CEHENNET

By ftmnreker

16.5K 5K 2.9K

"Dünya hem cehennemi, hem cenneti yaşattı bana. İkisini bir arada..." Geçmiş hiçbir zaman geçmemişti aslında... More

Sevimsiz olaylar silsilesi;
Ölümün sevimsizlikleri;
yeni bir başlangıç sorunsalı;
gizemli fotoğraf olayı;
üstü kapalı mevzular;
Kardan adam ve güneş;
Aptal bir tahmin;
sıradan bir gün;
eriyen buzlar;
Bir garip çekim;
karışık bir gün;
birtakım yeni sorunlar;

çocuk ruhlu kardan adam;

764 368 130
By ftmnreker

☁️☁️☁️


Sıla ULUSOY;

"Ha?" dedim Atınç'ın söylediğinin üzerine, boş bulunarak. Ne demek her attığın adımdan haberim olacak? Pardon, sen kimsin?

"Ah, tek seferde anlayamadığını unutmuşum. Bak tekrar ediyorum iyi dinle; en ufak hareketinde bana haber vereceksin, anladın mı?" dedi alaylı bir üslup kullanıp kelimelerin üzerine basa basa.

Kaşlarımı mümkünmüş gibi biraz daha çattım. "Yaptığım hiçbir şeyin hesabını vermeyeceğim, yapacağım hiçbir şey için izin de almayacağım. Kendi başımın çaresine bakarım, sen de kendi işine bak." dedim sinirle. Hayatım boyunca kimseye hesap vermemiştim, vermeye de niyetim yoktu. Hele Atınç'a, asla!

O sırada Kerim ağabey meseleye el atıp; "Atınç haklı, Sıla." diyerek beni cinnetin kıyısına sürükledi. "Sinem normal bir kadın değil."

"Ben de pek normal sayılmam ağabey, tartışmayalım."

Atınç sinirle sıktığı dişlerinin arasından bir nefes bıraktı dışarıya. "Bir kere de kolaylık sağlamayı dene, sürekli zorluk çıkarmaktan yanasın. Sinir bozuyorsun." dedi öfkeyle. Sinir bozucu mu dedi o bana? Beni saçma sapan olayların içine çekip sonrasında sinir bozucu olanın ben olduğumu mu söylüyordu gerçekten? Cevap vermeyip bakışlarımı tavana çıkardım.

"Bu konuyu Atınç ile aranızda halledin, sonuç olumlu olsun." dedi Kerim ağabey bana bakarak.

Sinirle iç geçirdim. "Sonuç belli." dedim kendimden emin bir şekilde. "Çocuk değilim ve haliyle kimsenin gölgesine ihtiyacım yok." Bir şey söylemelerine fırsat vermeden arkamı dönerek odayı terk ettim. Atınç ve beni korumak mı? Ha ha ha! Yerime geçip kimseyle iletişim kurmadan işime yoğunlaştım. Mete de yüzüme bakınca sinirimi anlamış olacak ki, ben yokmuşum gibi davranarak işine devam etti. Gece ilerlerken Kerim ağabey bardan ayrıldı. Bana öfke dolu bir bakış atarak sinir sistemimi alt üst ettikten sonra... Biraz olsun sinirimin geçmesini bekledim ama azalmıyordu bile. Beni tüm bu saçmalığın ortasına yerleştiren Atınç olmasına rağmen, suçlu ben olmuştum. Bir de her şeyi mahvedip sonrasında beni korumak istemesi yok mu? Çıldırmamak elde değildi.

Nihayet geceyi sonlandırıp çıkacağımız sırada, Mete yüzüme doğru eğilip; "Beraber kahvaltı etsek mi?" diye sordu olabildiğince sevimli haliyle. Ufak bir şaşkınlıktan sonra, "Neden olmasın?" diyerek onayladım teklifini. "Kaçta?"

Kol saatine baktıktan sonra, "On uygun mudur?" diye sordu. Başımla onayladım. Telefonumu alıp kendisine çağrı attıktan sonra kısaca veda edip yanımdan ayrıldı. Hemen ardından Sude yanımda bitiverdi. İkimiz de üzerimize montlarımızı giyip mekandan ayrılırken kafamın içi karman çormandı.

"Hadi anlat." dedi Sude yanımda sabırsızlıkla kıvranırken. Olan biten her şeyi bir bir anlattım. Bir süre tepki vermedi. Sonra, "Hiç kimse bir şey yapamaz sana." dedi sinirle. "Kimseye ihtiyacın da yok. Biz bize yeteriz."

Başımı salladım. Biz bize hep yetmiştik, hep yeterdik. Benim bu dünya üzerinde kimseye ihtiyacım olmamıştı, Sude dışında. Tek başına büyüyen bir kız çocuğu, ayakta durmak için kimseden yardım beklemezdi.

Eve girince ikimiz de direkt olarak odalara ayrıldık. Küçük balkonumda bir sigara içtikten sonra üzerimi değiştirip yatağıma geçtim. Yorgunluğun ve gerginliğin etkisi ile kısa sürede uykuya dalacak kıvama gelmiştim ki, telefonuma gelen mesajın sesi ile irkilerek açtım gözlerimi. Sinirle telefona uzanıp gelen mesajı açtım.

Kimden: 0542*******

"Balkon kapısını kapat."

Bu neydi şimdi? Kimdi bu numaranın sahibi? Yataktan çıkıp balkon kapısını kontrol ettim. Açıktı. Dışarıya göz gezdirdim ama etrafta kimse yoktu. Balkon kapısını kapatıp kilitlediğimden emin olduktan sonra yeniden yatağıma döndüm. Ve bir mesaj sesi daha. Hızla açtım gelen mesajı.

Kimden: 0542*******

"Aferin sana."

Anlamsız bakışlarım bilmediğim numaradan gelen mesajda oyalandı bir süre. Sonra mesaj atmaya karar verdim. En azından şansımı denemeliydim.

Kime: 0542*******

"Kimsin?"

Ve gönder! Telefonu yatağın üzerine bırakıp beklemeye başladım. Saniyeler içinde beklediğim mesajın bildirim sesi doldurdu kulaklarımı.

Kimden: 0542*******

"Kim olmamı istersin?"

Neydi bu, kamera şakası falan mı? Bir süre düşündüm kim olabileceğini. Hayatımda gizemli olmayan tek bir olay bile olmadığı için, seçeneklerim boldu. Bay R olabilirdi mesela, ya da siyah takım elbiseli adam... Ya da Mete! Evet, Mete olabilirdi. Numaramı ona vermiştim, değil mi?

Kime: 0542*******

"Mete?"

Cevap bekledim. Mete ise, neden sapık gibi evimi izlediğini uzun bir şekilde tartışmamız gerekecekti. Değilse, kendi kendime daha uzun bir süre tartışmam gerekecekti.

Kimden: 0542*******

"Uyu."

Kime: 0542*******

"Kim olduğunu bilmek istiyorum?"

Kısa, net ve net olduğu kadar belirsiz cevaplar. Mete'nin verebileceği cevaplara benzemiyordu. Mete, daha sıcak, daha uzun cevaplar verirdi sanki. O zaman, kimdi?

Kimden: 0542*******

"Mete olmamı isterdin... Değilim. Şimdi uyu."

Mete değildi, emin olmuştum. Kim olduğunu söylemeye niyeti yoktu. Cevap yazmadım. Dediği gibi yapıp telefonumu bıraktım ve kendimi uykunun huzurlu kollarına teslim ettim.

Gözlerimi, istikrarla çalmaya devam eden alarm sesi ile açtım. Saat dokuzdu. Alarmı kapatıp zor da olsa yataktan çıktım. Gözlerimi açamıyordum ama buna rağmen, etrafa çarpa çarpa banyoya girdim. Oldukça geç bir saatte uyuduğum için göz altlarım uykusuzluğumun sinyalini verircesine morarmıştı. Yüzümü buruşturdum. Berbat görünüyordum. Aynadan bakışlarımı ayırıp üzerimdekilerden kurtuldum. Kısa bir duşun ardından rastgele birkaç parçayı birleştirip üzerime giyinerek Sude'nin odasına gittim.

"Sude." dedim yüksek bir ses ile. "Hımm?" diye mırıldanırken gözleri kapalıydı. Dün gece ona Mete ile çıkacağımı söylemiştim ama yine de hatırlatmak istedim. "Ben çıkıyorum." dedim yine yüksek bir ses ile. Tepki vermedi. Ben de daha fazla ısrar etmeden odadan çıktım.

Cebimde çalmakta olan telefonumu çıkarıp bilmediğim numaradan gelen çağrıyı yanıtladım. "Sıla?" dedi Mete oldukça neşeli çıkan sesi ile. Sabah sabah bu kadar enerjik olması şaşırmama neden olmuştu. Aynı saatte işten çıkmıştık ve ben uykusuzluktan ölürken Mete'nin sesi, yıllardır uyuduğu uykusundan uyanalı birkaç saat olmuş gibi bir enerji taşıyordu.

"Günaydın." derken gülümsemiştim. Sesime yansıyıp yansımadığını bilmiyorum.

"Evini bilmediğim için gelemiyorum, adres verirsen gelip alacağım seni." dedi. Güldüm, "Gerek yok. Sen bana konum at, ben gelirim." dedim.

Adresi navigasyona kaydedip evden ayrıldım. Navigasyonum yardımı ile bulduğum kahvaltı salonuna vakit kaybetmeden girdim. Arka taraflarda oturan Mete, beni görünce hemen ayağa kalktı. Onun yüzündeki gülümsemeye karşılık, ben de yüzüme aceleyle bir tebessüm yerleştirdim. Yanına ulaştığımda sandalyemi çekti ve kibar bir şekilde gülümsedi. Nedenini bilmediğim bir şekilde yakındı bana. İyi bir çocuğa benziyordu, beni tedirgin etmiyordu. Masaya gelen garsona siparişlerimizi verdikten sonra Mete bana dönüp; "Ee, anlatsana bir şeyler." dedi gülerek.

"Ne anlatayım, ne bilmek istiyorsun?" diye sordum ben de, gülüşüne karşılık vererek.

"Bilmem." dedi, "Seninle ilk geldiğin günden beri konuşmak istiyordum. Tuhaf bir elektrik aldım senden, yanlış anlama bunu kötü bir amaçla söylemiyorum. Sadece, iyi iki arkadaş olabileceğimizi düşündüm."

Açıklamasını tebessüm ederek dinledim. "Aynı şey benim için de geçerli." dedim sadece. O sırada siparişlerimiz geldi. Bir yandan yemeğimizi yiyor, bir yandan da sohbet ediyorduk.

"Bir şey soracağım kızmazsan." dedi çekingen bir tavır ile. Başımı aşağı yukarı ağır hareketlerle salladığımda, çekinerek devam etti. "Atınç Bey ile aranda bir şey mi var?"

Sorusu ağzımda yuvarlanan zeytinin boğazıma kaçmasına neden oldu. Öksürmekten ciğerim dışarıya fırlayıp masaya yapışacaktı neredeyse! Sonunda öksürme eylemim son bulduğunda dudaklarımı araladım. "Bunu nereden çıkardın?"

Omuz silkti. "Bana öyle geldi herhalde." dedi yeniden gülümseyerek. Başımı salladım ama enerjim düşmüştü. Ne yapmıştım? Hangi hareketim böyle düşündürüyordu insanlara? Adam ile aramdaki soğuk hava dalgasını bir tek ben mi fark edebiliyordum gerçekten?

Kahvaltımız bitmek üzereyken masanın üzerinde duran telefonum mesaj bildirim sesi ile eş zamanlı olarak titredi. Telefonu yavaşça elime alıp gelen mesajı açtım.

Kimden: 0542*******

"Gereksiz oyalanıyorsun. Kalk o masadan."

Gelen mesaja ayrı, gönderen numaraya ayrı göz devirdim. Gizemli bir sapığım vardı, tek eksiğim oymuş gibi. Cevap yazma gereksiniminde bulunmadan, telefonu eski yerine tekrar koydum. Ama saniyesinde ikinci bir mesaj sesi duyuldu.

Kimden: 0542*******

"O masadan kalkmadığın her saniye, karşındaki çocuğun zararına olur."

Açık açık tehdit mesajı almıştım. Önce yok sayıp sohbetime devam etmeyi düşündüm ama hayatımı göz önüne getirince risk almamak daha mantıklı gelmişti. Çevremde blöf yapacak kimse yoktu. Hayatıma giren herkes dediğini yapan tiplerdi. Benim yüzümden Mete'nin zarar görmesini asla istemiyordum.

"Bir sorun mu var?" diye sordu Mete endişe ile.

Anında yüzüme bir tebessüm yapıştırıp; "Yok." dedim. "Ama artık gitmem gerek."

Pek inanmış gibi durmuyordu. "Bir sorun olmadığına emin misin?" diye sordu tekrar.

Başımla onayladım. "Merak etme." dedim gülümseyerek. "Hiçbir problem yok. Akşam görüşürüz." Acele ile kahvaltı için teşekkür de edip ayrıldım yanından. Kahvaltı salonundan çıkar çıkmaz etrafımı dikkatle taradım. Şüphelenebileceğim kimseyi göremedim etrafta. Adımlarımı olabildiğince hızlandırıp eve doğru yürüdüm. Yürüdükçe uzuyordu sanki yol. Bir türlü bitmiyordu. Bedenimi saran merak ve öfke duygularına, şimdi bir de korku eklenmişti. Birileri tarafından takip edilmek korkutucuydu.

Nihayet eve geldiğimde, Sude mutfaktaki minik masanın etrafındaki sandalyelerden birine oturmuş kahve içiyordu. "Bir sorunum var." dedim üzerimden montumu sıyırıp askılığa asarken. Gözleri merakla aralanıp gözlerimi bulurken; "Ne oldu?" diye sordu.

Hemen kendime bir kahve yapıp Sude'nin oturduğu sandalyenin karşısındaki boş sandalyeye yerleştim. "Sanırım bir sapığım var." dedim yüzümü buruşturarak.

"O ne demek be? Biri bir şey mi yapmaya çalıştı sana?" dedi anında dikleşerek. Hemen reddettim kafamı iki yana sallayarak. Sonrasında ise gizemli numaradan gelen bütün mesajları açıp okuttum Sude'ye.

"Ben sana bir şey söyleyeyim mi?" dedi sırıtarak. Yüzünde oluşan bu sinsi gülüşü hiç sevmiyordum.

"İçimden bir ses, söyleyeceğin şeyin hiç hoşuma gitmeyeceğini söylüyor." dedim kaşlarımı çatarak.

Yüzündeki o sinsi gülümseme büyüyerek tüm yüzüne yayılırken yerimde huzursuz bir şekilde kıpırdandım. "Bu Atınç."

Gözlerim neredeyse yuvalarından fırlayacaktı. "Saçmalama Sude!" dedim yüksek çıkmasını engelleyemediğim sesim ile. "Yani gerçekten... Saçmalama."

Birden ciddileşti. "Her iddiasına varım." dedi oldukça emin çıkan sesi ile. "Bu numara Atınç'a ait. Ve ben de Sude isem, bu adam sana inceden yanık."

Koca bir, "Hassiktir!" çektim söylediğine. "Daha neler." Sude'yi psikoloğa götürmeyi düşündüm o an. İyi değildi. İyi olsa, böyle mantıksız bir cümle sarf etmezdi. Ciddiyim, Sude'nin şizofren olduğunu düşündüm. Yüzde doksan sekiz ihtimal ile. Daha fazla bu saçmalıkları dinlemek istemediğim için kalkıp merdivenlere yöneldim.

"Ben demiştim diyeceğim, göreceksin." dedi arkamdan bağırarak. Ellerimi kulaklarıma bastırıp odama attım kendimi. Sude'nin doğrudan bilinçaltıma işleyen cümlelerini düşünmemeye çalıştım. Başarılı olamadım. Kafamı hızla iki yana sallayıp kurtuldum zihnime üşüşen düşüncelerden. Her ne kadar saçma olduğunu söylesem de, ne kadar inanmasam da, içten içe Sude'nin hislerinin kuvvetine güveniyordum. Bu da, beynime şüphe tohumlarını serpiştirmişti. Telefonumu elime aldım, mesaj kutusuna girip tedirgin bir şekilde parmaklarımı gezdirdim harflerin üzerinde.

Yazdım, sildim. Yazdım, sildim. Sonunda kendime yenilip yolladım yazdığım mesajı.

Kime: 0542*******

"Çocuk ruhlu bir kardan adam..."

Bir süre bekledim ama mesaj gelmedi. Aramayı düşündüm, düşündüğüm an vazgeçtim. Ne kadar mantıksız hareket ettiğimi fark edip kendime küfür ettiğim sırada, Sude birden odaya giriş yaptı. "Kalk, gidip kendimize bilgisayar ve film alalım, sıkıntıdan patlamak üzereyim."

Haklıydı. Televizyonumuz da olmadığı için gün boyu amaçsız bir şekilde oturuyorduk. Sıkıntıdan ölecek raddeye geldiğimiz sırada ise işe gitme zamanımız geliyordu. Onu onayladığımda, vakit kaybetmeden kendimize çeki düzen verip evden çıktık. Sokağa attığım ilk adımda, beklediğim mesajın sesi kulaklarıma ulaştı.

Kimden: 0542*******

"Sandığım kadar aptal değilmişsin."

Kaşlarımı çatıp mesaj ekranından çıktım. Numarayı, 'Kardan Adam' olarak rehberime kaydedip telefonu cebime sıkıştırdım. Atınç'tı. Sude yine ve yine haklı çıkmıştı. Kafamda dönen düşünceleri savurarak derin bir nefes aldım. Numaramı nereden bulmuştu? Neden böyle bir şey yapmıştı? Ve Sude bunu nasıl anlamıştı? Aldığım nefesi sıkıntıyla dışarı üfleyip yürümeye devam ettim.

Elimizde yeteri kadar nakit para olmadığı için taksit ile aldığımız bilgisayar ve birçok farklı tür film ile eve döndük. Eve girer girmez Sude, mısır patlatmak için mutfağa giderken ben de ikili koltuğa kendimi atıp telefonumu çıkardım.

Kime: Kardan Adam

"Bir sapık, hayatımda isteyeceğim son şey bile değil."

Çok geçmedi. Yalnızca, bilgisayarı açıp filmi takana kadar sessiz kaldı telefonum. Ardından gelen mesajı beklemeden açtım.

Kimden: Kardan Adam

"Senin sapığın olmak hayatta isteyeceğim son şey bile değil."

Gözlerimi devirdim. Kurduğu cümleler ve yaptığı eylemler arasında koca bir çelişki vardı. Kendiyle çelişiyordu ama söylesem bunu da kabul etmezdi. Gözlerimi kıstım ve bir yandan stresle dudaklarımı kemirirken diğer yandan hızlı hızlı parmaklarımı oynattım.

Kime: Kardan Adam

"Ne halt etmeye beni röntgenliyorsun o zaman?"

Mesajı yolladıktan sonra, 'çalışanımsın neticede.' gibi bir cevap bekledim. Her köşeye sıkıştığında verdiği yanıt bu oluyordu çünkü. Ne alaka ise. Cevabından kaçtığı soruların üzerini böyle kapatıyordu. Belki de, o cevaplardan benim de kaçmam gerekiyordu ama ben inatla üstüne gitmekten yanaydım hep.

Kimden: Kardan Adam

"Sadece Sinem olayında başını belaya sokmadığımdan emin olmak istiyorum."

Kime: Kardan Adam

"Gölgene ihtiyacım olmadığını söylemiştim, düş yakamdan."

Liseli kızlar gibi oturmuş, takır takır Atınç ile mesajlaşıyordum. Bir de acayip bir hırsla yazıyordum her kelimeyi. Sanki devlet meselesi çözmem gerekiyordu da, ona yoğunlaşmışım gibi bir halim vardı. Kendi kendime göz devirip gelen mesajın bildirimi üzerine dokunum yavaşça.

Kimden: Kardan Adam

"Gölgemden kaçıyorsun ama dallarıma tutunmak zorunda kalacaksın."

Mesajı okuduktan sonra, kaşlarım refleks olarak çatılmıştı. Hemen ardından kaşlarımı usulca havalandırıp; "Canın cehenneme." şeklinde yanıtladım mesajını.

Sude, elinde mısır tabakları ile odaya girip doğruca yanımda bırakmış olduğum boşluğa yerleşti. Telefonumu sessize alıp ters çevirdikten sonra filmi başlattım. Sude'ye henüz haklı çıktığını söylememiştim. İmalı bakışlarına maruz kalmaya hazır değildim. Hazır olacağımdan da emin değildim.

Filmin sonuna kadar aklım telefondaydı ama elime almamayı başarmıştım. Bu çok saçmaydı. Aşırı derecede saçma bir durumdu. On beş yaşında değildim. Bu kadar heyecan ve merakla mesaj bekliyor olmam normal değildi. Mesaj beklediğim kişi Atınç ise hiç normal değildi.

Film bittiğinde saat henüz altıydı. Biraz uyuyarak zaman öldürebilirdim, değil mi? Daha çok zamanımız vardı ve ben fena halde uykusuzdum. Ben ağır hareketler ile odama çıkarken Sude de yürüyüş yapmak için dışarı çıkacağını söyledi. Telefonuma baktığımda mesaj olmadığını görüp anlamsız bir hayal kırıklığı yaşadım. Sonra bunun için kendime kızdım. Hayal kurmamıştım. Bir beklentim yoktu, asla da olmayacaktı. Hayal kırıklığı yaşamam komikti. Düşüncelerimin içinden çıkmak için oldukça derin bir nefes alıp yatağıma girdim.

**

"Seninle cehenneme bile seve seve giderim, biliyorsun." dedim huzurlu bir tebessüm ile bakarken yüzüne. Eğilip bir öpücük kondurdu burnumun ucuna usulca. "Özür dilerim." dedi sonra gözlerini kaçırarak. Anlam veremedim. "Neden özür diliyorsun?" Cevap vermedi. Küçük elimi hapsetti avucunun içine. Sessizce yürüdük sessiz gecenin karanlığında, sessizliğe eşlik ederek. Beni getirdiği yere bakınca ürperdiğimi hissettim. Neden gelmiştik buraya? Burası neresiydi? Burada ne işimiz vardı?

**

"Özür dilerim." dedi, "Buna mecburum, özür dilerim." Bana bunu yapacağına inanmıyordum. İnanmak istemiyordum. İlk defa arkasını döndü bana. İlk defa içimin acıdığını hissettim. Korku, çaresizlik, pişmanlık... İlk defa bütün duyguları bu kadar net hissettim. "Yapma." dedim arkasından, "Beni bırakma." Yalvardım. Bağırdım sesim kısılana kadar, hıçkırıklarım boş evin duvarlarını inletirken umutla bekledim geri dönmesini. Dönmedi...

**

"Burada hiçbir şey olmadı, git." dedi kar maskesinin ardından fısıltı halinde çıkan sesi ile. Korkudan devre dışı kalan beynim, olanları algılamakta güçlük çekiyordu. "Kalk hadi, git ve kimseye bu geceden bahsetme."

**

Sıçrayarak uyandım uykumdan. Hayat, ölümüne kaçtığım geçmişimi ısıtıp ısıtıp önüme sunacak kadar acımasızdı. Kurtulmak için çabaladıkça daha da dibe çeken bir bataklıktan farksızdı benim için hayat. Unutmak istediğim tüm yaşanmışlıkları, her gece yeniden yaşamak beni yıpratıyordu. Geçmişimden kurtulmanın tek yolu geçmişim ile yüzleşmek miydi? Yüzleşecektim. Cehennemime ortak olan o kar maskeli adamdan başlayarak...

Koray'dan başlayarak...

☁️☁️☁️



Continue Reading

You'll Also Like

BERDEL By Ayan Bela

General Fiction

73.9K 2.1K 85
{Önemli bir duyuru paylaşmak istiyorum. Kitabım yetişkinler içindir. 18 yaşın altındakilere önermiyoruz..} Sevgili dostlar.. BERDEL Hikayesi herkesi...
202K 10.2K 49
Klâsik gerçek aile kurgusuna benzer ama daha olası bir kurgudur; Kızımız eski ailesinden gördüğü baskılar sonucu 18 yaşında ayrı bir eve taşınır ora...
208K 19.4K 32
Geçen yıllar yaşanılan her şeyi unutturur muydu? Akan giden zaman, aradan geçen onca gün birbirini seven iki kişinin içindeki aşkı bitirir miydi? Y...
3.3M 165K 18
Maça Kızı 8 serisinin devam bölümlerini içermektedir.