KARANLIĞI ATEŞE VER - GÖLGE A...

נכתב על ידי gokadan

101K 7.4K 1.9K

(Eski adı: Gölge Adam) "Beni bulmak için karanlığa ihtiyacın var, büyücü. Çünkü gölgeler, karanlıkta yaşar." ... עוד

KARANLIĞI ATEŞE VER
1. Bölüm: "Doğuş"
2. Bölüm: "Saf Korku"
3. Bölüm: "Peşindeki Karanlık"
4. Bölüm: "Ayna"
5. Bölüm: "Gizem"
6. Bölüm: "Duvar"
7. Bölüm: "Savunmasız"
8. Bölüm: "Adım"
10. Bölüm: "Hayal Kırıklığı"
11. Bölüm: "Orman"
12. Bölüm: "Hiçlik ve Kayboluş"
13. Bölüm: "Aynadaki Kırık Yansıma"
14. Bölüm: "Panzehir - umut"
15. Bölüm: "Karanlığın Tohumları"
16. Bölüm: "Yabancının Kalbi."

9. Bölüm: "His"

2.6K 233 83
נכתב על ידי gokadan

Bölüm şarkıları:

Fever Ray - Keep the Streets Empty for Me

NF - Paralyzed

* Beğenerek ve yorum yaparak bana destek olabilir ve ailemizin büyümesine yardımcı olabilirsiniz. Lütfen eksik etmeyin.*

*Satır arası yorumlarına aşığım.*

İyi Okumalar!

9. Bölüm: "His"

"Seni burada görmeyi beklemiyordum."

Ben de beni burada görmeyi beklemiyordum ama hayat bazen biz insanları olmaması gereken yerlere sürüklüyordu. Burada olmak, bu kadının karşısına yeniden çıkmak elimde olan bir şey değildi. Keşke elimde olsaydı.

Derin bir nefes alıp omuzlarımı silkerken adımlarım çoktan deri koltuğa doğru yönlenmişti. Buraya bir şeyler öğrenmeye gelmiştim ve uzun bir süre burada olacağımı hissedebiliyordum. En azından konuşacağımız şeyleri ayakta dinleyemeyeceğimin farkındaydım.

"Sana söylememiz gereken şeyler var." Dedi Duru. Yanıma oturup Camilla'ya bakarken sessiz kaldım. Bütün o yaşadıklarımı gerçekten de bu kadına anlatabilir miydim emin olmak istiyordum. Beni yargılamayacağından, deli damgası yapıştırmayacağından.

Sanki bu kadının yaptığı çok normal, Efsa! Kadın bir medyum olduğunu iddia ediyor...

İçimden geçen her şey kelimesi kelimesine doğruydu. Önceki ben bu kadının tam bir yalancı olduğundan emindim, normal biri olmadığını düşünürdüm. Şimdi ise durumlar biraz farklıydı.

Belki de yaşadıklarım, bu tür insanları yargıladığım için başıma gelmişti.

"Devam mı ediyor?" diye sorarken kendinden emin çıkan sesi karşısında kaşlarımın çatılmasına engel olamadım. Devam edeceğinden emin olduğu şey tam olarak neydi bilmiyorum ama bunu öğrenmeden burada gitmeyecektim.

Sorusunu önemsemedim. Direkt olarak bana bildiği şeyi söylemeliydi, buna ihtiyacım vardı. "Neyi biliyorsun?" diye sordum, kelimeler dudaklarımdan kayıp giderken dilimde silik sızılarını bırakıyordu. Bu konu hakkında konuşmaktan nefret ediyordum.

Duru ise Camilla'nın sorusunu fazlasıyla önemsemişti. Benim sorumu duymazdan gelerek yine kendi öğrenmek istediği soru üzerine yoğunlaştı. "Devam ettiğini düşündüğün şey ne?"

Camilla'nın zihninde dönüp dolaşan düşüncelerin adım seslerini neredeyse duyabiliyordum. Gözleri Duru ve benim üzerimde mekik dokudu. En sonunda beni hedef aldığında, "Birçok şey biliyorum." Demişti. Birçok şeyden kastının ne olduğunu biraz daha açması gerekiyordu, zira bahsettiği o birçok şeyin birini bile bilmiyordum. Cevap vermemi beklemeden dudaklarını yeniden araladı. "Rüya görmeye devam ediyor musun?"

Geçen gün gördüğüm rüyanın izleri bir bir zihnime doluşurken kirpiklerim titredi. Bir insan nasıl olur da rüyasını bu denli net hatırlayabilirdi? Nasıl olur da rüyasındaki gerçekliği iliklerine kadar hissedebilir ve kalbine onun izini mühürleyebilirdi? Bu, son zamanlarda oldukça iyi yaptığım bir şeydi. Dudaklarımı araladım ama sesim çıkmadı. Başımı küçük bir hareketle sallarken Duru sessizliği yutmuştu. Yanımdaki varlığını bile hissedemeyecek durumdaydım.

"Başka?" diye sordu. Anlamadan ona baktım. "Başka ne oldu?"

Zihnime doluşan bir anı acı dolu haykırışlarla kendine yer bulmaya çalıştı. Onca dağınıklığı önemsemeden tam ortada durdu ve korkumu içti. Her yudumunda daha çok büyüyor, her korkumu hissettiğinde daha çok genişliyordu. Keskin tırnaklarını zihnime sapladı, boydan boya duvarlarını çizerken yüzünde acı dolu bir gülümseme vardı. Yaşadığım o anı acı içindeydi, o kadar acı içinde olmasına rağmen bana acı vermekten de çekinmiyordu. Benden intikam istiyordu. Onu unutamadığım için, onu zihnimin bir köşesine bırakıp aç kalmasını sağladığım için benden intikamını alıyordu.

Bir avuç iğne yutmuşum gibi acıyan boğazımı hissettiğimde yutkunmak ve o iğneleri yok etmek istemiştim ama her yutkunmak istediğimde kendilerini boğazıma biraz daha bastırıyorlardı.

"Evime girdi." Diye fısıldarken bilincim tamamen benden bir-iki adım uzaktaydı. Gözlerim yanan tütsünün dumanına takılmıştı, düşünemiyordum. Dediğim şeyin farkında bile değildim. "Serius est quam cogitas." Fısıltım duvarlara çarptı, sesimin çarptığı dört duvar birden erimeye başlamıştı sanki. Ateşin ortasında kalmıştım, bal mumundan bir evin içindeydim. "Vakit sandığımdan da geç." Gözlerim tütsüden yükselen dumandan ayrıldı ve Camilla'nın gözlerine takıldı. "Ne demek bu?"

Camilla'nın gözlerinden gözlerime akan dehşeti soludum. Kaskatı yüzü gerçeklerin tenini kesmesiyle acı dolu bir ifadeye bürünmüştü. Biliyordu, bildiğini biliyordum ama anlam vermek hala benim için zordu. Dudakları aralandı. Birkaç saniye bir şey demesi için beklerken oldukça sabırlı duruyordum ama onun bu durumu, içimde kaynayan merakı daha fazla körüklüyordu.

"Bu cümleyi nereden duydun?" diye sordu, sesindeki titreme göğüs kafesimin altında çırpınan kalbimi de titretmişti.

"Evime biri girdi. Bu cümleyi aynamın üzerine yazdı ve bana görünmeden çıkıp gitti." Konuşan kişi bendim ama sanki ses bambaşka birinindi. Konuşmak için düşünmüyordum bile. Dilime dökülen her bir kelime kendi aralarında anlaşıyor ve bir cümle haline geliyorlardı.

"Sen kimsin?" diye sordu aniden. "Annen kim?"

Boş bakışlarımı ona çevirdim. "Efsa Demirler." Dedim hiç sorgulamadan. Beni tanıdığını mı düşünüyordu bilmiyorum ama soyadımı öğrenmeye ihtiyacı varmış gibi duruyordu.

"Annen kim?"

Annemin kim olduğunun ne önemi vardı? Yaşadığım bu olayların annemle hiçbir alakası yoktu.

"Annemin ne alakası var? Anlamadım."

"Sadece anneni tanıyor muyum merak ettim."

"Annemi nereden tanıyacaksın?"

Duru yanımda kıpırdandığında göz ucuyla ona baktım. Dudaklarını dişliyordu, tedirginliğin silik izini yüzünde görebiliyordum.

"Annen kim?" diye direttiğinde, "Hale." Dedim. Sesim ters ve sabırsız çıkmıştı. "Hale Demirler."

Önce kaşları çatıldı. Düşünürken sessizliğini dudaklarına mühürledi ve hiçbir şey demedi. Odada hüküm süren sessizlik sadece on saniye kadar sürmüştü. "Tanımıyorum." Dudaklarının arasından çıkan tek bir kelime yanında soru işaretlerini de beraberinde getirmişti. Etrafa saçılan soru işaretlerinin her biri sürünerek yere kalkmak ve karşıma dikilmek istiyordu.

"Tanımadığını söylemiştim."

"Ben tanımıyorum ama diğerleri tanıyor olabilir."

Diğerleri?

"Şu saçma sapan gizemli konuşmalarını bir kenara bırak ve açık ol!" diye tısladım dişlerimin arasından. Sabrım taşmak üzereydi. Hiçbir bok anladığım yoktu ve bu belirsizlik tenime, zihnime bir kıymık gibi batıyordu. Her geçen saniye daha derine saplanıyordu. Canım yanıyordu, bir an önce onları çıkarmak istiyordum.

"Bak," dedi dizlerinin üzerine dirseklerini dayayarak öne doğru eğilirken. Ortamızda duran tütsünün acı dumanı yüzüne doğru süzüldü ve kokusunu tenine hapsetti. "Kafanın karışık olduğunu biliyorum ama benim de kafam karıştı. Senin sadece basit bir medyum olduğunu düşünmüştüm. Yoğun bir enerjin var, bunu anlamamak imkansız. Etrafını sarmalamış olan aurayı biraz daha zorlasam görebilirim." Yutkundu, boğazından çıkan ses duvarlara çarpıp kaybolurken derin bir nefes almaya çalıştım ama tıkanmıştım. "Ama o cümle... Aynana yazılan o cümle normal değil. Benim gibi değilsin, diğerleri gibisin."

"Kim o diğerleri?" Duru'nun dudaklarından çıkan bu soru içimdeki yanan ateşe bir dal daha attı.

Duru'ya bir saniye bile döndürmedi bakışlarını. Gözlerini gözlerime kilitlemişti. "Uyarı aldın." Rahatsız bir şekilde kıpırdandım. "Seni diğerleriyle tanıştıracağım. Onlarla tanışman, kendini kontrol etmeyi geç olmadan öğrenmen lazım."

Yüzümü buruşturmama engel olamadım. Kalbim keskin bir korkuyla sarmalanırken boğazıma yine zehirli bir hançer dayanmış gibi hissediyordum. Tek bir hareketimde şah damarımı kesmekten ve kanımı akıtmaktan çekinmeyecek gibiydi. Karşımda bana gözlerini kenetlemiş bu kadının dudakları arasından dökülen hiçbir şeyi anlamadığım gibi yersiz bir korku içine düşmeme de engel olamıyordum. Sanki kulaklarıma ulaşan kelimeler konuştuğum dilden değildi. Boş bakışlarımı doldurmaya yetmiyordu. Soru işaretlerimi köreltmeye de yetmiyordu.

"Sana açık ol dedim." Sinirlerim geçen her saniye daha da geriliyordu. Damarlarımın öfkeyle şiştiğini hissedebiliyordum. "Kim o diğerleri? Ben kimim? Ne uyarısı? Ne için kendimi kontrol etmeyi öğrenmem lazım?" Duraksadım, dudaklarım alaylı bir ifadeyle kısa bir süreliğine yukarı kıvrıldı. Öfkenin artıklarını dudaklarıma bulaştırmıştım. "Yeterince açık sorular sordum. Hepsinin cevabını tek tek istiyorum. Açık ol."

"Sakin ol." Duru'nun elini elimin üzerinde hissettim. Buz kesilmiştim. Duru'nun sıcak elleri ellerimi ısıtırken ona tutundum ve destek aldım.

Sorularım karşısında bir süre duraksadı ve yüzümü inceledi. Söyleyip söylememekte kararsız olduğu şeyler olduğunu görebiliyordum. Başını hafifçe eğip gözlerini kaçırırken dudaklarını araladı ve bir sorumun cevabını verdi. "Kim olduğundan emin değilim ama emin olmanı sağlayabilirim. Onlar... Kim olduğunu anlar." Sabrettim ve sadece konuşmasını bekledim. Öfkem yatışmaya başlamıştı, Duru'nun teması bana yardımcı oluyordu. Başparmağı elimin üzerinde hareket edip beni usulca okşarken yutkundum. "Yapabileceğin şeyler için uyarı aldın. Aynana o cümleyi yazan şey... verebileceğin zarara engel olmak istiyor. Bu konu hakkında sınırsız bilgi sahibi değilim. Sadece eski bilgilerimi kullanıyorum."

"Aynama o yazıyı yazan kişinin kim olduğunu biliyor musun?" Huzursuz edici o anı zihnimi bir kere daha eli geçirmeye çalıştı ama bu sefer ona engel oldum. Derin bir nefes alıp yerimde doğrulurken başımı ufak bir hareketle iki yana sallayıp düşünceleri dağıttım. Şimdi düşünmem gereken şey o anı değildi. Bu anı düşünmem gerekiyordu. Karşımdaki kadının bahsettiği her şeyi zihnime kazımam gerekiyordu.

"Bilmiyorum... Kim olduğunu bilmiyorum ama..." Duraksadı. Bunu duymaya hazır olup olmadığımı anlamaya çalışırken birkaç saniye çoktan geçmişti. "Ama ne olduğunu biliyorum."

Bir insanın zihni daha ne kadar bulanabilirdi? Daha ne kadar karmakarışık bir hal alabilirdim bilmiyorum. Bildiğim tek şey sesli bir şekilde akşama kadar gülmek istediğimdi. Her şey kocaman, saçma, korkunç bir şakaydı ve ben acı içinde haykırarak gülmek istiyordum. Karnım ağrıyana, çenem acıyana kadar gülmem gerekiyormuş gibiydi. Ancak o zaman içimde biriken bu kasveti kusabilirdim. Ancak o zaman rahatlayabilirdim.

"Ne?" Derken sesimdeki alay çok netti. Kendime, Duru'ya ve karşımdaki kadına nedensiz bir öfkeyle dolmuştum. Hiçbir şeyi anlatamadığı için karşımdaki kadına, hiçbir şeyi anlamama izin vermediğim için kendime ve beni buraya getirdiği için Duru'ya kızgındım ama bunun yersiz olduğunu da biliyordum.

"Gölge." Daha önce geldiğimizde rüyamda peşimde olan şeylerin ne olduğunu söylediğini anımsadım. Aynı cevabı o gün de vermişti. Ben karanlığın içinde koşarken arkamdan beni takip eden gölgelerin olduğunu söylemişti. Bunu o zaman dikkate almamıştım çünkü bütün bu olup bitenler tam bir deli saçmasıydı. Karşımda oturan kadını bir daha görmemek üzere oradan ayrılmıştım ve verdiği cevabın üzerine kocaman bir çizgi çekmiştim. Duvarda sürekli beliren, odamda, okulda, kütüphanede sürekli karşıma çıkan o gölgenin mantıklı bir açıklaması olması gerektiğini düşünmüştüm her zaman ama yoktu.

Bazı açıklamalar alabiliyordum. Yaşadığım her şeyin bir açıklaması olabilirdi ama emindim ki, bu açıklamaların hiçbiri mantık içermiyordu.

Soluklarımın boğazıma tıkandığını bile bile dudaklarımı aralarken elimin üzerindeki ele daha sıkı tutundum. Duru'nun varlığı bana güç veriyordu. "O gölge..." dedim emin olamayarak. "Beni takip ediyor, kendini bana gösteriyor. Kimin gölgesi?"

Gözleri bir anlığına Duru'ya kaydı. "Keşke arkadaşın gibi olsaydın." Dedi acı bir gülümseme dudaklarında belirirken. "O zaman her şeyin mantıklı bir açıklamasını aramaz ve daha kolay inanırdın tüm bu olanlara."

"Ama değilim. Bütün bunlara bir anda alışamam!" Bütün olan bu şeylerin hala bir deli saçması olduğuna inanan bir yanım vardı ve o hala benimleyken buna alışamazdım. Onu belki de yok etmeli ve Duru gibi her şeye körü körüne inanmalıydım.

"Yaşadıkların sadece bir başlangıç. Hiçbir zaman sonunu getiremeyeceksin." Ayaklandı. Uzun eteği bacaklarıma savrulduğunda arkasını dönmüştü. Odanın yeşil duvarına sabitlenmiş olan küçük, ahşap kitaplığa doğru yürüdü ve kitaplıktan siyah deriyle kaplı defteri alıp geri yerine döndü. Yapacağı şeyi merak eden tarafıma engel olamıyordum.

Gözleri defterin üzerindeyken, "Alışman gerekecek." Diye mırıldandı. Gözlerim deftere kaydı, onun neye baktığını görmek istedim. Bir şey aradığı belliydi. İsimler ve numaralar yazılı olan defteri sıkı sıkıya tutmuştu. Siyah ojeli tırnağını isimlerin üzerinde usulca kaydırırken dudaklarını kıpırdatarak bir şeyler diyordu. Büyük ihtimalle aradığı kişinin ismini söylüyordu ama onu duyamıyordum.

Gözlerimi onunla birlikte defterde gezdirdim ve sanki aradığı kişiyi biliyormuş gibi isimlere baktım. Telefon numaraları olan birçok insanın neden bu defterde olduğunu merak etmiştim. Cep telefonu diye bir icat çıkmıştı, rehbere kayıt edilebiliyordu. Camilla'nın bundan haberi var mıydı acaba?

Defterin sayfasını çevirdi ve tırnağını son bir kez sayfada aşağı doğru kaydırdı. Aradığı ismi bulduğunu belirterek parmağını ismin üzerinde iki kere tıklattığında ismi çoktan okumuştum.

Tamay Turgut.

"Tamay..." dedi gözlerini defterden kaldırarak. "Sana yardımcı olacak kişi Tamay."

"Kim bu kadın?"

Güldü. Gülüşü beni rahatsız etmemişti. "Sabırsız bir çocuk gibisin. Tanışacaksın ama şimdi değil."

Ofladım ama bu sefer kızamadım. Sanki biraz önceki öfkemin sahibi ben değilmişim gibi hissediyordum. Sanki biraz önce bütün öfkelenme hakkımı kullanmıştım. Kalbim daha sakindi.

"Sana yardım edeceğinden eminim. Kendi gibi birini gördüğünde hiç şüphesiz sevinecek."

"Beynimi yaktın." Diye homurdandığımda kıkırdadı. Sanki biraz önce karşısında bir yılan gibi tıslayan ben değilmişim gibi o saygısızlığımı görmezden gelmişti.

"Bu sefer ben bile anlamadım, ne yalan söyleyeyim." Duru sırtını arkasındaki koltuğun başlığına yaslarken merdiven çıkmış gibi yorgun gözüküyordu. Onun da aklının benim kadar karışık olduğunu görebiliyordum.

Sorduğum çoğu sorunun cevabını net bir şekilde alamamıştım. Sadece bildiğim tek bir şey vardı.

Aynama o cümleyi yazan şey bir gölgeydi.

Bu cümleyi düşündüğümde aklımı kaçırmışım gibi hissediyordum. Dudaklarımdan dökülse kendime kahkahalarla gülebilirdim. Bir cümleyi kurmak, düşünmek hiç bu kadar zor ve zahmetli olmamıştı. Bunu düşündüğüm her an, zihnim kendini boydan boya çizdiriyordu. Aklımdaki sorular yerini bulmamıştı ama o sorulara katılan yeni sorular vardı. Sadece bir soruyu diğerlerinden daha çok merak ediyordum. Karşımda oturan kadın da görüyor muydu? Gölgeleri, rüyamda gördüğüm o garip şeyleri o da görüyor muydu?

"Sen de gördün mü?" diye sordum kafamdaki soruları biraz azaltmak için.

"Neyi?" dedi önce. Başını hafif bir hareketle eğmiş ve neyi sorduğumu anlamaya çalışmıştı.

"Gölgeler..." Duraksadım. Zihnimden dilime dökülen bu kelime dokunduğu her yeri yakmıştı. Tek bir kelime bir insanın dilini nasıl yakabilirdi? "Sen de gölgeleri görüyor musun?"

"Dedim ya sana, ben sıradan bir medyumum. Sen ise benden çok daha farklısın." Yutkundu. "Beni uyarmalarına, bana engel olmalarına gerek yok. Senin gibi değilim."

Benim gibi... Ben kimdim ki ondan farklıydım? Ben ondan farklı olacak ne yapıyordum ki uyarı almıştım? Tüm bu duyduklarımın baskısı üzerime binmişti. Her şey ağır gelmişti, altından kalkamıyordum. Ağırlık giderek artıyordu. Hiçbir şeyi anlamlandıramamakla birlikte soru işaretlerimin sayısı da saniyeler geçtikçe artıyordu. Beni bu durumun içinden kim kurtarabilirdi? Elimden tutup kim kaldırabilirdi beni o yıkıntıların arasından? Yardıma ihtiyacım olduğunu biliyordum ama o yardımı nereden bulacağım hakkında en ufak bir fikrim yoktu.

Ben kimdim?

Sanırım zihnimi en çok meşgul eden soru buydu. Bir insan kim olduğunu nasıl sorgulayabilirdi ki, neden yapardı bunu?

"Buraya aklımızı karıştıran şeylerden kurtulmak için gelmiştik ama sen daha çok karıştırdın." Bunu söyleyen ben değildim, Duru'ydu. Onun da benimle aynı fikirde olmasına sevinmeliydim çünkü ilk defa bir konuda hemfikirdik ama keşke olmasaydık. En azından birimiz bu kadını anlayabilseydi.

"Her şeye bir anda sahip olamazsınız. Zamana ihtiyacınız var."

Kaşlarım çatıldı. Söylediğinin aksine, zaman ihtiyacımız olan şey değil gibi geliyordu. Benim ihtiyacım olan şey zamanın geçmesi değildi, durmasıydı. Belki de her geçen saniye benim aleyhime işlerken ihtiyacım olan şeyin zaman olduğunu söyleyemezdi. Akrebin üzerine binen yelkovanı durdurmalıydım. Eğer o durursa akrep de dururdu, zamanı durdururdum. "Vakit sandığımızdan da geç!" dediğimde sesim beklediğimden de yüksek çıkmıştı. Amacım bağırmak değildi ama içimde biriken tedirginliğe engel olamıyordum.

Camilla dediklerime karşılık sadece gülümsedi. Dudaklarının kenarlarına bulaşan itirazları görebiliyordum. Dediğim şeyin çok da doğru olmadığını düşünüyor olmalıydı ki, ağzımdan dökülen cümle karşısında gülebiliyordu. Kaşlarım onun bu ciddiyetsizliği karşısında hayretle havalanırken aramıza asılı kalan sessizlik bir süre daha sallanmaya devam etti. Ben ona baktım o ise bana. Ne kadar susmuştu bilmiyorum ama sonunda dudaklarını araladığında zihnime sivri bir soru işaretinin daha çakılmasına neden olmuştu. Sanırım en gösterişli soru işareti artık buydu.

"Hâlâ nefes alabildiğine göre vakit o kadar da geç değil."

Gökyüzünden yavaşça süzülen her bir kar tanesi zemine düşerken beyaz bir kurşunu andırıyordu. Acelesiz bir kurşun darbesi zemine çarpıyor ve sımsıkı tutunuyordu yapıştığı yere. Gökyüzüne susturucu takılmıştı, sessizlik soğuk havaya hapsolmuştu. Titredim. İzlediğim bu manzara üşümeme neden olmuştu. Gökyüzünden acelesizce süzülen her bir kar tanesini zihnime düşen düşünceler gibi görmeye başlamıştım. Beyaz pamuklara benzeyen o sulu kar gibiydi düşüncelerimin her biri. Bana yapışıp kalıyordu. Bir adım atsam belki de ayağım kayacak ve yerle bir olacaktım. Hareket edemedim.

Dudaklarım aralanırken iki dudağım arasından ince bir buhar dalgalandı soğuk havaya doğru. Buz gibiydi ama içinde bulunduğum soğuk bile vücuduma etki etmiyordu.

Silik bir cümle gözlerimin hemen önündeydi. Camilla'nın sesi kulaklarımda yankılanıyor, kalbimde kesik bir sızıya neden oluyordu.

Hâlâ nefes alabildiğine göre vakit o kadar da geç değil.

Ne demek olduğunu pek anlamamıştım. Nefes almak diye bahsettiği şey yaşamak mıydı, bunu sorguladım. Dışarı çıktığımızdan beri düşünebildiğim tek şey buydu.

Duru'yla aramızda asılı kalan sessizliğin boynuna yağlı urgan geçirmiştim. En ufak bir çıt sesinde ayaklarının altındaki tabureyi ittirecek ve bu sessizliği tamamen yok edecektim ama ikimizin de sesi çıkmıyordu. Sanki yemin etmiştik.

Gözlerim titreyerek Duru'ya kaydığında idam edilmesi gereken sessizlik korku dolu gözlerini üzerime dikmişti. Onu yok edeceğimin bilincindeydi.

Yutkundum ve ayaklarının altındaki tabureyi titreyen sesimle ittirdim. "Ne demek istedi?" diye fısıldadım sessizliğin çırpınışlarını görmezden gelerek. Sessizlik can çekişiyordu. "Nefes almak derken yaşamaktan mı bahsetti?"

Duru başını bana doğru çevirdiğinde gözlerinin ardına gizlenmiş parıltılarını sunmuş ve onun ışığında aydınlanmama izin vermişti. "Ben öyle anladım." Dedi tereddütlü çıkan sesiyle. Beni korkutmak istemiyor gibi bir hali vardı ama gerçeklere ihtiyacım olduğunu da biliyordu. Gözlerimi kaçırdım. Bu konu gerilmeme neden olmuştu. Ölmekten veya yaşamaktan bahsetmek istemiyordum. Bu konular benim için her zaman ciddiydi.

"Sence Tamay denen kadın bana gerçekten yardımcı olabilir mi?"

"Başka bir seçeneğimiz yok. O kadının yardım edeceğine güvenmemiz gerek."

Dudaklarımda acı bir tebessüm belirdi. Camilla için de böyle düşünmüştük. Onun bize tamamen yardımcı olacağına inanmaya çalışmıştım. Kendimi zorlamış ve mantıklı olan tarafımın direnişini görmezden gelmiştim ama elime hiçbir şey geçmemişti.

Yani tam olarak.

Duru'nun parmakları çenemi kavradığında yüzümü yüzüne doğru çevirdi ve göz göze gelmemizi sağladı. Gözlerinde direnişin ateşi yanıyordu, bana cesaret vereceğini şimdiden anlamıştım.

"Şu suratını düzeltmek için ne yapmam gerek bilmiyorum, tam olarak seni tanıdığımdan beri suratsızsın." Gülümsedi ve çenemdeki elini indirdi. İki elinin de işaret parmakları dudaklarımın tam kenarına konumlandığında ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordum. İşaret parmakları ufak bir baskıyla dudak kenarlarımı havalandırdı. Kendimi bir oyun hamuru gibi hissettim. Onun elleri arasındaki bir oyuncak bebek gibi.

"İşte bu şekilde yapacaksın." Dedi dudaklarımı indirip kaldırırken. "Baksana, zor değil." Yüz ifadesi o kadar komik gözüküyordu ki, onu dışarıdan gören biri ciddi bir işle uğraştığını sanabilirdi. Aklımda dolanan bütün zehirli yılanlara rağmen güldüğümde yüzü keyifle aydınlandı ve parmaklarını dudaklarımdan çekti. "İşte böyle..."

Dudaklarım üzerindeki gülümseme biraz soldu ama gerginliğim bir an için beni terk etmişti. "Gülümsemeyi biliyorum."

"Öyle mi Efsa Hanım? Oysaki biraz unutmuş gibiydiniz."

Omuz silktim. Bazen gerçekten unutuyordum sanırım, bunu inkâr edemezdim. Şu son günlerden birazdan daha fazla unutkandım.

"Hatırlatırsın sen." Dedim ortamdaki gerginliği biraz olsun dağıtmak için. Benim yüzümden bu durumda olduğumuzu hatırlamak suçlu hissetmeme neden oluyordu. Duru'yu bu garip hayata ortak etmek istemezdim.

"Her zaman." Şüphesiz...

Bir süre ikimiz de sustuk. Ben karın yağışını izledim, o ise elindeki telefonla ilgilendi. Huzur bulmaktan biraz uzak olsam da bunu görmezden gelmeye çalıştım. Yanımdaki arkadaşımın varlığı bana güç veriyordu. Bunu bilmek bile dik durmama neden oluyordu.

Duru'nun yanımda kıpırdandığını fark ettiğimde göz ucuyla ona baktım. Suratında sinsi bir gülücük vardı ve biraz sonra açacağı konunun beni sinir edeceğinin farkındaydı. 

Tahmin ettiğim gibi olmuştu.

"Eee..." Dedi ilk önce. Sesindeki ima kulaklarıma çarptığında ne hakkında konuşacağımızı çoktan anlamıştım. "Yankı ve sen... O gün arabada sizi yalnız bıraktığımda ne yaptınız?"

Ona bön bön baktım. Bunu bana sorduğuna inanamıyordum. Ben ona hiçbir zaman bu tür konularla gelmemiştim, soğuk bir insan olduğumu biliyordu. Bu konular hakkında konuşmaktan hoşlanmadığımı da biliyordu ve şimdi sanki beni tanımıyormuş gibi konusunu açmıştı. Yüzündeki imaya bulanmış gülücükle birlikte vereceğim cevabı bekliyordu.

"Ne yapacağız Duru? Sokak ıssızdı. Biz de bunu fırsat bilerek arka koltuğa geçtik ve arabanın biraz sallanmasına neden olduk." Yüzümde en ufak bir mimik oynamadı. Onun sorusuna karşılık verdiğim cevabın içeriğini hayal etmemeye çalıştım ve sadece karşımda oturan arkadaşımın yüz ifadesine odaklandım. Şok içinde kalmıştı. Biraz önce gülümseyen dudakları şaşkınlıkla aralanmış, büyük yeşil gözleri şaşkınlıktan irileşmişti.

"Ne?" diye bağırdı dediğim şeyi tam olarak idrak ettiğinde. İki elini de ağzına götürüp kapatırken hala ciddi olduğumu düşünüyordu. Kaşlarımı kaldırdım. Gülmemek için kendimi zor tutuyordum.

"Fazla ateşliydi." Dedim dudaklarım titrerken. "Karları erittik."

"Ne?" diye bir kere daha bağırdı. Elleri ağzında olduğu için sesi biraz öncekine göre boğuk çıkmıştı. Yüzündeki ifade o kadar komikti ki dudaklarımı ısırdım ve son kez gülmemeye çalıştım ama şu an için zordu.

Başımı sallayıp anladığı şeyi onayladım. "Aynen öyle. Titanic'deki gibi elimi cama dayadım, beş parmağımın izi camdaki buğuyu dağıttı."

Duru ağzını kapattığı bir elini indirip koluma vurdu ve bir daha, "Ne diyorsun sen manyak?" diye bağırdı.

Gülmemek için dişlediğim dudağımı dişlerimden kurtardığım sırada taşmak üzere olan kahkahamı serbest bıraktım. Bomboş olan park benim kahkaha seslerimle dolarken Duru'nun şaşkın suratından çekmemiştim gözlerimi. Buna inandığına inanamıyordum. Yüzündeki şu aptal şaşkınlık ifadesi o kadar tatlı görünüyordu ki eğer alışık olduğumuz bir durum olsa onu ısırabilirdim. Gözümden yaş gelene kadar gülerken Duru'nun şaşkın ifadesi an be an gevşedi ve yerini çatık kaşlara bıraktı. Onunla dalga geçtiğimi anlamıştı ve bu durumdan oldukça rahatsızdı. Kollarını göğsünde kenetledi.

Kahkaham durduğunda ve yüzümde sadece bir gülümseme kaldığında, "Yalancı pislik." Diye homurdandı. "Niye inanıyorsam... Bu manyak öyle bir şey yapar mı hiç?" Kendi kendiyle konuşuyormuş gibi mırıldanıp başını sağa sola salladığında yüzümdeki gülümseme büyüdü. Gözlerimin kenarlarına biriken yaşları hissedebiliyordum ama silmeyecektim çünkü biraz önce gerçekten eğlenmiştim. Bunu hatırlatan bir şeylerin varlığını hissetmek istiyordum.

"Saçma sapan sorular soruyordun. Bunu hak ettin." Arkama yaslanıp onu izlemeye devam ettim. İşte şimdi biraz olsun huzurluydum.

"Merak ediyorum be! Yankı ve seni yakıştırıyor olamaz mıyım?"

Kaşlarım alayla havalandı. "Çok pardon da neyimizi yakıştırıyorsun?"

"Yankı'dan ve senden çok tutkulu bir aşk çıkacağına eminim." Saçını savurup bana gözlerini kısarak bakarken söylediklerine aldırmamaya çalıştım. Yine saçmalamaya ve hayal dünyasını genişletmeye başlamıştı.

Her ne kadar söylediklerine çok takılmamaya çalışsam da gözlerimi devirmeme engel olamamıştım. Beni nasıl sinir edeceğini iyi biliyordu. "Sen en iyisi bir kitap falan yaz, Duru. İstediğin o tutkulu aşkı gerçek dünyada pek göremeyecek gibisin."

Yüzünü buruşturdu. "Kendim o aşka sahip olabilirim. Kitap yazmaya ne gerek var?"

"O çok renkli olan hayal dünyan bir işe yarar." Güldüm ama o bana pis bir şekilde bakıp dilini çıkarmıştı.

"Yarın ödev mi yapacaksınız şimdi?" diye sordu konuyu değiştirmek için.

Başımı usulca sallayıp önüme döndüm ve geceye asılmış yıldızlara çevirdim başımı. "Evet, haberleşeceğiz."

"İyi bari." Sesindeki hoşuma gitmeyen tınıyı görmezden geldim ve sessiz kaldım. Onunla atışmayı seviyordum. Sanki bu yılların getirmiş olduğu bir alışkanlıktı ve alıştıkça daha da hoşuma gitmeye başlamıştı. Şu anki olduğum durumda daha fazla sevdiğimi biliyordum. En azından kafamı dağıtmayı başarabilen biri vardı.

İlerleyen saatlerde bir süre daha parkta oturmuş ve saçma sapan şeyler hakkında konuşmuştuk. Duru boş yapmış ve ben de boşuna karşılık vermiştim. Biraz üşümüştük ama bu durum o an ikimiz için de önemsizdi. Önemli olan şey vakit geçirmek ve birlikte olmak gibi davranmıştık ikimiz de. Sanki günlerdir görüşmeyen iki arkadaş gibi konuşmuş, kafamızı dağıtmıştık. Duru'nun yıldızlara bakıp saçma sapan hayaller kurmasını dinlemiştim, hayallerine sadece gülümseyerek karşılık vermiş ve sessiz kalmıştım. Her şeye rağmen beni mutlu eden şeyler de yapmıştık.

Eve adımımı atarken bugünün bütün yükünü omuzlarımdan attığım hissettim. Sanki gittiğimiz o yerde duyduğum şeyler hiç yaşanmamıştı, sanki bir rüyadan ibaretti her şey. Rahatlamış bir şekilde üzerimdeki montumu çıkarıp astığım sırada annemin salondan, "Geldin mi?" diye seslendiğini duydum. Büyük ihtimalle eline kahvesini almış pencereden dışarıyı izliyordu veya yine kahvesi eşliğinde sıradan bir kitap okuyordu. İşten döndüğünde çoğu zaman bu şekilde vakit geçiriyordu.

"Geldim." Salondan içeri girdim ve karlardan dolayı biraz ıslanmış olan saçımı elimle karıştırdım. Tahmin ettiğim gibi kitap okuyordu.

"Nasıl geçti günün?" diye sordu elindeki kitabı kapatıp koltuğa bırakırken.

Omuz silktim. "Her zamanki şeyler işte." Bu sorunun cevabı berbat olmalıydı ama dudaklarım arasından bir türlü çıkmıyordu. Anneme günlerimin ne derece kötü geçtiğiyle alakalı bir konuşma yapamazdım, bu onu yalnızca üzerdi ve endişelenmesine neden olurdu.

"Konuşamıyoruz ne zamandır doğru düzgün." Dudaklarına kupayı dayayıp küçük bir yudum alırken gözlerini gözlerime dikmişti. "Gözlerinde sorun yokmuş, değil mi?"

"Hayır, doktor normal göründüğünü söyledi."

Annem kafasını usulca sallarken gözlerini benden kaçırmış ve kahvesinden bir yudum daha almıştı. Gözlerim kısıldı. Neden sorduğu sorunun cevabını zaten biliyormuş gibi hissediyordum? Annemde gözlerimi gezdirirken garip bir hissin dürtülerini tenimde hissedebiliyordum. Farklı duruyordu ama bu farkın ne olduğunu çözememiştim.

Yanında oturduğum süre boyunca ona sorular sordum, biraz muhabbet ettik ama konuşma boyunca bir kere bile gözlerini bana değdirmemişti. Bu biraz tuhaftı çünkü annemin konuşurken göz teması kurma gibi bir huyu vardı. Gözlerini gözlerime diker ve beni anlamaya çalışırdı, çoğu kez ona bakmadığım için bana kızdığını bile hatırlıyorum. Bu konuda bu kadar hassasken neden şimdi gözlerini bilerek kaçırıyormuş gibi hissediyordum?

Bunun bir cevabı yoktu ve ben de bunu öğrenmek için çabalamamıştım.

Gereksiz kuruntularımı bir köşeye atıp odama geçmiş ve üstümü hızlıca değiştirip yatağıma uzanmıştım. Uzun bir gündü, sanki saatler değil de günler sürmüştü. Gerek ruhen gerekse fiziken yorgun hissediyordum. Bir şeyler taşımış, kilometrelerce yürümüş ve günlerce susuz kalmışım gibi yorgundum.

Sol tarafıma döndüm ve Camilla'nın söylediklerini zihnimde yeniden ve yeniden tekrarladım. Aslında çok hatırlamak istediğim bir şey değildi ama sorularımın cevaplarına yaklaştığımı hissetmeme engel olamıyordum. Bir tarafım ne kadar umutsuzsa, diğer tarafım o kadar umut doluydu bu konuda. Bu yüzden ikisini de suçlayamazdım. Dengesiz bir insandım, ne düşünmem gerektiğini çoğu kez anlayamıyordum.

Derin bir nefes aldım ve her şeyin hallolacağını fısıldadım. Bunu yaparken gerçekten dudaklarım kıpırdamış ve odamın duvarlarına sesim çarpmıştı. Asıl amacım bunu gerçekten dile getirmek değildi, sadece kendime sessiz bir şekilde hatırlatma ihtiyacı hissetmiştim ama kendi sesimi duymak iyi hissetmeme neden olmuştu. Farkında olmadan bir kere daha dudaklarımı araladığımda duymak istediğim, inanmaya ihtiyacım olan o cümleyi kurmuştum.

"Her şey düzelecek."

Bu ihtimale sıkı sıkıya tutundum çünkü tutunacak başka bir dalım yoktu.

Soğuk bakan gözlerini gözlerime kenetlemişti. Pencereden görebildiğim kar yağışının tenimin üzerinde bırakacağı keskin soğuktan bile daha etkiliydi bakışları. Her ne kadar gözlerimi ondan çekmek istesem de bir yanım ona bakmaya devam etmek istiyordu. O yanıma direnemiyordum, güçsüzdüm.

Dudaklarım aralandı. Nedensizce konuşmak istiyordum. Bana böyle bakıyorken konuşmaya ihtiyacım varmış gibiydi. Yatakta ona doğru biraz daha döndüm ve yorganıma sıkı sıkı sarıldım. "Bir gölge var." Diye fısıldadım. O uğursuz kelime dilimden dökülürken dilimin ucunun sızladığını hissetmiştim. Bir kelime bile nasıl bu kadar can yakıcı olabilirdi, bir an aklım almadı. Bu kadar etkileniyor olmam artık rahatsız ediyordu.

"Bir gölge var." Diye onayladı beni yattığı yerden. Yüzü bana dönüktü, bir avucunu yanağına yaslamış yüzümü izliyordu. Bu görüntü karşısında içim titredi. Beni izliyor olma düşüncesi kalbimi hızlandırmıştı. Bütün dikkatinin bende olduğunu anlamak zor değildi.

Ne zaman açıldığını anlamadığım penceremden soğuk bir rüzgar yüzüme doğru eserken yorganıma sıkı sıkı tutundum ve korku dolu gözlerimi bir anlığına pencereye kaydırdım. Uçuşan karlar odamın içine giriyordu, kemik sızlatan bir soğuk vardı dışarıda. Kaşlarım çatıldı. Penceremin sürekli bu şekilde açılıp durması hiç hoş değildi. Acilen tamir ettirmem gerektiğini aklıma kazıdıktan sonra gözlerimi yeniden ona çevirdim. Hala beni izliyordu. "Beni takip ediyor." Sesimdeki dehşetin kırıntıları odada yankılandı. Beni kurtarmasını istiyordum. Beni bu durumdan ancak o kurtarabilirmiş gibi geliyordu.

Bir şey demedi ama kafasını usulca sallayıp beni onaylamıştı. O şeyin beni takip ettiğini biliyordu. "Bana yardım et."

Bu sefer tepkisiz kaldı.

"Bana yardım et, lütfen." Diye ısrar ettim, sesim acınasıydı ama umurumda bile değildi. Onun bana verdiği güven iliklerime işlemişti. O güveni koparıp almak mümkün değildi. Sanki bu yattığım yatağı hala üzerindeyken ateşe versem bile beni anında kurtarabilirmiş gibi hissettiriyordu.

"Edemem." Sesi boğuk ve sertti. Fark etmek istemeyeceğim bir ifade gizliydi sesinde. Kulaklarımı tıkamak istedim. Zihnimi dondurmak ve sesindeki o anlamı duymamak istedim ama oradaydı. Anlamıştım.

Dudaklarım titredi. Eğer bana bu şekilde bakmaya devam ederse ağlayabilirdim. Bu hissi hiç sevmemiştim. "Peşimde."

Gerçekliğin içine düştüm. Korkum kendini yiyerek besleniyor ve giderek daha da büyüyordu. Kuyruğunu yiyen bir yılan gibi sonsuzluk oluşturmuştu kendi içinde. Onun uğursuz boğazından kuyruğunu çıkartmalı ve başını ezmeliydim ama bunu tek başıma yapamayacağımı biliyordum. Yanımda yatan adama ihtiyacım vardı.

Dudaklarımdan dökülen tek bir kelimeyle gözlerinin ardından anlık bir parıltı geçtiğini gördüm. Dudakları usulca yukarı kıvrılmış ve bana o güzel gülümsemesini sunmuştu.

"Biliyorum." Dedi önce. "Peşinde."

Gözlerim gülümsemesi üzerindeyken yutkundum. Bana yardım edecek miydi?

"Ne yapacağımı bilmiyorum." Kemikli elini bana doğru uzattığında kirpiklerim titredi. Elini yüzüme koydu ve bir süre parmaklarını yüzümün her kıyısında gezdirdi. Seviyor gibiydi, kedi sever gibi yüzümü seviyordu. Elinin tersiyle yanağımı okşadığında gözlerimi kapattım ve içinde bulunduğum durumu tamamen unuttum. Dokunuşları bana her şeyi unutturuyordu.

"Gölgeler karanlıkta yaşar, Efsa." Diye mırıldandı. "Karanlıkta seni bekliyor."

Gözlerimi sımsıkı yumdum. Korkuyla titreyen kalbimin etrafında keskin jiletler vardı. Kalbim beni yaşatmak için çabaladığı her an jiletlere sürtünüyor, kendini yaralıyordu. Nefessiz kaldığımı hissettim. Dediği şeyleri tabii ki biliyordum ama bunları duymak beni iyi hissettirmiyordu. Sanki bütün yapabileceğimiz şeyler biri tarafından benden çalınmıştı. Tek bir soru zihnimde yankılandı ve kulaklarımı uğuldattı.

Benden ne istiyordu?

Bu sorumu dile getirememiştim çünkü alacağım cevaptan ölesiye korkuyordum. Belki de içten içe bunun cevabını biliyordum, bilmiyorum. Titrek nefeslerim odanın sessizliğini bozduğu sırada kalabalık zihnime bir yankı düşmüştü. Bütün vücudumu sarsacak, dehşetle titretecek bir yankı.

Ruhunu istiyor.

Gecenin keskin pençeleri arasına hapsolmuş gibiydim, kıpırdamadan yatağımda yatarken üzerimdeki yorgana daha sıkı sarıldım ve yarım kalan uykuma devam etmek istedim ama bir şey bana engel oluyordu. Beni uyandıran o histi buna engel olan, emindim. Garip bir rüyanın tam ortasından çekilip alınmıştım. Yanağıma sürtünen sıcaklık rüyamı tam orta yerinden kesip atmıştı. Rüyamdaki adamın yanağımı okşaması gibiydi bu hissettiğim. İlk bilincim açıldığında, bir an gerçek sanmıştım, sonra ise böyle bir şeyin imkânsız olduğunun düşünmüş ve rüyayla gerçeği ayırt edemediğimi fark etmiştim. Rüyamda hissettiğim teması uyanmadan önce de hissettiğimi düşünmek biraz aptalcaydı. Benim için bile!

Yine de elim sıcaklığı hissettiğim yanağıma kaymıştı. Şaşkın bir nefes aldım. Rüyamdaki temas o kadar gerçekçiydi ki uyanmama neden olmuştu.

"Aptalsın." Diye mırıldandım kendi kendime. Yanağımdaki karıncalanmayı görmezden gelmeye çalıştım ve hâlâ üzerinde duran elimi hızla çekip diğer tarafa döndüm.

Huzursuz edici uykuma devam etmek, belki de istediğim son şeydi ama şu an başka bir şey yapamayacağımı biliyordum. Hislerimin üzerine bir çizgi bile atamıyordum. Ancak uykuma geri dönersem bunlardan kurtulabileceğimi düşündüm ve gözlerimi sımsıkı kapattım. İki durum da birbirinden farksızdı aslında. İki tarafta da cehennemin kolları bana doğru açılmıştı. Ne yaparsam yapayım mutlu olmayacağımı, iyi hissetmeyeceğimi biliyordum ama birini seçmek zorundaydım.

Ben de kötünün iyisini seçtim ve uçurumun kıyısına kadar yürümüş olan bedenimi serbest bıraktım. Bedenim hızla uçurumdan savrulurken soğuk suya çarpmam çok uzun sürmemişti. Kemiklerimin sızladığını, zihnimin uyuştuğunu hissettim. Yanağımdaki karıncalanma giderek yok olmuş, bilincimi kendimi bıraktığım uçuruma akıtmıştım.

Artık başka bir huzursuzluğun kollarındaydım.

Ailemizin büyümesini istiyorum ve bana yardımcı olacağınızı biliyorum.
Bunun için ekrana bir kere tıklayarak sol alt köşede olan yıldıza basabilir ve pamuk ellerinizle benim için yorum yapabilirsiniz.

Aynı zamanda beni takip ederek panomda yayınladığım duyurulardan haberdar olabilirsiniz.

Sizi seviyor ve kocaman öpüyorum.
Bir sonraki bölümde görüşmek üzere.

המשך קריאה

You'll Also Like

24.2K 2.5K 20
Vampirler ve cadılar yüzyıllardır birbirinden nefret eder ve birbirlerine yaklaşmazlardı İki kişi bu geleneği bozana kadar #Elf 1🥇2024:04:26 #Vampir...
2.5M 77.9K 54
Babasının borcu yüzünden genç kızı alı koyan Karahan başına büyük ama tatlı bela alır... Genç kız Karahandan küçük olmasına rağmen yalnız adama eş ol...
72.8K 4K 29
Gece yarısı sokakta karşısına çıkan evsiz bir kediyi evine alan bir kız en fazla kediyle ne yaşayabilirdi? "ben aslında evine aldığın kediyim, " ger...
16K 705 21
Kaderin bana oynadığı o cilveli oyundu karnımdaki bağ. İki krallığın acımasız savaşının ortasında kalmış hamile bir kadın mı? Ondan hamileydim...