"Açık bir yaraya dikenlerle dolu bir gül bastırıyorsun. Dikkat et, kanı durduruyorsun ama canımı acıtıyorsun." ❧ Bir mikrofon kırılır, bir çocuk gömülür. Bir tırtıl kanatlanır ve ardından yalnızca yaşarken ölünür. Öyleyse göğü çiçekten denizi mermiden bir gönül, hangi mezarın ömrüdür? Ressamın kalbi cayır cayırsa dumanla kaplanırdı tablolar, yazarın zihnindeki çerçeveler paramparçaysa solukları sökerdi satırlar. Kelimelerin canı olurdu, belki ruhu veya var oluşu. İnsanın göğsü sıkışırdı da parmak uçlarım kaşınıyor derdi. Çocuklar karanlıktan korkardı da ışığı seviyorum derdi. Ve ölüler yeniden doğmaktan korkardı da yaşama küserdi. Bir haftanın yedi canı olurdu, kadınlar kalplerinde yedi çerçeveyle doğardı. Kız çocuğu anılarını biriktirmeyi severdi ama boyu çivilere yetmezdi, küçücük boyuyla bir tabureyi çekiştirip astı bir bir çerçeveleri ve içine fotoğraflarını eklerken gülümsedi. Onları sevdi, parmak uçlarıyla okşadı, yeterince inanırsa sonsuzluğa karışacakmış ve sonsuzluğa onunla karışacakmış gibi bir güvenle fotoğraftaki mavi gözlere baktı. Yıllar geçti, boyu uzamıştı. Öyleyse bu sefer neden o tabureye çıkmıştı? Ölümün yaşamın koynuna yatıp saçlarını acıya ördürdüğü bir gece, kalbindeki serçelerin gözyaşlarını umut sandı ve fısıldadı: "Kelebekler için de bir cennet var mı?" 2020 Mart.