İstanbul

1.3M 11.5K 1.4K
                                    

Zaten sıkış tepiş olan metrobüste daha ne kadar ilerleyebilirdik bilmiyorum. Kafamı cevirebileceğim alanın bile olmaması ayrı bir durum, ablamın benden bir kaç insan mesafesi ötede olması ayrı... Haa bir de sırtımdaki eşek ölüsünü andıran çanta var.

Tamam sıradaki durakta ineceğiz, çünkü ablam galiba yaptığı kaş göz hareketleri ile bunu kastediyor. Bir an telaşa kapıldım, kendimce arka kapıya ulaşmak için kaç insanı iteleyip kakalamam gerekir diye hesap ediyordum.

Ve sonunda durdu. Ablam uzaktan çabuk ol işareti yaptı ve arka kapıya yöneldi. Tam aceleci bir şekilde adımımı attım ki.. Atamadım! Birden telaşa kapıldım. Hemen daha hızlı bir şekilde kendimi ileri doğru atmaya çalıştım ama imkansızdı. Çantam! Çantam sıkışmıştı. Tabi o anda elim ayağım birbirine dolaştı. Bir yandan çantamı çekmeye çalışıp bir yandan ablama bakındım kapının oradaydı! Ve indi bile. Son bir hırsla çantamı çekmeye çalıştım.

"Hey! Yavaş ol!" dedi bir ses. Üzerime alındım. Ama umrumda değildi. Çantamın nereye takıştığını görmek için sağ kolumdaki askısını çıkarıp arkaya döndüm.

"Montumun cebini yırttın!" dedi aynı ses ama sesin sahibi şuan karşımda duruyordu.

Saf saf bir cebe bir de çantamın fermuarındaki kancaya baktım. Neredeyse bir bütün olmuşlardı. O anda her şeyi unutmuştum. Sadece sesin sahibinin gözlerine bakmakla meşguldüm. Eh o kadar dalmış olmalıyım ki metrobüsün tekrar harekete geçmesiyle arkaya doğru savruldum ve dolayısıyla çantamın ısrarla takışmış olduğu cep ve cebin sahibi de benimle beraber savruldu.

O an metrobüsün hareket ettiğini ve benim hala aracın içinde olduğumu farketmem çok uzun sürmemişti.

"Montumu rahat bırak!' dedi aynı ses bıkkın bir tavırla.

Hemen fermuarın kanca kısmını montunun cebinden kurtarma çabalarına giriştim. Eh bir durak zaten kaçırmıştım en azından bir sonraki durakta inmem gerekiyordu.Lanet şey öyle bir sıkışmışki ne kadar çekeleştirdiysem fayda etmiyordu.

Tam o sırada telefonum da büyük bir gürültü ile çalmaya başladı. Büyük ihtimalle metrobüsteki herkes artık bana doğru bakıyordu. Kafamı kaldırıp benim fermuarla cebelleşmemi izleyen çocuğa baktım.

"Sen telefona bak!" dedi ve fermuarı tuttu. Hemen elimi montumun cebine attım.

"Mina! Sen nerdesin?" Dedi ablam. Sesinden ne kadar telaşlı olduğu anlaşılıyordu.

"Çantam..." diyebildim. Sinirlerim bozulmuştu. O anda çantam özgürlüğüne kavuşmuş, metrobüs de durmuştu.

"Hemen sonraki durakta in!" dedi kulağımda olduğunu unuttuğum ses. Sanki görebilecekmiş gibi başımı salladım. Ama o an saf saf çocuğa bakıyordum.

"Ne bakıyorsun? İnsene!" dedi çocuk. Kendimi toparlayıp hızla kapıya döndüm.

Küçük bir ezilmeden sonra kendimi metrobüs istasyonuna atıverdim. Ve hemen arkama dönüp araca baktım. Çocuk oradaydı! Ve içerideyken varlığını farketmediğim kızla konuşuyordu. Hatta gülümsüyordu.

"Kaba şey!" diye mırıldandım. Çantam montuna takıştı diye az kalsın dövecekti. Ama yine de gülümsememe engel olamadım. Fermuarı kurtarması bir kaç saniyesini almıştı.Elimde titreyip ötmeye başlayan telefonu hemen kulağıma götürdüm.

"Mina indin mi?"

"İndim" dedim. Metrobüs çoktan hareket etmişti bile...

"O zaman sen beni o durakta bekle. Ben hemen bankaya gidip o durağa gelirim.' her nekadar kafam karışmış olsada.

"Tamam seni bekliyorum" dedim.Telefonu kapatıp cebime koydum. En yakındaki bir kenarı boş olan banka oturup sırt çantamı kucağıma aldım.

En öndeki küçük gözün fermuarı fena halde hırpalanmıştı...

İstanbulHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin