Şebefruz

由 bytubi

6.9M 240K 44.1K

Ezra Erdem, karanlığın adamı değildi. O tam olarak karanlığın kendisiydi. Bizim hikayemiz toz pembe değil, gr... 更多

TANITIM
ÖNSÖZ
1.Bölüm
2.Bölüm
3.Bölüm
4.Bölüm
5.Bölüm
6.Bölüm
7.Bölüm
8.Bölüm
9.Bölüm
10.Bölüm
11.Bölüm / İyi Bayramlar
12. Bölüm
13. Bölüm
14.Bölüm
15.Bölüm
16.Bölüm
17.Bölüm
18.Bölüm
19.Bölüm
20.Bölüm
21.Bölüm
22.Bölüm
23.Bölüm
24.Bölüm
25.Bölüm / Part I
25.Bölüm // Part II
26.Bölüm
27.Bölüm
28.Bölüm
29.Bölüm
30.Bölüm
31.Bölüm
32.Bölüm
33.Bölüm
34.Bölüm
36.Bölüm
37.Bölüm
38.Bölüm
39.Bölüm
40.Bölüm
41.Bölüm
42.Bölüm
43.Bölüm
44.Bölüm Final
Son söz ve teşekkür
Özel Bölüm

35.Bölüm

125K 3.5K 1.3K
由 bytubi

A deyyo aa deyyo falan filan naber millet ! Ben geldim hem de efso bölümle ! Bu bölüm kadar yazarken zorlandığım bir bölüm daha hatırlamıyorum. Bugün tatile çıkıyorum, bir hafta yokum. Bölüm geç geldi biliyorum ama upuzun oldu bence affedebilirsiniz beni. Hey Afyonda olan var mı ? Bir eylülde orada olacağım ! Neyse sizlere iyi okumalar ! Bu arada söylemek istiyorum ; ben Final demeden final olmayacak arkadaşlar. Lütfen kitap final mi vs. Yorumlarını atmayın ❤️😍
Multi / Ezra Erdem
Bölüm şarkısı / Can Kazaz - Biraz
Dipnot // bölüm 7123 kelimedir.
-------------------------------------------------
Ezra Erdem

Önümdeki dosyalara sinirle bakıp, derin bir nefes verirken geriye yaslandım. Bazen gerçekten 'başarılı iş adamı' tarafımdan çok 'belalı mafya' tarafımı daha çok seviyordum. Hiç olmazsa 'mafyacılık' oynarken sinir olup, strese girmiyordum. Vurup kırınca hesabını sorabilecek kimse yoktu.

Yüzümü sıvazlarken keşke şu kapı açılsa da Şebefruzum içeri girse diye düşünürken, telefon çalmıştı. Arayanın şu an en ihtiyacım olan kişi olduğunu görünce gülümseyerek telefonu açtım.

"Alo-"

"A-alo Ezra bey, eve silahı saldırı yapıldı. Hemen buraya gelm-" Edanın telaşlı sesi bir anda kesilip, büyük bir gürültü doldu kulağıma.

"Alo ! Eda ! Orada mısınız !" Haykırışlarıma sadece, telefondan gelen 'dıt dıt' sesleri yanıt vermiştim.

"Sikeyim !" Telefonu cebime atıp koşarak odamdan çıktım. Asansörün gelmesini beklemeden merdivenlere yöneldim. Herkesin tuhaf bakışları altında şirketten çıktım. Ayhan nefes nefese yanıma gelirken, konuşmasına fırsat vermeden bağırdım,

"Biliyorum ! Biliyorum ! Arabayı getirin çabuk !"

"Araba hazır !" Hızla arabaya binip gazı sonuna kadar kökledim. Ayhan eve takviye korumaların gönderilmesi için telefonda birilerine bağırıyordu. Fakat şu an benim tek düşündüğüm Hira'ydı. Eğer ona bir şey olursa andım olsun ki İstanbulu yakardım. O hayatıma girdikten sonra olabildiğince uzak kalmaya çalışmıştım bu işlerden. Ama eğer onun tek bir saç teline zarar gelirse o zaman her şey karanlığa gömülürdü.

Yarım saatlik yolu on dakikaya indirmeyi başarmış, son gazla arabayı evin bahçesine sokmuştum. Arabadan inip eve koşarken onu gördüm. Karanlığımın ışığı, güneşim yere çökmüş öylece yere bakıyordu. Dudağının kenarından akan kanı görmemle, kanın beynime sıçradığını gözlerimden nefretin aktığını hissedebiliyordum. Fakat şimdi bu hislere daha ağır basan bir his vardı ki ; o da korku ve rahatlamaydı. Korkuyordum çünkü; büyük bir şoka girmişti. Rahatlamıştım çünkü; şu am karşımdaydı. Büyük bir hasar almadan karşımdaydı.

Hızlı adımlarla yanına gidip, yere çöktüm. Zayıf bedenini kollarım arasında aldığımda tepki vermemişti.

"Su getirin !" Bağırışımla korumalar telaşlanıp hareketlendiler. Fakat kollarımdaki kadın halen tepkisizdi. Geri çekilip kollarından tutarak, bedenini hafifçe sarstım.

"Hira ! Kendine gel ! Bak karşındayım ! İyisin !" Bakışları yerden kalkmazken, sarsmalarım bile etkisiz kalmıştı. Ellerimi yüzüne çıkarıp avuçladım. Gözlerini gözlerime bakmaya zorlayarak,bana odaklanmasını sağlamaya çalıştım. Fakat bakışlar o kadar boştu ki, korkumu körüklemeye yetmişti.

"Hira ! Benim Ezra !" Gözlerime uzun bir süre baktı. Daha sonra alt dudağı usulca titredi. Kaşları çatıldı. Gözleri dolup, irisleri titredi.

"Götürdüler..." Sesi o kadar kısıktı ki, bu kadar yakın olmasak kesinlikle duyamazdım. Söylediğine kaşlarımı çattım.

"Kimi götürdüler ?" Sorumu duymazlıktan gelip, aklına bir şey yeni gelmişcesine hızla etrafa bakındı.

"Gitti ! Götürdüler ! Bir şey yapamadım !" Sesi artık daha güçlü ve yüksek çıkıyordu. Fakat ben daha ne olduğunu, neyden bahsettiğini anlamamıştım. Oturduğu yerden sarsakça kalktı. Şokun etkisini üzerinden atlatmış, bu seferde panik atak geçirir gibi titremeye ve sağa sola bakınmaya başlamıştı. Kollarını yakaladığımda, çırpınıp kollarımdan çıkmaya çalıştı.

"Bırak ! Benim yüzümden ! Benim yüzümden !" Boğazı parçalanırcasına bağırmış, tüm bahçeyi inletmişti. Hızla Ayhana bakınmaya başladığımda evden koşar adımlarla çıkıp yanıma geldi. Sinirim ve öfkem damarlarımı yakıyordu. Burada ne olup bittiyse öğrenmem gerekti.

"Ezra, Edayı kaçırmış şerefsizler !" Kaşlarım anında çatılırken, olanları anlamaya çalışıyordum. Eda ne alakaydı ki ?

"Benim yüzümden ! Götürdüler onu ! Bir şey yapamadım ! Durduramadım !" Hira yeni bir şoka girerken kendi kendine fısıldayıp ağlamaya başlamıştı. Hızla kucağıma alıp eve doğru yürümeye başladım.

"Ayhan çabuk doktor çağır !" Eve girdiğimde tüm hizmetlilerin salonda ağlaştıklarını gördüm. Hira ile ilgilendikten sonra onlarla konuşmaya karar verip, odama çıktım. Hirayı yatağıma yatırdıktan sonra yanına oturdum.

"Hira sakin ol. Yanındayım, güvendesin. Şimdi bana olanları anlat. Hadi sevgilim, hadi Şebefruzum !" Boş boş karşı duvara bakıyordu. Dudakları titrediğinde yine ağlayacağını düşünürken,

"Birlikte... Odamdaydık. H-her... Şey bir... anda oldu." Dedi. "O ad-damlar odaya girdi... E-eda b...beni korumak için, k-kendini b-ben olarak g-ggösterdi. G-götürdüler E-ezra... B-ir ş...şey yapamadım..." Titreyen sesi ile kelimeleri zorlukla çıkarırken, tüm dikkatimi söylediklerine verdim.

Hira yerine Edayı kaçırmışlardı ! Lanet olsun.

Sıkıntılı bir nefes verip Hiranın saçlarını okşadım ama titremesi durmuyordu. Dakikalar sonra odanın kapısı tıklanmadan açılmıştı. Girenin kim olduğuna baktığımda Oktay telaşla yatağa yanaştı. Ardından Ayhan, Sedat ve Kenan girmişti. Hepsi sıkıntılı ve endişeli bir şekilde önce bana daha sonra Hiraya baktılar.

Oktay siyah çantasından önce tansiyon aleti çıkarıp, Hiranın tansiyonunu ölçtü. Daha sonra bir şırınga çıkardığında bileğine yapıştım.

"Sakinleştirici. Merak etme, biraz dinlenmeye ihtiyacı var." Bileğini bıraktım. Hiraya ilacı enjekte ettikten kısa süre sonra Hira uykuya dalmıştı. Üzerini örtüp, anlını öptükten sonra herkesle birlikte bende odadan çıktım.

Soluğu salonda aldığımda sinirden gözüm dönmüştü. Bunu yapan şerefsizlere, kim olduğumu kanıtlamam gerekiyordu.

"Ne olduğunu biriniz hemen anlatsın !" Fatma abla göz yaşlarını tülbentine silerek bana baktı. Yıllardır evimde çalışırdı. Neyi sevip sevmediğime dair çoğu şeyimi bilirdi. Evim düzenini o sağlardı. Benim ona saygımın sonsuz olduğu gibi onun da bana saygısı sonsuzdu.

"Oğlum ne olduğu biz de anlayamadık. Bir anda silah seslerini duyduk. Hepimizi mutfaktan çıkarıp salona getirdiler. Kafamıza silah dayadılar. Bir kaç kişide yukarı kata çıkmıştı. Yukarıda ne olduğunu anlayamadan bağırış sesleri geldi. Ardından adamlar Edanın kollarına girmiş, Edayı götürüyorlardı. Hira hanımda koşarak peşlerinden gitti. Daha sonra hepsi def olup gittiler."

Damarlarımda kan değil, kesinlikle zehir akıyordu şu an. Zira tüm vücudumun yanmasının başka bir açıklaması olamazdı. Beynimde canlanan canice görüntülerle sırıtmadan edemedim. Hızlıca yerimde kalkıp salonun çıkışına ilerlerken, peşimden gelen Ayhana döndüm.

"Evin etrafına bulabildiğin ne kadar adam varsa yerleştir. Sedat, sende Suyu ara, gelip Hira ile ilgilensin. Oktay sen de burada kalıyorsun." Hepsi başı ile beni onayladıktan sonra evden çıktım. Ayhan ve Sedat talimatlarımı yerine getirirken arabalara bindik.

***
Yumruğumu yeniden karşımdaki yüze indirirken, saatlerdir dövdüğüm adam sayısını unutmuştum. Ellerimin üzeri ve gömleğim kanlar içinde bile olsa, içimdeki kin, nefret ve hırs asla sönmemişti.

"Patronun olacak o it nerede lan ! Edayı nerede tutuyorlar !" Bir yumruk daha indirdiğimde adam bayılmıştı. Ayhan gelip kolumu kavradı.

"Ezra bırak öldüreceksin !"

"Gebersin orospu çocuğu !" Yerde yatan adama bir tekme savurduğumda Ayhanın telefonu çalmıştı. Onu umursamadan yerdeki adamlara tekmelerimi geçirdim. Neredeyse dört saattir Edayı ve bunu yapan şerefsizleri arıyorduk. Emiri veren Bahri itiydi. Dört bir yana saldığım haberler kulağına ulaşmış olmalı ki, tabanları yağlamıştı.

"Ezra ! Kenan ile Sedat Edanın nerede olduğunu bulmuşlar." Tekmelediğim adamlara son kez baktıktan sonra, kafamı sallayarak depodan çıktım. Üzerimdeki ilk iç düğmesi açık gömleğe bir düğme daha ekledim. Arabaya bindikten sonra hızla Kenanın attığı adrese ilerledik.

İçimdeki öfke ve nefret kalbimin üzerine karanlık bir sis bulutu gibi çökmüştü. Her ne kadar aklımdaki canilikleri sonlandırmak istesemde, bunu başaramıyordum. Yer altında işkencelerimle ünlü biriydim. Her ne kadar Hirayı yanıma aldıktan sonra kendimi olabildiğince bu işlerden uzak tutmaya çalışsamda bu pek mümkün olamamıştı.

Araba durduğunda ışık hızı ile indim. İstanbulun dışında çıktığımızın farkındaydım. Boş bir araziliğin ortasına yapılmış, terkedilmiş bir deponun önündeydik. Kapıda adamları ile bekleyen Sedat ve Kenana ilerledim hızlı adımlarla. Depoya gireceğim sırada koluma yapışan Kenana baktım tüm hiddetimle. Yüzünde ki ifadeyi görünce iyi şeyler olmadığını anladım.

"Ne oldu !" Bağırışım ese rüzgarın uğultusuna karışıp kararmaya yüz tutmuş gökyüzüne dağıldı. Sükunetin esir aldığı çığlıklar, dilimizden değil gözlerimizden dökülüyordu. Dillere vurulan kilitler, firar edecek zehirli kelimelerin gardiyanlarıydı. Sustum... Sustuk. Sadece Kenanın gözlerine baktım ve herşeyi o an gördüm. Beynim de çakan şimşeklerin yansımasıydı, gözlerime damlayan çaresizlik.

"Neredeler !" Sesim ölümün sessizliği gibi sakin, Azrailin kurbanına yaklaşması gibi ürkütücüydü.

"Şerefsizler içeride..." Dedi Sedat. Kenanın dökemediği sözcükler, onun da diline dolanıyordu. "Edayı da adamlarla ayarladığımız bir eve gönderdik. İlgilenmesi için bir doktor ve psikologda ayarladık."

Sedatın cümlesi biter bitmez öyle bir hızla depoya dalmıştım. Adamlar sandalyelere bağlanmış biraz da hırpalanmıştı. Tabi benim onlara yapacaklarımın yanında bunlar az kalıyordu. Belimdeki silahı çıkarıp Ayhana verdim. Onlara kolay bir ölüm yaşatmayacaktım. Bu onlar için hediye olurdu.

"Hanginiz Edaya..." Ağzımdan çıkaramıyordum o kelimeyi. Dilime dolanıyordu. "Dokundu !" Adamlar karşımda tirtir titrerken, benim de sinirden ellerim titriyordu.

"Hanginiz lan !" Öyle bir bağırmıştım ki boğazım ağrımıştı. Adamların kafası en sonra sandalyeye bağlı bir şekilde duran adama dönmüştü. Demek o şerefsizdi. Yavaş adımlarla yanına ilerledim. Bedenine bakan adam bellerdi şu şerefsizi. Belki Eda yerine Hirayı kaçırsalardı ona tecavüz edecekti bu şerefsiz ! Benim olana, benim kadınıma dokunacaktı. Fakat Edada benim çalışanımdı ve benim hikayemdeydi. Onu geçtim sırf bu şerefsizliği yaptığı için bile ona görüp görebileceği en acılı ölümü yaşatacaktım.

"Doktoru söyleyin ameliyathaneyi hazırlasın. Bana su ve bir tencere bul !" Ayhan yapacağım şeyi az çok tahmin eder gibi depodan ayrıldı. Karşımdaki adamlardan biri korkudan altına kaçırmıştı.

Çok geçmeden Ayhan küçük bir tüp, su ve tencere getirmişti. Bıçağı istediğimde eldivenle birlikte vermişti. Eldivenleri elime takıp adama doğru ilerledim. Korku ile bana baktığında yapacağım şeyi anlamış gibiydi. Konuşacakken bir yumrukla susturmuştum. Adamlarıma verdiğim emirle pantolonunu ve donunu indirmişlerdi. Gözlerimdeki acımasızlık beni bile korkutuyordu.

Bıçağın düğmesine basıp, metalin parlaklığını ortaya serdim. Hiç beklemediği bir anda bıçağı erkekliğine sapladım. Adamın çığlığı ve feryatları depoda yankılanıyordu. Erkekliğini kesip aldığımda bayılmıştı.

"Şu şerefsizi ayıltın. Şunu da doğrayıp kaynar suda kaynatın." Adamlarımdan biri dediklerimi yerine getirirken Kenan ve Sedat dayanamamış dışarı çıkmışlardı.

On dakika sonra şerefsiz uyanmıştı. Dediğim şeyi yerine getiren adam, bir de nereden bulduğunu anlamadığım tabağa koymuştu. Adamın önüne gelip çömeldim. Kaşığı tabağa daldırıp, bir kaşık aldım.

"Aç ağzını !" Adam ağzını mengene gibi sıkıca kapatmıştı. Adamıma işaret verdiğimde gelip zorla ağzını açmıştı. Kaşığı adamın ağzına tıkıp, ağzını kapattırdım.

"Şimdi onu çiğneyip, yutuyorsun !" Adam kafasını iki yana sallarken dehşete düşmüştü.

"Neden ? Kullanması kadar yemesi zevk vermiyor mu ?" Korumanın belindeki silahı alıp beynine dayadım. Gözleri dehşet ile açılırken, psikopatça sırıttım. Ben buydum. Gerçek Ezra Erdem, Leyl-i Tarık buydu !

"O zaman beynini dağıtalım ha ne dersin ?" Dehşete düşmüş bir şekilde ağzını yavaşça oynattı.

"Aferin orospu çocuğuma ! Hadi aç bakalım ağzını. Bir kaşık daha ! Bak mermi geliyorum demez, girer beynine !" Öğürmelerinin arasında bir kaşığı daha zorla ağzına tıkmıştım. Diğer adamlar yüzlerini buruşturarak bu tarafa bakamıyorlardı bile. Ama onlara da sıra gelecekti elbet. Çömeldiğim yerden kalktım.

"Şimdi size ne yapmalıyım ?" Sağa sola bir kaç adım attıktan sonra, gür bir kahkaha attım. "Buldum ! Ölün ama öyle boş boş değil. Ölünüz bir işe yarasın. Ayhan doktor hazırsa bunların organlarını alsın. İhtiyacı olan hastalara nakil edilsin. Ama kesinlikle narkoz vermeyin. Hissetsinler o neşterin, derilerinde açtığı yarayı."

Bana dehşetle bakan adamlara, tüm soğuk kanlılığımla gülüp sandalyeye ters bir biçimde oturdum. Vicdanım ve merhametim körleşmişti. İçimden şu karşımdaki itleri affetmeye dair tek bir düşünce dahi belirmiyordu. Kar yağsa içime, üşürdü.

"Bahrinin yerini bana hanginiz söyleyecek ve ölmeden önce sevaba girecek ?" Dedim alayla. "Hadi ama, beni uğraştırmayın." Sesim şımarık bir çocuk gibi çıkmıştı. Eh, zaten şımarık bir çocuk olarak büyütülmüştüm. Bir dediğimin ikiletilmesi en nefret ettiğim şeydi.

"A-ağabey valla biz bir şey bilmiyoruz. Bahri baba bize sadece Ezra Erdemin nişanlısını alın gelin dedi." Yüzü kan içinde kalan, sarışın ama şu an kandan dolayı saçları kızıl olan adam titrekçe konuşmuştu.

Sıkıntı ile yerimden kalktım. Gerçekten sıkılmıştım. Beklemeyi sevmezdim ki ben ! Tabi, söz konusu bazı konular hariç...

"Hadi bir oyun oynayalım. Size sorular soracağım ve bilemediğiniz de vücudunuzda ki bir uzuvdan vazgeçin. Hadi yine iyisiniz, hangi uzuvunuzu seçeceğinize siz karar verin." Kahkaha atıp sandalyeye oturdum. Karşımda oturan adamlar korkudan neredeyse bayılacaklardı. Yazık, madem götünüz üç buçuk atacaktı sonunu bile bile bu işe neden kalkışıyorsunuz abicim ? Sonra beni istemediğim şeylere bulaştırıyorsunuz.

"Hmm. Kim gönüllü olmak ister ?" Kimseden ses çıkmayınca dudaklarımı büzdüm. "Ah hadi ama. Ben seçiyorum o zaman. Oooo piti piti karamela sepeti..." Parmağımı tek tek adamların üzerinde gezdirirken, tekerlemeyi söylemeyi de ihmal etmiyordum. Sonunda ortadaki esmer adamın üstünde durmuştum.

"Evet sen çıktın. Şimdi söyle bakalım. Bahri piçi nerede ?" Adam sessiz kalırken, sıkıntı ile nefes verdim. Bu böyle olmayacaktı.

"Ne sıkıcı oyun arkadaşları ! Ama her oyun kuralına göre oynanır. Kaybettin, hadi bir uzuvundan vazgeç !" Adam hareketsiz kaldı. Korumanın getirdiği testerenin ipini çekip çalışmasını sağladım. Ses depoda yankılanırken, kulaklarıma klasik müzik ezgisi gibi geliyor, kana ve intikama susamış ruhumu dinginleştiriyordu.

"Pekala. Ben seçerim o zaman. Bence kolun... Yok, yok bacağın bence... Ya da..." Testereyi öyle hızlı hareket ettim ki, her şey bir kaç saniyede oluşmuştu. Adamın kellesi ayaklarımın dibine düşerken, sırıttım.

"Nasıl olsa kullanmıyordu..." Testereyi korumaya geri verdiğimde, korumalarımda dahil herkes korku ile bana bakıyordu.

"Sıra kimde ?" Bir ceset kadar soğuk ses tonum, ölü birinin gözlerinden daha da boş bakan gözlerim ve zihnimde susmak bilmeyen düşüncelerim vardı.

Leyl-i Târık buydu. Acımasız, vicdansız ve merhametsiz...

"Yine mi tekerleme ? Pekala... Oooo" parmağımı adamların üzerinde tekrar çevirmeye başlamıştım ki adamın biri bağırdı.

"K-kaçtı. Yunanistana kaçtı !" Sonunda dökülmeye başladılar... Alaylı yüz ifadem gitmiş, sert ve katı yüz ifadem yerine geldi.

"Size bu emri Bahri mi verdi ?" Adamın dibinde durmuş, saçlarını acıyacağını umursamadan çekerek kafasını arkaya yatırıp bana bakmasını sağladım.

"Bize emri Bahri verdi ama... O da emri başkasından almış. Sağ kolu İdris ile konuşurken duydum. Bunu haricinde bir şey bilmiyorum. Yemin ederim..."

Adamı ittiğimde sandalye ile birlikte yere düşüp acı ile inlemişti. Ayhanın uzattığı su ile önce ellerimi yıkayıp, yüzümü ıslattım.

"Bu şerefsizlerin organlarını alın, ihtiyacı olan hastalara nakil edin. Baktıkları çocukları veya aileleri varsa onlara da yardım edin. Bir ihtiyaçları varsa karşılansın. Edanın yanından doktoru hemşireyi eksik etmeyin. Tüm eksikleri giderilsin, ne ihtiyacı varsa karşılansın. Adamlara da haber sal delik delik Bahri piçini arasınlar. Ama bulduklarında dokunmasınlar onun fişini ben çekeceğim."

"Ezra bu yaptığın yer altında duyulursa ortalık inler ama Hira duyarsa..." Yüzüne öyle bir bakmıştım ki susmak zorunda kalmıştı.

"Duymayacak ! Anladın mı ? Burada olanların hiç birini Hira duymayacak !" Diğer korumalara hitaben bağırarak söylemiştim.

(Ezra Erdem / Leyl-i Târık )
Ayhanın uzattığı havlu ile elimi ve yüzümü silip, Ayhanın suratına sinirle bakarak geri verdim. Üzerimdeki gömleği düğmelerini kopararak açıp, çıkardım. Adamlarımdan birinin uzattığı tişörtü üzerime geçirip, depodan çıktım.

Hava kararmıştı. Şehir ışıkları olmadığı için gökyüzündeki yıldızlar daha da belirgin hale gelmişti. Derin bir nefesi çektim içime fakat ne sakinleşmemi ne de rahatlamamı sağlamıştı. Omzuma konan ellerin kime ait olduğunu bildiğim için bakma gereği duymadım.

"Formundan hiç bir şey kaybetmemişsin dosum. Hala aynı acımasız Ezra Erdemsin." Kenanın alay eder gibi sarf ettiği fakat yaptıklarımdan rahatsız olan sesini umursamadım.

"Onları kendi yöntemlerinle cezalandırmak yerine adalete teslim etseydin be ağabey !" Ağır adımlarla Sedata dönüp, boş bakışlarla yüzüne baktım.

"Adalete teslim etseydim öyle mi ? Onlar ne yapacaklardı ? On yıl hapis verip içeri tıkacaklardı ! O şerefsizlerde içeride yiyip, içip keyiflerini süreceklerdi. Peki ya Edadan çaldıklarının hesabını o kıza kim verecek ! Yıkılan hayallerini kim toplayacak ! Sana bir şey diyeyim mi Sedat ! Ben Hakk'ın adaletinden başka bir tek kendi adaletime güvenirim."

Bir şey demelerine fırsat vermeden arabama bindim. Böyle şerefsizler beni erkekliğimden iğrendiriyordu. Asla yaptığım şeyleri doğru bulmuyordum. Kendimi hiç bir şekilde haklı çıkaramazdım ama hiç olmazsa Edadan çaldıklarının bedelini bir nebze ödetebilmiştim.

Kimse kötü olmayı istemezdi. Kimse birini öldürmeyi, can yakmayı istemezdi. Herkes masum doğardı. Fakat hayat öyle bir labirentti ki ; istemediğimiz de bizi istemediğimiz insana dönüştürebiliyordu. İstemeden bambaşka biri olabiliyorduk. Hayatın koşulları acımasızdı. Karanlık bir kuyuya düşmek, acımasızlığı kendine dost edinmiş kaderin pençesine düşmekten daha iyiydi. Gökyüzü kimi için mavi ve siyahtır. Kimi için sadece siyahtır. Ve o gökyüzünü aydınlatacak yıldız, kilometrelerce uzakta olsa bile ışığı ile karanlık geceyi aydınlatabiliyordu. Siyah sandığınız kadar kötü değildir aslında... Siyah ; masumiyetin simgesidir. Çünkü beyaz gibi bir çok rengin karmasından oluşmaz. Saftır, temizdir. Gizler sizi herkesten, çoğu zaman da kendinizden. Bu yüzden siyah ; biz yalnızların rengidir... Karanlığa mahkum edilmiş, kimsesizlerin rengi.

Bir saatin ardından kaçındığım ve yüzleşmekten korktuğum acıların kapısının eşiğindeydim... Evimin önünde. Kapı çalınmadan açılmış, kızarık gözlerle bana bakam Fatma teyze ile karşılaşmıştım. İlk defa kendimi bu kadar bomboş hissediyordum. Ne bir şey düşünmek, ne de hissetmek istiyordum. Sadece Hirayı istiyordum.... Beni bu karanlıktan çıkaracak Şebefruzumu...

"Ezra oğlum, Eda nerede ? Bulamadınız mı yoksa ?" Korktuğum o eşiği adımlayıp, çaresizliğin ev sahipliği yaptığı boşluğa girdim. Yüzüme taktığım maske beni kurtaracak tek silahımdı.

"Bulduk. Merak edilecek bir şeyi yok. Sadece korkmuş biraz... Dinlenmesi için bir süre tatile göndereceğim."

"Şükürler olsun Allahım. Allah senden razı olsun oğlum..." Göz yaşları yeniden akmaya başlayan kadının omzunu hafifçe sıkmakla yetinmiştim. Merdivenlere doğru ilerlerken, kalbim yorgunlukla çarpıyordu. Havadaki oksijen tükenmişte, nefes alamıyormuşum gibi ciğerlerim daralıyordu. Göğüs kafesim kalbime öyle bir baskı uyguluyordu ki ; kalbimin pes edip patlamasından korkuyordum.

Kapı kulpunu usulca kavrayıp bir müddet bekledim. Çırpınan ciğerlerime derin bir nefesi çekip içeri girdim. Hirayı yatakta oturur pozisyonda duvara bakarken bulmuştum. Görmüştü demek...

Onun kokusu ciğerlerime dolduğu anda nefes alabildiğimi idrak edebilmiştim. Benim oksijene değil Hiraya ihtiyacım vardı yaşamak için. Bu nasıl bir muhtaçlıktı böyle ! Ben Ezra Erdem hayatım boyunca kimseye muhtaç olmamıştım. Ta ki onu görene kadar. Karanlığımı yırtıp, tüm ışıltısı ile içime süzülene kadar...

Usulca ilerleyip dağılmış yatağın üzerine, yanına oturdum. Onun karşıdaki görüntüye baktım. Perdelerin arkasına gizlediğim çerçeve, tümüyle ortadaydı. Varlığımın farkında mıydı bilmiyorum. Sadece karşısındaki çerçeveye bakıyordu.

"Edayı bulduk..." Kafasını bana çevirmeden usulca başını aşağı yukarı salladı. Bende aynı şekilde resime odaklandım.

"Bir ekim... Annemin doğum günü yemeğinden hemen sonra çekilmiş. Üzerimdeki kırmızı elbise kadifeydi. Takılarım babamın yakın arkadaşı Ekrem amcanın tasarımları. Hava fazla soğuk değil, hafif esintili. Uzun zamandır istediği opera için iki bilet almıştım babamla kendisi için..." Resimde gördüğüm kadının gözünün içi bile gülüyordu. Fakat yanımda oturan, aşık olduğum kadının gözünden bir damla yaş usulca yanağından süzüldü, içime düştü. O ağladı ben alev alev yandım. Döktüğü her bir damla için kurban olur, herkesi o göz yaşına da kurban ederdim.

"Ezra..." dedi hıçkırırken. "Daha ne kadar benim yüzümden biri zarar görecek ? Ben acaba bugün ne olacak korkusu ile yaşayamıyorum..."

Hızla kollarım arasına alıp, saçlarına bir öpücük kondurdum. Dayanamıyordum. Onu ağlarken görmeye dayanamıyordum.

"Bitti. İyi olacak her şey, söz veriyorum sana. Ağlama artık Hira ! Şu siktiğimin dünyasını yakıp, küllerini avuçlarına bırakmamı istemiyorsan sus !"

"Olmayacak ! Ezra..." Kollarım arasından çıkıp odanın ortasına doğru ilerledi. Adımı öyle bir telafuz etmişti ki kalbim korku ile sıkıştı. Onun gibi ayağa kalktım fakat olduğum yerde kaldım. Sanki dokunsam kaçacakmış gibi hissediyordum.

"Zorlamayalım..." Kaşlarım çatıldı. "Ne demek istiyorsun ? Açık açık söyle Hira !" Ellerini saçlarının arasına daldırıp, yaşlı gözleri ile bana baktı. Alt dudağı titriyor, kızarmış gözlerinden inci tanesi gibi göz yaşları damlıyordu.

"Ezra... Bizim birlikteliğimiz kimseye iyi gelmiyor ! Biz ayrı kaldığımızda kimse zarar vermeye kalkmıyor bize ! Ben bu korku ile yaşamaktan bıktım !"

"Her ne düşünüyorsan unut ! Anladın mı ?" Kaşları hayretle havalandı.

"Bir halt beceremiyoruz Ezra ! Kendi mutluluğumuz için birilerinin zarar görmesine dayanamıyorum !"

Benim küçüğüm... Sadece Edanın kaçırıldığı için bu tepkiyi veriyorsa, tecavüze uğradığını öğrense...

Düşüncelerimi susturup, sakin kalmaya çalıştım. Bu benim için her ne kadar zor olsada karşımdaki kadını kırmamak,kaybetmemek için sakin kalmalıydım.

"Yol yakınken bitsin Ezra..." Sakin mi kalmalıyım demiştim ? Unutun gitsin...

Hiranın kolunu hızla kavrayıp kapıya doğru sürüklemeye başladım. Şaşkın ve korkmuş bakışları eşliğinde odadan çıkarıp, paldır küldür, düşmemesine dikkat ederek bir alt kata ; odasının haricinde bir odanın daha bulunduğu kata indim.

"Ezra bırak kolumu. Ne yapıyorsun !" Yakarışlarını aldırmadan yerdeki parkeyi kaldırıp içine gizlediğim anahtarı çıkardım. Anahtarı deliğe yerleştirip, kilidi açtım.

Kendimle birlikte Hirayı da odaya çektim. Uzun zamandır uğramadığım oda da boğuk bir hava vardı. Karanlık odayı aydınlatmak için ışığı açtığımda Hira yüzüme bakıyordu. Ben ise ona bakmadam duvarlara çevirdim yüzümü. O da yeni fark ederek kafasını çevirdi. Yeşilliğinde boğulduğum gözleri ve öpmeye doyamadığım biçimli dudakları hafifçe, şaşkınlıkla aralandı.

"E-ezra..." Gerisi gelmedi. Hızla inip kalkan göğüs kafesim ile sinirle etrafımda döndürdüm duvardaki resimleri göstererek.

"Burada kaç fotoğraf var biliyor musun ? Ben söyleyeyim 5475 tane. Beş yıl boyunca peşine taktığım adamım bana her gün için üç fotoğrafını yolladı. Neden üç biliyor musun peki ? Çünkü ben sana üç saniyede aşık oldum. Lanet olası üç saniye beni koca bir çıkmaza sürükledi. O üç saniye bana seni verdi. Ben senin için bir çok şeyi feda ettim Hira ! Hemde hiç tahmin edemeyeceğin şeyleri ! Ben senin için kendimi bile feda ettim be ! Bu karşındaki adam var ya, sana köpek gibi aşık olan adam ! Ben hayatımda ilk defa kendim için bir şey yaptım ve babandan seni istedim. İlk defa mutlu olabileceğimi düşündüm ben !" Dedim gözlerim dolarken. Ağlasam bile utanmıyordum. Karşımdaki kadın beni benden alan, kendimi kaybetmemi sağlayan kadındı. Ondan utanacak değildim... Hem zaten erkekler ağlamaz saçmalığına da inanmıyordum. Çünkü en çok belki de erkekler ağlardı. Kim ne derse desin bizde sevdiğimizde, çok güzel severdik be !

"Ben senin nefretini bile göz alarak seni istedim. Seni karanlığımda kaybetmemek için çok çaba sarf ettim, tüm cesaretimi ortaya koydum ! Şimdi karşıma geçmiş, pes ettiğini söylüyorsun ! Ayrılalım diyorsun Hira ! Hiç düşündün mü ? Sen gidersen bu adam ayakta kalabilir mi ?" Belimdeki silahı çıkarıp, Hiranın anlamsız bakışları eşliğinde ona uzattım.

"Eğer illa ki gitmek istiyorsan, önce beni öldür. Çünkü sen gittikten sonra ben zaten öleceğim. Hiç olmazsa bu şekilde daha acısız bir ölümü bana çok görme !" Gözümden bir damla yaş akıp yanağıma düşerken Hira hızla atılıp, yaş yere düşmeden öpmüştü onu. Minicik kolları gövdemi sararken, kollarım da ufacık bedenini sarmıştı. Kafamı boynuna gömüp derin derin nefesler aldım. Hıçkırıkları kulağıma dolduğunda defalarca öptüm saçlarını. Boynuna gizledim yaşamayı. Orada soluklandım, orada nefes aldım. Bir gün ölecek olursam tam burada, yaşadığım yerde ölmek istiyordum...

"O silahı kaldır... Lütfen !" Varlığını yeni hatırladığım silahı belime yerleştirip kollarımı yeniden Şebefruzuma sardım.

"Bir daha bendem gitmeyi düşünme..." Sesim saçlarının arasındayken mayışmış ve boğuk çıkmıştı. Geri çekilirken yüzümü elleri arasına alıp, hâla kızarık ve yaşlı olan gözleri ile gözlerime baktı.

"Sen de bana bir daha asla ölümden bahsetme. Sana bir şey olursa ben nasıl nefes alırım !" Bir şey demeden sadece kollarıma çektim. Sarıldım... Sadece sarıldım. İçime hapsedip, kendimde kaybetmek istercesine...

HİRA SEREN
O günün ardından tam olarak üç hafta geçmişti. Her şey tam olarak eski rayına oturmasa da genel olarak düzelmiştik. Son olayı atlatmam daha uzun sürmüştü. Yorulmuştum artık. Her yeni güne bugün acaba başımıza ne gelecek diye düşünerek uyanmaktan hem yorulmuş, hem de bıkmıştım. Eda o günden sonra eve gelmemişti. Ezraya sorduğum da bir süreliğine kafa dinlemesi için ona izin verdiğini söylüyordu. Fakat içimdem bir ses bilmediğim şeylerin olduğunu söylüyordu. Fakat diğer bir seste kurcalamamın daha kötü olacağını yakarıp duruyordu.

Yanımda uyuyan Ezranın, bedenimi sımsıkı saran kolları arasında dönüp ona baktım. Uyurken ne kadar masumdu oysa ki bu adam. Bazen beni ölesiye korkutuyordu. Sinirlenince ve bir şeyleri kaybetme korkusunu hissettiğinde gözü dönüyordu.

Alnına düşmüş kestane rengindeki saç tutamına uzanıp, usulca geriye attım. Hafif uzamış kirli sakallarında ellerimi gezdirdim. Avuçlarımı karıncalandıran sakallarla hafifçe kıkırdadım. O esnada Ezranın uyku mahmuru sesini duydum.

"Bir daha yapsana." Kaşlarımı çattım. "Neyi ?"

"Bir kez daha gülsene. Sesini zihnime kazımaya çalışıyorum." Biçimli burnuna bir öpücük koydum. Uyku mahmuru çıkan boğuk sesi içimde bir şeylerin erimesine sebep olurken, kirpiklerinde gezdirdim parmaklarımı.

"Sesimi zihnine kazımana gerek yok. Her zaman yanında olacağım için, istediğin her an duyabilirsin." Sonunda gözleri açılmıştı.

Allahım ! Sen benim aklıma mukayyet ol !

Yeni uyandığı için hafif gözlerini kısmıştı. Çıkık elmacık kemiklerini kirli sakalı bir dantel gibi süslemişti. Sert yüz hatları belirgindi. Görüntüsü insanı ilk görüşte ürkütse de, itinayla incelendiğinde ne kadar kusursuz olduğunu fark edebiliyordunuz. Kaşları ne çok kalın ne çok inceydi. Yüzü ve gözleri için özenle yerleştirilmiş gibiydi. Bu adama baktıkça bir yanım alev alev kıskançlıktan yanıyordu. Etrafında fırıl fırıl dönen kadınların elde etmek istediği bir adamdı. Ama diğer bir yanım ise mutluluktan çığlık çığlığa bağırıyordu. Çünkü bu adam sadece benimdi ve sadece bana aitti.

"Bana böyle bir ömür bakmanı her ne kadar istesemde, kahvaltıya misafirlerimiz var güzelim. Kenan ve Oktay birazdan damlar, kahvaltı masasına dadanırlar. Hatta dadanmış bile olabilirler."

"Ah, ben tamamen unuttum, bize kahvaltıya geleceklerini." Aceleyle önce Ezranın kolları arasından daha sonra da yataktan ayrılıp banyoya koştum. Ezra ise kıçını dönüp uyumaya girişmişti.

"Ezra !"

"Ezran kurban olsun sana !" Yüzümüzü buruşturduk aynı anda. Nereden buluyordu bu adam bu tür şeyleri ?

"Sultan abla dün yıllık izin istemeye gelmişti. Bir kaç dakika sonra kendimi amcasını baldızının, kızının düğününde çıkan kavgada buldum..." Ah, ah ! Sultan ablaydı bu, kendinizi her an her yerde bulabilirdiniz.

"Öyledir Sultan abla. Bazen bende şaşırıyorum, ne çabuk konu değiştirdiğimizi. Ama sen beyefendi, kalkıyorsun ve derhal hazırlanıyorsun. Birazdan gelirler ya !" Ezra oflayarak yerinden kalktıktan sonra yanımdan geçerken, popoma bir şaplak indirmeyi unutmamıştı. Ben çığlık atıp arkasından terliklerimi fırlatırken, o kahkaha atarak odadan çıkmıştı.

"Tam bir pisliksin Ezra Erdem !" Arkasından her ne kadar bağırsam da duymadığına emindim. Sinirle banyoya girip elimi yüzümü yıkadıktan sonra dişlerimi fırçaladım. Geceden ördüğüm saçlarımı açtım. Duştan çıktıktan sonra ördüğüm için hafif dalgalıydı. Ellerimle gelişi güzel şekillendirip, kıyafet odasına geçtim. İki yandan yırtmaçlı siyah uçuş uçuş olan eteğimle, beyaz yarım bir tişörtü giyip, ayağıma sandaletlerimi geçirdim. Takı olarak küpe ve uzun bir kolye seçip, çok hafif bir makyaj yaparak işimi halletmiştim.

Odadan çıkıp merdivenlerden inerken bahçeden gülüşme ve kahkaha sesleri geliyordu. Ezranın sesini duyunca homurdandım. Bu adam her defasında nasıl benden önce hazır olabiliyordu.

Bahçeye çıktığımda herkesi bir arada görmek beni gülümsetmişti. Miranın da geldiğini görünce yanına gidip, yanağına küçük bir öpücük kondurdum. Beni fark edince gülerek belime sarılmıştı.

"Hoş geldin kuzum."

"Hoş bulduk abla." Mira dün gece babamla birlikte Fransa'dan dönmüştü. Fakat annem orada bir süre anneannemle kalacaktı. Miradan ayrılıp Su'yu öptüm. Kızı Mavi her zaman ki gibi annesine kuala gibi yapışmış, etrafa gülücükler saçıyordu. Onunda tombiş yanaklarına birer öpücük bıraktım.

"Hoş geldiniz hanımlar." Su gülerek Mavinin elini tutup salladı.

"Hoş bulduk de kızım Hira ablaya." Mavi huysuzlanınca pes edip, annesinin boynuna saklanışına gülmüştük.

Sedata ve Oktaya hoş geldikten sonra, etrafta olmayan kavga ve gürültüden bir şeylerin eksikliğini hissetmiştim. Kenan yoktu... Hayır, Kenan buradaydı ama sessiz bir şekilde, düşünceli düşünceli oturduğu şezlongdan havuzu izliyordu. Kaşlarım çatılırken neden bu halde olduğunu merak etmiştim.

"Bizim ki aşık olmuş yenge !" Oktay bir kolunu omzuma atarken, Kenanı göstermişti. Kaşlarım bu sefer hayretle havalanmıştı.

"Hadi canım ! Bizim çapkın Kenan mı ? Aşık olmuş ? Mor ineklerin var olmasından daha imkansız bir durum !" Benim gülerek söylediklerime Oktayın kaşları çatılmıştı.

"Mor inekler zaten var !"

"Saçmalama Oktay. Mor inek diye bir şey yok !" Oktayın yüzünde acı çeker gibi bir ifade oluşunca gülmemek için kendimi zor tuttum.

"Ne yani ben şimdi yıllardır kandırılıyor muydum ?" Haykırırcasına sarf ettiği kelimelerle artık kendimi tutamamış gülmüştüm. Bizi dinleyen Mira gözlerini devirmişti.

Ah, işte şimdi başlıyorlardı.

"Doğru söyle. Ezra abi senin torpille mi tıp okumanı sağlıyor ? Hayır yani, bu zeka ile nasıl son sınıfa kadar geldin, inan anlamıyorum." Oktay, Miraya ; yine Oktaydan öğrendiğim Nur Yerlitaş bakışını attıktan sonra kendini savunmaya geçmişti. Tabi bu çok geçmedem kısa çaplı bir tartışmaya dönmüştü. Onları orada bırakıp hâla hazırlanmakta olan kahvaltı masasına ilerledim.

Herşeyin hazır olduğunu görünce seslenip, herkesi kahvaltı masasına topladım. Mira ve Oktay birbirlerine ölümcül bakışlar atarak masaya otururken, Kenan sessizce sandalyesine ilişmişti. Ezranın yanına otururken onu dürtüp, Kenanı göstermiştim. Ağzına attığı kocaman salamı çiğnerken bana kaş göz işareti ile 'ne oldu?' Demişti. Bende aynı işaretlerle Kenanı gösterdiğimde hâla suratıma bakıyordu.

Hayır bir şu lanet olası mimikler bende mi işe yaramıyordu ?

"Kenanla ilgilen !" Dişlerimin arasından tıslarcasına söylediklerimle jetonu sonunda düşmüştü.

"Kenan, ne bu hal oğlum ? Kendine gel. Bak seni böyle görmeye alışık değiliz." Masada kısa bir sessizlik olurken, Kenan sıkıntı ile ofladı.

"Hayatımda ilk defa bir kız, yaptığım onca şeye rağmen bana yüz vermedi. Üstüne bir de tokat attı." Herkes şaşkınlıkla Kenana bakarken, o sadece elindeki peçeteyi katlıyordu dalgınca.

"Sen ve bir kızdan tokat yemek ? Kimmiş bu yiğit ?" Oktay alay edercesine Kenana takılırken, Kenan oralı bile olmamıştı.

"Adını bilmiyorum. Daha doğrusu hakkında hiç bir şey bilmiyorum. Sadece... Çok güzel be abi." Derin bir nefesi bırakırken, hafifçe sırıttı.

"Ayrıca bence o tokadı hak ettim."

"Nasıl ?" Hepimizin merak ettiği cevabı öğrenmek için ilk Su atılmıştı.

"Ya kız hiç bir yürümeme geri dönüş yapmayınca bende şey sandım..."

Kaşlarım çatılırken bu sefer ben sordum. "Ne sandın ?" Kafasını kaldırıp tek tek hepimize baktı.

"Lezbiyen sandım !" Gözlerim dehşetle açılırken, gülmemek için kendimi zor tutmuştum.

"Sakın kıza 'Lezbiyen misin ?' Diye sordum deme ?" Oktaya acı ile bakıp "Aynen öyle sordum ağabeyciğim !" Dedi.

"Dostum o tokadı harbi hak etmişsin."

"Ama ne bileyim, lezbiyen bile olsa hiç bir kadın şu yakışıklılık karşısında tepkisiz kalamaz !" Kenan çatalı eline alıp, kendini izlerken gözlerimi devirdim.

"Peki ya kız lezbiyen miymiş ?" Sedat bir elini Kenanın omzuna atarken sormuştu.

"Değilmiş." Sıkıntı ile oflayıp kafasını elleri arasına aldığında haline acımıştım. Gerçekten fena çarpılmış görünüyordu.

"Hadi bakalım. Aşk acını sonra çek. Hatta bugün ne yapalım biliyor musunuz ? Hafta sonu kaçamağı yapalım, Fethiyeye gidelim. Bizim orada yazlığımız var. İki gün kalırız, denize girer, stres atarız. Sonra da atlar uçağa döneriz." Su'yun ortaya attığı fikre kimse ses çıkarmayınca bende ona destek olup, "Haklısın aslında. Hepimiz için kısa bir tatil iyi gelecek." Dedim.

Ezraya bakıp onay beklediğimde kafasını sallamakla yetinmişti. "O zaman ben Ayhana söyleyeyim de uçağı hazırlatsın. Bir de bilet almakla falan uğraşmayalım."

"Bende yazlığa bakan görevlimizi arayıp, evi temizletmesini söyleyeyim." Su ve Ezra telefonlarını ellerine alıp gerekli olan şeyleri hallederken, Miranın koluma dokunması ile ona döndüm.

"Abla, Rüyayı da çağıralım mı ?"

"Ah, doğru söylüyorsun. Ara hemen hazırlansın. Geçerken onu da alırız." Mira beni onaylayıp telefonunu eline aldı.

Kesinlikle çok eğleneceğimiz bir hafta sonu olacaktı !

İki saat sonunda tam kadro hazır bir şekilde yola koyulmuştuk. Rüya havaalanına kendisi geçecekti. Mira içinde kendi kıyafetlerimden ve bikinilerimden küçük bir çanta hazırlamıştım.

"Hadi bakalım tatil yolcusu kalmasın ! " Su büyük bir heyecanla arabada Sedatın yanına yerleşirken bende onun bu hâla içinde yaşattığı çocuğa gülerek şoförün açtığı kapıdan geçerek koltuğa, Ezranın yanına iliştim. Koltuğa oturduğum an eli elimi kavrayıp, dudakları elimin üzerine öpücük kondurmuştu.

"Heyecanlı mısın ?" Gülümseyip kafamı aşağı yukarı salladım.

"Evet. Fethiye'ye seninle ilk defa gideceğim." Dudaklarında küçük bir tebessümle beni kolları arasına çekip, saçlarıma ufak bir öpücük kondurdu.

Çok geçmeden hava alanına gelmiş ve kontrollerden sonra Ezra'nın hazırlattığı uçağa binmiştik. Tabi tek bir eksiğimiz vardı ; Rüya.

Trafiğe takıldığını ve on dakika içinde havaalanında olacağını arayıp söyledikten sonra onu beklemeye koyulmuştuk. Su ve Sedat kızları Mavi ile ilgilenirken. Oktay ve Mira telefonlarıma gömülmüşlerdi. Kenan ise cam kenarına oturmuş, pisti izliyordu boş boş.

Ah, bu işe el atmam gerekti en kısa zamanda.

"Sıkıldım ben ! Daha geç gelecek mi şu arkadaşınız ?" Kenan huysuzlukla söylenirken, topuklu ayakkabı seslerinin ardından Rüya görünmüştü.

"Geç kaldım, özür dilerim. Trafik fenaydı." Üzerinde buz mavisi yazlık mini elbisesi ile yine çok güzeldi. İki yanağına öpücük kondururken, "Önemli değil" dedim.

"Sanırım artık şizofren oluyorum ! Baktığım herkeste onu görüyorum !" Kenan gözlerini ovalayıp Rüyaya bakarken, Rüyada gözlerini kısmış sinirle Kenana, bizde anlamazca karlımızdaki ikiliye bakıyorduk.

"S-senin burada ne işin var !" Rüya sinirle bağırırken, Kenan kahkaha atarak oturduğu koltuktan kalkmış, Rüya ile yanımıza gelmişti.

"Biriniz beni tokatlayın." Oktay oturduğu yerden Kenana tokat atınca, Kenan dengesini sağlayamamış iki koltuğun arasına düşmüştü. Bir kaç küfür savurunca, gülmemek için zor tuttum kendimi.

"Oktay inşallah hoşlandığın kız, bir yerlerini küçük bulurda ayrılır senden !" Kenanın söylediği ile ben Miranın kulağını, Ezrada benim kulağımı kapatıp, gelişi güzel bir tekmeyi Kenana savurmuştu.

"Lan beni deli etmeyin kadınların olduğu ortamda dediklerinize dikkat edin. Alırım şimdi sizi ayağımın altına !" Fazla sakin ama ölümcül bir ses tonu kullanarak Kenan ve Oktayı tehdit eden Ezraya hayranlıkla baktım. Bir insan nasıl bu kadar mükemmel olabilirdi ki !

Eseri böyle ise sanatkârı nasıldı kim bilir ?

"Hey aranızda ne geçti pek bilmiyorum fakat güzel bir tatil yapacağız. Lütfen kimse huysuzluk çıkarmasın ! Rüya, kuzum sen Miranın yanına geç. Oktay sen de kalk oradan Kenanın yanına geç." Ortama el atıp oturma düzenini sağladıktan sonra bende yerime oturup kemerimi bağladım.

***
Yazar'dan
Uçaktan inmiş, Su ve Sedat çiftinin Fethiyede ki yazlıklarına ulaşmışlardı. Ağustos ayının sonlarıma doğru olmasına rağmen sıcaklar hâla yerindeydi. Yazlık, Ölü denize oldukça yakındı. Yaz aylarının sonlarında oldukları için çok fazla insan yoktu.

"Uzun zamandır gelmiyordum Fethiye'ye. Özlemişim." Rüya etrafı hayranlıkla seyrederken, telefonu ile fotoğraf çekmeyi de ihmal etmiyordu. Kenan ise onun her hareketini dikkatle izliyor, tekrar tekrar hayran kalıyordu.

Sonunda yazlıktaki, klimanın serinlettiği büyük salonda koltuklarda soluklanmaya başlamışlardı. Çok büyük ve ferah bir mekandı. Eşyalar modern ve birbirleri ile gayet uyumluydu. Yazlığın bir de büyük havuzu vardı. Bahçeye bakan bir teras. Terasın bir köşesine mangal yapmak için alan ayırtılmıştı. Bahçenin bakımlarının düzenli yapıldığı, ağaçların, çiçeklerin ve çimenlerin canlılığından belli oluyordu.

"Yazlığımıza hoş geldiniz !" Su'yun coşkulu sesine kadınlar 'hoş bulduk' derken, erkekler sadece kafalarını sallamıştı.

"Şimdi odaları şöyle ayarlattım ben ; Ezra ve Hira birlikte, Rüya ve Mira birlikte, Kenan ve Oktay'da birlikte kalacak. İtirazı olan ?" Oktay ve Kenan anında el kaldırmıştı.

Nedense hiç şaşırmamıştı Hira...

"Hakim hanım benim itirazım var. Bu goril yavrusu kılıklı herifle aynı odada kalmam ben. Horlar geceleri !" Oktay, Kenana virüslü bir varlık gibi davranırken Kenan en ölümcül bakışlarını atıyordu.

"Asıl benim itirazım var. Bu Oktay denen ornitorenk tipli varlıkla ben asla kalmam. Ama sizi de yormamak adına alternatif seçenek hazırladım ben. Ben Rüya ile kalayım, Oktay Mira ile kalsın." Dördü birden bu sefer itiraz etmişti. Kenan ve Rüya, Oktay ve Mira tartışma içine girerken, salona kargaşa hakim olmuştu. Ezra ve Sedat bir köşeden olanları bıkkınlıkla izlerken, Hira onların hallerine gülmekle yetiniyordu.

Hissediyordu. En büyük aşkların nefretle başladığına inanan bir insan olarak. İlerleyen zamanlarda çok güzel şeylerin olacağını hissediyordu. Sonuçta onların hikayeside nefretle başlamıştı. Her ne kadar tek taraflı olsada.

Su sonunda dayanamamış ve bağırmıştı. Bu bağırışın ardında kızı Mavi irkilerek annesine bakmıştı. Babası onun bu şaşkın hallerine gülüp kucağına almıştı.

"Yeter ! Herkes dediğim şekilde kalıyor. Oktay ve Kenan sizde ister ki oda birbiriniz öldürün. Umurumda değil !"

Otoriteyi ele alan Su herkese kalacağı odayı göstermişti. Kenan ve Oktay her ne kadar somurtsa da, hiç olmazsa aynı yatakta yatmayacaklarını görünce bir nebze de olsun rahatlamışlardı.

Mira ve Rüya ise hemen yanlarında ki odaya yerleşmişlerdi. Bu Rüyanın her ne kadar hoşuna gitmese de Kenan hiç öyle düşünmüyordu.

Ezra ve Hira ise çatı katında, Ölü denizi gören odada kalacaklardı. Hira odanın manzarasına tutulup kalırken, Ezra valizleri yatağın kenarına bırakmıştı.

"Burası çok güzel..." Hira gözünü manzaradan ayırmadan mırıldanmıştı. Ezra ise hemen arkasından ona sarılarak, çenesini omzuna yaslamıştı.

"Senin kadar değil." Diyerek boynuna tutkulu bir öpücük bırakmıştı. Bu kadın ne güzel kokuyordu öyle. Her öpüşünde ayrılmak zor geliyordu. Orası sanki nefesinin ana vatanı olmuştu. Ayrı kalmak acı veriyordu.

Odanın bir de küçük bir balkonu vardı. Sürgülü kapıyı yana çekerek açıp balkona çıktılar. Çok hafif bir rüzgar ediyordu. Ağaçların ve denizin kokusu birbirlerine harmanlanmış, ferah bir koku oluşturmuştu. Derince içlerine çektiler bu kokuyu. Tabi Ezra için bir numaralı koku Hiranın kendine özgü kokusuydu. Hayatında hiç uyuşturucu kullanmamıştı. Hatta sigarayı bile çok içmezdi. Ama bu kadının kokusu kendinden geçiriyordu onu. Bedenini ve düşüncelerini uyuşturuyordu. Bitkisel hayata girmiş gibi oluyordu. Beyni ölüyor ama kalbi hâla, hatta daha hızlı atıyordu.

"Hadi dışarı çıkalım. Zaten vaktimiz çok az. Zamanımızı güzel değerlendirelim." Dedi heyecanla Hira. Fethiye sokaklarını sevdiği adamla gezeceği için içinde tarifsiz bir heyecan belirmişti. Genç adam ise onun bu hallerine gülerek karşılık vermişti.

"Tamam o zaman ben diğerlerine haber veriyorum. Sende hazırlan, bir saate kadar çıkarız." Dedikten sonra kadının burnuna bir öpücük bırakıp, odadan çıkmıştı. Hira ise son kez manzaraya bakıp odada ki banyoya yönelmişti. Her oda gibi burası da modern ve çok şık dizayn edilmişti. Su gerçekten zevkli bir kadındı.

Hızla duşunu alıp bavulunun başına geçti. Vakit akşam üstüne geliyordu. Bugün büyük ihtimal denize girmezlerdi. O yüzden mayosundan vazgeçip üzerine iç çamaşırlarını geçirdi. Ardından dizlerinin bir karış üstüne kadar yırtmacı olan, mor renkli uçuş uçuş olan ince askılı elbisesini giymişti. Ayakkabı tercihini sandaletten yana yapıp makyaj aynasının başına kuruldu. Hızla abartısız bir makyaj yapıp, saçlarını yana alarak bol bir örgü yaptı. Duş alırken çıkardığı yüzüklerini de taktıktan sonra tek taş küpelerini kulağına taktı. Az da sıktığı parfümden sonra hazırdı.

Çantasına telefonunu, cüzdanını ve bir miktar parayı koyup odadan çıktı. Merdivenlerden yeni inmişti ki bir odanın kapısı açılıp içeriden Rüya ve Mira çıkmıştı. Rüya siyah renk bir şort, üzerine ise ince askılı kırmızı bir bluz giymiş kombinini dolgu topuk siyah ayakkabıdan yana kullanmıştı. Makyajı abartısız, saçları ise at kuyruğu şeklinde toplanmıştı. Miranın giydiği pembe,kalın askılı, mini elbise ise tam yaşına uygundu. Sandaletleri ve açık bıraktığı saçlarını, dudaklarına sürdüğü parlatıcı tamamlamıştı. İkisi de gerçektem çok hoş gözüküyordu.

"Hanımlar Fethiyeye tatile geldik, ortalığı kasıp kavurmaya değil." Üçü de sesin geldiği yöne baktıklarında Su merdivenleri tırmanmış gülerek kendilerine geliyordu. Üzerine giydiği kot şort ve beyaz bluzu ile gayet şıktı. Saçlarını açık bırakmayı tercih edip, makyajı olduğunca az yapmıştı. Ayağındaki dolgu topuklu ayakkabının renginde bir de küpe takmıştı.

"Dinime küfreden hatun müslüman olsa." Miranın söylediğine herkes kıkırdarken Sedatın seslenmesi ile merdivenlere yöneldiler. Salonda oturan erkekler bakışlarını merdivene çevirdiklerinde hepsi şok olmuştu. Kadınlar fazla güzel ve çekici olmuştu. Hepsinin içi bir anda kıskançlık ve erkeksi bir sahiplenicilikle dolmuştu. Ezra gözlerini ayırmadam Hiraya bakarken, fazla sert ve çekici görünüyordu. Tabi belki sadece Hira öyle görüyordu...

"Bu hâl ne ?!" Kenan Rüyaya sinirle bakarken, Rüya ona boş bakışlarını atmıştı.

"Kenan haklı. Bu hâl ne ? Siz bizi katil mi edeceksiniz ?" Sedat Su'ya öfkeli bakmadığı halde, göreni titreten bir bakışla bakıyordu. Su ise bundan hiç etkilenmeden kocasına bakıyordu.

"Aşkım bakma öyle. Ne varmış hallerimiz de hem ?"

"Sorunda orada ya ! Bir şey yok üzerinizde !" Kenan dişerinin arasında Rüyaya bakarak söylenmişti. Bu Rüyanın her ne kadar sinirine de gitse, onu sahiplenip koruması bir tarafının hoşuna da gitmişti. Ama çok küçük bir tarafının...

"Of abartmayın." Herkes Miraya baktığında dudaklarını büzüp omuz silkmişti.

"Kız haklı bakmayın öyle ! Aşkım, benim ve Miranın parmağında yüzük, benim kucağımda ek olarak Mavi ve yanımda sen olacaksın. Hiranın yanında Ezra olacak. Ee, Oktay Miranın yanında, Kenan da Rüyanın yanında olduğu sürece kimse dönüp yan gözle bile bakamaz. Hadi ama bu kadar maço olmayın." Su'yun söylediklerine, Oktay, Mira ve Rüya karşı çıkmıştı. Kenan ise halinden memnun bir şekilde gülümsemiş ve "Ben itiraz etmiyorum. Hatta şiddetle kabul ediyorum. Bence harika fikir hadi çıkalım." Demişti.

Her ne kadar erkekler -Kenan haricinde- bu fikirden hoşnut olmasa da, Su'yun çok iyi ikna yeteneği vardı. Ve çok geçmeden evden çıkılmıştı. Burada adım başı restorandı, bu yüzden yemek yönünden sıkıntı çekmeyeceklerdi.

Su ve Miranın isteği üzerine Çin restoranına gitme kararı alınmıştı. Bu yüzden Arabalara binip yola koyuldular. Gündüz olduğu gibi akşamda hareketli ve ışıl ışıl olan bir yerdi Fethiye. Çok geçmeden Fethiye'nin Barlar Sokağına ayak basmışlardı. Bu sokağı çok severdi Hira. Dövmecisinden tutun, ayakkabıcısına kadar bir çok mağaza mevcuttu. Aynı zamanda bir çok bar ve gece kulübü de vardı. Kalabalık olan caddede ilerleyip Çin restoranına girdiler.

Su ve Sedatı gören bir adam gülerek onlara gelmiş ve selam vermişti. Onlara terasta, caddeye bakan bir masa ayarlamıştı. Burada mekanlardan çıkan farklı müziklerin birbirine karıştığını duyabiliyorlardı. Cadde insan kaynıyordu. Vakit daha çok geç olmadığı halde gece kulüpleri şimdiden dolu gibiydi.

Garson siparişlerini alıp yanlarından ayrılırken sohbete dalmışlardı. Riya ve Mira, Su ile son zamanlarda olan gündemde ki dedikoduları konuşurken Hira, hiçbir fikrinin olmadığı konuları dinlemekle yetiniyordu. Kenan pür dikkat Rüya'yı izliyordu. Ezra, Oktay ve Sedat ise futbol hakkında klasik erkek muhabbeti ediyorlardı.

Mekanda bir çok kadının ve erkeğin gözü bu gruptaydı. Güzellikleri ve yakışıklılıkları ile oldukça dikkat çekiyorlardı. Yerlerinde olmayı dileyem bir çok kadın ve erkek bu gruba imreniyordu.

Çok geçmemişti ki siparişler gelmişti. Su kızı Mavi için pirinç çorbası istemişti. Mavi ufacık elleri ile annesine itiraz edip, çorbasını kendi içmeye çalışırken, Hiranım gözüne çok tatlı görünmüştü. Onu her gördüğünde içi büyük bir tutku ile doluyor ve anne olmak istiyordu. Ezradan olan bir çocuğa, hatta çocuklara annelik yapma düşüncesi onun başını döndürüyordu.

Yemekler yendikten sonra caddeye inmişlerdi. Kalabalık daha da artmıştı. Ezra Hirayı kolunun altına çekerken, Su kızı Maviyi bebek arabasına yerleştirmiş, Sedat ile birlikte sürüyorlardı. Birbirlerine çok yakışan bir çiftti bu ikili. Kenan ise Rüyanın peşinden ayrılmayıp, etrafta ki akbabalara ölümcül bakışlar atıyordu.

Oktay ise Miraya bakan bir kaç oğlanın bakışlarını yakalamış ve çocuklara ters ters bakarak Miranın bileğine yapışmıştı. Genç kız ne olduğunu anlamadan telefondan kafasını kaldırıp, bileğini tutan elin sahibine baktı.

"Ne yaptığını sanıyorsun be !" Sinirle söylenirken, Oktayın gözlerindeki sinir ürkmesini sağlamış ve tırnaklarını pençelerine geri sokmuştu.

"Arkada kalmasana kızım. Zaten giymişsin avuç kadar elbiseyi gece gece başıma iş açma !" Sinirle söylenen Oktaya ter bir bakış attı.

"Neden senin başına iş açacakmışım ben be ! Kendimi gayette koruyabilirim. Ayrıca elbisem ideal boyda." Mira ufak burnunu kibirle havaya kaldırırken, dolgun dudaklarını da büzüştürmüştü. Yaşıtlarına göre fazla dikkat çeken hatları vardı. Oktay ona bakmak yerine gözlerini kaçırıp, bileğinden tuttuğu gibi grubun peşinden sürüklemeye başladı.

"O nasıl ideal boy lan ! Millet bunu tişört olarak giyiyor !" Mira onu duymazlıktan gelmişti.

"Bileğim acıyor !" Oktay fark etmeden sıktığı bileği gevşetti fakat bırakmadı. Onun yerine elini avucuna indirip, Miranın parmaklarının arasına geçirdi parmaklarını. Mira şaşkınlıkla ona bakarken, o ise umursamazca omuz silkmişti.

"Etraftakiler sahipsiz sanıp, başına üşüşmesinler diye. Şey etme yani." Mira sesini çıkarmadan onunla birlikte yürümeye başladı. Aslında çevrede ki birkaç bakıştan o da rahatsız olmuştu. Bu yüzden kendi çıkarı için susmuştu. Sadece kendi çıkarı için yani. Başka bir şey için değil.

Bir süre mağazaları geze geze ilerlediler, daha sonra caddenin ortasında gördükleri ressamı ve çizdiği karikatür şeklindeki resimleri görünce ilgilerini çekmiş, o yöne yönelmişlerdi.

"Ezra biz de yaptıralım. Çok komik !" Ezranın Hiraya attığı 'ciddi misin' bakışlarıma aldırmayan Hira, onu kolundan tuttuğu gibi küçük tabureye oturtturmuştu. Kendisi de yanına oturarak ressama güzel bir poz vermişti. Herkes gülerek, Ezranın somurtkan ve sert yüzü ile Hiranın gülümseyen yüzünü izlerken ressam ustalığını konuşturup ortaya fazlası ile komik ama güzel bir eser çıkarmıştı.

Ezra adama gerektiğinden fazla parayı verip resme kısa bir göz attıktan sonra, yarım ağız gülmüş fakat çok uzun sürmeden eski sert yüz haline geri dönmüştü.

"Az gülsen bir yerlerin yamulur sanki !" Hira homurdanırken, Ezra onu yeniden kolunun altına çekmişti.

Bir çantacının önünde durduklarında erkekler bıkkınlıkla oflanmışlardı. Her ne kadar sahte olsalarda, kadınlar için çanta dendiği an akan sular dururdu. Sedat kızı Mavi ile ilgilenirken, Ezra da baba kızım hallerine gülüp duruyordu. Kenan ise yine Rüyayı izliyordu. Oktay ise etraftaki kızlara çapkın bakışlar atarken, bir barın kapısından çıkan uzun ve fizikleri Victoria Secret mankenlerini aratmayacak kadınlara bakmıştı. Yüzlerini saçlarından dolayı göremese de giydikleri elbise fiziklerine tam oturmuştu.

"Analar neler doğuruyor be ! Kenan..." Kenanı dürterken Kenan oralı bile olmamıştı. Bu sefer daha sert dürtmüştü. "Lan kime diyorum !" Kenan sinirle ona baktığında, ileride duran kadınları göstermişti.

"Sağdaki benim soldaki senin..." Kenan kadınlara bir saniyeden daha az bakıp Rüyayı izlemeye devam etti tekrardan. Onun bu hareketine Sedat, Ezra ve Oktay fazlası ile şaşırmıştı.

"İkisi de senin olabilir. Ben ilgilenmiyorum." Oktay şaşkınlıkla Kenana bakarken, kadınlara döndü.

"Şu hatunlara nasıl bakmaz-" o esnada kadınlarda kendisine dönmüştü. Oktay cümlesini bitiremeden büyük bir hüsranla karşısındaki kadınlara, daha doğrusu translara bakmıştı.

"Kız buyurun içeri gelin ! Durmayın öyle kapıda." Kadın kalın sesi ile cilveli bir şekilde konuştuktan sonra yanındaki kadınla kahkahayı patlatmıştı. Ezra ve Sedat dayanamamış, Oktayın hüsrana uğramış haline gülmüşlerdi. Oktay ise sadece, "B-başka zaman abla inşallah !" Diyerek önüne dönmüştü. (Bu olayı kız kardeşim Fethiye de barlar sokağında aynı bu şekilde yaşadı arkadaşlar. İlham kaynağıma buradan sevgiler !)

"Sanırım tüm playboy'luk hayatım şu dakika son buldu. Ben bu travmadan bir süre çıkamam." Oktayın söyledikleri ile Ezra ve Sedat daha çok gülmeye başlamıştı. O sırada yanlarına gelen Hira, Su, Mira ve Rüya onlara tuhaf bakışlar atıyordu.

"Ne oldu ?" Hira, Ezrayı güldüren şeyi merak ederken, nişanlısının kolunun altına sokulmuştu.

"Oktayın play boy'luk hayatı sona erdide ona gülüyoruz." Diyen Ezraya Oktay, ağabeyinden öğrendiği bakışları atmaya çalışmış fakat etkili olamamıştı. Bunu fark eden Hira derin bir iç çekmişti.

"Olmuyor Oktay, olmuyor. Bende çok denedim ama bakamıyorum öyle. Kaşımız gözümüz yamuluyor, felçli gibi oluyoruz." Oktayı Hirayı onaylarken gecenin geri kalanı sakin ve güzel geçmişti.

Yazlığa geldikten sonra herkes odasına çekilmişti. Hira balkondaki terasa çıkmış, doyamadığı manzaraya bakınıyordu. O sırada Ezra yanına gelmiş ve omzuna ufak bir öpücük kondurmuştu.

"Hep burada mı kalsak ?" Ezra kafasını ana vatanına, Hiranın boyun girintisine yerleştirirken sessizce mırıldanarak onu onaylamıştı. Fazlası ile uykusu gelmişti ve bu kadının kokusu bu uykuyu daha çok tetikliyordu. Onun uyku sersemi hallerini fark eden Hira gülerek kolları arasında ona dönmüştü. Adamın kafası yeniden aynı noktaya gömülürken, Hira gıdıklanıp kıkırdamıştı.

"Bir gün ölürsem beni buraya gömsünler meleğim..." Ezranın sessiz fısıltısı Hiranın kaşlarını çatmasına sebep olmuştu.

"Hani bir daha ölmekten söz etmek yoktu. Bunu düşünmek istemiyorum Ezra. Yokluğunu düşünmek istemiyorum." Ezra bir şey demeden kafasını girintiden çıkarıp sevdiği kadının gözlerine baktı.

"Ben zaten sen her güldüğünde, bana her aşkla baktığında, beni her öptüğünde ölüyorum be güzelim. Bundan daha güzel ölüm mü olur bana ?" Nefes aldığı dudaklara kapanırken dudakları, yavaşça belinden tutup içeri sokmuştu kadını.

Onlar aşklarını saran tutkuyu dudakları arasına hapsedip birbirlerine aktarırken, karanlık gecenin haince gizlediği tehlike tüm acımasızlığı ile onları izliyordu dudaklarında ki hain gülümsemeyle.

Yakında. Çok yakında her şey vizyona girecekti !

********************
Nihahahahhahahahah 😈😈 #Çığlıkiscooming

继续阅读

You'll Also Like

3M 160K 40
Heja güzelliği ve cesaretiyle Amed'e nam salmış kadın. Ağir yakışıklılığı ve bastığı yeri titreyișiyle Amed'in saygı duyulan ağası... Kadın çok sevd...
863K 51.3K 68
"Hiç bir aile karesinde yerim yokmuş ki benim" Ben Buse. Buse Yalın olarak doğmuştum ve şimdi Buse Gamzeli olarak ölecektim. Bu ruhu ölmüş, bedeni ya...
3.7K 729 6
GATA'da işine başarılı bir doktor olan Kuzey Ataman, aşk, aile, kadınlar ve güven ile ilgili hiçbir şeye inanmıyordur. Onun için aşk yoktur, sevgi...
1M 43K 59
Seni affedersem Namert olayım!.. Bana şiir yaz diyorsun hoş güzel de, peki sen kaç harf edersin. #Güven MAFYA ve AŞK SERİSİ 3... Keşke, her karşılaşm...