BATAKLIK

By gizemoslu

517K 23.1K 2.6K

Kişinin kalbinde duyguya dair hiçbir şey kalmamışsa bedenin varlığı anlamsızdı. Önce kalbe dokunmadan direk t... More

BATAKLIK - Kiralık Katil Serisi
1. Bölüm ''Sessizliğe İlk Adım''
2. Bölüm ''Siyah''
4. Bölüm ''İlk''
5. Bölüm ''Silah''
6. Bölüm ''Gözyaşı ''
7. Bölüm ''Korku''
8. Bölüm ''Tek''
9. Bölüm ''Ölüm''
10. Bölüm ''Vur''
11. Bölüm ''İpucu''
12. Bölüm ''Zirve''
13. Bölüm ''Emir''
14. Bölüm ''Gerçekler''
Çok çok önemli duyuru.
15. Bölüm ''Araf''
Duyuru
16. Bölüm ''Veda Busesi''
17. Bölüm ''Boşluk''
18. Bölüm - ALINTI
18. Bölüm ''Teklif''
19. Bölüm ''Karar''
20. Bölüm ''Güven''
Minnoş Bir İmza Günü Duyurusu
21. Bölüm ''Savaş''
YENİ İSİM - BATAKLIK
22. Bölüm ''Huzur''
23. Bölüm ''Ten''
24. Bölüm ''Tutsak''
25. Bölüm ''Yangın''
26. Bölüm ''Kan''
27. Bölüm ''Kuşatma''
28. Bölüm ''Katran''
29. Bölüm ''Bataklık''

3. Bölüm ''Yalnız''

24.1K 1.1K 77
By gizemoslu

3. Bölüm ''Yalnız''

Yağmur şiddetliydi. Cama vuran isyankar damlalar bana kendi halimi anımsatıyor, beni hüznün uçurumlarına sürüklüyordu. Ben de o damlalar kadar başı boş ve kalabalık bir yalnızlığa ev sahipliği yapıyordum. Etrafım insan doluydu. Hergün yüzlerini görmek zorunda kaldığım sınıf arkadaşlarım vardı, aynı apartmanda oturuyor olduğumuz komşularım, sözde kötü gün dostu olan ailem. Ama en son birinde ne zaman güven ve şefkat duygusunu hissettiğimi bilmiyordum. Biriyle aynı ortamda bulunmaktan fazlasıyla zevk aldığım son vakti hatırlamıyordum. Ki asıl sorun asla hatırlamak istemiyor olmamdaydı.

Yağmur damlaları kadar soğuktu yalnızlığım. Üşütüyordu ama bir yandan güvenli hissettiriyordu. Kokusu ve tadı kafein içeriyordu. Bir kez yalnızlığa alıştığınız zaman bir daha sosyal olmak istemiyordunuz. Bu şekilde kim sizi incitebilir ki? İnsanlar o donuk gözlerinin ardından bana bakıp ne kadar garip olduğumla ilgili düşünürken bu sorun değildi. Çünkü onlar beni incitebilecek kadar değer taşımıyorlardı gözümde. Hiçbir zaman taşımayacaklardı, çünkü onların aşina olduğu popülerlik duygusu benim zehrimdi ve korktukları yalnızlık benim ilacım.

Ben buydum işte. Kayra Erçetin. Bundan yaklaşık bir yıl önce bedenine verilebilecek en acımasız darbeyi almış olan, ama ruhu çok daha yaralı olan kız. Ben siyaha aşıktım. Ben söyleyemediğim sözlere aşıktım, kitap kokusuna aşıktım, harflere, cümlelere, paragraflara, sayfalara, romanlara aşıktım ben. Ama insanlardan tiksinirdim. Kontrol edemedikleri nefislerinden, yobazlıklarından, at gözlü olmalarından, çocuklarını sevmeyen adamlardan tiksinirdim ben. Babamdan tiksinirdim. Annemden tiksinirdim, beni tek bıraktığı için ama yalnızlığıma aşıktım. Yalnızlığım beni incitmezdi, yalnızlığım beni beslerdi.

Önümde duran klavye harflerinden gözlerimi çektim ve tam yanımda duran cama baktım. Sokak lambaları çalışmıyordu. Buranın belediyesinin işini iyi yapmadığını düşünen bir tek ben olmalıydım ki kimse haftalardır çalışmayan sokak lambasını şikayet etme gereği duymamıştı. Dışarısı zifiri karanlıktı ve ben evde tektim. Eskiden tek olduğumda bağırarak şarkı söylerdim ama artık onu da yapmak istemiyordum, yapamıyordum. Dudaklarım o gece artık konuşmamı gerektirmeyecek kadar çok sözcük kullandığını, çok şiddetli çığlık attığını düşünüyordu, o gece olanları birine anlatsa dahi kimsenin anlamayacağını...

Kime anlatabilirdim gerçekten? Kendi babam dahi olanlardan sonra benden nefret etmişken başka kim beni severdi? Yüzüme baktığında hissettiği iğrenme duygusu ruhuma o kadar büyük bir şiddetle çarpıyordu ki parçalanıyordum.

Evin kilidinin sesini duyduğumda ne olursa olsun rahatladığımı hissetmiştim. Yalnız kalmayı seviyordum ama gece olmadığı ve şiddetli yağmur yağmadığı sürece.

''Yatmadın mı sen daha?'' dedi babam içeriye girerken. Ayakkabılarını sert bir şekilde portmantoya doğru sallamış, beni yerimden sıçratacak şiddetle bir ses çıkmasına sebebiyet vermişti.

Sorusuna cevap olmak üzere kafamı iki yana salladım ve annemin geçen yıl doğum günü hediyesi olarak aldığı dizüstü bilgisayarımı sıkıca kucağıma alıp ayağa kalktım. Aslında annemin bana böyle pahalı bir hediye almış olması içimi huzursuzlaştırıyordu. Ona daha fazla borçlu olmak istemiyordum, mümkünse maddi tüm yardımını üzerinden çekebilirdi.

Yine de... Bu bilgisayar olmasaydı tutunacağım, kendi geçimimi sağlayacağım bir işim olmazdı. Bu yüzden minnettardım.

''Aç mısın?'' dedi babam bir yandan esnerken. Tekrar kafamı olumsuzca salladım. Yemeğimi kendi kazandığım parayla yiyordum. Babamın bana haftada verdiği para 40 liraydı ki zaten her hafta 20 lirasını akbilime yüklüyordum. Eve sürekli aldığı tek şey yumurta ve Bim'in o ucuz kalıp peynirleri olunca çareyi kendi paramı kazanmakta bulmuştum.

''Yapsaydın bir şeyler. Evde her şey var Allah'a şükür.'' İmalı konuşmalarından birini es geçtim ve yavaşça odama doğru ilerledim. Evde her şey olduğu konusunda her zaman fikir ayrımı yaşıyorduk. Sadece yumurta yiyerek geçinemeyeceğimizi o da biliyordu ama eve doğru düzgün şeyler alması için yeterince değerli değildim.

Bunları birkaç saatliğinede olsa kafamdan uzaklaştırmaya karar verdim ve önümdeki ingilizce metine döndüm. Bulmuş olduğum bir internet sitesinde ufak şirketler için bazı makaleler çeviriyordum ve onlar da bana kelime başına 10 kuruş ödüyordu. Bu çevireceğim makale yaklaşık 6000 kelimeydi ki bu da bana 60 lira olarak geri dönerek beni büyük bir dertten kurtarmış olacaktı. İngilizceyi seviyordum üstelik yabancı dil bölümünde okuyordum o yüzden bulmuş olduğum bu iş benim için idealdi.

Yaklaşık iki saatimi harcadıktan sonra makalenin geri kalan kısmını da halledebilmiş ve e-posta yolu ile şirkete göndermiştim. Geriye sadece çeviriyi onaylamaları ve paramı hesabıma yatırmaları kalmıştı.


Sabah güneşin huzurlu ışıklarıyla veya birinin beni sakince sarsmasıyla uyanmamıştım. Aksine babamın beni her seferinde aşağılayan sesine ''günaydın,'' demek zorundaydım.

''Paran var mı?'' diye sordu sesli bir şekilde olmadığını bildiği halde. Kafamı salladım ve cebinden her zamanki gibi 40 lira çıkarmasını bekledim. Yavaşça yatağımda doğrulurken mahmur gözlerimle elini cebine sokuşunu inceliyordum. İki yirmilik çıkardı ve ekstradan tekrar elini cebine attı. ''Al bu da 1 lira,'' dedi yatağın yanında duran eski, kırık dökük masaya paraları koyarken. ''Evde ekmek yok, ekmek alırsın. Gerisiyle de okul ihtiyaçlarını karşıla işte.''

Başka bir şey söylememi beklemedi ve yanımdan ayrıldı. Bende ondan sonra sadece birkaç dakika daha yatakta kalmıştım. Sonrasında hızla yerimden kalktım ve üzerime basit bir eşofman ile okul tişörtümü geçirdim. İkinci dersimiz beden eğitimiydi o yüzden ilk derse de eşofmanımla giriyordum. Geçen hafta fark etmemişlerdi, bu hafta da sadece şansıma güveniyordum. Diğer kızlara nazaran dar, hatlarımı belli edecek şeyler giymekten uzaktım. Kötü bir fiziğim ya da kötü bir yüzüm yoktu ama bakım yapmayı uzun süre önce bırakmıştım. Bu tür şeyler benim ruhumu yansıtmıyordu.

Hafifçe esneyerek banyoya doğru ilerledim. Evimiz gereğinden fazla geniş ama gereğinden fazla boştu. Kendi odamda yıllardır bir kez bile çırpılmamış yün yataklar olduğunu farz edersek ne kadar demode bir havası olduğunu hatırlamama gerek bile yoktu. Banyonun tavanı akıyor ve badanası yavaşça sökülüyordu. Bina o kadar eskiydiki duvar arasında ki yıllanmış borulardan damlayan sular yüzünden nem oluşuyor, böylece boyalar kalkıyordu. Babam da bu durumdan dolayı tekrar boyatmayı bir seçenek olarak kabul etmemişti. ''Fazladan masraf olacak,'' diyordu. ''Paramız yok.''

Karşımda A4 kağıdı boyutunda olan ve sol üst köşesi kırılmış olan aynaya yorgun gözlerimi devirerek baktım. Parayı mezara götüremeyecekti, bu kadar önemsemesine anlam veremiyordum.

Yine de daha fazla düşünmek istemediğim için sakince diş macunumu elime alıp kapağını açtım. Seri hareketlerle dişlerimi fırçaladıktan sonra saçlarımı da gelişi güzel bir şekilde taramış ve son olarakta çantamı arkama takıp evden çıkmıştım. Bugün günlerden pazartesiydi ve okulun 2. haftasıydı. Hiçbir heyecan veya değişiklik hissetmemekle birlikte sadece biraz moralim bozuktu. Okulu sevmiyordum. Asıl soru şuydu aslında; kim seviyordu ki?

Yavaş ve salaş hareketlerle yürürken birden otobüs durağına otobüsün yaklaştığını görünce koşmaya başlamıştım. Sadece beş dakika bile geç kalsam bütün bir ders bizi bu soğukta dışarıda bekletiyorlardı.

Hızlı adımlarım otobüsün basamaklarına ulaştığında birden kesilmişti. Sert bir cisme, hatta yanlışlıkla otobüsün kapısına çarptığımı düşünüyordum ama karşımda çelikten yapılmış bir et yığını duruyordu.

''Özür dilerim,'' demişti nefes nefese bir haldeyken. ''Yetişmeye çalışıyordum, seni fark etmedim.''

Kafamı sadece bir kez salladım ve kenara çekilerek onun geçmesini işaret ettim. Önümden geçip akbilini basarken gözlerim orada asılı kalmıştı. Utanmaz bir şekilde ismini okudum. Erdem Günay. Sonrasında yaptığımın yanlış ve pervasızca bir şey olduğunu düşünerek sessizce kendi akbilimi basıp otobüsün en arkasında boş kalan yere oturdum. Saniyeler sonrasında ismi Erdem olan çocukta yanıma oturmuştu. Olabildiğince ondan ilgisiz davranmak için kafamı dışarıya doğru çevirdim. Israrcı olup bir şeyler sorabileceğini düşünmüştüm ama tek yaptığı yol boyunca çaktırmamaya çalışarak beni incelemek olmuştu.

Sessizce geçen yarım saatten sonra ikimiz de aynı durakta inmiş, aynı yönde yürümeye başlamıştık. Onu bir yerden tanıdığımı biliyordum ama bizim okulda olduğunu şimdi kavramıştım. Bizim sınıfta olma ihtimali de yüksekti ama kesin bir şey söylemiyordum çünkü insanların yüzünü incelemekten çekinen bir insandım. Okulda genellikle sınıfın en ücra köşesinde oturup kitap okumayı tercih ederdim, insanları tanımak için vakit kaybetmiyordum.

Sonunda okula girdiğimizde gözlerimi önümde yürüyen Erdem'e çevirdim. Bizim sınıfa girip girmeyeceğini merak ediyordum ama aksine üst kata yönelmişti. Eğer bu çocuğu bizim sınıfta olduğu için tanımıyorsam başka nereden tanıyorum? diye geçirdim içimden. Evet, insanları tanımaktan kaçınan bir insandım ve onu tanıdık bulmuş olmam bir yerlerde kesin olarak onu gördüğüme işaretti. Bir kez keşfettiğimde zor unutuyordum.

Adımlarım onu takip etmek istiyordu ama bundan hemen vazgeçmiştim. Onunla ilgileniyor gibi gözükmek istemiyordum, ya da ona platonik aşık olan bir takipçi kız gibi. O yüzden her zaman yaptığım gibi salaş adımlarla sınıfa girdim ve camın kenarında beni bekleyen yerime oturdum. Kimse yanıma oturmak gibi bir harekette bulunmuyordu ama hepsi sınıfın gözde köşesini kaptığım için bana yargılayıcı bakışlar atıyorlardı. Fakat umursamıyordum. İstedikleri kadar bakabilirlerdi. Hayatımdan bir parça bilmedikleri halde o küçük beyinlerinde benim hakkımda kurdukları senaryolar beni sadece biraz daha insanlara karşı nefrete itiyordu.

Çantamda duran kitabımı yavaşça çıkardım ve en son kaldığım yeri açıp okumaya başladım. Neredeyse üçüncü sayfamı bitirmek üzereydim ki açılan kapı sesi kafamı kaldırıp ona yöne bakmamı sağlamıştı. Öğretmenin içeriye girmesiyle beraber bende diğer öğrencileri takip ederek ayağa kalktım. ''Günaydın,'' dedi Hakan hoca gür sesiyle birlikte. Bütün sınıf ona, ''Sağ ol,'' diyerek cevap verirken ben sadece onun otur komutunu bekliyordum.

Hocanın gözleri birkaç saniye bende takılı kaldığında onu selamlamadığım için beni azarlayacağını sanmıştım ama sadece, ''Oturabilirsiniz,'' demekle yetinmişti. Bunun üzerine içimde oluşan rahatlık hissiyle beraber yerime oturdum ve tekrar kitabımı elime aldım. Hoca tahtaya bir şeyler karalamaya başlamıştı ama anlamayacağımı bildiğim için bakmaktan yana değildim. Matematik dersinde not almıyordum, dinlemiyordum, sadece kitap okuyordum. Zaten normalde görmemiz gereken bir ders değildi ama üniversite sınavında karşılaşacağımız için 2 saat ekstradan matematik görüyorduk.

''Sen neden yazmıyorsun, kızım?'' Hocanın kurduğu cümle üzerine kafamı kitabımdan kaldırdım ve ona ürkek gözlerimle birlikte baktım. Soru sorulmasından hoşlanmıyordum, hem de yaptığımın yanlış bir şey olduğunu bildiğim zaman. ''Biraz derse ilgi göster ama böyle olmaz ki,'' diye devam etti Hakan hoca yanıma doğru ilerlerken. Elimdeki kitabı alıp kendi masasına koyduğunda birden telaşlanmıştım. Kitabı almak için bir hamle yaptım ama Hakan hoca beni durdurmuştu.

''Defterini aç, not almaya başla. Ders çıkışında alırsın kitabını.''

Üzüntülü ve biraz da sıkılmış bir şekilde kafamı eğdim ve çantamdan defterimi çıkarıp not almaya başladım.

40 dakika sonunda zil çaldığında hızla defterimi kapattım ve kitabı alıp çantama attıktan sonra tuvaletlere ilerledim. Dersimiz beden eğitimiydi ve okulda spor salonu veya soyunma odası yoktu. Bodrum katında giyinmemizi isterlerdi genellikle ama ben diğer insanların yanında çıplak kalma fikrine aşina değildim.

Altımda eşofman olduğu için sadece tişörtümü değiştirdim ve sınıfa ilerleyip çantamı sırama bıraktım. Sonrasında bahçede sıraya girmiştik ve yoklama alındıktan sonra serbest bırakılmıştık. Kitabımla birlikte bahçenin arka kısmına, kimsenin olmadığı bir kısma ilerledim.

Sessizlik içinde kitabımı okurken birden başka birinin sesini duymak beni bir saniye içinde olsa korkutmuştu. ''Şimdilik ekstra bir durum yok,'' dedi karşıdaki ses. Bu sesi daha önce duyduğuma emindim ama çıkaramıyordum.

''Bilmiyorum, Eyüp. Bilmiyorum! Adam başka bir sınıfa giriyormuş. Benim olduğum sınıfta değil. Müdürle konuşup sınıfımı değiştirmesini söyledim.'' Birkaç dakika duraksadıktan sonra devam etti. ''Bana yabancı dil sınıflarına girdiğini söylemiştin ben de o bölümü tercih ettim ama okulda iki tane yabancı dil sınıfı var. Şansa adam da diğer sınıfa giriyormuş. Müdür yer varsa oraya alacağını söyledi.''

Bizim sınıf mı? Kaşlarımı karışık bir şekilde çattım ve elimdeki kitabı kapatıp daha dikkatli dinlemeye başladım. Kişiyi göremiyordum ama büyük ihtimalle şuan oturduğum bankın yan kısmında kalan merdiven boşluğundaydı.

''Şerefsizlik yapma lan!'' Çocuk sinirle bağırdı ve ayağını savurduğunu düşündüğüm bir şekilde gür bir ses çıkarttı. ''Anlaşmayı biliyorsun, Eyüp. Yarın paranın yarasını istiyorum. Yoksa gelir seni bulurum.''

Merdivenden sesler gelmeye başladığında birden ellerim buz kesmişti. Ortada nasıl bir durum vardı çözemiyordum ama iyi değildi. Uyuşturucudan bahsetme olanağı olduğunu düşünüyordum. Yoksa sıradan bir lise öğrencisinin bulaştığı bir durum başka hangi kapıya çıkardı ki?

Çocuk önümden geçtiğinde kafamı bir anlık cesaretle kaldırdım ve ona baktım. Gözlerim sabah otobüste yanımda oturan çocuğa, Erdem'e ulaştığında bir saniye için donup kalmıştım. Açık kahverengi gözlerinin altında bir şeyler yatıyordu ama çıkaramıyordum. Endişeli değildi, hayır. Ama o da şaşırmıştı. Bir an bana bir şey söyleyeceğini düşündüm ama yaptığı tek şey ellerini siyah pantolonunun ceplerine sokmak ve yavaş adımlarla birlikte yanımdan ayrılmak olmuştu.

Erdem Günay tehlikeliydi, belaydı ve büyük bir sorundu, hissedebiliyordum. Erdem Günay siyah ve yalnızdı, tıpkı benim gibi. Ama onun siyahı ve yalnızlığı benimkine nazaran can yakıcı, soğuk ve kör ediciydi.

Erdem Günay, paslı bir demirdi ve ben dakikalar önce fark etmeden o paslı demire değmiştim.

Continue Reading

You'll Also Like

11.6M 177K 16
17 NUMARA'YI KİTAP SATAN HER YERDE BULABİLİR, SATIN ALABİLİRSİNİZ. BURADA YALNIZCA TANITIM AMAÇLI İLK ON BÖLÜM VE ÖZEL BÖLÜMLER YAYIMDADIR. Gecenin k...
3.5M 229K 59
"ÇIĞIR AÇANLAR Kategorisi - The Wattys 2016 Ödülü Sahibi" Mutluluk yoktu, sevinç yoktu, heyecan yoktu, korku yoktu, üzüntü yoktu, acı yoktu, hiçb...
18.4M 633K 88
Hikayeyi okurken ve okuduktan sonra hiçbir erkeği ve ilişkiyi beğenmemeniz, bu durum sonucunda da ebediyen yalnız kalmanız durumundan yazar kesinlikl...
3.7M 130K 105
21. yüzyılın en deli dolu çarlarından biri olan, zamanının büyük kısmını sanal ortamda geçiren, gündüzü gecesi, aklı fikri, derdi imanı, sağı solu ki...