Papatyalar Sen Kokuyor

Autorstwa avarefest

194 18 28

Papatyalar Sen Kokuyor | Hunho (EXO - Sehun & EXO - Suho) | Romantik, Fluff | 18.3k ❝Seni seviyorum papatya... Więcej

Papatyalar Sen Kokuyor

194 18 28
Autorstwa avarefest

PLAYLIST

Conan Gray - The Story

İnsanlar doğar, büyür, çoğu kendi isteklerini zerre önemsemeyen ailelerine mahkum olur, birkaçı şanslıysa kendi yolunu çizer. Bazısı aşık olur, o an nefes alabildiğini hisseder. Bahar papatyaları getirir bahçelerine, kuş cıvıltılarını mesela, hani şu aşk romanlarında aşkın habercisi olanlardan. Kalbi pırpır ettirir ya bir şeyler, midene karış kelebekler işte tam da ondan. Ben on beş yaşıma kadar kitaplardaki o mutlu sonsuz dedikleri şeye sahip olduğuma inanıyordum, aşık olanlar kategorisine en zirve sıralardan giriş yapmıştım. İnanın zirveden düşün bu kadar sonsuz olduğunu bilseydim bunu seçer miydim emin bile değilim ama şöyle söylemeliyim, Sehun'un hep dediği gibi papatyalarımın o kokmasını yine isterdim sanırım. Yirmili yaşlarıma geldiğimde ise, geriye ne bir papatya, ne de kokusu kalmıştı. Belki bir tutam anılarımda ama ben aşk kategorisini açık ara farkla geride bırakıp çoktan aileme ve onların isteklerine mahkum olmak zorunda kalmıştım.

Sehun dünyadan kendisini sileli tam sekiz yıl oluyor. Babasının kayıt dışı işleri, dolandırıcılık, bunların dünya gündeminde yankılanması ve ailesini geride bıraktıkları canı düşünmeden gözlerinin önünde intihara kurban gitmesinin ardından sessiz sedasız kaybolmuştu. Hiçbir iz, bir kırıntı bırakmadan beni bırakalı koskoca sekiz yıl olmuştu onu iyileştirmeme izin veremezdi aklınca, çünkü bu beni batağa sürüklerdi. Dolu dolu geliyor sekiz yıl belki kulağa ama değişen pek bir şey olmamıştı hayatımda, istemesem de hala umutsuzca onu seviyordum mesela. Bazen rüyalarımda onun beni son kez öptüğü ve gittiği anı tekrara alıyorum, ara sıra da duvarımda çerçeveli duran, geride bana bıraktığı tek papatya ile konuşuyorum onun beni duyduğunu umut ederek.

Kimine göre hala böylesine bekliyor olmam umutsuz vaka oluşumun en büyük kanıtıydı. Böyle düşünen yegane kişi bendim. Kimine göre aptaldım, kimine göre ise bu romanlar kadar romantikti ama gereksizdi. Kim kendisini dünyadan silmiş kalbi yaralı bir çocuğu beklerdi ki? Cevap veriyorum, hala çerçeveli papatyasıyla konuşan ben tabii ki. Şey bir de kullandığım akıl bulandıran şu ilaçlar vardı tabii, bizimkilere göre iyiliğim için olanlar işte. Dışarıdan bakıldığında akıl hastaneleri bana en uygun yerdi ama aileme göreyse şirketin başına geçmesi gereken sorumluluk sahibi en büyük çocuk da yine bendim.

"Hey umutsuz vaka! İçsel sorgulaman bittiyse yemeğe bekliyorlar seni." Küçük kardeşim odamın kapısından kafasını uzatıp laf olsun diye kapıya tıklattı seslenirken. Söylediğiyle gülümsedim, son zamanlarda kendime böyle seslendiğim için sadece dalga geçiyordu. "Senin abin olduğumun farkında mısın Chenle?" dedim alayına eşlik ederek. Aslından benden sadece iki yaş küçüktü.

"Imm.. evet olmuş öyle bir hata. Aslında tam tersi olmalıydı yakışıklı." Söylediğiyle kucağımdaki yastığı ona doğru fırlattım ama kapı arkasına saklanıp kaçtı. "Hadi, babam bekletilmekten hoşlanmaz biliyorsun." diye de ekledi gözden kaybolurken. Haklıydı, koskoca Kim Hyunbul bekletilemezdi, bu büyük suçtu ve iğneleyici laf cezasına maruz kalmamak adına, küçük papatyama veda edip, hızlıca ayaklandım. Sehun'a kızgın olabilirdim ama papatyamı seviyordum.

Yemek salonuna indiğimde bu yemekte amcamların da bize katılacağını düşünmemiştim. Babamın gözleri her zamankinin aksine beni görmesiyle parıl parıl parlıyordu. Bu iyi değildi, yani en azından benim için değildi. Aile yemeği, parlayan gözler, gururlu gösterişler tam da olmak istemediğim o yerdeydim. Babamın gururla benden bahsedeceği ve şirkete adım atamam gerektiğini söyleyeceği o yerde. Ona göre artık hazırdım ama Sehun'un gidişiyle sonbahara çalan hayatımın şimdi kışa dönmesine saniyeler vardı. Yine bir takım istekler sunacaklardı bense yaşayacaktım. Hep böyle olmamış mıydı zaten? Onlar istemişti bense yapmıştım. Kader denilen yazım böyle yazılmıştı benim çoktan.

"İşte geldi şirketimizin gözdesi." dedi babam neşeyle, bense onun aksine keyifsizdim. Samimiyetsiz bir selamın ardından kardeşimin yanına oturdum. Yalaka amcama ve kontrolcü aileme bu bile fazlaydı aslında. Yemek boyunca şirketle ilgili işler, toplantı değerlendirmeleri konuşuldu. Hiçbiri ilgi alanım değildi ama ister istemez içine sürükleniyordum. Şu anda yaşadığım tam olarak kamufle edilmiş aile terörüydü. Bir mucize olmasını ve beni buradan çekip almasını isterdim ama babamın söze yeniden başlamasıyla daha büyük bir batağa çekilmiştim.

"Emekli olup yavaş yavaş elimi işlerden çekme vaktim geldi." Ses tonu hevesli ve imaydı. Neyi kastettiği oldukça açıktı. Şirketi bana bırakma hazırlığındaydı hiç sormadan. Kendince çoktan karar vermişti.

"Katılıyorum abi, arkanda kale gibi oğlun varken artık dinlenmelisin." Amcamın söylediği ile son lokmamı ağzıma atıp ifadesizce baktım ona. Yırtık dondan çıkar gibi her şeyin altından çıkıyordu. Yararından çok zararı vardı ama babam hala onu yanında tutuyordu.

"Artık işlerin başına geçecek kadar hazırsın evlat." dedi ve gururla omzumu okşadı babam. Bense alayla sırıttım sadece. Bunu yapmayacaktım, bu defa olmazdı. Ben dünyaya açılıp şarkılar söylemek isterken, beni dört duvara hapsetmelerini öylece oturup izlemek istemiyordum. Bu yaratılışıma haksızlıktı, bu defa olmazdı. Derin bir nefes aldım konuşmaya başlamadan.

"Sadece bir defa, yirmi üç yıldır bir defa ne istediğimi önemsediniz mi?" Alaylı gülüşüme rağmen gayet sakince söylemiştim. Chenle şaşkınca bana baktı ve durdurmak istercesine bacağıma dokundu ama artık canıma yetmişti. Babamın kaşlarını çatışınaysa pek aldırış etmedim. "Çok bir şey değil, bir an durup da bizim oğlumuz bunları istiyor mu diye düşündünüz mü?" Ciddi ve sert bakışlarım masada gezindi. Söylediklerimin gayet arkasındaydım. Ben hariç herkes şaşkınca beni izliyordu. Bunlar aileme göre Sehun'un sözleriydi, ben onun gibi başına buyruk hiç olmamıştım. Bu yüzden yıllarca rahatsız olmuşlardı arkadaşlığımızdan, hala bilmedikleri aşkımızdan.

"Siz yorulmayın ben söyleyeyim, hayır. Bir kere bile düşünmediniz, benim için hep istediğiniz hayatın senaryosunu tutuşturdunuz elime ve bana oynamak ister miyim diye hiç sormadınız." Öfkeyle sıktım yumruğumu. Sessizlikleri beni daha çok delirtiyordu. Sanki boş bir duvara konuşuyordum istedikleri cümleleri duymadıkları zaman.

"Senin için en iyi olanı sunuyoruz, ailen olarak en iyi hayatı. Bunu sorgulayamazsın, buna hakkın yok." dedi babam gergince. Söylemiyle histerik bir kahkaha attım. Harika, kendi hayatımla ilgili söz hakkım yoktu.

"En iyi hayatmış, sizden bunu istemedim." Oturduğum yerde hareketlendim. "Neleri severim biliyor musunuz? Hayalimdeki mesleği ya da ne bileyim son sekiz yıldır nasıl yalnız hissettiğimi? Kullanmamı istediğiniz ilaçların beni daha çok bunalıma soktuğunu?" Alayla gülüp yerimden kalktım. Babam sertçe kolumu tuttuğunda hızla kurtuldum ellerinden. Bu konuşma benim için burada bitmişti.

"Bu mu aile olmak? Komik, o okullarda bile anlatılan aile tanımı bu değil. Siz çocuk değil robot yetiştiriyorsunuz ve ben artık bu oyunu oynamayacağım. Yeter!" Merdivenlere doğru yöneldim sönmeyen öfkemle.

"Kim Junmyeon, terbiyeni takın hemen ve yerine otur." Annem uyarırcasına araya girdi ve beni durdurdu. Babamsa sinirinden çoktan kızarmıştı, bu ona karşı ilk saygısızlığımdı.

"Bu hayatı, benim için yaptığınız planları istemiyorum. Şirket zerre umurum da değil, ben sadece özgür olmak istiyorum." Bunları söylerken dönüp yüzlerine bakmamıştım, sert bağrışlarını duymazdan gelmiştim. Tek düşünebildiğim hızla odama çıkmak ve onların yüzünü görmemekti. Yıllarca içimde büyüttüğüm öfkemi bir anda kusmuştum. Derinlerde bir yerlerde bu beni ne kadar rahatlatsa da, artık bir kurtarıcım yoktu ya da sığınabileceğim bir papatya kokusu. Ben yine yarın onlara mahkum olacaktım.

Hızla odama çıktığımda kapımı sertçe kapattım ve yaslanıp yere çöktüm. Gücüm bitiyor gibi hissediyordum, delirmiştim belki de sonunda. Kızgındım, yıllarca aileme boyun eğdiğim için kendime kızgındım. Sehun'a kızgındım, beni de yanına almadığı için, onu iyileştirmeme, onunla iyileşmeme izin vermediği için kızgındım. İyi değildim, hayallerimde yaşamayı seven ben o gittiğinden beri tek bir hayal kurmamıştım, hayatı unutmuştum başkalarınınkini yaşamaktan. Sakinleşmek için derin nefesler aldım, yanaklarım çoktan ıslanmıştı, saat çoktan gece yarısını geçmişti hatta ve balkon kapısından sızan afif rüzgar içimi ürpertmişti. Çöktüğüm yerden kapıyı kapatmak için ayaklandım, rüzgardan sızan tanıdık kokuyla duraksadım. Rüzgardan değil, masamdan yükseldiğini anlamamsa saniyelerimi aldı.

"Sehun." Fısıltım odamın içinde dağıldı. Masamın üzerinde duran, o italik inci harflerin bezendiği el yazısıyla süslenmiş sarı zarfa ilişti gözüm. Üzerinde 'Papatya kokuluma..' yazıyordu. Dudaklarım titremeye başladığında birbirlerine bastırdım, işte gerçekten kafayı yiyordum. Bu bilimsel açıdan şizofrenliğin adımlarından biriydi, hayaller görmek. Sehun'u hayallerimde görecek kadar özlemiştim ya da, bu da bir seçenekti. Zarfa dokunmadan balkona koştum, geri döndüğümde orada olmayacaktı nasılsa. Bu sadece aklımın benimle oyunuydu.

Gece karanlığında etrafa bakındım, onu görmeyi umuyordum ya da belki umuyordum. İmkansızı ummak gibi bir şeydi, o gitmişti, yok olmuştu, kendisini dünyadan silmek istemiş ve başarmıştı. Kimse onu ve yaşanan vahşeti konuşmuyordu sitede, umurlarında bile değildi on beşinde bir çocuğun neler yaşadığı. Sonuçta bir dolandırıcının ve katilin oğluydu, küçücük yaşında alakası olmadığı bir kaderi çoktan yazmışlardı ona el birliğiyle. Sehun ise kaçmıştı, herkesten, her şeyden, anılarından kaçmıştı sekiz yıl önce ve Oh ailesi bu sitede maziye gömülmüştü yıllar içinde. Benim kalbimse onu maziye gömmemek adına savaş veriyordu zihnimle.

Issız sokakla umudumu yeniden yitirip yanıp sönen bozuk lambaya burukça bir gülümseme sundum içeri girmeden hemen önce. Hayali zarfın buhar olduğunu düşünerek tekrar masama ilişti gözlerim. Hala oradaydı, papatya kokusu da hala oradaydı. Tereddütle yaklaştım, zarfı avuçlarımın arasına aldım üzerine işlemiş kokuyu soludum huzurla. Tüm derdimi tasamı unutturmuştu bana, yokluğu bile iyi gelen biriydi o benim için. Nefes alışverişlerim hızlandığında tedirgince zarfı açtım, iç kapağında aynı inci harflerle 'Bul beni.' yazılmıştı. İster istemez hafifçe gülümsedim, hala hayal gibi geliyordu. Zarfın içinden küçük bir not ve tek başına bir papatya çıkmıştı. Her şey ona işaret ediyordu ve umutlarım yine bir bir papatya açıyordu.

'Papatya'dan Mektuplar, sayfa 97, satır 15, 6. cümle.. ' 

Bu en sevdiğim kitaptı, Daisy ve Leo'nun yaşanmış unutulmaz aşkını anlatıyordu. Daisy kitabın yazarı ve benim idolümdü, aşkının peşinden gidecek cesareti olmasına hep imrenmiştim bunca yıl. Hemen yerini ezbere bildiğim kütüphaneme ilerledim, diğer kitaplarla eşit değildi, hareket ettirildiği açıktı. Kitabı alıp notta yazan sayfayı açtığımda ilk karşılaştığım şey sabaha karşı için alınmış İspanya'ya bir uçak biletiydi. Sayfadaki satır ve cümleyi buldum hızlıca. Hayal olmayışına inanmak istiyordum.

"Daisy ve Leo yağmurdan sırılsıklam olduklarında kendilerini ilk buldukları yere attılar, Cafuné Pastane'si." Kelimeler dudaklarımdan döküldüğünde gülümsedim. Burayı hep hayal etmekten öteye gidememiştim kitabı her okuduğumda ama bu yıllarda oranın ayakta olduğuna bile pek emin değildim. Hem ne bekliyordu? Bunu onun bıraktığına bile emin değildim. Hem Sehun olsa bile, ne yani öylece yıllardır ortadan yok olmamış gibi peşinden İspanya'ya mı gidecektim? Saçmalık, ben onun kadar umursamaz değildim, ben insanları ardımda bırakamazdım.

"Sense Oh Sehun, ardında bıraktığı insanları zerre umursamayan, bencil bir nankörsün." diye bağırdım kitabı kapatıp kendi kendime. Sekiz yıl sonra neden şimdi çıkıyordu karşıma? Neydi bu. özleminden ölüp ölmediğimi mi yokluyordu?

"Merak ediyorsan, ölmedim bencil herif." Sesim odamın içinde yankılandı. Sonunda delirmiştim, boşlukla konuşuyordum.

"Aslında bakarsan merak ediyorum, o yüzden geri geldim. Seni özledim Junnie." Duyduğum tanıdık ses ile irkildim ve yatağımda uzanan çocuk Sehun'a baktım. Şakaydı değil mi bu? Beni bırakıp gittiği gün onu son gördüğüm kıyafetler vardı üzerinde, siyah saçları aynı şekilde dağılmıştı. Sadece o zamanki melankolik hali daha neşeliydi.

"Ayrıca bencil mi? Kalbimi kırıyorsun papatyam, bencil olan ben değilim o." Parmağıyla duvarda asılı resmimizi işaret etti. Sanki bu yaşananlar gerçekmiş, şu an karşımdaymış gibi başımı oraya çevirdim. Gösterdiği çekildiğimiz son fotoğraftı ve yıllardır duvardan indirmeye korktuğum tek fotoğraftı. Ne yapıyordum? Şaşkınlıkla tekrar ona döndüm, tam karşımdaydı işte ve on beş yaşındaydı. Beni terk ettiği günkü gibi.

"Harika, hayalimle konuşuyorum. Sonunda hepten sıyırdım." Gözlerimi yumup gitmesini umarak alnımı ovuşturdum. Bu geçek değildi, zihnim bana oyun oynuyordu sadece. Birazdan gözlerimi açacaktım ve kaybolacaktı.

"Sen neden hala buradasın?" Gözlerimi araladım, hala karşımdaydı ve bana el sallıyordu. Derin bir nefes almaya çalıştım sakince.

"Sen göndermeden gidemem papatyam, ben senin zihnindeyim." Omuz silkti ve başını yana yatırıp sevimlice gülümsedi. Hala yatağımda yayılıyordu ve bu durum git gide tuhaflaşıyordu. Elimdeki kitabı ve zarfı yatağa bırakıp, köşeye oturdum. Saçlarımı karıştırdım bir çıkış yolu arayarak.

"Hadi kabul et, beni çok özledin?" Yüzünü yüzüme yaklaştırıp gözlerini kırpıştırdı. Her hatta gerçek gibiydi, yakışıklıydı ve haklıydı. Onu çok özlemiştim, bu yüzden buradaydı. "Hayır özlemedim, hem de hiç." diye bağırdım geçiştirerek ve yataktan kalktım. "Yalancı." Her zamanki göz devirmesiyle karşılık verdi. Bu mimiğini asla unutmazdım ona yakışıyordu.

"Asıl yalancı sesin, beni hiç bırakmayacaktın hani? Ama defolup gitmek daha çok işine geldi değil mi?" Zihnime meydan okuyordum adeta ve bu şizofrenliğin en bariz göstergesiydi. Hayaller görüyor ve onlarla konuşuyordurm. Öfkeli bakışlarım üzerinde gezindi, onunla tartışmaya devam ederken çalan kapıyla gerildim.

"Hey Jun! İyi misin diye bakmaya gelmiştim. Kiminle konuşuyorsun?" Chenle aşağıda yaşananlardan sonra babamlardan anca kurtulabilmiş ve beni merak etmişti.

[Ona geri geldiğimi söyleyecek misin?" dedi hayali Sehun. "Kes sesini." diye tersledim anında onu, kapının önündeki kardeşimi unutarak.

"Jun neler oluyor orada? İçeri geliyorum." Chenle telaşla söyleyip içeri daldığında sanki Sehun gerçekmişçesine önünde durdum, onu saklamak istiyormuşçasına.

"Şey yalnız, beni göremez zaten, unuttun mu? Zihnindeyim." dedi kulağımın dibine girerek ve kıkırdadı. Ona aldırış etmeden kardeşime gülümsemeye çalıştım zorla da olsa.

"İyi misin sen?" diye sordu kaşlarını çatarak.

"İyiyim, harikayım hatta." Söylediğimin yalan olduğu gayet açıktı ve Chenle buna asla inanmazdı. Hayali Sehun bile inanmamış kahkaha atıyordu. "Bana da mı yalan söyleyeceksin? Yapma Jun." Sorarcasına baktı gözlerime, bir cevap bekliyordu.

"Kendisine bile yalan söylüyor Chenni." dedi çalışma masamda oturan yeni baş belam ve bakışlarım anında onu buldu. Chenle'ye göreyse sadece boşluğa bakıyordum. "Sustum." Ağzının fermuarını çekti ve sadece izledi.

"Neye bakıyorsun?" Çalışma masama döndü Chenle. "Sen iyice kafayı yedin bak." diye ekledi boşluğa bakmaya devam ederek.

"Aslında, ben gidiyorum Chenle." deyiverdim bir anda. Söylediğim şeyle ben bile şaşkınken Chenle anlamazca yüzüme baktı. Ben bile şaşkındım söylediğime, zarfa dair tek kelime etmedim o an. Küçük Sehun'un gözleri bir anda parladı. "Sahiden beni bulmaya mı gidiyoruz?" dediğinde onu duymazdan geldim. Chenle'ye bir açıklama borçluydum önce.

"Gidiyorum?" diye sordu. "İspanya'ya gidiyorum." dedim ve kitabın arasındaki bileti ona uzattım zarfı saklarken. Kaşları çatıldı. Bu bir kızgınlık değildi, sadece anlam veremiyordu. İlk defa kendim için bir şeyler yapıyor olmam onu şaşırtmıştı.

"Evet be, bekle bizi bencil herif sana geliyoruz." dedi Sehun kendi etrafında döndü dans ederek. Hareketlerine gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım. Chenle hala sessizdi ve elindeki bileti inceliyordu.

"Sabah öyle mi?" dedi sadece ve gözlerime baktı. "Sana geç haber verdiğim için özür dilerim kardeşim ama sürekli benim adıma kararlar verirlerken onlarla kalamam." Ellerimi omuzlarına yasladım ve beni desteklemesini umdum. Sessizliği devam etti, hazmetmeye çalışıyordu. Birbirimizden hiç ayrılmamıştık bunca yıl.

"Eğer kalırsam mutsuz olacağım Chenle, hep onların gölgesinde yaşayacağım. Düşünsene kendi isteklerim olmayacak asla; onların seçtiği işi yapacağım, onları seçtiği birisiyle evleneceğim ve bir gün onların bana çizdiği bu hayatta öleceğim." Söylediklerimle iç çekti küçük kardeşim. Bana güvenmesini istiyordum, ben ise sadece bir zarfa güveniyordum haberi olmasa da." Ben bu hayata bu şekilde veda etmek istemiyorum, bu benim hayatım değil." diye eklediğimde Sehun'un gözleri çoktan dolmuştu, benim yerime ağlıyordu hatta. Chenle'nin endişeleri ise yerini meraka bıraktı.

"Peki ne yapacaksın İspanya'da? Neden orası?" Sorduğunda verecek bir cevabım yoktu. Bende bilmiyordum çünkü ne yapacaktım? Kimi nerede arayacaktım?

"Bir arkadaşım var, onun yanına gideceğim." Geçiştirdim, hiç kimsem yoktu aslında. "Söz veriyorum gittiğim an seni arayacağım. Her gün seni arayacağım ama bana bir söz vermen gerekiyor." dedim hevesle, derin bir nefes aldım. "Ona güvenebilir miyiz?" diye fısıldadı Sehun kulağıma. Duraksadım kısa bir an.

"Sana güvenebileceğimi biliyorum küçüğüm, nereye gittiğimi asla bilmemeleri gerekiyor Chenle. Nerede olduğumu onlara asla söyleyemezsin, sadece iyi ve mutlu olduğumu söyle." Gülümsedim güven beklercesine. Eğer bizimkiler nerede olduğumu bilirlerse beni geri getirmek için ellerinden geleni yaparlardı. Zaten bu ani verdiğim karara ben bile adapte olamamıştım hala.

"Söz veriyorum." Elini omzuna yasladığım elimin üzerine koydu. "Bana hergün haber verdiğin sürece kimseye tek kelime etmeyeceğim. Kendine çok dikkat et orada tamam mı? " dedi ve kocaman gülümsedi, ona güvenim sonsuzdu. Küçük kardeşimi kendime çekip sıkıca sarıldım, o iyi ki benim kardeşimdi. "Edeceğim, hem de çok fazla mutlu olarak." Yani böyle olacağını düşünüyordum. Oh Sehun'a soracak sekiz yıllık bir hesabım vardı ve o zaman huzura erecektim.

"Bu çocuğu hep sevmiştim." dedi küçük Sehun gülümseyerek yanımda ve bu defa söylediği beni güldürmüştü. İlk kez imkansız olduğunu düşündüğüm bir cesaret kırıntısı bulmuştum içimde ve peşinden gitme hevesindeydim. Hayali bir çocukla, zarfın sahibi olduğuna emin olmadığım bir adamın peşinden gidecektim ve o an korkmuyordum, endişe duymuyordum. Papatya kokularının beni ona götüreceğine, bana zarar vermeyeceğine inanıyordum.

❀❀❀

Çok sevdikleri parkta, Junmyeon'un o çok sevdiği papatya dolu ağacın altına ilişmişti yine iki sevgili. Sehun sevgilisinin papatyalara olan aşkını kıskanmıyor değildi, Junmyeon bütün gün papatyalar hakkında konuşabilirdi çünkü. Sehun ise bütün gün onu dinleyebilirdi. Nitekim yine papatyalardan konuştuğu bir gündü ve Sehun dizlerine yatmış yine onu dinliyordu. Aynı şeyleri defalarca konuşsalar da Junmyeon'un dudaklarından dökülen her cümle defalarca dinlenecek kadar değerliydi.

"Papatyalar asla hak ettikleri değeri görmüyorlar." dedi Junmyeon kucağında yatan çocuğun saçlarını okşarken.

"Hıhı çok haklısın bebeğim." Sarhoş bir eda ile söyledi Sehun elindeki papatyayı okşarken.

"Hiçbir güzellik falında sevmiyor çıktı diye suçlanabilir mi? Ama insanlar nankör ve papatyaları sürekli suçluyorlar. O seni sevmiyor diye papatyaları suçlayamazsın." Kızgınlıkla söyledi ve dudak büzdü. Bu sırada Sehun elindeki papatyayı kokladı. "Özellikle böyle güzel kokuyorsa, onları kimse incitmemeli." dedi, kokuyu içine hapseder gibi yaptı ve gülümsedi.

"Papatyalar kokmaz Sehun, dalga geçme." Sehun'un burnunu sıktığında yattığı yerden kalktı büyük olan. "Kime göre, neye göre?" dedi ve Junmyeon'a yaklaştı. Bir nefes kadar yakındı artık ona. Junmyeon ise heyecandan kalbinin duracağını hissediyordu o an, Sehun'un üzerinde böyle ölümcül etkileri vardı.

"Bilime göre çok bilmiş." dedi Junmyeon gülerek ve derince iç çekti.

"Hah bilim halt etmiş. Mesela benim papatyalarım hep sen kokuyor Kim Junmyeon, bilim bunu açıklayabilir mi?" Gözlerini kıstı Sehun sevimlice ve gülümsedi. Junmyeon söylediğiyle kitlenmişti, böyle bir şey beklemiyordu.

"Benim papatyalarım hep sen kokmaya devam edecek güzelim. Kilometrelerce uzaklarda olsam bile." Elindeki papatyayı Junmyeon'un kulağına taktı ve aralarında kalan mesafeyi tamamen kapatıp dudaklarını etraflarından geçenleri umursamadan papatya kokulu sevgilisinin dudaklarına örttü. Junmyeon o an ne kadar şanslı olduğunu bir kez daha düşündü. Onun papatyaları da hep Sehun kokacaktı ve bu en büyük şansıydı artık.

❀❀❀

Küçük kardeşim sayesinde evden ayrılmam kolay olmuştu ve nereye gideceğimi bile bilmeden bir İspanya uçağındaydım. Uzun yıllardır biriktirdiğim birikimim yanımdaydı, Chenle hiç düşünmeden kendisininkini vermişti, şu an uçağın içindeyken hiçbir sorun yoktu. Asıl zor olansa bundan sonrasıydı. Ailem öğrendiğinde kıyamet kopacaktı ve ısrarla Chenle'nin üzerine gideceklerdi. Nerede olduğuma dair beynini kemireceklerdi günlerce. Ona güveniyordum tek kelime etmeyeceğini de adım gibi biliyordum. Beni üzense onu fazlaca sıkıştıracak olmalarıydı. Bunun altından kalkabileceğini söylemişti, Chenle bana göre hep başına buyruk bir insan olmuştu zaten. Bizimkileri, isteklerini ve baskılarını önemsemezdi. Hatta gidiyorum dediğimde benden çok kendisinin sevindiğine yemin edebilirdim.

"Hala inanamıyorum gidiyor olduğumuza." Küçük Sehun heyecanlı söylemiyle beni tedirginliğimden çekip aldı bir anda. Bakışlarım camdan uzaklaşıp onu buldu. Öyle neşeliydi ki, bu haline gülümsememek imkansızdı. Hevesle pamuk şekerini andıran bulutlara baktı, güneş yeni yeni doğuyordu ve bu bulutları daha da pembeleştiriyordu.

"İnan bana bende, bir uçaktayım ve hiç bilmediğim bir ülkeye gidiyorum. Ayrıca delirdim ve bir hayalle konuşuyorum, hala." Söylediğimle alayla gülüp tekrar cama döndüm. Yanımda yoktu ama yanımdaydı bu bir delilikti. Evet, ben sonunda delirmiştim.

"Bana hala aşıksın papatya." dedi söylediğimi umursamadan. Haklı olduğunu ikimizde biliyorduk ve bu beni kızdırıyordu. Yıllarca beni unutmuş bir adamı sevmek istemiyordum ama elimde değildi. "Eğer bir dilek hakkım olsa olmamayı dilerdim." dedim alayla ve yine yalan söylemeyi becerememiştim. Böyle şeylerde iyi değildim, özellikle ona hiç yalan söyleyemezdim. Aileme ise hiç yalan söylemiyordum sadece rol yapıyordum ve bu aynı şey değildi.

"Yalancı, dünyaya bir daha gelsen yine beni severdin." dedi öz güvenle. Sözlerine aldırış etmeden kapüşonlumu kapattım ve uyumak istercesine cama iyice döndüm. Onu görmezden gelmek istiyordum ama bu imkansızdı. Görüntüsü bir anda camda belirdi, ondan kaçamazdım, duymazdan gelemezdim, o benim kafamın içindeydi.

"Beni rahat bırakır mısın? Dışarıdan deli gibi görünüyorum." dedim etrafıma bakarken. Dışarıdaki insanlara göre konuştuğum kimse yoktu ve sıyırmıştım.

"Benden istediğin zaman kurtulabileceğini biliyorsun papatya, sadece istemiyorsun." Tek kaşı havalandı söylerken. Kendine olan bu öz güveni içimde ona beslediğim aşktan geliyordu sinir bozucu bir şekilde. Her ne kadar inkar etsem de ona aşıktım ve bunu ikimiz de biliyorduk. Bu uçağa o yüzden binmiştim, bencil bir adamın kollarına sığınmak için. "Sus ve beni rahat bırak." dedim şapkayı iyice gözlerimin önüne indirip onları yumdum. Belki zihnimi duymazdan gelirsem ondan kurtulurdum. Kurtulmak istiyor muydum emin bile değildim oysa.

Saatler sonra İspanya'daydım. Hiç bilmediğim bu ülkede, Valencia'nın merkezine inmiştim. Kitapta bahsedilen pastane bu şehirdeydi. Daisy'nin, Leo ile birlikte ilk adım attığı günden bir sonrakilere en sevdiği ayçörekleri orada yapılırdı. Valanci'a da ünlü bir pastaneydi ama kitabın geçtiği tarihi düşünürsem hala var olması yüz de ellilik bir ihtimaldi. Tam yeriyse kitapta açıkça yazmıyordu, elimde sadece bir isim varken ve İspanyolca bildiğim diller arasında yokken orayı bulmak fazla zordu. Koca şehir de tek başımaydım, zihnimde ki Sehun bile havaalanından beri ortalarda yoktu. Sanırım başarmıştım, ondan kurtulmuştum.

"Evet ne tarafa gidiyoruz?" Ben kendi kendimi kandırırken Sehun bir anda ortaya çıkıp, elimdeki telefona odaklandı. Navigasyonda adres ararken karşımda bir Sehun beklemediğim içinse irkilmiştim. İlk ortaya çıktığı an ki sweati yerini siyah bir tişört ve deri cekete bırakmıştı. Saçları ise her zamanki gibi dalgalıydı. Yakışıklı görünüyordu hem de çok fazla. Kısa bir an onu süzüp dudağımı ısırdım. "Senden kurtulduğumu sanmıştım." Dedim dikkatimi toparlayarak. Kollarını bağladığında tek kaşı havalandı.

"Burada olduğuma göre, bana ihtiyacın var." Omuz silkti ve sevimlice göz kırptı. Bu hallerini hiç istemesem de çok özlemiştim ama onun hayallerimden öteye gitmediğinin farkındaydım. Zihnimin oyunları fazla tehlikeliydi. "Üzerini değiştirmişsin?" Aslında bu benimle ilgiliydi, dikkatimi elimdeki yol tarifine vermeye çalıştım.

"Evet, yakışıklı olmuş muyum? Aslında bu hayalin daha hoşuma gitti Junnie ama üzülme o üzerinde ki kırmızı oduncu gömlekle en az benim kadar yakışıklı görünüyorsun." Keyifle söylediğinde sessiz kalmayı seçtim ve göz devirdim. O ise telefonuma baktı, başını kaldırıp etrafını süzdü. "İşte şu sokaktan gideceğiz." diye ekledi konuyu kapatıp ve önden önümden yürümeye başladı. "Hey beklesene." Bağırmamla peşinden koşuşturdum. Dışarıdan aptal gibi görünüyordum aslında ama sonu gerçek Sehun'a çıkacaksa razıydım.

Uzunca yürümemizin ardından büyükçe bir mekanın önünde durdu Sehun. Ben ise yorgunluktan ölecek gibi hissediyordum. Onu takip etmek yerine taksiye binebilirdim ama aklım sadece onu hayal etmeye yarıyordu sanırım. "İşte burası, Cafuné Pastane'si." Bakışlarını tabelaya sabitleyip büyükçe gülümsedi. Yanına yaklaşıp başımı kaldırdım ve tabelayı incelerdim. Sahiden buradaydı, yıllar geçmişti ama sapasağlam karşımdaydı.

"Sahiden hala burada, bulabileceğimizi düşünmemiştim." Hayranlıkla her ayrıntıyı inceledim karşı kaldırımda. Muazzam bir yoğunluk vardı pastanede, muhtemelen hala popülerdi ve o ay çöreklerinden satıyorlardı.

"Seni var olmayan bir yere göndermezdim. Ayrıca ağzını kapat, sinek kaçacak." Ağzımı kapatıp sırıttı. Bense burukça gülümsedim. Haklı değildi, Sehun beni yıllarca var olmayan hayallere esir etmişti. Birlikte kurduğumuz her hayal havada kalmıştı zamanında ama şimdi kurduğumuz hayallerden birindeydim, Cafuné Pastane'sinin tam önünde. Tek sorun o yanımda yoktu, birlikte geleceğimizin hayalleri kurulduğunda düşündüğüm hayali ile gelmek değildi.

"Hadi girelim." Hevesle kapıya yönlendi.

"Dur." diye bağırdığımda tüm bakışlar tekrar beni bulmuştu, bu durum normal insanlara tuhaf geliyordu dilimi bilmeselerde. Kendi kendime konuştuğumu bu kadar belli etmesem de olurdu. Hiç bozuntuya vermeden elimdeki telefonu kulağıma götürdüm. "Ne diyeceğimi, ne yapacağımı bile bilmiyorum." dedim, telefonla konuşuyor gibi yapmak mantıklıydı. Cebimden çıkarttığım kulaklığı telefona takıp devam ettim. Bu insanlar yanımdan gelip geçerken, en azından utancımı biraz daha görmezden gelmemi sağladı.

"Öylece girip, 'Merhaba ben Jun, beni Sehun gönderdi ama ne bulmam gerektiğini bilmiyorum. Hatta dilinizi bile bilmiyorum.' diyemem ya. Diyemem değil mi?" Sorarcasına ona baktım. Söylediklerim çokta umurunda değilmiş gibi görünüyordu. Omuz silkti her zaman ki gibi, gülümsemesi sayesinde tüm dişlerini sayabilirdim. "Bence diyebilirsin, sorun değil. Nasıl olsa seni anlamayacaklar, dillerini bilmiyorsun." dedi ve bir anda açılan kapıyla içeri daldı.

"Hayaliyle baş edemiyorum, gerçeğiyle nasıl edecektim acaba?" Alnıma bir tane vurup peşinden içeri daldım. Burnuma dolan çörek ve tarçın kokusuyla kendimi kısa bir an Daisy gibi hissettim. Bu kokunun huzur olduğunu yazmıştı kitapta, gerçekten öyleydi. İnsanın kalbini yumuşacık yapıyordu. Mekan kitapta bahsedildiği kadar sıcacıktı, ahşap ağırlıklı dekorları, sarı ışıklar ve duvarlarda yer etmiş güzelim çiçekler. Bir de hala her masanın bir aşkı vardı, bir ismi. Hayal ettiğimden biraz bile farklı değildi, o günlerden bugüne hala yepyeni duruyordu yerinde. Sadece çokça farklı anı biriktirmişti bu pastane."

"Evet ne yapıyoruz?" Sehun'un sorusuyla kitabın büyüsünden sıyrılıp etrafta göz gezdirdim. İçeri girerken nasıl iletişim kuracağımdan emin değildim ama Kore'den bura göç etmiş ve bu pastanede çalışan garsonlar gözüme iliştiğinde rahatladım, yalnız değildim. O an bakışlarımın bir anda sabitlendiği masayı ise tanıyordum.

"Şu masa, oraya oturmalıyız." Başımla işaret ettim. Neyse ki boştu ve bu benim içimi rahatlatmıştı. "Daisy ve Leo, buraya ilk geldiklerinde cam kenarı, köşede, Romeo ve Juliet'e oturmuşlardı." diye açıkladım hevesle, her masanın bir aşk hikayesi vardı dediğim gibi. Bu defa ondan önce ben hızla ilerledim ve masaya yerleştim. En sevdiğim kitabı yaşıyor gibi hissediyordum ve bu harika bir histi. Yıllar sonra gözlerim ilk kez ışıldıyordu. Masayı duvardan biraz uzaklaştırdığımda karşımda oturan hayali Sehun anlamazca beni izliyordu.

"Bakma öyle, Papatya'dan Mektuplar yaşanmış bir hikaye. Daisy ve Leo buraya ilk geldiklerinde duvara isimlerini kazımışlardı. Aşklarını gittikleri her yere bırakmak hevesindeydiler, ben de o aşkı arıyorum." Bu masanın ise iki aşkı vardı ASLINDA. Açıklamamın ardından duvarda kazılı isimleri buldum. Hala öylece durduğuna inanamıyordum. "Burada işte." Heyecanla söyledim ve isimleri okşadım. Kendimi hiç böylesine mutlu hissettiğimi hatırlamıyordum. Şu an tamda olmak istediğim yerdeymiş gibi hissediyordum.

"Rahatsız edeceğim ama bu masa tüm gün boyunca rezerve efendim. Sizi başka masaya alsam olur mu?" Duyduğum sesle tüm hayranlığımdan sıyrılıp tepemde duran garsona baktım. Bu masadan kalkmak istemiyordum, Sehun'un beni buraya göndermesinin sebebi bu masaydı.

"Ona burada oturmak istediğini söyle, buradan kalkamazsın." dedi Sehun. Daha doğrusu buradan kalkmak istemeyen zihnimdi bunu söyleyen. "Şey ben, gerçekten bu masada oturmalıyım." diye karşılık verdim kulaklığın tekini çıkarttığımda. Başımda dikilen garson şansıma dilimi biliyordu ve rahatça derdimi anlatabiliyordum. Sehun ise umutla baktı adama o görmese de.

"Üzgünüm ama özenle bu masa olduğu söylendi." Söylediğiyle parıldayan gözlerim sönmüştü. "Ama." dedim küçük bir şans. Burada kalmak istiyordum.

"Enrique!" Gayet şık ve bakımlı bir adam masaya doğru yaklaştı ben yalvarmaya devam ederken. Güneş gibi parlıyordu adeta. "Bu küçük bey zaten masanın sahibi Kim Junmyeon. Buradan sonra ben ilgilenirim, işine dönebilirsin." dedi ve garsonun sırtını sıvazladı şefkatle. Bense duyduğumla şaşkınca baktım. Benim miydi gerçekten?

"Peki Bay Kim, özür dilerim." Genç çalışan uzaklaştığında, kedi gözlü adam bana doğru döndü ve kocaman bir gülümseme sundu. Buranın patronu o olmalıydı. "Kusura bakma, kendisi burada yeni ve seni tanımıyor. Ben Minseok, buranın sahibiyim." dedi sevimlice. Aslında karşımda duran adamın bir bebek olduğuna yemin edebilirdim aslında ama kanıtlayamazdım. Fazla güzeldi ve teni oldukça pürüzsüzdü, büyük çekik gözleri ayrı bir hava katıyordu ona. Işıltısını tamamlayan spor, gri takımlarıyla ona hayran kalmak elde değildi.

"O seni tanıyor mu? Vay be, böyle mükemmel bir adam tarafından tanınıyorsun, kıskanmadım değil." Sehun şaşkınca ve alayla söyleyip dikkatle karşımdaki adamı süzdü ben ona aldırış etmezken. "Siz beni tanıyor musunuz?" Parmağımla kendimi işaret ettim. Hala şaşkındım, çünkü karşımdaki adamı daha önce gördüğümü hatırlamıyordum.

"Elbette, seni Sehun bu masayı ayırdığından beri bekliyorum." Düşünür gibi gözlerini kıstı. "Yaklaşık bir haftadır, sonunda o umursamaz serseri aşkına yenik düştü." dedi kahkaha atarak, mutlu görünüyordu. "Burada benden bahsettiğine yemin edebilirim." diye ekledi Sehun şaşkınca. En az onun kadar bende şaşkındım, çünkü haklıydı o serseri kesinlikle Sehun'du. Ayrıca aşk mı? Sehun mu? Asla!

"Sehun bana aşık falan değildi. Son sekiz yıldır adımı bile anmadığına eminim." dedim geçiştirerek, kaybolan bir adamın aşkı fazla inandırıcı gelmiyordu. Sehun ise düşünürcesine tavana baktı. Bana hak vermek ve vermemek arasında gidiyordu.

"İnan bana Jun, seni onun gözünden olacak kadar iyi biliyorum. Bu hayatta korumak istediği ve isminin her bir hecesini huzurla soluduğu tek kişi sensin. Eğer aynı Sehun'dan bahsediyorsak, bu değişmez bir gerçek." dedi kendinden emince. Bu sözleri beni utandırmıştı, yanaklarımın kızarmıştı, sanki alev yerleştirilmişçesine yanıyordu o an.

"Bu kadar emin konuşabildiğine göre, onu iyi tanıyorsun sanırım." dedim umursamaz görünmeye çalışarak. Son sekiz yıldır bir ben tanıyamamıştım bambaşka bir kadere yönelmiş Sehun'u. Bana bu şansı hiç bırakmadan çıkmıştı çünkü hayatımdan ve hiç bilmediğim insanların onu tanıyor olmasını kıskanıyordum ister istemez.

"Ah evet o bu pastanenin ayakta durmasının en büyük mimarlarından birisidir kendisi. Ayrıca ilk aşkımın da mimarı." diye karşılık verdi. Alayla güldüm söylediğiyle, bir tek kendi aşkına sahip çıkmamıştı aptal. Tam olarak bahsettiğim buydu işte. Benim haricimde herkesin hayatına dokunmayı seçmişti. "Harika bir insanmışım." dedi Sehun göz kırparak. Ben ise ona karşı göz devirip Minseok'a döndüm.

"İşte uzun zamandır beklediğimiz misafirimiz gelmiş." Genç, alımlı, esmer bir kadın masaya yaklaştı ve elini Minseok denen adamın omzuna yerleştirip kocaman gülümsedi. İspanyol olduğu açıktı ama bizim dilimizi biliyordu. Minseok'un bahsettiği ilk aşkın sahibi olmalıydı.

"İşte bizim serserinin kardeş gibi olduğu o güzellik, Bella benim eşim Jun. Bahsettiğim ilk aşkım." Kolunu kadının beline sarıp yanağına bir öpücük bıraktı. Oldukça sevimli görünüyorlardı. Kadının siyah elbisesi ise Minseok'un gri takımıyla uyumluydu. Mutlu, uyumlu bir çift oldukları her halinden belliydi.

"Taş gibi herif şimdi, bekar olması imkansızdı. Hoş bakınca kadında baya güzel, aferin Sehun mükemmel bir kombinasyon." dedi Sehun ikiliyi süzerken. Onu yine duymazdan geldim. "Memnun oldum." diyebildim gülümseyerek.

"Sehun'u gerçekten özledim." dedi kadın şefkatle, eşi ise gülümseyerek destekledi onu. Sehun'u gerçekten seviyor gibi görünüyordu. "Büyük babama ait bu yeri satmamam ve işletmem konusunda beni ikna eden oydu. Ayrıca Minseok ile tanışmamı sağladı. O olmasa çoktan burayı satıp gidecektim ve Min ile tanışamayacaktık." Minnettar sesi gülümsememe sebep olmuştu ama ikisinin de hala tepemde dikiliyor olmaları beni geriyordu.

"Hala ayaktasınız, oturun lütfen. Bu şekilde tuhaf hissediyorum." dedim karşımı işaret ederek. Bana göre tam işaret ettiğim yerde zihnimdeki Sehun oturuyordu ama onlara göreyse öyle bir çocuk hiç yoktu. Hayali Sehun'un kaşlarını çatışınıysa umursamadım o an.

"İşimize dönmeliyiz Jun." dedi Minseok gülümseyerek. "Sen ise yola çıkma cesaretinle ilk adımı geçtin ve gitmen gereken bir ev var." Gülümsemesi yüzünden silinmezken eşi bana küçük bir kutu uzattı. "Bunu Sehun bıraktı, senin için küçüğüm." dedi dalgalı saçlarını kulağının arkasına atarken. Usulca kutuyu aldım, Sehun'un bıraktığını söylediği saniyeden beri kelimeleri unutmuştum sanki.

"Şimdi sana o hep tatmak istediğin ay çöreklerinden göndereceğim ve tarçınlı çay. Sonra gitmen gereken yere bırakacağım seni." Minseok'un sözleriyle yüzüne baktım şaşkınca. Tatmak istediğim ay çöreklerini de mi biliyorlardı?

"Çocuğu bir gün de çok fazla şoka uğrattık sevgilim bence yalnız bırakmalıyız." Kadın gülerek kocasını öptü. "Sen Bay Sanches'i ara hemen geliyorum bebeğim." Minseok gülümseyerek söyledi ve eşinden ayrıldı, kadın bana bir selam verip işine geri döndü. "Eğer istediğin bir şey olursa söylemen yeter, seninle ilgileneceklerdir. Ben bir saat sonra gelip seni elindeki anahtarın ait olduğu eve götüreceğim. Şimdi gitmeliyim." Gülümseyip o da selam verdi ve gözden kayboldu. Anahtarı anlamazken önümdeki kutuyu açtım ve tüm sorularım bir anda cevap buldu. Bir anahtar vardı içinde ve küçük bir de not ilişmişti. Not Sehun'dandı.

Bu kutuyu aldığına göre, o evden kurtulup ilk adımı attın sevgilim. Bu sen hala benim tanıdığım papatyamsın demek. Seni ilk Minseok ve Bella karşılayacak, onları seveceğini düşünüyorum, fazla tatlı bir çift. Ah onları bir araya getiren bendim ve nikah şahitleri bendim, iyi yapmışım değil mi? Ayrıca onlara güvenebilirsin, sana iyi bakmak için bana söz verdiler. Bana çok kızgınsın biliyorum ama kavuştuğumuzda her şeyi anlatacağım. Sadece bana güvenmelisin papatya, yıllar önce olduğu gibi bana güven. Seni özledim papatya kokulum.

Kağıdı katlayıp tekrar kutuya koydum. Yazdıkları beni gülümsetse de, hüzünlendirmişti de. Gözlerim anında dolmuştu ne kadar istemesem de. Onu ben de çok özlemiştim, kızgındım, suratının ortasına yumruk atmak istiyordum beni bıraktığı için ama çok özlemiştim. "Aptal herif." diye söylendiğimde Sehun burukça gülümsedi. "Bence onu bulduğumuzda suratının ortasına bir yumruk atalım." dedi sevimlice. Söylediği ile kıkırdadım, aklımdan geçen de buydu zaten. Küçük Sehun ise aklımın bana küçük bir oyunuydu sadece.

Minseok tam da söylediği gibi bir saat sonra yanımdaydı, dakik bir adamdı ve söylediği gibi kendisini beklerken bana ay çöreği ile tarçınlı çay bile göndermişti. Sehun'un notunda yazdığı gibi onları sevmiştim ve isteği üzerine bana iyi bakıyorlardı ama düşününce onları kıskanıyordum. Ben sekiz yıldır onun yüzüne, sesine, sanki bu dünyadan olmayışına kanıt bakışlarına hasretken, onlar sadece bir hafta önce iletişimdeydiler. Belki de Minseok yanımdan ayrıldığı gibi onu aramıştı ve geldiğimi söylemişti. Kim bilir belki de Sehun kendisi aramıştı ve teyit etmek istemişti gelişimi. Bense sadece emin olmadığım tonla tahmin ve elimde nereyi açtığını pek bilmediğim bir anahtar ile Minseok'un arabasında sessizce yerimi almıştım. Hayali Sehun'um ondan habersiz arka koltuğa yayılmış dışarıyı izliyordu, gerçeğinin aksine beni asla yalnız bırakmıyordu.

"Bu kadar sessiz olmanı beklemiyordum, açıkçası Sehun senden çok bahsetti. Sürekli bir şeyler anlatmayı çok severmişsin." dedi Minseok bir ara sokağa girerken. Beni mi anlatmıştı? Komik, herkese anlatmasındansa yanımda olmasını tercih ederdim, eğer bana bir seçim hakkı sunmuş olsaydı.

"Severdim, sekiz yıl önceye kadar. Sonra birilerine bir şeyler anlatamayacak kadar yalnız olduğumu fark ettim." Söylediğim ile burukça gülümsedim. Öyleydim, yalnızdım. Sehun yokluğunda yeni arkadaşlar edinmişken ben var olan herkesten bir bir uzaklaşmıştım. Sehun'un arka koltuktaki acıma dolu bakışları, zihnimin bile bana acıdığını gösteriyordu ve bu kalp kırıcıydı.

"Yalnız değildin, hiç olmadın." dedi Minseok hafif buruk bir gülümsemeyle. Benden çok şey biliyordu." O hep seninleydi Jun, sadece yanına gelemeyecek kadar korkuyordu." Işıkta durduğunda bana doğru döndü ve gözlerime baktı kanıtlamak iatercesine. Söylediklerini anlamıyordum. Neden korkuyordu? "Benimle mi?" Alayla söyledim bakışlarımı uzaklaştırıp.

"Ne sanıyordun? Sekiz yıl boyunca senden vazgeçti ve bir anda ortaya çıkmaya mı karar verdi?" Araba tekrar hareket ettiğinde sertçe koltuğa yaslandım. "Seni asla bırakmam papatya, söz verdim." dedi Sehun tüm dikkatini bize vererek ama onu yine duymazdan geldim. Bu saçmalıktı, Sehun sözlerini tutmamıştı, asıl yalancı olan oydu.

"Bu konuyu konuşmak istemiyorum Minseok, o bir yalancı." Alayla hıhladım. Ona olan birikmiş aşkımın aksine oldukça umursamaz davranmaya çalışıyordum. "O sadece seni korumak istiyor, o bu hayatta yalnızca seni seviyor. Buna Bella'ya olan aşkım kadar eminim, onun yerinde ben olmuş olsaydım, aynısını yapardım. Sadece Bella için." dedi ve arabayı depoya benzeyen bir binanın önünde durdurdu. Söyledikleriyle içim daha çok kavruldu, onu benden daha iyi tanıyormuş gibi konuşuyordu ve bu canımı yakıyordu. Başka bir şey söylemeden arabadan indi, bense hemen ardından indim.

"İşte o elindeki anahtar buraya ait. Burası Sehun'un İspanya'da yaşadığı süre boyunca kaldığı ev." Başıyla işaret etti. Tuğla tasarımı oldukça hoştu, tamda Sehun'un zevklerine yaraşır bir depoydu. Minseok yanıma yaklaşıp elime bir kağıt tutuşturdu. "Bu numaram, ne zaman istersen arayabilirsin, yardımına koşacağım. Eminim yeni rotan seni içeride bekliyordur." dedi ve az önceki haline göre daha güler yüzle yaklaştı. Arabada başlayan gergin konuşmamız o an tuzla buz oldu. Şaşkınca etrafıma bakındım, ıssız bir mahalleydi, sonra tekrar ona döndüm.

"Yeni rotam?" Gülüşümün arasında söyledim. "Yeni rotamız." Heyecanla ekledi Sehun. Minseok ise tek kelime etmeden arabasının kapısını açtı. "Bak aşk bu dünyadaki en güçlü şey ve bazen o saf aşkı korumak için gitmen gerekir. O an ise kavuşmak için geri sayımı başlatır kalp ve inan bana bunca yıl Sehun'un papatyaları hep seviyor çıktı Kim Junmyeon, tıpkı seninkilerinde çıktığı gibi." Minseok arabasına binip gözden kaybolduğunda son sözleri bunlar olmuştu ve geride papatyaların seviyor zehrini bırakmıştı o an kalbimde.

Minseok'un gidişinin ardından derin bir nefes alıp, bir cesaretle eve girdim. Oldukça düzenliydi. Kapıdan girdiğim gibi ciğerlerime buram buram papatya kokusu dolmuştu, benim papatyalarımsa hep Sehun kokardı. Ev pek büyük değildi, dediğim gibi depoydu aslında. Bir tanesi asma olmak üzere iki kattan oluşuyordu. Aşağı katı salon ve Amerikan mutfaktan oluşuyordu. Siyah ve beyaz tonlarının ağırlıkta olduğu geniş bir alandı, taştan duvarda Sehun'un çizimlerine ait tablolar asılıydı. Burada onunla yaşayabilme fikri kısa bir an zihnimi doldurduğunda gözlerim doldu. Böyle bir şansım olmamıştı, işte bu tam olarak hikayemizin acıklı kısmıydı.

"Vuahhh.. Ne zevkliymişim be." Küçük Sehun hevesle etrafı inceleyip kendisini deri koltuğa attı. Benim aksime oldukça mutlu görünüyordu, çaktırmadan gözlerimi temizledim ve asma kata yöneldim o yayılırken sessizce. Her adımı çıktığımda, papatya kokusu artıyor ve boğazım biraz daha düğümleniyordu. Bu odada uyumuştu, belki bir başına belki de tanımadığım bedenlerle. Kata varıp etrafı incelediğimde dikkatimi çeken ilk şey kavanozdaki solmuş papatyalar, birlikte çekildiğimiz resimlerden birisi ve aralarında kalan zarftı. İşte yeni rotam tam karşımdaydı. Yatağa oturup zarfı açtım, bulduğum ilk zarftan bir farkı yoktu üzerinde yazanların. İçinde yine bir adet papatya vardı ve tazeydi, bu zarfın yeni olduğunun göstergesiydi, benden önce buraya gelmişti. İçinde yine bir not vardı, hemen çıkarttım ve o inci tanelerine ilişti gözüm.

Aslında her şey gözlerinin önünde papatya, sadece seni kör etmelerine izin verdin. Görmesen de Papatyadan bir mektup kadar yakınım sana.

Bu defa farklı olarak kitaptan herhangi bir sayfa numarası yoktu ve ben anlamıyordum. Ne söylemek istediğini düşünürken yanaklarımı şişirip patlattım, yerimden kalktım ve tam gözümün önünde duran resim ile gülümsedim. Papatya'dan mektuplar kitabının kapağı büyütülmüş ve çerçeveleyle duvara asılmıştı. Camında ise nottaki aynı inci harflerle, "Leo İtalya'da Lions barda kör kütük sarhoşken Daisy olmadan asla yaşayamayacağını fark etti." Yazan yazıyı fısıldadım. Çerçevenin köşesine ise bir uçak bileti yerleştirilmişti yarın öğleden sonra için. Yeni rotam İtalya gibi görünüyordu o an.

"Hey! Yukarda iyi misin papatya?" Sehun'umun sesini duymamla hipnotizemden kurtulup aşağıya indim tekrar. Gözlerim boydan boya kitaplık olan dolaba iliştiğinde hayali Sehun tam da dizilmiş tonla plağın önünde duruyordu. "İyiyim, yani sanırım." dedim gülümseyerek ve yanına doğru ilerleyip rafı karıştırdım. Hepsi benim dinlemeyi sevdiğim şarkılardı ve biriktirmek istediğim ilk seri plaklardı. Bu koleksiyonları bulmak ise çok zordu, ben yıllarca bulamamıştım ama şimdi elimin altındaydı.

"Bunlar ilk seriler, en sevdiklerin." Sehun'un çocukça neşesiyle gülümsedim. "Bana onları bir gün bulacağına söz vermişti, bulmuş." dedim fısıltıyla ve alt dudağımı dişledim. Yanımda yoktu ama bu defa sözünü tutmuştu yokluğunda. İnkar etsemde beni o evden kurtarma sözünü de tutmuştu. Söylediğimle Sehun'un gözleri parladı ve plaklardan birisini seçip gramofona takmamı bekledi. Bu şarkı Sehun'un ile ilk dans ettiğim o güne ait bir hatıraydı kalbimde. Bu anıyla uzaklara dalmışken derince iç çektim.

"Yarın İtalya'ya gidiyoruz." dedim hayali Sehun'um aşkla parçayı dinlerken. Bir anda şaşkınca bana döndü ve gülümsedi. "İtalya mı? Oraya hep seninle gitmek istemiştim, yaşasın." Çocukça el çırptı. Benden daha heyecanlı görünüyordu ama zaten o aslında bendim. Zihnim ve kalbim hala çok bulanıktı ama benim papatyalarım hala Sehun kokuyor ve her seferinde seviyor çıkıyordu.

❀❀❀

Junmyeon ailesinin yokluğunu fırsat bilip Sehun ile sahile kaçmıştı birkaç saatliğine. Sevdiği çocuğun elini sıkıca tutmuş, o çok sevdiği deniz havasını ve papatya kokusunu soluyarak yürüyüş yapıyorlardı. Her ne kadar sonsuza kadar Sehun ile kalmak istese de eve geri dönmek zorundaydı. Babası ve annesi zaten Sehun ile olan ilişkisinden pek hoşlanmıyordu, eğer döndüklerinde evde olmazsa Sehun ile buluşmaları iyice tehlikeye girecekti. Daha on sekizine girmesine üç yıl vardı, kendi özgürlüğünü kazanana kadar onların kurallarına saygı gösteriyormuş gibi görünmek zorundaydı Junmyeon. Daldığı manzaradan sıyrılıp başını sesi çıkmayan sevgilisine çevirdi o an. Sehun hayranlıkla manzarayı değil kendisini izliyordu, bakışlarıyla dudağını dişledi Junmyeon.

"Neden bana öyle bakıyorsun?" dedi küçük bakışlarını denize doğru kaçırarak. Sehun sessizce kendisini izlediği zamanlarda fazlaca utanıyordu. " Papatyalar geceleri daha güzel oluyormuş, emin olmak istedim." Sehun'un karşılığı ile daha fazla utandı Junmyeon. Bir anda tekrar ona döndü söylediğiyle, onun tarafından böyle sevilmek tarif edilemez bir duyguydu. Junmyeon bazen aynı sevgiyi ona sunamayacağından korkuyordu.

"Yapma işte şunu." Junmyeon bir anda durup, elini kurtarıp yüzünü sakladı. Yanaklarının kızardığını görmesini istemiyordu. "Ama bu haksızlık, yüzünü öylece kapatıp en güzel manzaramdan beni mahrum bırakamazsın." Sehun gülerek ellerini tuttu ve yüzünü açtı. "Yanaklarının kızarmasını seviyorum." Diye ekledi. Gerçekten belki de en sevdiği şeylerden birsi buydu. Çoğu zaman rüyalarına bile girerdi hatta.

"Bebek gibi görünüyorum." Junmyeon dudaklarını büzerek söylediğinde Sehun güldü ve büzdüğü dudaklarına minik bir öpücük bıraktı. "Evet, benim bebeğim." dedi ve tekrar öptü, bu defa ki daha derindi. Onun dudaklarına bağımlı gibi hissediyordu, sevgilisinden aldığı karşılıkla etraflarından geçen diğer insanları umursamadı. Aşklarına eşlik bir sokak sanatçısının sesi bir anda kulaklarına doldu onlar için çaldığı açıktı. Sehun'un zihninden geçen her kelimeyi sözlere döken bir parça süzülüyordu dilinden, FINNEAS – Angel.

Geri çekilip Junmyeon'un önünde reverans yaptı ve elini ona doğru uzattı. "Dans et benimle papatya." Sevgilisi ne yaptığını anlamaya çalışırken fısıldadı. Junmyeon güneş misali gülümsemesiyle Sehun'un elini tuttu ve bir anda onun göğsüne doğru çekildi. Belinde hissettiği dokunuş ile elini Sehun'un omzundan ensesine doğru çıkarttı, kenetlenen elleri çoktan şarkının ritmine kapılmıştı. Sehun iyice sevgilisine yaklaştı alnını alnına yasladı ve gözlerini yumup gülümsedi. "Sen bir meleksin, kılık değiştirmiş bir melek. Sen bir meleksin, benim gözümde. Benim misin?" Şarkının sözlerini mırıldandı ve ekledi. "İşte sonsuza kadar yaşlanmak istediğim yer, papatyamın kolları.." Tekrar açtı yumduğu gözlerini açtı.

"Abartma, bir gün sıkılırsın." Güldü Junmyeon. Herkes sıkılırdı, annesinin ve babasının birbirlerinden sıkıldığına ve evliliklerinin sadece görüntü olduğuna zamanla şahit olmuştu. Sehun ile böyle olmasını hiç istemese bu sondan çok korkuyordu, bir gün onu kaybedecek olma düşüncesi kül ediyordu kalbini. "Aksine seninle evlenmeyi ve gözlerimi son kez yumana kadar seninle kalmayı planlıyorum." dedi ve kısa bir öpücük bıraktı dudaklarına. Junmyeon kahkaha attığında onu kendisine daha çok çekti. "Mesela ömrümün sonuna kadar bu kahkahayı duyacak olmak, hayata dair tek umudum." diye eklediğinde Junmyeon tekrar güldü.

"Peki Bay Oh, benimle evlenmek için ne gibi vaatlerde bulunacaksınız? Biliyorsunuz ben zor bir aşığım." dedi Junmyeon meydan okurcasına, dudaklarına doğru. "Hmm.. bir düşünelim." Düşünür gibi yapıp gülümsedi Sehun. Dansın ve müziğin ritmi tüm ruhlarını sarmış, hatta sarhoş etmişti. "İspanya'ya gideceğiz, birlikte. Cafuné Pastane'sinde Romeo ve Juliet'e oturup orayı kapatana kadar sana olan aşkımı anlatacağım." Junmyeon'un en sevdiği kitaptan replik çalıyordu ama bu ona göre şirindi. Güldü Junmyeon söylediklerine. Kitap okumayı çok sevmeyen Sehun o kitabın her kelimesini Junmyeon için ezbere biliyordu. "İtalya'ya gidip, Lions barda kör kütük sarhoş olacağız ve ben senin o masum haline bir kez daha aşık olacağım." dediğinde bu defa kahkahaları karşılıklıydı.

"Bunlar yetmez başka?" Eğlenircesine söyledi Junmyeon ve kıkırdadı. "Almanya'da çift dövmeleri yaptırırız." dedi Sehun anında. Kitaptaki sırayla ilerliyordu. Junmyeon ise mızmızlanırcasına kaşlarını çattı ve yüzünü Sehun'un omzuna gömdü. "Avv.. ama bu çok klişe. Kitapta bile yok." dedi. Sehun ise güldü. "Ne yapayım? Almanya'da ne yaptıklarını hatırlamıyorum." Aynı anda kahkaha attıklarında, eğilip Junmyeon'un saçlarını öptü.

"Kötü bir okuyucusun." dedi Junmyeon başını kaldırıp, gözlerine baktı. "Çok aşığım yetmez mi papatya?" Bir anda ciddileşip söyledi, gözlerini bir saniye Junmyeon'un gözlerinden ayırmadı. "Yeter, her zaman yanımda olduğun sürece yeter." Dudaklarını Sehun'un dudaklarıyla birleştirdi kısa süre. "Söz veriyorum papatya kokulum, ben hep yanında olacağım, uzaklardayken bile." Son sözleriyle Junmyeon kollarını sevgilisin boynuna dolayıp sıkıca sarıldı ve kulağının hemen ardına bir öpücük kondurdu. Bu kelimelerin yetmediği kadar çok seviyorum seni demekti papatya dilinde.

❀❀❀

Sabahın ilk ışıklarıyla kardeşime her adımının raporunu vermiş olsam da huzurla uyanmıştım. Bütün geceyi onun yatağında, ona ait papatya kokusuyla geçirmek ruhumu dinlendirmişti sanki. Sehun'u ve onunla uyumayı çok özlemiştim her ne kadar kırgın olsam da. Şimdi havaalanında İtalya uçağına ilerlerken bu sabahın son sekiz yılın en iyi sabahı olduğunu düşünüyordum ve yine en güzel anımın kahramanı Sehun'du. O hayatımdaki en güzel anların hep kahramanıydı ne kadar inkar etmek istesem de. Sehun hayatımın en güzel anılarında saklanmıştı yıllarca, yokluğunda bile devam ediyordu buna.

"Seninle tanışabildiğim için mutluyum Jun, umarım bir gün o serseriyle düşer yolunuz buralara." dedi Minseok tüm samimiyetiyle. Israrla beni havaalanına kadar bırakmıştı, şimdiyse veda vaktiydi.

"Ben de sizin gibi insanlarla tanıştığım için mutluyum ama bu söylediğin için önce onu bulmam gerekiyor sanırım." Söylediğimle burukça gülümsedim. Sehun saklambaç oyununda gayet başarılıydı ve ben genelde çabuk pes eden bir insandım.

"Onu bulmak için buradasın değil mi? Pes etme Junmyeon, inan bana tüm yolların ona çıkacak." Minseok içtenlikle tekrar gülümsediğinde, ona karşılık verdim. Bu defaki gülümsemem hiçte buruk değildi. Sehun'un da söylediği gibi onları sevmiştim. Uçak anonsunun ardından Minseok ile sarıldım. "Her şey için teşekkür ederim Minseok, umarım tekrar karşılaşırız." dedim.

"Karşılaşacağımıza eminim, iyi yolculuklar Junmyeon." Ben ilerlerken ardımdan el sallamış ve gözden kaybolmuştu. Onun gidişiyle hayali Sehun ise beni yine yalnız bırakmamıştı. "İşte yeni bir maceraya başlıyoruz." Bir anda belirip heyecanla söylediğinde, sessiz kalmayı seçip sadece gülümsedim. Bu defa kiminle tanışacağımı ya da nasıl bir anı edineceğimi çok merak ediyordum. Yeni hedefim, Daisy ve Leo'nun gecenin sarhoşluğunda birbirlerine tekrar tekrar aşık oldukları o barı bulmaktı.

Saatler sonra İtalya'daydık. Yine uzun bir yolculuk geçirmiş ve yorgun hissediyordum. Aslında günlerimin yollarda geçecek olmasını kabullenmiştim artık. Sehun beni götüreceğini söylediği her şehre peşinden sürüklüyordu beni, tek sorunsa peşinden sürüklendiğim ilk aşkımın nerede olduğuna dair pek bir fikrim yoktu.

"Evet nereden gidiyoruz?" diye sordu bir anda oturduğum çeşmede yanımda beliren Sehun. Böyle ani çıkışları beni ürkütüyordu ama engel olamıyordum. "Şöyle birden ortaya çıkmalarını keser misin?" Sinirle söylediğimde sadece omuz silkti. Hayalimin bile pek umurunda gözükmüyordum. Önemsiz biriydim ve bulacağımdan bile şu sıralar şüpheli olduğum bir adamın peşindeydim. Delirmiştim, beni kim umursardı ki?

"Bu benim suçummuş gibi konuşma, sen ne zaman istersen o zaman geliyorum." Güldü hayali Sehun alayla. "Bahanen de hemen hazır." Göz devirdim. Bu durumlar için kulaklığım yine kulağımdaydı. Delirdiğimin farkındaydım ama buna kimse dışardan şahit olsun istemiyordum.

"Bahane? Hayır sadece gerçekler, senin aksine yıllarca bahanelere ihtiyaç duymadım." Bu defa zafer kazandığına emince sırıttı. Ben ise alayla göz devirdim ve hıhladım. "Gitmek için bir bahanen yoktu yani? Öylece, ardındakini düşünmeden istedin ve gittin?" dedim sinirle. Kimden çıkartıyordum yalnızlığımın acısını? Hayalimden mi? Saçmalık.

"Yalnızlığının sorumlusu ben değilim papatya. Bu peşinden gittiğimiz adamı bulduğunda sorman gereken bir soru. Şey tabii bulabilirsen." Umursamazca çevresine bakındı hayali Sehun, kalabalığın arasında gezindi gözleri. Söylediği ile gözlerim doldu, hayali bile acımasızdı ama haklıydı. Oh Sehun benim yalnızlığımın, çöküşümün sebebiydi ama yine de peşinden gidiyordum. Sonunda bir damla yaş süzüldü gözümden tutamadığım. "Hey, ağlaman için söylememiştim." dedi Sehun telaşla. Gözleri kocaman açılmış kıvırcık saçlarını karıştırıyordu. Bu hali sevimli ve özlem doluydu benim için.

"Aslında haklısın, yani emin olmadığım bir adamın peşinden gidiyorum. Bu çaresiz ve aptalca." İkinci yaşta süzüldü sonunda tüm derdimi akıtırcasına. Çevremde yürüyen insanlara göz gezdirdim. Kim yapardı böyle bir şeyi? Cevabım her seferinde kimseye çıkıyordu.

"Hayır, sadece aşıkça. Öyle bakınma etrafına, aşık olmayan kimse bunu yapmaz ve aslında çok şey kaybediyorlar." Omuz silkti insanlara bakarken. Yanağımdan süzülen yaşı silip anlamazca baktım ona.

"Yani aşk güzeldir, yeniden diriliştir aslında. İnsan aşık olunca kendini yeniden doğmuş hisseder bence." dediğinde sadece güldüm. Hayali Sehun bana döndü ve gözlerime baktı dikkatle. "Şu haline baksana, asla yapmayacağın şeyler yapıyorsun. Ailene karşı durdun yıllar sonra, bir cesaretle dünyayı geziyoruz. Bunların hepsi Sehun sayesinde, aşk sayesinde sen yeniden doğdun Kim Junmyeon." Hevesle tamamladı sözlerini. Hayalimin ikna kabiliyeti oldukça yüksekti. Bu bana birisini hatırlatıyordu.

"Sehun gibi konuşuyorsun, senin ben olman gerekiyor. Hayallerim bile sonunda gerçekten o oldu." Kendi söylediğime güldüm. Alaylıydı gülüşüm ama o aldırış etmedi. "Senin hayallerin zaten hep oydu. Ayrıca ben Sehun'um değil mi? Tabii ki öyle konuşacağım." Sehun'da güldüğünde ayaklandı. "Hadi tembellik ediyorsun hala, bulmamız ve suratına yumruk atmamız gereken bir adam var." Hemen ardından sanki o yolu biliyormuşçasına hareketlendim ve sorgusuzca takip ettim, bence yolu biliyordu.

Lions Bar çokta uzak değildi ya da kimi kandırıyorum, uzaktı ve neden yürüdüğümü bile bilmiyordum. İtalyanca bilmiyordum ve taksicilerle anlaşmak fazla zordu. Belki de bu yüzden yürümüştüm, belki de şehrin sokaklarını keşfetmek için. Sonuç olarak yorgundum, ayrıca acıkmıştım da.

"İşte geldik, dışarıdan harika görünüyor. İçeriden yansıyan ışıklara baksana." Hayali Sehun heyecanla söylemişti. Ben ise en az onun kadar heyecanlıydım ama belli etmemeye çalışıyordum. İçimde bir umut asıl Sehunu burada bulacağımı söylüyordu ama gördüğümde ne yapmam gerektiğine emin bile değildim.

"Hadi girelim." dedim ve içeri doğru ilerledim. Yüksek bir müzik vardı, içeri kalabalık sayılırdı ve herkesin kıyafetleri bir tuhaftı. Kimse bu zamanlara ait gibi görünmüyordu, daha çok Daisy ve Leo'nun yaşadığı 70'lere aitlerdi. Sadece bir an yanlış yerde olduğumu düşündüm, ta ki o çığlığı duyana kadar.

"Aaaa.. Junmyeon sonunda geldin." Bana doğru hızla yaklaşan adamsa oldukça tuhaf görünüyordu. Üzerinde ki parlak vatkalı gömleği, dar İspanyol paça pantolonu, beyaz saçlarında ara ara örgüleri ile tam olarak 70'lere aitti. Ayrıca beni çok iyi tanıdığı açıktı.

"Sen..." Bir anda sözlerim kesildi. "Geç kaldın ama parti çoktan başladı. Benimle gel, şu buraya ait olmayan kıyafetlerinden kurtulalım." Ben daha kim olduğunu soramadan beni kolumdan çekiştirerek bar kısmının ardındaki kapıdan içeri sürükledi. Kulis gibi bir yere benziyordu geldiğimiz yer.

"Sen kimsin ve beni nereden tanıyorsun?" diye sordum kolumu bıraktığında. Hayali Sehun ise kendisini koltuklardan birisine atmış beni ve tuhaf adamı izliyordu.

"Ah kendimi tanıştırmayı unuttum, çok dalgınım." dedi ve kıkırdadığında elini uzattı. "Ben Baekhyun, Sehun'un eski bir arkadaşıyım, bu yüzden tanıyorum seni." Makyaj masasına ilerleyip çekmeceden bir şeyler çıkarttı. Nasıl bir arkadaşlardı? Benim kafam ise bu soruda takılı kalmıştı. "Nasıl bir arkadaş?" diye sorduğumda Sehun kıkırdadı. "Kıskanç." Fısıldadı ama onu pek umursamadım. Karşımdaki adamdan bir cevap bekliyordum.

"Hey orada dur! Tamam ima ettiğin şeyi çok isterdim, Sehun'un harika bir kalbi var ama gözü senden başkasını asla görmedi Jun." Neşeyle omuz silkti. İçten, sevimli bir hali vardı ve söyledikleri beni utandırmıştı. Sahiden hep beni mi düşünmüştü?

"O yüzden bırakıp gitti." diye geçiştirdim yutkunduğumda. Sehun ise oturduğu yerden göz devirdi. "Al işte yine ağzımızın tadı kaçtı." dedi alayla. Söylediği ile iç dudağımı ısırıp görmezden geldim. Baekhyun dudaklarımdan bir anda çıkan cümleyle uğraştığı şeyleri bırakıp bana döndü ve gülümsedi. "Sana daha güzel bir hayat sunabilmek için." dedi. Mimikleri oldukça güven vericiydi ama olmasın istiyordum. Sehun'u çabuk affetmeme sebep oluyordu her iyi kalpli arkadaşı.

"Eminim öyledir."

"Ona kavuştuğunda inanacaksın, şimdi parti zamanı. Şunları giy hadi, daha makyajını yapacağım." Duvarda asılı kıyafeti işaret etti. Siyah beyaz, dikine çizgili bir gömlek ve siyah, İspanyol bir pantolon vardı. "Ayrıca ben bu mekanın sahibiyim o partide olmalıyım. Acele et Junmyeon." diye ekledi heyecanla. Bir yandan da kendi suratını pudralıyordu.

Onları asla giymeyeceğim dediğimin üzerinden sadece saniyeler geçmişti ve giyinmiş, makyajlı, saçlı hazır haldeydim. Nasıl yaptı bilmesem de sinsi bir ikna kabiliyeti vardı Baekhyun'un. Sehun'da böyleydi zaten, beni sinsice kendisine aşık olmaya ikna etmiş ve ortadan kaybolmuştu. Şaşırmamıştım arkadaşları da ona benziyordu. Mekan kalabalık ve çok gürültülüydü, kimsenin kimseyi duymadığına yemin edebilirdim o an ama ben hayali Sehun'u duyuyordum.

"Gerçekten bana babanın 70'ler tarzını mı uygun gördün?" dedi alayla üzerindeki parlak gömleği tiksinerek tutarken. Sözleriyle kahkaha attım. "Elimizde bu var, üzgünüm yakışıklı." Dedim gülmeye devam ederken. "Kiminle konuşuyorsun?" Baekhyun elinde shotları önümdeki bar masasına koyup, araya girdiğinde gülüşüm soldu. "Hiç kimseyle." Ona tabii ki hayali Sehun'um varlığından bahsetmeyecektim. Yanımdaki koltuğa yerleşip, bardaklardan birsini bana uzattı.

"İç bakalım, bugün ayık kalmak yok Kim Junmyeon." Elime tutuşturduğu bardağı kendisininkiyle tokuşturdu ve bir anda tepesine dikti. Hayali Sehun ve ben şaşkınlıkla hızına baktık. "Sen alkol kullanmazsın." dedi Sehun hala Baekhyun'u süzerken. Kuruyan dudaklarımı yaladım. "Şey, aslında alkol almıyorum Baekhyun. Çabuk sarhoş olan bir yapım var, sana eşlik edemeyeceğim üzgünüm." Tam bardağı bırakacakken kolumu tuttu.

"Yeni zarfı istiyor musun? O zaman iç, sarhoş olmalısın." Sorusunu cevaplamamı bekledi. "Sahiden Sehun sarhoş olmamı mı istiyor?" Şaşkınlıkla sordum. Baekhyun olumlu anlamda başını salladı. Önce yüzüne, daha sonra bardağa baktım. Derin bir nefes aldım. "Hayır papatya, ben bile söylemiş olsam da, yap..." Sehun cümlesini bitiremeden ilk bardağı tepeme diktim. "Yapma." diye bitirdi cümlesini ama artık çok geçti. Ağızımdaki iğrenç tat ile suratım buruştu. Sehun'un bunu istemiş olmasını aklım almıyordu. Genelde çabuk sarhoş olduğum için bana hep engel olmuştu bunca yıl. Ciğerlerim yanmaya başladığında öksürdüm.

"İşte bu, şerefe Junmyeon." Neşeyle ikinci bardağı uzattı Baekhyun. Bu bir süre böyle devam etti, artık zihnimi pek hissetmiyordum. İkinci, üçüncü bardakta zaten sarhoş olan ben, şimdi kaç bardak tepeme diktiğimi bile hatırlamıyordum. O an her şey bulanıktı, hayali Sehun kayıptı. En son bana daha fazla içmemem gerektiğini söylemiş ve kaybolmuştu, zihnimi ona bile odaklayamıyordum. Partinin seyri değişmişti herkes için, insanlar kendilerini sahneye atıp şarkılar söylüyordu. Bense gözlerimi zar zor açık tutmaya çalışarak onları izliyordum. Aslında açıklardı, sadece alkol almayan Junmyeon için gece bitmişti. Şu anki Junmyeon'un iki saat öncekiyle hiçbir alakası yoktu.

"Hadi Jun, sıra sende." Baekhyun hevesle söyledi. Ne söylemek istediğini anlamaya çalışarak baktım suratına, bomboştum. "Sesini çok güzel olduğunu biliyorum. Hadi sende sahneye çıkmalısın." Baekhyun beni sahneye doğru ittiğinde sendeledim. Söylediğiyle kahkaha attım.

"K-kafayı mı yedin sen? B-böyle bir şeyi yapmayacağım." Cümleyi zar zor kurmuştum, o an yüzüm alev almışçasına yanıyordu. Fazla sıcaklamıştım ve başım ağrıyordu, sesler ise kulağımı tırmalıyordu. "Zarfı istiyor musun? O zaman sahneye." Omuz silkti Baekhyun.

"B-bir saniye... sarhoş olman.." Cümlemi tamamlayamadım. O ise karşımda sırıtıyordu. "Immm sarhoş olman, küçük bir cesaret desteğiydi sadece bebeğim." Cilveyle göz kırptığında kaşlarımı çattım. "Sen bir şeytansın." dedim işaret parmağımı göğsüne vurup.

"Teşekkür ederim, herkes böyle söyler. En başta da o Chanyeol hödüğü. Her neyse konu bu değil, sahne senin." dedi ve beni iterek sahneye çıkarttı. Tüm gözler üzerimdeyken kitlenip kalmıştım. Tamam sahnede olmak tutkularımdan birisiydi ama bunu yapmaya hiç cesaretim olmamıştı. Şu an ise öyle kalmasını yeğlerdim, Sehun'dan nefret ediyordum. Hayali Sehun'a ihtiyaç duyduğum o dakikalardaydım. Tam o sırada bar kısmında eski yerimde oturan hayali Sehun'umu buldu gözlerim. Beni izliyor ve cesaret verircesine gülümsüyordu, dudakları yapabilirsin der gibiydi ama farklı görünüyordu. Saçlarının rengi turuncu gibiydi, ona çok yakışmıştı ama neden birden böyle belirdiğini anlamamıştım. Babamın kıyafetlerini de değiştirmişti, daha yakışıklı görünüyordu. Hoş fazla sarhoştum, onu böyle farklı hayal etmem gayet normaldi. Sonunda tüm bakışlardan sıyrılıp, hayalimin bakışlarından aldığım cesaretle, başlayan melodiye ve karşımdaki ekranda beliren Lovefool şarkısının sözlerine kapıldım.

I can't care 'bout anything but you...

(Senden başka bir şey düşünemiyorum)

Lately I have desperately pondered,

(Son zamanlarda umutsuzca düşünüyorum)

Spent my nights awake and I wonder

(Gecelerimi uykusuz geçiririyorum ve merak ediyorum)

What I could do have done in another way

(Başka ne yapabilirdim diye)

To make you stay

(Kalmanı sağlamak için)

Reason will not lead to solution

(Sebep sonuca ulaştırmayacak)

I will end up lost in confusion

(Kafam karışmış bir şekilde son bulacağım)

I don't care if you really care

(Gerçekten umursayıp umursamadığın umrumda değil)

As long as you don't go

(Gitmediğin sürece)

Şarkının bitiminde bardaki herkes beni alkışlıyor, ıslıklar çalıyordu. Bu beni heyecanlandırmıştı, hem de çok fazla. Hayatım boyunca ailemin istediği şeyler için sesimi geri plana atmıştım. Şimdiyse hiç cesaretim yokken tonla insana sunmuştum ve beğenmişlerdi. Sehun'un peşine takıldığımdan beri mutlu hissediyordum ama kalbimde bir yerlerde hala ona çok kızgındım. Tebriklerin arasında sahneden inip yerime ilerledim ve tabureye iliştim. Hayali Sehun'um hala oradaydı. Gözlerim onunkilerle buluştu.

"Sesini bunca yıl saklaman aptallıktı, seni bir gün sahneye çıkartacağımı söylemiştim." dedi içkisini yudumlarken. Gülümsüyordu ve bu gün batımı kadar güzeldi. "Sehun'da hep böyle söylerdi, yine ona benzedin." Söylediğimle güldüm ve dik tutamadığım başımı çenemden destekledim. O ise kaşlarını çattı neden olduğunu anlamasam da.

"Kim olduğumu sanıyorsun?" Alaylı ve kızmış ses tonunu algılayamacak kadar sarhoş olsam da, öyle keskindi ki anlamıştım. Söylediğiyle güldüm ama aldırış etmedim. "Saçın.." Cümlemi tamamlayamadığımda tekrar kıkırdadım. O ise konuyu değiştirdiğimde sadece bana ayak uydurdu. Sehun sadece bir hayaldi ve ben ne istiyorsam onu konuşuyordu.

"Beğenmedin mi?" Turunç saçlarını karıştırdı. "Gün batımı gibi, gün batımını severim biliyorsun. Papatyalar hep gün batımında daha güzel görünür." Güldüm. Muazzam görünüyordu, turunç saçları çillerini belirginleştirmişti.

"Evet, senin gibi.." dediğinde gözlerinde kayboldum. Göz kapaklarım ara ara kapanıyordu. "Ayyşş sen bensin, Sehun olmaktan vazgeç." Gözlerimi ovuşturdum. Salak salak sırıttığımın farkındaydım ama engel olamıyordum. "Aptal Sehun." Bir anda ciddileştim. "Ona aşık olmaktan, bir tek onu düşünmekten nefret ediyorum." Saçlarımı çekiştirip ofladım.

"Yalancı." Sırıttı Sehun.

"Mesela eğer onu düşünmüyor olsam şu adama yüz verebilirdim. Geldiğimden beri beni izliyor." Karşıdaki adamı işaret ettiğimde döndü. Öfkeli görünüyordu, tek kaşı havalandı. "Katil olmamı istiyorsan, dene." dedi meydan okurcasına, güldüm. "Seni görmüyor bile aptal." Kahkaha attım. O sadece benim hayal ürünümdü.

"Hey hey hey, ağır ol yakışıklı. Mekanımda olay istemiyorum." Baekhyun keyifle yanımıza geldi. Söylediği ile kaşlarımı çattım.

"O zaman şu adamı dışarı at, yoksa Jun'a bakan gözlerini oyacağım." dedi Sehun. Hem de Baekhyun'a. Ne yani Sehun'u görüyor muydu? Hayalimi?

"Oyy kıskandın mı sen?" Alayla söyleyip yanaklarını sıktı Baekhyun. Neler olduğunu algılayamıyordum. O da mı hayaldi? Başım çatlamak üzereydi ve gözlerimi açık tutamıyordum.

"Kes şunu, sana hala kızgınım. Onu sarhoş etmeni söylemedim." Baekhyun'un eline vurdu sinirle. "Evet, sahnede olmasını söyledin. Sarhoş olmasaydı da asla şarkı söylemezdi. Dahice bir fikirdi." dedi ve bana baktı sorarcasına. Başımı ovalarken sessiz kaldım.

"Hayır, şeytancaydı. Harika, şimdi beni hayal sanıyor. " Aynı sinir sesindeydi ve bu sefer söylediğini anlamıştım. O an zihnimde bir araya getirdiğim parçalarla ona döndüm, işaret parmağımı yüzüne doğrulttum ama konuşamadım. Bana kısa bir bakış atıp dudaklarını araladı. "Jongdae'yi arıyorum, onu eve götürmeliyiz." dedi parmağımı tutup. Bana dokunuyordu, onu hissediyordum ama konuşamayacak, ona yumruk atamayacak kadar sarhoştum.

"Ah ben de ne zamandır azar işitmiyordum diyordum. Ara ve yüce abim durumu kurtarsın." Alayla söyledi Baekhyun. Söylediklerini umursamayıp ayaklandım, Sehun'un karşısına dikildim. "Sen hayal değilsin, sen Sehun'sun.." Son sözlerim bunlar olmuştu. Gözlerim bir anda kararmış ve kollarına yığılmıştım. Hatırladığım son şeyse Sehun'un gerçekten yanımda olduğuydu ve uzun bir aradan sonra ruhuma tanıdık gelen papatya kokusuydu.

❀❀❀

Junmyeon saten pijamalarıyla, ayna karşısına geçmiş ıslak saçlarını havluyla kurularken, sevdiği şarkıları mırıldanıyordu ara ara. Şarkı söylemeyi seviyordu, ki genelde sesinin güzel olduğunu da arkadaşları dile getirirdi ama bunca zaman sadece saklamıştı sesini, hiç cesareti olmamıştı sergilemeye. Ailesi de asla izin vermezdi zaten, kendisi için bir gelecek çoktan çizilmişti.

Havluyu bir kenara atıp, tarağını aldı ve hızla saçlarını taradı. Yatağına geçmek için arkasını döndüğünde gördüğü bedenle aklı çıkmışçasına irkildi. "Sehun?" Şaşkınca yöneltti sorusunu, yüz ifadesi burada ne işin var diye tekrarlıyordu sanki. Onun odaya girdiğini duymamıştı bile kendi gürültüsünden. "Balkon kapısı açıktı, çokta güzel şarkı söylüyordun bölmek istemedim. Ayrıca bu sesin huzur gibi, asla bölmezdim papatya." Sinsice gülümsedi. Genelde bu odaya ailesi görmeden çıkmak yeni hobisiydi. Sehun'um bir gelecek olduğunu kabullenmek istemediklerinden onu sevmezlerdi. Bu yüzden Junmyeon'u sürekli yeni kız arkadaşlarla tanıştırıp duruyorlardı. Onların iyi aile tanımı buydu.

"Beni utandırıyorsun." dedi Junmyeon. Yanakları çoktan kızarmıştı ve çoktan Sehun'un kollarına yerleşmişti. Sehun hafif nemli saçlarını öptü sevgilisinin, kokusunu içine çekerek. "Gerçekler hayatım. Ah işte bir de şu papatya kokun. Bu da benim dünyamda huzurun karşılığı." dedi güldüğünde. Tekrar tekrar öptü saçlarını. "Sehun." Junmyeon göğsüne hafifçe vurdu. "Ne?" Sessizce kıkırdadı Sehun.

"Yapma şunu." Yüzünü Sehun'un boyun girintisine gömdü. Odasının ortasında, ayakta dikilmiş, bunu saatlerce yapabilirdi. Kokusunda yaşayabilirdi Junmyeon o an ve sonsuza dek. "İyi ki geldin." Yüzünü kaldırıp gözlerine baktığında, Sehun dudaklarına küçük bir öpücük bıraktı. Alnına düşen saçları geriye itti. "Sen gelene kadar bu gece korkunçtu." Yanaklarını şişirip, patlattı Junmyeon.

"Ya neden? Yeni kız arkadaşını beğenmedin mi? Çirkin miydi?" Gözlerini kısıp düşünür gibi yaptı. "Hmm.. Buldum, çok mu konuşuyordu yoksa?" Alayla söyledi Sehun. Bu akşam ailesinin onu birisiyle tanıştıracağını ve Junmyeon'un berbat bir akşam geçireceğini biliyordu. "Aptal." Junmyeon söyledikleriyle göz devirip onu iterek kendisinden uzaklaştırdı. Dalga geçtiğinin farkındaydı ama kızmıştı. Sehun ise bu hareketiyle güldü.

"Buraya gel." Junmyeon'u tekrar kollarına alıp tutsak etti. Küçük uzaklaşmaya çalışsa da başarılı olamadı, kollarında sıkışmıştı. "Seninle ben evleneceğim, sen benimsin Kim Junmyeon. Seni kiminle tanıştırırlarsa tanıştırsınlar, bu gerçeği değiştiremezler papatyam." Kollarını gevşetip, hafifçe gülümseyen sevgilisine baktı. "Kimse değiştiremez." Dudakları dudaklarına kapandı saniyelerce ve geri çekildi.

"Saat çok geç oldu ve bende yorgunum, uyuyalım." Junmyeon'un elini tutup yatağa çekiştirdi. "Burada mı uyuyacaksın?" Şaşkınca sordu Junmyeon. Yakalanırlarsa kıyamet kopardı. "Evet, kokuna sarılmak istiyorum bu akşam." dedi Sehun ve gayet ciddi görünüyordu. Junmyeon elini bırakıp saçlarını kaşıdı gergince. "Delirdin galiba? Bizimkiler görürse seni kesin öldürürler." Telaşla söylediğinde Sehun güldü. Kapıya ilerleyip kilidi çevirdi olabildiğince sessizce. "Artık ani baskın yapamazlar." Junmyeon'a ilerleyip onu bir anda kucağına aldı ve yatağa yatırıp yanına yerleşti. "Ama..." Korkarak fısıldadı Junmyeon. Ailesi yüzünden ilişkilerine zarar gelsin istemiyordu. "Şşşt kapat gözlerini bebeğim." Junmyeon'u göğsüne doğru çekip üstlerini örttü. Komidinin üzerindeki ışığı kapattı. "Sehun." Odası karanlığa gömüldüğünde tekrar fısıldadı Junmyeon.

"Söz veriyorum sabahın ilk ışıklarıyla kimseye görünmeden gideceğim papatya." diye karşılık verdi Sehun. Junmyeon ise kıkırdadı. "Onu söylemeyecektim." dedi kıkırdamaya devam ederken daha çok yerleşti bulunduğu yere. "Seni seviyorum." dedi Junmyeon bir anda. Sehun ise yattığı yerde gülümseyip saçlarını öptü. "Seni seviyorum papatyam." Sıkıca sardı sevgilisini. "Şimdi bana az önce mırıldandığın şarkılardan mırıldanmalısın, yoksa uyuyamam."dedi Sehun bulduğu fırsatla. "Her zaman uyuyorsun ya." Güldü Junmyeon.

"Hayır telefonumda kaydı var, dinlemeden uyumam ama maalesef şarjı bitti, ayrıca canlı duymak daha cazip hadi." dedi Sehun bir itirafla. "Kayda mı aldın gerçekten?" Şaşkınca doğrulup Sehun'un sokak lambasıyla aydınlanan yüzüne baktı. Sehun ise gülümsedi.

"Hadi papatyam, beni kırma." Gülümsedi ve Junyeon'u tekrar göğsüne çekti. Sehun'un ısrarıyla dayanamayıp fısıltıyla bir şeyler mırıldandı Junmyeon. Çocuğuna ninni söylüyor gibi hissediyordu ama bu güzeldi. "Seni bir gün sahneye çıkartacağım." dedi Junmyeon sustuğunda. "Hı hı.. Rüyanda belki." Dedi Junmyeon gülerek. "Görürsün, bunu sağlayacağım." Kendinden emince karşılık verdi Sehun.

"Uyu artık Sehun." Alt dudağını ısırıp, gözlerini sıkıca yumdu. Yorgundu ve Sehun'un kolları onu daha çok mayıştırıyordu. "İyi geceler sevgilim." diye fısıldadı son kez Junmyeon.

"İyi geceler, geleceğimizle ilgili rüyalar güzelim." Sırtını okşadı Junmyeon'un. Sehun için onunla olmak mucize gibiydi, ona sahip olmak. Son sözleriyle o da gözlerini yumdu. Birlikte çok sefer uyumuşlardı ama her seferinde ilkmiş gibi heyecanlı, aşık ve ölecekmiş gibi hissediyorlardı.

❀❀❀

Yüzüne yansıyan rahatsız edici güneş ışığıyla gözlerimi hiç tanımadığım bir odada araladığımda, şiddetli baş ağrısı beni öldürecekti. Kısa bir an kafasımı bedenimden ayırıp bir köşeye fırlatmak istemiştim. Uyanmak istemiyor, hatta sonsuza kadar yatakta kalmak istiyordum bugün ama nerede olduğuma dair bir fikrim de yoktu.

"Günaydın papatya." Duyduğum sesle yarım yamalak gözlerimi tamamen araladım. Hayali Sehun'um tam karşındaki pufa oturmuş beni izliyordu. "Gün aydı mı gerçekten?" Ağrıyan başımı ovaladım, bedenimdeki her zerre de doğeu orantılı ağrıyordu.

"Karşında olduğuma göre." Gülerek söyleyip göz kırptı.

"Eski haline dönmüşsün?" diye sordum. Hatırladığım kadarıyla dün saçları turuncuydu. Ayrıca kıyafetleri ve o saçlarıyla daha olgun ve büyümüş görünüyordu. "Eski halim? Hiç değişmedim ki." Omuz silkti ve ayaklanıp cama doğru yaklaştı. "Ama dün çok sarhoştun, ne gördüğünü bilmiyorum tabii." İğnelercesine söylediğinde kaşlarımı çatıp hatırlamaya çalıştı. Kendime tamamen geldiğinde etrafıma baktım, burayı daha önce gördüğünü hatırlamıyordum. Üzerimdeki kıyafetler bile bana ait değildi.

"Neredeyiz biz?" diye sordum yataktan kalkıp. Sehun söylediğim ile bana döndü. "İnan bana hiçbir fikrim yok. En son hatırladığım şey kontrolünü kaybetmiş olman." Omuz silkti hayali Sehun.

"Sağol çok yardımcı oldun." dediğimde gözüm köşede duran eşyalarına ilişti. Hızla kontrol ettim, her şeyi tamdı. Hemen ardından titreyen telefonumla komidine döndüm. Ekranda yazan isimle gözlerim kocaman büyüdü.

"Kim?" Şaşkınca sordu hayali Sehun. İsmi tekrar tekrar okudu içinde ve sonunda fısıldadı. "Sehun." dedim yutkunarak. Numarasını ne zaman kaydetmişti? Notlardan sonra bu ilk mesajımdı ondan, hızla açtım.

SEHUN;

Günaydın papatyam, uyandığında yanında olmak isterdim fakat hala zamanımız var. Muhtemelen dün yaşananları pek hatırlamıyorsun, bu yüzden beni hayal sanmış olmanı bu seferlik affedeceğim. İnan bana bende en az sana olan aşkım kadar gerçeğim. Bu arada sakın korkma, güvenli bir evdesin. Seni kendi ellerimle teslim ettim Jongdae'ye. Ona güven ve muhteşem sesinin karşılığı olarak yeni zarfı ondan alabilirsin. Seni seviyorum papatya, yakında kalbine tekrar dokunacağım.

Mesajı yüksek sesle okuduğumda hayali Sehun kahkaha atmaya başladı. "Gerçekten Sehun'u gördün ve sarhoş muydun? Hatırlamıyorsun yani?" Kahkahaları devam ediyordu. Şu an bu durumla eğlendiği açıktı. Sessizce mesajı tekrar okuyup anında numarayı aradım ama kapalıydı. "Kapalı." diye bağırdım sinirle. Sehun'a baktım.

"Ne bekliyordun? Liseli aşıklar gibi mesajlaşmayı falan mı düşünüyordun? Numarasını kaydettiğine şükretmelisin." Tekrar güldü keyifle. Zihnim bile benimle dalga geçiyordu, aklımdan geçen her şeyi biliyor olmasıysa sinir bozucuydu. "Ben bir süre notlarla devam edeceğiz sanmıştım, hızlı davrandı." Söylediğiyle elime geçen yastığı ona fırlatsamda sadece duvara isabet etmişti. O bir hayaldi sonuçta, değil mi? Bir anda aklıma gelenlerle üzerimi süzdüm. Kıyafetlerim değişmişti, utançla yüzümü kapattım. Yaptığım harektle Sehun olanı anlayıp kahkaha atmıştı. "Sonuçta gelecekteki eşin, erkenden görmesi sorun olmaz." Kahkaha atmaya devam etti zihnim.

"Eşmiş? Saçma sapan konuşmayı kes. Offf kahretsin ya, nasıl o kadar sarhoş olabildim." Mızmızlanarak kafama vurdum.

"Resmen Sehun'u gördün ve sarhoştun, hiçbir şey hatırlamıyorsun. Sana içme demiştim aptal." Sehun dalga geçmeye devam ederken saçlarımı çekiştirdim. Çıldırmak üzereydim, hoş zaten çoktan çıldırmıştım. Gerçek ve hayal algım tamamiyle birbirlerine karışmıştı.

"Kes sesini Sehun." Sehun'u, zihnimi bastırmak için bağırdım ama hala alayla kahkaha atıyordum. Hayal olmasa onu şuracıkta öldürebilirdim. Dikkatimi toparlayansa o küçücük sevimli sesti.

"Neden kendi kendine konuşuyorsun?" Küçük bir kız kapıdan kafasını uzatmış masumca beni izliyordu. Gördüğüm minik ile gülümsedim, tahminen beş yaşlarındaydı. İki kulak yapılmış saçları ve sarı papatyalı elbisesi ile çok sevimli görünüyordu.

"Şey ben, aslında..." Kelimeleri toparlayamadım o an küçük kızın görmediği Sehun'a baktım. Ne söyleyecektim ki? O ise açıkla dercesine kızı gösterdi. "Şey aslında." Tekrar duraksadım kıza döndüğümde. Bunun bir açıklaması yoktu ki.

"Seninde mi hayali arkadaşların var?" Diye sordu küçük kız. Meraklı ve sevimli görünüyordu. "Kısmen." diye karşılık verdim küçük kıza. Muhtemelen bu evin prensesiydi.

"Hmm anladım, benim arkadaşımın da varmış ama onlarla küssün diye doktora götürüyorlarmış." Yanaklarını şişirip patlattı. "Benim yok, keşke olsaydı. Onlarla asla küsmezdim, doktora da gitmezdim." dedi dudaklarını büzerek. O kadar küçücüktü ki, insanın kalbine sokası geliyordu. Zaten çocuklara karşı ekstra bir sevgisi vardı, bu küçük ise üzerime geliyordu tatlılığı ile.

"İnan bana istemezsin küçüğüm." Alayla söyledim ardımda duran hayalin duymasını istercesine. "Hah bak sen şu aptala." Göz devirdi Sehun ama onu kaile almadım. Bazen beni deli ediyordu ve bu o anlardan birisiydi.

"Hayır isterim, Sehun amcam gittiğinde bana arkadaş olurdu." dedi mızmızlanarak küçük. Duyduğum isimle kaşlarım çatıldı. "Sehun mu?" diye sordum. Küçük kız onaylarcasına başını salladı. "Evet, burası onun odası. O vardır diye gelmiştim ama sen varsın." Üzgünce söylediğinde, odayı bir kez daha inceledim. Onun odasıydı.

"O burada mıydı?" diye sordum.

"Evet ama gitmiş, hem de çileğini öpmeden." Ağlarcasına söyledi küçük kız. Hemen ardından kızgınca odadan çıkıp gitti. "Üç, iki, bir..." diye saydı ve beni işaret etti hayali Sehun tahmininden emince. "Sehun buradaymış." diye tekrarlayıp hızla odadan çıktım. Tahmininde haklıydı, Sehun'u hala aşağıda bir yerlerde sanmıştım. Sesin geldiği yere ilerledim. "Sehun?" diye seslendiğimde, mutfakta karşılaştığım tek kişiyse muhtemelen Jongdae'ydi.

"Elimizde taze bitti, bana eşlik etmek ister misin?" Alayla sırıttı kısa bir an benimle göz teması kurup, tekrar elindeki tablete döndü umursamazca. Kahvesini yudumlarken hareket eden çıkık adem elması ise sessizlikte oldukça sinir bozucuydu. Üzerimdeki beyaz tişörtü çekiştirdim kaşlarımı çattığımda.

"Kızma, sadece daha erken olduğunu söyleyip gitti. Merak etme seni yemem, ben Jongdae. Sen de şu meşhur peri papatyasın." diye karşılık verdi sessizliğime karşın, gülümsüyordu. Söylediğiyle göz devirdim ama bu Sehun içindi. İnsanlara benim için söylediği iltifatları bunu değiştirmezdi. "Erkenmiş, aptal herif." Kollarımı önümde bağlayıp tısladım. Hayali Sehun ise ortalarda görünmüyordu o an.

"Evet haklısın, tam bir aptal ama küçük rakibin ona aşık." Gülerek göz kırptı. Bana hak vermiş olması hoşuma gitmişti ama küçük rakibim derken? "Babaa... Günaydın." Az önce odadaki küçük kız, yanımdan koşarak karşımdaki adamın kucağına çıktı ve suratına tonla öpücük bıraktı. "Günaydın prensesim." Küçük kızın saçlarını öptü. "İşte küçük rakibin." dedi gözleriyle küçüğü işaret ederek. Bu hareketi ile bende gülümsedim kendimi tutmadan. Küçüğün odada 'çileğini öpmeden' deyişi canlandı kısa bir an, bu sevimliydi.

"Baba bu amca Sehun'un anlattığı peri papatyaya benziyor ve benim arkadaşımınki gibi arkadaşları var. Biz göremiyoruz, o da mı deli, Jungho için öyle demişlerdi?" Son kelimesini fısıldayarak söylese de duymuştum ama aldırış etmedim, sonuçta beni kendi kendime konuşurken gördüğünden böyle düşünmesi gayet doğaldı aslında. Şu an benimle olmayışı var olduğu gerçeğini değiştirmezdi. Jongdae kızının söylediği ile bir kahkaha attı.

"Sehun onu delirtmiş olabilir bitanem." Gülmeye devam ederken söyledi. "Aslında kısmen doğru." diye karşılık verdim. Kesinlikle beni Sehun delirtmişti ve bile bile bu aptalca saklambaç oyununa dahil olmaya devam ediyordum. Sırtımı duvara yaslayıp halime güldüm, aynı karşılığı Jongdae'den de aldım.

"Hadi bakalım prenses hemen çık ve kıyafetlerini giyin, okula geç kalacağız. Annen bunu duyarsa kırk yıl beceremeyişimin kozunu kullanır döndüğünde." Küçük kızı saçlarından öpüp kucağından indirdi ve o gözden kaybolurken ayaklandı. Salona doğru ilerlediğinde peşine takıldım. Kitaplığa doğru ilerleyip üzerinden bir zarf aldı. Muhtemelen bana aitti, kalp atışlarım tekrar hızlandı hayali Sehun'um yanımda belirdiğinde.

"Hah işte beklediğim an geldi. Nereye gidiyoruz?" Sehun ardımda belirmesiyle sevimlice gülümsedi. Yeni zarflar hayalimin yeni hobisiydi sanırım. Her zarfta biraz daha heyecanlanıyordu. Kalbimde onu la birlikte daha hızlı atıyordu. Jongdae beni izlerken yavaşça zarfı açtım. İçinde her zamanki gibi bir uçak bileti ve bir not vardı. Sehun ne yaparsa yapsın bu tatlı notları her seferinde gülümsememe sebep oluyordu.

Artık Almanya'da ne yaptıklarını biliyorum papatya, iyi bir okuyucu sayılır mıyım? Sonsuza kadar mı papatyam? 

Kontrolün bende olmadığı sırada gözlerim çoktan dolmuştu, yazdıklarına elimde olmadan başımı sallıyordum onaylarcasına. Öyle güzel ve kalbe dokunuyordu ki cümleleri, her biraz daha ona aşık olurken buluyordum kendimi. Zihnimdeki her zerre sanki o değilmiş gibi daha çok ona bulanıyordu. Sehun'u sevmek benim lanetimdi belki de, hiçbir geri dönüşü olmayan. Ben elimde olmadan hep ona aşık kalacaktım. Kaderdi bu hatta, biz dünyaya birbirimize aşık olmak için getirilmiştik belki de. Tanrının bizimle ilgili tek planı birbirimizdik.

"Almanya mı? Sahiden şimdi portre çizimine mi gidiyoruz ya da dövme yaptırmaya?" Hayali Sehun ardı ardına soruları sıralarken, yanım da Jongdae olduğu için sessiz kaldım. Aslında bir fikrim de yoktu. Sehun'du bu başıma her şey gelebilirdi, imkansızı bana sunabilirdi hatta.

"Sehun hiç büymedi. Muhtemelen hala ayrıldığınız yaşta Junmyeon. Şimdiyse bir oyun oynuyor ve bu oyunun her zerresinde sana olan aşkı yeşeriyor." Güven verircesine gülümsedi Jongdae. "Ben yıllardır dudaklarından bir tek senin adının döküldüğünü duydum. April'a anlattığı peri masalların kahramanı bile sendin." Gülümsediğinde, güldüm. Masallarının kahramanı olmak hoşuma gitmişti.

"Bilmiyorum bazen düşünüyorum da.." Cümlemi tamamlayamadan araya girdi Jongdae oturduğu koltuk kenarından kalktı ve omzumu sıvazladı.

"Düşünme, senden bir zamanlar vazgeçtiğini sakın düşünme." dediğinde şaşkınca yüzüne baktım. Ne söylemek üzere olduğumu biliyordu, şaşırmıştım. "Düşünse ne olur, hala ona aşık Jongdae'cim." dedi Sehun sözlerine ek olarak. Bunu yüksek sesle dile getirmiş olması kızarmama sebep olmuştu ama karşılım veremedim, zaten zihnimin yaptığı şeyse bunu kullanmaktı.

"Senden vazgeçmedi, sadece senide batağına çekmemek için iyileşmesi ve sana öyle gelmesi gerekiyordu." diye devam etti Jongdae sessizlikte. Ona olan inancı taktir edilesiydi, güvenine hayran kalmıştım.

"Birlikte yapabilirdik bunu, onunla batmaya razı olduğumu biliyordu Dae."

"Ama o razı değildi. Sen onun tek kalanıymışsın Jun, kim böyle birisini batağına çekmek ister ki?" Sorusuna cevap vermemi beklese de sessiz kaldım. "Ben istemezdim." Duraksadı ve kuruyan dudaklarını ıslattı. "Eğer onun yaşadıklarını yaşamış olsaydım, kendimden bile çok sevdiğim eşimi asla kendi bataklığıma çekmezdim." dedi inançla. Ona olan inancı normaldi, Sehun'u benden daha iyi tanıyorlardı. Yıllardır benimle değil onlarlaydı. Tam da bunu düşünce bir anda her şeyi bırakıp geri dönme hissi uyandırıyordu içimde. Alaylı ve burukça gülümsedim.

"Bilmiyorum, kafam hala çok karışık ama içimden bir ses bu yola devam etmem gerektiğini söylüyor." dediğimde hayali Sehun güldü. "O ses ben oluyorum." diye ekledi Jongdae hiç duymasada.

"Sadece Sehun'a ve seni çağıran aşkına güven." ediğinde saatine baktı. "Hadi sende hazırlan, bir şeyler atıştır. İşe gitmem gerek ve koca evde yalnız kalmanı istemem, seni Baekhyun'a bırakayım. Hem uçağın akşam üzeri değil mi?" Dediğinde bilete baktım. Gideceğim saati benden daha iyi biliyordu. Tekrar bakışlarımız buluştuğunda güldüm.

"O zaman ben çıkayım." Merdivenleri işaret ettim. "Çık, çık." Eliyle kışkışlayıp telefonuna gömüldü, birisini arıyor gibiydi. Yavaş adımlarla ilerleyip duyduğum isimle durdum.

"O gayet iyi Sehun, kafası biraz karışık ama hala en az senin kadar aşık. Akşam havaalanına götüreceğim. Her neyse şimdi kapatmalıyım, görüşürüz." Jongdae telefonla konuşuyordu ve kiminle olduğu açıktı. Hızla sabah mesajın geldiği numarayı aradım merdivenleri çıkarken, kapalıydı. Bu biraz kalbimi kırmıştı. Kaç tane numarası vardı?

"Evi ya da ne bileyim iş yerini aramış olamaz mı?" dedi Sehun odaya girdiğimde tam karşımda belirmişti. "Sen kimin tarafındasın acaba?" diye sordu sinirle. "Senin." dedi gülerek.

"Buradan öyle görünmüyor." Söylediğine tatmin olmamıştım. Kendimi sırt üstü yatağa attım ve tavanı izledim. "Zihnini kemirme diye uğraşıyorum. Sadece kuruntu ediyorsun aptal. Kendine gel ve hazırlan hadi." Son söylediği bunlar olmuştu ve bir anda beni yapayalnız düşüncelerimle bırakıp odadan kayboldu. Birkaç saat sonra kendimi bulduğum yerse, dün gece körkütük sarhoş olduğum Baekhyun'un mekanıydı.

"Chanyeol ile de Sehun sayesinde tanıştık, bir süre çıktık." Bar tezgahını silerken söyledi Baekhyun ama şu an da düşünebildiğim tek şey, Sehun başkalarıyla konuşurken telefonunun bana kapalı olmasıydı. "Tatlı çocuktu ama aşırı kıskançtı, bu yüzden ayrıldık. Çenem düştü yine, onu özlüyorum sanırım ama ayrılan bendim." Kafasına vurdu. O an gözlerimin önünde şaklayan parmaklarla irkildim.

"Hey sen beni dinliyor musun?" diye sordu kaşlarını çatarak. "Hayır kesinlikle dinlemiyor, aklı şu an aptalca şeylerde. Ben dinliyorum ama tabii sen görmüyorsun." dedi hayali Sehun'um. Söylediğini duymazdan gelip Baekhyun'a döndüm. "Gerçeği mi istersin?" diye karşılık verdim.

"Dinlemiyorsun değil mi?" dedi alt dudağını ısırdığında. Şu an kafamda dönen senaryoların öncelik sırası vardı. "Bak abartıyorsun, alt tarafı telefonda senin hakkında konuşmuşlar. Seni merak ediyor olduğu için sevinmelisin." Baekhyun'un umursamaz hali beni geriyordu. Bu durum ister istemez benim fazlaca umurumdaydı çünkü. "Bende aynısını söyledim." Hayali Sehun araya girdiğinde göz devirdim. Zihnim beynimi kemirirken hayalim yine benden yana değildi.

"Evet bana verdiği numara kapalı, kim bilir kaç telefonu var." dedim alayla. "Bunu benden iyi bildiğine eminim Jun ama Sehun telefon bile sevmez. Bir tane olduğuna şükretmeliyiz bence." diye karşılık verdi anında. Yanaklarımı şişirip patlattım söylediği ile. İnsanların onunla ilgili böyle küçük detayları bilmesinden hoşlanmıyordum. Kıskançlık hissediyordum, hem de bu yüzden. "Sen git gide daha da kıskanç olmaya başladın. Fazlaca da dramatik." Alayla söyleyip göz devirdi Sehun. Bu defa bakışlarımı ona çevirdim Baekhyun bar masasının altına eğildiğinde. "Sanırım sinirleniyoruz, her neyse gidiyorum ben, bay." dediğinde bir anda yok oldu. Bu benim işime gelmişti. Benim tarafımda olmayışı canımı sıkıyordu.

"Eskiden tanıdığım Sehun sevmezdi ama ben artık onu tanıyamıyorum. Eskiden tanıdığım Sehun..." Duraksadım kısa bir an ve hızla devam ettim. "Beni de bırakmazdı mesela." deyiverdim hızlıca. Baekhyun eğildiği yerden kalkıp beni süzdü.

"Seni bırakmadı zaten, sadece batağına çekmek istemedi. Eğer Sehun'un sana aşık olduğu kadar birisi bana aşık olsa onunla evlenirdim." Burukça gülümsedi. "Tabii bu batağı ayrıntı ile anlatmak benim haddime değil, sadece sabret. Zamanı geldiğinde zaten Sehun anlatacaktır, zamanını bekliyor." dedi kendinden emince, saati kontrol etti. "Ayrıca abim onu restorandan aradığına eminim." diye ekledi.

"Restoran?" Merakla sordum. Daha kaç mekanı vardı?

"Şu an muhtemelen orada. Her neyse bunun bir sonraki adımı sana yerini söylemek ama daha zamanı değil." Çekmecelerden birinden araba anahtarlarını çıkarttı. "Ayrıca biraz daha konuşursak uçağını kaçıracağız hadi." dedi bar bölümünden çıkarak. Yanımda duran bavulumu alıp önden önden ilerledi. Ben ise düşüncelerimde yine kaybolmuşken peşine takıldım. Hem sorguluyordum, hem de onu görmeye can atıyordum.

❀❀❀

"Bunları kazanmak için tüm servetini harcadığına inanmıyorum." dedi Junmyeon parmağındaki yüzüğe bakarken. Sehun koca panayırda iki yüzük için tonla parayı aptalca bir halka geçirme oyununa harcamıştı ama sonunda kazanabilmişti. Gümüş bile olmayan papatya desenli yüzükler Sehun'un inadı yüzünden değerinden fazlaya gitmişti ama önemli olan Junmyeon için değeriydi. Bu parmağındaki yüzük onun için dünya kadar değerliydi aslında.

"Gidip herhangi bir yüzük de alabilirdim ama anlamlı olmazdı." Omuz silkti Sehun sevimlice. Ne kadar harcadı çokta önemli değildi. Hepsinin karşılığı Junmyeon'un küçücük bir gülümsemesine değerdi onun için. "Aptalsın ama seviyorum seni." Gözlerini kısıp güldü Junmyeon. Yüzüğüne tekrar baktı. "Bunu hep taşıyacağım ama.." Duraksadığında Sehun'un kaşları çatıldı. "Ama ne papatyam?" dedi ve Junmyeon'un peşinden yürümeye devam etti.

"Ama boynumda, çünkü bizimkilerin boş sorularıyla uğraşmak istemiyorum Hun. Sürekli taktığım bir yüzük onları işkillendirir ve tişörtlerimin içinde göremezler." Gülümsedi Junmyeon söylediğiyle. Anlayış bekliyordu ve Sehun'un anlayışlı olacağına emindi. "Yanından ayırma yeter güzelim, ona bir servet harcadım." Dedi Sehun gülerek ve kokunu omzuna attı onu kendisine çektiğinde. Panayır ışıltısı altında dolanırlarken Junmyeon bir anda bağırdı ve Sehun'dan ayrıldı.

"Hun bak papatyalar." İlerideki papatyacı kadını işaret edip ona doğru koştu. Papatyaları gördüğü an dayanamıyordu. Bu hayatta Sehun ve kardeşinden sonra en sevdiği şey papatyalardı. "Asla gözünden kaçmıyor." Tezgahın önünde durduklarında, Sehun bir papatyayı alıp Junmyeon'un kulağının ardına geçirdi. Gözlerini bir saniye gözlerinden ayırmadı o kızardığında.

"Hah tek bir papatya kadar mı sevdiğin senin gözünde? Aşk bitmiş gerçekten." Elindeki papatyalardan taç ören kadın alayla söyleyip göz devirdi. Sehun gözlerini kısıp kadına baktı. Kadının bakışları ise çoktan Junmyeon'u bulmuştu.

"Ay bırak sen bunu. Pek de güzel çocuksun, kendine bul şöyle seni papatya kralı yapacak birini be delikanlı." dedi kadın. Sehun'un bile bile daha çok üzerine gidiyordu. Junmyeon'un söylediklerine kahkaha atmasıyla Sehun kıskançlıkla alt dudağını dişledi. "Adın her neyse, çok biliyorsun sen teyze. O zaten benim dünyamın papatya kralı." dedi Sehun sinirle. Junmyeon bu tatlı haline tekrar kıkırdadı.

"Adım Border, ayrıca teyze de sensin. Gencecik, taş gibi hatunum." Söylediği ile büyük bir kahkaha attı Sehun, Junmyeon ise abartma dercesine elini tutup sıktı. Baştan aşağıya Sehun'u ve Junmyeon'u süzdü kadın o an. "Madem kralın, hani nerede bu kralın tacı?" Junmyeon'u işaret etti. Sehun ise aynı anda papatyasına baktı. Bir papatya tacı ipek saçlarına çok yakışırdı.

"Öğret bana." Hızla kadının yanındaki tabureye oturdu, yanınaysa Junmyeon'u çekti. "Ne kadar istersen vereceğim, kralıma kendi ellerimle taç yapmak istiyorum." dedi Sehun hevesle, bunu çok istiyordu.

"Bilgilerim değerlidir, gücün yetmeyebilir." dedi kadın alayla elindeki tacı bitirip yeni papatyalar aldı. Junmyeon şaşkınlıkla sevdiği çocuğa baktı, çok hırslı görünüyordu.

"Dünyalarım Jun'a ait ama sana geriye kalan her şeyimi verebilirim. Yeterki bana öğret ki ona tacını sunabileyim." dedi Sehun yalvarırcasına. Bu hareketi Junmyeon'un heyecandan ölmesine sebep oluyordu. Kalbi çıkacakmış gibi atıyor, gözleri çoktan dolmuştu.

"O kadar seviyor musun?" diye sordu papatyacı Border. "Çok uğruna her şeyi verecek kadar çok seviyorum." diye hızlı bir karşılık verdi Sehun ve tuttuğu elini dudaklarına götürüp avuç içini öptü. Kadın gözlerini kısıp ikiliye baktı.

"Tamam öğreteceğim." dedi anında kadın. "Gerek yok Sehun, hem ben zaten biliyorum kralın olduğumu. Hem beceremezsen..." dedi Junmyeon. Beceremezse daha çok sinirleneceğini bildiği için önlem almaya çalışıyordu, ki Sehun el işlerinde berbattı.

"Şşşt, konsantre oluyorum papatya." dedi ciddiyetle lafını keserek ve Junmyeon'u susturdu. "İyi ben uyarımı yaptım." dedi Junmyeon ve dikkatle papatyalarla uğraşan Sehun'u izledi. Kadının anlattığı her adımı dikkatle uygulamaya çalışıyordu. Dakikalar sonra inadı işe yaramış ve gerçekten bir taç yapmaya başarmıştı.

"Yaptım yaptım, papatya kralımın tacını yaptım." Yerinde hoplayıp zıplayarak sevindi Sehun. Junmyeon tekrar güldü. Bu defa kadında gülüyordu onun bu şirin tavrına. "Aferin sana." dedi kadın. Sehun ise önünde eğilip Junmyeon'a yaklaştı ve papatyaları saçlarında serbest bıraktı, tam uyumlu bir taç yapmıştı. O an anında büyülendi Sehun, Junmyeon gerçekten papatya kralıydı. Sevdiği çocuğun önünde bir reverans sundu.

"Kralım, dilerim ki sonsuza kadar krallığınızda nefes almama, baharınızda soluklanmama ve kokunuzla beni büyülemeye devam edersiniz." Sehun'un sözleriyle denk gelen başkasına ait uçan dilek feneri ile Junmyeon güldü, muazzam bir tesadüftü. "Bak uçuyor, sanırım dileğin kabul olacak." dedi gülümsemeye devam ederken. İkili birbirlerine dalmışken, onları bölen Border olmuştu.

"Ehh hadi siz iki aşık kaybolun, standımın önünü kapatıyorsunuz." dedi kadın kışkışlayarak. Sehun ona döndü, "Borcumuz ne kadar?" dedi nezaketle. Başta sinirlense de şu an kadına karşı iyi bir sempatisi vardı.

"Borcunuz aşkınıza bulanmış dileğinle ödendi. Hadi kış kış, kapatmayın dükkanın önünü." Tekrar kovaladı ikiliyi. "Teşekkür ederiz." dedi Junmyeon karşılık olarak ve eğildi.

"Eğer seni üzerse bırak gitsin, tamam mı?" dedi kadın gülerek. Sehun ise bu sözlerle Junmyeon'un elini tutup aceleyle peşinden sürükledi. Papatyasının kendisini bırakmasına dayanamazdı. "Gidelim biz hadi, dükkanın önünü kapatıyoruz." dedi ve çekiştirmeye devam etti.

"Sakın papatyanın solmasına izin vermeyin, size küserse asla barışmaz." dedi kadın arkalarından. "Asla ama asla izin vermeyeceğim." diye bağırdı Sehun karşılık olarak ve birlikte kalabalığa karıştılar. Junmyeon onun kalbindeki yeri, kalbinden daha büyüktü ve bunu evrendeki hiçbir şey değiştiremezdi.

❀❀❀

"Az önce telefonu açmadan Sehun'un suratına kapattığına inanamıyorum." diye bağırdı hayali Sehun'um. Almanya havalimanının ortasında az önce arayan Sehun'un telefonunu kapattığım için avaz avaz bana bağırıyordu kimse duymadan, ben ise duymazdan geliyordum. Canım istemişti ve yapmıştım, şu durumda bu bir lüks müydü? Evet belki ama pişman değildim. Sehun'a kızgındım hem de çok.

"Sadece mesaj attığı için bütün gün surat astın ama aradığında suratına kapatıyorsun, lükse bak." Elini alnına vurup yolunu bulmaya çalışan beni takip etti. Ben ise sessiz kalmaya devam ettim. "Çok güzel beni duymazdan geliyorsun öyle mi?" Sinirle söylemeye devam etti. Hala duymazdan geliyordum, iç sesim olan Sehun'u duymazdan geliyor olman daha çok bağırmasına sebep oluyordu. "İyi gidiyorum."

"Surat asmadım." Gitmesini istemediğim için kısa bir cevap verdim kulaklığımı takıp. "Sadece daha fazlası mümkünmüş gibi kırıldım." Diye eklediğimde boş bakışlarla suratıma baktı. "Aynı şey." dedi alayla.

"Hayır değil." diye inat ettim. "Kırıldığın için surat asıyorsun ama telefonu açmıyorsun?" dedi imayla. "Sen hastasın." diye ekledi. Söylediğiyle alaylı bir kahkaha sundum.

"Hah.. Başta lazımdı o arama küçük bey. Şimdi o telefonunu müsait bir yerine soksun." Sinirle söylediğim şeye ben bile inanamamıştım. Hayali Sehun ise şok içinde bana bakıyordu. Hoş bu sıralar yaptıklarım da, söylediklerim de inandırıcılığını çoktan yitirmişti. Asla dediğim her şeyi yapıyordum, Sehun'a asla kırılmayacaktım ama çok geçti, kırılmıştım.

"Hah, edepsiz seni. Bunlar nasıl çirkin düşünceler. Sadece bir buçuk saatlik yolda çok değiştin sen Kim Junmyeon." dedi parmağını bana doğrultarak küçük Sehun. Söylediği ile göz devirdim. "Hayatımın Sehun versiyonları ve Sehun beni delirtti de ondan." deyiverdim hızla ve havaalanı çıkışından dışarıya attım kendimi. Herkesin beni sorgulamasından, ailemin her gün arayıp azarlamasından ve Sehun'dan çok boğulmuş hissettim kısa bir an. Her şeyden kaçmak istiyordum belki ama ben en büyük kara deliğime sürükleniyordum.

"Nankör." Tiksintiyle bunu söylediğinde cevap veremeden tam karşımda gördüğüm manzara ile tartışmamızı yarıda bölmüştü. Uzunca, gülümsediğinde yanağındaki kocaman çukuru belirginleşen, salaş görünümlü bir adam arabasına yaslanmış elinde adımın yazılı olduğu bir kart tutuyordu. Benim onu tanımadığım kadar, o beni tanıyor gibiydi. Bu sırada telefonum ötmüştü ve mesaj Sehun'dandı.

SEHUN;

Şu anda Almanya'da olmalısın, havaalanından seni Yixing alacak, elinde ismin yazılı bir kart olacak. Ona güven papatya, yakında birlikte olacağız ve romanlar bizim hikayemizi yazacak. Daisy ve Leo bizi kıskanacak.

Aramasını açmamamdan bahsetmemişti bile. Sanki birkaç dakika önce suratına telefonu kapatmamışım gibi gayet sevecen bir mesaj atmıştı hatta. Hızla geri aradığımdaysa duyduğum tek şey yine o gıcık kadının kapalı olduğuna dair zırvalarıydı. "O şansını çoktan kaybettin." dedi hayali Sehun. Öfkeyle ona baktım karşımdaki adamı umursamadan. Sehun ise ağzına fermuar çekip sustu. Daha şimdi mesaj atmış birisinin, saniyesinde telefonunu kapatabiliyor olması sinir bozucuydu. Zaten yeterince sinirliydim. Tekrar Yixing denen adama döndüm.

"Gidelim mi küçük bey?" diye sorduğunda hala ciddiyetle ona bakıyordum. Sehun'a her geçen dakika daha çok sinirlenirken aslında basıp eve dönmeliydim ama ben geri çekilip kapıyı işaret eden adamı takip etmiş sessizce çoktan arabaya binmiştim. Ne yaparsa yapsın Sehun'u sorgusuz kabul ediyordum, ona hep yeniliyordum ve bu hayatın bana attığı en büyük kazıktı.

Uzunca bir yolun ardından büyükçe bir depoya gelmiştik yani dışarıdan öyle görünüyordu. Arabadan inip etrafı inceledim. "Sehun ona güvenmeni söyledi." diye fısıldadı kulağıma hayali Sehun. Evet haklıydı, ayrıca pek ıssız görünmüyordu çevre ama hala tedirgindim. Sehun'un mesajına rağmen.

"Korkma seni yemem, Chan'da yemez." dedi Yixing yanımdan geçerken. "Hadi gel." Beni peşinden sürüklemek için eliyle çağırdı ve kapıya doğru yöneldi. Bense etrafıma son kez bakınıp takip ettim. Genişçe metal kapıyı açıp içeri girdik.

"Chanyeol, biz geldik." diye bağırdı. Arabadan indiğimizden beri taşıdığı bavulumu bir kenara bırakıp anahtarlarını kaseye attı. İsim oldukça tanıdıktı, daha önce duymuş gibiydim ama takılmadım. Depo oldukça yüksek tavanlıydı, giriş katı mutfak ve salon olarak kullanılmış, bir de üst katı vardı. Oldukça şık dekore edilmişti, zevklilerdi. Yixing kendisini koltuğa attığında etrafı inceledim. Bakışlarım bir anda tam karşımda duran resmi buldu. Çizilen kişinin Baekhyun olduğuna yemin edebilirdim, evet evet kesinlikle oydu ve şu an tam karşımda duruyordu. O an ismin nereden tanıdık olduğu dank etmişti, bu Chamyeol o muhteşem ama duble kıskanç sevgiliydi. Bir anda bakışlarım merdivenlerden gelen sese yöneldiğinde, uzun boylu, fazlaca dövmeli, kızıl bir adam merdivenlerden inip bana yaklaştı.

"Sonunda seni resimler dışında görebildik papatya." Göz kırpıp yanımdan geçti ve açık mutfağa doğru ilerledi. Hayali Sehun'un da yok olmadı daha çok geriyordu bu ikilinin yanı da beni. "Sehun senden çok bahsetti demek istiyor küçük kardeşim." diye düzeltti Yixing yattığı yerden. Chanyeol'ün bakışları ile kıkırdadım. Hala sessizdim, ne söylemem gerektiğini bilmiyordum. "Bence zaten anladı." diye çıkıştı Chanyeol, göz devirmeyi ihmal etmedi. Kardeşlerdi ve aralarındaki çatışma bana kardeşim Chenle'yi hatırlatıyordu. Her gün konuşmamıza rağmen, bu birkaç günde onu özlemediğimi söylesem yalan olurdu.

"Seni de söylemler dışında görmek güzel.." Duraksadım ve Baekhyun'un lakabını hatırladım. "Ne demeliyim, kıskanç domuz." Alt dudağımı ısırdım, gerginliğim patavatsızlığıma vurmuştu. Baekhyun'un ayaküstü anlattıklarına göre ayrılma sebepleri Chanyeol'ün yersiz kıskançlıklarıydı ve ona bu şekilde hitap ediyordu. Kendisini dinlemediğimi düşünse de, aslında dinliyordum ve hala aşık olduklarına emindim. Söylediğim ile Yixing yüksek sesli bir kahkaha atmış, Chanyeol'ün kaşları çatılmıştı tatlı bir öfkeyle.

"Baek'in yanından geldiğin açıkça görülüyor." Elinde kahvelerle yanıma yaklaştı tekrar ve bir tanesini bana uzattı. Bir yudum aldığımda tam istediğim gibi olduğunu fark ettim, sırıtışı bunu Sehun'dan öğrendim der gibiydi. Aldırış etmeden başımla az önce gördüğüm tabloyu işaret ettim. "Senin eserin değil mi? Baek'e hala çok aşıksın?" İmam ile güldüğümde, alayla güldü Chanyeol. Ardı ardına patavatsızlıklarım devam ediyordu ama daha rahat hissediyordum.

"Hadi Channie, her gece onun adını sayıkladığını itiraf et." Yixing sevimlice destek verdi sözlerime. Bu hareketi beni gülümsetti. "Eğer tek kelime daha edersen sıcak kahveyi başından aşağıya dökerim kardeşim." Şeytani bir gülümseme sundu ve saatine baktı. "Cani." Göz devirdi Yixing. Chanyeol ise umursamadan bana baktı.

"Fazla vaktimiz yok, o yüzden benimle gel." Tekrar mutfağa yöneldi ve buzdolabının yanındaki kapıyı açıp içeri girdi. Sorgusuz takip ettim, Sehun'un her güven dediği insana gerçekten sorgusuz güveniyordum. Arkamdan ise Yixing geldi. Girdiğimiz yer atölyeye benziyordu. Etrafta, birisinin üzeri kapalı, çeşitli tablolar ve raflarda dizili boyalar duruyordu. Büyükçe bir koltuk, tepesinde ise bir ışık vardı. Dişçi koltuklarını anımsatıyordu biraz, koltuğun hemen yanındaki rafta ise makinalar, paketler ve küçük boyalar duruyordu. Bu vücudundaki çeşitli dövmeyi açıklıyordu. Chanyeol sanatını hem tablolara hem de insanların vücuduna işleyen birisiydi.

"Hayatındaki yeni bir ilke hazır mısın?" diye sordu ben etrafı incelerken Chanyeol. Yixing kıkırdadı söylediği ile, ben ise anlamazca suratına baktım. "Yeni zarfı istiyorsan, dövme yaptırmalısın. Ayrıca çabuk karar vermelisin fazla vaktimiz yok." dediğinde gözlerim kocaman açıldı. Şaşkınlıkla suratına baktım. Şu ana kadar Daisy ve Leo'nun yaşadığı her şeyi sırasıyla yaşamıştım ama Almanya'da böyle bir delilik yaşamadıklarına emindim. Bu Sehun'un aptalca fikriydi sadece ve benden öylece uygulamamı bekliyordu. Büyük bir kahkaha patlattım bir anda delirmişçesine.

"Bunu yapacağım fikrine nerden kapıldınız bilmiyorum beyler ama asla, asla yaptırmayacağım." Sanki Sehun burada beni dinliyormuşçasına bağırdım. "Benden buraya kadar, böyle bir şey olmayacak." Tekrar bağırdım ve kapıya yöneldim.

"Zarfı istemiyor musun?" diye seslendi Yixing arkamdan. "Zarfın canı cehenneme, Sehun'un da." diye bağırıp atölyeden çıktım. Peşimden gelmediler, zaten yeterince de sinirliydim. Sehun artık abartmıştı ama her şey onun istediği gibi olmayacaktı. Benden bu kadardı, tüm deliliklerine evet demeyecektim.

"Aslında bakarsan bu delilik sadece onun fikri değildi." Öfkemden kudururken, hayali Sehun bir anda belirdi. "Sinirliyim ve gerçekten hiç sırası değil." diye çıkıştım sertçe. Onunla tartışsam bile umurumda değildi aslında şu an. Basıp Kore'ye dönmek ve şirketi bsşına geçmemek için kendimi zor tutuyordum. Zaten neden sürekli Sehun'un isteklerini yerine getiriyordum ki? O değil miydi yıllar önce beni terk edip giden? Şimdi ne değişmişti, ne ara affetmiştim onu?

"Bir aptalım." dedim gözlerim dolduğunda. O anı düşündüm. Sehun'un acımasızca kurduğu cümleleri. Gidiyorum deyişi beynimde yankılanıyor ve beni deli ediyordu. Ben yıllar önce gitmeyi seçmiş bir adamı neden takip ediyordum ki? Bunun sonunda ne olacaktı? Masallardaki gibi sonsuza kadar mutlu mu yaşayacaktık?

"Hayır sadece aşıksın." diye fısıldadı Sehun. "Artık olmak istemiyorum." dedim koltuğa çöktüğümde. Yalan söylediğimi ikimizde biliyorduk. Papatyalarım hala Sehun kokarken ondan vazgeçmem mümkün değildi. Bu yüzden buradaydım onca kırgınlığımın üzerine. "Yalancı, bu hayatta pişman olmadığın tek şey ona aşık olmak." dedi gülerek. Söylediğine gülerek karşılık verdim.

"Ya bu şey, kovalamaca..." Durdum, yutkundum hayalime bakarken. Beni bıraktığı gğnki kadar genç haline, en son hatırladığı Sehun'a hasretle. "Ya sonsuza kadar devam ederse? Onu hiç bulamazsam?" Oldukça yorgundu sözlerim.

"Kaybetmediğin bir şey bulamazsın değil mi? Gittiğin her yerde arkadaşları ne söylemişti?" Cevap beklercesine sorduğunda gülümsedim. "Sehun senden hiç gitmedi." İstediği cevabı verdim hızla. Söylediklerine göre o hep benimleydi. "İşte bu, anahtar kelimemiz bu. Şimdi diğer zarfı alalım mı?" diye sordu hayali Sehun. Onaylarcasına başımı salladım sakinleştiğimde. Kendime güvenim gelmişti bir anda. Ayrıca annemle babamın bunca yıl beni hapsettikleri kuralların çerçevesinden çıkmak istediğimi fark etmiştim. Koltuktan kalkıp atölyeye geri döndüm.

"Geri geleceğini biliyordum." edi Chanyeol keyifle. Yixing ise hevesle gülümsedi. "Hala emin değilim, o yüzden çabuk ol. Ne yapacaksan yap." dedim koltuğa oturduğumda o ise cebinden bir kağıt parçası çıkartıp bana uzattı. "Buna ne dersin?" diye sordu. Kağıtta iki papatyanın sapların dolanmış, iç içe birbirlerine sarılıyormuş gibi duruyorlardı. Bu çizim Sehun'undu, bu iki papatya ise aşkımızı temsil ediyordu. İlk çizdiği gün bir gün birlikte dövmesini yaptıracağımıza söz vermiştik. Sehun'un çocukken bahsettiği Almanya'daki, kitapta var olmayan çift dövmesi buydu, aşkımızdı. Hatırladığım ile onaylarcasına başımı salladım ve kendimi korksam da, tamamiyle Chanyeol'ün ellerine bıraktım.

Chanyeol başladığında, canım çok fazla yanıyordu ve dikkatimi dağıtacak bir şeylere ihtiyacım vardı. "Sehun ile nasıl tanıştınız?" diye sordu merakla. Belki konuşmak acımı unutmama yardımcı olurdu. "Baek'in barının ortağı, bu sayede tanıştık." dedi Chanyeol dikkatle çizime devam ederken.

"Başta ona gıcık oluyordum, Baekhyun'a ilgisi var sanmıştım. Onlar yakındı, bense sadece hoşlanıyordum içten içe ama yanılmıştım." Duraksadı ve çizimi bırakıp bana baktı. "Ta ki seni bana anlatana kadar." Söylediği ile yutkundum. Kalbim hızla atmaya başladı, sessiz kaldım. "Cümleye papatya kokulum diye başladığı an, tüm içtenliğini hissettim. Seni ne kadar özlediğini ama çaresizliğini." Bakışlarını benden çekip tekrar dövmeye döndü. Çaresiz Sehun'u hayal etmek bir kalbimi kırıyordu o an.

"Çok mu kötüydü?" diye sordum. Sesim titremişti elimde olmadan. Onu öyle düşünmek yanında olamamak sebep olmuştu buna. Her ne kadar kızgın, kırgın olsam da onu sevmemek elimde değildi. Oh Sehun'u bir yaprak bile azalmadan hala çok seviyordum. "Senin hayalinle nefes alıyor gibiydi." dedi Chanyeol burukça güldüğünde. Gözlerimde birken yaşlar damlamasın diye tavana baktım. Hem kolum, hem kalbim acıyordu.

"Senin tarafından oldukça kötü ve affedilemez görünüyor farkındayım ama Sehun aslında senden hiç gitmedi." diye ekledi son çizgilerin üzerinden geçerken. Eli oldukça hızlı, dövme ise küçüktü. Dövmenin bitiminde beni üzeri kapalı tablonun tam karşısına götürdü ve örtüsünü kaldırdı. Gördüğüm şey ile gülümsedim. Burası Minseok'un pastanesiydi. Onun peşinden gittiğim ilk gün. Dışarıyı izliyordum ve tam karşıdan çizilmişti. Resmin sağ köşesinde ise arkadan çizilmiş bir beden duruyordu. Bu Sehun'du. Partiden hatırladığım yeni turunç saçları onu ele veriyordu. Oradaydı ve ben fark etmemiştim bile.

"Onu hiç fark etmemiştim." diye fısıldadım. Bu defa bir damla yaş süzüldü gözümden. "Ama o ilk günden beri seninleydi." dedi Chanyeol ve cebinden çıkarttığı zarfı bana uzattı. Elime aldığım zarfı hızla açtım. İçinde bir not ve Sydney'e bir uçak bileti vardı ve her zarfta olduğu gibi tek bir papatya. Daisy ve Leo'nun hikayesinin sonuna gelmiştik. Bu onlar için son duraktı ve kitap sonsuza kadar mutlu yaşadılar cümlesiyle bitiyordu.

Daisy ve Leo, sonsuza kadar yaşlanmayacakları bir tabloda, sonsuz bir aşkın baş kahramanı oldular.. Artık biliyorum demiştim, şimdi biz de sonsuz bir aşk tablosunun kahramanlarıyız sevgilim. Yorgunsun biliyorum ama bitti, ben son durakta o papatya kokun yine tenime işlesin diye seni bekliyorum. Sonsuza kadar mutlu yaşayacağız. 

–Sehun

Notun bitimiyle tekrar tabloya baktım. Sahiden de sonsuz aşk mıydı bu? Bizde sonsuza kadar mutlu yaşayabilecek miydik? Yoksa nankör her insan gibi papatya falımızda sevmiyor çıktı deyip papatya kokulu aşkımıza mı küsecektik?

❀❀❀

Sehun'un ailesini kaybetmesi ve beraberinde gelen kötü ithamlar, medya baskısı, iflas ve üzerinden açılan davalar, onun kurumlar tarafından alınmak istenmesi derken bir süredir görüşemiyordu ikili. Sehun bu süreçte iyice içine kapanmıştı, herkesten, her şeyden kaçar hale gelmişti. Junmyeon'dan bile kaçıyordu. Daha on altı yaşında olduğu içinse kurumda tutuluyordu günlerdir ve oradan çıkmıyordu. Haklıydı belki de, kimse ortada kalan cana acımadan ailesi hakkında acımasız yorumlar yapıyordu. Sehun'un da babası gibi olacağına dair aptalca tonla dedikodu dönüyordu. Bugünse günlerdir boş olan eski mutlu evlerinin eşyaları boşaltılıyordu, bu site içindeki dedikodunun haddini fazlaca aşmasına sebep olmuştu. Junmyeon'un ailesi istemese de tek düşünebildiği Sehun'un yanında olmaktı, eğer ona bir şekilde ulaşabilseydi.

"Neredesin Hun?" Telefonu çaresizce son kez arayıp aynı kadının kapalı uyarısını duyduktan sonra odasına girdi umutsuzca Junmyeon. Günlerdir duyduğu tek şey o kadının aptal sesiydi ve bu sinir bozucuydu. Yatağına doğru ilerlediğinde küçük bir not gördü. Üzerinde ise tek bir papatya vardı ve yaprak sayısı seviyor çıksın diye ayarlanmıştı. Şaşırsa da hızla açtı, bu el yazısını tanıyordu.

Özür dilerim papatyam, yapamam. Ben insanlarla tek başıma baş edemem. Bu çaresizliğimle ana sığınıp, seni de bu batağa çekemem. Sen hep mutlu olmayı, her bahar geldiğinde açmayı hak ediyorsun. Benimle solarsın artık papatyam ve ben buna izin veremem. Şimdi gidiyorum ama belki bir gün kader bizi tekrar bir araya getirir, belki bir gün ben tekrar senin baharın olurum. O güne dek, hoşçakal sevgilim. Ben hep bir yerlerde seninle olacağım. 

–Hun

Okuduğu notla ağlamaya başlamıştı Junmyeon. Onu bırakıp gidiyor olmasını hazmedememişti. Oysa istediği tek şey kalbine dokunmak ve onu iyileştirmekti. Sehun ise ondan bile kaçıyordu Junmyeon batağına bile razıyken. Aklına gelenle koştu, Sehun sitede kimsenin bilmediği ama tanıştıkları ilk yer olan papatya tepesine veda etmeden gitmezdi. Eğer şansı varsa onu yalayabilirdi belki. Kendisine seslenip durmasını bekleyen kimseye aldırış etmeden koştu Junmyeon ve tepeye vardığında Sehun oradaydı, ilk aşkı ile bir kez daha vedalaşıyordu.

"S-sehun." dedi Junmyeon nefes nefese. Ağlıyordu, koşmuştu ve berbat durumda görünüyordu. "Jun, ne işin var burada?" Şaşkınlıkla sordu Sehun kendisine yaklaşan çocuğu izlerken.

"Bir not bırakıp, senin için önemsiz biriymişim gibi çekip gidecek miydin gerçekten?" Junmyeon elinde sıkıca tuttuğu notu onun suratına fırlattı. "Artık bu hayatta değer verdiğim tek şey sensin papatya." Ddye fısıldadı Sehun burukça gülümsedi. Junmyeon ise histerik bir kahkaha sundu. "O yüzden gidiyorsun değil mi? Geride kimi bıraktığını önemsemeden. Sensiz ne yapacağımı umursamadan, küçücük bir notla. Bir de aşktan bahsedersin, aşk kadar kutsal bir şeyi böyle kirletemezsin." diye bağırdı. Sehun'un yokluğunu hayal ettikçe deliye dönüyordu.

"Jun, bunu yapma. İkimize de yapma, benimle bir geleceğin olması imkansız. Olay umurumda olman ya da sana ölecekmişçesine aşık olmam değil.." Duraksadı, sesi ilk defa böyle çaresizdi. Sehun o an her cümlesinde yalvarıyordu Junmyeon'un gitmesi için. "Sadece mutlu olman ve bunun için benimle olmaman gerek. Hayatım boktan bir batak ve ben çırpındıkça batıyorum, seni buna çekemem." Alnını ovuşturdu gerginlikle, Junmyeon ise bir saniye daha beklemeden sıkıca boynuna atladı ve sarıldı. Yüzünü boyna gömüp kokusunu içine çekti.

"Peki ben seninle mutsuz olmaya da razıysam." dediğinde gözyaşlarını tutamadı. Belini kavrayan kollar ise bunu şiddetlendiriyordu. "Sehun benim papatyalarım sen kokmazsa zaten solar." diye fısıldadı. Hiç bırakmayacakmış gibi daha çok sıklaştırdı kollarını.

"Lütfen! Bunu istemiyorum Jun, benimle mutsuz olmanı ya da solmanı istemiyorum." dediğinde kollarını gevşetti Sehun. Junmyeon o an kararlı olduğunu bir kez daha anladı. Sesi soğuktu ama hala aşıktı, biliyordu. İç çeke çeke geri çekildi kollarından, gözlerine baktı yalvarırcasına. "Gitme." diye fısıldadı.

"Özür dilerim papatya kokulum. Sana çok daha iyi bir hayat sunmak için gitmeliyim." dediğinde Junmyeon olumsuz anlamda başını salladı. Gözyaşları hala devam ediyor ve bu Sehun'u param parça ediyordu. "Sen daha nankörsün, kötüsün Sehun. Sen seviyor çıkan papatyayı da terk ediyorsun." Hıçkırdı gözyaşları arasında. Sehun ona yaklaşıp alnına bir öpücük bıraktı. "Özür dilerim papatya kralım, hayatına girdiğim için." diye fısıldadığında Junmyeon onu göğsünden sertçe itti. "Aptal!" Boynunda taşıdığı yüzüğü çıkarttı Junmyeon. "Sadece seni iyileştirmek istemiştim, her gün daha çok sevmek ama görüyorum ki sen bunu istemiyorsun." Sehun'a yaklaştı tekrar ve panayırdan aldıkları yüzüğü onun avcunun içine bıraktı.

"Belki seni iyileştirmesine izin verecek birisini bulursun." Gözyaşını kazağına sildi durulmaya çalışarak, kırgındı. Sehun'u anlayamazdı belki, yaşadığı şeyi bilemezdi ama aynı durumda olsa koşup Sehun'a sığınacağını biliyordu. O ise kaçmayı seçmişti. "Bu yüzük bana ait değil, ben seni iyileştiremezmişim. Umarım çok daha mutlu ve iyi , istediğin gibi bir hayatın olur Sehun." Junmyeon'un son sözleri bunlar olmuştu ardına bakmadan uzaklaşırken. Eğer daha fazla kalırsa onu asla bırakamazdı. Aklından geçen, nereye gider, ne yapar yalnız gibi soruları düşünmemeye çalıştı giderken. Daisy ve Leo gibi bir mutlu sonları yoktu. Onların romanı burada bitmişti.

"Söz veriyorum papatyam, bir gün sana sunacağım çok daha iyi bir hayatla döneceğim ve yanımda olman için her şeyi yapacağım. Ben hep seninle olacağım ve papatyalarım hep sen kokmaya devam edecek." Sehun ise yüzüğü yumruğunun arasına hapsetmiş ardına bakmadan uzaklaşan papatyasının ardından son sözleri bunlar olmuştu. Junmyeon'un biten romanı, Sehun için yeni başlıyordu.

❀❀❀

Chanyeol saat gece yarısı beni havaalanına bırakıp, yaptığı dövmeyi sürekli kremlemem gerektiği ile ilgili tonla şey söylemişti hiç nefes almadan. Hayali Sehun'um ise bu yaptığıma inanamayıp, kolumdaki papatyaların da bir hayal olduğunu iddia ediyordu. Bu aptallıktı, yani bende arada böyle çılgınlıklar yapıyordum. Sehun yüzünden olsa bile. Her adımımda onu görmezden gelmeye çalıştım ve telefonla konuşmaya devam ettim.

"İyiyim Chenle, merak etme. Şu anda Sydney'deyim. Kitaba göre burası son durak olmalı." Kardeşimin ardı ardına sorularını cevapladım hayali Sehun'um beni izlerken. Hala şaşkın bakışlarına kahkaha atmamak için zor duruyordum, kendime engel olup tüm ciddiyetimle kardeşimi dinledim bir süre. "Ben kapatıyorum Chenle, tekrar ararım. Şimdi bulmam ve suratına tokadı basmam gereken bir Sehun var." Söylediğimle hayali Sehun'un gözleri kocaman açıldı. "Görüşürüz serseri." Telefonu kapatıp cebime attığımda gülümseyerek ona döndüm.

"Tokat?" diye sordu merakla. "Evet, öylece boynuna mı atlayacağımı sandın?" Omuz silktim. Bu yolculuk beni değiştirmiş gibi hissediyordum. Fazla asi ve öfkeliydim, aslında bu hoşuma da gitmişti.

"Ovvv sakin ol şampiyon. Bir sebebi olduğuna eminim, bence önce dinlemelisin." dedi Sehun. Yeni bana göre daha ılımlı davranıyordu. "Umurumda değil." Omuz silktim. Bu yeni beni gerçekten sevmiştim.

"Aynen aynen, o yüzden daha git dediğim an, onu bulmak adına, şak diye dövme yaptırdın. Bilmem kaç yılın ardından hem de." Bana doğru göz devirdi. Haklı değildi, olmamalıydı, Sehun'u umursamayacaktım. Çok kırgındım. "Sadece onu bulup hesap sormak istiyorum." Gözlerimi kaçırdım kalabalık arasında çıkışa yürümeye devam ederken.

"Sen yalancılığı iyice huy edindin." Alayla söyledi. Zihnimi kandırmak zordu. İnsanın kendisiyle laf dalaşına girmesinin bir çıkışı yoktu. Sonunda hep zihnime yeniliyordum. "Sen de boş konuşmayı huy edindin, ben bir şey diyor muyum?" Hızlı bir karşılık verdim sözlerine. Söyleyeceklerini ağzına tıktım, onunla ancak böyle baş edebiliyordum.

"Junmyeon!" Kendimi havaalanının dışına attığımda duyduğum yabancı ama beni benden daha iyi tanıyan ses ile irkildim. Daha önce hiç görmediğim sesin sahibi bana doğru yaklaştı ve bir anda boynuma atladı. "Sonunda seninle tanışabildim." dedi. Söylediğim gibi beni benden iyi tanıyorlardı ve bu korkunçtu.

"Bence kaç." diye fısıldadı Sehun ama duymazdan geldim. Onu kaile almam tedirginliğimi artıracaktı çünkü. "Soo hayatım, çocuğu korkutacaksın." Ardından gelen esmer adam bizi ayırıp sıcak bir gülümseme sundu. "Off doğru ama çok heyecanlandım." dedi ve kıkırdadı küçük adam. Parmaklarındaki yüzüğe bakılırsa evlilerdi. Beni çok iyi tanıyan tavırları korkunç olsa da, sevimliydi. Sıcakkanlı insanlardı.

"Kusura bakma Jun. Seni o kadar çok dinledik ki, tanıyor gibiyim ama senin bizi tanımadığını unutmuşum." Kocaman kalp gülümsemesini yüzüne yerleştirdi. "Ben Kyungsoo, bu da eşim Jongin." dedi sevimlice.

"Hala kaçabilirsin." Sehun tekrar fısıldadı. "Kes sesini." diye fısıldadım ağzımın içinden. Bir anda boş bulunmuştum. Kyungsoo ve Jongin şaşkınca bana baktılar. "Anlamadım?" diye sordu elini uzatan adam. Ben ise gülümseyip havada kalan elini sıktım. "Hiç. Siz zaten beni tanıyorsunuz ama ben Junmyeon." Konuyu geçiştirmeye çalıştım. Sehun'un arkadaşları tarafından deli bilinmek istemiyordum, çok geç olsa da. Tamam Sehun umurumda değildi, sözde değildi ama itibarımı umursuyordum. Ayrıca onun yokluğunda tımarhanelik olduğumu bilmesine hiçte gerek yoktu. İkili şaşkınlıklarından sıyrılmaya çalıştı ve gülümsedi.

"Günlerdir biriken yorgunluğunun ödülüne gidelim mi? Seni yılların hasreti ile bekleyen bir aşık var ve geç kalırsak heyecandan ölebilir." dedi Kyungsoo saatini kontrol ederek. O sırada titreyen telefonuma baktım. Yine Sehun'du.

SEHUN:

Şehrime hoşgeldin papatyam, burası son durak ve artık şehrim sen kokuyor. Kyungsoo ve Jongin ile buluş, onlar seni bana getirecek.

Mesajı okumamla istemsiz gülümsedim. Sehun'un üzerimde inanılmaz bir etkisi vardı. Ona kırgındım ama tek bir mesajı ile kalbim hızla atmaya, başım dönmeye ve ellerim terlemeye başlamıştı. Bu hayali Sehun'un alaylı bakışlarına sebep olmuştu ama umursamadım. Telefonu tekrar cebime attım, bu defa onu aramaya çalışmadım. Muhtemelen yine kapalı olacaktı o telefonu.

"Sehun mu?" diye sordu Kyungsoo. Sessizce başımı salladım gülümseyerek. Aynı karşılığı aldığımda, arabaya doğru takip ettim ikiliyi. Resmen yıllar sonra Sehun'a gidiyordum ve sanki kalbim yerinden çıkıp bağımsızlığını ilan edecekmiş gibi hızla atıyordu. Hayali Sehun ise dakikalardır kayıptı. O yokken daha gergin hissediyordum elimde olmadan.

"Hadi arabaya." dedi heyecanla Kyungsoo ve kolumdan çekiştirerek beni peşinden sürükledi. Sehun'a kavuşmama son saniyelerdi ve ben ne yapmam gerektiğini bilmiyordum.

"Sehun ile nasıl tanıştınız?" diye sordum araba oldukça sessizken. Önde oturan ikili birbirlerine bakıp kıkırdadılar. "Ben Soo'ya onun restoranında evlenme teklifi ettim."dDediğinde göz devirdim. Bu adamın kaç mekanı vardı? Baekhyun'un bahsettiği mekan orası olmalıydı.

"O zaman tanışmıyorduk tabii." diye ekledi Kyungsoo kıkırdayarak. Ne demekti bu şimdi? İnsan hiç tanımadan evlenir miydi?

"Sen beni tanımıyordun, ben sana fazlaca platoniktim." dedi Jongin karşılık olarak. Söylediği ile güldüm. "Evet tam olarak böyleydi." diye destekledi Jongin'i. Birlikte çok güzel görünüyorlardı. "Soo'yu ilk onun mekanında gördüm, o günden sonra tek düşünebildiğim o oldu. Sehun ise bu teklifin mimarlarından işte." Gözlerimin önünde öpüştüklerinde ellerimle gözümü kapattım ama bu zihnimde canlanan Sehun'a engel olmamıştı.

"Heh işte geldik." dedi Kyungsoo el çırparak. Dışarıya baktığımdaysa gördüğüm tek şey o heybetli Opera Binasıydı. "Geldik mi?" diye sordum anlamazca. Bakışlarım hala binayı süzüyordu.

"Evet hadi in." Bana baktı, eliyle kışkışladı. Zorla arabadan indirildiğimde bir anda gaza basıp tüğmelerini beklemiyordum. O an koca şehir de tek başıma kalmıştım, neyi beklediğimden bile emin değildim. Aşkı? Hayır hayır o bizden geçmişti, en son on altı yaşındayken bulmuştu bizi. Sehun'u seviyordum ama hala eskisi gibi hissediyor muyum emin değildim. Karşıma çıktığında ne yapmam gerektiğini ya da söylemem gerektiğini bilmiyordum.

"Sona geldik sanırım." Sahile yaklaşmış manzarayı izlerken, hayali Sehun'un beni yine yalnız bırakmamıştı. Söylediği ile gülümsedim. "Bilmem, belki yine çıkmaz karşıma." dedim umutsuzca. Onunda söylediği gibi sona geldiğimiz de yorulmuştum. Eskiler bir bir yükleniyordu kalbime, elimde olmadan ağır geliyordu gidişi. Tanıdığım Sehun muydu şimdi bulacağım onu bile bilmiyordum. Bu yolda tanıdığım her insan onu benden çok daha iyi tanıyordu. Peki ben neden buradaydım? Neden gelmiştim peşinden hiç duraksız? Son durağıma mı? Belki, kim bilir.

"Kitaba göre burası olmalı. Leo o çok sevdiği Daisy'sine burada evlilik teklif etmişti." Neşeyle söylemine karşın yüzümde buruk bir gülümseme vardı. "Neden mutlu değilsin? Sehun'a kavuşacak olmak seni heyecanlandırmıyor mu?" diye sordu gözlerini gözlerime sabitlediğinde.

"Kalbim ağır geliyor sanırım. Geride bıraktığını umursamadan giden bir adama geldim. Anlıyorum, çok zor bir zamandı ama onu iyileştirmek istemiştim. O ise istemedi, kırgınlık bıraktı geride uzun zaman önce." Duraksadım. Bir anda dolan gözlerimden bir damla yaş süzüldü. "Biz Daisy ve Leo değiliz. Belki de geri dönüşümüz yok." Omuz silktim yanağımdan süzülen yaşı silerken. Hayalimin bile gözleri dolu doluydu kalbimin ağırlığıyla.

"Ama..." Sözlerini kestim bir anda. "O benim ilk aşkım ama belki de son durağım değildir. Buraya gelişim onu son kez görmek istememdir belki? Yani ne bileyim, evet onu seviyorum ama kötü gününde sarmamı istemedi, şimdi de saramam ki." Derince iç çektim. "Belki de papatya bahçelerim tekrar o kokmamalı, bizim papatyalarımız belki de uçsuz bucaksız çöllerde çoktan soldu ve sadece çöllerde görülen vahadan farksızdır?" Bu ona değil, aslında kalbime cevapsız bir soruydu.

"Kendine çok fazla yükleniyorsun." Burukça söyledi. "Sen bensin, sahiden çok mu yükleniyorum? Saçma mı, gereksiz mi?" diye sorduğumda sessiz kaldı. Aramızdaki sessizliği bozan ise çalan telefonumdu. Arayan Sehun'du. Birkaç saniye bekleyip açtım, sessizdi, bekledim.

"Seni özledim papatya." Duyduğum tanıdık sesle hayali Sehun'um bir anda yok oldu. Bu içimi daha çok burkmuştu. Sessiz kalmayı seçtim. "Geldim, buradayım. Seni bir daha asla bırakmayacağım. Bu son durak güzelim." dedi içtenlikle. Manzaraya doğru alaylı bir gülümseme sunup arkamı döndüğümde tam karşımdaydı. Turunç saçlarıyla güneşi kıskandıracak güzellikte parlıyordu. Çocukluğumuzdaki o salaş görüntüsünden bir şey kaybetmemişti ve ben bir tişört, bir kot pantolona tavdım. Kalbim çıkacak gibi atıyordu ama çoktan kırıktı ve parçaları etrafa dağılıyordu. Uzunca beni izledi uzunca onu izledim. Telefonu kapatıp yavaşça bana yaklaşmaya başladı. Son adımıyla gözlerimi gözlerine sabitledi.

"Özür dilerim papatya kokulum, senden gitmek zorunda olduğum için özür dilerim. Seni Daisy kadar mutlu edemediğim için özür dilerim." Fısıltısıyla alnıma bir öpücük bıraktı. Ben hala sessizdim, ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Nasıl hissettiğimden emin değildim.

"Bir şey söyle papatya, suskunluğun kalbimi yakıyor." diye yalvardı sessizliğime karşın. "Sehun..." diyebildim oldukça zorlukla. Kokusu ciğerlerime bulanırken kelimeleri toparlamak çok zordu. "Yıllar sonra neden şimdi?" Titreyen sesimle tamamladım.

"Çünkü sana artık o mükemmel hayatı sunabilirim. Seni çok mutlu edebilirim Jun. Bunların hepsi, baştan kurduğum bu hayat hepsi senin için sevgilim." dediğinde beni iyice göğsüne çekip sıkıca sarıldı. "Hiç tanımadığım bu hayat mı, benim için?" Alayla güldüm sözlerine ve geri çekildim. Yaptığımla kaşları çatıldı, beklediği tepkinin bu olmadığına emindim.

"Berbat haldeydim Jun, her şeyimi kaybetmiştim. Tüm umudumu, hayatımı kaybettim." Duraksadı. "Üzerime yapışan acımasız ithamlar. İnsanların ardımdan yaptığı acımasız dedikodular. Seni de bunların içine çekemezdim." dedi ses tonu vurgulu ve acı çekiyordu. Bu gardımı yerle bir etse de düşmedim. Ben oradaydım, kimse umurumda olmadan bana yaslanması için oradaydım ama o kaçmıştı.

"Bunların içinde olma fikrini bana sordun mu hiç? Ne istediğimi bir kere sormak istedin mi? Benimle gel desen, çıkıp gelecekken ben, benim adıma karar vermek daha mı kolaydı?" Az önce fısıltıyla çıkan sessim güçlendi. Yutkundum gözlerim dolduğunda. "Gittiğinde daha mı mutlu oldum sanıyorsun? Her gün sağdan soldan sevdiğim çocukla ilgili iğrenç cümleler duyarken ve nasıl olduğunu düşünürken delirmedim mi?" Sesim biraz daha yükseldi.

"Ne yapsaydım. Sana öylece hayatını bırak, ailenden vazgeç, benimle bombok hayatımın içine gel mi diyecektim?" Onunda sesi yükseldi. Alayla güldüm. "Benim ailem sendin!!" Öfkem gözle görülür derecede fazlaydı. "İşte kırgınlığım bu yüzden, beni tanımamış olman. Seni ne denli sevdiğimi bilmiyor olman. Eğer benimle gel deseydin her şeyden vazgeçebilirdim ben." Göğsüne geçirdiğim yumrukla yaşlar süzülmeye başladı gözlerimden. Sessiz kaldı isyanıma.

"Bu yüzden içimde sana dair bir savaş var. Sanki yıllar sonra ailemi bulmuş gibi öylece boynuna atlayıp devam mı etmeliyim, yoksa kalbimin kırıkları sana batmasın diye çekip gitmeli miyim?" Gözyaşlarımı tutamıyordum. Buraya gelene kadar her şey çok güzeldi. Gizem, notlar ve arayış, mutluydum. Şimdiyse ona olan hasretim, kavuşmanın verdiği yangınla canımı acıtıyordu.

"Ben senden hiç gitmedim. Bir yerlerde hep seninleyim. Hep seni izledim papatyam, hayatının bensiz geçen her zerresini ezberledim." Duraksadı. "Her doğum gününde sen bilmesen de yanı başındaydım ben, sana zarar verebilecek her tehdittin karşısındaydım." Yanağımdan süzülen yaşları sildi. Her dokunuş alev alev yakar gibiydi. "Ben her adımında yanı başındaydım aslında. ben senin için yaşadım bunca yıl." Acıyla gülümsedi. Gitmemden korkuyordu. Bense kalmaktan korkuyordum.

"Hayatım sensiz olmak zorunda değildi. Senden sonra sıyırdım düşüncesiyle hastane hastane gezmektense, seninle batağa batmayı tercih ederdim." Her cümlem umutsuzluğa sarınmıştı sonunda. Umutsuzluk tüm bedenime işlemişti. Papatyalarım soluyordu ben engel olamadan.

"O an engel olmak istedim ama yapamadım. Her şey olması gerektiği gibi değildi. Sana gelemezdim papatyam." Yaklaşıp saçlarımdan öptü.

"Gitmeseydin gelmek zorunda kalmazdın ama haklısın seni iyileştirebileceğime inancın yokken kalman saçmalık olurdu." Ellerini tutup çektim. Her cümlem kırıklığım ile örtülmüştü.

"Vardı, sadece kendime yoktu. Seni çıkmaza sürüklemekten korktum." Yutkundu, bakışlarını gökyüzüne sabitledi kısa bir süre. Ağlıyordu, gözlerimi kaçırdım. "Kırgınsın biliyorum ama bırak seni iyileştireyim kırıklarını papatyam." diye yalvardı bakışları tekrar beni bulduğunda.

"Bunları sen değil ben hak ediyordum biliyorum ama hepsini telefi edeceğim sevgilim her kırığını özenle saracağım, her kırıldığında tekrar papatya açtıracağım sana. Seni her zamankinden çok seveceğim Kim Junmyeon, benim olduğun her gün için şükrederek seveceğim seni. Her şeyi telefi edeceğim papatyam, yeter ki şehrim tekrar sen koksun." diye devam etti inançla Sehun. Her cümlesinde daha çok yalvarıyordu bana affetmem için, onunla kalmam için. Gömleğinin cebinden çıkarttığı kutuyu açtı. Bu yüzüğü tanıyordum. Giderken fırlattığım o yüzüktü bu. Benim için bir servet döktüğü dandik ama anlamlı o yüzük.

"Benimle evlen Kim Junmyeon ve beni evren üzerindeki en güzel papatya bahçesi yap." dedi hevesle. Tüm kötülükleri uçurumdan sürükleyip yeni bir hayat diliyordu gözleri. "Daisy ve Leo'nun hikayesini Jun ve Hun olarak sürdürelim. Kitap burada bitmesin güzelim." Sessiz kaldığımda devam etti. İçim çok karışıktı, belki de zihnimden bir parça Sehun'a ihtiyacım vardı o an. On altı yaşıma dönmeye ihtiyacım vardı. Belki de Sehun'un hiç gitmemesine ihtiyacım vardı. Öylece yüzüğü inceledim bir süre ve kutuyu kapattım tekrar.

"Seni çok seviyorum Sehun ama artık iyileşebilecek kırıklarım yok benim. Benim kırıklarım çorak toprak, papatya açmayacak belki de." dedi kutuyu ona doğru ittiğimde. Etraftan geçenlerin bizi umursamayışı işime geliyordu. Birileri bize bakarken bunu yapamazdım. Şu an hiç istemesem de iyileşmek için gidecektim belki de saniyeler sonra.

"Seni özledim hem de çok özledim. Dudaklarının ve dokunuşlarının tenimdeki gezintisini çok özledim. Yıllarca hep seni istedim, kollarında olmayı, bu canımı çok yaksa da istemeye devam ettim her an her saniye ama ben artık çok fazla yoruldum. Bu yolculuk boyunca fark ettiğin en belirgin şey Sehun. Ailemden tamamen vazgeçtikten sonra sana sığındım, sana sarıldım." Duraksadım. Gözyaşlarım şiddetlenmişti ve artık tutmuyordum.

"Sende bana sarıldın sandım, benimle iyileşirsin ya da bunu denersin sandım. Beni tanıdığını sandım, hayatımın iki dudağının arsından çıkacak tek gel kelimesine bağlı olduğunu bilirsin sandım ama sen ne yaptın. Sen mutlu olmalıydın bahanesine sığınıp, çekip gittin." Alayla güldüm. Alt dudağımı ısırdım. Canım yandıkça canını yakmak istedim aptalca.

"Jun... Sadece seni düşündüm." diyebildi yalnızca.

"Ama değildim, sen yanımda olmadığın her gün biraz daha düştüm, ben hiç mutlu değildim sensiz. Sonu da deli ilan edildim, boşlukta seninle konuşur hale geldim yokluğunda. Seni düşünmekten zihnim sadece sen olmuşken, delirdim." Saçlarımı çekiştirdiğimde engel oldu. Bizden tarafa dönen birkaç kişiyi sorun yok dercesine defetti.

"Yapma güzelim, yıllar sonra kavuşmuşken yapma." dedi ellerimi tuttuğunda.

"Buraya geldim evet, seni tekrar göreceğim düşüncesi ile heyecandan ölecektim. Yıllar sonra kavuşacaktık ve notların, yaptıkların çok tatlıydı ama buraya adım attığımda her şey değişti. Yıllarca yarım yaşamışken, yokluğuna çok fazla alıştığımı fark ettim." Titreyen dudaklarımı ısırdım.

"Şimdi ise her yanım yarım, kalbim hiç olmadığı kadar kırık, sensizliğe alışık. Bana yine düşsen bana yaslanacağının, gitmeyeceğinin garantisini verebilir misin Sehun?" Ben bir cevap beklerken o sessizdi. Cümlelerimin altında eziliyordu. Bu yolculuk beni değiştirmişti, hem de fazlasıyla. Bir şeyleri fark etmemi sağlamıştı. Sehun her şeyim olmuşken, yalnızlığıma alıştığımı görmemi.

"Özür dilerim papatya kokulum ama ben bugün seni bir kez daha görmeye geldim. Bu yalnızlığa alışma hissi seninle geçecek mi görmeye. Ben bugün, bir zamanlar senin gittiğin gibi senden gitmeye geldim yıllar sonra. Bilmiyorum belki bu daha çok yakacak canımı sonrasında ama ben artık sana gelirsem hep gidecekmişsin korlusuyla yaşayacağım." Bu sözleri nasıl kurduğumu bile bilmiyordum. İçimde büyüyen bambaşka bir Junmyeon duruyordu Sehun'un karşısında.

"Söz, seni asla bırakmayacağım papatya." dedi çaresizce ama faydasız olmadığını gözlerimde görüyordu.

"Önce bunu yenmem gerekiyor, gitmeyeceğine inanmam gerekiyor Sehun. Senin sözlerinle değil, kalbimde inanmam gerekiyor. İşte sana o zaman sapasağlam bir kalp sunabilirim." Gözyaşlarımı silip gülümsedim güven istercesine. "Eğer olurda bir gün beni hala istiyor olursan kırıklarımı kendim tamir ettiğimde sana geleceğim, söz veriyorum ama şimdi değil." diye ekledim geriye adımlar atarken ve bavulumu kavradım. Hızla bana yaklaşıp sıkıca göğsüne çekti. Gözyaşları saçlarıma karıştı.

"Papatya, benden git-" Sözlerini tamamlayamadan geri çekilip bir cesaretle dudaklarımı dudaklarına örttüm. Nefeslerimiz uzunca birbirlerine karıştı arka fonumuzda solan papatyalar eşliğinde. Yavaşça hala çok sevdiğim adamın kollarından geriye çekerek mırıldandım. "Bu kadar çok kırıkla sana gelemem Hun, bunu benden isteme." dedim. Hala öpücüğümüm şaşkınlığını yaşıyordu. Bu bir son değildi, kitap o yüzü takmadan bitmiyordu, bir başka sefer olacaktı elbet ama şimdilik son kez boynuna sıkıca sarıldım.

"Seni hep çok seveceğim papatya kokulum, şehrim yokluğunda bile sen kokacak, beni hep çok sev olur mu?" diye fısıldadım. Bu son isteğimdi ondan iyileşene kadar. Sehun sonunda pes etti, iyileşmem gerektiğini, papatyanın tekrar güneşe, güvene ihtiyacı olduğunu anlıyordu. Gözyaşları arasında saçlarıma bir öpücük kondurdu fısıldarken.

"Seni hep çok seveceğim papatyam, şehrim hep sen kokacak yokluğunda. Sana zarar verecek her şeyden uzak dur olur mu?" dedi söz isteyerek. Bir yerlerden beni izlemesini istemiyordum ve bunu biliyordu. Geçen zamanda onu tek başıma keşfetmek, sanki ilkmiş gibi baştan tanımak istiyordum güvenimi kazandığımda. Tekrar bavuluma sarıldım. Hoşçakal diyemezdim hala onu severken, birkaç adım atıp yanından geçtim. Duraksayıp ona döndüm.

"Belki bir gün tekrar görüşürüz sevgilim, bizim mutlu sonumuzda başka papatya zamanınadır." Gülümsemesinin ardından bana izin verdi, tekrar hareketlendiğimde artık gözyaşlarıma tamamen boğulmuştum. İnananıyordum, bizim masalımız bir gün tekrar başlayacaktı.

❀❀❀

İki Yıl Sonra

Sehun papatyasını görmeyeli tam iki yıl geçmişti. Hakkında bildiği tek şey, bu süreçte ailesine resti çekip Sydney'e yerleştiği ve büyük bir çiçekçisi olduğuydu. İsteklerine saygı duymuştu, onu izlememişti, çiçekçisinin adını bile öğrenmemişti kendisine hakim olamama korkusuyla. Bir gün papatyasının kapısını çalmasını bekliyordu sadece. Ondan uzak kaldığı her an kendisini işine vermişti Sehun, bugün de yine kafasında yaptığı planlar doğrultusunda garsonlarına emir veriyordu.

"Hayır hayır, lale değil. Masalarda papatya olacak demedim mi ben size?" dedi gergince masada gördüğüyle. "Bugün ki yemek önemli, yakın bir dostum. Her şey mükemmel olmalı." diye ekledi gergince. "Hemen değiştirtiyorum patron." Şef garson birkaç kişiye işaret edip kendi işine döndü.

"Biraz gergin misin sen?" dedi Jongin elindeki içkiden bir yudum alıp. Sadece geçerken uğramıştı ama Sehun yine tüm gerginliğini işinden çıkartıyordu. "İki yıldır her gün böyle diken üzerindesin ondan bir haber gelecek diye. Vazgeç artık dostum." diye ekledi. Sehun ise onu duymazdan geldi. O an ikilinin dikkati elinde bir demet papatya ile içeri giren adamı buldu.

"Oh Sehun." dedi adam ikiliye ilerlerken. "Benim." Sehun adamın elindeki çiçekleri aldığında, küçük bir imza attı. "Jun." diye fısıldadı Sehun, önce Jongin'e, sonra üzerindeki nota baktı. "Bu kadar hızlı olmasını beklemiyordum." dedi Jongin gülerek. Sehun ise gülümseyip hızla notu açtı.

Yıllar geçse de benim şehrim hala sen kokuyor sevgilim. Şimdi yeni bir kitabın baş rolleri olsak, bu defa hikayeyi biz yazıp baştan başlasak. Beni yine çok sever misin? Leo'nun Daisy'i sevdiği gibi değil, Sehun'un Jun'u sevdiği gibi sever misin beni?

Notta yazanlarla Sehun'un gülümsemesi büyüdü. Son iki yıldır beklediği haber sonunda ellerindeydi. Bir de küçük bir adres iliştirilmişti. Papatyaları Jongin'in eline tutuşturdu. "Yeni bir hikayeye başlıyoruz dostum. Bu defa mutlu sonun olduğu bir hikayeye." dedi ve koşar adımla akşamki daveti unutup restorandan çıkıp adrese doğru yola koyuldu.

Adrese vardığında eski tarzda döşenmiş bir kafe ile karşılaştı. Mekan oldukça küçüktü ve anlatamadığı kadar güzel kokular geliyordu içeriden. Yavaş adımlarla içeri daldı. Junmyeon hala ortalarda görünmüyordu. Etrafına bakındı, çok kalabalık bir mekan değildi. Tahta duvarları saran sarmaşık çiçekler mekana ayrı bir hava katmıştı.

"Sen Sehun'sun değil mi?" Bir kadın gülümseyerek ona yaklaştı ve tüm dikkatini çekti. "Güneşi kıskandıran o turunç saçlar, evet kesinlikle sen Sehun'sun." dedi kıkırdayarak. "Gel seni masana götüreyim." Sehun önce şaşkınca baksada kadını takip etti. Çok heyecanlıydı, içinde havai fişekler patlıyor ve sanki kalbi atmıyordu.

"İşte burası." Kadının işaret ettiği masaya baktı. Üzerine çivilenmiş küçük plakada 'Daisy ve Leo' yazıyordu ve küçük bir saksıda papatyalar eşlik ediyordu ona. Sehun gülümseyerek masaya yerleşti. Bir süre bekledi, tam gözlerini yumduğu sırada duyduğu adım sesleri ve ciğerlerine nüfus eden papatya kokusu ile öldüğünü düşündü. Ölmüştü ve burası cennetti. Tanıdık adım sesleri durdu, gözlerini açtığındaysa karşısındaki yerini almıştı. Görünüşü değişmişti, saçları pembeydi artık ama bakışları hala o çok sevdiği papatyasıydı.

"Pembe, yakışmış." dedi gülümseyerek Sehun. Junmyeon ise söylediğine gülümseyerek karşılık verdi. "Sizinle tanışmayı uzun zamandır bekliyorum." Dedi içtenlikle. Her şeye baştan başlıyorlardı. Tekrar tanışacaklardı hatta.

"Yıllardır beklediğim tek şey bu." dedi Sehun hevesle. "Ben Oh Sehun." diye ekledi elini uzatarak. Aynı karşılığı diğerinden de aldı.

"Ben de Kim Junmyeon, memnun oldum." dedi diğeri. Hayalini o gün kaybettiğinden beri, yine tek hayali yine Sehun'du yıllarca.

"Fakat söylemeden edemeyeceğim. Sizinle bahar geldi şehrime ve bahçelerim tekrar papatya kokuyor." Dedi Sehun kendisini tutamayarak. Junmyeon ise kıkırdadı.

"Şehrinizde uzun yıllar misafir olmak isterim Bay Oh. Eğer benim için bir yer varsa." deyişiyle alt dudağını ısırdı Junmyeon. "O nasıl söz, benim şehrim zaten sizsiniz Bay Kim." Sehun'un bu sözleriyle o çok sevdikleri elma tarçın çayları gelmiş, hafiften bir müziğin tınısı mekanda yükselmişti. Conan Gray, The Story ile ikisinin hikayesini anlatıyordu sözlerinde. İkili o dakikadan sonra geçmişi geride bırakıp, kendilerine mutlu sonlu bir kitap başlangıcı yapmışlardı. Artık birlikte kurdukları şehirleri hep papatya kokacaktı.

❀❀❀

Ve ben bir gençken, bir erkek ve bir erkek tanıyordum..

En iyi arkadaşlardı ama hep daha fazlası olmak istediler..

Çünkü onlardan biri diğerini sevdi, ama hiç keşfedemedi..

Çünkü söylemekten korktular..

Şimdi farklı eyaletlere taşındılar..

Ve korkarım ki sadece dünyanın işleyişi böyle...

Komik değil, güzel değil, tatlı değil

Sadece dünyanın işleyişi böyle..

Ama bence sen ve ben için bu işe yarayabilir

Sadece bekle ve gör..

Bu hikayenin sonu değil..

Conan Gray - The Story

Czytaj Dalej

To Też Polubisz

3.1M 16.9K 3
'Umudun gece ise, ay'a tutun.' ∞ (15/08/2018; Başlama tarihi.)
298K 22.2K 52
WATTYS 2018 KAZANANI! (KAHRAMANLAR KATEGORİSİ) Hreak ayağa aheste bir şekilde kalktıktan sonra kenarda yayılmış geniş postları eğilerek aldı. Geniş...
203K 21.3K 34
taehyung kırmızı defterini kaybeder 290423, tk ☁️
152K 16K 53
Jungkook, erzağının bitmesiyle kendine yiyecek birşeyler ararken, Taehyung'un liderlik yaptığı bir küçük bir şehirle karşılaşır. Jungkook, açlığını d...