Yaralar

By valeshome

156 17 47

Mazileri pek karışık olan iki gizli ajan, eski anıları hiçe sayarak bir görev için ortak olurlar. Bu görev sa... More

Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 7
Bölüm 8
Bölüm 9

Bölüm 6

11 2 6
By valeshome

"Zaman en iyi yazardır. Her zaman mükemmel sonu yazar."
-Limelight

Eylem Efser 2008, Ispanya/Mayorka

Eylem Efser 2019, Ispanya/Mayorka



⚠️DUYURU⚠️
Bölüm başlarına yazdığım alıntıların, tarihlerin, yerlerin ve koyduğum fotoğlafların bir anlamı olabilir. Okumadan veya incelemeden geçmeyin derim.

O sabah alarmıyla uyandı. Güzel bir kahvaltı yapmak istedi ama yapamadı. Sabah birşeyler yemek midesini bulandırıyordu. Kahvaltıyı es geçip evinin balkonuna çıktı. Derin bir nefes aldı. Manzarayı inceledi dikkatli bir şekilde. Mayorka Sahili. Hep buraya giderdi çocukken. Babasını kaybedince gitmeyi bırakmıştı. Artık eskisi kadar güzel gözükmüyordu gözüne. Eskiden kardeşi, annesi ve babasıyla birlikte buraya gelirlerdi. Saatlerce yüzer, meyve yerlerdi. Kardeşi eve gitmek istemez sürekli mızıkçılık yapardı. Her gittiklerinde en az bir tane fotoğraf çekerdi. Artık kendisi gitmesede kardeşi cadılar bayramı ve yazın oraya gittiğinde hep ona fotoğraf atardı. Cadılar bayramındaki fotoğrafları favorisiydi. En sevdiği dizilerin karakterlerinin kostümlerini giyerdi. Hatta bir keresinde cadı kostümü giymişti. Çok klişeydi ama yakışmıştı ona. Altında yıldızlı bir külotlu çorap ve üstünde bol siyah bir elbise vardı. Ona fotoğraf attığında ne çok gülmüştü bu haline. Kendisi yaşayamamıştı bu hayatı belki ama kardeşinin hayatından zevk alması için herşeyi yapardı. Tek isteği onun mutlu olması ve güzel zaman geçirmesiydi. Annesini ve babasını kaybetmesine rağmen çoğu arkadaşından daha neşeli gözüküyordu. Ama değildi. Kardeşini iyi tanıyordu Aren. Eylem iyi değildi.

Telefonun çalmasıyla irkildi. Komodinin üzerindeki mavi kılıflı telefona uzandı. Arayan kardeşiydi. Tarihe baktı. Cumartesi. Her hafta sonu ya pazar yada cumartesi arardı onu. Hafta içi ikiside kendi işleriyle meşguldü. Kendi işlerinde en iyileriydiler. Tesisteyken "Kızıl Kardeşler" olarak bilinirlerdi. Çok bir anlamı yoktu bu lakabın. Tesiste cellat olmak isteyen herkese renk testi yapılırdı. Yeşil, mavi, turuncu ve kırmızı olmak üzere dört renk bulunuyordu. Bunlar her sınıfta tablo halinde yapıştırılmıştı. En altta yeşiller vardı. Tehlikesiz ve acemi olanlar çoğunlukla bu renk çıkardı. Hemen üstünde maviler. Maviler zeki ve acemi olanlardı. Tesiste çoğunluk mavi çıkardı. Mavinin üstünde kalın sarı bir çizgi vardı. Tablo "Sarının üstü" ve "Sarının altı" olarak ikiye ayrılırdı. Sarı çizginin üstünde  turuncu vardı. Turuncular tehlikeli ve kurnaz olurlardı. Birinin turuncu çıkması onu özel kılardı. Tesiste bütün cellatlardan farklı eğitim alırlardı. Aslında üçüncü senesi dolan kişilere yapılırdı renk testi. Ancak ailesi varlıklı olanlar geldikleri an yaptırırlardı bu testi. Yeşil çıkınca testin sahte olduğunu söylerlerdi.

Turuncuların üstünde de kırmızılar vardı. Kırmızıların üstünde zeki, acemi veya kurnaz yazmıyordu. Siyah bir tabela vardı üstünde. Tabelanın üzerinde büyük harflerle İMHA ET!
yazıyordu. Testin sonucu ilk çıktığında Eylem ve Aren'i odasına çağırmıştı müdür. Onlarla sakince konuşmuştu. Normalde kırmızı çıkanların idam edilmesi zorunluydu. Ancak Efser kardeşler tesisteki en iyilerdi. Eğer onları idam ederlerse tesisin bir anlamı kalmazdı. Bu yüzden onlardan imza aldılar. Tesise veya tesisteki herhangi birine zarar vermeyeceklerine dair bir belge. Tabii dedikodu çabuk yayıldı. O günden sonra tesiste "Kızıl Kardeşler" olarak kaldılar.

"Alo?" dedi telefonu kulağına koyarak.

"Ben kırmızı2." dedi karşısındaki ses.

"Ben kırmızı1." dedi Aren karşılık olarak. Bu kendi aralarında bir koddu. Herhangi birine yakalanmamak için lakap kullanıyorlardı.

"Aren."

"Abiciğim."

"Bana öyle demeyi kes." dedi Eylem sıcak bir sesle.

"Sen de bana ismimle seslenme. Senden beş yaş büyüğüm."

"Bunun beni engellemesi mi gerekiyor?" dedi alayla.

"Sanmam." dedi gülerek. Eylem'de karşılık olarak kıkırdadı.

"Neredesin?" Merak içinde sordu Eylem.

"İspanya'da. Annem kötüleşmiş."

"Şuanda nasıl?"

"Yatıyor. Senden ne haber?"

"Hiç. Bir arkadaşımın evine taşındım. Ve ceylan beni rahat bırakmıyor." diyerek durumunu özetledi Eylem. Aren ceylanı tanıyordu. Kardeşinin en yakın arkadaşını nasıl tanımazdı? Eylem sürekli ondan bahsediyordu. Eylem bir keresinde onun fotoğrafını atmak istemişti ancak o izin vermemişti. Gerçek adı ceylan değildi. Onu da paylaşmak istemediği için Eylem söylememişti Aren'e.

"Bu cadılar bayramında burada mısın?" diye sordu Aren.

"Sen ordaysan gelirim. Aslında gelmek istemiyorum. Yaz-" cümlenin devamı gelmedi. Arkadan bir kapı açılma sesi geldi. Küçük fısıltılar biri yatağa oturana kadar devam etti. Yatağın gıcırtısı duyulduğunda Eylem tekrardan ses çıkardı.

"Yazın Mayorka'ya gider miyiz?"

"Eylem biliyorsun bu iş-"

"Gelmeni istiyorum. Bu sıralar işlerim yoğunlaştı. Yani...bir daha İspanya'ya gelemeyebilirim." dedi masum masum.

"Tamam geliceğim. Ayrıca senin İspanya'ya gelmemen, çikolatasız Napolitana kadar imkansız."

Yaptığı şakanın karşısında güçlü ve güzel bir kahkaha ödülü kazandı. "Şaka bir yana; canım çok çekti. Oraya geldiğimde bana dört Napolitana borçlusun."

"O kadar tatlıyı yiyebileceğini düşünüyor musun?"

"Beni küçümseme."

Kıkırdadı. "Tamam yapmam." Konuşmayı devam ettirmek istedi ama annesinin inlemelerini duydu. Yine kabus görmüş olmalıydı. "Aaa şey. Daha sonra konuşalım
mı?"

"Tamamdır. Sonra görüşürüz kırmızı1."

"Görüşürüz kırmızı2."


***

İş arkadaşımla olan görüşmem kısa ve özdü. Telefonu kapattım. Ve yatağımda uzanmış beni izleyen ayıya çevirdim. Sırıtarak bana bakıyordu. Yüzümü buruşturup dil çıkardım. Ödülüm büyük bir kahkaha oldu.

"Kimdi o? Sevgilin mi?"

"Saçmala. Bir arkadaşım."

"Hı hı." dedi başını alayla sallarken. "Bu arkadaşla baya yakınsınız bakıyorum. Erkek mi kız mı arkadaşın?" Bunu söylerken gözleri kısıldı.

"Cinsiyetini belirtmek istemiyor arkadaşımız."

Hafif güldü. "Neyse." Olduğu yerde doğruldu. İki elini birbirine çarptı ve ona odaklanmamı sağladı.

Yüzüne baktıkça eriyordum sanki. Ev kıyafetleriyle inanılmaz doğal ve çekici gözüküyordu. Çıkık elmacık kemikleri ve normal bir erkeğin aksine büyük ve dolgun olan dudakları çok güzellerdi. Erotik filmlerdeki gibi bakışları vardı. O bakışla her istediğini elde edebilirdi. Tabiki bunun farkındaydı. Orta boylarda olan kirpikleri kömür karası gözlerine yelpaze gibi serilmişti. Gözlerim tekrar dudaklarını buldu. Bu kadar güzel olmak zorunda değillerdi yani. Sonuçta, hangi erkeğin dudakları güzel olurdu? Ona olan bakışlarımı fark edince sırıttı şerefsiz.

"Dudaklarıma bu kadar güzel bakman hiç iyi sonuçlar doğurmaz yavrum."

Gözlerine çevirdim kafamı. Yılların verdiği samimiyetle benimle dalga mı geçiyordu? Tek kaşım yavaşça havaya kalktı. Kara gözleri o kaşımın hareketini takip etti. Tekrar gözlerimin içine baktı.

"Sadece gözlerini okuyorum." Hay sikeyim. Yine aklımı okumuştu piç. Kaşlarımı çatıp kollarımı göğsümde birleştirdim. Mesajı gönderdim. Dökül bakalım. Mesajımı aldı ve konuşmaya başladı.

"Adamımız Poyraz Ulukan." dedi. Bu üç kelime başımı döndürmeye yetecek kadar güçlüydü. Gözlerimin karardığını hissettim. Görüntüler bir bir gözlerimin önünden geçti. Kenan'ın beni başka biri sanarak gönderdiği mesajlar, o video, görmediğimi sanıp mesajları silmesi. Bunları düşününce midem bulandı. Tekrar o anlar geçti gözümün önünden. Bir farklılık vardı. Videoyu dün izlediğimde ses yoktu. Ama şimdi bir adam adımı kükrüyordu. Sonra birşey oldu. Sarsıldım. Öyle bir sarsıldım ki gözlerimin önündeki siyah perdeler duman oldu ve yavaş yavaş gitti. Sesler ve görüntüler daha da netleştiğinde fark ettim. Bağıran Doruk'tu.

"Asena! Asena konuş! Asena!" diye bağırıyordu beni sarsarken. Sanki kabustan uyandırılmış gibi nefes nefese kalmıştım. Ellerimi boğazıma götürdüm. Nefes alışlarım düzeldiğinde telefonumdan mesajın ekran resmini ve videoyu açtım. Telefonu Doruk'un kucağına fırlattım. Kaşları çatık halde izledi. Videoyu izlerken açıklama yaptım.

"Benim evim. Odamın penceresi."

Videoyu tamamen izledi ve telefonumu bana geri verdi. Kaşı havaya kalktı. Bu da bir mesajdı. Alakan ne? Mesajını aldım. Başımı öne eğip mırıldandım.

"Sevgilim." dedim ve öğürdüm. Söylemesi çok zarif olan bu kelimeyi bu kadar pislik bir insana karşı kullanmak midemi bulandırdı. Gözlerindeki kıvılcımlar ateş olup beni yakmaya başladı. Kaşlarını çatmıştı. Sonra başını yukarı aşağı salladı.

"Anlaşıldı. Buraya taşınıyorsun." Söylediği şey karşısında gözlerim yerinden çıkacak gibi oldu. Şaka mı yapıyorsun? der gibi baktım.

"Şu hayatta değer verdiğim sayılı insanlardan birisin Asena. Sana zarar gelmesi isteyeceğim en son şey. O yüzden sakın itiraz etme çünkü seni yıllar sonra bulmuşken o piç kurusunun eline bırakmayacağım." dediğinde gözlerinin içine iyice baktım. Doğruyu söylüyordu.

"Doruk."

"İtiraz yok."

"Ben başka birşey söyleyeceğim." Ateş içinde yanan gözleri en masum haliyle bana bakıyordu.

"Arkadaşım. Onu da tehdit edecektir. Tek yaşıyor. Güvende olduğundan emin olmam lazım." dedim gözlerimi kırpıştırarak.

Kim? dedi gözleriyle. "Eylül. Eylül Vatan."

Başını salladı ve telefonunu çıkardı. Birilerine hızlıca birşeyler yazdı ve telefonunu kapattı.

"O artık arkadaşlarımın güvencesi altında. Evinin etrafında arkadaşlarım bekçilik yapacaklar. Girişte ve salonda kameralar olacak. Arkadaşın güvende." İçimi rahatlatmak istercesine gülümsedi. Bunun bana çok iyi geldiğini inkar edemem. Teşekkür etmek istedim ama içimden gelmedi. Doruk Gıcıkoğlu için en büyük teşekkür sarılmaktı. Kollarımı hiç vakit kaybetmeden boynuna doladım. Sert kahve kokusu genizlerimi yaktı. Buna rağmen içime çektikçe çekilesi bir kokuydu. Babamda aynı kokardı. O da hiç vakit kaybetmeden elini belime doladı. Başını boynuma gömdü kokumu içine çekmek istercesine. Derin bir nefes aldı ve verdi. Ardından sıcak bir nefes boğazımı gıdıkladı.

"Parfüm mü sıktın sen?" dedi kafası hala boynumdayken.

"Evet. Beğenmedin mi?" Eylül'ün önerdiği parfümü sıkmıştım. Normalde deadorant kadınıydım ama Eylül çok güzel kokuyordu. Ancak kokuyu ayımıza beğendirememiştik.

"Hayır. Doğal kokunu tercih ederim. Bir daha sıkma." Bu bir öneri veya istek değildi.

Ne kadar bilmiyorum ama uzun süre olduğumuz pozisyonda kaldık. O hala boynumda derin nefes alma işlemlerini hallederken ben ne yaptığımızın farkına vardım. Ondan ayrılıp boğazımı temizledim. O bana şaşkın bir yüzle bakıyordu. Gözleri kızarmıştı. Dur birdakika.

"Uyudun mu sen?" dedim telaşla.

Sağ eliyle gözünü ovuştururdu. Kocaman esnedi ve gerindi. "Sanırım."

"İnanamıyorum sana ya. Sadece beş dakika sarıldık."

"Kokun insanı sarhoş edecek derece olmasaydı uyumazdım belki." dedi sırıtarak.

"Hani parfümü beğenmemiştin?" dedim imayla.

"Beğenmedim zaten. Seni yansıtmıyor." Tekrar kocaman esnedi. "Ayrıca boynuna sıkmayı unutmuşsun."

Kahretsin. Gerçekten sıkmamıştım. Tazı gibi burnu var adamın!

"Eeee." dedim bacaklarımı bağdaş yaparken. "En son görev hakkında konuşuyorduk."

"He evet ya. Unutmuşum." O da ciddileşip dikleşti. "Doğruyu söylemek gerekirse senin bu piçle sevgili olman bayağı işimize yarayacak. Senden ayrılmasını sağlayacağız. Ve tabiki o seni geri almak için peşinden koşacak." İşaret parmağını kendine doğru çevirdi. "Bu durumda devreye ben gireceğim. Hiç bir erkek kız arkadaşına yakın olan bir erkeği sevmez. Yani beni engellemeye çalışırken onu kapana kıstırıp işini bitireceksin."

"Sevgili rolü mü yapacağız?" dedim kaşlarımı merakla havaya kaldırırken.

"Aslında ben sadece sana yakın olmayı düşünmüştüm ama," Yüzünü yavaşça benimkine yaklaştırdı. O kadar az bir şekilde yaklaştırdıki hala aynı yerde olduğunu düşünüyordum. "Sen karar ver. Hangisini istersen ona göre davranırım."

Gülümsedim. Kışkırtıcı ve imalı cümleleri insanı çıldırtacak kadar iyiydi. Sürekli tavşan yada asi tavşan derdi ama son zamanlarda sürekli yavrum, güzelim diyordu. Normal bir insanda olacağı gibi bana da sonbaharın ortasında sıcak basıyordu bunları duyunca. ismimle seslensen ölür müsün. Hayır yani bu gidişle ben öleceğim.

"Yakın dursan yeterli."

"Sen nasıl istersen." Ellerini kafasının arkasına koyup yatağıma uzandı. Derin bir iç çekti ve gözlerini kapatıp güzellik uykusuna daldı.

"Hayırdır?" dedim elimi burnuna fişek gibi çarparken. Acı içinde uyandı ayımız. Eliyle burnunu tuttu.

"Ne? Sanki hiç yatmadığımız yer." Haklıydı valla. Küçükken kendi yatağına yatmazdı. Kargalardan korktuğum için çoğu akşam beraber uyurduk. Babamın bundan haberi olmazdı. Çünkü kızını paylaşmayı pek sevmezdi.

"Saçmalama. Çocuktuk o zaman. Şimdi olmuşsun ayı kadar."

"Şuanda çocuktan bir farkımız olduğunu düşünmüyorum." dedi ellerini eski yerine koyup tekrar uzanırken.

Kollarımı kanat gibi yapıp ellerimi belime koydum. "Niyeymiş o?"

"Aptal bir yatak yüzünden birbirimize hakaret ediyoruz."

"Aptal dediğin benim yatağım. Düzgün konuş ayı." Güldü.

"Yoksa yatağın sihirli filan mı?" Yüzünü benimkine yaklaştırıp sırıttı. Acayip yakışıklı gözüküyordu. Gözlerim tekrardan dudaklarına kaydı. Kırmızı ve dolgunlardı. Lanet olsun. Benim bu kadar güzel dudaklarım yoktu. Onlara dokunduğumu düşündüm. Parmaklarımla üstünden geçtiğimi. Sonra o bana yaklaşıyor. Ve dudaklarımız birbirine dokunuyor bu sefer. İtmiyorum, küfretmiyorum. O beni hoyratça öperken ben sadece bekliyorum. Alt dudağımı dişledim. Kahretsin. Neden sırıtıyordu şuan?

"Asena yapma. Pişman olursun."

"Pişman olup olmamak benim bileceğim iş."

"Bu bir teklif mi?" Ellerini belimde hissettim. Her kelimesinde kahve kokusu daha da keskinleşiyordu. Aramızda santimler kaldığında durdu. Sıcak nefesi yüzüme çarptı.
Kızarmaya başladığımı hissedebiliyordum.

"Nasıl anlamak istersen."

"Asena. Bunu bana yapamazsın."

"Bir şey yapmıyorum." Dudaklarımız arasında milimetreler bıraktı. Yüzünün sıcaklığı buz gibi olan vücudumu ısıtıyordu. Buradan sonra konuşamazdık. Ya uzaklaşacaktık yada dudaklarımızı özgür bırakacaktık. Bir eli hala belimdeyken diğer eliyle çenemi kavradı. Tüy gibi dokunuşları yanlış düşünmeme sebep oluyordu. Lakin konuşursam dudaklarım onunkilere değecekti. Derin bir nefes aldı. Aldığı nefesi bana doğru verdi. Yüzümün yanıp eridiğini hissettim. Tek yanan şey yüzüm değildi.

"Abi?" diye bir kız sesi geldi arkadan. İkimizde başımızı yavaşça sese doğru çevirdik. Yaprak kapıda gözlerini canavar görmüş gibi açmış bizi izliyordu. Doruk'un ellerini çekmeye pek niyeti olmadığı için ben ellerini ona doğru ittirdim. Boğazımı temizleyip ayaklandım.

"Yaprak. Sen neden buradasın abiciğim?"

Yaprak gözlerini benim kızarmış yüzümde gezdirdi. Ardından yüzünü Doruk'un terlemiş suratına çevirdi. "Siz. Ne. Ben anlamıyorum."

"Anlayacak birşey yok zaten abiciğim. Sadece Asena ablana sarılacaktım. Ama saçı saatime sıkıştı. Biz o yüzden . . . böyleydik."
Yuh be adam. Bu nasıl yalan böyle.

"Aynen öyle." dedim saçımı gösterip başımı aşağı yukarı sallarken.

"İyi o zaman. Annem yemeğe çağırıyor. Onun için gelmiştim."

Ben ayaklandım. Üstümdeki kırışıklıkları düzelttim. Ellerimi saçımda gezdirdim. "Size afiyet olsun. Eylül'le buluşacağım." Utanç içinde odadan çıktım. Aynadan kendime baktım. Kıpkırmızı olmuştum. Az önce olduğumuz pozisyonu düşündüm. Yaprak'ın gelmediğini, onun dudaklarını benimkilere bastırdığını... Gözlerimi açıp kendimi tokatladım.

"Salaksın Asena!"




🪩🤍

Eveeet. Ben böyle aksiyonlu bir bölüm dedim ama romantik oldu bu. Qşsödşdkflkdldkc
Doruk ve Asena'nın içi iyice ısındı ne dersiniz? Alev aldı hatta
Qğmzxpdkşdmxk
Hepimiz Yaprak'a sövdük mü bu bölüm?
Elhamdülillah.
Hadi bakayım. Koşun yorumlara. Yıldıza basın. Öbür bölümde görüşürüz.

ÖPÜLDÜNÜZZZ💋💋💋

Continue Reading

You'll Also Like

972K 14.4K 55
Ne yani kendinizi ne zannediyorsunuz? İstemiyorum gerekiyorsa hem dersten bırakın , hem okuldan atın... Bu kadar asabi olunmaz didem , o çok konuşan...
18.8K 51 3
Her bir farkli bölümde farkli enerji hissetmek ister miydiniz? Ben Yosun tanismaya hazir misiniz? Cinsellik bol icerir.
49.1K 4.2K 34
Psikolojik hasta olan bir asker ve psikiyatristin hikayesi...
9.6K 261 6
yaş farkı + cinsellik bulunmaktadır ona göre okuyunuz...