Baykuş. Beni her zaman baykuşa benzetti. Bu benzetmesinin nedeni zeki olmam ya da ölüm çağırıştırmamla ilgili değildi. Bizim efsanemiz bir şehir efsanesine dayalıydı. Çok uzun yıllar önce doğan bir yasak aşk. Bizim o yasak aşkın baş kahramanlarına benzememizi istemiyordu. O baş kahramanlar sadece birbirlerini görmemekle cezalandırılmıştı. Oysa ki bizim birbirimizi sevmemiz, olacak şeylerin sadece başlangıcıydı. Ben miydim ruh hastası olan. Onlar beni evlatlık edinmişti, bense onların oğlunu seviyordum. Aptaldım. Çok aptaldım... *********** "Efsanelere inanır mısın" mırıldanmasıyla dirseklerimin üstüne doğruldum. Efsanelere her zaman inanmıştım. En azından iyi olanlara. "Eski bir efsanede baykuşların karanlığa karşılık ışık saçan gözleriyle ve sonsuz sessizliği bozan sesiyle gök taşına benzetilmiş. Başka bir efsanedeyse baykuşun ölüm ve korku getirmesi saçmalığı yasak bir aşktan doğmuş. O ikisinin aşkları bizimkinden bile imkansızmış. Hatta bir hastalık. Çok ama çok yakın akrabalarmış. Ikisi de bunun bir hastalık olduğunun farkında olsa da karşı duramamışlar. Buna güçleri yokmuş. Ve bir gün tamamiyle birbirlerinin olmuşlar. Karşı gelemediklerini anlayınca kimseden korkmamışlar. Yaşadıkları yer küçük olduğu için o olay hızla yayılmış. Kız utancından dışarı çıkamıyormuş. Her zaman ormanda saklanıp günün çabucak bitmesini. Yılların hızla geçmesini ve olayın unutulmasını istiyormuş. O kıza acıyan ve garip yetenekleri olan birisi onu ışıktan kaçan, sadece geceleri ortaya çıkabilen bir baykuşa dönüştürmüş" doğum gününde verdiği kolyeyi yavaşça eline alıp gülümsedi "Seninle öyle olmak istemiyorum maviş. Her ne kadar kabul etmesen de hala annemden ve babamdan saklamak istiyorsun. Bizim aramızda akrabalık yok ki. Biz üvey kardeşiz. Birbirini her ne kadar yasak olsa da seven bir üvey abi ve kardeş"