Kağıt Evler

Autorstwa limonkokuluyagmur

434K 30.1K 4.3K

Giz çapkın bir gülüşle göz ucuyla Dilara'ya bakarken arabayı durdurarak tüm varlığıyla kadından tarafa döndü... Więcej

Señora
Jospi
Zakkumun sırrı
1/Saklanmadan sobelenmek
2/Kırk kat düğüm
3/Carmita
4/Pençe izi
5/Denge
6/Yağmurda bir çift gözden ibarettin.
7/Akşamlarda parmak izlerin
8/Gemi çapası
9/Cielo
10/Pusula
11/Elbette sonu geliyor yalnızlığın.
12/Düştümse eğer, sana bakarken düştüm.
13/Sen de sabret kalbim.
14/Rakı gibisin.
15/Çözümüm yok.
16/Yabancıyız senle yan yana.
17/Yakut kalpli dev
18/Artık özlemek istemiyorum.
19/Erkek güzeli
20/Kimsenin kırmadığı yerden
21/Haklıysan uyunur mu?
22/Ruhum, sen git.
23/Gülüşün kanıyor senin.
24/Önce sen, sonra sen
25/Çok geç rastladım sana.
26/Yağmur dönerken kara
27/Yanmadım, kor değildin.
28/Ay tenli kadın
29/İçinde yarattığın boşluktan at kendini.
30/Sevgilim bağışla, biraz zor olsa da.
31/Gönül yarası
32/Kırlangıçlar gibi
33/Kalbim ince bir fidandır.
34/Yaralarım öyle çok yerde.
35/Adını verdim bir yıldıza.
36/Deren
37/Ne böyle sevda gördüm ne böyle yara.
38/Yasla ruhunu bana.
39/Ne yani çok seviyorsam?
40/Fark etmeden senin olmuşum.
41/Üstünel vs. Eroğul
42/Yoksa orman misali yanar mıydım?
43/Anlaşılmaz bunca yıl nasıl, diplere batmadığım.
44/Yusuf, Joseph, Jospi
45/Beni affet bu gece.
46/Yakıyor, yakacaksa daha yaksın bu firar.
47/Telafiye akan bir gözyaşı bile yok.
48/Gözlerinden artık, gider gibiyim.
49/Döneceksin diye söz ver.
50/Yüreğim bende kalırsa yaşayamam.
Hüzünlü bir zafer
Özel Bölüm/1
Özel Bölüm/2
Özel Bölüm/3
Özel Bölüm/4
Özel Bölüm/5

51/Sol yanımı alıp gidiyorsun bir anda.

7.4K 485 86
Autorstwa limonkokuluyagmur

Tanrım biliyorum, senden çok şey istiyorum. Ve biliyorsun ki artık bir başkası yok. Ve biliyorsun ki kalbim yarılacak. Biliyorsun ki geceler uzamaya başladı. Biliyorsun ki yalnız hüznü vardır, kalbi olanın.

[Tarık Tufan]

***

Alnını bir kez daha sertçe duvara vurdu Giz.

Dilara içerideydi. Yoğun bakım ünitesinde... Saatlerce kesilip biçilen gövdesiyle... Doktorlar iç kanama demişlerdi. Olanca şiddetiyle iki yakasına birden yapışan ihtiyacın derinliğiyle sarsılan ruhunu, gövdesinde tutmakta öyle zorlanıyordu ki histeri nöbetine tutulmuş gibi durduğu yerde sallandığının farkında değildi. Yatıştırmakta zorlandığı bir şeyler – ki bir güve gibi ruhunu yiyip bitiriyordu – derisinin altında uykuya dalmış gibiydi. Yara bere içindeki parmaklarını, gövdesini bütün tutmak için elinden başka bir şey gelmiyormuş gibi sıkıca duvara bastırdı. Dizlerinin üzerindeydi. Onu elinden tutup kaldırabilecek tek kadın, orada olduğundan emin olmak için başını çaresizce vurmaya devam ettiği duvarın ardında, her şeyden habersiz uyuyordu. Yoğun bakım ünitesinde... Saatlerce kesilip biçilen gövdesiyle...

Dilara'yı ondan sadece bir duvar ayırıyordu -inanılır gibi değil.- Adam onun için, çok daha büyük tufanlardan geçip gelmişti, Dilara'nın bakışlarındaki yarayı iyileştirmek için. Gövdesindeki yağmurları dindirip, etini dağlayan çığlıkları susturup, kabuslarını uyutup gelmişti. Bir su gibi yatağında bu yaşına gelene kadar biriktirdiği ne varsa hepsiyle birlikte kadının kıyılarına vurmak, onunla dolup taşmak, kanıp karışmak için, sonunda... Kalbini göğsünde bir yara gibi, Dilara için saklamıştı. Giz, dizine yara olan çocukluğunu getirmişti kadına, beraberinde; üflesin, ruhuna düğüm olan her bir arazı; kanayan yanlarını iyi etsin diye. Zamanlar boyu yürütmüştü; hatta belki, zaman yaratılmadan evvel de. Onun için şimdi aralarındaki bu duvarın, kağıt kuleler kadar dahi hükmü yoktu. Ancak adam, onu kapıya ulaştıracak birkaç adımlık mesafeyi yürürken ömrümün tükenip yiteceğini düşünmeye başlamıştı.

Yalnızca bir duvar... Değil, diye düzeltti kendini içinden. Yalnızca bir duvar değildi. Kadının ciğerleri kanamıştı bir kere; kaburgaları kırılmış, sağ dizi çatlamıştı. Boynunda hafif bir zedelenme olduğunu da söylemişlerdi. Yüzündeki, Giz'in bir dua gibi tutunduğu ellerindeki, kollarındaki, gövdesindeki yaralar da cabasıydı. Aralarında yalnız bir duvar yoktu, hayır. Çok daha fazlası vardı; o kadar çok ki Dilara'yı apansız, ölüme yaklaştırmıştı.

Kadının canının çok yandığını düşünmeye katlanamıyordu. Ellerini başının arasına alarak gözünden akan yaşların tuzu yaralarına değerken canının acıdığını hissettiği sırada "Dilara," diye fısıldadı.

Adamın kısık sesi içinde öyle acı bir feryat taşıyordu ki arşa değse, kuşlar göç yollarını değiştirirdi. Yeryüzünün tüm suları tersten akar, tüm maviler solar, tüm taşlar devrilirdi. Giz şimdiye kadar yaşadıklarıyla ömründen payına düşen kederi aldığını, açık kalan tüm hesapları kapattığını sanıyordu. Oysa ne büyük yanılgıydı! Bundan önceki her şey; bütün o gitmeler, dönmeler, yüzleşmeler, göğsünde koca bir delik açılmasına neden olan gerçekler, yaralar, karalar, tüm o yalnızlıklar canını acıttıysa, hem de en derinden, en içinden, en onulmaz şekilde, bir tane daha kendinden yapmasına aman vermeyecek kadar paramparça, tuz buz, tarumar olmasına neden olacak kadar çok acıttıysa şimdi yaşadığı azabın adı neydi; cehennem miydi?

Yüreği yanıyordu; yüreği, cayır cayır yanıyordu.

Alnını bir kez daha vurduğu duvara yaslarken gözlerini kapatarak yeniden fısıldadı. "No me deja." Gözlerini daha sıkı yumarak ıslak kirpiklerinin iyice birbirine karışmasına neden olurken bir kez daha tekrarladı. "Sakın bırakma beni."

Orada öylece, hiç kıpırdamadan, hatta tam anlamıyla nefes dahi alamadan ne kadar beklediğini bilmiyordu. Kıyamet gibiydi. Omuzları yorgunluğunu belirgin kılmak istercesine düşmüş, omurgası tüm dünya sırtına yüklenmiş gibi duran kambur görüntüsünü tamamlamak için bükülmüştü. Uykusuzluğun etkisiyle küçülen gözlerinin akıtmamak için büyük bir mücadele verdiği yaşlar nedeniyle kavrulduğunu hissediyordu. Saçları karmakarışıktı. Elleri, tırnakları körelmiş bir çift pençe gibi iki yanına düşmüştü. Alnı, hala yoğun bakım ünitesinin duvarına yaslıydı. Nefes alamıyordu ve Dilara da uyanmamıştı. İçeri girip çıkan doktorların yüzündeki endişe her geçen dakika daha belirgin bir hal alıyordu.

Ve Giz'in elinden hiçbir şey gelmiyordu. En kötüsü de buydu. Gözünü dahi kırpmadan tüm ömrünü yollarına sereceği kadın, onu her yanından makinelere bağlayan kabloların içinde ölüm kalım mücadelesi veriyordu ve Giz, kelimeleri bir araya getirmeye dahi güç yetiremediği için dua bile edemiyordu. Elini kalbinin üstüne bastırırken gözlerini kapatarak başını tavana kaldırdı. Mümkünse, Dilara için kendi canından vazgeçmeye razıydı. Belki böylece, varlığı bir anlam bulmuş olurdu. Aldığı nefesin yeterli olmayacağını bilse de havayı içine çekerek "Mi cielo," diye seslendi duvarın ardına. Dilara tarafından duyulmaya ihtiyacı vardı, yoksa sesini kaybedecekti. Sırf bu nedenle aklına gelen ilk şeyi anlatmaya başladı. "Öz her şeyi biliyormuş."

Efsa gerçekten de her şeyi biliyordu. O gün, anne ve babası ile Giz'in konuşmalarına şahit olduğunda onları üzmemek için söylememeye karar verdiği her şeyi anlatmıştı. Tıp fakültesinin birinci sınıfında kan grubunun, anne ve babasından farklı olduğunu fark etmesiyle başlamıştı her şey. Daha doğrusu, Nilda Üstünel'in kan grubunun ona söylediği gibi B grubu olmadığını fark etmesiyle... Zira hem annesinin hem de babasının kan grubu A idi. Bu da, Efsa eğer onların öz kızıysa kan grubunun asla B olamayacağı anlamına geliyordu ancak öyleydi. Yaşadığı şaşkınlığı ve ardı sıra gelen, bu gerçeğin saklanması nedeniyle duyduğu öfkeyi atlattığında işin aslını öğrenmek için bulduğu her ayrıntıyı değerlendirmişti. Nitekim, fazla uzağa gitmesine de gerek kalmamıştı. Doğum tarihi ve yeri aslında her şeyin anahtarıydı. Biraz daha araştırdığında, Sırp askerlerin Bosnalı kadınlara yaptıklarını öğrenmesi zor olmamıştı. Bunu atlatmak – ki hala tam olarak yapabilmiş değildi – ilki kadar kolay olmamıştı. Hakkında doğru bildiği her şey koca bir yalandan ibaretti. Dünyaya nasıl geldiğini bilmek, ruhunda derin bir sarsıntıya neden olmuştu. Ancak sonra Burak – sevgilisi – kıza bambaşka bir kapı açmıştı. Onun gibi dünyaya gelen çocuklarla iletişime geçmesini sağlamıştı. Bu sefer öğrendikleri Efsa'nın kanını dondururken bir yandan da içinde bulunduğu durum için şükretmesini sağlamıştı. Onun gibi, bu zulüm sonucunda doğan erkek çocukları babalarından intikam almak için büyütülen askerler haline gelmişti. Kızların ise çoğunun ise porno filmlerde oynayarak ya da fahişelik yaparak hayatlarını idame ettirdiğini öğrenmişti.

Tüm bunlardan sonra geceler boyu uyuyamamış, yemek yiyememişti ancak bir gerçeğin kafasına dank etmesini sağlamıştı. Eğer Nilda ve Yahya Üstünel onu evlat edinmemiş olsaydı şimdiye ya çoktan ölmüş ya da o kızlardan biri haline gelmiş olurdu. Üstünel çifti onun mucizesi olmuştu. Efsa da bu mucizeye nankörlük etmeyecekti. Yaşananlar elbette son derece ağırdı ancak kız onu seven bir ailede büyüdüğü için bile binlerce kez şükretmesi gerektiğinin farkına varmıştı. Aralarında kan bağından çok daha güçlü bir sevgi vardı.

"Anlatmayı bitirdiğinde gözlerimin içine bakarak sevildiği için bile kendini galaksiler boyu şanslı hissettiğini söyledi," diye fısıldadı Giz. "Sonra da bana hiç sarılmadığı kadar sıkı sarıldı. O an, hayata hiç bu yönden bakmadığını fark ettim, señora." Buruk bir gülümsemeyle başını iki yana salladı. "Bacak kadar veletten hayata dair çok önemli bir ders aldım."

Tam o anda Giz duvarın bu tarafında olduğu için fark edemese de Dilara belirsiz bir hareketle işaret parmağını kıpırdattı. Bilinci ağır ağır açılırken derin bir yorgunlukla kirpiklerini aralamaya uğraştı. Ancak her bir kirpiğine, kırağı düşmüş gibiydi; açılmıyorlardı. Ürkerek de olsa sonunda gözlerini yabancı bir odaya açtı. Kupkuru boğazı, yutkunmayı denediğinde ağzının iklimini bütünüyle değiştirdi. Uyandığını fark ederek yanına gelen hemşire su içmesine yardımcı olduktan sonra doktorlara haber vereceğini söyleyip hızlıca dışarı çıktı. Sonrası, uyuşuk zihni için tam bir karmaşa halini almıştı. Doktor gelip kontrollerini yaptıktan sonra durumu hakkında kısaca bilgi vermiş, odaya çıkmasının uygun olduğunu söylemişti. Odaya geçtiklerinde günlerdir ne kadar yıprandıkları her hallerinden belli olan insanlara bakarken insanları üzmekten nefret ettiğini düşünerek kaşlarının çatılmasına engel olamadı. Herkes buradaydı. Babası, ablası ve Gülnihal'le birlikte Yahya Üstünel, Nilda Üstünel, Efsa, Neslihan, Selim, hatta Murat bile gelmişti. Onu yormayı istemiyorlardı ancak görmeden giderlerse de içleri rahat etmeyecekti.

Dilara, Giz'in yokluğu nedeniyle içinde derin bir sızı hissederken ailesi ve Neslihan dışındaki misafirlerini yatağından gülümseyerek uğurladı. Giz'i birilerine sormak istiyorum ancak alacağı cevaptan korktuğu için şimdilik sessiz kalmayı tercih ediyordu. Elini hafif bir ağrı hissettiği boynuna götürürken yüzünün acı çektiğini belli eden bir ifade almasına engel olamadı. "Kaç gündür uyuyorum?"

Babasının, üzüntüden yuvalarına oturmuş kahverengi gözlerine kaçamak bir bakış attığı sırada hüzünlü sesiyle usulca cevap verdiğini duydu. "Üç gün."

"Peki ne oldu bana?"

"Kaburganda kırık var, sağ dizinde çatlak, bir de boynun incinmiş."

Dilara, adamın sol elinin, daha doğrusu kesilen parmaklarının üzerini kapatan parmaklarını fark ederek dişlerini sıktı. Ağlamak istemiyordu. Dolan gözlerini yere indirerek gürültüyle yutkundu. Ölümden dönmüştü. Babasını affetmek için kaç ölümden dönmesi gerekiyordu? Üstelik hayat bunun için yeterince uzun değildi. Annesini ansızın kaybetmişti. Babasının da arkasından, üzerinde isminin yazdığı bir mezar taşıyla dertleşmeyi; resimlerini, tesbihini, saatini saklamak, gecenin kim bilir kaçında özlem burnunun direğini sızlatırken içli içli sakladıklarını sevmek istemiyordu. Sonuçta o, ne kadar inkar ederse etsin geceleri rüyasında annesini görmek için dua eden, babasına aşık o küçük kız çocuğuydu hala.

Sesinin titrememesi için uğraşırken derin bir nefes alarak "Baba," diye seslendi yavaşça – ki bu kelime, yıllarca sesinden sürülmüştü. Adamın derin bir kederle havalanan gözlerine bakarken gözünden akıp giden bir damla yaşla çocukluk bahanesine sığınarak mütemadiyen üşüyen ellerini öne sürdü. "Ellerim üşüyor."

Sonrasında, babasının ellerinin arasına aldığı ellerine üflediği nefesiyle kendini biraz olsun daha iyi hissettiğini fark ederek gülümsedi. "Kızım, Dilara'm..."

Tam o anda Lalezar elinde telefonla içeri girdi. Gördüğü manzara gözlerinin dolmasına neden olurken toparlanmaya çalışarak gülümsedi. İleriye doğru büyük bir adım atarak bir elini babasının omzuna yerleştirirken diğer eliyle nazikçe Dilara'nın saçlarını geriye itti. "Melike Hanım'ın selamı var, geçmiş olsun demek için aramış."

Melike şu anda Dilara'nın ilgilendiği son şey bile değildi. Aklı hala Giz'deydi. Neden ortalarda görünmüyordu, neredeydi, yoksa adama kötü bir şey olmuştu da ondan mı saklıyorlardı? O zaman Üstünel'lerin geçmiş olsun demek için odasında ne işi olurdu? Bu düşüncelerle bakışlarını odanın içinde gezdirirken "Nesil'le Nihal nerede?"

"Eve yolladım onları," diyerek cevap verdi Lalezar. "Selim Bey götürdü az önce. Ne kadar beyefendi bir adam."

Dilara babasına kaçamak bir bakış atarken utanarak başını öne erdiği sırada sesinden kimi sorduğu fazlasıyla belli olsa da "Herkes gitti mi?" diye sordu mırıldanarak.

"Herkes gitmedi," dedikten sonra bakışlarını gülümseyerek babasına çevirdi kadın. "Haydi gel baba, biz bir bardak çay alalım kendimize."

İkisi önlü arkalı çıkarken sıkıntıyla bakışlarını tavana dikti Dilara. Her bir hücresi, onu perişan etmek istercesine ağrıya teslim olmuş gibiydi. Havada takla atan arabanın içinde, bilinci kapanmadan hemen önce bu kazayı sağ salim atlatamayacağını düşündüğünü hatırlıyordu. Aklına Özgür geldiğinde derince iç geçirdi ancak her nefesinde kırılan kaburgaları iki sivri dış gibi ciğerlerine batıyordu. Acıyla izleyerek başını geriye attı. Bulduğu ilk fırsatta Lale'ye Özgür'ün durumunu sormuş, iyi olduğunu öğrendiğinde rahatlamıştı. Adamın o uyanana kadar hastanede beklediğini, sonrasında ise beklemeden gittiğini de yine Lale'den öğrenmişti. Kapının sesiyle artık Giz'in gelmesinden umudu keserek başını kimin geldiğini görmek için diğer tarafa çevirdi.

"Dila..."

Adamın adını, derin bir nefes alır gibi söyledi Dilara. "Yusuf..."

Yorgun gövdesini sürükleyerek yatağın başındaki sandalyeye oturdu adam. Titreyen ellerini kadına dokunmak için uzattığında incitmekten korktuğu için durakladı. Dilara'yı bu halde görmek ruhunu paramparça ediyordu. Kadının beklentiyle havalandırdığı kaşlarını fark ederek ellerini kavradı. Yüzünü Dilara'nın ellerine yaslarken "Dilara," diye fısıldadı. "Çok korktum. Dilara, ben..." Aceleyle yutkunurken ıslak kirpiklerinin kadının teninde gezindiğinin farkına varmadan devam etti. "Ben seni kaybedeceğim diye çok korktum."

Dilara başını eğmek, yüzünü Giz'in saçlarının arasına gömmek için delice bir istek duyuyordu ancak hafifçe ağrımaya devam eden boynu ve kırılan iki kaburga kemiği nedeniyle kımıldayamıyordu. Çatık kaşlarıyla canı yandığı için içine sesli bir soluk çekerken "Buradayım," diye fısıldadı. "Yanındayım. Hiçbir yere gitmedim."

"Gitme," diyerek aceleyle araya girdi Giz. "Beni bırakıp gitme, señora. Yalvarırım."

Kadın şaşkınca kaşlarını çattı. "Efsa her şeyi biliyor, demedin mi?"

Sessizce onayladı Giz. Hemen ardından kendini Dilara'nın ellerinden kopararak bir elini varla yok arası onun yanağına yasladı. Aradaki mesafeyi kat etmek için kadın herhangi bir hamle yapamadığı için gövdesini öne eğerek bütünüyle Dilara'ya yaklaştı. Kenarında soluk bir yara izinin varlığını belli ettiği dudağını hafifçe Dilara'nın kurumuş dudaklarının köşesine bastırırken duruşunu hiç bozmadan "Dilara," diye mırıldandı. "Bunu söylemek için hiç doğru bir zaman değil, biliyorum ama ben..." Yüzünü araya çok az bir mesafe koymak için geri çekerken doğrudan kadının gözlerine dikti. "Yani ben... Hiç sırası olmadığının da farkındayım. Yeni uyandın." 

"Giz..."

"Evlenelim."

Dilara yanlış duyduğunu sanarak kaşlarını çattı. "Perdón?"

"Vamos a casarnos."*Evlenelim.

"Bunun bir soru olması gerekmiyor muydu?"

Gülümseyerek elini Dilara'nın saçlarına uzattı Giz. Saçlarını geriye iterken yürek titretecek kadar naif bir hareketle dudaklarını kadının şakağına yasladı. "Sana, beni reddetme şansı vermiyorum, señora."

Dilara sonunda adamın söylediklerinde son derece ciddi olduğunu idrak edebildiğinde ne diyeceğini bilemediği için sessizce nefes aldı. Sonunda sürekli, yoğun bakımdan çıkıp evlenme teklifi almıyordu. Dikkatle, ondan bir cevap bekleyen adamın yüzüne baktı. Kesinlikle ehlileştirilebilecek bir adam değildi ancak dünya üzerinde onu Giz kadar sevme ihtimali bulunan bir tane daha adam yoktu. Dilara, adam için ölmeyi bile göze almıştı. Bir imzanın lafı bile olmazdı. Dudaklarını umursamıyormuş gibi yapmaya çalışarak bükerken "İyi, madem," diye cevap verdi.

Giz heyecanla kocaman açtığı gözlerini Dilara'ya kaldırdı. "Significado?" Sesi kulaklarına ulaştığında İspanyolca konuştuğunu fark ederek silkinip tekrar etti. "Yani?"

Dilara yavaşça elini Giz'in elinin üzerine bıraktı. "Evlenelim."

***

Uzun veda, son söze kalsın. Şimdi şu bölümün tadını çıkaralım.♡♡♡ Multimedyada Gripin - Neden Bu Elveda var. Umarım beğenerek okuduğunuz bir bölüm olur.

Sevgilerimle. ^_^

***

Yusuf Giz Üstünel

Dilara Bilgen

Czytaj Dalej

To Też Polubisz

1.7M 73.2K 62
Aile problemleri yüzünden evden kaçmış ve kendi ayakları üzerinde durmaya çalışan, aynı zamanda sinir hastası olan Pare, ucuza gelsin diye ikinci el...
5.7K 747 32
Son gidişimden farksız dönüşümde de etraf sessiz ve karanlıktı.İçimde yine bir hasret türküsü...Dokunsam ağlar,hem de hıçkıra hıçkıra..Soluğumda bir...
1.5M 47.6K 39
Üzerime doğru yürümeye devam etti. Gelip tam karşımda durdu. Gözünü kırpmadan yüzümü inceliyordu. Gözlerini gözlerime dikti. Soru dolu bakışlarla y...
10K 1.1K 10
Sevgili dünlük; Sessizliği ile kulakları sağır eden, bir Vaha'ya vuruldum. -------------------- Sen; Ender rastlanan bir vakâsın Yüreğimin vahasında ...