taç yaprağı

By ancillulaa

57.2K 6.1K 4.4K

"İntihar etmek havalı bir şey değil ki," diye fısıldadım bir süre sonra. "Aptal." © yamen 2018 More

1 ❦ mutfak bıçağıyla öldürülen ruhlar
2 ❦ Venüs'e taşınan çocukluk
3 ❦ saksı çiçeğinin altındaki ev anahtarı
4 ❦ yara bandı satmayan eczaneci
6 ❦ eski hatıraların arasındaki yaşlı ruh
7 ❦ tahta kılıcın koruduğu kumdan kalesi
8 ❦ camdan converse giyen aptal prenses
9 ❦ okyanusun derinliklerine gömülmüş gülümsemeler
10 ❦ iyi olmak isteyen cehennem volkanları
11 ❦ kalbe dayanan silahın içindeki çiçekler
12 ❦ renkleri akmış gökkuşağı
13 ❦ ay'a mektup yazan kurt
14 ❦ ayna'yı öldüren yansıma
15 ❦ sessiz limana varan çığlık vapurları
16 ❦ yanan evin içindeki akşam yemeği
17 ❦ bir cenaze töreni var, kırmızı giyeceğim
18 ❦ terastaki sessiz çiçeklerin melodisi
19 ❦ üşüyen anılar ve kül olmuş duygular
20 ❦ suyu sevmeyen japon balığı
21 ❦ hayali; büyüyünce katil olan kelimeler
22 ❦ havva'ya yasak limon
23 ❦ ölen insanlar hep mutlu anılarımızda!
24 ❦ ay'a çıkan ilk duygular
25 ❦ yalnız kalmak hiç havalı bir şey değil!
26 ❦ Sakura'lar uyumamı söylüyor
27 ❦ ölen kişi için ölmek kolaydır
28 ❦ bir varmış, bir yokmuş
29 ❦ kiraz çiçekleri ne çabuk soluyormuş, hiç var olmamış gibi
30 ❦ az kalsın yaşıyorduk, tanrı korudu
31 ❦ tanrı'sını kaybeden ruh
üzgünüm, satusu

5 ❦ balonu patlayan kız çocuğu

1.6K 280 94
By ancillulaa



#kim na young - say goodbye.






[9 ay önce / Hatay Devlet okulu.]

"Bunu bana neden yapıyorsun?"

Ağlamaktan sarsılan kız, önümdeki soğuk mermere çöküp havlusu açılmasın diye soğuktan kıpkırmızı kesilmiş elleriyle onu sıkıca tutuyor, bir taraftanda bağırıyordu.

"Çünkü bunu hakediyorsun. Daha fazlasını bile hakediyorsun!" dedim ifadesizliği gömdüğüm sesimle. Karşımda ağlaması yada spor dersindeyken kıyafetlerini çöpe attığım için duştan sonra havluyla ortada kalması umurumda değildi. İsterse bütün okula böyle rezil olabilirdi bile.

Bu onun yaptıkları karşısında tüy gibi kalırdı nasıl olsa.

"Tamam anladım yaptığım her şey benim hatamdı," diyerek derin bir hıçkırığı dudaklarından saldı İrem. "Ben hatalıyım! Ben çirkinim! Ben kaşarım! Ben ucubeyim! O kadar lüzumsuzum ki yaşamaya bile hakkım yok. Burnum büyük, saçlarım kokuyor, çillerim var. Çok kötüyüm. İnsanların bana bakınca midesi bulanıyor. Anladım artık. Anladım. Yaptığım her şey benim hatam."

Zihnimin içine düşüp orayı karartan birşeylerin varlığınğ hissettim aniden. Karşımdaki çaresiz kızın bakışlarından içime doğan bir güneşti belki de bu, ama beni aydınlatmak yerine sadece ruhumu yakıyordu. "Ama sen çok mu huzurlusun, çok mu mutlusun? Tek bir hatan dahi yok, yine de mutlu musun?"

Cevap vermedim.

"Mutlu musun diye soruyorum!" diyerek bağırdı İrem. Islak saçları yüzüne yapışmış, soğuktan çenesi titriyordu.

"Herkes hata yapar ama hiç kimse yaptığı hataların bedelini böyle ödemek zorunda değil! Sen böyle yapınca benden bir farkın kalıyor mu?! Benden farklı olmuyorsun ki! Benim gibi bir ucubesin sende! İkimizde canavarız. Etrafımızdakilere zarar veriyoruz. Oldu mu?"

Yine cevap vermedim. Sol elimi yanımdaki soğuk mermer duvara yaslayarak ifadesiz bakışlarımı yerde gittikçe iki büklüm olan İrem'in üzerine diktim. Cevap vermediğimi fark ederek daha da şiddetli ağlamaya başladı ve sarsılarak bedeni daha da küçüldü.

"Ben de insanım!" diye konuştu hıçkırıklarının arasından. "Ben de hata yapabilirim! Neden bana bunu yapıyorsun ki?"

Birkaç adım geriye attım ama kapıyı kapatıp kilitlediğim için hemen kaçamazdım buradan. Sırtımı soğuk kapıya dayandığımda İremi kilitlediğim bu odaya kendimi hapsedilmiş gibi hissettim.

İrem içini boşaltırcasına bir süre daha ağladı. Daha sonra ağlayışları sessiz iç çekişlere bıraktı yerini. Ve sayıklar gibi konuşmaya devam etti.

"Ben sadece insanım. İyi, kötü bir insanım. Bunların hiçbirini hak etmiyorum. İnsanım ben.."



Bazen bir sessizlik olurdu.

Bu öyle bir sessizlikti ki, ruhunun kavislerine lav diye akar ve ruhunun gamzelerini yakardı. Kulakların hiçbir şey duymaz, kelimelerin dilinin ucunda ihtihar eder ve gece yatmadan önce yatağına uzandığında o kadar çok konuşurdu ki zihnini sağır ederdi.

Bazen birisi zihninin içinde bağırırdı. Bazen ise bağıran o kişinin sesi komple kesilirdi ve ondan sonra sessizlik bağırmaya başlardı. Dilinin ucundaki kelimeler çığlık atar, dudakların onların yankısını bastırırdı bazen. Ve bazen düşüncelerin bir orkestra kurup şarkı söylemeye başlardı.

Bazen ise sadece sessizlik olurdu. Ne kelimeler, ne şarkılar ne de ki düşünceler konuşmaya cesaret ederdi.

Kapı kilidine anahtarı sokarak çevirdiğimde çıkan tok ses kulaklarımda yankılandı. Gri kapı yavaşça itmemle açıldığında ağır adımlarla içeri girip kapını arkamdan kapattım. Sırtımı soğuk kapının pürüzlü yüzeyine yaslayarak derin nefesleri ciğerlerime sapladığımda içeriden kulağıma doluşan gülüşmü sesleri ciğerlerimdeki bütün havayı sömürdü. Annem birşeyler anlatarak gülümsüyordu ve babam da hayranlıkla onu izliyor, bir taraftanda yemeğini yemeye çalışıyordu.

Ayakkabılarımı çıkartarak mutfağa doğru yürümeye başladığımda kaburgalarımdan mideme düşün çoçuğun çığlıklarını duyar gibi oldum. Mutfağın kapısına vardığım an da annemin gözleri yüzüme takıldı ve daha genişçe gülümsemeye başladı. Evren onlara hastaneye gittiğimi söylemiş olmalıydı.

"Bugün senin için baban biftek aldı ve ben de pişirdim." diye neşeyle konuştu annem. "Gelsene Erva, hayalet görmüş gibi bizi izlemeyi bırak. Görende evde sana yemek falan vermiyoruz sanacak."

Farkında olmadan avucumun içinde sıktığım pijamamı serbest bırakarak onlara doğru yürümeye başladım. Eşzamanlı olarak annem eline bir tabak almış benim için yemek koyuyordu. Masaya doğru yürürken babamla göz göze geldim, bana gülümsedi. Ben de ona gülümsemek istedim ama omuzlarımda bu kadar ağır yük varken bunu beceremedim.

Babamla pek yakın değildik ama bana hiç bağırmamış ya da vurmamıştı. O sadece genel olarak soğuk birisiydi. Evren de babama çekmişti bu konuda. Annem bazen babamla gençliklerini anlatırken babamın tam bir kötü çocuk olduğunu ve annemin onu nasıl iyileştirdiğini anlatıp dururdu. Artık ezberlemiştim neredeyse hepsini.

"Hastaneye gideceğini biliyordum kızım," dedi annem bir an da. Öne doğru atacağım adım havada asılı kaldı ve damarlarımdaki bütün kan akmayı bir an da kesti. "Sen benim kızımsın, asla birisine isteyerek kötülük yapmayacağını biliyordum."

Onlar İremin öldüğünü henüz bilmiyordu.

Onlara, bu ay sıkışık olmamıza rağmen biftek alıp pişirdikleri kızlarının katil olduğunu daha hiç kimse söylememişti. Bunu söyleyecek olan kişi de benden başkası değildi.

Ama nasıl söyleyecektim ki? Bunu onlara nasıl yapabilirdim?

Bir ruha can verdiği için cenneti ayaklarının altına alan bir anneye verdiği canın bir başka canın nefesini kestiği nasıl söylenirdi?

Ben annemin gözyaşlarının altında kalırsam boğulurdum, kimse nefes aldıramazdı bana. Ne bir oksijen tüpü, ne de ki doğaüstü bir varlık.

"Erva," diye endişeyle konuştuğunu duydum annemin. Tabağıma çektiği yemeği hep oturduğum köşeye bırakmıştı. Portakal suyumu bile unutmamıştı. "Yemek yemeyecek misin?"

"Eğer yemeyeceksen ben büyük memnuniyyetle seninkini de yerim." diye araya girdi Evren.

"Bir ben kaldım artık yemediğin, az ye biraz oğlum. Kas olması gereken yerlerinde et sarkıyor." Babam kafasını iki yana sallayarak hayıflandığında bugün moralinin iyi olduğunu anlamıştım.

"Aşk olsun baba," diye ititaz ederek dudaklarını alayla büzdü Evren. "Lokmalarımı mı sayıyorsun?"

Babam ağabeyime küçümser gibi bakıp hafifçe öksürdü. "Genelde matematiğim iyidir ama o kadar hızlı yiyorsun ki evlat, bir noktadan sonra hesaplayamadım."

"Asrın," dedi annem uyarır gibi bir sesle.

"Oğluma dokunma." Daha sonra yüzündeki ciddi ifadeyi silip Evrene hayranlıkla baktı. "Doktor olacak benim oğlum." Evren anneme şirinlik yapmaya ve babama alttan alttan bakmaya başladığında yüreyim burkuldu.

Sahip olduğum tek iyi şey ailemdi sanırım. Çünkü dünya beni yutmak için her çabaladığında kanatlarının arasına saklanabileceğim tek kuş onlardı benim için. Ailem.

Onları böyle uzaktan yabancı gibi izlemek canımı yakmıştı. Az sonra yüzlerindeki mutluluktan eser kalmayacaktı. Ve onların mutsuzluğuna sebep ben olacaktım. Ailemi üzmük yerine kendimi defalarca acıdan acıya vurmayı tercih ederdim.

"Kızım, hastanede ne oldu?" dedi annem aniden. Asıl merak ettiği şeyin bu olduğunu biliyordum. "Bayan Nefise özrünü kabul etti mi?" Masanın üzerindeki boş sürahini eline aldı ve onu doldurmak için masadan kalktı. Ama ilerlememiş, sessiz kaldığımı görünce kaşlarını çatarak bana sorgulayıcı bir ifadeyle bakmıştı.

"Bak eğer seni affetmedilerse gerçekten bu sorun değil güzel kızım, sen üzerine düşeni yaptın ve özür diledin."

"Anne," dedim acı çeker gibi kısık bir sesle. "Anne." diye yeniledim.

Masaya ani bir sessizlik abandı.

Sanki Tanrı kanatlarımı kopartmıştı. Üzerimden uçup giden çocukların ayak izlerini yüzümde hissediyordum.

"Ne oldu Erva?" Annemin sorusuna karşılık sessizce gözlerimi ondan kaçırıp mutfağın ahşap döşemeli dolaplarında gezdirdim. Oturup onlarla birlikte biftek yemek istiyordum, portakal suyumu içip, babamla birlikte izlediğimiz Kdrama'dan bahs etmek istiyordum.

"Anne, Nefise teyze bana Tanrı seni affetsin dedi," dedim dizlerim titrediğinde yanımdaki mutfak tezgahından tutunarak. Nefes almak istedim ama ciğerlerim çoktan beni terk etmişti. Onlar bile benden bıkmıştı. "Tanrı beni affetmez ki."

Evrenle göz göze geldiğimizde sakince fısıldadım. "İrem ölmüş."

Annemin elinden kayıp yere düşen sürahi parçalandı. Sesi bütün mutfakta yankılandı ve nefes boşluğuma dolup nefeslerimi yaraladı. Aldığım, almaya çalıştığım her nefesim yaralıydı şimdi. Ciğerlerime çektiğim nefeslerimden kan sızıyor, kendi kanımda boğuluyordum.

Mutfağın ölü duvarları kasvetli bir sessizlikle çevreleniyor, ruhuma atılan oklar tam on ikiden vuruyordu. Bakışlarımı kaldırarak annemin tam gözlerinin içine baktım.

Hayal kırıklığının mabedi bakışlarına inşaa edilmişti.

"Anne," diye fısıldadım kendim bile duyamadığım bir sesle.

Hüzün bu kez Evren'in ifadesindeydi.

"Ağabey," dedim bir kez daha sesimi bularak.

Acı babamın kucağına sızdı, benim yerime ona sarıldı. Fakat sesimi kaybettim. Baba diyemedim o an.

"Hayır hayır," diyerek ellerini saçlarına geçirip histerik bir şekilde güldü annem. Yanaklarını ıslatan yaşları, kirpiklerinden her damladığında kalbimin üzerine asit misali dökülüyordu. "O kız ölmedi. Benim kızım öyle birisi değil. Benim kızım yapmaz. Birisinin ölümüne neden olacak kadar.."

Babam masadan kalkıp annemin omuzlarından tuttu. "Kendine gel Manisa," dedi acı çeker gibi.

Annem bir an da dağılmıştı; durmadan saçlarını çekiştiriyor, sarsılarak ağlıyordu. Onun bu hali birkaç adım geriye atmama neden oldu. Ona bunu ben mi yapmıştım? Sahiden ben mi yapmıştım? Kıyamayarak saçlarını taradığım o kadının saçlarını yolmasına sebep ben miydim?

Babam annemi sakinleştirmek için bir şeyler söylüyordu ama annem onu dinliyor gibi değildi. Evren'in sakince masadan kalktığını gördüm. Ağır adımlarla mutfağın çıkışına doğru ilerledi ve mutfaktan çıkmadan hemen önce annemin bağırmasını duyarak olduğu yerde kaldı. Benim de bakışlarım onun kavisli sırtından anneme kaymıştı.

"Senin yüzünden öldü o kız! Sen ona zorbalık yaptığın için."

Annemin gür sesi yüz hatlarıma oturduğunda burun direğimin sızladığını hissettim.

Babamın kollarından kurtulur kurtulmaz üzerime doğru geldiğini gördüm. Yere dağılmış cam parçalarına bastığında bir anlık acıyla duraksadı ama gözlerindeki saf öfke bana doğru atılmasına engel olmadı.

Annemin pembe çoraplarının kana bulaştığını fark ettim. Cam parçaları ayaklarını yaralamıştı. Can parçaları kalbini.

Kolumdan öyle bir tuttu ki, parmakları hapishane parmaklıkları gibi etime geçip, kemiğime dokunmak istiyordu sanki. Gözlerim irileşirken ona dehşetli bir ifadeyle baktım. Canımı yakıyordu.

"Annen olduğum için," diye fısıldadı. Gözyaşları durmuyordu. "Çok utanıyorum."

Koluma sertçe çekerek beni mutfaktan çıkarmak için sürüklediğinde babamın sesini duydum ama annem ona karışmamasını söyleyip merdivenleri çoktan çıkmaya başlamıştı, beni de peşinden sürükleyerek.

"Anne," diye fısıldadım. O kadar hızlı ve sert sürüklüyordu ki bedenimi, dizlerim çözülüp yere düştüm. Ama bu onu daha da kızdırmış olacak ki, kalkmama yardım etmek yerine beni zeminin üzeriyle sürükleyerek odama soktu. Derimin sıyrıldığını, dizlerimdeki yaraların kanlandığını hissettim. Bu çektiğim acı karşısında sadece fragman gibi kalıyordu.

"Nasıl yapabildin?!" Beni yatağın üzerine fırlatır gibi ittikten sonra kolumu bırakarak kapıyı sertçe kapattı ve kilitledi. "Nasıl bir vicdana sahipsin sen?! Bir çocuğu, gül açmamış bir çiçeği nasıl dalındayken soldurabilirsin?"

Annem üzerime çıkarak yüzüme tokatı bastığında ağzıma çekilen fermuarın dikiş izleri acıdı. Damağımdan akan kan yatağıma süzüldü, ve siyah yorganın içinde kayboldu.

Annem durmadı. Ona durması için yalvarmıştım. Ama durmadı.

"Bu ellerinle mi yaptın? Ona bu ellerinle mi dokundun?"

Sol elimi alıp ters çevirdiğinde kemiklerimden yükselen o acı sızı damarlarımın üzerine devrildi. Dudaklarımı dizginleyemediğim kadar hızlı bir şekilde olduğu için çığlık attım.

"Anne ben bir şey yapmadım," diye mırıldandığımda duymadı. Kendinden başkasını duymuyordu şu an. "Ben bir şey yapmadım."

"Sen bir çocuğun ölümüne nasıl sebep olabilirsin?" diye ağlayarak bağırdığında odamın kapı kulpunun zorlandığını daha sonra birisi delirmiş gibi kapıya vurmaya başladığını duydum.

"Anne ona dokunma. Aç şu kapıyı! Niye böyle yapıyorsun?"

Bu Evren'in sesiydi. Ağladığında sesinin nasıl bir tını kazandığını en iyi ben bilirdim. Ve şimdi, keşke bilmeseydim diyorum. Keşke şu an onun ağladığını duymasaydım.

Annem üzerimden kalktığında beni de beraberinde kaldırıp yere fırlattı ve tekrardan dövmeye başladı. Gözü dönmüş gibiydi. Attığı her tokatın ruhuma denk geldiğini bilmiyordu oysa.

"Anne lütfen ona vurma artık!" diye bağırdı Evren tekrardan. Sesi o kadar çaresiz çıkmıştı ki, şu an kendi halime acımayı bırakıp ona üzülecektim. Kendimi biraz tanıyorsam birazdan bunu yapacaktım.

Ve öyle de oldu.

O kadar şeyi yaşarken bile akmamaya yemin etmiş gözyaşlarım o an akmaya başladı.

Ama bunun sebebi annemin beni döverek canımı acıtması değil, abimin bu kadar çaresiz hissetmesiydi.

"Sen benim kızımsın, daha dün kollarımda veranda da ki kelebeğin kanatları ıslandı diye uçamadığı için ağlayan o masum çocuk değil misin sen?"

Annem bana vurmayı kestiğinde, titrek bir nefes aldı ve geri çekilip karanlıktaki yerini aldı. Sırtını yatağa yaslayarak dizlerini karnına kadar çekti ve çaresizce ağlamaya başladı. Uzandığım siyah halının üzerinden nefes nefese kalmış bir şekilde onu izliyordum. Bu evdeki herkes benden daha fazla acı çekiyordu.

Bedenimin ağrıyordu. Öyle ki, kolumu bile haraket ettiremiyordum.

"Bunu nasıl yapabildin? Ben sana böyle mi öğrettim? Bunun hesabını nasıl vereceksin, vicdanını nasıl susturacaksın?"

Beni dövmeyi kestiğinde sol eliyle göğüsüne sertçe vurmaya başladı. Hıçkırıkları odada yankı yapıyordu. Ve bir taraftanda Evren kapının ardından kapıyı delicesine tekmeleyerek adeta yalvarıyordu.

"Aç şu kapıyı! Lütfen," sesi bir süre kesildi. "Ona zarar verme anne. Benim ondan başka kardeşim yok!"

Abim hâlâ kapıya vuruyordu. Annem de göğüsüne vuruyordu.

"Bir insanı öldürmüşken, onun ruhunu çürütmüşken, nefesini kesmişken geceleri nasıl uyuyacaksın? Nasıl yemek yiyeceksin?"

Yağmur damlalarının cama vurarken çıkardığı sesler kulaklarıma ilişti. Bu kadar ağlayan insanların arasında yağmurun ağlayışı hiçbir zaman duyulmazdı. Ama ben duyuyordum. Bütün insanlığın sesini kısarak, onu duyuyordum ben.

Yağmurun benim yerime ağlamasını duyuyordum. Gökyüzünün benim yerime sarsılmasını görüyordum, ve dünyanın benim yerime yaşamasını hissediyordum.

"Nasıl bu kadar kolay kötü birisi olabilirsin?" diye yakınmaya devam etti annem.

Uzandığım yerden zorla da olsa doğrulup, karanlıkta parlayan gözlerini buldum.

Sessiz kalmak bütün seslerin canını acıtıyordu.

Artık gerçekten kendimi bitkin ve yorulmuş hissediyordum. Bana sebebini sormadan yargılayan herkesin bıçağını sırtımda taşıyordum ve onları asla çıkartamıyordum. Çıkarırsam kanamadan ölürdüm, bu yüzden ileriye doğru attığım her adımda beni yaralamaya devam edeceklerdi. Hayatımın sonuna kadar. Sürekli. Durmadan.

"Evet, bütün bunları ben yaptım!" diye bağırdım aniden. Artık kırgın değil kendimi öfkeli hissediyordum. Dünyadaki bütün suçların üzerime yığıldığını ve altında kaldığımı annemin gözlerindeki yansımamda görüyordum.

"Ona o kadar kötü davrandım ki dayanamadı. Ben onun yerinde olsaydım bende intihar ederdim. Onun intihar sebebi benim evet! Bu yaptığımın bir telafisi asla yok."

Annem göğüsüne vurmayı durdurmuş sadece ifadesiz gözleriyle beni izliyordu. Acıyan bileğimi tutarak inledim. Canımı o kadar çok yakmıştı ki, bu gece rahat bir uyku çekebileceğimi düşünmüyordum.

"Ama anne," diye sızlanmaya başladım. Gücümün onun karşısında bu kadar kısa sürmesi artık beni şaşırtmayan bir gerçekti. Aile denilince bütün düğümlerim çözülüyordu hep. Çünkü benim onlardan başka hiç kimsem yoktu ki.

"Bütün bunları neden yaptığımı merak etmiyor musun? Neden bir kez bile olsun bana nedenini sormadın? Kötü birisi olduğuma bu kadar çabuk inanacak kadar kötü birisi miyim ben? Sahi o kadar güvenilmez birisi miyim?"

Evren kapıya vurmayı kesmişti. Odada sadece benim acıyla inleyerek konuşmam dışında hiçbir ses yoktu. Annemin hıçkırıkları ise kısık bir melodini andırıyordu.

"Sen merak etmiyorsun ama ben yinede itiraf edeceğim. Belki gerçekten kötü biriyim ama bu artık umurumda değil."

Elimin tersiyle yanağımdan akan gözyaşları sildim. Sadece yağmur mu yanımdaydı cidden?

"O kız var ya beni dinleyip anlamadan dövmeni sağlayan o ölü kız!" diye kendimi tutamayarak bağırdım. İçimde tuttukça içimi çürütüyorlardı.

"Abim her gün onun yüzünden kendini ne kadar kötü hissetti biliyor musun sen? O kızın onu aşağılamasına maruz kaldı, yemediği hakaret, duymadığı acı kalmadı. Abime ezikmiş gibi, önemsizmiş gibi davranıyordu. Benim abime?! Oysa benim abim harika birisi değil mi? Ama yinede.. yine de abim ona olan sadakatinden asla vazgeçmedi.

"Bilirsin sen onu, asla bağırıp çağırmaz, öfkesini dışa vurmaz. Ama o gün keşke bağırsaydı diyorum. Keşke evdeki bütün vazoları devirseydi, keşke en sevdiğim fil biblosunu paramparça etseydi ama bu kadar sakin olmasaydı. Abim o gün o kadar acı çekiyordu ki, derdini anlatacak kimsesi olmadığını fark ettiğinde daha da sessizleşti."

Yanağımdaki yaşlar yerini bir depreme verdiğinde sarsılarak ağlamaya başladım. Annem bana vurarken bile canım bu kadar yanmamıştı. Ama şimdi abimin o günkü halini hatırlayınca bedenimin her zerresinin kanadığını hissettim.

"Böyle zavallı birisi olduğu için ondan nefret ediyorum cidden. O kızın ona yaptıklarından sonra hâlâ onun için acı çektiğini gördükçe onu tokatlamak istiyorum. Zavallının teki!"

Ellerimle yüzümü kapatıp sakinleşmeye çalıştım ama hızla kalkıp inen göğüsüm ve kesilen nefeslerim buna izin vermiyordu. Abimin duyduğunu biliyordum, bunları benim bildiğimi bilmediğini biliyordum. Yine de bildiğimi bilerek utanmaması için bütün bunları içimde tutmuştum.

Benden utanmasını istemiyordum. Gururunun kırılmasını istemiyordum. Ama artık çok geçti. Onu kendi ellerimle paramparça etmiştim.

Bir kız kardeşi üzen en büyük acı ağabeyinin onun önünde küçük düşmesiydi. Çünkü ağabeyler hep örnek olmak zorundaydı. Ama örnek çocuk olması için mükemmel olmasına gerek yoktu. Olduğu gibi olması, içinden geldiği gibi davranması ve kötü birisi bile olsa içinde tavuk tüyü kadar iyilik beslemesi mükemmel olmasına yetiyordu. En azından benim abim için mükemmellik buydu.

Ona her baktığımda gözlerinde kendi yansımamı görüyor, bakışlarının içindeki bakışlarımda yine onun yansımasını görüyordum. Onda kendi yansımama bakarken bile karşımda tamamen o vardı.

Olmadığı birisine dönüşmemek için mücadele eden, tarihin yazmadığı en çok savaşa katılmış adamdı benim abim.

"O kız onu aldattı. Ama sorun abimi aldatması falan değildi. Sorun bunu yaparak abime ne kadar önemsiz, ne kadar değersiz olduğunu hissettirmesiydi. Abim.. benim ağabeyim bunu hakedecek kadar kötü birisi değil ki,"

Bazı gerçekler vardır; gerçek olsalar bile kirlilerdir. Bir yalandan daha fazla acıtırdı canınızı bu gerçekler ve yalan olması için yalvarırdınız. Ama asla yalana dönüşemeyecek olan köklü gerçeklerdi bunlar. Dalını kesseniz bir diğer dalı meyve verirdi.

"Hem abim biliyordu. Aldatıldığını biliyordu. Ama o kadar mükemmel birisi ki o, İrem'in onun önünde utanmaması için bilmiyormuş gibi davranıyordu anne. Sırf eğer İrem onun bildiğini öğrenirse gider diye her gün bu rezaleti bilmiyormuş gibi yapıyordu. Çok aptal anne, kendine bilerek en ağır cezaları çektiriyor hep."

Burnumu çekerek bakışlarımı siyah halıdan çekip anneme diktim. Benim gibi o da ağlıyordu. Aramızda bir sürü parçalar vardı. Kırıklıklar, acılar vardı. Ama sorun değildi. O benim annemdi. Nasıl bir anne olursa olsun onu koşulsuz bir şekilde sevecektim. Çünkü bazı insanların iyi kötü sevecek bir anneleri bile yoktu.

Beni dövmüş olması, bana inanmamış olması aramızdaki bağı kırabilecek kadar güçlü değildi. Çünkü bir aile olmak bunu gerektirirdi. Evimizin içinde ne yaşarsak yaşayalım, gece olunca, penceremizi perdeyle kapatınca ve sessizce akşam yemeği yiyince ne kadar acı çekersek çekelim, sabah olduğunda ve yüzümüzü yıkayıp kahvaltıya oturduğumuzda yine sohbet ederek, bir şeyleri tartışarak gülüşebiliyorduk.

Bu bir maske değildi. Ailenin yanında maske asla takamazdın. İlla ki maskeni çıkardığın bir ana denk gelirlerdi.

Bu geceleri hüznümüzü paylaşınca dinleyen ve sabahları boş yapmamıza katılan bir ailemiz olduğunun kanıtıydı.

Mesela abim eve bir gün üzgün gelse ben kalkıp göbek atmazdım. Ya da babam gülümseyince ben kedimin öldüğünü söyleyip ağlamazdım. Birlikte üzülür, birlikte ağlar ve birlikte dinlerdik. Aynı birlikte gülüp, birlikte ayağa kalkıp, birlikte dinlendiğimiz gibi.

Evren bir şeye üzülse ben en sevdiğim kazağımı keserek kendimi üzerdim. Annem gülse ben komik videolar izleyip kendimi mutlu ederdim. Çünkü o an onun ne hissettiğini anlamak isterdim ve bunun için kendimi sürekli onun yerine koymaya çalışırdım.

"Bu yüzden pişman değilim. Yaptıklarımdan zerre pişman değilim. Eğer zaman makinesi olsaydı geriye dönüp bu hatamı tekrar tekrar yine yapardım. O kız ruhunu bedeninden kurtarabilir ama ağabeyim bedeninin içine sıkışmış ruhunu bir türlü kurtaramıyor işte.

"Bu yüzden kim olursa olsun fark etmez, eğer ailemi üzecek bir şey yapmışsa onu kendi ellerimle öldürürüm. Eğer bu beni kötü birisi yapıyorsa evet ben kötü birisiyim."

Sonra hepimiz sustuk. Ne annem bir şey söyledi, ne Evren bir daha kapıyı yumrukladı ne de ki yağmur penceremi tıklattı.

Bazen bir sessizlik olurdu. Bütün seslerin canını yakardı.

Bir neşter gibi saplanır göğüsünüze, çıkarıldığında kanı durmazdı.

Ve bazen sevdiklerimizi korumak için kötü şeyler yaparız. Ama bu kötü birisi olduğumuz anlamına gelmez.



Continue Reading

You'll Also Like

115K 11.8K 39
053*: Senin kedin mi bu? Doğuhan: Evet, rica etsem atacağım konuma getirebilir misin? Ya da sen at ben geleyim. 053*: İşte o imkansız. Doğuhan: Ne...
6.4M 207K 103
Karan Haznedaroğlu. 27 yıldır her istediğini elde eden, sadece adıyla bile bütün kapıları açabilecek bir adam. Şimdi her şeyden çok istediği bir şey...
387K 22.6K 44
Staj yaptığım hastanede karışan o kız çocuğu bensem?
222K 9.2K 60
Köyde geçen bir aşk hikayesi... O bir inci tanesiydi; Dışı dillere destan bir güzel... Naîf kırılgan ve nârin... Köy kurgusu ve abimin arkadasşı konu...