırdığım şey bir miktar para ve ekstra bir not olmuştu.

'Aç olup olmadığını bilmiyorum, ihtiyacın olabilir.'

Dudaklarım arasından hayret dolu bir nefes çıkıp gitti. Kendi kendime mırıldanarak ağır adımlarla ilerledim. Ben mi kötü kalpli, kötü düşünceli birisiydim de bu bana garip geliyordu yoksa gerçekten hayatta iyi insanlar olabilir miydi? Koridor boyu ilerlerken kâğıdı çantamın içine attım. Etrafıma bakınıp duruyordum. Birilerini görmeye, beni tanımalarına, başıma neler geldiğini anlamaya ihtiyacım vardı. Kaybolup gitme korkusu içimi yiyip bitirirken silinmediğimi öğrenmeliydim.

Sarsak adımlarla yürürken çocuklu kadını gördüğümde neler düşündüğümü kendime hatırlattım ve ufak bir ders verdim.

Yangın merdivenlerinden aşağı inerken aklımı başıma toplamam gerektiğini düşünüp durdum. Her şeyin bir açıklaması olmalıydı, mutlaka olmalıydı. Bir film sahnesinin içinde değildim. Başıma böyle bir şey gelecek süper bir kahraman, seçilmiş kişi falan değildim. Mutlaka bir açıklaması olmalıydı.

Arnavut kaldırımlı yol boyu ilerledim. Beren'i düşündüm. Eğer şu an sıradan bir günde, sıradan bir anda olsaydık nerede olurdu?

Büyük ihtimalle, bana göre bir kahve için fazla tatlı olan Mocha'sını içmek için kafede olurdu. Rotamı belirlendikten sonra adımlarımı hızlandırdım. Yağmur henüz durmuşken gri bulutların gökyüzünü terk etmeye hiç niyeti yoktu. Öğrenciler de bu havada dışarıda durmaktan kaçınarak bir yerlere sığınmaya, yetişmeye çalışıyorlardı.

Beş dakika kadar yürüdükten sonra kampüsün girişine yakın kafenin önündeydim. Önce alıcı gözle içeriye baktım fakat öyle kalabalıktı ki birilerini seçebilmem mümkün değildi. İçeride o kalabalığın ortasında kaybolmaktansa dışarıda kalan üç – beş masadan boş olan tek bir tanesine geçmeye karar verdim. Tentenin koruyamadığı yerleri yağmur damlalarından nasibini almış sandalyelerden birisine çekingen bir hareketle oturdum. İkişerli üçerli grupların konuşmaları etrafımda dönüp dururken kendimi bir kez daha yapayalnız hissettim. Bu his bana öyle uzaktı ki. Bunun sebebi hiçbir zaman yalnız kalmamam değildi elbette. Hayatımın genelinde yalnızdım ve bundan şikâyetim yoktu. Tek arkadaşım olmasını, herkesle ilişki içinde olmamayı, bir yerlere yalnız gidebilmeyi, yalnız yaşamayı ben tercih etmiştim ve bundan epey memnundum. Peki şu an? Şu an elimdeki tek dostumun da olmaması, ailemdeki tek kişiye ulaşamamak dehşet vericiydi. Sadece yalnız değil, yapayalnızdım. Kimsesizdim. Kayıptım.

MAVİ AY (Tamamlandı)Where stories live. Discover now