gözyaşlarımı kurtar,

بواسطة sudedgbkn

209K 17.9K 7.8K

katilim olur musun, yeniden yaşamaya inat? المزيد

bir,
iki,
üç,
dört,
beş,
altı,
yedi,
sekiz,
dokuz,
on,
on bir,
on iki,
on üç,
on dört,
on beş,
on altı,
on yedi,
on sekiz,
on dokuz,
yirmi,
yirmi bir,
yirmi iki,
yirmi üç,
yirmi beş,
yirmi altı,
yirmi yedi,
yirmi sekiz,
yirmi dokuz,
otuz,
otuz bir,
otuz iki,
otuz üç,
otuz dört,
otuz beş,
otuz altı,
otuz yedi,
otuz sekiz,
otuz dokuz,
kırk,
kırk bir,
kırk iki,
kırk üç,
kırk dört,
kırk beş,
kırk altı,
kırk yedi,
kırk sekiz,

yirmi dört,

3.7K 332 46
بواسطة sudedgbkn



Günlerden bir gün, çok değer verdiğim kitaplardan birinde bir söz okumuştum, diyordu ki; 'Bazı ruhlar hapsoldukları bedenlerden hoşlanmazlar, bu yüzden onlara acı çektirirler. Bir an önce özgürlüklerine kavuşabilmek için, kendilerini sergileyen vücutların bu dünyadan silinip gitmelerini isterler. Çünkü o ruhlar, başlı başına cesaret ve özgürlükten oluşan, yaşayabilmek için etten bir vücuda gerek duymayan ender ruhlardır.'

İlk okuduğumda bir süre bu cümlelere takılıp kaldığımı hatırlıyordum. Sanki o uçsuz bucaksız evren ve içinde hayat süren milyonlarca insan silinmiş, geriye ben ve harflerin ardı ardına sıralanıp bir araya getirdiği bu kusursuz cümleler kalmıştı. Kimseyi görüp duyamadım o an. Tüm duyularım verildiği gibi aniden geri alınmış ve ben boşlukta kalakalmıştım. Ama bu boşluk bilinenin aksine öyle yoğundu ki kalbimin üzerinde bile ağırlığını hissetmiştim.

Bu hissin tadını aldığımda bir daha bırakmak istememiş, kendimi o boşluğa bile isteye hapsetmiştim.

İşte ilk intiharımı o gün gerçekleştirmiştim.

Herkesten, her şeyden uzaklaşıp kendi dünyamda, yalnızca benim olduğum bir evren yaratmıştım. Çok yalnız hissettiğim anlarda, kapısını yalnızca hayal dünyama ve boya kalemlerime aralıyordu.

O hayal dünyamın, tüm vücudumdan akarak usulca somutlaştığı boya kalemlerimin ucunda, çok insanı öldürüp çok insanı da yaşatmıştım. Bir zaman sonra bu oyuna öyle sıkı sarılmıştım ki gerçek ve hayal birbirine karışmıştı. İyi geldiğini düşündüğüm bu boşluk hissinin, aslında bana zarar vermeye başladığını o an anlamıştım.

İkinci intiharım, tam olarak bunu idrak edebildiğim o noktada gerçekleşmişti.

Kendi yarattığım evrenden sıyrılmayı deneyerek, deli gibi korktuğum o insanları hayatıma almaya çalışmıştım. Bir günümü onlar ne yapıyorlarsa öyle yapıyor, tamamıyla gerçek dünyaya ayak uydurmaya çalışıyordum. Bu bir başkası için sıradan fakat benim için korkunç denebilecek boyutta bir durumdu.

Yaşamak korkunçtu çünkü insanlar vardı. Her yerde, her anımızda onlarla beraberdik. Böyle düşünmekte haklıydım çünkü korktuğum başıma gelmişti. İnsanlar bana zarar vermekten başka hiçbir şey yapmıyorlardı.

Kendime başkaldırmamın sonucunu güvenimi feda ederek ödemiştim. Vücudumda, ruhumda, zihnimde güven kelimesine dair en ufak bir kırıntı bile bırakmamışlar, tüm bu hissi, her zerremden söküp almışlardı. Artık güven kelimesi bana yokluktan başka hiçbir şey çağrıştırmıyordu.

Tam bu zamanda, üçüncü ve son intiharıma yavaş adımlarla ilerlemeye başlamıştım.

Eski hayatıma geri dönmüş, kendi yarattığım evrene tekrar hapsolmak için uğraşıp durmuştum. Onu yeterince benimsemediğimi düşünmüş olacak ki bana küsmüş, bir daha oraya almamıştı beni. Kendim yaratıp kendim oynadığım o evren de ellerimin arasından kayıp gitmiş, bu koskoca dünyada işte tam o zaman yapayalnız kaldığımı hissetmiştim.

Güven duygusunu unutan bünyem, yeni bir hisle yanıp tutuşmaya başladığında afallamıştım. Bu yaşadığım ama sanki yaşamayı unuttuğum bir histi. Yeni değildi ama yeniydi de. Bilinmezliğin ve allak bullak tanımının tam ortasında tutuştuğum o his, özlemden başka bir şey değildi.

Özlem duydum bir şeylere. Bir şeylerdi çünkü neye özlem duyduğumu bilmiyordum. Özlüyordum, deli gibi. Belki geride unuttuğum, belki yaşayıp bitirdiğim bir şeylere karşı, iliklerimden dolup taşan büyük bir özlem duygusu sarmıştı etrafımı.

Bir şeyler anlatmak istiyor ama çevremde birilerini bulamıyordum. Kendi evrenimi, kendi ellerimle yok etmiştim. Bu bir çiçeğe, kediye, köpeğe anlatıp rahatlama olayını geçmiş, artık karşımda gerçekten birilerinin beni yargılamadan, küçümsemeden dinlemesini istediğim bir kıvama gelmişti. Deli gibi korkup kendimi uzak tuttuğum o insanlara şimdi ölürcesine ihtiyaç duymuştum.

Son ve en büyük intiharım da tam bu zamanda gerçekleşmişti. Feda'ya yazmaya başlamıştım.

Fakat bu intihar öncekilerden çok daha farklıydı. Kaçış olarak gördüğüm ölümlerden değildi; bu ölüm, yeniden dirilmek için gerçekleşmişti. Kaçmak için boynuma astığım o ip parçası, beni boğmuş fakat çok geçmeden yeniden canlanmama yardım edip hayata eskisinden daha farklı başlamama sebep olmuştu.

Son intiharımla yeniden dirilmiş bambaşka bir Mercan olmuştum.

Daha çok gülümseyen bir Mercan, yaşamayı sevmeye başlayan bir Mercan, korkularının üzerine gitmekten korkmayan bir Mercan, güven duygusunu yeniden yaşamaya başlayan bir Mercan ve en önemlisi; varlığını unuttuğu kalbinin, deli gibi attığını keşfeden bir Mercan.

Hepsine ulaşmak zor olmuştu. Çoğu kez vazgeçmiştim, her şeyi bir kenara itip kendimi daha iyi hissettiğim boşluğa dönebilmeye çalışmıştım. Ben ne kadar bitirdiysem, o hep bitirdiğim yerden daha güvende başlayabilmeme sebep olmuştu. Ben bıraktığımda o yakalamış, tekrardan bana vermişti tutmam için. Her seferinde ona uymuştum. Her defasında beni kandırmasına izin vermiştim.

Tuvalimde gezen kalemimin huzurlu hareketleri ve kalbimden dudaklarıma bulaşan sevgi dolu ufak tebessüm onun eseriydi. Ben onun sayesinde güven ve huzur dolu hissediyordum.

Kalbim patlayacakmış gibi dolu doluyken, nefeslerim birbirini bekleme zahmetine girmeden ardı ardına boğazıma takılıyor, ellerim ise bana ihanet etmek için zaman kolluyordu. Bu hisler bana yabancı olsa da o kadar tanıdık bir sıcaklığı vardı ki, korkmuyordum.

Şu an burada onu düşünürken, benim için yazdığı şarkıyı zihnimde tekrarlayıp kulaklarıma olmayan melodisini akıtırken, kalemin ucuyla yakından görmediğim yüz hatlarını resmederken korkmayı bırakmıştım. Onu tüm herkesten ayrı bir yerde sakınmam gerektiğini öğrenmiştim.

Anlamıştım. Doğru kişiydi.

Elimi yasladığım resim kağıdından kaldırdığımda tekrardan kendimi tutamadan gülümsedim. Bu his bir hastalık gibi ele geçirmişti beni. Gülümsedikçe gülümsemek istiyordum. Hatta sessizlikten sıyrılıp sesli gülüşlerimi tüm herkesin duymasını istiyordum. Mutluluğumu, bu zamana kadar, küçük bir tebessümü bile bana çok gören herkese nispet yapar gibi göstermek istiyordum.

Ama yine de sessiz kaldım. Şimdi yalnızca önümdeki resmi tamamlamam gerekiyordu.

Tekrar kalemi fotoğrafın üzerinde kaydırmaya başlarken kağıdın üzerine dökülen saçlarımı geriye çekerek kulağımın arkasına sıkıştırdım. Resim çizmek bu hayatta bana en iyi gelen şeydi. Tüm öfkemi, kırgınlıklarımı, özlemimi, hayallerimi, bana dair tüm her şeyi en ufak bir çekincem olmadan oraya dökerdim.

Şimdi ise bir ilk yaşayarak, mutluluğumu döküyordum.

Resim çizmek, sözleri olmayan bir şiiri yazmak gibiydi. Müziği olmayan bir şarkıyı belli bir ritimle söylemek, dokunamayıp yalnızca hayaline tutunan bir enstrümanı çalmak gibiydi. Yalnızca bir tuval, kağıt ya da boya kalemleri kadar basit değildi. Bir insanı tanımak için ortaya çıkardığı resimlere bakmak, yıllardır yan yana olduğu insanın bildiklerinden çok daha şey öğretirdi.

Evin içinden sesler gelmeye başladığında dudaklarımı birbirine bastırıp konsantremi bozmamaya çalıştım. En iyi hâliyle bitirmem gerekiyordu. Onun resmini çizmek için bu kadar cesur davrandıysam, en iyi hâlini çıkarabilmek için de tüm yeteneğimi sergilemem gerekiyordu.

Dakikalar birbirini kovalarken tüm dikkatimi elimdeki kaleme verdim. Gözlerim bazen saate kaysa da telaş yapmamak için kendime içimden destek olmaya çalışıyordum. Panik yaparsam tüm saatlerimi heba etmiş olacaktım. En önemlisi de elim boş kalacaktı.

Ama ben ona, okulumda vereceği konserden sonra onu çizdiğim resmi hediye etmek istiyordum. Ve yalnızca bir saatim kalmıştı.

Göğsümde birikip beni nefessiz bırakan heyecanımı yenmek için derin bir nefes aldığımda odamın kapısı duyulamayacak kadar küçük bir tıklatma duydum, ardından alıştığım kalın ve sert bir ses. "Mercan?"

"Efendim?" dedim bakışlarımı resmimden çekmeden. Sesim kısık çıktığı için duyamamış olacak ki bu sefer daha sert tıklatıp sesini yükseltti. "Mercan, burada mısın?"

"Evet," diye sesimi biraz daha yükselttiğimde birkaç saniye içinde kapım yavaşça açılmış ve şu an görmek istemediğim bedene bakışlarımı çıkartmak zorunda kalmıştım. Ben öğlen eve geldiğimde evde değildi, şimdi ise üzerinde sabah evden çıkarken giyidiği kıyafetler yoktu. Üzerini değiştirmiş olmalıydı.

"Gece evde olmayacağım, mesaiye kalacağım." dediğinde başımı hafifçe oynatarak onu onayladığımı belli ettim ve bakışlarımı tekrar önümdeki resime indirdim. Aynı ses tonuyla devam etti. "Kapıları kitleyip pencereleri kapatmayı unutma. Yarın öğlen gelirim büyük ihtimalle."

Ağzımın içinde ufak bir mırıldanma çıkartıp onu tekrar onayladığımda, o konuşurken bakışlarımı gezdirip eksikleri belirlediğim resmime devam ettim. Çok geçmeden tekrar sesini duymuştum. "Paran var mı?"

"Var," diyerek onu son zamanlarda yaptığım gibi tekrar onayladım. Bakışlarım ona dönmüyordu çünkü şu an mutlu hissediyordum. Eğer ona bakarsam yüzünde bu hislerimi tersine çevirecek bir şey yakalar ve kendime bu mutluluğu zehir ederdim. Şu an yalnızca yüzümün gülmesini istiyordum. Başka hiçbir şeye odaklanmadan resmi bitirip vereceği konseri uzaktan da olsa dinlemek istiyordum.

Sessizce odadan ayrıldığında içimde tuttuğum nefesimi rahat bir şekilde dışarıya salmıştım. Bugün birbirimizi kırmamış, incitmemiştik. Bu uzun zamandır yaşanmayan bir durumdu. Belki üzerimde Feda'yi görecek olmanın heyecanı olmasa, ona verdiğim cevaplar değişirdi ve bu cevaplar onu çok sinirlendirir, beni kırıp dökmesine sebep olurdu. Feda, belki farkında bile olmadan hayatıma bir melek misali düşmüş, elindeki sihirli değneğini karşılaştığım tüm sorunlara değdirip geri çekmişti.

Çok geçmeden zihnimden ardı ardına akıp giden düşünceler eşliğinde resmi bitirmiş ve son hâline bakıp sesli bir gülüşün dudaklarım arasından kaçmasına izin vermiştim. İlk defa bir resme bu kadar önem vererek çizmiştim. İlk defa 'güzel' kelimesini hayatımdan atmış olmama rağmen resmimin güzel olması için dualar etmiştim.

Güzel kelimesi belki de o kadar kötü değildi.

Feda güzeldi çünkü. Kalbi güzeldi, ruhu güzeldi, yüzü güzeldi, ses tonu güzeldi, zihninin içinden geçenler güzeldi, dudaklarından dökülenler güzeldi, ismi güzeldi, Feda başlı başına güzel bir adamdı ve ben onun bu güzelliğini göz ardı edemezdim. Bu kelimeye onun için katlanabilirdim. Aslında, onun için bir çok şeye katlanabilirdim.

Gözlerim saate kaydığında bastırmaya çalıştığım paniğim bir anda tüm vücudumu ele geçirmişti. Çünkü yalnızca yarım saatim kalmıştı. Yerimden ayaklanarak dolabıma ilerledim ve dün gece ayarladığım yüksek belli kot bir pantolonu, üzerine de krem boğazlı kazağı geçirmiştim. Dışarısı zaten soğuktu ve montumla kombinim kapanacaktı ama yine de dün bütün gece ne giyeceğimi düşünüp uykularımı feda etmekten kendimi alamamıştım.

Aynadan kendime baktıktan sonra saçlarımı ellerimle hızlı bir şekilde tarayarak kafama siyah renkli bir bere geçirmiştim. Dışarısı çok fazla soğuktu ve hasta olmak şu an istediğim son şey bile olamazdı. Olası bir yağmura karşı önlem almak için, çizdiğim resmi resim çantama koyarak telefonumu arka cebime yerleştirdim ve hızla odamdan ayrıldım. Kapının önüne ulaştığımda vücuduma fazlasıyla büyük gelen siyah renginde şişme montumu ve onunla aynı renkteki botlarımı giyip çantamı elime aldım. Boştaki elimi, deli gibi çarpıp kendini son zamanlarda belli eden kalbimin üzerine koyarak derin bir nefes eşliğinde evden ayrıldım.

Otobüslere, minibüslere ya da taksilere binmekten haz etmediğim için okulumun olduğu rotaya yürümüştüm. Bu huyumdan dolayı, hayatımda her zaman zorlansam bile, oraya binmektense zorlanmayı yeğliyordum. Artık alışmıştım, ayaklarım ağrısını bana hissettirmiyordu. Genel olarak hayatım ev, okul ve bazen de kütüphane arasında geçtiği için çok zorlanmıyordum. Aralarında yürünemeyecek kadar uzun bir mesafe yoktu ya da dediğim gibi artık alışmıştım.

Kampüs beklediğim gibi çok kalabalıktı ve bu içime korku tohumlarının atılmasına sebep olmuştu. Çok kalabalık ortamlardan hoşlanmıyordum. İnsanların bana yanlışlıkla da olsa temas etmesi beni deli ediyordu. Hoşlanmıyordum, vücudumda dolaşan bakışlardan da, temas eden tenlerden de hoşlanmıyordum.

Çok gürültülü olması şimdiden beni rahatsız ederken çok fazla ilerlemeden een köşeye geçtim. Öğrencilere motive olması için, yalnızca burada okuyanların katılabildiği ücretsiz bir konser olarak biliniyordu fakat işin aslı çok farklıydı ve bunu bilen yalnızca bendim. Bu beni tekrar gülümsetirken alt dudağımı ısırarak kafamı aşağıya eğdim. O anda coşkulu bir alkış ve bağrışma sesleriyle irkilmiştim.

Kafamı kaldırdığımda, onu gördüm, kalbimi ilk defa böylesine attıran güzel adamı.

Ama o beni görmedi, görmeyecekti.

Kampüsün tam ortasına kurulan sahne ve ses sistemi sayesinde elindeki mikrofonu dudaklarına yaklaştırdı ve ilk önce sessiz kalıp gülümsedi. Yüzünü canlı olarak çok fazla seçemesem de büyük beyaz perdeye yansıtılan görüntü sayesinde onu izleyebiliyordum. Elindeki siyah kaplı mikrofonun gövdesi, bir adama göre oldukça ince ve zarif parmakları arasına gizlenmişti. Açık kahveye kaçan uzun saçları alnına dökülmüştü, bundan rahatsız olduğunu da saçlarını savurarak belli ediyordu. Fakat parmaklarının sihirli dokunuşlarını oraya bırakmadan isteği gerçekleşmeyecekti. Yüzünde, buğday tenini gizleyen çok hafif bir sakal vardı. Uzun kirpiklerini kuşatan gözleri, baktığı yere kendini değerli hissettiren ışıltılı elası, kendini basit bir ekrandan bile belli ediyordu. Pembe ve kırmızı arasında soluk renkli dudaklarına yerleştirdiği tatlı gülümsemesi, aynı sırayla dizilen bakımlı inci dişleri, yüzüne göre biraz büyük olan hafif kavisli burnuyla o gerçekten çok güzel bir adamdı.

Onu izlediğimde gözlerimin dolduğunu hissederek art arda kirpiklerimi kırpıştırdım ve burnumu çektim. Kendime geldiğimi düşündüğümde tekrar ekrana dönerek dudaklarıma bir tebessüm yerleştirdim. Mikrofonu dudaklarına yaklaştırmış olsa da konuşmadan bakışlarını herkesin üzerinde gezdiriyordu. Beni aradığını fark ettiğimde mutlulukla çıkacak olan gülüşümü dudaklarımı birbirine bastırarak engelledim. Herkese öyle dikkatli ve güzel bakıyordu ki göz göze geldiği herkesi kıskanmaya başlamıştım.

''Merhaba,'' diyerek söze başladığında etraftan yine yükselen bağrışma sesiyle yüzüm buruşmuş, o da duraklamak zorunda kalmıştı. ''Hepiniz hoş geldiniz, aslında bu durumda ben hoş gelmiş oluyorum ama sanırım hoş bulmamış olacaksınız ki, hiç kimseden böyle bir karşılama duymadım.'' Herkes aynı tempoda 'hoş geldin feda' diye bağırdığında omuzlarını sarsarak ufak bir açıyla öne eğildi ve mikrofona sesli bir gülüş bıraktı. ''Dalga geçiyorum, sakin olun.''

Konsere başlamak için o anları unutarak arkasını dönmüştü fakat ben o ana takılı kalmıştım. Gülüşünün sesi her saniye kulağımda yankılanıyor, dudaklarının kıvrılması gözlerimin önüne kamp kurar gibi yerleşerek her saniye tekrarlanıyordu. Kalbim titremişti, hıçkırığım boğazıma yapışmıştı. Yalnızca ağlamak istedim o an. Kalbim elime gelene kadar, içim çıkana kadar ağlamak istedim. Güzelliğin kendisinden kaçarken, karşımdaki adamın güzelliğine kapılıp kendimden geçtiğim için deli gibi ağlamak istiyordum.

İlk şarkısının melodisi çalmaya başladığında geriye çekilerek etrafa bakındım. Burada olduğunu bildiğim için bir an önce resmi bırakmam gerekiyordu. Önceden tek bir insanı oturup çizmeyen ben, şimdi saatlerimi onun için harcamıştım ve tüm emeğimi ona vermekten zerre çekinmiyordum. O hak ediyordu. Her şeyin en güzelini hak ediyordu.

Adımlarımı kalabalıktan uzaklaştırarak Feda için ayarlanan karavana ilerlettim. Orası, tüm herkes Feda'yı dinlediği için boştu. Ellerimin titremesini bir kenara atsam da bu sefer kalbimin atışlarına yenik düşüyordum. Deli gibi korkuyordum, deli gibi heyecanlıydım ve deli gibi mutluydum. İlk defa tüm duyguları bir arada yaşıyordum ve bundan büyük bir keyif duyuyordum.

Karavanın önüne geldiğimde kampüsün önünde kalan sahneden Feda'nın sesini duymaya başlamıştım. Biraz boğuk geliyordu fakat yine de onu dinlememe engel değildi. Hızlıca işimi halledip onu dinlemeye gitmek istiyordum. Bu yüzden elimi çabuk tuttum. Resim çantasının fermuarını aralayarak içindeki tek yaprağı çıkardım ve alt dudağımı ısırdım. Titreyen elimi, karavanın kapısının koluna atıp yavaşça araladığımda karşımda beliren bir adamla irkilerek geriye çekilmiştim.

O da beni görünce şaşırmış olacak ki muhtemelen kapıyı açmak için uzanan eli havada asılı kalmış, esmer yüzüne yakışan ince kaşlarından birisi kalmıştı. "Buyrun?"

Ne yapacağımı bilemeyerek etrafa bakmış ve kaçıp kaçmamak arasında gidip gelmiştim. Çok endişeliydim çünkü uzun zamandır yabancı birileriyle sohbet etmiyor, onlarla karşılıklı diyaloglara girmiyordum. "Şey," dedim önce. Daha sonra sesim titrese bile devam etmek için kendimi zorlamıştım. "Bunu ona, yani Feda'ya ulaştırabilir misiniz rica etsem?"

Elimdeki üzerinde resim olan kağıda uzun uzun baktıktan sonra havadaki eli yavaşça diğer köşesine uzanarak yumuşak bir şekilde kavramıştı. Zarif bir şekilde dokunması beni memnun ettiğinde elimi ve bedenimi geri çekerek ondan biraz uzaklaştım. "Çok teşekkür ederim, lütfen ona sağ salim ulaştırın bunu. Çok önemli." Hızlı hızlı konuşup konser alanında dönmek için hareketlendim.

"Sen Mercan mısın yoksa?" dedi arkamda kalan ses. Yerimde duraksayarak önce ilerideki kalabalığa bakmış daha sonra ise yavaşça omzumun üzerine dönmüştüm. Beni bilmesi ürkmemi sağladığı için istemsizce yerimde küçülerek ince çıkan sesle yanıtladım onu. "Evet, siz nereden biliyorsunuz?"

Omuz silkti ve sanki ilk defa karşılaşmamışız da senelerdir yakınmışız gibi yumuşak bir gülümseme verdi bana. Yüzü daha da sevimleşmişti. "Biliyorum işte." Kağıdı ufacık salladı. "En kısa sürede ona ileteceğime emin olabilirsin. Kaçırma konseri, git hadi."

Bir şey söylemeden önüme dönerek içimdeki mutluluk ve heyecanla çocuk gibi koşmaya başladım. Bu konuyu daha sonra ona soracaktım fakat şimdi onun sesini dinleyerek kutsanmalı, doyasıya onu izleyerek her zerresini zihnime kazımalıydım.

Bu yüzden o beni göremese de, kim olduğumu bilemese de, benim için yazdığı şarkıyı bana söylerken yüreğim ağzımda ona koştum.

O gün gözleri bir sürü insanda dolaştı, şarkılarını onların gözlerinin içine bakarak söyledi fakat bakışları tek bir an beni bulamadı. Bu beni sevdindirmişti çünkü bana bakışını dışarıdan bir gözle izlemiştim.

Furkan Demir Erbilek bana çok güzel bakmıştı.

|||

yaptığı resim aşağıdaki değil ama bu tarzlarda
aklımdakine en yakın olduğu için koyuyorum ♥️

واصل القراءة

ستعجبك أيضاً

229 103 3
0507*** Yanlış numarayla başlayan aşk.
707K 32.6K 26
Not: Kitapta +18 unsurlar mevcuttur.. ........................................ ~ZS~....................................... Kına yakmak kendini adama...
267K 14.4K 39
Şanlıurfa ☞ Muğla 0546****; Fotoğraf* 0546****; Belli ki bu yoldan yürümüşsün... 0546****; Yoksa etraf böyle çiçeklenmezdi. İlsu; Var öyle marifet...
6.2K 607 200
Susarsam, duyar mısınız ruhumun çığlıklarını? 26.02.18 yayımlama tarihi 29.08.22 bitiş tarihi