UYANIŞ

By Elif_Tepe

69.7K 3.8K 3.6K

KOD ADI AZRAİL. Ailesi küçük yaşta öldürülen Efsar, kardeşiyle birlikte ailesinin katilinin yanında esirdir. ... More

1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41(Final)
💙🌼
(💙🌼)
🤍

18

1.3K 93 63
By Elif_Tepe

Aynı şeyi Mert de görmüş olacak ki aynı anda bağırdık "piramit yok!"
Kim almış olabilirdi kim?
Belki de Şeref yerini değiştirmişti.

"bunu mu arıyorsunuz?" diyen kişiyi görünce Mert sinirle bağırdı "biliyordum bunda bir şeyler olduğunu biliyordum."

Elinde tuttuğu kutuya odaklanıp, onu öldürme hayalleri kurmaya başlamıştım bile. Bir adım atınca cıkladı "o kadar kolay olmayacağını bilmen gerekir öyle değil mi?"

Kabir azabından farksız sesini kesmek için sabırsızlanıyordum. Bir adım daha yaklaştım "hemen onu veriyorsun yoksa..." güldü "demek sesin yerine geldi güzel!"

Elim silahıma gidecekken Mert uyardı "şimdi değil Efsar... Şimdi değil!" elinde sıkıca tuttuğu piramit şeklindeki kutuyla etrafta dolaşmaya başladı "kod adın Azrailmiş, efendimiz sana bu ismi koymuş. Bir insanı etki altına alma ve öldürme konusunda harikaymışsın."

Başını salladı "efendimize Şeytan derler Efsar, bana ise şeytanın yaveri. Sen öldürme konusunda ben ise iz sürme konusunda harikayım. Düşmanın kokusunu yüz metre ötede alırım!"

Kahkaha attım "tıpkı bir köpek gibi yani! Aramızdaki fark da bu sen Ahmetin köpeği olmaya dünden razısın ama ben ona boyun eğmemek için her şeyi feda ettim."

Yapmacık bir ifade takındı "kardeşinin başına gelenleri efendimizden duydum. Üzgünüm ama  Emeli o hale getirmek benim fikrimdi. Böylece efendimiz seni kaybedip asla üzülmeyecekti."

Üstüne atladığımda yere düştü. Kutu elinden kaymış, uzaklaşmıştı. Almak için dizlerimin üstünde sürünürken ayak bileğimi tuttu. Yüzüme attığı yumrukla neye uğradığımı şaşırdım.

Kollarımı tuttu ve başımın üstünde birleştirdi "duyduğuma göre efendimiz seni çok ama çok seviyormuş Efsar. Ne yazık ona kutuyu ben götürdüğümde ve tabii seni de burada öldürmek zorunda kaldığımda onun gözdesi ben olacağım."

Bileklerimi daha da sıktı "her zaman ikinci planda olmak ne demek bilir misin?" başımı salladım "hayır bilmiyorum! Çünkü Efsar Kurtbey her zaman bir numaradır." bileklerimi çevirdim ve elinden kurtuldum.

Sırtını tutup yere yatırdım. Yüzüne sağlam bir yumruk geçirdiğimde burnu kanamıştı. Hırsımı alamayıp iki tane daha vurdum. Saçlarımı tuttu ve beni üstünden attı.

Karnıma yediğim tekme iki büklüm kalmama sebep olmuştu. Koşarak kutuyu aldı "bir yarışın içindeyiz Efsar. Sen kardeşinle onun yanından kurtulmak için bu kutuyu ona götürmek istiyorsun. Ben ise onun yanında kalabilmek için kutuyu ona götürmek istiyorum."

Öfkeyle bağırdı "ve sen Azrail... Sen öldüğün zaman tahtını ben alacağım." başımı salladım "Ahmetin de Azraili olduktan sonra tahtımı sana seve seve devrederim, merak etme!"

Kutuya tekrar sıkı sıkı sarılmıştı "anın tadını çıkar Efsar, bu işin sonunda o kutu sende olacak merak etme" Mertin söyledikleri beni tatmin etmişti.

"madem Ahmet bana bu kadar düşkün kendi ağzınla söyledin ya hani... O zaman bir tahmin et beni öldürdüğünde Ahmet sana ne yapar?"

O adamın sevgisini bile istemiyordum. Alsın başına çalsın manyak herif!
"kutuyu sana vermem için bunları söylüyorsun öyle değil mi?" ona doğru bir adım daha attım "inan bana kutuyu almak isteseydim çoktan elimde tutuyor olurdum ve gözlerim de senin cesedinin üzerinde olurdu yani seninle konuşarak zaman kaybetmezdim."

Kaşları çatıldı "beni öldüremezsin Efsar! Aynı tarafa çalışıyoruz. Bunun cezasını ağır ödersin." gerçekten çok korkmuştum.

"aynı tarafa çalışıyoruz Gamze ama aynı tarafta değiliz." bir adım daha yaklaştım "benimle aynı tarafta olana can veririm ama karşımda duranın canını almak benim işim!"

Yutkunmuştu yere çömeldim ve ayağına attığım tekmeyle sırt üstü düştü. Kutuyu almak için eğildiğimde ayakkabısının topuğundaki bıçağı karnıma sürttü.

Tişörtüm kesilmişti. Kesiğin üzerine elimi koyduğumda bir ıslaklık hissediyordum "iyi misin Efsar ses ver ne oldu?"

Gamze tekrar kalkmış ve kutuyu almıştı. Gamzeye bakarak konuştum "iyim Mert merak etme. Çekirge misali üçüncü zıplayışında kafasını koparacağım."

"demek sana bir de yardımcı verdi ha? Güzelmiş. Siz iki kişisiniz ama gelin görün ki ben tek başıma başardım bu işi." sırıtmaya başlamıştı.

Belimden silahı çıkarıp namluyu ona doğrulttuğumda gülüşü silindi "ben... Beni öldürmeyeceksin değil mi Efsar?"

"sana benim hakkımda çok şey anlatmışlar Gamze ama asla silah kullanmayı sevmediğimi ve beceremediğimi söylememişler." bacağına ateş ettiğimde yere düşmüştü "bak kullanmayı bilmiyorum demiştim
Yanlışlıkla seni vurdum."
Yavaş yavaş yürüdüm ve kutuyu elime aldım.

Oldukça ağırdı "bırak bırak!" diye inliyordu. Yüzümdeki zafer gülümsemesiyle yüzüne baktım. Kutuyu yere bıraktım ve merdivenlere doğru ittim. Oldukça uzağa gittiğinden emin olunca Gamzenin yanına çöktüm.

"ne diyiyordum ha... Asla silah kullanmayı sevmem ve beceremem. Çıplak elle birini öldürdün mü hiç Gamze? Son nefesini verirken ellerinde vücudunun soğuması ne demek bilir misin, o zevki hiç tattın mı?"

Yüzüne eğilmiştim. Bacağındaki yaraya baskı yaptım. Çığlığı etrafı inletirken parmağımı dudaklarıma götürdüm "sus Gamze sus. Çok sevdiğim kendimin canı yandı ve rahat durmayacak! Tahtımı almak isteyen sendin. Fakat bilmediğin şey ise ben olmak kolay değildi. Bir Efsar olacaksan defalarca yanman ve yara alman gerekir."

Kollarını tuttum ve kendime çekip "ve tabii yandıktan sonra küllerinden doğmayı bileceksin ama asla içindeki kor dinmeyecek, dinmeyecek ki seni o ateşe atanları unutma. Sana dokunmak isteyenlerin yanması için o kor dinmeyecek!" diye bağırmıştım.

Ayağa kalktım "işte o zaman Efsar Kurtbey namıdiğer Azrail olabilirsin!" çaresizce bana bakıyordu "onu öldürmek zorunda değilsin biliyorsun değil mi? Adamlar gelene kadar biz çoktan kaçmış oluruz, gelenler de onu bulur."

"hayır Mert! Diken atana gül atacak değilim. Boğazına yapışma vakti!" konuştuklarımı duyan Gamzenin gözleri kocaman açıldı "bak beni öldürme kimseye bir şey demem söz! Başına bela da olmam lütfen bırak beni!" ağlıyordu.

Kollarımı bağladım "o çok sevgili efendinin bize öğrettiği en önemli kural neydi? Söylesene!" sessiz kaldığını görünce ben hatırlattım "asla arkanda iz bırakma!"

Gözlerinin içine baktım "diz çök!" başını iki yana salladı "diz çök!" dediğimi yapmadığında sinirlenmiştim. Silahı ona doğrulttum "sana diz çök dedim!" bu kadar çok bağırdığım için boğazım ağrıyordu.

Titreyerek dediğimi yaptı ve diz çöktü. Silahı belime koydum ve ona doğru eğilip yüzünü yukarı kaldırdım.

Direkt gözlerime odaklanmıştı "söyle bana Gamze, ölmek istediğini söyle! En büyük arzun seni benim öldürmem öyle değil mi?" göz bebekleri büyümüştü.

Yutkundu ve dudaklarını araladı "evet Efsar! Ölmek istiyorum çünkü daha fazla dayanamıyorum. Lütfen beni öldür, daha fazla yaşamak istemiyorum!" gözlerinden yaşlar süzülürken ellerim titremişti.

'kendine gel Efsar. Bir kere elin titrerse geri dönüşü olmaz!' kafamın içinde yaşayan biri mi vardı? Bu ses kime aitti? Tekrar aynı ses zihnimde yankılandı  'zaten onu öldürmeni istiyor yani kötülük yapmış olmayacaksın!'

Ses rahatsız edici olsa da haklıydı. Onu öldürmemi kendi istemişti. Ellerimi boğazına sıkıca kenetledim ve var gücümle sıktım. Elleriyle bileklerimi tuttu.

Rengi kızarmıştı, gözlerinden yaşlar geliyordu. Son çırpınışlarıyla onun için geri sayım başlamıştı. Dudakları morarmıştı. Elleri yanlara düştüğünde  artık çırpınmıyordu.

"üzgünüm yapmak zorundaydım." Gamzenin cesedini yere bırakmadan önce kulağına fısıldadım ve bir çöpmüş gibi fırlattım.

Mertin söylediği tek şey "kutuyu al, arkaya gel!" demek oldu. Kutuyu ellerimin arasına aldım ve kurtuluş biletime sarıldım.

Yeni bir hayat, doğacak güneş ve yaşayacağım o kadar gün beni bekliyordu. Esaret halkasını ayağımdan çıkaracağım gün bugündü. Kimseye görünmeden girdiğim camdan dışarı çıktım.

Mertin arabasını görünce koşarak o tarafa gittim ve bindim. Arabayı çalıştırdı ve sürmeye başladı. Fakat bir gariplik vardı. Sesi soluğu çıkmıyordu "ne oldu Tekno hayırdır?"

Kısa süreliğine bana bakıp, yola döndü "sesin ne kadar da neşeli. Hiç dakikalar önce birini öldürmüş gibi değilsin!" az önce onun da hayatını kurtaracak bir adım atmıştım fakat o beni yargılamaya mı çalışıyordu?

"bu ne demek şimdi? Zaten benim işim buydu Mert. Önceden beri biliyordun."

"ben de onu diyiyorum zaten Efsarım. Vazgeç artık lütfen. Masumluğunu kirletme. İleride birini sevince başkalarının kanıyla kirlenmiş ellerini nasıl tutmasına izin vereceksin? Diyelim ki evlendin anne oldun. O kadar can almışken, için rahat bir şekilde dünyaya yeni bir can getirebilecek misin?"

"bunları düşünmek sana kalmadı! İşine bak. Bir an önce şunu Ahmete verip kurtulmak istiyorum."

İleride kana bulanmış ellerimi biri tutar mı diye düşünmüyordum. Çünkü şu hayatta beni karşılıksız sevecek bir insanoğlu yoktu.

Anne olmak hiç istemiyordum. Çünkü öğrendiğim bir gerçek vardı ki anneler ölümsüz değilmiş. Onlar gidince yavruları çok acı çekiyormuş. Bunun için ne birinin sevdiği olmak ne de anne olmak istiyordum.

Çünkü ölüm çok yakındı ve hayatımda bir kişi daha benden önce ölürse toparlanamazdım. Ben ölümdüm, ölümün ta kendisiydim. Bunun için bana dokunan lanetime kapılıp ebediyete yürüyordu.

Fakat şikayetçi de değildim. Kendimi böyle de seviyordum. Yüzüme baktı ve bir kahkaha attı "sen beni ciddiye mi aldın gerçekten? En doğrusunu yaptın sen Efsar. Unutma doğru da yapsan yanlış da ben hep arkandayım."

Deliydi bu çocuk, sıyırmıştı.
"zaten onun yanından kurtulduktan sonra kendine yeni bir hayat kuracaksın. Ben de öyle!" gülümsedim. Sanırım Sahrayla evlenmek istiyordu.

"biliyor musun Mert her gece kardeşime sarılarak uyurdum eskiden. Annem gibi kokardı çünkü. Bundan sonra da eğer bir evimiz olursa ona oda kurmayacağım, benimle yatsın. Kokusunu doya doya içime çekeyim."

Elimde tuttuğum kutunun üzerinden kendi yansıması görüyordum "belki sen de Sahrayla evlenirsin, çocukların olur Emelle oynarlar." Mert kahkaha attı "benimkiler oynayacak yaşa gelene kadar Emel çoktan büyür, genç kız olur."

Doğru söylüyordu. Bahçeli bir ev tutacaktım. Bahçesindeki ağaca bir salıncak ve çimenlerin içine de masa sandalye koyacaktım. Hiç salıncak görmemişti Emel ve çok merak ediyordu. Bir tarafa çiçek ekerken bir tarafına adam gömecekti... Ah şu hayal kurma işini bir türlü beceremedim.

Arkadan aldığı hırkasını bana verdi "şunu üstüne geçir. Kardeşin yaranı görmesin." dediğini yaptım.
Araba malikanenin önünde durunca buradan ayrıldığım son zamana gittim. Ne acıydı! Herkese çizgiler çekip, küçük bir kız için bütün gururumu yıkıyordum. Tatlı, güzel ve sevilesi küçük bir emanet kız.

Bu saatten sonra ölsem bile ailemin yüzüne rahatlıkla bakacaktım. Emaneti zor da olsa korumuş, hayatta tutmayı başarmıştım. Bu saatten sonra da tek amacım onu güvenle ve huzurla yaşatmak olacaktı.

Arabadan indim ve yavaş yavaş yürümeye başladım "Merak etme Efsar her şey yolunda gidecek." Mert yanımda olmasaydı şimdi şurada kalpten giderdim.

Korkum kendimden kaynaklı değildi. Ölürüm de Emel bu adamın elinde kalır diye korkuyordum. Korumalar kapıları açtılar ve içeri girdik.

Holün ortasında durmuş Ahmet bizi karşılamak için bekliyordu. İkili merdivenin sağ tarafından kırmızı bir elbise giymiş Sahra, sopasını yere vura vura iniyordu.

Sahranın elini tutan kişi ise kardeşim Emeldi. Son gördüğüm zamana göre kilo almıştı. Yanakları dolgunlaşmış, yüzüne renk gelmişti. Pembe bir elbise giymişti.

Nefret ettiğim renk onun üstünde ne de güzel olmuştu. Neşeyle ve umutla gülümsüyordu. Merdivenlerden indiler ve Emel koşarak yanıma geldi.

Boynuma atladığında dünyanın en güzel nimetleri ellerimin arasındaymış gibi hissettim. Göğsüme sıkı sıkı bastırdım. Kokusunu doya doya içime çektim. Al işte aynı annemin kokusuydu.

Gülerken yanağında oluşan gamzesi de babama aitti sanki. Ona bir şey olsa anne babamı tekrar kaybedecek gibiydim. Benden ayrılınca doğruldum ve elini tuttum.

Sahrayla Mert de en az bizim kadar özlemiştiler birbirlerini. Sanırım aşk güzel şeydi ama yakışana. Elimdeki kutuya aç köpek gibi bakan Ahmetin kafasına sıkma isteğimi bastırdım ve ona doğru dördümüz birden yürüdük.

Son olaydan sonra korumaları bir saniye başından ayrılmıyordu. Eliyle salonu işaret etti "hadi çocuklar bir şeyler yiyelim. Gece geç saatler olduğu için fazla bir şey hazırlatamadım ama kusura bakmayın!"

Demek insan taklidi yapmayı biliyordu bizim mal! Hep birlikte salona doğru yürüdük. Ortadaki büyük yemek masasının etrafına dizildiğimizde Mert Ahmetin sağına ben ise soluna oturmuştum.

Tabakalarımıza servis yapılırken Mertle birbirimize baktık. Kısa süreliğine kaşlarını kaldırıp, indirdi.
Yemeklerin içine bir şey koyulmuş olabilirdi bunun için yemeklere dokunmayacaktık.

"fazla vaktimiz yok. Kutuyu alın ve yıllar süren bu mesele kapansın!" kutuyu önüne bıraktık. Yüzüklerin Efendisi'ndeki Smeagol gibi sarılmıştı kutuya.

"size ne kadar teşekkür etsem azdır çocuklar bu iyiliğinizi asla unutmayacağım." zorla yaptırılan bir şeyin iyilik sınıfına girmediğini biri söylemeliyi şu adama!

Sürekli unutmaya başlamıştım. Ben artık konuşuyordum
"zorla yaptırılan şeyler iyilik sayılmıyor! Fakat konumuz bu değil. Biz söylediğinizi yaptık. Kutuyu size getirdik. Sıra sizde!"

Başını salladı "pekala Mert, Sahra eşyalarını toplasın gidin!" Emel korkuyla bağırdı "efendim biz?.." Ahmet, Emele bakarak güldü.

"ablana bir hafta süre tanıyacağım Emelciğim. Güzel bir ev bulsun, işe girsin. Ben de eşyalarınızı toplatıp Mert ağabeyinle seni ablanın yanına göndereceğim."

Bu da nereden çıkmıştı şimdi "ama böyle anlaşmamıştık." güldü "güzelim sakin ol! Şimdi alıp götürsen o kadar eşyayla bu çocuğu ne yapacaksın? Para yok ev yok. Sana söz veriyorum bir haftanın sonunda onu sana Mertle göndereceğim."

"o zaman ben de Emelle kalırım. Bir hafta sonra ikimizi birlikte alır Mert." konuşan Sahraydı. Mert başını salladı "bana uyar." Emel kırgınlıkla yüzüme bakıyordu.

Elinden tuttum ve masadan kalktık "izninizle biraz özel konuşalım." ilerideki koltuklara yürüdük ve onu oturtup ben de önünde diz çöktüm "ablacığım bak... Çok az kaldı tamam mı! Seni buradan alıp gideceğim."

Saçlarını okşadım "güzel bir evimiz olacak. Sen okula gideceksin. Korku yok, acı yok tamam mı ha? Hem bahçemize de o çok merak ettiğin salıncaktan kuracağım istediğin kadar oyna, sallan diye."

Ellerini tuttum ve öptüm "bir hafta daha sabret güzel gözlü kardeşim, bir haftacık daha!"

"beni yalnız bırakmasan abla, korkuyorum." okuldakilerin benden şüphelenmemesi gerekiyordu bir hafta daha orada kalmalıydım.

"bak ben şimdi gideceğim ama sen merak etme seni yanıma almak için sabırsızlanıyorum." boynuma sarıldı "yalnız kalmak istemiyorum ama işlerini çabuk hallet. Korkuyorum."

Gözünden damlayan yaşlar bir bir yüreğime düşerken onu şimdi alıp götürmeyi ne çok isterdim. Ayağa kalktı ve göz yaşlarını sildi "ben senin kardeşinim, asla korkmam. Sana güveniyorum abla beni bırakmazsın!"

Sıkıca sarıldım "şimdi gitmem gerek sakın korkma tamam mı?" alnını öptüm ve ayağa kalktım. Elinden tutup Sahranın yanına götürdüm.

Onlar da ayağa kalkmıştı çoktan. Hiç yapmam dediğim şeyi yaptım ve Sahraya sıkıca sarıldım "teşekkür ederim Sahra, bu iyiliğini asla unutmayacağım!" kulağına fısıldamıştım.

Mert hayranlıkla bize baktı "demek insanlara alerjisi olan kızımız benim güzel sevgilim sayesinde hastalığını yendi!" kollarını açtı "hadi bir test edelim."

Bacağına tekme attım, acıyla inlediğinde Emel kahkahaya boğulmuştu. Mert öfkeyle bana baktı "çoluğa çocuğa maskara olduk bu da iyidi gerçekten!" Sahra ve Emel el ele tutuşup salondan çıkarlarken Emele son kez baktım.

O benim her şeyimdi ve yakında her şeyimi alıp buradan gidecektim.
Ahmet bize baktı "dikkatli olun çocuklar. Şeref henüz kutunun yokluğunu fark etmedi. Yoksa çoktan basmıştı burayı."

Mert arabanın anahtarını masanın üzerinden aldı "gidelim Efsar." bahçeye doğru yürüyorduk "bizim evin üst katı kiralık orayı sana tutarız. Bir de benim Alper ağabey var, restoranına garson arıyordu. Onunla da konuşup işe girdiğinde gel keyfim gel!"

Yüzümde bir gülümseme oluştu. Arabaya binip arkama yaslandım. Güneş doğmak üzereydi. Hem bu dünyaya hem de benim dünyama.
---------------------------------------------------
Bugün okuldan ayrılacaktım. Mert ev ve işi hallettmişti bile. Ahmete haber verdiğimde kardeşimi çıkışta göndereceğini söyledi.

Heyecandan içim içimi yiyip bitiriyordu. Tırnaklarımı kemiriyor ve parmaklarımı sıkıyordum.
Afet bana baktı "hayrola ne bu haller?"

Yüzüne bakakaldım. Bugün, kazandığım ilk arkadaşımı burada bırakacaktım. Kerim yanımıza geldi "Kesin aşık olmuş bu!" sinirle yüzlerine baktım "kapayın çenenizi!"

"valla sesin geri geldi ya, istediğin hakareti et, umrumda değil." Kerim masanın üstüne bir hediye paketi bıraktı "bu senin için. Geçmiş olsun hediyesi ikimiz adına."

Gülümsedim "hediyelere bayılırım. Bedava bir sürü bir şeyin olur." Afet gözlerini devirdi "biraz insan ol!" paketi açtığımda çok şirin bir kutuyla karşılaştım.

Kutuyu alıp, kapağını açınca içindekinin bir kolye olduğunu gördüm. Papatya şeklindeydi ve küçüktü, abartı değil narindi. Çok sevmiştim "ama bu çok güzel!"

Kerim söylendi "tabii güzel o kadar para verdik!" Afet sinirlenmişti "sana layık değil ama güle güle kullan."

"ona layık değil mi. Yedi ceddine yeter o kolye!" Afet, cüzdanını kafasına fırlattı "tamam ya şaka da yapmayalım o zaman. Efsar gerçekten sana çok yakışacağını düşündüğüm için ben seçtim."

"tekrar teşekkür ederim." kolyeyi boynuma taktım. Faris bey sınıfa girince Kerim koşarak yerine gitti.
Çantasını masanın üstüne bıraktı ve sınıfa baktı "oturun" diyip kendi de oturdu.

Bir derdi var gibiydi. Gözleri yorgun bakıyordu. Zaten konuşmaya da gelmemişti. Defteri yazdı ve sınıfa döndü "bugünün teması veda. Sizce veda nedir?"

Hoşçakal  lafında saklı yaşamın en bilinmedik yüzü.
Birbirine son bir kere bakan sevgilerin  gözündeki bir türlü akamayan o damladan çıkar dudaklarda kuruyan sözler.

"kendine iyi bak dersin" ve biter
her şeyden öte, son dokunuş kalır düşüncenin bir yerinde. yürekte, birlikte geçirilen iyi kötü anların tadı asla silinmez.
Her zaman çok geç veda sözleri için, vedalar için zaman hep çok erken.

Daha birkaç aydır tanıyordum onu ama... Aması yoktu benim için! Elimi yüzüme koymuş onu izlerken yanağımdan akıp, kitabıma damyalan o bir damla yaş bana çok şey öğretmişti.

Yanlış bir duyguya kapılmak istemiyordum. Çünkü benim gibiler sevmeyi bilmez eline yüzüne bulaştırırdı. Öyle de yapmıştım zaten.

Göz göre göre ihanet ettiğim bir adamla kalkıp vedalaşacak değildim. Beni iyi hatırlayın desem ne olacaktı ki? Gerçeği öğrenince iyi olacak mıydım onun gözünde?

Defalarca demiştim bana iyilik yapmayın, iyi davranmayın diye. Öyle olsaydı şimdi kendimi borçlu hissetmezdim. Borçlu hissetmek miydi bu?

Faris beyin sesini duyunca başımı kaldırdım "sevme seviyesini belirleyen bir araçtır veda etmek. Ne kadar çok sevdiğini veya sevmediğini ancak ona veda etmen gerekirken tam olarak anlayabilirsin. Ben diyorum ki: 'veda edemeyeceğin hiçbir şeyi sevmeyeceksin."

Bu şehirden gitmek istiyorum. Fakat gidemiyorum, sanki herkes beni çok severmiş gibi. Sanıyorum ki bensiz yapamazlar. Kendimi kandırmanın en üst noktasında yaşıyorum. Korkumun bahanesi olduğunu bile bile. Gitgide boğulduğumu, çürüdüğümü, öldüğümü bile bile gitmemekte direniyorum.

Amaçsız, hevessiz, yarım yamalak günler yaşıyorum. Yaşatıyorm kendime. Ne için? korkuyorum. Alışmaktan fakat en çok seveceğim kişinin bana yabancı olmasından korkuyorum. Bayramdan bayrama birbirini kısmetse gören insanlar olmamızdan, telefonlarımızın azalmasından, her şeyden korkuyorum. Bunun için kimseyi sevemiyorum.

Yokluğumun alışılabilir olmasından haberim var kimse için değişen bir şey olmayacak ben gidince ve bununla yüzleşmek sorunda kalmaktan korkuyorum.

"ister miydin Karahan, sen giderken arkandan ağlayacak birini?" iç sesimi duymuş olabilir miydi? Zorla gülümsedim "tabii ki istemezdim. O ne öyle vıcık vıcık oldu olacak arkamdan beyaz mendil de sallasın."

İsterdim...

Zil çalınca sınıftan çıkan Faris beye koşarak yetiştim "Faris bey biraz bahçede konuşabilir miyiz?" başını salladı "tamam sen çık ben şunları bırakıp geleyim."

Adım adım bahçeye yürürken ne diyeceğimi biliyordum. Sadece helallik isteyecektim. Bu kadar zaman yaptıkları için teşekkür edecektim. Bahçeye çıktım ve etrafıma bakındım. Saatler sonra bu kapıdan çıkıp yıllardır hayalini kurduğum hayali yaşayacaktım.

İlerideki banka oturdum ve sağa sola bakmaya başladım. Benim gibi mükemmel bir insanı bekletmeye utanmayan bu adamın bir ceza alması gerekirdi. Okulun kapısından çıkıp salına salına merdivenleri inince kahkaha attım.

Yine Lapacılığı üstündeydi. Yanıma doğru yürüdü ve oturdu "evet seni dinliyorum Karahan!" bu adamın ismimle zoru neydi acaba?

Ellerimi dizime koydum "ee Faris bey okul nasıl gidiyor?" kaşlarını çattı "sen iyi misin?" başımı salladım "iyim canım iyim." gözüm parmağına kaydı yüzüğüne bakıp, bakışlarımı hemen geri çektim "düğün ne zaman peki?"

"haftaya bugün!"

"bu kadar çabuk mu?" sesim oldukça şaşkın çıkmıştı.

"eğer müsait değilim gelemem diyiyorsan başka güne erteleyelim." şaka mıydı şimdi bu?

"hiç komik değil. Üstelik zaten düğününüze gelip halay çekeceğimi düşünüyorsanız yanılıyorsunuz. En fazla pasta yer, çeyrek takat giderim."

"olur." demişti. Yok geldim gidiyorum bu adamın güldüğünü göremeyeceğim. Ne diyecektim ki şimdi? Bu konulara alışkın değildim "artık meselenin ne olduğunu söyler misin Efsar! Belli başka bir şey var ama söylemeye çalışıp kıvranıyorsun."

"ben..." demiştin ki bahçeden içeri giren Mertin feryadı kulaklarımı çınlattı "Efsar!" başımı kaldırdım ve ona taraf baktım.

Kucağında tuttuğu şeyle bana doğru yaklaşırken gözlerimi kapattım ve "gerçek değil... Gerçek değil." diye sayıkladım.

Dizlerinin üstüne düştü ve başını yukarı kaldırdı "öldürmüşler Efsar, melek etmişler onu!" ölmemiştir değil mi ölmemiştir?

Sarsak adımlarla yanlarına gittim. Kucağında Emelin cansız bedeni vardı. O gece giydiği pembe elbise üstündeydi ve her yeri kardeşimin kanına bulanmıştı.

Yakasına tutturulmuş kağıt parçasını almak için eğildiğimde Faris bey kollarımı tuttu "bırak!" diye bağırıp kağıdı aldım.

"kardeşini sana gönderdim işte Efsar. Bundan sonraki hayatında başarılar."

Mertin yanına oturdum ve onun cansız bedenini kollarımın arasına aldım. Feryadımdan önce ki son sessizliğimdi...

-------------—-------------_
Bölüm sonu!!!

Gelecek bölüm görüşmek üzere, kendinize iyi bakın
🌼🌼🌼🌼🌼🌼🌼

Continue Reading

You'll Also Like

811K 34.2K 50
30-50k izlenen Yağız her gün yayın açar, Sohbet eder ve korku oyunları oynar. Işıl ise o yayıncıya aşık bir kızdır. Işıl habire yağıza Instagramdan y...
2M 87.6K 68
Aile problemleri yüzünden evden kaçmış ve kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, aynı zamanda sinir hastası olan Pare, ucuza gelsin diye ikinci el...
34.3K 7K 54
Ben şok olmuş bir şekilde oka bakarken kulağımın dibinde kısık sesi, "Bir şahinin yemine baktığı gibi değil de," dedi, "daha çok parasını verdiğim ha...
3.6M 132K 73
Berdel'e kurban gitmiştim. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir adamla evlendiriliyordum... "1 yıl, sadece 1 yıl sonra burdan herkesin seni bir ölü olarak...