ZAMANSIZ SEVGİ

بواسطة Derunimeyus

781K 29K 7.9K

"Tüm gökyüzünü gözlerine taşımışsın. O maviliği bazen kara bulutlar örtmüş, bazen sağanak almış; hiç utanmada... المزيد

Tanıtım
GİRİŞ
1.KÂBUS
2.İLLÜZYON
3.KARA DELİK
4.UMUTSUZLUĞUN ÇATLAKLARINDAN FİLİZLENEN UMUT
5.ZAMANIN ÇATLAYAN BEL KEMİĞİ
6.ÖZGÜRLÜĞÜN ESİRİ
7. DÜŞEN MASKELER
8.MAĞLUBİYETTEN DOĞAN GALİBİYET
9.YALAN TEMELLERE İNŞA EDİLMİŞ ÇÜRÜK BİR HAYAT
10.KARANLIĞA ESİR EDEN YILDIZLAR
12.AYRILAN YOLLAR
13. AYNI KAN
14.GEÇMİŞİN YANGINI GELECEĞİ TUTUŞTURUR
15.YARALAYAN OLMAK
16.GEÇMİŞE YOLCULUK
17.NEFRETLE SAVAŞAN SEVGİNİN GETİRDİĞİ YIKIM
18.ALTANAVLA, BAŞLANGIÇ VE SON
19.ACIYI KUCAKLAYAN GÖĞE İTİRAF
20.SEÇİLMİŞ
21. BİLİNMEDEN YAPILAN TERCİH
22.ZAMANIN KALBİ
23.KURŞUN
24. İMKANSIZLIKTAN İMKANA
25.AŞKIN ÖNÜNDEKİ GURUR
26. KATİL
27.GÜÇ
28.BİLİNMEZLER ALEMİ
29. ASRAL
30.İHANETİN SIZISI
31.GEÇMİŞİN İZİ;BUGÜN
32.İKİ YÜZLÜLÜĞÜN ACISI
33.GELECEĞİN GÖBEK BAĞI GEÇMİŞ
34.AZRAİLİN KESKİN SOLUĞU
35.YILLARIN GÜNAHI
36.ANNE SÖZÜ
37.SON ŞANS,GÖK'ÜN AFFI
38.GÜÇ BİRLİĞİ, SON SAVAŞ
39. GERÇEKLEŞEN HAYALLER
40. NEFRETİN KIRILMA NOKTASI
41.İLK UYANIŞ-SORGULAMA

11. SARSICI İDDİA

13.9K 713 166
بواسطة Derunimeyus

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum, keyifli okumalar💜

"Baba! Anne! Gördünüz mü?" Altı yaşımın heyecanlı sesi, sessizlik içinde büyük bir yankı uyandırırken parmağımın ucuyla işaret ettiğim karanlık gökyüzüne baktı annem ve babam aynı anda. Benimle aynı heyecanı paylaşan gözleri parlarken, babamın büyük eli hızlıca beni kendine çekerek geri yerime oturmamı sağladı.

Evimizin terasında, elektrikler kesildiği için yalnızca birkaç mum ışığıyla oturuyorduk. Ilık esen rüzgar hafifçe saçlarımı uçuştururken, omuzlarımdaki battaniyeyi usulca düzeltti annem. Bunun üzerine kalın battaniyenin altında kalan saçlarımı, yavaş hareketlerle dışarı çıkardı babam canımı yakmaktan çekinir gibi temkinlice.

"Yıldız kaydı. Hadi bir dilek dile Hera." Annemin, anlamlandıramadığım kelimelerle kaşlarım çatılırken, bana gülümseyen annemden aldığım bakışlarımı kucağında oturduğum babama çevirdim yeniden.

"Yıldız kaydığı için mi?" Anlam veremediğimi gören babamın yüzünde ufak bir tebessüm oluşurken, hâlâ gökyüzüne doğru uzanmış duran parmağımı sardı sıcak elleri ve parmağımın ucuna küçük bir öpücük kondurarak kendi avuç içi arasına aldı.

Hafif çatılan kaşlarıyla kısılan gözleri karanlık gecenin içinde parıl parıl parlayan yıldızlardayken, sesini duydum. "Eğer uzayda bulunan göktaşlarının yörüngeleri Dünya'mızın yörüngesi ile kesişirse, göktaşı büyük bir hızla atmosfere girer. Bu sırada meydana gelen sürtünme ile göktaşı ısınır, yanar ve ışık saçmaya başlar. Bu görüntünün aslında uzaydaki yıldızlarla hiçbir ilişkisi yok." Dudakları alayla iki yana kıvrılırken anneme yandan bir bakış attı.

"Annen gibi olayı romantikleştirenlerde yıldız kayması deyip, dilek tutuyorlar işte güzel bebeğim." Annemin irileşen gözleri babamı bulurken, sinirli bir soluk bıraktı.

"Ülgen! Çocuğun aklını niye karıştırıyorsun şimdi, ayrıca her olayı mesleğine bağlama. Bari şu güzel gecede yapma ya!" Sitem dolu sesiyle babamın gür kahkahası sessiz geceyi aydınlatırken, daha da bozulan annemle hızlıca yanağına bir öpücük kondurdu ve başımı yeniden göğsüne yaslayarak çenesini başıma yasladı.

Kafam feci halde karışmıştı.

"Güzelim, mesleki deformasyon benimki. Hem, kızımızın doğruları bilmeye hakkı var bence." Ona katılarak, desteklemem için gözleri yukarıdan bana bir bakış atan babam devam etti.

"Değil mi bebeğim, sende bir şeyler söyle annene." Başımı iki yana sallamamla, küçük bir kıkırtı döküldü dudaklarımdan.

"Anneler her zaman haklıdır." Şu hayatta, adımdan bile daha çok emin olduğum şeyi söylememle babamın yüzü düşerken, bu defa annemin gülüşü çiçekler açtırdı kulaklarımda.

"Yavrum babalarda her zaman haklıdır. Hadi söyle bakalım, babam da haklıdır de." Babamın hızlı hızlı kurduğu cümlelerle, ikisinin de bakışları bana dönerken gülümsemem genişledi ve başımı onaylarcasına salladım.

"Babam da haklı."

Yanımda oturan anneme hafifçe yaklaştığımda, fısıltımın babam tarafından duyulacağından bihaber devamını getirdim cümlemin.

"Babam üzülmesin diye öyle söyledim anne." Annemin gülüşleri giderek artarken, yanağıma hızlı bir öpücük kondurdu.

Bunun üzerine ağzının içinde bir şeyler homurdanan babam, anneme yandan bir bakış attı. "Freya, bak gülme. Anne, kız birlik olmuşsunuz babaya karşı geliyorsunuz demek ha!"

Babamın sahte bir sinirle söyledikleri üzerine parmakları belimin iki yanını bulurken, gıdıklamaya başlamasıyla kahkaha sesleriyle geceyi çınlatan bendim şimdi.

"Ama baba! Ben seni çok seviyorum." Babamın parmakları durduğunda, gözleri kısıldı ve yüzünü bana yaklaştırdı. Her an yeniden gıdıklayacak gibiydi.

"Ne kadar çok Hera Hanım? İkna olmam lazım." Ardından dudakları oyuncu bir şekilde büküldü. "Belki o zaman sizi gıdıklamaya bir son verebilirim ve bir anlaşma sağlayabiliriz. Baba ne kadar çok seviliyor?"

Parmağım çenem bulurken, düşündüm ilk önce. Oyuncaklarım? Hayır, onlar az bile kalırdı. Peki, çilek kadar? Hayır, çilek olmadan da yaşayabilirdim ama babam olmadan yaşayamazdım.

Bir kez daha düşündüğümde, merakla cevabımı bekleyen babamın parıldayan gözlerine döndü bakışlarım. tıpkı benimkiler gibi, okyanusu andıran mavilikleri berraklaşmış beni beklerken genişçe gülümsedim.

"Ben seni yıldızlar kadar çok seviyorum baba." Yıldızları hiçbir zaman tamamen sayamıyordum. Çünkü birden yirmiye kadar, aralarda unuttuğum sayılarda oluyordu, sayabiliyordum ve yıldızlar yirmiden çoktu. Bu zamana kadar en fazla üç tane yirmi sayabilmiştim. Üç tane yirmi, çoktu. Çok çok çok fazlaydı.

Sonsuz gibiydi.

Belki de sonsuzlardı.

Yıldızlar, babama duyduğum sevgim kadardı.

"Sonsuz tane seviyorum. Yıldızlar gibi." O an babamın maviliklerinde de bir yıldız kaydı geçti. Dudakları iki yana kıvrılırken, yere uzanmış duran beni kolayca kaldırarak yüzüm ona bakacak şekilde kucağına oturttu.

Bu hareketiyle, yanımızda duran annem şaşkın bakışlarını babama dikmiş en az benim kadar ne yapacağını anlayamayan gözlerle onu izliyordu.

Annem biraz daha bize doğru yaklaşarak iyice aramızdaki mesafeyi kapattığında, kaşları hafifçe havalandı.

Babam, gözlerini benden ayırmazken, acaba üzüldü mü diye düşündüm o an. Az mı söylemiştim?

Parmakları saçlarımı geriye doğru tararken, her bir tutamını aynı şefkatle okşadı.

"Hera...Güzel kızım benim. Baba da seni çok seviyor." Yutkunduğunu gördüğümde, az önce kahkahalarımızla aydınlanan geceye ayrı bir karanlık çökmüştü sanki. Mumların bile aydınlatamayacağı kadar, yoğun bir karanlık...

"Seni annen de, ben de her zaman çok seveceğiz bunu hiç unutma olur mu?" Annem benim anlayamadığım şeyi anlamış gibi gözlerini babamın yüzünden kaçırırken, gözlerinin ardına yerleşen hüzne rağmen dudakları iki yana kıvrıldı.

Bir çocuğun hemen kanabileceği bir tebessümle bakı gözlerime.

Altı yaşındaki bende kanmıştım.

Sonradan anlamıştım, bakışlarının ardındaki hüznü.

"Biz... Eğer bir gün yanında olamazsak-" hızla araya girerek, kollarımı dolayabildiğim kadar ona sardım.

"Gitmeyin." Bir çocuğun yüreği hisseder miydi bazı şeyleri önceden? Bir hüznü, bir ayrılığı, bazen vereceği kayıpları...

"Gitmiyoruz güzel bebeğim. Buradayız. Şimdi babayı dinle olur mu? Baba konuştuğunda hep kafan karışır, biliyorum. Yine karışacak ama sözlerimi ileride bir gün hatırlayacağını, zamanı geldiğinde anlayacağını biliyorum Hera."

Burnunun saçlarıma gömüldüğünü hissettiğimde, derin bir soluk çekti içine ve yüzüne bakmam için bedenimi hafifçe kendinden ayırdı. Göz göze geldiğimizde, onun hüznünü perdelediğini de anlamamıştı altı yaşım.

Yirmi birim anladı. Anladığı her şeyin, bir bir altında kaldı.

"Bizi yanında göremezsen eğer, gökyüzüne bak." Kaşlarım merakla çatılırken, anlamadığımı gören babamın yumuşayan gözleri yüzümün her bir detayına değdi yavaşça.

İnsan, unutmak istemediği bir şeye bu kadar uzun, detaylıca bakardı.

Altı yaşım anlamadı yine.

Yirmi birimin de anlamamasını diledim hep. Ama benim dileklerim hiçbir zaman tutmazdı.

"Neden ki?" sorumla beraber annem önüme gelen birkaç saç tutamını geriye doğru iterken başını babamın omzuna dayadı ve gözleri aynı babam gibi yüzümde gezindi ağırca.

O anın kokusu, henüz yeni doluyordu burnuma. Hüzün. bir an hüzün kokar mıydı hiç bilmiyorum fakat anılarımın geriye itelediği bu anı hatırladıkça, burnuma gelen tek koku yoğun bir hüzündü.

"Çünkü güzel kızım, baban ve ben senin en sevdiğin yerde olacağız her zaman. Gökyüzünde. Nereye gidersen git ne yaparsan yap, yanında olmadığımız her an başını kaldır ve göğe bak Hera. Anne ve baba orada, yıldızlarla olacak."

Babam derin bir soluk bıraktığında, annem daha fazla konuşamadı. Sanki konuşsa, gözlerinden yaşlar akacaktı. Babam, omzuna yaslanan annemin başına bir öpücük kondururken, yeniden bana döndü gözleri.

"Yıldız kayarsa eğer bir dilek dile."

Heyecanla oturduğum yerde kıpırdandım. "O zaman, ne istersem olur mu?" Babamın yutkunduğunu gördüğümde, gözlerindeki hüzne inat gülümsemesini dahada genişletti.

"Eğer gerçekten, tam buradan..." Eli kalbimin üzerini bulduğunda, annemin eli de babamın elinin üzerini buldu. Böylece ikisi de, ellerini kalbimin üzerine koydular.

"Kalbinden istersen, her şey olur."

Altı yaşım, gözlerini kapadı ve bir dilek diledi. Ailesinin her zaman yanında olmasını, tam kalbinden istedi hem annesi hem de babasının eli yüreğinin üzerindeyken.

Ama dileği gerçekleşmedi.

Altı yaşım, yirmi bire geldi.

Bıkmadan, usanmadan her gece gökyüzünde bir yıldızın kayması için nöbet tuttu tek başına. Tam yüreğinden, ailesini diledi. Aile diledi. Ama gerçekleşmedi.

Yedi yaşında kaybettiğim ailemi, yirmi bire kadar diledim durdum her gece ama olmadı.

Baba, anne... Benim dileklerim kabul olmuyor, sanırım benim bir kalbim yok. Çünkü ben hayatım boyunca hiçbir şeyi sizi dilediğim kadar yürekten dilemedim.

Bir kalbim olsaydı eğer, o bile dayanamazdı döktüğüm gözyaşlarının evrildiği okyanusa şahit olduğunda...

🌠⭐

Elim ağrıyan başıma giderken, gözlerim aralandı. Bulanık bakışlarım, gözlerimi ovalamamla netleşirken bakışlarımı tavandan alarak etrafımda gezdirdim. Gördüğüm odayla, nerede olduğumu çok iyi kavrarken hızla yattığım yerden doğrularak yataktan inerek zemine bastım.

Algan'ın odasındaydım.

Ani kalkışımla dönen başım yüzünden, birkaç saniye dengemi sağlamam üzerine kendime zaman tanırken derin bir soluk bıraktım. Sonunda kendimi toparlayabildiğimde, adımlarım odadan çıkarak geniş salona yöneldi. Burası da Algan'ın sınırları dahilindeydi. Tesiste, kendine küçük bir ev kurmuştu sanki.

En son olanlar hızla zihnime hücum ettiğinde, hızlanan adımlarım yalnız kalmaktan korkarcasına dış kapıya yöneldi. Kilitli kapıyı nasıl açacağımı düşünürken, ceplerimi yokladım telaşlı şekilde. Algan'ın bana verdiği kart, eğer geri almadıysa tabii, hâlâ üzerimde olmalıydı. Aceleci hareketlerle üzerimi yoklamaya devam ederken, dolan gözlerimi sertçe sildim.

Yalnız kalmaktan korkuyordum. Yıllar sonra ilk defa, kendimle baş başa kalmak beni korkutuyordu. Burada, bu teknolojinin içinde olduğum sürece de, fantastik bir masalın içindeymişim gibi nereden ne çıkacağı belli olmadığından korkum daha da artıyordu.

Soluklarım hızlanırken, aceleci şekilde ani bir hızla arkama dönmüştüm ki bir bedene çarpmamla odanın içinde yüksek sesli bağırışım yankılandı.

"Siktir! N'oluyor kızım? Benim!" Algan'ın elleri kollarımı tutarak dengesini kaybeden bedenimi sabitlerken, irileşen gözlerim onu buldu. Soluk soluğa kalmış halime bakakalırken, kaşları çatılmış ne olduğunu sorgulayan ifadesi yüzümü tarıyordu.

Sinirli bir solukla hızla geriye çekildiğimde, önüme gelen saçlarımı sert hareketlerle geriye doğru iteledim.

"Ne diye sessiz sessiz oradan buradan çıkıyorsunuz sürekli?! Alışamadım." Kendimi savunma çabamla, kaşları havalanırken derin bir soluk bıraktı.

"Tam tamına, sekiz saattir yanından bir adım dahi kıpırdamıyorum Hera." Kısılan gözleriyle bileğine takılı olan saati işaret ederek birkaç defa ekranına vurdu.

"Ama sen yalnızca otuz saniye, bak dikkatini çekerim otuz saniye diyorum. Tam bu aralıkta uyandın. Bu nasıl bir zaman tutturmasıdır?"

Gözlerimi kırpıştırdığımda, boş boş yüzüne baktım. "Sekiz saattir uyuyor muyum ben?" Sorumla beraber aynı boş bakışları yüzümde gezinirken, tek kaşı havalandı.

"Evet." Ardından yüzünü buruşturdu hafifçe. "Cümlemden buraya mı takıldın sahiden?"

Kaşlarım çatılırken, birbirine girmiş düşüncelerimle boş bakışlarımla bakmaya devam ettim. Salaklaşmıştım biraz sanırım. "Nereye takılayım ki?"

Saf çıkan sesimle, bir an bakışları yumuşar gibi olurken hızla ifadesini düzelterek boğazını temizledi ve kapının yanındaki siyah, dikdörtgen ekrana kartını okutarak açılmasını sağladı. Ben, sahiden biraz salaklaşmıştım.

"Her neyse, işimiz çok. Şimdi buradan çıkıyoruz ve seni kendi zamanına göndermek için çalışmaları daha da hızlandırıyoruz. Sen de yanımdan ayrılmıyorsun."

Meraklı ve sorgulayıcı gözlerim onu bulurken, odadan çıkmasıyla hızla yanından yürümeye başladım. "Niye yanından ayrılmıyorum?"

Omzunun üzerinden kısa bir bakış atarak yeniden önüne döndüğünde, yüzündeki o sırıtışı saniyelik de olsa yakalayabilmiştim fakat o hızla bunu yok etti ve görmediğimi sanarak resmi bir şekilde konuştu, asker kimliğine bürünerek.

"Güvenliğin için. Malum, koruyucun benim."

"Koruyucum?" Sorgulayıcı sesimle, bu defa sırıtışını gizleme gereği duymadan yüzüme baktı.

"Yani, seni sürekli koruduğuma göre. Bence uygun bir isim." Eğlenen sesiyle gözlerimi devirerek önüme döndüğümde, kısıkça mırıldandım.

"Yok birde kahramanım diyeyim." Kendi homurdanmamı duymuş olacak ki sırıtması genişledi bir anda.

"O da olur tabii, özellikle sahiplik eki beni benden alan kısmı oldu." Ters bakışlarımın hedefinde olurken, sözlerini duymazdan gelerek adımlarını takip etmeyi sürdürdüm.

"Neden yürüyoruz ki? Işınlanma varken." Meraklı gözlerim onu bulduğunda, omzunu silkti.

"Arada bir yürümek de gerekiyor. Sonuçta her yere ışınlan ışınlan nereye kadar?" Benimle alay ediyordu.

Kesinlikle alay ediyordu.

Kaşlarım çatılırken, yönümü ona çevirdim. "Sen hayırdır, deminden beri eğleniyorsun benimle."

Adımları aniden durduğunda, yüzündeki sırıtışı silmeden kaşları havalandı sanki inanamıyormuş gibi. Ve hâlâ eğlenen ifadesi yerini koruyordu.

"Yok daha neler?" Ellerini arkasına götürerek birleştirdiğinde, gözlerim kısıldı.

Kesinlikle eğleniyordu.

"Al bak! Şu bakışlarından haberin var mı senin bild-"

Cümlemin yarıda kalmasına neden olan şey, kelimeleri değil, üzerime doğru aniden eğilmesi oldu. Olduğum yerde durmaya devam ederken, aniden eğilmesinden dolayı başımı geriye doğru çektim hafifçe.

Kısılan bakışları gözlerime sabitlenirken dudağının kenarı, kıvrıldı. Başına bir şey mi düşmüştü acaba?

"Ne varmış bakışlarımda? Bir bak bakalım."

Gözlerimi kırpıştırarak olduğum yerde kalırken, sonunda yutkunarak tamamen geriye doğru çekilmeyi akıl edebildim. Evet Hera, ayakların var ya hani senin...

"Yok bir şey." Diyerek somurttuğumda, dudaklarını birbirine bastırarak bedenini geriye doğru çekti en sonunda.

"İyi madem, bir şey yoksa..." Mırıldanarak eliyle önünü işaret etti. "Buyurun Hera Hanım, gidelim."

Ters bakışlarımın hedefinde kalırken, yeniden ilerlemeye devam ettiğimizde huysuzca kaçamak gözlerim yandan onun yüzüne değiyordu devamlı. Bildiğin eğleniyordu işte! Bir şey vardı. Keyfi fazlasıyla yerindeydi benim aksime. O son yaşadığım deneyim, pek hoş olmamıştı açıkçası.

Onun durmasıyla bende durduğumda, önümüzdeki kapının yanındaki yere kartını okutacağını düşünürken bileğini gösterdi düşüncelerimin aksine.

Gözlerim merakla hareketlerini takip ederken, cihazdan yansıyan mavi ışık bileğini taramaya başladı. "Neden bilek?"

Sorum üzerine, gözleri bana dönmedi fakat sorumu hızla yanıtladı. "Her tesiste bir zaman makinesi var ve bunların bulunduğu odaların hepsine tesis yöneticilerinin girme izni var yalnızca yasal olarak. Birde tesis yöneticilerinin görevlendirdiği birkaç kişi. Soruna gelecek olursak eğer, giriş için gerekli çip bileğimizde böylelikle başkalarının eline geçmesi daha imkansız."

Kaşlarım sorgularcasına havalanırken, devam etti. "İçeri girmek isteyen kişinin, ilk önce bileğimi keserek içindeki çipi çıkarması gerekiyor."

Bedenimden derin bir ürperti geçerken, kısa bir an gözlerimin önüne gelen görüntü midemin allak bullak olmasına neden oldu. "Kan kaybından ölebilirsin ama..." kısık sesimle, bakışlarının kısa bir an bana kaydığını hissetsem de, benim gözlerim tarayıcının üzerinde duran bileğinden ayrılmıyordu.

Sahiden buna gerek var mıydı? Ne demek bilek kesmek, nasıl kesmek?

"Orası öyle..." dudaklarından dökülen mırıltıyla, bu kabullenişi daha da derinden sarstı bedenimi.

Olasılıkları bilerek, böyle bir şeyi kabul etmek biraz fazla ürperticiydi sanırım. Yaptığı iş uğruna, canını verecek kadar bağlıydı. Sanırım bu kadar acı çekerek ölmenin mümkün olduğu veya bir uzvunun olmadan yaşama riskinin oldukça yüksek olduğu bir mesleği tercih etmesi fazlasıyla fedakarlık barındıran bir durumdu.

Askerlik, kendi yaşadığım zamanda da tam olarak böyleydi zaten. Ne kadar zaman geçerse geçsin, vatanına derinden bağlı olan kişilerin canlarını bir saniye bile düşünmeden fedakarca verebiliyor olması imrenilecek ve asla değişmeyen bir sevdaydı. Onlar daima kalplerini ellerinde taşıyan savaşçılardı. Aradan ne kadar zaman geçerse geçsin, Türk ırkının tükenmediğini görmek ve bu insanların yüreklerinde hâlâ aynı bağlılıkla topraklarına sahip çıkıyor olması, buruk bir tebessüm bıraktı dudaklarımda.

Tuhaftı. 3000 yılında olmak ve kendi ülkemde bulunmak. Hissettiğim garipliği hâlâ atlatamıyordum. Uzun bir süre de atlatamayacak gibiydim zaten.

Açılan kapıyla kendime gelerek düşüncelerimden sıyrıldığımda, Algan'ın peşinden ilerledim yine. Odaya girmemizle, ışıklar anında yanarken tam ortada yer alan büyük, u şeklinde iki yanı yukarı doğru uzanan cihaza kaydı gözlerim.

Ortası boşluk olan bu cihaza, garipseyen bakışlar atarken odanın kapısının kapanmasıyla gözlerimi etrafta gezdirdim.

Dört tane silindir şeklindeki şeffaf yapı, yerden tavana kadar uzanarak devasa şekilde odanın içinde her bir köşeye konumlandırılmıştı. Her birinin içinde farklı renklerde sıvı vardı ve canlı renkleri dikkat çekecek şekilde parlıyordu.

Mavi olanın içinde, geniş yapraklı, uzun sarmaşıklar yer alırken; mor sıvının olduğu silindir yapının içinde türünün ne olduğunu anlayamadığım bir canlı vardı. Sarı olan sıvının olduğu yere baktığımdaysa, içinde neon, yeşil renkli, sekiz parmakları olan ele benzettiğim bir görüntüyle karşılaştım. En sonunda bakışlarım kırmızı sıvının olduğu silindiri bulurken, göz alıcı bir parlaklığa sahip beyaz taşta oyalandı gözlerim dikkatle.

Kırmızı sıvının içinde, fazlasıyla güzel duran bu taş parçası gözleri kamaştıran cinsten bir ışıltıya sahipti. Büyüleyici güzellikteki bu görüntü, dudaklarımda silik bir tebessüme yer verirken hipnoz olmuş gibi bu nesneyi izliyordum.

Kenarında oldukça küçük yazıyla yazılmış, bilgilendirici yazı heyecanlanmama neden olurken tam o tarafa doğru yürüyecekken omzumun iki yanına koyulan ellerle yönüm başka bir tarafa doğru çevrildi.

Bu büyüleyici görüntünün etkisinden çıkmak, ufak bir afallamam yaşamama neden olurken bakışlarım ellerin sahibi olan Algan'ı buldu.

"Ne oldu?" sorumla beraber Algan kaşlarını kaldırdı.

"Bir şey olduğu yok."

Yeniden arkama dönerek, az önce baktığım yere bakacaktım ki bir kez daha arkamı dönmeme engel olması kaşlarımın çatılmasına neden oldu. "Neden bakmama izin vermiyorsun?" Şüphe dolu çıkan sesimle, kaşları havalanırken sahte bir şaşkınlık esir aldı yüzünü.

"Öyle mi yapıyor muşum?"

"Bakmayayım diye yapıyorsun değil mi?" nedenini anlayamadığım bir şekilde, kırmızı sıvının olduğu silindire dönüp bakmama izin vermiyordu. Fakat bunu sözlü dile getirmek yerine, fiziksel olarak engellemeye devam ederken, sözel şekilde yalanlamasını da sürdürmeyi ihmal etmedi.

"Yoo." Uzatarak söylediği kelimeyle, kuşkum daha da artarken gözlerim kısıldı.

"Ne var orada? Neydi o?" Sorularımla beraber kaşları havalandı.

"Nerede?"

"Algan!" Çileden çıkan sesimle, oyununu sürdürdü.

"Hera?"

"Bakmamı istemiyorsan söylemen yeterli." Huysuz çıkan sesimle dudakları kıvrıldı aniden. Dilini damağına vurmasıyla çıkan olumsuz sesin ardından devam etti.

"Bak, senin aksine seni yakından tanıyan biri olarak söylüyorum ki sözlerimin hiçbir tesiri olmayacak üzerinde. Bakma demem, daha çok bakma isteği doğuracak içinde."

Kaşlarım çatılırken, aniden kendimden beklenmeyecek şekilde gaza gelmiş şekilde buldum kendimi. "Bakmam. Beni, benden daha iyi tanıyacak değilsin ya! İddiasına girelim, neyine girersek girelim kabul. Bakarsam eğer, ne istersen yapacağım."

Ani yükselişimle, gözleri kısılırken itiraz etmesini veya en azından kısa bir an da olsa düşünmesini bekledim. Fakat serçe parmağımı uzattığım saniye, o da serçe parmağını benim parmağıma sardı. Hiç düşünmedi bile.

Kendimden şüphe edeceğim kadar hızlı yapmıştı bunu.

"Kabul. Eğer bakmazsan, ne istersen iste bende yapacağım. Ama en ufak, saliselik bakışını bile yakalarsam kazanırım Hera. Askerim, benden kaçmaz."

Derin bir soluk verdiğimde, kendimden fazlasıyla emin olmuş bir şekilde başımı salladım. "Eğer ben kazanırsam, ki zaten kazanacağım..." Kararlı sesimle dudağı çok hafif kıvrıldı. Ama bariz bir alayla.

Kazanacağından, en az benim kadar o da emindi. Fakat odadan çıkana kadar o kırmızı sıvının olduğu yere bakmamak ne kadar zor olabilirdi ki? Kesinlikle bu işten kârlı çıkan ben olacaktım. Bu nedenle, isteyebileceğim şeyi düşündüm. Bu yıla kadar gelmişken, kendi zamanıma gittiğimde tüm bunların bir sanrı olmadığını kendime inandırmak için, akıl sağlığımı korumak için bu yıldan bir şey istemeliydim.

Algan sanki düşüncelerimi anlamış gibi, gözlerini kısarak yüzüme baktı. Zihin okuma gibi bir teknoloji eminim ki vardır da, üzerimde şuan denemiyordur umarım.

"Zihnini okumuyorum." Sözleriyle irileşen gözlerimle ona bakakalırken, kal gelmiş gibi duraksamamla o da kısa bir an şaşırarak duraksadı.

"Sahiden bunu mu düşünüyordun?" Tuhaf bir tınıyla çıkan sesi üzerine, iyiden iyiye şüphelendiğimi o da görmüş olacak ki hızla devam etti.

"Böyle bir şey var fakat her yerde kullanamıyoruz. Yalnızca suçluların sorgularında, o kadar." Telaşlı çıkan sesiyle, biraz olsun rahatlarken derin bir soluk bıraktım.

"Her neyse..." Mırıldanmamla yeniden ana döndüğümüzde, hafifçe doğrularak boğazımı temizledim.

"Eğer kazanırsam diyordum... Bu zamandan kendi zamanıma götürebileceğim bir şey istiyorum." Kısa bir an zihnime düşen şeyle bu defa telaşlanan bendim. "Yani mümkünse tabii. Zamanı etkileyecek, bağlarını bilmem nelerini yırtacak bir şey vermede..."

Açıklamamla gülümsemesini engellemek ister gibi dudaklarını sıkı sıkı birbirine bastırdı. "Bağlarını bilmem nelerini ben dikerim sonra, sen çok şey etme oraları ya." Alaylı sesiyle gözlerimi devirdiğimde, konuyu değiştirmek adına araya girdim.

"Eee ne diyorsun?" sorumla beraber ciddileşirken başını salladı.

"Tamam. Kabul, onu ben ayarlarım." Bir an, çok kısa bir an aklıma düşen görüntüyle gözlerim dehşetle açıldı.

"Umarım bana üzerinde, '3000 yılı, Vega tesisinden hatıra' yazan bir magnet falan vermezsin."

Algan sözlerim üzerine, burnundan güler gibi bir soluk verdiğinde kendini tutmakta zorlanıyormuş gibi duruyordu. "O da fena fikir değilmiş ama insanların seninle dalga geçmesine veya kafayı yemişsin gibi bir dolaba yapıştırdığın magnete birde yüzüne bakmalarına gönlüm razı olmadığı için teknolojik bir şeyler vereceğim ben yine de."

Evet. Algan bugün kesinlikle benimle alay ediyordu. Hem alay ediyordu, hem eğleniyordu hem de dalga geçiyordu. Kesinlikle.

Huzursuzca kıpırdandığımda geçiştirircesine homurdandım. "Sen kazanırsan eğer?" Sonunda yüzünde bir ciddiyet oluştuğunda, düşünür gibi oldu.

Hemen ardından, eğlenen ifadesi parçalandı gözlerimin önünde. Derin bir soluk bıraktığında, dudaklarındaki gülümsemenin buruklaştığına şahit olmak yutkunmama neden oldu.

Yerden aldığı gözleri, bana çevrildi en sonunda. "Onu da eğer ben kazanırsam söyleyeceğim." İçime hafiften bir merak doluşurken, omzumu silktim.

"Öyle olsun."

Bizim konuşmamız biterken, yeniden etrafıma çevirdiğim bakışlarımla gözlerindeki saydam korumalıkları takılı, üzerlerindeyse beyaz üniforma benzeri kıyafetleri olan insanlar çekti dikkatimi. Hepsi ellerinde bir şeylerle, ne olduğunu kavrayamadığım cihazlarla uğraşıyor, geniş odanın içerisinde oradan oraya koşuşturuyorlardı.

Tabii, gözlerime üstün bir çabayla sahip çıkıyordum o kırmızı sıvının dolu olduğu, içindeyse göz alırcasına parıldayan büyüleyici güzellikteki taşın olduğu silindire bakmamak adına.

Beyaz üniforma tarzındaki kıyafetler içindeki bir adam bu tarafa doğru gelmeye başladı o sırada. Tam önümüzde durduğunda, parmağını başının yanında, şakağının hizasında bir yere basmasıyla gözlerinin önündeki saydam koruyucu, bir anda kayboldu. Şaşkınlıkla gözlerimin önünde olan bu olaya bakakalırken, adam tam dudaklarını aralamıştı ki arkadan bir yerden asit benzeri bir maddenin birinin üzerine dökülmesi bir oldu.

Dökülen yeşil sıvı, tüm tezgahı eritirken korku dolu gözlerim kadının üzerine döndü. Beyaz üniforması boydan boya yeşile boyanmıştı. Evet, az önce tezgahı eriten o yeşil sıvıyla...Fakat o hiçte canı yanmış gibi görünmüyordu. Önümüzde duran adam, bu dehşetle baktığım görüntü karşısında yalnızca arkasına dönerek uyarıcı bir sesle konuştu.

"Biraz daha dikkat edelim lütfen."

Kadın mahcup bir ifadeyle başını sallayarak, yeniden önüne döndüğünde doğaüstü bir olaya şahit olmuşum gibi kilitlendiğim bu manzarayla, adam halime hafif bir tebessüm etti. Bakışları bana dönerken, açıklayıcı bir şekilde konuştu.

"Merak etmeyin Hera Hanım. Burada yer alan hiçbir madde, insan sağlığına zarar veremez. Üzerimizdeki üniformalar, insanı saniyeler içerisinde eriterek yok edebilecek kuvvetteki asitlerden bile koruyacak şekilde tasarlandı."

Yutkunarak başımı sallamakla yetinirken, dilim tutulmuş gibi kalakalmıştım. Bunun üzerine karşımda duran saçlarına aklar düşmüş, yaşlı adam derin fakat içli bir soluk verdi. "Bu teknolojiye hayran olmamak mümkün değil."

Onun dediklerine hak verirken buldum kendimi bir anda. Sahiden, hayran olunası, insanın dilini kilitleyecek kadar inanılmaz bir şeydi bu.

Yaşlı adam benden aldığı bakışlarını Algan'a çevirdiğinde, bende gözlerimi çok fazla etrafta gezdirmiyordum. Saliselik bakışımda dahi beni yakalayacağını çok iyi biliyordum Algan'ın. Bu yıla geldikten sonra, onun yapabileceklerine dair hayal gücüm artık yetmemeye başlamıştı çünkü.

Yapabilirdim. O parlak kırmızı sıvı içerisinde, bu renkle müthiş bir uyum sağlayan o baktıkça bakılası, hipnoz edici taşa bakmayabilirdim. Damarlarımdan taşan, beni zorlayan arkeoloji kanıma, karşı koyabilirdim. Evet, bir arkeolog son sınıf öğrencisi olarak her ne kadar zor olsa da, bunu yapabileceğime çok içten şekilde inanıyordum.

O müthiş taşa bakmamalıydım.

Müthiş, göz alıcı, parlak, kırmızının içinde bembeyaz tıpkı ay parçası gibi parlayan o taşa...

Böyle tasvir etmesem, işim daha kolay olacaktı sanki.

Kendimi zorlayarak gözlerimi karşımdaki adamla, Algan'da tutarken zihnimde verdiğim savaş elbette devam ediyordu. Arkeolog tarafım, somut hale bürünerek karşıma dikilse sağlı sollu tokatlardı sanırım beni bu anı kaçırdığım için. Fakat yapmayacaktım. Ucunda, daha önemli bir ödül vardı benim adıma. Başarabilirdim. Evet, kesinlikle bunu yapabilirdim.

"Değil mi Hera?" Ben kendimi kaptırmış giderken, koluyla omzumu dürten Algan'la gerçek dünyaya dönüş sağladım.

Kendime gelerek hızla başımı iki yana salladığımda dudaklarımdan yalnıza kaba bir "Ha?" döküldü.

Algan'dan güler gibi bir ses geldiği anda, karşımızda duran adamın şaşkınlık dolu bakışları Algan'a döndü. Sanki uzaylı görmüş gibi kapıldığı dehşetle ona bakması tuhafıma giderken, bunun üzerine ışık hızında kendini toparlayarak ifadesizleşen Algan, donuk gözlerini bana çevirdiğinde dudaklarını ıslattı ağırca.

"Bugün, kendi zamanına geri döneceksin. Ondan bahsediyorduk en son."

Hafifçe boğazımı temizleyerek kendimi tamamen toparladığımda, saniyeler içinde konudan bu kadar kopabildiğime inanamıyordum. Ama o müthiş, göz alıcı taş...

"Anladım, ben, şey evet...Aynen öyle." Ardı arkası kesilmeyen saçmalamalarımla, karşımızdaki adam garip bakışlarını benden çekerek derin bir soluk bırakan Algan'a döndü.

Algan, Algan,Algan... Gülmemek için kendini şuan öyle bir kasıyordu ki... Hemen yanında duran ben, bunu fazlasıyla hissedebiliyordum. Aptallaşan halimdi demek ki onu eğlendiren.

"Algan Bey. İzninizle ben ışınladığımız nesneleri kontrol için işime geri döneyim. Sizin de kontrol etmeniz gereken deney sonuçları hazır." Algan başıyla onay verdi anında.

"Tabii, siz işinize geri dönün lütfen. Kontrolleri ben tek başıma hallederim." Adam hafif bir tebessümle, gözlerindeki garip bakışlar eşliğinde işine geri dönerken yanımda duran Algan'a döndüm hırsla.

"Biliyordun dinlemediğimi değil mi? Bilerek konuşturdun beni. Rezil oldum adama birde ya!" Sitem dolu sesim, isyan bayrağını çekerken Algan umursamazca omzunu silkti.

"Boş ver şimdi onu bunu. Hadi yürü, çok işimiz var daha bizim."

Derin fakat bıkkınlık içeren bir soluk bıraktığımda, Algan'ın adımlarını hemen gerisinden takip etmeye başladım.

"Ayrıca oraya baktığın an, bunu arkam dönük olsa dahi anlarım. Haberin olsun, bil diye söylüyorum yani."

Uyarısıyla ters bakışlarım sırtını adeta deşti geçti. "Ona ne şüphe..." mırıldanmamla omzunun üzerinden kısa bir bakış attığında, kısa bir an gülümsediğini fakat anında ifadesini yeniden toparladığına şahit oldum.

Kesinlikle buradaki askerler için, gülmek yasak olmalıydı. Algan, bunu yaparken sanki suç işlemiş gibi temkinliydi her defasında. Az önceki adam, Algan'ın güler gibi olmasıyla dahi dehşet içinde ona bakmıştı. Bu bile durumun ciddiyetini ortaya seren somut bir kanıttı.

Adımlarımız, laboratuvarı andıran geniş alanın içindeki üç kapıdan birinde durduğunda bu kapıda herhangi bir şifreleme olmadığını görmüştüm. Direkt açmasıyla ikimizde içeri girdiğimizde, kapısını kapatarak yalnız kalmamızı sağladı.

Gözlerim etrafta inceleyici bakışlarla gezinirken, geniş odanın içinde bir masa, önündeyse iki sandalye olduğunu gördüm. Algan, masanın arkasındaki sandalyeye geçerek oturduğunda başıyla karşılıklı duran sandalyeleri işaret etti oturmam adına. Sesimi çıkarmadan dediğini yaparak oturduğumda, bakışları anında boş masanın üzerine düştü.

Saydam masa bir anda buzlu cam haline gelerek saydamlığını kaybettiğinde Algan hafifçe eğildiği masadan doğruldu bir anda. Gözleri onun hareketlerini sessizlik içinde takip eden beni bulduğunda, hafifçe yana kaydı.

"Gelsene." Sakin çıkan sesiyle, kaşlarım havalanırken oturduğum yerden kalkarak masanın arkasına geçtim. Merakla ne olduğunu anlamaya çalışırken, bir anda belimden tutarak kendi önüne doğru çekmesi hesaplarım arasında olmayan bir şeydi.

"Algan-" Sözümü anında keserek hızla araya girdiğinde, belimde duran elleri daha da sıkılaştı.

"Güven bana." Hemen kulağımın dibinde söylediği sözleriyle, nefesini ensemde hissederken kuruyan boğazımla yutkunma ihtiyacı hissettim.

Bu kadar yakınımda durması, iyi bir fikir değildi sanki.

"Güveniyorum zaten." Kısık sesli mırıldanmamla, hafifçe güldüğünü hissettiğim sırada göğsüme vuran kalbimin telaşını dindirmeye çalışıyordum.

Bu kadar yakınımda durmasa, daha iyi olurdu sanki.

Arkamda durmaya devam eden bedeni, biraz daha bana doğru eğildiğinde parmakları yavaşça bileğimi kavradı. Tenime ağırca sürtünen parmakları, kontrolsüz bir soluk vermeme neden olurken bunu onun fark etmemesi için olduğum yerden, masayla onun arasından, mümkün olsa koşarak kaçacaktım.

Yine de, bu kadar yakınımda durmasa, mantığım daha etkili çalışırdı sanki.

Avuç içimi masaya yaslamamı sağladığında, bir anda buzlu camla kaplı yüzeyde parmaklarımın olduğu yerden, mavi ışıklı dallar tıpkı bir damar gibi ince çizgiler halinde yayıldı.

Dudaklarım iki yana kıvrıldığında, tanıdık gelen bu görüntü karşısında heyecanlanmama engel olamadım. "Bu o odadaki harita değil mi?"

Başını masaya yaklaştırmak için olsa gerek biraz daha eğen Algan'la, yüzlerimiz daha yakınlaştığında bunu umursamamaya çalışarak karşımdaki görüntüye baktım.

"Evren'in Haritası. Tüm Uzay hakkında. Kendi oluşturduğum bir harita bu."

Şaşkınlıkla bir an için ona dönecekken, masanın yüzeyine yaslı duran elimin üzerindeki elinin teması daha da arttı. Diğer eliyse belimde durmaya devam ederken, ona dönmeme izin vermemesi üzerine, gözlerimi masada sabit tuttum.

Yine de bu kadar yakınımda durmasa, haritaya daha iyi odaklanabilirdim.

"Kendin mi oluşturdun? Nasıl yani, keşfettiğin bir şeyler var mı?" sorumla başını onaylarcasına salladığında, devam etti.

"Beş gezegen, gökadalar yani galaksiler ve birkaç şey daha... Bunlardan şimdilik çok az kişinin haberi var." Her konuştuğunda, ılık nefesinin tenime vurması odağımı dağıtırken bunu önemsememeye çalışarak karşımda ki haritanın dallarında gezdirdim gözlerimi. Bahsettiği kişiler arasında bulunmak, heyecanımı daha da arttırdı ister istemez.

"Bu, müthiş bir his olmalı." Mırıldandığım kısık sesli sözcüklerimle, tıpkı benim gibi fısıltılı sesini duydum.

"Kesinlikle..."

Titrek bir soluk dudaklarım arasından çıkarken, dibimde duran Algan'ın verdiği her soluğun tenimden süzülüşünü hissediyordum. Giderek daha da mı yakınlaşıyordu, yoksa bana mı öyle geliyordu?

Geri çekilmek için hareketlenmiştim ki, hızla konuştu. "Dallardan birine dokunsana."

Diğer elim havalanarak masaya yaklaşırken, parmağım bir süre asılı kaldı öylece. Karasızlık içinde yüzeydeki yüzden fazla birbirinden ayrılarak uzayıp giden çizgilere bakarken, dişlerimi dudaklarıma geçirerek bir süre daha duraksadım.

"Yardımcı olmamı ister misin?" Yumuşak bir tonda sorduğu sorusuyla, dişlerimi dudaklarımdan çekerek başımı salladım.

Sesimin içime kaçmamasını umarak yutkunurken, Algan'ın belimden uzaklaşan eli mavi ışıklı dallardan birine dokundu. Bunun üzerine anında ekrana bir resim gelirken, hayranlıkla üç boyutlu görüntüyü izledim bir süre.

Renkli ışıkların çember oluşturduğu, galaksinin görüntüsüne dokunduğunda hologram yukarı doğru yansıdı ve böylelikle tam karşımızda kendi etrafında hareket etmeye başladı ağırca. Algan'ın eli, yeniden belimi bulurken, diğer eli de elimin üzerinde temasını sürdürmeye devam ediyordu.

(Araba Tekeri'nin gerçek görüntüsüdür. Araba Teker'i galaksisi hakkında, Algan'ın verdiği tüm bilgiler gerçektir. Bir taraflarımdan uydurmadım yani ejfwjkfjf)

Birleşik olan ellerimizi kaldırdığında, üç boyutlu hologramı kendi etrafında çevirmeye başladı. Bunu yaparken, parmaklarıma yön veren yine onun sıcak olduğunu hissettiğim eliydi.

"Galaksinin adı Araba Tekeri. Fritz Zwicky tarafından 1941 yılında keşfedildi. Aynı zamanda, ESO 350-40 olarak da bilinir. Heykeltıraş takımyıldızı yönünde yaklaşık olarak 500 milyon ışık yılı uzaklıkta bulunan bir merceksi galaksi. Çapı yaklaşık olarak 150.000 ışık yılı ve yine yaklaşık olarak 217 km/s hızla dönüyor." Kısa bir süre duraksayarak soluklandığında, benim anlamadığımı fark etmeden kendini kaptırmış devam ediyordu.

"En iyi bilinen halka türü galaksilerden. Çapının iki katına kadar uzanan daha geniş bir diskle çevrili ve bu boyutlarıyla Araba Tekeri gökadası, bizim yaşadığımız galaksi olan Samanyolu'nun 2.5 katı büyüklüğe ulaşıyor. Muhteşem halkası, çoğu Güneş'in 5-10 katı kütlede genç ve parlak yıldızlarla ışıldıyor." Gözleri hayranlıkla hologramın üzerinde gezinirken, belimdeki eli biraz daha arttırdı baskısını.

"Daha yaşlı yıldızlardan oluşan çubuk biçimli yapılar, parlak halkasını, galaksi merkezini çevreleyen daha eski bir halkaya bağlanıyor. Araba Tekeri galaksisi, ,önceden sıradan bir sarmal galaksiyken yaklaşık 200 milyon yıl önce, diskini delip geçen bir galaksinin tetiklediği hızlı yıldız oluşumlarıyla bugünkü görünümünü kazanmış. Sahiden muazzam bir görüntüsü var."

Onun bakışları galaksinin hologramından ayrılmazken, sözlerindeki terimsel ifadeleri yine kafamın karışmasına neden olmuştu. Anlamadığımı bilmesine rağmen, anlatmaktan asla geri durmuyordu. Ve bu an beni, babamın konuşmalarını da bu şekilde anlamadığım o eski, zihnimin en güzel yerinde duran küçüklük anılarıma götürdü bir anda.

"Babam gibi konuşuyorsun." Sözlerimle bakışları anında yandan beni bulurken, benim ona bakmaya cesaretim yoktu o an. Sözler bir anda çıkmıştı engelleyemediğim şekilde, dudaklarım arasından. Zihnime gelen kelimeleri, hiç ölçüp tartmadan öylece dilime geldiği gibi söylemiştim.

Kaşları hafif bir sorgulama ifadesiyle çatılmıştı. "Nasıl yani?" Sesindeki merakla, dudaklarımdaki kıvrımı kırıklaştırarak, buruk bir hale geldi.

"O da böyle, bir sürü anlamadığım terimlerle konuşurdu. Anlamadığımı da bilirdi ama kendini de tutamazdı, bildiği her şeyi bana anlatmak isterdi her zaman." Güler gibi bir soluk verdiğimde kaşlarım havalandı, karşımdaki holograma bakmaya devam ederken.

"Annemde kızardı, 'Niye çocuğun kafasını karıştırıyorsun sürekli?' diye." Cümlem bittiğinde bıraktığım soluk, Algan'ın kısık tınıdaki düşünceli çıkan sözleriyle beraber boğazımda takılı kaldı bu defa.

"Bana da kızardı o zaman kesin..." Sözleri bedenimden derin bir titremenin geçmesine neden olurken, bunu onun da hissettiğinden bu defa kesin bir şekilde emindim.

Hızla masa ve onun arasından sıyrılarak çıktığımda, bu daha çok onun tutuşunu gevşetmesinden kaynaklanmıştı. Masanın önündeki sandalyeye bedenimi atarak oturduğumda, parmaklarımla saçlarımı düzelttim hızlıca.

"Ben seni oyalamayayım daha fazla. İşin başından aşkındır zaten."

Güçlü bir sesle kurduğum cümlelerim için içten içe rahatlarken, Algan iki avucunu da masaya yaslayarak hafifçe öne doğru eğildi. Kısık bakışlarının altından beni izlerken, duruşuyla daha da belirginleşen kol kaslarından dolayı üzerindeki askeri forma iyice üzerine yapışarak belirgin hale geldiğinde gözlerimi hızla bu görüntüden uzaklaştırdım.

Bakışlarının benden çekildiğini hissettiğimde, gözleri önündeki masanın üzerindeydi. Parmakları hızlıca dokunmatik yüzeyde hareketlenirken, masanın diğer ucunda duran tableti eline alarak bir şeylerle uğraşmaya başladı.

"Sen beni oyalamazsın Hera." Kelimeleri zihnimde anlama kavuştuğunda, gözlerimi ondan kaçırarak sessizleştim ve oturduğum yere daha çok gömüldüm.

O da sessizliğime ortak olarak yeniden işlerine döndüğünde, bakışlarım fazlasıyla adapte olmuş halinden istifade yüzünde gezinmeye başladı.

Sert yüz hatlarına sahip bir yüzü vardı ve sinirlendiği zaman çene hatları kesinlikle daha da keskinleşiyordu. Açık kumrala yakın saçları, aralarda az da olsa altın sarısı tutamlar barındırıyordu. Genellikle ışığın çok olduğu alanlarda özellikle daha bir belirgin hale geliyordu. Gözlerine inen bakışlarım, rengini tararken ela olduğuna daha bir emin olmuştum masadan yüzüne yansıyan ışıkla beraber.

Ela rengi, içinde bal tonunda keskin damarlarda içeriyordu ve bu ona yakından baktığımda fark ettiğim diğer bir ayrıntıydı. Yüzünü fazlasıyla detaylı şekilde incelemeye dalmıştım ki aniden elindeki tableti yere düşüren Algan'la daldığım yerden irkilerek ayrıldım. Hızla kendimi toparladığım sırada, oturduğu yerden hafifçe eğilerek yere düşen tableti aldığında diğer eli ensesindeydi.

Kısa bir an göz göze geldiğimizde, gözlerini benden kaçırarak yeniden işine döndü. Ve o an zihnimde utanç dolu bir gerçeğin farkına varmam geç olmadı. Benim onu izlediğimi anlamıştı. Daha da trajikomiğiyse, eli ayağına dolanmıştı.

Adama gözlerimi dikip kıpırdamadan bakarsam, tabi eli ayağına dolanırdı. Kendi kendime kızarak, iç sesimle kavga ederken bir daha bakışlarımı onun olduğu tarafa çevirmedim. Bunun yerine etrafı incelemeye başlarken, duvar kağıdı dikkatimi çekti. Sürekli değişiyordu ve bu kesinlikle dışarıdan bakıldığında projektör yansıması gibi bir görüntü değildi.

Birer dakikalık aralıklarla değişen, odanın yalnızca bir duvarında yer alan bu duvar kağıdı veya yansıma fazlasıyla gerçekçi görünüyordu dışarıdan bakıldığında. Devamlı galaksilerin görüntüleri yansıyordu ve bu fazlasıyla büyüleyici bir manzaraydı. Eğer odamda böyle bir şey olsaydı, odamdan çıkmaz sabah akşam öylece duvarı izlerdim.

Bakışlarım duvarın bir sonraki görüntüsünü heyecanla beklerken, odanın kapısı birkaç defa tıklatıldı. Bunun üzerine önüne eğdiği başını kısa bir an kaldıran Algan dışarıdaki kişiye gel dediğinde, aralanan kapının ardından içeri giren Kain'i gördüm.

İlk önce kısa bir selam verdiğinde, Algan'ın rahat komutuyla pozisyonunu hazır ol duruşundan çıkararak masaya biraz daha yaklaştı.

"Durum bildir." Verdiği emirle, Kain hızla konuşmaya başladı. Sesindeki soğukluk, benim bile iliklerime işlemişti.

İş resmiyete geldiğinde, hepsi duygularını donduruyorlardı.

"Efendim, istediğiniz gibi Rigel şehrinin tüm ışınlanma cihazlarının bağlantısını kestik. Bu yüzden şehirde ulaşım sıkıntısı yaşanıyor ve Rigel tesisi yöneticisi kesinlikle çıldırmış durumda."

Algan, ifadesiz yüzle dinledikleri üzerine kaşları çatılırken elindeki tableti masanın üzerine bıraktı sakince ve ellerini birleştirerek buzlu cam yüzeye koydu.

"Güzel..." Parmakları masanın üzerine, belirli ritim ve aralıklarla vururken eğdiği bakışları yeniden Kain'e döndü.

"Hera'yı buradan götürene kadar bağlantı yeniden sağlanmayacak. Biz 2022 yılına güvenli bir şekilde gidiş sağladıktan sonra ben tesise geri döndüğümde yeniden cihazlarını kullanabilecekler."

Kain düz tuttuğu sesiyle "Ne zaman geri döneceksiniz tesise efendim?" sorusuyla benimde gözlerim Algan'ı buldu.

"Hera'yı sağ salim bıraktıktan hemen sonra." Bunu bende beklemediğimden, yaşadığım şaşkınlığı kendi içimde tutmaya çabaladım.

Fakat olması gereken de zaten tam olarak buydu. Algan, benim zamanımda olduğu süre boyunca zaten benim haberim yine olmayacaktı. Varlığını hiçbir zaman hissetmeyecektim, bunu biliyordum. Ben eski hayatıma, başarabildiğim kadarıyla geri dönecektim. Bu defa her yerde izlendiğimi bilerek...

Kain yeniden bir baş selamı verdikten hemen sonra, odadan dışarı çıktığında yine Algan ve benden başkası kalmamıştı odada. Yalnızca soluklarımızın ve Algan'ın uğraştığı birkaç şeyin tıkırtı sesi duyulurken gözlerim az önce izlediğim duvarı buldu bir kez daha. Dalgın bakışlarla önümdeki görüntüyü seyrederken, bu defa gördüğüm şey duvardaki galaksilerin yansıması değildi.

Kendi hayatımı nasıl yoluna sokacağıma dair, kafamda ölçüp biçtiklerimdi. En önemlisiyse, hâlâ Algan'ın söylemekten geri durduğu kimden korunduğum meselesi... Kendi içimde, tüm olasılıkları yatırdım zihnime, ilk defa sakin ve mantıklıca.

Kendi zamanımdan biri olması imkansızdı çünkü 3000 yılının teknolojisi karşısında, gücü sıfır kalırdı. Düşmanım veya düşmanlarım her kimse, her kimden korunuyorsam eğer bu zamandan olmalıydılar. Meclis üyelerinin toplandığı gün, yapılan oylamanın konusu düştü zihnime ve bir ışık aydınlattı karanlık yolumu.

Rigel şehrine verilip verilmeyeceğim hakkında gerçekleştirilmişti oylama. Şimdide, Alganların tesisiyle, Rigel şehrinin tesisi karşılıklı bir savaşın içerisindeydiler. Ben neden Rigel şehrine teslim edilecektim? Bunun üzerine yoğunlaşırken, bakışlarım düşüncelerimle iyice kısıldı.

Rigel şehri, benim peşimdeydi.

Bundan başka bir ihtimal şuan için söz konusu değildi.

Zihnimin içinde kendime bir yol haritası çizerken, vardığım en kuvvetli sonuç Rigel şehriydi. Beni kendi zamanıma götürene kadar, kestikleri ışınlanma cihazlarının bağlantısının geri getirilmemesini emreden bizzat Algan'dı. Benim güvenliğimi sağlamak için başvurduğu bir yol olmalıydı bu. Kendi zamanıma dönerken, onların bir engeliyle karşılaşmamak adına, ışınlanmalarını engelleyerek aslında bir nevi benim yolumu kesmelerini engellemiş olmuştu.

Fakat zihnimde duran koca bir soru işareti daha vardı, her şeyin oraya dayandığı, tüm soruların ana kaynağı. Vega tesisi beni yedi yaşımdan beri koruyorsa eğer, Rigel şehri bunca yıldır neden benim peşimdeydi?

Kaçırdığım bir nokta vardı. Atladığım, düşünmediğim, üzerinde durmadığım bir yer... Tüm konunun kördüğüm olduğu asıl nokta...

Düşündükçe acıyla kıvranan zihnim, bir sonuca varamazken yine fazla dalmış olacağım ki bunu fark ettiğim an kendime geldim hızla. Tek bir isteğim vardı, o da bir an önce kendi evime dönebilmekti. Kendi mabedime vardığımda, sakin bir kafa ve berrak bir zihinle düşüncelerimin daha net bir yol çizeceğinden son derece emindim. Sadece, kendimle baş başa kalmam gerekiyordu.

Aniden ayaklanan Algan'la, bakışlarım ona çevrilirken, zihnimin içindeki soruları şimdilik kendime sakladım. Onun da dediği gibi her doğru şeyin, doğru bir zamanı vardı.

Doğru zamanı beklemem gerekiyordu aksi halde ben bu yolun sonunu göremiyordum. Ona güvenmeye devam etmekten başka seçeneğim yoktu. Eğer yürüdüğüm bu yolun ortasında, beni tek başıma bırakır, ona olan güvenimi zedelerse; yürüdüğüm yolun altında kalan yalnızca ben olmazdım. Kendimle beraber, onu da enkazıma çekerdim.

Çünkü benim altında kaldıklarım, bana yetiyordu. Daha fazla yükü taşıyacak, gücüm de sabrımda yoktu.

Gözleri bana döndüğünde, bende ağırca ayağa kalktım oturduğum yerden. Ne olduğunu anlamak ister gibi yüzüne baktığımda, hafifçe boğazını temizledi.

"Zaman bağlarının onarımında hiçbir sorun görünmüyor. Gitme vakti geldi."

Sert bir yutkunuşla başımı ağır ağır salladığımda kapıya doğru hareketlenmiştim ki kolumdan tutan Algan'la duraksayarak ona döndüm.

Kaşları çatılmış, gözleri detaylıca yüzümü tarıyordu. "Her şey yolunda mı?"

Sorusu üzerine, zihnimde henüz netleşmeyen teorilerimden ona bahsetmemek için bir kez daha emin olurken başımı iki yana sallayarak hafif bir tebessüm ettim. "Evet. Bir sorun yok, heyecanlandım sanırım biraz." Sonlara doğru mırıltıya dönüşen sesimle, inanmadığın bariz belli eden gözlerine rağmen hızla dudaklarını ıslattı ve başını onaylarcasına salladı.

"Peki o halde, gidebiliriz." Açtığı kapıyla, geçmem için bir süre beklerken hızlıca odadan dışarı çıktım.

O da peşimden gelerek kapıyı geri kapattığında, yüreğimdeki tarifi mümkün olmayan tuhaf hislerin kapısını kapatmak içinde ben uğraş veriyordum. Acı bir buruk tat, damağıma dağılırken derin bir soluk verdim sakin kalmak adına.

Keşke o zaman boşluğundan yolculuktan önce bahsetmeseydin Kain...

Dudaklarımı kanatmamak için dişlerimi uzaklaştırdığımda, pençesine düştüğüm hislerin acısıyla kıvranıyordum. Heyecan, korku, endişe...

Dışıma yansıtmamaya çalıştığım bu karışık hislerim eşliğinde, önümden ilerleyen Algan'ı takip ederken duraksadığında bir şey söylemek için olacak ki bedenini bana çevirdi.

Fakat benim bakışlarımın gördüğü şeyle, henüz o dudaklarını aralayamadan, ondan önce davranarak konuşan ben oldum.

"E bu silindirin içindeki renk değişmiş. Kırmızıydı bu?" kırmızı rengin yerini alan siyah renkli sıvı silindirin içinde yer kaplarken, içindeki beyaz ışıltılı taş hâlâ yerini korumaya devam ediyordu.

Yeniden hipnoz olmuş gibi büyüsüne kapıldığım parlak taşı, bu defa siyah renkli suyun içinde izlerken ihtişamına hayran kalmıştım. Bunu alıp eve götüremiyor muyduk?

Dalgın bakışlarımla taşın tuhaf, insanı tıpkı bir girdap gibi içine çeken büyüsüne kapılmış giderken kulağımın dibinde duyduğum Algan'ın sesiyle gözlerimi kilitlediğim yerden çekemedim.

"Demek ki, seni senden bile daha iyi tanıyormuşum."

Sözleri yaklaşık, birkaç dakika sonunda ulaşan zihnimde bir anlam kazanırken kırpıştırdığım bakışlarımı, siyah sıvının içinde parıldayan, ben buradayım diye şimdi bir ayrı bağıran taştan çekerek yanımda dikilen Algan'a çevirdiğimde yüzümü buruşturdum hafifçe

"Ne alakası var şimdi?" Ters bakışlarımı ondan alarak yeniden taşa odakladığımda, kırmızı değil de siyah suyun içinde daha bir güzel göründüğü konusunda iç sesimde bende hemfikirdik.

Kısık bir gülme sesi işittiğimde, gözlerimi zorlukla taştan kopararak yeniden Algan'a döndüm. Neyi kaçırdığımı düşünmeye çalışırken, keyifle parlayan gözleri, taşın parıltısından daha çok dikkatimi çekti bir anda.

Yine neyin dalgasını geçerek alay ettiğini kısılan gözlerimle, yüzünü incelediğim sırada derinlemesine düşünüyordum ki, zihnime bir yıldırım etkisi gibi düşen gerçekle irileşen bakışlarım bu defa onunla kesişti.

Başımı iki yana salladığımda, gülmesi daha da arttı.

"Algan, hayır. Bana ne ya, hem suyun rengi değişmiş ama...Ama..." Çocuk gibi mızmızlanmamla, saçma itirazlarımın farkına bende vardığımda, bunu hiçbir şeyin değiştirmeyeceğinin farkındaydım.

Tek kaşı havalanırken, düşen yüzüme üstten bir bakış attı. Fazla keyifliydi ve bu kesinlikle sinirlerimi bozuyordu.

"İddiayı ben kazandım Hera." Yüzünü bana doğru eğdiğinde, bu defa geriye doğru kaçmayarak meydan okur gibi bir ifadeyle, kendimden emin şekilde baktım.

Fakat içten içe tırsmıyorum dersem, bu bir yalan olurdu çünkü Algan'ın bakışları hiç hayra yorulacak gibi değildi.

"Ve ne istersem yapacağını söyleyen de, bizzat sendin." Kısık sesiyle dudağı sola kıvrıldı.

Evet, bunu söyleyen bizzat bendim. Kendi söylediğim kelimelerimden pişman olmamıştım çünkü takılı kaldığım ve asla ayrılamadığım nokta daha farklıydı.

Bir gerçek vardı ki; ağır bir yüzleşme yaşamama neden oldu. Yolumun ortasında ki çıkmaz sokağın duvarına toslamışım gibi bir etki yarattı kalbimde. Derin, acı fakat en çokta sarsıcı bir gerçekle yerinden oynadı ruhum.

Sahi, Algan beni benden daha mı iyi tanıyordu?

------------------------------------------------

Herkese merhaba!💜

Oy ve yorumlarınızı bekliyorum. Bu beni yazmak adına daha çok motive ediyor inanın.

Umarım çok çok iyisinizdir. 

Algan'ın bu bölüm biraz fazla güldüğünü gören gözlerimin Algan'a tepkisi;

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere kendinize çok çok iyi bakın!💜

Sosyal medayadan takip etmeyi unutmayınız efenim, bekleriz herkesi.

İnstagram/Twitter; rrebiyy

واصل القراءة

ستعجبك أيضاً

39.3K 2.8K 29
TEXTİNG ASKER KURGUSU
105K 6.3K 35
Odanın zemininde uyanık kalırsın Kapının altından gölgeler görüyorsun Kafanda dönüp duran aynı his Babacığın tekrar şehirden ayrılırken Ve tekrar...
9.2K 373 17
Orta boylu, elâ gözlü saçlarına ak düşmüş, oldukça yakışıklı ve güzel ince ruhlu bir Peygamber...Şanlıurfa onun adıyla anılır oldu. Kurân onunla ilgi...
Benimle Ol Diye بواسطة Büşra

قصص المراهقين

7.5M 216K 33
Alina, artık yanında yaşadığı halasına bir söz verir. Yatılı okula geri dönmemesi için lisede sakin ve başarılı bir öğrenci olacaktır. Sessizlik rolü...