Orién : ANKA ATEŞİ | KADER AT...

By oykutzcn

4.6M 415K 139K

Külkedisinin prensese değil, Anka'ya dönüşme hikayesi. Sonsuzluğa kanat çırpan otuz kuşun öyküsü.| Elena'nı... More

1.Bölüm
2.Bölüm
3.Bölüm
4.Bölüm
5.Bölüm
6.Bölüm
7.Bölüm
8.Bölüm
9.Bölüm
10.Bölüm
11.Bölüm
12.Bölüm
13.Bölüm
14.Bölüm
15.Bölüm
16.Bölüm
17.Bölüm
19.Bölüm
20.Bölüm
Yeni bölüm değil :)
Orién 2 yaşında!
21.Bölüm
22.Bölüm
23.Bölüm
24.Bölüm
25.Bölüm
26.Bölüm
27.Bölüm
28.Bölüm
29.Bölüm
30.Bölüm
31.Bölüm\1
31.Bölüm\2
32.Bölüm
33.Bölüm
34.Bölüm
35.Bölüm
36.Bölüm
37. Bölüm
38.Bölüm
39.Bölüm
40.Bölüm
41.Bölüm
42.Bölüm\1
42.Bölüm\2
43.Bölüm\1
43.Bölüm\2
44.Bölüm
45.Bölüm
46.Bölüm
47.Bölüm
48.Bölüm
49.Bölüm
Kitap hakkında
Kitap hakkında 2\İmza günü.
İmza günü :)
RAFLARDA :)
ORIEN 3 YAŞINDA!
ORIEN 4 YAŞINDA :)
KADER ATEŞİ / 1. BÖLÜM
Kader Ateşi / 2. Bölüm
KADER ATEŞİ / 3. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 4. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 5. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 6. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 7. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 8. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 9. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 10. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 11. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 12. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 13. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 14. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 15. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 16. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 17.BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 18. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 19. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 20. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 21. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 22. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 23. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 24. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 25. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 26. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 27. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 28. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 29. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 30. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 31. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 32. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 33. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 34. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 35. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 36. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 37. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 38. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 39. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 40.BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 41.BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 42. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 43. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 44. BÖLÜM| CENAZE
KADER ATEŞİ / 45. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 46. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 47. BÖLÜM
KADER ATEŞİ/ 48. BÖLÜM
KADER ATEŞİ / 49. BÖLÜM
KADER ATEŞİ/ 50.BÖLÜM
KÜL | 1. bölüm
KÜL| 2. Bölüm
KÜL| 3. Bölüm
KÜL| 4. BÖLÜM
KÜL| 5. Bölüm
KÜL| 6. Bölüm
KÜL| 7. Bölüm
KÜL| 8. Bölüm
KÜL| 9. Bölüm
KÜL| 10. Bölüm
KÜL| 11. Bölüm
KÜL| 12. Bölüm
KÜL| 13. Bölüm
KÜL| 14. Bölüm
KÜL| 15. Bölüm | Orién 5 yaşında!
KÜL| 16. Bölüm
KÜL| 17. Bölüm
KÜL| 18. Bölüm
KÜL| 19. Bölüm
KÜL| 20. Bölüm
KÜL| 21. Bölüm
KÜL| 22. Bölüm
KÜL| 23. Bölüm
KÜL| 24. Bölüm
KÜL| 25. Bölüm
KÜL| 26. Bölüm
KÜL| 27.Bölüm
KÜL| 28. Bölüm
FİNAL

18.Bölüm

56.3K 3.8K 1.3K
By oykutzcn

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen :)

*

Tüm öğleden önceyi etrafımda konuşulanları dinliyormuş gibi yaptıktan sonra, öğleden sonra doğruca Samantha'nın yanına gittim.

Beni gördüğünde şaşırmıştı. "Bu saatte neden buradasın. Bir şey olmadı ya?"

"Aslında öğleden sonra Binicilik dersimiz var ve benim bacaklarım hala iyileşmediği için bugünlük girmemenin daha iyi olacağını düşündüm," dedim, Samantha'nın bahane uydurduğumu anlamamasını dileyerek. Yalan söyleme işinde ciddi anlamda kötüydüm.

Samantha gülümseyerek, "Bir seferlikten bir şey olmaz," dediğinde, ayağa kalkıp ona sarılmamak için kendimi zor tuttum. O da her zamanki gibi koltuğundan kalkıp, karşımdaki koltuğa oturdu. Benimle konuşurken böyle davranmasını seviyordum. Bu şekilde okul müdürü ile değil, gerçekten sevdiğim biri ile konuşuyormuşum gibi hissediyordum.

"Anlat bakalım," dedi Samantha. "Nasılsın? Nasıl hissediyorsun?"

Dirseğimi koltuğun koluna yaslayıp, çenemi avucuma yasladım. "Aslında bugün kendimi berbat hissediyorum," dedim düşünceli bir tavır ile. "Ama bunun kaçırılmam ya da yaralarımla bir ilgisi yok. Özel bir durum diyebiliriz."

Samantha bu sefer anlayışla gülümsedi. "Sizin yaşınızdayken hep öyledir. Çok fazla kafana takmamalısın."

"Öyle yapmaya çalışıyorum." Başımı elimin üzerinden çekip, yeniden dik bir şekilde oturdum. "Aslında bugün yanına gücüm ile ilgili konuşmak için geldim. Chris dört elemente sahip olabileceğimi söylüyor."

Samantha önce biraz şaşırsa da, hak verircesine başını salladı. "Olabilir tabi. Tarihte dört elemente sahip kahinler vardı. Peki neden böyle düşünüyor?"

"Öncelikle, ilk başta bende ateş elementi hissedip, sonrasında hiçbir şey hissetmemesine bağlıyor bu durumu," dedim Chris'in söylediklerini, yüzünü gözümün önüne getirmemeye özen gösterip düşünerek. "Ve benim elementimi hala hissedemememin nedeni de bu olabilirmiş."

"Kaçırıldığınızda yarattığın patlamadan sonra, elementini hissedebildin mi?"

"Hayır. Hala olması gereken yerde yokmuş gibi. İçimde bir güç barındırdığımı hiçbir şekilde hissedemiyorum."

"Elementini kullanamaman normal olsa da, şimdiye dek onu hissetmen gerekirdi. Eğer dört elemente de sahipsen, bu hissedememeni normal yapar."

Samantha'nın, Chris'in söylediklerini onaylaması ile sanki ilk defa gerçekten nefes aldığımı hissettim. Güçler söz konusu olduğunda, kendimi tam anlamıyla işe yaramaz hissediyordum. Eğer dört elemente sahip olmam Samantha'ya mantıklı geldiyse, gerçek olabilirdi. Ancak bu durum işleri daha da karışık hale getiriyordu. Ben sadece ateş ile baş edemezken, diğerleri ile nasıl baş edebileceğimi bilmiyordum. "Eğer sandığınız gibiyse, ne yapmam gerekiyor?" diye sordum umutsuzca. Az önce aldığım rahat nefes hissi, saniyeler içinde yok olmuştu.

"Eğer düşündüğümüz gibi dört elemente sahipsen ve Chris ilk olarak ateşi hissettiyse, baskın elementin ateş demektir. Gerçi Chris'e de gerek yok, ormanda yarattığın patlama bize bunu belli ediyor" dedi Samantha gözlerini başka bir yere çevirip, bir yandan da düşünerek, ağır ağır. Sonra tekrar bana baktı ve daha hızlı ve gülümseyerek devam etti. "Yani ekstra hiçbir şey yapman gerekmiyor. Merak etme."

Gülümsememe engel olamazken, büyük bir oh çektim. "Ek olarak dersler koyacaksın diye çok korktum," dedim elimi kalbimin üzerine koyarak.

"Sana kendini zorlamamanı söylerken, nasıl böyle bir şey yapabilirim ki?" Birkaç saniye sessiz kaldıktan sonra ekledi. "Eğer dört elemente sahipsen, ki bana oldukça mantıklı göründü, muhtemelen tahmin ettiğimizden çok daha güçlüsün. Bu da başkomutanlığa kadar yükselebilecek yeni nesil bir öğrenci olabileceğin anlamına geliyor."

Samantha'nın söylediği karşısında sesli bir kahkaha atmaktan kendimi alamadım. "Evet. Benden harika bir başkomutan olur," dedim gülerek.

Gülme faslı bittiğinde, "Peki ya görüşler?" diye sordu Samantha.

"Üzgünüm. Bu konuda hiçbir gelişme yok," dedim mutsuz bir şekilde. "Sen bu şeyin nasıl işlediği ile ilgili bir şeyler biliyor musun?"

Samantha birkaç saniye düşündü. "Hımm." Hafızasındaki bilgileri yokladıktan sonra devam etti. "Aslında çok fazla bilgimiz yok. Asıl bilgiler, saraydaki gizli kütüphanede tutuluyor. Senin güvende olduğundan daha emin olduğumda, birkaç kişiye seninle ilgili gerçekleri anlatıp, kütüphaneye girmek için izin alacağım. O zaman sana daha kesin bilgiler verebilirim ama benim de bildiğim birkaç şey var elbet."

Samantha, olabilceğim kişi ile ilgili bilgiler verirken onu dikkatle dinledim. "Tarihteki her kahinin farklı güçleri olduğunu söylemiştim. Kiminin görüşleri tamamen uyanık iken, kiminin uykusunda gelmiş. Gelecek, kimine görüşler, kimine ise kelimeler yolu ile gelmiş. Bazıları bir eşya ile mühürlenip, ondan almışlar gelecek ile ilgili kehanetleri. Bu güç kişinin özelliklerine göre değişiyor. Ayrıca şunu da bilmelisin ki, kehanetlerin aslında sanılanın aksine bir kesinliği yoktur. Çünkü gelecek değişkendir. Ancak pek tabii, kehanetlerinde çok başarılı olan kahinler de olmuş."

"Çok da matah bir şey değil yani bu kahinlik. Madem ki gelecek her an değişebiliyor, benim vereceğim kehanetlerin pek bir önemi yok o halde."

"Her zaman en kötüyü görmekte üzerine yok değil mi?" dedi Samantha şaşırarak. "Hiç önemi olmaz olur mu? Sen henüz kendinin bilince değilsin, o yüzden ben söyleyeyim: Sen, Orién'de yaşayan en önemli insansın. Bunu anlayabiliyor musun? Yeri geldiğinde, kraldan bile önceliklisin."

Belki başkasının gurur duyabileceği bir durumdu bu ama benim için, omuzlarımdaki yükü iki katına çıkaran bir bilgiydi. Aynı zamanda beni korkutuyordu da. "Bana verdiğiniz önem ve değere layık olamamaktan korkuyorum," dedim. Mutsuzluğum tam olarak sesime yansımıştı.

Samantha karşı koltuktan uzanıp elimi tuttu. "Bırak, her şey olacağına varsın. Unutma, her şeyin bir nedeni var."

Bir, iki saat kadar daha Samantha ile muhabbet ettikten sonra, tekrar ziyarete geleceğim sözünü vererek yanından ayrıldım. Sıradaki durağım ise revirdi. Aşağı inip, bahçeden revirin bulunduğu yan tarafa dolandım. Binicilik dersi bugün arka tarafta yapılıyordu, ön tarafta ise normalden çok daha az öğrenci elementleri üzerinde çalışıyordu. Kendimi mümkün olduğunca az göstermeye çalışıp, hızla revire girdim.

O sırada merdivenlerden inen Karnili beni görünce coşku ile selamladı. "Elena! Nasılsın hayatım?"

Birbirimize kısaca sarıldıktan sonra, "İyiyim merak etme," dedim. Karnili'nin göz altındaki morluklarından, gece boyunca çalıştığı anlaşılıyordu. Kıvırcık saçları kabarmış, birbirine girmişti. Sahte bir kızgınlık ile, "Beni düşünmeyi bırak da, biraz da kendini düşün. Gece boyunca çalıştın değil mi?" dedim. Bu bir soru değildi, bütün gece çalıştığına emindim.

Karnili gülümseyip, beceriksiz hareketlerle kabarmış saçlarını düzeltmeye çalıştı. "Çok mu belli oluyor?" Heyecanla ekledi," Yeni bir karışım üzerinde çalışıyorum."

Hayatlarını bir amaca, hem de çok önemli bir amaca adayan insanlar böyle oluyordu demek. Bu tarz insanlara her zaman hayranlık duymuştum. "Heyecanını anlıyorum ama arada dinlenmeyi unutma."

"Bu akşam bol bol dinleneceğim, söz. Hadi ben seni tutmayayım, çık sen arkadaşının yanına," dedi ve her zamanki panik hali ile yanımdan ayrıldı. Giderken, "Bir şeye ihtiyacın olursa yanıma uğramaktan çekinme," diye eklemeyi de unutmadı.

Üst kata çıkıp, Bella'nın kaldığı odanın kapısını tıklattım. Girebileceğimi söyleyen ses ile kapıyı açıp, içeri girdim. Bella yine yatağın üzerinde oturmuş kitap okuyordu. "Bakıyorum bensiz duramıyorsun," dedi yine o bilmiş, kendini beğenmiş tavrı ile. Kitabını yan tarafa bırakıp, yeniden yatma pozisyonuna geçti.

"Seninle alakası yok," dedim umursamaz görünmeye çalışarak. "Dersten kaçtım oyalanacak yer arıyorum."

Yatağına zaten iyice kurulmuş olan Bella, yorganını üzerine çekti. "Git başka yerde oyalan. İlaçlarımı daha biraz önce aldım, uyuyacağım ve beni rahatsız ediyorsun," dedi.

Yatağının yanına gidip, tepesine kadar çektiği yorganı çektim. Bella çok kızmış gibi duruyordu ama onu umursamadım. Boğazı hala sarılıydı. "Yaraların ne durumda?" diye sordum, yüzündeki yaraların benimkiler gibi geçmeye başladığını fark ederek.

Bella ise beni hiç takmadan, düz bir şekilde suratıma baktı. "Tepemden ve hatta mümkünse odamdan gider misin?"

"Nasıl olduğunu öğrenmeden gitmem," dedim inat ederek.

Bella derin bir of çekerek, yorganı aşağı çekti. "Yüzümdekiler gördüğün gibi. Boğazımdaki yanık sandığımızdan daha kötü. Ayrıca uzun süre veskarın etkisinde kaldığımdan, zehir tam olarak vücudumdan atılmadı ve bu da işleri daha kötü bir hale getiriyor. Buradan çıkmam da pazartesiyi bulacak gibi. Oldu mu, mutlu musun?"

"Pazartesiye de çok varmış," dedim iç geçirerek. "Neyse, ben gideyim öyleyse. Sen de rahat rahat dinlen."

Kapıya doğru yürüdüğümde, Bella daha önce de yaptığı gibi seslenince durup ona döndüm.

"Şey," dedi benden başka bir tarafa bakarak. "Bir şey isteyecektim de." Ses tonu bir şey ister gibi değil de, daha çok pek de umursamadığı bir şeyi söylüyormuş gibiydi. Ben cevap vermeden öylece bakınca devam etti, "Yarın, bana birkaç yeni kitap getirir misin?" Her ne kadar benden bir şey istiyor olsa da, burnu havadalığı bırakmıyor, gururundan ve soğukluğundan asla ödün vermiyordu.

Kollarımı göğsümde birleştirip, tek kaşımı kaldırarak sordum, "Neden takım arkadaşlarından istemiyorsun?"

Bella huzursuzca kıpırdanıp, "Onlardan bir iyilik isteyip, borçlu kalmak istemiyorum," dedi.

Duruşumu dikleştirirken, gülümsemem tüm yüzüme yayıldı. "Onlara borçlu kalmaktansa, bana borçlu kalmayı tercih ediyorsun yani?"

Sinir olduğunu belli eden bir ses çıkardı. "Aman tamam! İstemedim bir şey!"

Bu hali daha da hoşuma gittiğinden sesli bir kahkaha attım. "Tamam kızma," dedim onu daha fazla kızdırmamak için ciddileşerek. "İstediğin bir kitap var mı?"

"İstemiyorum dedim!" diyerek diretti Bella. "Çık odamdan!"

"Ah! Tamam dedim Bella," dedim bende sinirle. "Getireceğim. İstediğin bir kitap var mı?"

Bella bir süre sert bir şekilde suratıma baktı. "Fark etmez," deyip yan dönerek yorganı tekrardan tepesine kadar çekti.

Odadan çıktığımda kendi kendime gülmeye başladım. Bella tam bir huysuzdu. Nedense onu Amy'ye benzetiyordum ve Amy bunu duysa muhtemelen beni mahvederdi, o yüzden bu düşüncemi kendime saklamaya karar verdim.

Öğleden sonraki derslerin bitmesine az bir süre kala, biraz da Karnili ile zaman geçirip, kızlar dersten çıktığında onlarla birlikte odaya döndüm. Tamamen bomboş bir gün geçirmiş olsam da, başkaları ile zaman geçirmek bana iyi gelmişti.

Yağmur başladığından, akşam yemeğine kadar odamızda vakit geçirdik. Altımıza ait olan ortak salonumuzda konumuz yine aynıydı; elementler.

Akşam yemeği saati geldiğinde yemekhaneye gidip yemeklerimizi aldıktan sonra, artık tamamen sahiplendiğimiz masamıza oturduk. Oturduğumuz masa, dört kişilik üç masanın birleşmesinden oluşuyordu ve yanımızda boş yer vardı ama neyse ki kimse yanımıza gelmiyordu. Herkes kendi takımı ile oturmayı tercih ediyordu ve biz de yanlarında oturulmak istenen o popüler ya da güçlü kızlardan değildik. Tam tersi, çaylak olmamız yetmiyormuş gibi, çaylakların içindeki ezikler takımıydık onlar için.

Moralimin sabahkinden daha iyi olduğunu düşünüp yemek yerken, yemekhaneye girip takımının masasına giden Chris'i görünce tüm iyi düşüncelerim yok oldu. Caroline, Chris'i gördüğünde ayağa kalkıp onu öptüğünde, Chris hiç de halinden memnun değilmiş gibi görünmüyordu. Chris'in gülümsemesini gördüğümde ağzımda çevirip durduğum yemek boğazıma kaçınca bir anda öksürmeye başladım. Kızlar su vermeye çalışıp iyi olup olmadığımı sorarken, benim gözlerim Chris ve Caroline'da idi. Yan yana oturmuş, hallerinden gayet memnun bir şekilde birbirlerine kur yapıyorlardı. Chris eğer Caroline'ı kendinden bu şekilde uzaklaştırmaya çalışıyorsa, epey yanlış bir strateji kullanıyordu. Kızlar neler olduğunun farkına vardığında Chris'e küfür ederek, ilgimi onlara vermemi söylediler. Gözlerimi onlardan çekip, son üç gündür olduğu gibi yemeğimle oynamaya başladım.

Chris ilk başta beni şaşırtmış olsa da, şu an kendimi çok şaşkın ya da kötü hissetmiyordum. Biliyordum, diye bağırdı iç sesim. Sanki onu duymuş gibi hemen arkasından Kathy tekrarladı, "Biliyordum."

"Şimdi sırası değil," dedi Shanny fısıldayarak. İlgimi başka bir yere vermek için, yemekhaneye göz gezdirdim. O sırada gözlerim George'a takıldı. Yanında dört kişi daha vardı. Bir yandan küçücük masaya sıkışmaya çalışıyor, diğer yandan da yemek yemeye çalışıyorlardı. George'un karşısında bize arkası dönük şekilde oturan kapüşonlu çocuk etrafına bakınıp, arkadaşlarına bir şey söyledi ve hepsi birden tepsilerini alıp ayağa kalktılar. Ayağa kalktıkları an, kapüşonlu çocuğun, her uygulama dersinde ağacın altında uyuyan çocuk olduğunu fark ettim. Her ne kadar kim olduğunu merak etsem de, bu şekilde izlenmenin rahatsızlık verici olduğunu çok iyi bildiğimden, yeniden yemeğime odaklandım. Ta ki, yanımıza gelip bize hiçbir şey sormadan masamıza oturmalarına kadar. Gözlerimi, odaklandığım yemeğimden kaldırdığımda, karşımda duran çocuğa şaşkınlık içinde baktım.

"Bundan sonra biz de sizinle yiyeceğiz," dedi baş belası çırak çocuk. Ya da uygulama derslerinde, hep aynı ağacın altında uyuyan çocuk mu demeliydim? Ayrıca daha biraz önce kimsenin yanımıza gelmemesi ile ilgili şeyler düşünürken, mucizevi bir şekilde yanımıza oturan birilerinin çıkması bir tesadüf müydü, yoksa düşüncelerimi duyan birisi benimle dalga mı geçiyordu?

Ben ağzım bir karış açılmış ona bakarken, "Aa, çırak çocuk," dedi Amy heyecanla. "Sen burada ne arıyorsun?"

Henüz yüzlerine bile bakamadığım diğer çocuklar gülmeye başlayınca, onlara ters bir bakış atıp, susturdu. Tekrar Amy'ye döndüğünde, "Ne mi arıyorum?" dedi. "Ben de burada okuyorum."

Amy'nin bir şey söylemesine fırsat vermeden araya girdim, "Yine dalga geçtiğini söyle lütfen!"

"Neden? Çıraklar Lermont'ta okuyamaz mı? Bununla ilgili bir sorunun mu var?"

"Okuyamaz mı dedim?" Yine aynı şeyi yapıyor! "Ya da senin çırak olman ile ilgili bir şey mi söyledim? "

Beni takmayarak kızlara döndü,"Hep böyle sinirli ve asık suratlı mıdır?" diye sordu gülerek, sanki ben orada yokmuşum da başka birinden bahsediyormuş gibi. Sonra tekrar bana döndü. "Eğer bu şekilde surat asmaya devam edersen," işaret parmağını uzatıp, iki kaşımın arasına dokundu. Ben kıpırdayamadan sadece gözlerimle parmağına bakmaya çalışıp ve muhtemelen bu yüzden şaşı olurken devam etti, "İleride çirkin kırışıklıkların olacak." Parmağını çekip, artık tanıdık gelmeye başlayan alaycı gülümsemesi ile başını hafifçe sağa sola salladı.

Kızlar gülmeye başladığında sinirle onlara baktım ama bakışlarımdan hiç de etkilenmiş gibi değillerdi. Tekrar çırak çocuğa döndüm, "Peki buraya oturmadan önce bize sordunuz mu?" dedim. Çırak çocuk eğilip kızlara baktığında, "Benim için sorun yok," dedi Shannon gülümseyerek.

"Nedense çok eğlenecekmişiz gibi bir his var içimde," diye ekledi Amy. Diğer kızlar da ona katıldığında, çırak çocuk bilmiş bir tavırla bana döndü. Derin bir nefes alıp verdim,"Pekala. Madem kimsenin sorunu yok, benim de yok öyleyse."

"Teşekkür ederiz, Elena," dedi eğlendiğini belli eden bir tavırla.

"İsmimi de biliyorsun yani?"

"Benim sayemde kurtarıldın, unuttun sanırım," dedi göz kırpıp.

Bu sefer kendimi tutmaya çalışarak, sahte bir şekilde gülümsedim. "Ah, doğru ya. Sen ve senin büyük bir kibarlıkla ikram ettiğin elman."

"Aynen öyle," deyip kızlara döndü. "Ben Nate." Sonrasında diğerleri devam etti.

"Lucas."

"Tyler."

"Jeff."

Son olarak ürkek bir ses yükseldi. "George."

Kızlar da sıra ile kendini tanıttığında, Nate, "Lucas ve Tyler ile kuzeniz. Jeff çocukluk arkadaşımız. George ile de yeni tanıştık," dedi.

"Yurtta mı kalıyorsunuz?" diye sordu Amy.

"Sadece George. Biz kendi evimizde, yani, kendi evlerimizde kalıyoruz."

Bu sefer Kathy sordu,"Üçüncü sınıf mısınız? Daha önce sizi hiç görmedik." Ne diye bu kadar soru soruyorlardı ki sanki?

"Hayır ikinci sınıfız," diye cevap verdi yine Nate. Grubun sözcüsü olarak mı seçilmişti, neden diğerlerinin konuşmasına izin vermiyordu ki? Ah doğru ya, çırak çocuk epey gıcık bir kişiliğe sahipti. Gerçi Lucas, Tyler ve Jeff yemeklerine öyle odaklanmışlardı ki, bizi duymuyorlardı sanki. "Okulla pek aramız yoktu. Ama artık devamlı olarak gelmeye karar verdik," diğerlerine döndü, "değil mi?" Onlar yemeklerini yerken başları ile onayladılar,"Hı hı." "Hı hı."

İlk defa Nate'in nasıl göründüğüne dikkat ettim. Mavi gözleri, yüzü ile orantılı biçimli bir burnu ve dolgun kırmızı dudakları vardı. Gıcık olabilirdi ama hakkını yememek gerekiyordu, gerçekten yakışıklıydı. Dağınık saçları sapsarıydı.

Lucas ile daha çok benziyorlardı. İkisinin de saçları aynı sarılıktaydı ve kisinin de mavi gözleri vardı. Tyler onlara göre daha kumral kalıyordu ve onun gözleri yeşildi.

Jeff'e dikkatli bakıp bana bir yerden tanıdık geldiğinde, Lucas ve Tyler'ı tekrar inceledim. Şehirde, Nate ile muhatap olmadan hemen önce gördüğüm, dart oynayan çocuklardı. Jeff'te onlara hile yaptıklarını söyleyendi. Hepsi de oldukça uzun boylu ve yapılıydı ama Jeff yine de yanlarında, onların iki katı gibi kalıyordu. Siyah kısacık saçları, kemikli yüzü ve devasa heybeti ile oldukça korkutucu görünüyordu. Ben olsam asla onu kızdırmazdım.

George kızıl saçlıydı. Yakından bakınca, yüzünde çilleri olduğunu fark ettim. Kamburunu çıkararak oturmuş, etrafına bakmadan yemeğini yiyordu. Sadece arada sırada, kalın camları olan gözlüklerini itip, burnunun üzerine yerleştiriyordu.

Onları incelemem bittiğinde, gözlerim istemsiz olarak Chris'lerin masasına kaydı. Chris, Caroline ile ilgilenmekten vazgeçmiş, dikkatle bizi izliyordu. Tam bir şey yapacağını hissettiğim an, bakışlarımı masaya çevirdim. Herkes yeniden kendi arasında muhabbet etmeye başlamıştı.

"Kaç gündür yemiyorsun?"

Nate'in sorusu üzerine anlamadan ona baktım. "Ne?"

"Yemek diyorum. Kaç gündür doğru düzgün yemek yemiyorsun?" Yine benimle dalga geçip geçmediğini anlamak için yüzüne baktım. Her zamanki gülümsemesi yoktu, gayet normal görünüyordu. "Böyle, yemeklerin ile oynayıp oynayıp geri veriyorsun değil mi?" dedi ben cevap vermeyince. "Bu Orién'de hoş karşılanmaz. Yemeklere saygı duymalısın, yiyemeyeceğin yemeği almamalısın."

Bu sefer inatlaşmak yerine, düz bir şekilde cevap verdim. "Yiyorum," deyip çatalımı değişik birkaç ottan yapılmış yemeğe daldırıp, ağzıma götürdüm. Ancak her çiğneyişimde daha da büyüyordu sanki. Zorlukla da olsa yutmayı başardığımda, Nate'in hala beni izlediğini fark ettim. Neden baktığını soramadan, duyduğum şey ile öylece kaldım.

"Özür dilerim," dedi gayet ciddi bir şekilde. Nate'in benden özür dilemesine mi, yoksa bu kadar ciddi konuşabilmesine mi şaşırsam bilemedim. Konuşabilmeyi başardığımda, "Neden özür diliyorsun?" diye sordum.

"Siz kaçırıldıktan sonra, üzerine biraz fazla geldim sanırım," dedi düşünceli bir şekilde. "Yaralı ve psikolojik olarak kötü durumda olmana rağmen bana teşekkür etmek için yanıma geldin, ama ben seni biraz sinir ettim galiba."

Birkaç saniye mimiksiz, duygusuz, tamamen düz bir şekilde yüzüne baktım. Sonra onunla aynı olduğunu sandığım -daha doğrusu çabaladığım- bir gülümseme ile, önümdeki tepsiyi biraz iterek kollarımı masanın üzerine koyup ona doğru yaklaştım. "Uykuların da kaçtı mı?" diye sordum.

Ciddi ifadesi dağılıp, gülümsemesi tüm yüzüne yayıldı. "Geceleri seni düşünmem hoşuna mı giderdi?"

Kıvrılmış dudaklarım bir anda düştü. Lanet olsun! Lanet olsun kırmızı alarm! Vücudumdaki tüm al askerler yüzüme hücum ediyordu! Kızarıyordum!

. "Yanlış anlama hemen," dedi çarpık gülümsemesi ile. Muhtemelen hemen arkasından gelen kahkahasını bastırabilmek için öksürüp, tekrar ciddileşti. "Ciddiyim. Özür dilerim.

"Hmm, peki," dedim ondan gözlerimi kaçırma isteği duyup, yeniden yemeğimle oynayarak. "Madem pişman oldun, hiçbir şey olmamış gibi devam edebiliriz." Sonrasında da umursamaz görünmeye çalışarak çatalı tepeleme doldurup, ağzıma tıkıştırdım. Çırak çocuk da nihayet benimle ilgilenmeyi bırakıp yemeğine döndüğünde, Jeff Lucası'ı saçlarından tutup, önünde duran en büyük boy çorba tabağına kafasını daldırıp; etrafımızda oturan herkesin dikkatini çekecek yükseklikte bir kahkaha attığında hepimiz şok içinde onlara baktık. Biz peçetelikten peçete çıkarıp, Lucas'a uzatmaya çalışırken, "Onlar böyle anlaşır, takmayın," dedi Nate hiçbir şey olmamış gibi yemeğine devam ederek. Lucas peçeteleri alıp yüzünü silerken, Jeff ve Tyler hala gülüyordu. Birazdan kavga çıkacağını düşündüm ama Lucas gözlerini açabilecek kadar yüzünü sildiğinde, o da gülmeye başladı. Lucas dışarıdan çok kendini beğenmiş gibi görünse de, Jeff'in ona herkesin içinde böyle bir şey yapıp, bir de kahkahalarla gülmesine hiçbir şey söylememiş o da onunla birlikte gülmüştü. Jeff ise dışarıdan korkutucu görünmesine rağmen, görünüşünün altında şapşal bir çocuk yattığından emindim.

"Yemeklere saygı duymalıyız, öyle değil mi?" dedim Nate'e bakıp imalı bir şekilde. "Orién'de yemeklere saygı çok önemlidir."

Nate peçete ile ağzını silip gülümsedi. "Sizden ayrıldıktan sonra onları dövmek zorunda bıraktın şu an beni, farkında mısın?"

Gülerek Jeff'e bakıp, tekrar Nate'e döndüm. "Jeff ile baş edebileceğini sanmam."

"Haklısın ama Jeff bana kıyamaz," dedi. Bu gülümseme onun normal gülümsemesi olmalıydı. Mimiklerinde ya da bakışında bir alay yoktu. Hep böyle gülmeliydi. Ya da gülmemeliydi. Umurumda değildi.

Nate sesini alçaltarak devam edince, ikimiz de refleks olarak birbirimize yaklaştık. "Jeff kolay kolay sinir olmaz ama Lucas ve Tyler onunla uğraştığında, ikisini de kucaklayıp duvara çarpabilir. Bana asla sinirlenmez ve beni kızdıracak bir şey yaptığında da hemen kaçar. Ki zaten ben de ne yapmış olursa olsun, Jeff'e sinirlenemem. Tanıdıkça anlayacaksınız."

Çırak çocuğu bir anlığına bu yönden kendime benzetmiştim. Arkadaşlarından bahsederken bile gülümsüyordu ve belli ki onlar, onun için çok önemliydi.

Yemeklerimizi yedikten sonra bir süre daha yemek salonunda oturup muhabbet ettik. Çırak çocuk ve diğerleri çok fazla oturamayıp evlerine döndüğünde, biz de odamıza döndük. Ortak salonda toplandığımızda dönen konu tabi ki; çırak çocuk, Jeff, Lucas, Tyler ve biraz da George'du. Yemekhanede konuşulan her şeyin üzerinden bir kez de kendi aralarında geçmişlerdi. Konuya en az katılanlar Shann ve bendim, beklendiği üzere. Biz, daha çok dinlemeyi seçmiştik. Çırak çocuk ile çarşıdaki elma olayımız ise belki üç kez konuşulmuştu.

Bugün çırak çocuğa o kadar çok maruz kalmıştım ki -kızlar sağ olsun- yatağıma yattığımda beynimde dönüp duruyordu. Kafamı dağıtmak için birkaç sayfa kitap okuyup, biraz da yatakta dönüp durduktan sonra uykuya daldım.

Sabah Nate ve kuzenleri ortalıkta görünmese de, öğleden sonraki uygulamalı savaş dersinde Nate aynı ağacının altında uyuyordu. Diğerleri elementlerinin gücünü arttırmak için sıra ile öne çıkarken, sıranın bana gelmesini bekledim. Fantastik bir dünyayı, elementlerin kullanıldığı sıra dışı bir dersi bile monotonlaştırmayı başarabildiğime göre, bu da bir diğer lanetim olmalıydı. Üç haftadır aynı şey oluyordu: Sıra bana geliyordu, öne çıkıyordum, deniyordum ama sonuçta hiçbir şey olmuyordu. Güçlü durmaya karar versem de, direncim her geçen gün daha fazla zayıflıyordu. Amy de benimle aynı kaderi paylaşıyordu. Ara ara elementini harekete geçirmeyi başarsa da, dikkate alınmayacak kadar zayıf ve güçsüz oluyordu.

Sıra bana geldiğinde öne çıktım. Her zamanki gibi gözlerimi ve dışa açık olan tüm duyularımı kapattım. Derin nefesler alıp aklımdaki her şeyi boşalttım. Sadece kendime,ruhuma ve ateşe odaklandım. Ruhumda gezinip onu aradım. Yaklaştığımı hissediyordum. Evet, çok yakındım ve o sanki benden kaçıyor gibiydi. Peşini bırakmadım. Kovaladım, kovaladım, uzandım ve ona dokundum. Ateşe dokunduğum anda, önce yanan evimiz canlandı gözümün önünde. Sonrasında ise ateş, tüm ruhumu sardı. Alevlerin arasından biri seslendi. "Elena!" Bana seslenen, annem miydi ? Ona cevap vermek istedim ama yapamadım. Alevler değişirken, bir yüz belirdi içinde. İlk başlarda kim olduğu seçilemeyen yüz, alevler yoğunlaştıkça tanıdık bir yüz haline geldi. Bella'yı öldürmeye çalışan adamın yüzüydü. Bakışlarını bana çevirdiğinde, gözlerindeki nefreti açıkça görebildim. Alevler git gide daha da büyüyor, ruhumu patlatırcasına sıkıştırıyordu. Baskı dayanılmaz sınırlara ulaştığında, alevler büyük bir patlama eşliğinde yok oldu. Gözlerimi açtım. Nefes nefese kalmıştım. Tüm vücudum titriyordu. Şiddetli titreme yüzünden, ayakta durabilmek için büyük çaba sarf etmem gerekiyordu. Profesör ve sınıf arkadaşlarım benden uzaklaşmış, korkarak beni izliyordu.

Profesör ellerini hafifçe yukarı kaldırarak, "Elena. Sakin ol," dedi. Neler olduğunu anlayamıyordum. Titremem git gide şiddetlenip, soğuk terler dökerken zorlukla konuştum. "Ke... Kendimi. Kötü. Hissediyorum."

"Yanına geleceğim, ama önce sakinleştiğinden emin olmalıyım," dedi temkinli adımlarla yavaşça öne çıkarak. Neden benden korkuyormuş gibi davranıyorlardı? Ben ne yapmıştım da benden bu kadar uzaklaşmışlardı? Neden bana yardım etmiyorlardı? Şu an onlar mı yana doğru kayıyordu, yoksa ben mi düşüyordum?

Bedenim üzerindeki hakimiyetimi kaybettiğim anlarda son hatırladığım, birinin beni tam düşmeden önce yakalamasıydı.

Bilincim gelmeye başladığında, gözlerimi açabilecek kadar bile güç bulamadım kendimde. Uğuldayan kulaklarım yavaş yavaş normale dönerken, bazı konuşmalar duydum.

"Bilemiyorum," dedi bir kadın sesi. "Hiçbir neden yok, ilk defa böyle bir şeyle karşılaştım. Tüm ihtimallere karşı verebileceğim tüm ilaçları verdim. Yapabileceğim başka bir şey yok."

"Yardıma ihtiyaç duyarsan ayarlayabilirim, biliyorsun," dedi bir başkası. Bu sefer konuşan bir erkekti. Her ne kadar sesler tanıdık olsa da, kafamı tam olarak toparlayamadığımdan kim olduklarını çıkaramıyordum.

"Biliyorum hayatım," dedi yine ilk ses. "Bu durumu beni korkutsa da, yardıma ihtiyacım yok. Kimsenin buna neden olan şeyi çözebileceğini sanmıyorum."

"Elena sıra dışı birisi," dedi farklı bir ses. Bu sesi tanımıştım, Samantha idi. "Muhtemelen buna neden olan şeyi sadece kendisi biliyordur."

Gözlerimi açmaya çalıştığımda, "Uyanıyor," dedi biraz önce duyduğum erkek sesi. Nihayet gözlerimi aralamayı başardığımda, burnumun ucuna kadar gelmiş, beni dikkatle inceleyen çırak çocuk ile göz göze geldim. Alaycı gülümsemesini yeniden takınıp, "Sanırım nedenini anladım," dedi benden uzaklaşırken.

Gözlerimi kapatıp birkaç saniye bekledikten sonra, tekrar açtım. Nate yatağımın kenarına gayet rahat bir şekilde oturmuş -öyle ki ayakkabılarını bile çıkartıp, bacaklarını toplamış- sırıtarak beni izliyordu. Onu dikkate almayarak diğerlerine döndüm. Tahmin ettiğim gibi Samantha da odada idi. Tanıyamadığım diğer ses de Karnili'ye aitti. Karnili, yatağın kenarına bir sandalye çekip oturdu, "Böyle giderse sadece sana ait bir oda ayırmak zorunda kalacağım. Nasıl olsa sürekli buradasın," dedi gülerek.

Samantha'ya bakıp, yeniden ona döndüm. "Kaderimde var sanırım," dedim ben de gülerek. Başımdaki şiddetli zonklama, gözlerimin ağrımasına neden oluyordu. "Fantastik kitaplarda sürekli yaralanmayı başarıp, beni sinir eden aptal kızlara döndüm," dedim elim ile alnıma baskı yaparak.

Yatakta bir hareketlenme hissettiğimde, elimi alnımdan çekip neler olduğuna baktım. Nate bana doğru uzanıp, ellerini kendine destek olması için iki yanıma koydu. Yüzüme doğru eğilip önce yüzümü sonra kafamın üzerini ve yan taraflarını inceledi. "Aslında kafanı vurmadan önce seni tuttuğuma emindim ama vurdun sanırım," dedi.

Samantha ve Karnili yokmuş gibi bu hareketi yapabildiğine inanamıyordum. Yüzümün kızardığını hissedebiliyordum. Üzerimde, tam dibimde duruyordu. "Tepemden çekilecek misin? Uyarayım, seni tek hamlede aşağı atabilecek kadar gücüm hala var."

Nate geri çekilip aynı yerine tekrardan otururken,"Ben seni düşmeden kurtarayım, hem de yanmayı göze alarak, sen beni tehdit et. Vay canına," dedi.

"Beni tutan sen miydin?" dedim şaşırarak. Ellerimle yataktan destek alarak doğrulup, oturdum. "Ve, yanmayı göze alarak derken?" diye sordum.

"Neler olduğunu hatırlıyor musun?" diye sordu Samantha.

Hafızamı yokladım. Benden uzaklaşmalarının nedenini bilmiyordum ama elementimi kullanmaya çalışırken gördüklerimi en ince ayrıntısına kadar hatırlıyordum. Ancak bu konu hakkında konuşmak istemediğimden, "Hayır," diyerek geçiştirdim. Samantha Nate'e baktığında, Nate anlattı. "Öne çıktığında bir süre hiçbir şey olmadı," dedi beni şaşırtarak, ciddi bir şekilde. "Ama sonrasında, tüm vücudun bir anda alev aldı. Alevler her saniye daha da büyüdü. Profesör sana defalarca seslendi ama hiç birini duymadın. Alevler artık etrafındakileri tehdit eder bir duruma geldiğinde, senden uzaklaşmak zorunda kaldılar. Sonra büyük bir patlama oldu. Gözlerini açtın ama vücudun hala yanıyordu ve sen bunun farkında değildin. Sonrasında da bayıldın işte."

Karnili devam edince, ona döndüm. "Neden bunun olduğunu bilmiyoruz. En yakın tahminimiz, gücünün bir anda ortaya çıkması. Böyle durumlar daha önce de yaşandı. Ancak kontrolünü tamamen kaybederek kendinden geçmen ilk defa yaşadığımız bir durum."

"Gözlerimi açtığımda çok yorgun düşmüştüm, kendimde olmamın nedeni bu olabilir," dedim mantıklı bir açıklama yapmaya çalışarak. "Ve yakın zamanda kötü bir olay yaşadım, biliyorsunuz. Onun doğurduğu bir sonuç olabilir. Her ne kadar normal davranmaya çalışsam da, o olaydan çok etkilendim."

Nate bir şey söyleyecek gibi olduğunda, Samantha araya girdi. "Bu tarz derinden etkilenilen olaylardan sonra, böyle anormal durumlar ortaya çıkabilir."

"Şu an kendini nasıl hissediyorsun?" diye sordu Karnili.

"Sadece başım ağrıyor, biraz da yorgun hissediyorum ama çok önemli değil," dedim. O patlamadan sonra ayakta duramayacak kadar yorgun olsam da, şu an daha iyi durumdaydım.

Kanili ayağa kalkıp, "Senin için bir şeyler gönderirim," diyerek odadan çıktı. Samantha da beni rahatsız etmemek için daha fazla soru sormayarak onun peşinden gitti. Çırak çocuğun da beni rahat bırakacağını düşünmüştüm ama o hiç istifini bozmadı. Ayak ucumda gayet rahat bir şekilde oturuyordu. "Neymiş o anladığın?" diye sorduğumda, anlamadan suratıma baktı. "Biraz önce, sanırım nedenini anladım dedin ya," diye devam ettim.

"Ha," dedi bir aydınlanma yaşayarak. "Sürekli perişan halde dolaşıyorsun ya, ondan bahsediyordum. Sanırım hayatta en iyi başardığın şey, kendine zarar vermek."

"Beni tanımıyorsun," dedim söylediklerini takmamaya çalışarak.

"Yeterince tanıyorum," diye cevap verdi bilmiş bir şekilde.

Sahte bir şekilde güldüm. "Tanıdığını sanıyorsun."

"Fark etmez," dedi omuz silkerek.

Cevap verecekken vazgeçtim. Bu sefer inatlaşmayacaktım. Ben cevap vermeyince, "Demek ateşsin," dedi.

"Evet, öyle görünüyor."

Sırtını yatağın diğer tarafındaki başlığa yaslayıp, bacaklarımı ayakları ile kenara iterek kendine yer açtıktan sona bacaklarını benimkilerin yanına uzattı. 'Hayatımda gördüğüm en rahat insansın,' demek dilimin ucuna kadar gelmiş olsa da, düşündüklerimi kendime sakladım.

"Oysa ben senden daha sıra dışı bir güç bekliyordum. Metal gibi mesela," dedi iyice yerleşirken.

Nate'den böyle bir şey duymayı beklemiyordum. Onun daha çok beni hafife alır gibi bir hali olduğundan, benim hakkımda böyle düşünmesine oldukça şaşırmıştım. "Neden böyle düşündün ki?"

"Gözlerinden dolayı sanırım," dedi ciddi bir şekilde, gözlerini gözlerime kenetleyerek. "Enteresan, daha önce hiç görmediğim bir rengi var. Senin sıra dışı olduğunu bağırıyorlar sanki."

Vücudum kaskatı kesilmişti. "N-n-ne alakası var canım," dedim gözlerimi hapsinden kaçırarak. Kekelemiştim bir de, harika olmuştu. "Gözlerim gri diye yani..." Söyleyecek bir şey bulamayınca birkaç saniye odayı inceleyip, yine ona bakmadan devam ettim, "Ateş olanların kırmızı mı oluyor sanki?" Verdiğim cevap ile beynimin içinde, sitcom dizilerinden alışık olduğumuz alkış efekti yükseldi. Muhteşem zekamı konuşturmuştum yine.

"İlginç bir bakış açısı," dedi. Dalga geçmesini bekliyordum ama gayet normal duruyordu. İlk defa gördüğüm bir hemşire odaya girip bana bir ilaç getirdiğinde, konu da böylece kapanmış oldu neyse ki. "Kendini iyi hissettiğinde çıkabilirsin," deyip odadan ayrıldı. Kendimi daha iyi hissediyordum, baş ağrım uyandığım zamankinden daha iyiydi. Ayakkabılarımı giymek için ayağa kalktığımda Nate de benimle birlikte kalktı. "Biraz daha dinlensen daha iyi olmaz mı?"

"Hafta sonu uzun uzun dinleneceğim. Kızlar beni merak etmiştir. Ayrıca tek bir dersi bile kaçırmamam gerekiyor."

Odadan çıkmadan önce durup, Nate'e döndüm. "Teşekkür ederim."

"Yo, önemli bir şey değildi," dedi oralı olmayarak.

"Zarar görebilirdin."

"Evet, görebilirdim. Ama gördüğün gibi bir şeyim yok."

Madem teşekkür kabul etmiyordu, ben de uzatmayacaktım. Bahçeye çıktığımda, bir dejavu yaşadığımı hissettim. Kimisi açık açık, kimisi daha gizli bir şekilde gözlerini üzerime dikmişti. Ağır ağır derin bir nefes alıp verdim, aralarından geçerken. Kendimden geçmeden hemen önce durduğum yerin yanından geçerken, gördüğüm şeye şaşırarak baktım. Bayılmadan hemen önce durduğum yerin etrafı, büyük bir daire şeklinde simsiyah olmuştu. Sadece tam orta kısmında küçük bir alan normal kalmıştı.

Biraz ileride derslerine devam eden arkadaşlarımın yanına gittim. Hepsi şaşkın bakışlar ile beni izliyordu. Profesör dersin bölünmesini istemediğinden, durumum hakkında kısaca bilgi alıp, derse devam etti. Profesöre iyi olduğumu söyleyip, kızların endişeli bakışlarına gözlerimle iyiyim mesajı göndererek Shann'ın yanına, en sona geçtim. Yanımda durana kadar Nate'in de peşimden geldiğinin farkında değildim. Gayet ciddi bir şekilde durmuş, derse devam eden profesörü izliyordu.

"Napıyorsun?" diye sordum fısıldayarak.

Gözlerini profesörden ayırmadan, "Şşt," dedi işaret parmağını dudağına götürüp sessiz olmamı işaret ederek. "Dersi dinliyorum. Sen de dinle, şu an anlattıkları önemli." Hah! Bir kere bile derse katılmayan Nate, dersi dinliyordu öyle mi? Suratının ciddi ifadesini inceledim. Bu şekilde dururken ne kadar da farklı görünüyordu. Ona baktığımı fark edip yan gözle bana baktığında bakışlarımı kaçırıp profesörü dinliyormuş gibi yaptım. Bir süre sonra dayanamayıp, yeniden fısıldayarak sordum. "Neden arkadaşlarının yanına ya da her zamanki gibi uyumaya gitmiyorsun?"

Bana cevap vermek yerine, elini kaldırarak Profesöre seslendi. "Profesör Adam. Bir şey söyleyebilir miyim?"

"Evet Nate?"

"Elena kendini iyi hissetmiyor ama dersinizi dinlemekte ısrarcı. Kenarda oturup, derse oradan katılsa olur mu?"

Yaptığı şeye inanamayarak bir Nate'e, bir profesöre baktım. "Elbette. Elena, kendini iyi hissetmiyorsan söylemen yeterli. İstersen odana da gidebilirsin."

"Hayır efendim teşekkür ederim," dedim. "Bir kenarda oturarak dinleyebilirim."

Profesör kafasını salladığında, Nate ceketimin kolundan tutup, beni oraya en yakın ağacın altına çekiştirdi. "Neden böyle bir şey yapma gereği duydun?" tarzı sorularımı da yanıtsız bıraktı tabii. Ceketini çıkarıp yere serdiğinde, bir kenarına oturdu. Yanını gösterip, "Otur," dedi sadece. İçimdeki ergen, bana emir veremezsin diyerek trip atıp gitmem konusunda ısrarcı olsa, da onu dinlemedim. Hala ayakta dikilirken, "Ceketinin üzerine mi?" diye sordum. Nate kendine rahat bir pozisyon aramayı bırakıp, kafasını kaldırarak bana baktı. "Ne o, beğenemedin mi prenses?"

"Niye beğenmeyeyim canım! Ceketin kirlenir ya da bir yerine bir şey olu..." Açıklama yapmayı bırakıp oturdum. "Aman bana neyse sanki! Teşekkür ederim."

Nate beni takmayarak üzerindeki sweatshirtün kapüşonunu başına geçirip, kollarını göğsünde birleştirdi. Sırtını da ağaca yaslayıp, bacaklarını uzatarak rahat bir pozisyon aldığında, "Artık uyuyabilirim," deyip gözlerini kapattı. Böylelikle, biraz önceki neden uyumaya gitmiyorsun soruma da cevap almış oldum.

Nereden geldiğini bilmediğim bir gülme hissi dudaklarımı ele geçirdiğinde, gözleri kapalı olsa da her ihtimale karşı dudaklarımı birbirine bastırarak, görmemesi için kafamı çevirdim. Gülme hissinin geçmesini beklerken, tam da ihtiyacım olan kişi ile buluştu gözlerim. Chris, okul binasının merdivenlerine oturmuş, ciddi bir şekilde bizi izliyordu. Kıpırdandığında, muhtemelen ayağa kalkıp bir yerlere gelmemi işaret edeceğini düşündüğümden, hemen gözlerimi çevirip profesörü dinlemeye başladım.

Onu kıskandırmak gibi bir niyetim yoktu. O tarz şeyler bana her zaman çocukça gelmiştir zaten. Ama o rahatsız oluyor diye kendimi değiştiremez, davranışlarımı ona göre ayarlayamazdım. Hayatta en nefret ettiğim şeylerden biri de, hareketlerimin kontrol edilmeye çalışılmasıydı. Ben içimden geldiği gibi davranırdım ve benimle olmak isteyen buna katlanırdı. Ayrıca yaşananlardan sonra, Chris'i uzunca bir süre daha görmeye niyetim yoktu.

Serin bir rüzgar estiğinde tekrar Nate'e baktım. Gerçekten de uyuyor gibi bir hali vardı. Kıpırdandığında gözlerimi hemen başka tarafa çevirdim. Rüzgar tekrar estiğinde, bu sefer işaret parmağımla nazikçe koluna dokundum. "Nate?" Tepki vermeyince,biraz daha sert dokundum, "Nate?" Yine cevap vermeyince, onu ilk gördüğümden beri söylemek isteyip söyleyemediğim o cümleyi, uyumasından cesaret alıp yüzüne karşı söyledim. "Sen tam bir baş belasısın," dedim sessizce ve gülmemek için ağzımı kapattım.

"Uyuyan birini durduk yere uyandıran sensin ama," dedi hiç kıpırdamadan.

Uyumuyor muydu? Bu sefer iki elimle ağzımı kapattım. Sonra sakince konuştum. "Rüzgar çıktı, üşüyor musun diye soracaktım."

"Üşüsem senin ceketini alırdım, merak etme," dedi ve yan tarafına dönerek bana arkasını döndü.

"Ondan eminim," dedim homurtu halinde çıkan sesim ile.

"Sabah çok erken uyandım, beni rahatsız etme," dediğinde, sessizce "Hıı," diyerek cevap verdim.

Dersin bitmesine yarım saat kadar kala Jeff, Tyler ve Lucas da yanımıza geldi.

"Bir anda alışamıyoruz okula," dedi Lucas gülerek. "Öğle arası biraz kestirelim demiştik sadece."

Ders bittiğinde onlar yemek salonuna geçerken, biz de duş alıp yanlarına gitmek için sözleşerek onlardan ayrıldık.

Odaya çıktığımızda kızlar kendi odalarına geçmek yerine, bizim odamızda toplandı.

"Neler oldu öyle?" dedi Claire sandalyeye otururken. "Herkesi korkuttun."

"Tam olarak biz de emin değiliz ama, yakın zamanda kötü olaylar yaşadığım için olabilirmiş," dedim yatağımın üzerine otururken.

"İçinde o kadar büyük bir güç barındırdığını bilmiyorduk," dedi Shann.

Lily, Shann'in tam tersi bir şekilde, coşkuyla devam etti, "Korkutucu, ama aynı zamanda harika görünüyordun!"

"Ta ki bayılana kadar," diye ekledi Amy.

"Aşırı güç yüklemesi," dedim önemli bir şey olmadığını anlamaları için dalga geçip gülerken.

Kathy diğerlerinin aksine, endişe ile sordu, "Şu an nasılsın?"

Ayağa kalkıp, yıkamadan gelen çamaşırların üzerindeki havlumu aldım. "Tek ihtiyacım olan güzel bir duş. Onun dışında harikayım! Merak edilecek ya da enteresan hiçbir şey yok."

"Şimdilik kaçmana izin veriyoruz çünkü şu an bizi yemekhanede bekleyen inanılmaz tatlı dört kişi var. Akşam detaylı konuşmayacağımızı sanma," dedi Amy.

"Ah, hiç öyle bir şey sanır mıyım hayatım. Akşam en az üç defa konunun üzerinden geçeceğimize eminim," dedim gülerek.

Duş sırasını Amy'ye bırakıp hazırlanırken, masanın üzerinde duran kitabın gözüme takılması ile aklıma Bella geldi. Tabi ya! Ona bugün yeni kitaplar götürecektim! Hızla hazırlanıp, okul kütüphanesinin yolunu tuttum. Buradaki kitaplar hakkında hiçbir fikrim yoktu. Rastgele kitaplar seçip, sayfalarını karıştırdım. İlgimi çeken beş tanesini alıp, revire gittim. Giderken, bu sefer de kızlara nereye gittiğimi söylemeyi unuttuğum aklıma geldi. Geri dönüp söylemek yerine, revirden yemek salonuna geçip orada durumu anlatmak daha kolay olabilirdi aslında. Kızların yine, ona çok çabuk güvendin konulu bir nutuk atacaklarından emindim.

Bella'nın odasının kapısını tıklattığımda ses gelmeyince içeri girdim. Bella uyuyordu. Canı gerçekten yanıyor olmalıydı ki, Karnili onu uyutacak ekstra ilaçlar veriyordu. Kitapları sessizce baş ucuna bırakıp, odadan çıktım. Yemekhaneye doğru ağır ağır yürürken, Orién'in muhteşem havasını çektim içime. Havadaki harika koku, ilginç bir şekilde tanıdık gelmişti. Belki de artık Orién'e tamamen alıştığım için böyle hissediyordum.

Diğer yaşantımda bu saatleri hiç sevmesem de, Orién'e geldiğimden beri günün en sevdiğim zamanı olmuştu, içinde bulunduğumuz saatler. Güneş tamamen çekilmişti ama ışıklarından arta kalanlar hala gökyüzünde idi. Çok yoğun olmayan bulutların arası, siyaha dönmeden hemen önceki koyu lacivert rengindeydi. Tüm fenerler ve meşaleler yanmıştı. Yemek salonu yeniden dev fener halini almıştı. Hava ılık olmasına rağmen, arada esen rüzgar ısıyı düşürüyordu. Ceketime sarınıp öyle devam ettim yürümeye.

Yurttan çıkıp yemekhaneye geçen öğrenciler sayesinde bahçe kalabalıktı. Sabahki uygulama dersinin yorgunluğunu duşta bıraktıklarından, hepsi mutlu görünüyordu. Yemek salonundan yükselen sesler ve kahkahalar da böyle düşünmeme neden oluyor olabilirdi.

Yemekhaneye girdiğimde ben de yemeğimi alıp, her zaman oturduğumuz, ama her zamankinden daha kalabalık ve gürültülü masamıza geçtim. Kızların neredeydin sorularını kütüphaneye uğradım diyerek geçiştirdim. Bella ile ilgili bir nutuk dinleyemeyecek kadar iyi hissediyordum şu an.

Yemek yerken bu şamatadan hoşlandığımı fark ettim. Hayatımın geneline baktığımda, hep sessizlik ve yalnızlık vardı. Kabuslarımda yükselen çığlıkları ve ruhumun o kabuslardan sonra ettiği feryadı saymazsak tabii. Bu yüzden ben de seve seve onlara katıldım.

"Orién'de kışlar hep böyle mi geçer?" diye sordum bir ara, karşımda oturan Nate'e.

"Evet, hava hep ılık olur ve çok fazla yağmur yağar," dedi bir yandan yemeğini yerken.

"Yaa. Hiç kar yağmaz mı?"

"Hiç yağmaz. Neden sordun?"

"Yaşadığım yer buraya göre çok daha soğuk olsa da, hiç kar yağdığını görmedim. Çok merak ediyorum. Kar sanki, büyülü bir şeymiş gibi geliyor bana. Bulutlardan yağan pamuklar gibi," dediğimde, ne söylediğimi anca cümlemin sonuna geldiğinde fark edebildim. Nate muhtemelen bununla günlerce dalga geçebilecek bir kapasitede idi.

Oysa o, peçete ile ağzını silip, "Nerede olduğunu biliyorsun değil mi Elena?" diye sordu ciddi bir şekilde.

"Elbette biliyorum," dedim bende aynı ciddilik ile.

"Kar sadece bir doğa olayı, asıl büyünün kendisi sensin. Yanında oturan arkadaşların, bu dünya."

"Bunun tabi ki farkındayım," dedim. "Sadece merak ediyorum o kadar. Çok güzel görünüyor bence."

"Üzgünüm. Burada bunu görmen imkansız."

"Bir şey daha sorabilir miyim?"

"İstediğin kadar."

"Merak ediyorum, madem gücümüzün kaynağı doğa, neden sadece bu boyuttaki insanlara değil de her iki boyuttaki insanlara bu güç verildi?"

"Doğa denilince aklına sadece Tornesia ormanı mı geliyor?" diye sorduğunda, evet çünkü ben salağım diye geçirdim içimden. Nate devam ederken çaktırmamaya çalıştım. "Sizler buraya geliyorsunuz çünkü burada bu güçler normal karşılanıyor. Bizler güçlerimizi sonradan kazansak da, büyücüler bu güçlerle doğuyor. O yüzden diğer tarafta sadece fantastik filmlerde olabilecek şeyleri, burada normal insanlar yaşıyor. Belki de bizim bilmediğimiz farkı boyutlardaki insanlar, bizim asla aklımıza gelmeyecek hayatlar yaşıyorlar."

"Ama Samantha buraya gelmem konusunda ısrarcıydı, gelmezsem bazı kötü sonuçlar ortaya çıkacağını söylemişti. Eğer buraya sadece halkın bizi daha rahat kabul ettiği için geldiysek, gelmememizin sonuçları neden kötü olsun ki?"

"Muhtemelen güçlerini kullanmayı öğrenemeyeceğin için, aniden ortaya çıkması durumunda çevrendekilere zarar verebileceğini kast etmiştir."

Muhtemelen benim diğerlerinden farklı olmamla alakalıdır, diye geçirdim içimden. Nate'in bakışlarından, bunun altında bir şeyler aradığı izlenimine kapıldım. Başka bir şey söylemesine fırsat vermeden konuyu değiştirme istediği duydum.

"Ah, anlıyorum. Peki neden bu güçler on yedi, on sekiz yaşlarında ortaya çıkıyor? "

"Hmm. Bunun sayılarla ilgili olmadığını sanıyorum. Büyücüler doğuştan güçlere sahip olsalar da bizim kadar güçlü olmuyorlar ve bu güçleri kullanmaları için uzun zaman geçmesi gerekiyor. Ama bizler bu güçlerle doğsak, birine zarar verebilirdik. Ya da bebekken sırf görüntüsü ilgimizi çektiği için evimizi yakabilirdik." Son söylediği cümleye takılmamaya çalıştım. "Bu yetişkin olmak ve güçlerinin potansiyeline bağlı bir durum.."

"Haklısın," dedim onaylayarak.

"Ayrıca Shanny ve senin yirmi yaşında olduğunuzu da göz önünde bulundur.Bizler de sizinle aynı yaşta geldik buraya."

"Bizim durumumuz biraz karışık," dedim daha fazla açıklama yapmamayı kendime hatırlatarak. "Bizim neye göre bu güçlere sahip olduğumuzu da sormak istiyorum ama bunu senin de bildiğinden şüpheliyim."

"Haklısın," dedi yemeğine devam ederek.

O gün de yine saatlerce muhabbet ettik. George dünkü gibi sessiz kalmayı tercih etmişti. Saat iyice geç olurken, diğerlerinden ayrıldık. Kızlarla odaya çıktığımızda tam da tahmin ettiğim gibi sabah yaşadığım şeyi iki defa en baştan konuşmuştuk. Kızların üçüncüye başlayacağını anladığımda, ortak salonumuzdan ayrılıp odaya çıktım. Hızla üzerimi değiştirip kendimi yatağa attığımda, ne kadar uzun ve yorucu bir gün olduğunun yeni farkına varıyordum. Neyse ki bu yorgunluğun üzerimde olumlu bir etkisi de vardı. Her gece neredeyse iki üç saat dönüp durduktan sonra uyuyabildiğimden, böyle günlerde o süre yarım saate kadar düşüyordu. Yaklaşık yarım saatin sonunda, uykunun tatlı kollarına bıraktım kendimi.

Continue Reading

You'll Also Like

36K 2.2K 22
Levent ve kedi sandığı ama kedi olmayan kedisi Çakır'ın hikayesi 🌈
94.9K 7.1K 38
Biyoloji öğretmeni Kim Taehyung, öğrencisi Jeon Jeongguk'a ödev verir. #201023 #010824
MELODRAMA By ㅤ

Teen Fiction

34.4K 4.4K 8
❝Yaşıyorduk şimdi çok farklı hayatlar, kader ağlarını örmeseydi bizim için bir zamanlar.❞
84.1K 6.6K 64
"James lütfen öyle söyleme o bizim aşkımızın meyvesi" "NE AŞKI?" Diye bağırdı James 1. #Dracomalfoy 02/01/2024 1. #Harrypotter 31/08/2023 1. #Slyther...