Kızıl Sarmaşık (KİTAP OLDU)

Od aysnrnc

424K 8.4K 4.9K

İnsan bir ömre kaç kimsesizlik sığdırır? Kaç yara, kaç gözyaşı, kaç acı? Kaç ölüm? Ben sayamıyorum artık... A... Více

İLK BAKIŞ... SON NEFES...
Bölüm 1: İhanet...
Bölüm 2: Yüzleşme...
Bölüm 4: Kimsesiz...
Bölüm 5: Yeşil...
✨️İSİM DEĞİŞİKLİĞİ✨️
SÜRPRİZ ZAMANI!!!
✨️SATIŞA AÇILDIK✨️

Bölüm 3: Ölüm...

11.6K 1.2K 505
Od aysnrnc

3. Bölüm...

Bu hayatta canınızı en çok ne yaktı? Damarlarınızdan kayıp giden kan değil de oluk oluk bir acı oldu mu hiç? Milyarlarca insanı barındıran dünyanın ortasında bir başınıza kaldığınızı hissettiniz mi mesela? O dünya tek bir saniyede başınıza yıkıldı mı? Nefes almak ilk kez ölüme koşmak gibi hissettirdi mi?

Cevabınız hayırsa eğer, sizin hiç babanız ölmemiş demektir.

"Leyla... Kızım, baban... Babanı kaybettik, Leyla'm... Kardeşim öldü... Öldü..."

Önce bir hissizlik başladı parmak uçlarımda, telefon kayıp gitti taş zemine... Sonra damarlarımdan adeta zehir misali süzülüp yüreğimi sardı o yakıcı his. Bir el acımasızca sıkıp attı sanki yüreğimi bir kenara... Titreyen bacaklarım büküldüğünde sertçe yere düşüşüm hayatımın özeti olurken "Baba..." diyen soluğum çığlık olup sardı dört bir yanımı...

"Yok... Hayır, doğru değil... Olmaz ki... Olmaz... Babalar ölmez... Yalan! Yalan!"

Hiçbir şey umurumda değildi o saniye. Yere yasladığım avuçlarımla doğrulup ayaklandığım gibi telefonu elime alıp hızlı adımlarla odaya geçtim. Şuursuzca başımı iki yana sallayışım yalnızca saf bir inkârın pençesinde olduğumu gösterse de, hiçbir şeyi kabullenmeden hızla çantamı aldım. Pasaportun içinde olduğunu kontrol edip odadan çıktığımda ne halde olduğuma bile bakmazken, sanki yan komşuya gidercesine bir umursamazlıkla kapıyı ardımdan çekip ihanet kokan yıllarımı o eşikte bıraktım.

Evden ayrılışım, taksiye atlayıp havaalanına gidişim aynı uğursuz sessizlikte geçerken, yol boyunca çalıp duran telefonumu açmadım. Ne duyacaksam yalandı! Böylesi iğrenç bir oyuna asla gelmeyecektim. Babam beni evimizde bekliyordu. Ona gidecektim. Geri kalan her şey sadece koca bir yalandı.

Havaalanına varışımdan tam dört saat sonra kalktı İstanbul'a giden uçak. Sessizliğim geçen saatler boyunca devam etti. Tek bir damla bile düşmedi yanağıma. Çünkü ağlanacak hiçbir şey yoktu. Başımı ardıma yaslarken, yüzümde tebessümle babamı düşünüyordum. Çok sevinecekti beni gördüğünde. Şansım varsa o uyanmadan evde olurdum. Ah, babam!

İki saatlik yolculuk sona erdiğinde kapılar açılır açılmaz kendimi dışarı attım. Valiz beklemek zorunda olmadığıma şükredip doğruca boş bir taksiye yönelirken, yeni doğan günün güzelliği bile o an için önemsiz bir detaydı. Babama sarıldıktan sonra geri kalan her şeyi düşünebilir, bir şeyler hissedebilirdim.

Yarım saat kadar sonra taksi yalının önünde durduğunda parayı şoföre uzatıp telaşlı adımlarla girişe yönelirken, beni gördüğü gibi telaşla ayaklanan kapı girişindeki emektar şoförümüz Musa Amcanın şaşkınlıkla "Leyla Hanım?" deyişini duymazdan gelip zile bastım.

Bir türlü açılmayan kapıya ellerimle sertçe vurup "Açın şu kapıyı!" diye bağırmamdan saniyeler sonra evimizde çalışanlardan biri olan Mehtap ağlamaktan kıpkırmızı kesilen yüzüyle kapıyı açtığında halini umursamadan içeri girerken "Baba!" diye seslenip merdivenlerden üst kattaki odasına doğru koşarak çıktım.

"Leyla Hanım?"

Doğruca babamın odasına girdiğim vakit dokunulmamış gibi düzgün duran yatağa boş bakışlar atarken "Erken kalkmış olmalı," diye kendi kendime mırıldanıp banyonun kapısını tıklattım.

"Baba! Baba içerde misin?"

Değildi, biliyordum. Ama bu o an için kabul edeceğim son şey bile değildi. Ses gelmeyen banyonun kapısını açmaya cesaret edemediğimden usulca çöktüm dizlerimin üzerine. Başımı kapıya yaslayıp "Seni bekliyorum, baba. Sürpriz yaptım sana... Hadi gel..." diye fısıldarken, belki de o an için aklımı kaçırdığımın farkında bile değildim.

Başım kapıya yaslı halde orada ne kadar durdum bilmiyorum ama biraz sonra omzuma yaslanan elle bakışlarım sağ yanıma kaydığında "Kızım," diyen yaşlı gözlerle kesişti bakışlarım.

Kızım demeyin bana! Babamdan başka kimse kızım demesin artık!

Amcam sanki onu son gördüğümden daha da çökmüş suretiyle acıyla gözlerime bakarken "Ne yapıyorsun burada?" dediğinde omuz silktim umursamazca. "Babamı bekliyorum."

"Leyla... Kızım baban..."

"İçerde o amca, biliyorum. Erken kalkmıştır kesin..."

"Kızım baban..."

"Amca içerde babam! Sen git, ben onu bekleyeceğim!" diye sertçe bağırmamla buz mavisi gözlerinden iki damla yaş akarken "Baban içerde değil, Leyla!" deyip sıtmaya tutulmuşçasına titreyen bedenimi göğsüne yasladı.

"İçerde..."

"Babanı kaybettik canım. Çok üzgünüm," dediğinde bir hıçkırık duvarlara çarparcasına dudaklarımdan firar ederken, bana sarılan bedenini sertçe itip "Sus!" diye hayırdım avaz avaz. "Babam içerde!"

Sıkıntılı bir soluk alarak yanımdan kalkıp banyonun kapısını sonuna kadar açtığında karşıma çıkan karanlık boşluk gözlerimi yummama sebep olurken "Leyla..." deyip beni ayağa kaldırmaya çalışan amcamı sertçe ittim.

"Bırak! Baba! Neredesin baba?"

Ayağa kalkıp şuursuzca odaları gezdim. Etrafımda bana acıyan gözlerle bakan yüzlere aldırmadan ağlayarak odalar arasında koşup "Baba!" çığlıklarıyla bulduğum her yere bakmaya ne kadar devam ettim bilmiyorum ama bir an sonra bedenimi zapt etmeye çalışan kolların arasında kolumda hissettiğim yakıcı sızıyla tüm çırpınışlarım derin bir sessizliğe gömüldü. O andan sonrası benim için artık kurtulmak istemediğim dipsiz bir karanlıktı...

Kulağıma gelen fısıltılar vardı bir yerlerden... Acıyan söylentiler, iç çektiren hıçkırıklar... Gözlerimi aralamasam da uyanmıştım ne yazık ki... Beni bir sığınak misali gizleyen uykum kaybolurken, duyduğum seslerle ben o gün bir gerçeği daha kavramıştım. En kötü kâbuslar uyanıkken görülüyordu...

"Hâlâ uyanmaması normal mi Selim?"

"Birazdan kendine gelecektir, Cevdet Bey. Sakinleştiricinin dozu yüksek değildi ancak hak verirsiniz ki yaşadığı hiç kolay bir durum değil. Gerçeklerden kaçmak için uykuya sığınıyor olduğunu düşünüyorum."

Sahi öyle mi yapıyordum?

"Tamam, sen yine de buradan ayrılma uyanana kadar. Yine kötü olursa biz yanlış bir şey yapmayalım."

Son duyduğum da amcamın yorgun sesi olurken, biraz sonra kapanan kapının ardından usulca aralandı gözlerim. Bakışlarıma değen yıldızlarla süslenmiş tavan gözlerimden birbiri ardına yaşların akmasına sebep olurken, akan her bir damla yastığımda soluk bir iz bırakıp kayboldu. Çocukluğumda karanlıktan öyle çok korkardım ki, bu etrafa ışık saçan yıldızları tek tek kendisi tavana dizmişti babam. Zaman içinde yaşım büyüdükçe odamın tarzı değişse de, değişmeyen tek şey olmuştu o yıldızlar...

Bomboş bakışlarla öylece tavana bakmaya devam ederken, bir an sonra başımı hafifçe yana çevirdim. Komodinin üzerinde duran resme dalıp gittiğimde acı dolu bir hıçkırık dudaklarımdan firar ederken, kabullenmenin o kesif sancısı benliğimi sarmaya başlamıştı. Hafifçe doğrulup çerçeveyi elime aldığımda resme düşen gözyaşı gerçeklerin en saf kanıtı gibi belirirken, parmak uçlarımı resimde gezdirip "Baba..." diye acıyla sayıkladım.

"Neden baba? Neden? Ben ne yapacağım şimdi? Kimsem kalmadı... Yerim, yurdum kalmadı benim... Daha kaç kere kimsesiz kalacağım ben... Herkes gitti ama sen nasıl gidersin? Beni nasıl bırakırsın bir başıma? Söz vermiştin baba... Bekleyeceğine söz vermiştin. Ben sözümü tutup sana geldim... Peki ya sen niye sözünü tutmadın? Niye yoksun yanımda?"

Acı bitmezdi. Hiçbir zaman dinmeyecekti. Acının her halini yaşamış bir insan olarak bildiğim tek şey buradan ayağa kalkmamın artık imkânsız olduğuydu. Bu hayatta çok şey kaybetmiştim belki ama her birinde sığındığım limanım babamdı. Şimdi onu kaybettiğimdeyse tutunacak bir dalım kalmamıştı artık...

Bu dünyadan çekip gidenler, beni mahvedenler hep başkalarıydı belki ama her defasında bir parçası daha ölen ben olmuştum...

Saniyeler mi geçti orada, saatler mi yoksa yıllar mı? Bilmiyorum... Bir önemi de kalmamıştı doğrusu... Bekleyenim yoktu ne de olsa, gideceğim bir yer yoktu. Kıyamete kadar burada böylece dursam ne kaybederdim? Kim umursardı artık beni?

Yine de beynimde çınlayıp duran bir hakikat vardı. Babama veda etmemiştim. Son görev mi diyorlardı buna? Saçmalık! Bir görev değildi bu... Sevdiğinle bir arada olabilme şansına sahip olduğun son buluşmaydı... Vedaydı... Kalbim bunu nasıl kabullenirdi bilmiyorum ama babama veda etmek zorundaydım... Hiç değilse bu kadarına ihtiyacım vardı...

Usulca doğrulduğum yataktan elimdeki çerçeveyi bırakmadan kapıya doğru ilerlerken, odadan çıkıp seslerin geldiği yöne çevirdim bakışlarımı. Bizim evimizdi ama sanki bizden başka herkes buradaydı. Tırabzanlara tutunarak merdivenlerden indiğimde adımlarım geniş salona doğru ilerlerken, kendi aralarında rahatsız edici bir gürültüyle konuşan herkes beni gördüğü anda sessizliğe gömüldü. Kimdi bu insanlar? Hepsini tanıyordum lakin hepsi de bir o kadar yabancıydı sanki bana...

"Leyla? Canım iyi misin?" deyip bana doğru adımlayan amcamla hafifçe başımı sallayıp kapıya en yakın koltuğa düşercesine otururken "Güzelim başın sağ olsun. Ah Leyla, ne haldeyiz bir bilsen mahvolduk hepimiz," diye yakınan Feryal yengeme hafifçe bakışlarımı çevirip gördüklerimle yeniden önüme döndüm. Sabahın bu saatinde, böylesi bir günde dahi kusursuz topuzu, gösterişli elbisesi ve özel işçilik isteyen makyajıyla gerçekten de fazlasıyla perişan olmuş görünüyordu!

"Sağ ol, yenge."

"Yüzünün rengi gitmiş, hemen bir şeyler hazırlasınlar sana..." diyen kadınla başımı iki yana sallayıp "İstemiyorum," diye mırıldanırken "Amca?" diye seslenip bedenimi bana dikkatle bakan yorgun bakışlı adama çevirdim.

"Cenaze... Ne zaman olacak?" diye bir avuç cam kırığı yutarcasına fısıldamamla amcam kucağında kenetli ellerini hafifçe sıkıp bakışlarını gözlerimden kaçırırken "Cenazeyi... Adli tıptan aldıktan sonra bugün ikindi namazında..." demesiyle afallayıp "Ne adli tıbbı?" diye sertçe kestim sözünü.

Bir türlü konuşmayan adamla daha da öfkelenip "Amca söylesene ne adli tıbbı? Babamın ölümüyle polisin ne alakası var?" diye hiddetle söylenmemle yanı başımdakiler ellerini omuzlarıma yaslayıp bana destek olmaya çalışırlarken, amcamın güç bela dudaklarından dökülenlerle babam sanki orada, gözlerimin önünde bir kere daha ölmüş gibi hissettim.

"Cenaze... Otopsi için adli tıpta kızım... Baban... İntihar etti, Leyla."

Tek bir an, yan yana gelmiş birkaç zavallı harf yığını tüm benliğinizi alt üst etmeye yeter mi?

Yetiyormuş...

İntihar...

Bedenimdeki tüm kan sanki sihirli bir dokunuşla buza keserken, bir an etrafımda bana acıyan gözlerle bakan insanlarda gezdirdim bakışlarımı. Amcam, karısı, çocukları, tanımadığım doktor, evin çalışanları... Herkes... Şüphesiz bir kabullenişle içlerine sindirdikleri sözde gerçeği kabullenmemi bekliyorlardı karşımda.

Benim babam! İntihar etmişti öyle mi?

Hah! Bu hayatımda duyacağım en saçma şeyden bile daha saçma olabilecek tek şeydi. Karşımdaki insanların acıyan bakışları bir an sonra yalının duvarlarında çınlayan bir kahkaha krizine girmeme sebep olurken "Cevdet delirdi mi bu kız?" diye telaşla fısıldayıp yanımdan kalkarak kocasının yanına oturan yengem daha çok kahkaha atmama sebep oldu. Karnımı tuta tuta, içimi acıtarak attığım kahkahalar herkesin bir yerden sonra korku dolu bakışlarla yüzüme bakmasına sebep olurken, amcamın büyük oğlu Ferit "Leyla..." deyip elimi tutmaya kalktığında onu sertçe itip ayaklandım.

"Siz!" diye haykırdım öfkeli bakışlarımı her birinin üzerinde hayal kırıklığıyla gezdirirken. "Siz aklınızı mı kaçırdınız? Benim babam bile isteye hayatına son verecek öyle mi? Kaza de, kalp krizi de, şeker koması de, her bir şeyi de ama intiharı nasıl söylersin?" diye nefes nefese nefretle soluduğumda, amcam yanıma gelip kollarımı tutarak beni sakinleştirmeye çalıştı.

"Kızım yapma bak sakinleş, kendine zarar vereceksin. Gel otur, konuşalım," deyip beni koltuğa doğru çekiştirdiğinde "Amca bırak!" diye soluyup ittim onu. İnsana öfkeli zamanlarda akıl almaz bir kas gücü geldiği aşikârdı.

"Bu saçmalıkları dinlemeyeceğim!" dediğim an ceketinin cebinden çıkardığı bir kağıt parçasını elime tutuşturmasıyla anlamsızca yüzüne bakarken, duyduklarımın ağırlığından nefes almaya bile güç bulamıyordum artık.

"Bu mektubu baban bırakmış, Leyla. Aslı incelenmek üzere poliste ama bir örneğini teslim aldık. İncelediler kızım, en az senin kadar ben de şoktayım ve çok üzgünüm ama yazı babana ait. Yazmış Leyla'm, kendi eliyle yazmış. Kardeşim bize hissettirmese de içten içe bitirmiş kendini... Keşke böyle olmasaydı yavrum, keşke kabullenmemekte haklı olsaydın ama ne yazık ki gerçek bu. Silahla kendi kafasına sıkmış baban... Üzgünüm kızım, çok üzgünüm..."

Kirpiklerimde intihar edercesine asılı kalan gözyaşlarımla, bomboş bakışlarla elime tutuşturulan katlanmış kâğıda bakarken "Herkes gitsin..." diye fısıldadım sessizce. Ne dediğimi anlamamış gibi şaşkınca yüzüme bakmalarıyla daha da öfkelenirken "Herkes çıksın evimden. Gidin hepiniz. Gidin!" diye öfkeyle haykırıp afallayarak ayaklanan bedenleri dış kapıya doğru ittirmeye başladım.

"Ay, yok bu kız iyi değil," diye söylenerek topukluları üzerinde koşturan yengemi çocukları takip ederken, evin çalışanları da sessizce çıktıklarında geride sadece amcam kaldı. "Leyla?" deyip yanıma yaklaşacağı sıra "Amca, git!" diye öfkeyle bağırmamla üzgünce yüzüme bakarken "Dirayetli ol kızım. Sakın ola yanlış bir şey yapma," deyip kapıya doğru ilerlediğinde ardından yüksek girişli kapıyı gürültüyle ittirip eşikte dizlerimin üzerine çöktüm.

Bir elimde babamla olan resmimiz, diğerinde hayatımın en saçma iddiasını kanıtlamak istercesine duran kâğıtla öylece gözyaşlarımı akıtırken, başımı defalarca kez ardıma vurup, ıslak dudaklarımla sayıklarcasına fısıldadım.

"İnanmam, baba. Kimse inandıramaz beni. Ben bu acıyı bir kere yaşamışken, sen bana bir kere daha yaşatmazsın. Sen bana bunu yapmazsın baba."

Dakikalar belki de saatler boyunca çöküp kaldığım eşikte öylece oturmaya devam etsem de, elimde külçe gibi ağırlaşan kâğıt parçasına daha fazla kayıtsız kalamadım. Çerçeveyi kucağıma bırakıp katlanan kâğıdı araladığımda bakışlarıma değen karakteristik yazı hıçkırarak ağlamama sebep olurken "Hayır..." diye sayıklayıp başımı inkar edercesine iki yana sallasam da bununla nasıl baş edeceğimi bilmiyordum. Kimselere ait olamayacak kadar karakteristik olan bu yazı, babamın el yazısıydı.

Kızım... Leyla'm... Benim hayatımın yegâne anlamı...

Bir gün sana böyle bir mektup yazacağım aklımın ucundan bile geçmezdi. Karşına böyle bir haberle çıkacağımı düşünemezdim. Ama hayat insana asla yapmayacağım dediği şeyleri de yaptırıyor, almam dediği kararları da aldırıyor güzel kızım...

Sana böyle bir acıyı yaşatmak istemezdim ama affet beni güzel kızım. Hayat bu yaşlı baban için çok acı verici bir hal almaya başladı ve ben buna dayanamıyorum artık. Hayatım boyunca hep bir şeyleri kaybeden biri olmaktan yoruldum, Leyla... Seni düşündüğüm için bunca zaman ne hissettiysem içime attım ama artık yüreğimde birikenler bana fazla geliyor, Leyla'm. Çok uzun zamandır nefes almak istemiyorum ben. Anneni, sevdiğim kadını kaybetmenin acısıyla baş edemiyorum artık. Yetmezmiş gibi işlerimde yaşadığım başarısızlıklar da bana ağır geliyor. Sen de büyüdün artık, hayatla tek başına mücadele edecek kadar güçlüsün. O yüzden affet beni kızım. Ben artık yokum ama sen arkamda dimdik ayakta kal...

Şunu bil ve herkeste bilsin ki ölümümden, vermiş olduğum bu karardan hiç kimse sorumlu değildir. Bu benim kararım... Beni seven herkesten yaşattığım bu acı için özür dilerim...

Leyla'm... Kızım, güç senin yüreğinde. Kim ne derse desin, ne yaparsa yapsın doğru olan senin kalbinden geçen. Bunu sakın unutma olur mu? Sakın!

Son bir şey... Son konuşmamızda bahsettiğin erkek arkadaşınla bu zamana kadar tanışamadığım için çok üzgünüm ama senin mutluluğunu her zaman hissedeceğimi unutma, Leyla. Gücünün kalmadığını hissettiğin an çocukluğunu hatırla ve orada bul dayanağını meleğim... Bu hayatta ne yaptıysam hep senin içindi... Mutlu ol güzel kızım...

Seni çok seviyorum...

Baban...

El yazılı aslın bir fotokopisiydi elimdeki suret. Gözyaşlarımla incelip dağılacak hale gelse de, hayatımın en acı gerçeğini yüzüme vurmak için yeterliydi okuduklarım. Babamın yazısıydı bu... Babamın bana vedasıydı...

"Neden? Neden baba, neden? Neden beklemedin beni? Neden yetemedim ben sana? Canım çok yanıyor baba... Dayanamıyorum... Dayanamam ki ben buna... Ne yapmalıyım şimdi? Ben de mi gelmeliyim yanına? Alır mısın beni baba? Sarar mısın yine kollarınla... Çok acıyor baba... Benim kalbim bir kere daha çok acıyor..."

Elimdeki kâğıt düştü zemine. Saatler o kapı eşiğinde döktüğüm çaresiz gözyaşlarıyla akıp giderken, ölmek ilk kez bu kadar güzel geldi bana. Belki de onlar haklıydı... İkisi de bunu seçtiyse belki de ölmek kurtuluştu. Belki de kendi hayatımıza son vermek bizim kaderimizdi.

Şuursuzca dalıp gittiğim karşı duvara hissizce bakıp başımı yasladığım kapıya vurmaya devam ederken, biraz sonra çalan zille etrafımı saran ölüm kokusu bir an için dağıldı. O an anladım, ölüm henüz beni bulmamıştı.

Üst üste çalan zile aldırmasam da ısrarla kapıya da vurulmaya başlanmasıyla "Leyla... Aç kızım kapıyı. Lütfen, hadi!" diyen tanıdık ses bu şehre ayak bastığımdan beri ilk kez yüreğimde ılık bir his doğururken, dönen başıma aldırmadan titreyen bacaklarımla ayaklanıp kapıyı araladım.

"İlyas amca... Babam..." deyip karşımdaki adama sıkıca sarıldığımda ilk kez özgürce gözyaşlarımı serbest bırakıp ağlarken, kaybetmenin acısını bu denli yüreğimde hissediyordum. İnkar etmek neye yarardı? Babam gerçekten gitmişti.

Saçlarımı okşayıp benimle birlikte ağlayan adamla biraz olsun acımı paylaşabildiğimi hissederken, hafifçe uzaklaşıp yaşlarla dolu yüzüne çevirdim çaresiz bakışlarımı.

"Ölmek istedi diyorlar, İlyas amca. Benim babam kendi canına kıymış diyorlar bana. Buna inanmamı istiyorlar..." deyip yeniden hıçkırarak ağlamaya başladığımda kendimi sanki tüm dünyaya bunun yalan olduğunu anlatmaya çalışır gibi çaresiz hissederken "Leyla, beni dinle güzel kızım..." deyip kapıyı ardımızdan kapattı İlyas amca.

"Sen babanı kaybettin, ben de bu hayatta kardeşten öte bildiğim dostumu kaybettim. Ne olup bittiğini ben de sadece senin kadar biliyorum ama gerçek neyse bunu bulup ortaya çıkaracağız. Sana söz veriyorum. Ama şimdi... Gidip babana veda edelim güzel kızım. Canın çok yanıyor biliyorum ama... Biraz dayan olur mu? Gidip babana veda edelim, sonra da gerçek her neyse arayıp bulalım. Çünkü benim tanıdığım Mustafa, bile bile ölüme gidecek bir adam değil. Senden tek isteğim şimdi dik dur ve babana veda et."

Çocukluğumdan beri tanıdığım için mi yoksa herkesin aksine benim gibi düşündüğü için mi bilmiyorum ama İlyas amcanın söyledikleri bana hiç değilse birkaç saatliğine ayakta durabilme gücünü vermişti. Gözyaşlarımı silip yukarıya çıktığımda üzerime buradaki kıyafetlerimden siyah bir pantolonla tişört geçirip aynada beliren yansımama acıyarak bakarken, hayatım boyunca hep kaçıp durduğum siyahın bundan sonra tek rengim olacağını hissediyordum. Ölüm belki de bana ilk kez bu denli yakındı lakin öleceksem bile gerçeği bilmeye ihtiyacım vardı.

İlyas amcayla evden çıktığımızda amcamların da arabalarında bizi beklediklerini görüp konuşmaya gerek görmeden İlyas amcanın arabasına binerken, akıp giden yolda hayatımın nereden nereye geldiğini düşünüyordum. Çok değil sadece üç gün önce en büyük problemim yaptığım pasta kekinin istediğimden daha kalın olmasıyken, bugünümde dünyamın başıma yıkıldığını kabul etmek istemiyordum. Dün ihanetlerine uğradığım insanlar için acı çekerken, bugün babamın acısıyla onların varlığını çoktan unuttuğumu hissediyordum. Hep böyle mi olurdu sahi? Acının dermanı hep daha büyük bir acı mı olurdu?

Sonrasında geçen zamanı aklım idrak edemese de kalbim hiç unutmayacaktı. Hayatımda gördüğüm ikinci cenazeydi bu. Dışardan biri duysa şanslı sayardı belki de beni... Ne kadar az kayıp vermiştim sevdiklerimden...

Ama beni bilen, yaşadığım ıstırabın ne denli büyük olduğunu da bilirdi. Hayatım boyunca sadece iki kayıp vermiştim belki ama o iki kayıp tüm dünyaya bedeldi... Önce annem, şimdi de babam...

Annemin mezarı yanındaki boşluk dolmuştu bugün. Babam geç de olsa sevdiği kadına kavuşmuştu. Sevinmem gerekir miydi acaba? Babam bunca zaman bana aitken, bundan sonra da sevdiği kadına ait olacaktı ne de olsa... Hem de aynı kaderin aynı trajik sonuyla...

Mahşer meydanı gibiydi mezarlık... Tanıdığımdan çok tanımadığım bir sürü insan acılı gözlerle babama veda ediyordu. Bir mecburiyeti yerine getirmek zorunda olduğunu düşünüp gelenler kadar, gerçekten babama veda etmek için gelenler de vardı ve ben onları arkamızdaki gazetecilere değil de babamın mezarına yaşlı gözlerle bakmalarından anlıyordum.

Kılınan namazın ardından babamın üzerine atılan her kürek toprak yığını benim geçmişimin, geleceğimin, umudumun, hayallerimin, mutluluğumun üzerine de atılırken, hikâyenin sonuna geldiğimi biliyordum artık. Kimilerinin hikâyesi ölerek bitiyordu, kimilerinin de benim gibi ölüm acısıyla... Bildiğim tek şey geride kalan olmak ölümün en acılı haliydi ve ben bununla baş edemeyecek kadar vazgeçmiştim artık yaşamaktan...

"Başınız sağ olsun," deyip karşımda beliren orta yaşlı adama usulca başımı sallarken "Mustafa Bey, bu hayatta tanıdığım en kıymetli, en özel insanlardan biriydi. Onunla son projesi için birlikte çalışmıştık ve ben böylesine değerli bir insanla tanıştığım için kendimi çok şanslı hissetmiştim. Kaybınız için çok üzgünüm. Allah sabırlar versin," deyip yanımdan ayrılan adamın kim olduğunu anımsadığımda buruk bir his dolandı bakışlarımda.

Sınırda kuş uçmaz, kervan geçmez birkaç köy için okul projesi tasarlanmış ve babamın sponsorluğunda Yücesoy Holding ile çalışılmıştı. Az önce benimle konuşan da şirketin sahibi Levent Yücesoy'du. Babam bir keresinde ondan bahsetmiş, insanların ileri yaşlarda da dost edinebildiğini söylemişti. 'Bir gün tanıştırırım sizi, yaşıtın çocukları var.' diye bahsetmişti. Bu tanışmanın cenazesinde olacağını nereden bilebilirdi?

Sadece kameralara görünmek için burada olan kalabalık yavaş yavaş dağıldığında da geride yalnızca babam için burada bulunanlar kaldı. Tamamen örtülen toprağa doğru yaklaşıp dizlerimin üzerine çöktüğümde titreyen ellerim sanki ona dokunurcasına heyecanla toprağının üzerinde gezerken, kimselere duyuramadığım sesimi bir tek toprağın altında yatan bedenlere duyurdum.

'Ben bu hayatta iki kere öldüm. Birincisinde yeniden doğmama sebep sendin baba. Ama şimdi yoksun... Siz toprağın altında birbirinize kavuştunuz, peki ya ben ne yapacağım? Bana mutlu ol demişsin ya, ben nasıl yaşayacağım? Annesizliği hiç kabul edemeyen yüreğime babasızlığı nasıl öğreteceğim? Ben bittim anne... Ben tükendim baba... Bir insan iki kere aynı acıyla sınanmaz... Ben ne günah işledim de ikiniz birden bana bunu reva gördünüz? Ben sizi sevmekten, size ait olmaktan başka ne yaptım da benim varlığım sizin hayata tutunmanıza yetmedi? Yine de... Umarım birbirinize kavuşmuşsunuzdur... Aslında çok üzülmüyorum biliyor musunuz? Çünkü hissediyorum, çok yakında ben de size kavuşacağım...'

Omzumda hissettiğim sıcak elle bakışlarım yaşlı gözleri şefkatle parlayan İlyas amcayı bulurken, onun desteğiyle usulca ayaklandım. Çocukluğumdan beri tanıdığım, belki öz amcamdan bile daha çok amca bildiğim insandı İlyas amca. Babamın çocukluğundan beri arkadaşı, en hakikatli dostuydu. Yıllardır da şirketin baş avukatıydı. Babamın gözü kapalı güvendiği ender insanlardan biri olduğundan ben de sebepsizce güveniyordum ona. Belki bakışlarında yer edinen şefkate, belki de bu kadar insanın içinde beni en çok onun anladığını düşünmeme teslim oluyordum.

Cenazenin ardından amcam onlarda kalmam için ısrarcı davransa da, bugün hiç kimseyi görmeye tahammülüm yoktu sanki. İlyas amcanın da benimle gelmek istemesine karşı çıkıp tüm dünyayı ardımda bırakarak kendimi eve attığımda beni birkaç saatliğine de olsa ayakta tutan gücüm kaybolurken, ayaklarımı sürüyerek kendimi bir zamanlar annemle babama ait olan odaya kilitleyip yatağın tam ortasına uzandım. Birinin sağ yanımda diğerinin sol yanımda olduğunu hayal ederek gözlerimi yumarken, iki gözümden akan yaşlar yastıklarda soluk izler bırakıp kaybolduğunda o an için hikâyemin son noktası koyulmuştu. Tıpkı kumaşın üzerinde silik bir iz bırakıp kaybolan gözyaşları gibi çok yakında yok olup gideceğimi artık yüreğimin tam ortasında hissediyordum.

Dört gün...

Bir insanın dört gün boyunca kendini gönüllü bir esarete mahkûm etmesi mümkün müydü? Yaşamadan evvel 'asla' diyeceğim şeyi bugün bildiğimden olsa gerek kabulleniyordum galiba... Ağzıma tek lokma koymadan, hiçbir yere kıpırdamadan öylece bir yatağın içinde artık kuruyan gözyaşlarımla yatıyordum... Şey gibi... Ölü gibi...

Herkes kendine ölmek için başka türlü bir yol seçmişken, benimki de buydu belki de... Bir şeylerin acısını çıkarırcasına kendime eziyet edip bitirmek istiyordum bu hikâyeyi. Baş karakterlerini kaybeden bir hikâyenin zorla uzatılan devamı gibiydi artık hayatım. Sonunda varacağım bir yer yoksa neden yaşayacaktım ki daha fazla?

İşin tuhaf yanı kendimi buraya ölmek için kilitlememiştim belki ama niyetlenmediğim sonuç usulca bana yaklaşıyordu. Karşıdaki aynada beliren yansımam kireç kadar beyazdı. Su içmemekten kuruyan dudaklarım bir hayaletin ki kadar rengini kaybetmişti. Parmaklarımın bile kıpırdamaktan aciz olduğunu hissediyordum. Başlarda ayağa kalkmak istemeyen bendim belki ama şimdi istesem de kalkabilecek gücü kendimde bulamıyordum.

Hayatım bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçmiyordu belki ama rengini kaybeden dudaklarımda buruk bir tebessüm peyda olmuştu.

Galiba sonunda ölüm beni de bulmuştu...

Geliyorum anne... Geliyorum baba...

Merhabalar🤗Söz verdiğim gün ve saatte yeni bölüm sizlerle. Şimdi biraz bölüm yoklaması yapalım mı?

Leyla'nın acısını hissedebildiniz mi?

Annesiyle ilgili durumu tahmin eden var mıydı?

Peki ya Leyla, düşündüklerinde haklı olabilir mi?

Oylarınızı ve yorumlarınızı merakla bekliyorum. Bugün sınava girenler vardı umarım sınavlarınız çok iyi geçmiştir🙏Allah'a emanet olun. Sevgiler😘

instagram: aaysnrnc

masall_perisii
💦🔥

Pokračovat ve čtení

Mohlo by se ti líbit

244K 7.7K 17
Yıllar önceymiş, kalbi kötülükle beslenenler şer tohumlarını onların üzerine ekmiş. Filizlenmiş tohumlar, yeşermiş, büyümüş, sarmaşık olmuş, dört bir...
55.8K 3K 15
28 yıl önce karıştırılmış bir binbaşının hikayesi.Ben Asena Doğu namı değer Kızıl Dağların Kızılı ismini duyanların korkudan titrediği kadın Bu ben...
11.2K 1.1K 9
"Can yakmaya gitmedik, sahilde çay içtik. Bana öyle ters bakma ahu gözlü güzel kadın." Eridi, bitti, Ahu artık yaşamıyor. Ahu göçtü, aşkı diyar elle...
1.5K 166 8
Terk edildi genç kadın çocukluğuna, mutsuzluğuna, acılarına ve en çokta sevdiğinin ihanetine terk edildi. Zaman geçecek, gerçekler bir bir ortaya çı...