DİP: ACININ KRALLIĞI

By Elyios

14.7K 1.7K 3.3K

*Fantastik değildir.* Her hikaye bir kahramanla, birçok hikaye ise budala bir kahramanla başlardı. Herkesin... More

1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20/1
20/2
21/1
21/2
21/3
22/2
23/1
23/2

22/1

242 42 62
By Elyios

Kimsesiz Bir Ruh.

Ben, küçük bir kızdım.

Aklımda oynayan geçmişin tiyatrosunda, sarı saçlarını tepeden toplayan bir liseliydim. Sabah kalkıyordum, dolaptaki bozuk süte aldırmadan bir elma alıyordum ve evden çıkıyordum. Tekrar eve dönene kadar, hep evin bir kaçış noktası olduğunu düşünüyordum.

Sonra eve dönüyordum, o soğuk yalnızlığa kendimi bırakıyordum ve çantamı fırlattığım köşeye geçiyordum. Her gün, yalnızlıkla bir kez daha tanışıyordum. O acımasız his bana kendini tanıtırken hiçbir zaman kibar olmuyordu.

Ne yaparsam yapayım, fark edilmiyordum.

Yüzümdeki kocaman morluk, okuldan aldığım yüksek başarı belgesi, daha sonra derslerimin ani düşüşü. Hiçbiri fark edilmiyordu. Ben sanki görünmezdim ve keşke gerçekten de öyle olsaydım.

Tüm insanlar beni görmezse aralarından onlara dokunmadan geçerek hayatımı sürdürebilirdim. Komik bir düşünceydi ama küçük bir kızdım işte, bu hayattan kaçış olmadığının farkında değildim. Kapıyı açıp kendimi karanlık ormana atamıyordum çünkü kaçış yoktu.

Gerçi, atacak olsam da kimse başıma gelecekler için beni uyarmazdı. Belki de en üzücüsü buydu. Kimse bana geride dur demiyordu; sana zarar verirler, gitme diyerek beni durdurmuyordu. Zarar gördüğümde, kimse elimden tutmuyordu. Ve ben, bu döngünün içinde ruhumun yok olmasına izin veremeyecek kadar bu hayatı seviyordum. Bu yüzden her yeni günde, hayatta nasıl kalacağımla ilgili yeni şeyler öğreniyordum.

Üniformalı Aylin, kendisine saldıranlardan kaçarken, şimdi anlıyordum. Kimsesizlik, çok korkunçtu. Hele de çocukken, kendini yıkılmaz bir kalenin duvarları arasında hissetmek istiyorken.

Senin için yapılacak şeylere deli gibi ihtiyacın varken.

Rüzgar tenime sertçe vuruyordu, kasktan taşmış saçlarımın uçuştuğunu hissediyordum ve düşündükçe kocaman bir boşluğa ilerliyor gibi hissediyordum. Yüksekten düşmek gibiydi, midemi kasan his sanki tüm tüylerimi ürpertiyordu.

Midem çalkalanmaya devam ederken, dudaklarımı birbirine bastırarak kafamı dağıtmaya çalışıyordum. Mesela, ben yokken bölüm birincisi kim olmuştu acaba? Tolga'nın yok olmamla bayram ettiğini tahmin etmek zor değildi, muhtemelen sonsuza kadar yok olmamdan gayet memnun kalırdı.

Aa, bölüm demişken, siyasi kavgalar devam ediyor muydu acaba? Seçimleri kim kazanmıştı? Sahi, oy kullanmaya bile gidememiştim, ölülerin evine oy kağıdı gelecek değildi ya. Bu da bir soruydu işte, evime birileri geliyor muydu? Ya da yokluğumu Yeşim'den başka fark eden birileri var mıydı?

Temizlediğim merdivenler, başarımın takdir edilmediği iş görüşmeleri, Gökalp'in beni vurduğu an; hepsi aynı anda zihnime doluyordu ve midem eskisinden daha da çok bulanıyordu.

Tuğrul'un beline sarılan ellerimden birini gevşeterek, hafifçe koluna dokundum. Ne düşünürsem düşüneyim olacağı yoktu, kendimi kaskın içine kusarak Lina'dan daha da beter bir konuma sokmak istemiyordum çünkü onu daha bir saat önce kınamıştım!

Elimi tekrar beline sardım, Tuğrul ise omzunun üstünden kısa bir an beni kontrol etti ve daha sonra motorun yavaşladığını hissettim. Bomboş yolun sağ tarafında motosiklet durduğunda, kaskı kafamdan çıkarmam ve nereye olduğunu önemseden bırakıp çalıların arasına koşmam saniyelerimi almıştı.

Ellerimin titrediğini hissediyordum ama aldırmadan eğildim. Kusmaktan nefret ederdim, her insan gibi. Hatta korkuyorum bile denilebilirdi, ellerimle saçlarımı geriye iterken kusmamayı diliyordum.

Koluma dokunan bir el hissettiğimde istemsizce doğruldum, Tuğrul bileğine sarılı bandanayı sol eline almıştı ve sağ elini kolumdan yavaşça çekmişti. "Bağla, rahat edersin." diyerek bana uzattığında, aldım ve gevşek bir şekilde saçımı bağladım.

Derin nefesler alırken, midemden yükselen bir şeyler hissetmemle çalılara iyice eğildim. Bacaklarımda güç kalmamış gibiydi, nefes almak bile çaba gerektiren bir işti ve öğürdükçe gözlerimden akışı hızlanan yaşlar hiç yardımcı olmuyordu.

Sanki düşündüğüm her şey mideme baskı yapıyor gibi, orada belirgin bir ağrı hissediyordum ve daha sonra bir yanma boğazıma kadar ulaşıyordu. Boş öğürmelerim son bulduğunda, doğruldum ve bir anda pozisyonumun değişmesiyle kararan gözlerimi kapattım.

Anında belime sarılan bir kol hissetmiştim. "Bayılmıyorum, merak etme." dediğimde bana bir iki adım attırdı ve oturmam için omuzlarımdan hafifçe bastırdı. Popom yer gördüğünde, gerçekten her şey çok daha iyiye gitmeye başlamıştı. "Kusmadın bile," diyerek boş bakışlarını suratıma dikti. "Bu kadar gözyaşı neden?"

Ben de bilmiyordum, yanaklarımı kurularken midemden yapılması gereken boşaltımı gözlerimden yapan bünyeme çok müteşekkirdim, en azından yol kenarında kusan bir baş belası olmaktan beni kurtarmıştı.

Tuğrul yanımdan kalktığında, onu umursamadan derin nefesler alıp vermeye devam ettim. Aynı zamanda motorsiklete gidişini, arkadan bir pet şişe çıkarışını ve daha önce hiç açılmamış kapakların çıkardığı sesle su şişesini açışını izliyordum. "Yüzünü yıkamak ister misin?"

"Yok." Yüzümün ne halde olduğunu bilmiyordum ama olduğundan daha da beter hale getirme korkusuyla geri durmuştum.

Tuğrul yanıma oturup su şişesini bana uzattı. Sessizliğine aldırmadan şişeyi aldım ve küçük bir yudum suyun boğazımdan geçmesine izin verdim. Dakikalar geçerken kendimi daha iyi hissetmeye başlamıştım. Gözlerim yavaşça motorsiklete kaydı, şimdi son model konforlu bir arabanın arka koltuğuna uzanıp yatıyor olabilirdim! Maalesef eldeki imkanlarla o havasız kaskı tekrar takıp, kendi nefesimde boğulurken kusmamaya çalışmalıydım.

Gönülsüz bir şekilde Tuğrul'a döndüm, öylece yolu izliyordu. Yan profilden kusursuz görünen burnu, dudakları ve dövmesiyle her yalnız yolculuk yapan kadının hayal ettiği otostopçu olabilirdi.

Alayla gülmemek için kendimi tutarak, tek ayağımı kendime doğru çektim. Elbette, olurdu. Kaşla göz arasında bile birileri ağına düşmüştü. "Artık gidebiliriz, daha iyi hissediyorum." Tuğrul'un ifadesiz suratından pek bir şey anlamıyordum ama eve bu kadar geç kalmaktan hoşlandığını düşünmüyordum. Evi ve o, uzun süre ayrı düşmemesi gereken iki aşık gibiydi.

"Gideceğiz," demesine rağmen hareketlenmemesiyle kafamı tamamen ona çevirdim. "Gerçekten daha iyiyim, gidebiliriz." Gözleriyle yolu taradı ve dudaklarını yalayarak, hafifçe dişledi. "Araba geliyor, az sonra burada olur."

Gözlerimi suratından çekemezken onun da bakışları bana döndü. "Motorla yolculuk yapacak kadar iyi değilsindir, yüzün bembeyaz." Şaşkın bakışlarımı görmüş olacak ki kısa bir açıklama geçmişti. Gözlerimi ondan çektiğimde, karşımdaki bomboş yolda küçük Aylin vardı.

Bir kız onu itiyordu, duymak istemediği her şeyi suratına söylüyordu ve karşımda duran sarışın kız hiçbir şey yapamıyordu. Kızın arkasında başka kızlar da vardı, sonra hiç olmaması gereken bir şey oluyordu.

Aylin'in gözleri sokağın sonuna kayıyordu. Abisi onu bir duvara yaslanmış izliyordu. Yanına gelmiyordu, onu iten kıza ne yaptığını sormuyordu; sadece dinliyordu, yüzünde tiksindirici bir sırıtış ile.

Bir insan, güvenmediği birinin yaptığı hareketle hayal kırıklığına uğrar mıydı? Karşımdaki kız her seferinde uğruyordu ve içinde büyüttüğü nefret, gelecekte abisinin katil olduğunu öğrendiğinde tüm hayatını ortaya koymasına neden olacaktı.

Pileli gri bir etek giyen sarışın kızı dövüyorlardı, her şey bittikten sonra abisi onu eve götürüyordu ve soğuk ev, yaralarını daha da yakıyordu. Ev, hep soğuktu. Çünkü buraya girdiğinde, kimse ona eve hoş geldin demiyordu.

Yaralarını kendi temizliyordu, karnını kendi doyuruyordu ve yaşadığı her şeyi kendi başına atlatıyordu.

Yavaşça geriye yaslanarak toprağa uzandım. Tuğrul'un gözleri bana doğru kaymıştı ve kısa süre sonra o da yanıma uzandı. Bulutsuz gökyüzüne bakarken "Değişik bir hismiş," diye mırıldandım. Tuğrul'un bakışları bana dönmedi, sadece "Ne?" diye soran sesini duydum.

"Birilerinin beni kurtarması," diyerek gözlerimi kapattım. Karanlıkla kısa bir an baş başa kalmıştım ve söylediğim şeyi düşünüyordum. Ben, her zaman kendi kendimi kurtarırdım. Kimse benim arkamda olmazdı, ucu bucağı görülmeyen bir yalnızlıkla doğmuştum.

Ben, bir zamanlar küçük bir kızdım. O küçük kızın tüm düşüncelerini değiştirmiştim, onu hayata bağlamıştım, kendi ayaklarının üstünde durmasını öğretmiştim ve onunla öğrenmiştim. Ona öğretemediğim tek şey, birilerinin de onun için bir şeyler yapabileceğiydi.

Çünkü bunu ne ben ne de o biliyordu. O, sadece onu uzaktan izleyen abisini bilirdi. Kendine laf eden kızları dövdü diye ona tokat atan babasını, haklı bile olsa kimsenin onun arkasında durmayışlarını hatırlıyordu sadece.

Şimdi ona dönüp, 'Yaptığı şeyi herkes için yapardı, orada kim olursa olsun dayak yemesine izin vermezdi. Bunun seninle alakası yok,' desem bile, ne değişirdi?

O, bir kere kendi için de bir şeyler yapıldığını görmüştü. Bir kere bile olsa, değerli hissedebileceğini fark etmişti.

İhtiyacı yoktu ama kimin duygulara ihtiyacı vardı ki zaten? Sadece bir kere bile evine hoş gelmeyen bir kızın burukluğunu taşıyordu ve yaşadığı şey herkes için yapılacak olsa da, onun için de yapılmıştı.

"İnsanlara terslenmeyi alışkanlık haline getirmesen iyi olur," diye söylediğinde, umursamayarak gözlerimi açtım. Araba hala gelmemişti, toprağın serin hissi iyi geliyordu ve midemin bulantısı git gide azalırken, yanımda yatan çocukla ilgili düşüncelerim değişiyordu.

Belki, küçük bir ihtimal de olsa onun da iyi biri olabileceğine inanmaya başlamıştım. Biz, kaderlerimizi bir araya getiren bir oyunun içindeydik ve kazanmak için lazım olan her şeyi bana sağlıyordu. Buna beni hayatta tutmak için korumak bile dahildi. Soğuk bakışlarının, umursamaz görüntüsünün ve gülmeyen yüzünün arkasında bu işin sonucuna ulaşmaya kitlenmiş biri olduğunu görüyordum. Sırf ben onu sonuca götürecek bir adımım diye böyle davranıyor olsa bile önemli değildi.

O, iyi bir ortaktı.

"Tuğrul," Bakışlarımı ona döndürdüm ve "Hım?" diye mırıldanarak seslenişime karşılık vermesinden hemen sonra "Hiç, kimsesiz hissettin mi?" diye sordum.

Bu duygu insanı içine alan bir hapishane gibiydi, demir parmaklıklar aşılamazdı, kilit çok güçlüydü ve içeride geçen her an insana yaşadığı hayatı zehir ediyordu. Dostluklar, kurulan bağlar; ancak hapishanenin görüş süresini andırabiliyordu. Bir anlık dışarı adım atıyordunuz ama hapishane, yine hapishaneydi.

"Hissediyorum."

Cevabıyla hareket eden dudaklarından bakışlarımı çekerek, gözlerine bakmaya çalıştım. Gökyüzüne çevrili olduğu için göz göze gelemiyorduk ve ben ilk defa gözlerinden geçen ifadeyi merak ediyordum. "Gerçekten mi? Hep mi böyle hissediyordun peki?"

Sesim bir anda heyecanlı çıkmıştı çünkü ben daha önce kendim gibi birini hiç görmemiştim. Herkesin bir ailesi vardı, kapıyı kapattıktan sonra her şeyi geride bıraktıkları bir eve sahiplerdi ve ben hayatlarına dahil olduğum kimsede kimsesizliğimden bir parça bulamamıştım.

Bu, paylaşılabilecek bir şey değildi. Yalnızca milyarlarca insanın arasında sanki görünmez iplerle bağlanmış bir bağ vardı ve o hayali ip bir tek bana ulaşmıyordu. Ucu tek bana dokunmuyordu, insanların arasından sanki bir tek beni diğerlerinden çok daha önemsiz yapıyordu. Çünkü kendi ailesinin bile önemsemediği birini kim önemserdi ki?

"Hayır," Sustu, dudakları birkaç kez aralanıp tekrar kapanmıştı ve yüzünü yavaşça bana çevirdi. Karanlıkta simsiyah görünen kahverengilikler, gözlerime kilitlenmişti ve dudaklarını birbirine bastırırken, kısa bir an gözlerini açıp kapattı. Zorlanıyor gibi duruyordu, kafasını çevirdiğinde cevap vermeyecek sanmıştım ama bir anda "Hayır, ablam öldüğünden beri." demişti.

Ablam için, diyen sesi kulaklarımda yankılandı ve o gün omuzları çökmüş bir şekilde yürüyen çocuk tekrar gözlerimin önüne geldi. O zaman da fark etmiştim, bir odaya kendini kapatmıştı ve çıkışı bile unutmuştu. Tıpkı benim gibi, başka bir tür hapishanenin içindeydi.

Ablasının öldürüldüğünü tahmin ediyordum, hatta katilinin kim olduğunu da. Bu gerçek onun ağzından ablasının öldüğünü duyunca daha da ağır gelmişti. Ben, abimin sonu olmak için buradaydım. O ise ablasının sonu olan adamı bulmak için buradaydı.

Abim tüm hayatım boyunca kimsesizliğimin nedeni olmakla kalmayarak, başka insanları da bu zindana hapsetmişti. O, kötü bile denilemeyecek biriydi. Aldığı canların yanında onların geride bıraktıkları da vardı, Tuğrul gibi.

Ben başından beri bu duyguyla yaşıyordum, aksini hiç hissetmemiştim. Zaman zaman araya giren güzel anlar sadece kalbimi bir anlığına mutlulukla sıkıştırıyordu, sonra yine aynı ritmik atış devam ediyordu.

Tuğrul ise kimsesizlikle sonradan tanışmıştı, yüksek ihtimalle hiç beklemediği bir anda kalbinin en derinine bu his yerleşmişti. Bu duyguyla tanışmadan önce nasıl biri olduğunu merak ediyordum, gülüyor muydu mesela? Yine bu kadar umursamaz mıydı, yaşadığı hayattan bezmiş gibi evin içinde turlayan çocuktan farklı mıydı?

Tuğrul, abim ablasını ondan çalmadan önce, yaşadığı hayatı seviyor muydu?

"Ölene kadar böyle hissetmekten korkuyor musun?" Alakasız soruları arka arkaya sıralıyordum ve mantıksızlığı gözüme çarpmasına rağmen kendimi durdurmuyordum. O ise beni cevaplıyordu ama ne bana da aynı soruyu yöneltiyordu ne de söylediklerini açıklıyordu.

Sadece basit cevaplar veriyordu ama cevap veriyordu işte. "Hayır," dediğinde şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırdım. "Sanırım ben korkuyorum, pek alışılabilen bir duygu değil," diyerek kendi düşüncemi belirttiğimde yüzünde garip bir tebessüm oluştu.

"Alışılmıyor," dedikten sonra derin bir nefes vererek gözlerini kapattı. Yüz ifadesi daha huzurlu bir hale bürünmüştü, sessizliğin aramıza dolmasına müsaade etmeyerek "Neyse ki böyle hissedeceğim çok zaman kalmadı," dedi.

"Nasıl yani?" Soruma herhangi bir cevap vermedi, suratında mimik bile oynamayınca gözlerimi ondan çektim. Ablası için bu işin içindeydi ve o gittikten sonra kimsesiz hissetmeye başladıysa yüksek ihtimalle bu işin biteceğini kastediyordu.

Kısa bir süre sonra dosyalar elimizde olacaktı, fazla kalmadığını anlamak zor değildi. Poyraz avucumuzda sayılırdı ve geriye kalan tek şey, ufacık bir hamleydi. Gerçekten abimi bitirmemize çok zaman kalmamıştı.

"Sinir bozucu birisin, konuşmak kimseyi öldürmez biliyorsun değil mi?" Sessizliği devam edince sitem eder gibi konuşmuştum. Gerçekten ağzından laf almak için çabalamak gerekiyordu ve bu benim için bile yorucuydu. Kafasını olumlu anlamda sallayarak bana kendince cevap verdiğinde sözcüklerden yoksunluğu neredeyse sinir krizi geçirmeme sebep olacaktı.

Karanlık yolu aydınlatan farları görmemle yattığım yerden doğruldum, Tuğrul da gelen arabaya bakmış ve ayaklanmıştı. "Miden hala bulanıyor mu?" Sorusuna olumsuz manada kafamı sallayarak cevap verdim, kendi başıma ayakta durabildiğime kanaat getirince motosikletin önünde duran arabaya yürüdü.

Arabadan çıkan adam Tuğrul'a kafa selamı vererek, motora bindi ve gürültülü motoru çalıştırarak gözden kayboldu. "Çevrendeki insanlar da senin gibi, kelime özürlüsü." Tuğrul arabaya binmeden önce göz devirerek "Konuşacaksan seni burada bırakacağım, derdini ağaca kuşa falan anlatırsın." demişti.

O kadar ayarsız bir insandı ki, benim için çağırdığı arabaya tek başına binip eve dönse şaşırmazdım. Bu yüzden sessiz kalarak, sürücü koltuğunun yanındaki koltuğa yerleştim. Zaten pek de konuşasım yoktu.

Kafamı cama yasladım, binalar ve levhalar hızla görünüp yok oluyordu. Beynimde binlerce düşünce bir arada dönüyordu, herhangi birini yakalayıp odaklanamıyordum bile. Sadece arada sırada gözlerim araba kullanan çocuğa kayıyordu ve derin bir nefesin vücudumu terk ettiğini hissediyordum.

Yüzündeki ifadesizliğin ötesini ilk defa görmüştüm, sözcüklerden çok daha fazlasını ilk defa ondan duymuştum. Belki gerçekten çok fazla konuşmuyordu ama onu yargılayamıyordum. Bazı hissedilenler, dile getirilemiyordu.

Buzdan duvarlarının kıyısında küçücük bir mum yakmış gibiydim. Nokta gibi görünüyordum, daha o duvarın çok küçük bir kısmının eriyerek suya dönüşmesine şahit olmuştum ama yine de, küçücük bile olsa o duvarlara bir alevin değmesine izin vermişti.

Bu bile benim için yeterliydi.

...

Continue Reading

You'll Also Like

445K 23.4K 51
Her sonun başlangıcı olduğu gibi, benim de biten sonumun başlangıcıydı bu olay... Şans verip, okumadan geçmee:) Hikayedeki karakterler ve ismi geçen...
6.8M 453K 81
Efsun Zorlu; atandığı Urfa'da mecburi hizmetini yapan tıp fakültesinden yeni mezun, çiçeği burnunda bir hekimdir. Daha mesleğinin ilk günlerinde, hen...
122K 6.4K 18
"ya siz kafayı mı yediniz çocuk daha o çocuk iki gün önce papucu yırtıldı diye ağlayan kızı gelmiş bana koynuna al diyorsunuz o yetmezmiş gibi bid...
200K 8.6K 24
İnsanların çoğunluğunu gıcık eden şey ebeveynlerin çocuklarının hayatlarına burunlarını soklarıydı. Avbanu'da bu durumdan gıcık alan insanlardan biri...