lets go lesbians!' hyunho

By linosmelon

41.5K 4.6K 4K

hyunjin ve minho'nun anneleri birbirine aşık olmuş lezbiyenlerdi. More

bir
iki
üç
dört
beş
altı
yedi
sekiz
dokuz
on
onbir
oniki
onüç
ondört
onbeş
onaltı
onyedi
onsekiz
ondokuz
yirmi
yirmibir
yirmiki
yirmiüç
yirmidört
yirmialtı
yirmiyedi
yirmisekiz
yirmidokuz
otuz
otuzbir
otuziki
otuzüç

yirmibeş (m)

1.9K 125 158
By linosmelon





bu bölüm cinsellik barındırır
rahatsız olacaklar
lütfen başlayacağını anladığı an okumayı bıraksın.
ıy nasıl okuyorsunuz falan
yazmanıza gerek yok yani 😁💗

bi de bu oyun zımbırtısı tam olark
nası oynanıyo bilmiyorum takılmayın
uydurmuş olblrm 😓





(hyunjin)

"şimdi sırayla yapmadığımız bir şey söyleyeceğiz, yaptıysak bir parmağımızı indirip içeceğiz. eğer sadece tek bir kişi içerse, ne olduğunu detaylı olarak anlatmak zorunda. ilk önce tüm parmaklarını indiren kaybeder ve kazananın istediğini yapmak zorunda kalır. bu kadar basit?"

"tamam da Seungmin daha fazla içmesin nolur." dedim ağlayacakmış gibi çıkardığım sesimle.
Seungmin gülüp "yok ben aranızda hakimlik yapacağım." dedi.

"maç mı yapıyoruz amına koyayım?" dedi Minho gergin gergin. bir rahatlayamamıştı.

sehpayı çekip sırtımızı koltuklara yaslayarak çember şeklinde oturmuştuk. ortamızda anında tribe giren Jisung, kağıt bardaklar ve alkol vardı. annelerimiz orta yaşlı olduklarından sadece kırmızı şarap içerlerdi, o yüzden Minho zulasından votka çıkarmıştı. Jisung'larda da zaten tekila vardı. ama şişenin çeyreği kadar malum.

"tamam ben başlıyorum." dedi Jisung ellerini kot pantolonunun üstüne sürtüp kollarını sallarken. gözleri yukarı bakıyordu. düşünme numarası yapmasına içten içe patlıyordum, cinsel bir şey söyleyeceğini bilmeyen var mı?

"daha önce hiç birinden çiçek almadım." dedi dudaklarını bebek gibi büzerken.

ne? bunu mu sordu cidden?

önyargılı oluşuma hafiften gülerek bir parmağımı indirdim. herkesin bana tip tip baktığını gördüğümde ise 'ne' dercesine kafamı salladım. özellikle dibimdeki Minho baya bir meraklı bakıyordu. gerçekten kimse çiçek almamış mıydı?

"kimden çiçek aldın sen Hyunjin? daha önce hiç sevgilin olmadı sanıyordum ben?"
gerizekalı. herkesin içinde söylediği şeye bak.

"sadece sevgililer mi çiçek alıyor?"

"kim aldı o zaman, annen mi?"

"salak mısın?" dedim omzumla onu sertçe dürterek.
Seungmin çok ciddi bir ifadeyle bana yukardan bakarak, "indiren tek kişi sen olduğun için, detaylı anlatmalısın. kural böyle." dedi.

küçükten bir oflayarak önce Chan'ın elime tutuşturduğu ve ne olduğunu bilmediğim alkolu içtim sonra da ellerimi birbirine çarpıp anlatmaya başladım, "lise üçteyken, arkadaşlarımın bu çocuk kesin senden hoşlanıyor dediği ama benim inadına kabul etmediğim bir çocuk vardı. aslında aşırı belli ediyordu ama ben bir şey hissetmediğim için kabullenmek istemiyordum. arkadaşlığımıza zarar gelsin de istemiyordum."

"fikrin mi değişti?"

"Minho susarsan anlatacağım? her neyse. bir gün okulda yanıma gelip, bir restoran keşfettiğini ve birlikte gitmek istediğini söyledi. itiraf eder de garip bir an yaşarız diye korktum o yüzden reddetmeye çalıştım ama çok ısrar etti, karşı koyamadım. buluştuğumuzda da yanıma doğru gül buketiyle geldiğini gördüm. off neden bilmiyorum ama aşırı gerildim, ellerim terlemeye başladı. napsam bilemedim ben de gülleri bana vermek istediğinde hapşırmaya başlayıp alerjim var dedim, benden uzak tut diye bağırdım, çöpe attı."

"itiraf etti mi peki?" dedi Seungmin yukardan. hikaye baya sarmış gibiydi.

"etmedi. işe yaradı."
Chan gülmüştü. Jisung da,
"salaksın ya, kimse bana yoldan kopardığı papatyayı bile vermedi, sen gül buketini çöpe attırmışsın. reddetmeyi bilmiyor musun?" dedi.

"bilmiyorum işte, kırarım diye korktum. önümde üzüldüğünü görmek istemedim."

"eminim gülleri çöpe atınca hiç üzülmemiştir ya." dedi Minho sırıtarak. benle dalga geçecek bir şey bulduğuna göre bunu artık bir on sene konuşurdu. ertesi gün evi 1000 tane gülle donatırsa şaşırmazdım bile.

"küçüktüm off. hadi, devam edin."
sıra Changbin'deydi. hepimiz ona bakıyorduk. o ise gözlerini bana kitlemişti. kaşları yukarıya kaldırırken, "daha önce hiç imkansız birine tutulmadım." dedi.
imkansız biri?
gözlerim istemsizce yanımda oturan ve bağdaş kurduğu bacaklarımızın birbirine değdiği Minho'ya baktım. o da bana bakıyordu. gözlerimiz birleştiğinde ikimiz de tekrar önümüze döndük.
parmağımı indirsem mi bilmiyordum. ne hissettiğimi bilmiyordum. Minho kadar imkansız biri yoktu benim için.

bu salakça oyunu oynarken bile tribe girdiğim için kendime kızarak parmağımı indirmedim. Changbin indirmişti ama. hala da bana bakıyordu. ne yani o ilahileri atarken niyeti harbiden ciddi miydi?

"gerizekalı Changbin, yapmadığın bir şeyi söylemen lazımdı sen niye parmağını indiriyorsun?" diye söylendi Jisung. Changbin umursamadan omuzlarını silkeledi. "aklıma başka bir şey gelmedi, ne yapabilirdim..."
Minho burnundan soluyarak çok aşağılayıcı bir biçimde kıkırdadı.

"yaptığınız şeyleri söylemeyin. Chan devam et." dedi Seungmin arkamızdaki koltuğa oturup zıplamaya başlarken. Changbin de içkisini içmişti bile.

"daha önce hiç hapse girmedim."

"orospu çocuğu."

"BAHANQJAJ İÇ JİSUNG."
hepimiz kahkaha atmaya başlamıştık. Jisung'un Chan'ı öldürecek gibi bakarken hızlı bir şekilde içmesi gerekenden fazla içmesi daha da komikti. Minho bile kendini tutamamıştı inanın.

bardağı yere vurduktan sonra derin bir nefes alarak, "haksız yere girdik üç gün. sırtımızdan bıçaklandık işte."

"hiç o konulara girme istersen." dedi Minho elini önüne sallayarak. Jisung gözlerini devirerek bardağı yere koydu.

Seungmin saçlarını karıştırırken eliyle Minho'yu gösterip, "tamam sıra sende." dedi. beş parmağının da havada olduğu elini tekrar kaldırırken,  ağzından mırıldanma sesleri çıkıyordu. dudaklarını sağa sola kaydırıp kafasını biraz arkaya attı. bu kadar düşünecek ne vardı merak ediyordum ama adamın dünyada burnunu sokmadığı olay kalmamıştı doğrusu. yapmadığı bir şeyi aramak zordur tabii.

"daha önce hiç," konuştu sonunda,
"31 çekerken yakalanmadım." dediğinde ben hariç herkes görünmez eller tarafından gıdıklanır gibi ölesiye gülmeye başladı. gözlerim herkesinde yüzünde gezinip ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. "ne? neden?" dedim sesimi duyurmaya çalışırken.

Chan yaşlanan gözlerini tişörtünün yakasıyla silerken, "Changbin okulda 31 çekerken hademeye yakalandı da."

"adam bayıldı." dedi Jisung.

"bayıldı, emekli oldu, ülke değiştirdi?" dedi Minho gülüşlerinin arasında. utanç verici bir çocukluk anısı olduğu için onlara bu kadar komik gelmesini anlıyordum ama bende gram mimik oynamamıştı.
bir de Changbinde tabii.

ama Minho'nun rahatlayıp eğlenmesi hafiften bir gülümsetmemiş değildi. aslında onu böyle görmeyi seviyordum. diğer türlü sadece duruşunda bile beni korkutan bir şey vardı çünkü.

şimdi güldüğü için kalkıp inen vücudu benimkine değiyordu. ben de onunla beraber yavaş yavaş sallanıyordum.
"orospu çocuğu yakalanmış, pantolonunu çekmek yerine döl dolu elini adamın suratına sallayıp 'abi' diye bağırmaya başlamış. tam bir embesilsin Changbin he."

"ne yapacağımı bilemedim amına koyayım."

"okulda niye 31 çekiyordun ki?" dedim kısık sesle.
"hoşlandığım çocuk," dedi, "okula geç kalmıştı, yağmur yağıyordu. sınıfa bir girdi, tamamen ıslak. her şeyi meydanda. allahıma düşüncelerime sahip çıkması için yalvardım dua ettim, kabul etmedi ben de 31 çektim. elimde başka bir seçenek kalmamıştı."

"iğrençsin gerçekten." yüzümü buruşturdum.

"biliyorum efendim."

"tamam TAMAM, kesin. hala 15 yaşındaymış gibi 31 anılarına gülüyorsunuzPUANXJANKXKD Chan öyle bakma lan." Seungmin bizi kontrol altına almaya çalışıyordu ama başaramıyor gibiydi.

"nasıl bakmayayım???"

"götten yiyormuş gibi."

"ama benim tipim öyle."

"PUHAHAHANZJAMZK İBNE YAAA."
kendini koltukta küçücük alanda yuvarlarken altına işeyecek derecede gülüyordu.
"sarhoş işte." dedi Jisung. "sen devam et Hyunjin.

"tamam. daha önce hiç gay bara gitmedim." dedim hepsinin parmağını indireceğini bilerek. indirmişlerdi de. yan tarafıma baktığımda Minho'nun da indirdiğini görebiliyordum. tabii ki, doğal habitatı orasıdır zaten.

"nasıl gitmedin? ciddi misin?" diye sordu Chan şaşkınlıkla.
"barlar pek benlik yerler değil." dedim.

sıramı devrettiğimde Minho yüzünü bana yaklaştırıp kulağıma doğru "aferin." diye fısıldamıştı.
boy farkımız yüzünden dudaklarını boynumun yakınlarında hissetmiştim. sıcak nefesini. yanağıma değip geçen saçlarının kokusunu.
kısa bir süreliğine kalbimi hızlandırıp çekilmesine rağmen, ben kendi kendime dudaklarını boynumda hissetmeye devam ettim.

"daha önce hiç sexting yaparken boşalmadım."
Jisung'un konuşması düşüncelerimi kesti. parmağımı tabii ki de indirmedim. indirenler  Changbin ve Chan'dı.
Chan mızmız bir ses tonuyla, "zayıf noktamızdan vuruyorsun bizi Jisung."

"oyun oynuyoruz aşko."

"öyle olsun, öyle olsun."

"ne pis adamlarsınız." dedi Minho.
"mesajlaşarak nasıl boşalabilirsiniz?"

"akılsız adam, hayalgücün kuvvetliyse ha bir de bir elin sikindeyse, nasıl boşalmayasın?" dedi Chan yükselerek. bu konu onun gerçekten zayıf noktasıymış.

"haklı." dedim gülümseyerek. Minho bir anlığına bana bakıp kafasını sallayarak önüne döndü.

sıra yine Changbin'deydi. Jisung'a pis pis bakıyordu.
"daha önce bu odadaki kimseyi öpmedim." dedi kendinden emin bir şekilde. Jisung'u yakmak isterken Minho ile beni de yakmıştı.

"OOOOOOOOOO."

"Seungmin oooolama."

"tamam."

sadece Minho ile ben parmaklarımızı indirelim istesem de, Jisung'la olan geçmişlerini kabullenmek zorundaydım. zamanında öpüşmüş ve sevişmiş olmaları resmen-

"Hyunjin tüm şişeyi dikmene gerek yoktu."

"oyunun havasına iyice girmek istedim?"

"peki." dedi Minho, ben ıslanan ağız kenarımı elimin tersiyle silip yutkunurken.

"daha önce hiç," Chan devam ediyordu,
taktiksel oynamaya karar vermiş gibi duruyordu bakışları, dik dik parmaklarımıza bakıyordu. Changbin'in hava sadece bir tane parmağı kalmıştı. sadece iki parmağını indirmiş olan Minho'yla ben de kazanmaya oynuyorduk.
"daha önce hiç lezbiyen annem olmadı."

"bu ne sikko bir cümle amına koyayım?" dedi Minho kaşlarını çatıp parmağını indirirken. ben direkt içmem gereken şeye yönelmiştim.

"sanki bizim on tane annemiz olmuş da, biri lezbiyenmiş."

"uzatma lan Minho. kimse annene git am yala demedi."

"kes, sikmeyeyim seni. hatta sikiyorum direkt. daha önce hiç babam gay olduğumu öğrendiği için damacanayla döverek evden atmadı."

"amcık evladı."

"detaylı anlat!!!" dedi Seungmin baygın bir şekilde. ruhu hala aramızdaydı.

Chan ofladı. "telefonumu karıştırmış, bu kadar."

"biraz daha aç."

"ne duymak istiyorsun orospununki?"

"hmmm." Minho çenesini sıvazlayarak düşünür gibi yaptı. "damacanayı götüne soktu mu mesela?"

"soktu ve zevk aldım. sonra zevk aldığım için daha çok dövdü. oldu mu?"

"oldu kardeşim benim."

yok ya benim Felix ve Jeongin bunların yanında melek.

sıra bana geldiğinde aklıma gelen ilk şeyi söylemek istedim. taktik maktik yoktu.

"daha önce hiç birini aldatmadım."

Jisung'un parmağını indirip votkayı içişine keyiflenirken beklemediğim şey, Minho'nun da parmağını indirmesiydi.

ağzım hafif aralanırken ona baktığımda bir cevabı hak ettiğimi düşünmüş olacak ki gözlerini yere sabitleyerek, "15 yaşındaydım." dedi.

'15 yaşındayken zaten neden sevgilin vardı ki?' demek istedim, demedim.

bu konu hakkında çok düşünmek de istemedim.

sıra tekrar başa döndüğünde oyunun sonuna geliyorduk. Jisung boğazını temizledi.
"daha önce hiç benden küçük biriyle çıkmadım." dedi gözleri Minho'dayken.

gerçekten, yeter?

"kardeşim Minho çıtır sever ya."

"yaşıtıyla bile göremedik kendisini."

"susun amına koyayım. tamam kaybettim."

ister istemez modumun düştüğünü hissediyordum.

Chan herkesin parmaklarına baktıktan sonra kazandığını fark edip ayağa kalktı ve futbolcuların yaptığı gol sevinçlerinden birini yaptı. ahşap parkenin üstünde kayıp tişörtünü yüzüne geçirdi.
"GİRSİN. SEUNGMİN SEN OYNAMIYORSUN AMA SANA DA GİRSİN."

"giren girmiştir, girdiği gün bitmiştir."

"AYNEN ÖYLE."

Minho gerinerek ayağa kalktı. "tamam şimdi Seungmin'i de alıp gidebilirsiniz."

"bir dakika bir dakika, kaybettin? Chan'ın istediği şeyi yapmak zorundasın." dedi Jisung Chan'ın tişörtünü yüzünden çekip onu gösterirken.

"neden?"

"ne demek neden? oyunun kuralı bu."

"başlatma oyununa ya. saçma sapan bir şey isteyecek şimdi."

"hayırrrr. küçücük bir şey isteyecek. minnnicik." parmaklarıyla boyut gösterirken. gözleri aynı zamanda bir şey anlatmaya çalışır gibi Chan'a bakıyordu.
"heeee." dedi Chan. "Minho çocuklaşma. hadi."

"iyi söyle."

"ya şey, ben şimdi daha önce hiç canlı canlı ensest bir şey görmediğim için, acaba Hyunjin'i öpebilir misin?"

"NE?" diye bağırdım hala oturduğum yerden.

"siz benle taşak geçiyorsunuz." dilini ağzının kenarında gezdirirken güldü Minho.

"HAYIR." ben yine bağırıyordum. biz onu bir kere yapmıştık ve ben yeteri kadar sürünmüştüm zaten. bir salise sürse bile istemiyordum.

"sakin ol Hyunjin." dedi Minho kalkmak için elini uzatırken. "Chan kardeşim kendini çok akıllı sanıyor."

"öyleyim zaten."

"PAS CHAN. PAS." kollarımı 'x' işareti yaparak sallıyordum salak gibi. alkol de vurmaya başlamıştı.

"ssh, bağırma. nerden öpeceğimi söylemiyor. küçüğüm olduğun için," bana şöyle bir baktı,
"gözlerinden öpebilirim sanırım?"

"siktir oğlum ya." dedi Chan tüm mal varlığını kaybetmiş gibi. bense Minho'ya gülümsemeden edemedim. Chan tekrar tişörtünü kafasına geçirip kendini baygın Seungmin'in üzerine boğulma umuduyla atarken Minho nazikçe çenemi kavrayıp az önce boynumun yakınında olduğu için kalbimin hızlandığı dudaklarını, benim kapattığım gözlerime değdirdi. dudakları fazla yumuşaktı, öpücüğü fazla güzeldi. hep böyle öpülebilir ve bıkmazdım.

kısacık süren öpücüğünden sonra eli hala çenemdeyken alnını alnıma yasladı ve kendini benden çekti. şimdi tekrar oyun bittiğine göre, gergin Minho olabilirdi. ellerini birbirine vurup gitmeleri için diğerlerine bağırıyordu.
Seungmin Chan'ın sırtına çıkmıştı, Changbin de arkadan Chan'ın götüne şaplak atıyordu. Jisung hepsini geride bırakıp, bahçeye çıkmıştı bile.
garip bir şekilde yaramazlık yapmadan gitmişlerdi.
Minho onları dışarıya geçirip kapıyı kapatana kadar olduğum yerde hiç kıpırdamadım.

gözümü öpüşü, parti gecesi odadaki öpüşmemizden daha çok hoşuma gitmişti. daha gerçek olduğu için mi, yoksa içinde biraz sevgi varmış gibi olduğu için mi bilmiyordum ama parmaklarımı öptüğü gözümün üstünde buldum. bir leyla olmuştum.

kapı kapandığında ve Minho sallanarak salona geri geldiğinde yakalanma korkusuyla parmaklarımı gözümden çekip yere eğilerek bardakları toplamaya başladım.

yardım etmek için yanıma geldi.
"eğlendin mi?"

"hm, yani evet. fena değildi."

"güzel."

toplama işini bitirene kadar konuşmamıştık. benim biraz başım dönüyordu, bulaşıkları yerleştirirken bazen sendeliyordum. Minho içeride yastıkları dizmekle meşguldü.

bu gece sanırım böyle bitecekti.
sessiz sedasız.

arkama dönmek isterken Minho'ya çarpmıştım. ne ara salondan mutfağa geçmişti? parmak ucunda mı yürümüştü? yoksa ben çakırkeyif olduğum için mi duymamıştım.

beni tutmak için ellerini koluma geçirdiğinde,
"iyi misin sen?" diye sordu. kafamı eğmiştim, ona bakmıyordum. çevik bir hareketle ellerinden kurtulup bulaşık makinesinin kapağını kapatarak kenara geçtim.

"iyiyim? sen iyi misin?"

"alkol vurdu galiba."

"sana ne?"

"vurmuş."

tezgaha yaklaştığında tekrar bana baktı.
"çay yapmamı ister misin?"

"istemem."

"sıcak çikolata falan?"

"istemem dedim ya."

açtığı mutfak dolabını bir anda çat diye kapattığında yerimde sıçradım. gözlerim kocaman açılmıştı.
"hayırdır noluyor yine amına koyayım? yeter ya."

"ses tonuna dikkat et."

"of. yok, cidden uğraşamayacağım. yeter."

"ne yeter?"
merdivenlere doğru gitmeye başladığında peşinden gittim. odasına girmişti, kapıyı yüzüme kapatmasını umursamayıp arkasında durdum.
"ne yeter?"

"çocukluğuna yeter mesela."

"hiçbir şey demedim? triplenen sensin?"

"hep aynı şey." dedi yatağına uzanırken.
"ne aynı şey ya ne aynı şey?"

"soru sorup durma."

"hasta."

"sorunlu."

"kötü abi."

"abi mi dedin?" bir anda doğrulup üzerime gelmeye başlamıştı. kollarımdan tutup çekiştiriyordu beni. kendimi tutamadan gülüyordum ben de. bizim duygu değişimleri niye bu kadar dalgalıydı ya?

az önce çocukluktan bahseden Minho şimdi bebe gibi boğuşuyordu benle. ensemden tutup yere düşürmeye çalışıyordu, ısırır gibi yapıyordu.
ben kaçmak istediğimde arkamdan belimden tutup koşmama engel olmuştu. belimden böyle sıkıca kavradığı sürece milim oynamama imkan yoktu zaten.

gülüyordum. eğleniyordum ama üstümde elleri dışında bir baskı hisseder gibi olmuştum. kafa karışıklılığıyla debelenmeyi bırakıp, hissettiğim şeye odaklandım. yok, şaka olmalıydı.

durduğum için kollarını gevşeten Minho'dan hemen kurtulup malum yere baktım. o da önüne baktığında direkt olarak elleriyle cephe oldu.

"inanamıyorum..."

"Hyunjin, sakın."

"gerçek olamaz."

"sus."

"bütün gece diğerlerinin azgınlığıyla dalga geçtikten sonra..."

gözlerini devirip arkasına döndü.
"resmen iki dakika birbirimize değdik diye sikin kalkıyor."

"duvara değince de kalkıyor."

alkolün verdiği cesaret midir bilmem ama Minho'nun önüne geçip yatağın ucuna oturdum ve ellerimi kalçasına atarak aşağıdan ona baktım.
"emin misin?"

"ne yapmaya çalışıyorsun tam olarak?"

"hiçbir şey." dedim masum masum ellerimi de çekerken.

"çok komik geldi sana herhalde."

"yani...öpüştüğümüzde bile kalkmamıştı-"

"ya da sen hissetmemiştin?"

güldüm. "kucağındaydım."

"bu görüntü tanıdık değil yani." dedi elleri belindeyken. kendimi sorgulamama sebep oluyordu, beni yanıltmak istiyordu ama başaramayacaktı. ben kendimden gayet emindim???

"d-değil?"
gözlerini benimkinden ayırmıyordu. ben de onunkilerden. yerime iyice siniyor gibi hissediyordum. sırtım yavaşça yatağı bulurken onun bedeni de benim üstüme doğru eğiliyordu.

"peki şu an senin önündeki görüntü, tanıdık mı?"

"ne-"
gözlerimi korkuyla altıma kaydırdığımda kalkmadığını gördüm. derin bir nefes alıp verdim. güvendeydim.
"kalkmasını çok istiyorsun herhalde ama bak, kalkmıyor."

"istesem dakikasında kaldıracağımı biliyorsun."

"benimki öyle ota boka kalkmıyor ya. duvara ağaca, sana falan."

güldü. eliyle ağzını sildi. alt dudağı parmaklarına takılarak dalgalanmıştı. gülmeyi bıraktığında ellerini bacaklarımın iki yanına koyarak üzerime iyice eğildi. ben artık tamamen sırtüstü yatıyordum. kendimi geriye çekmeye çalışsam da o çoktan bir dizini yatağa atmış, resmen üstüme çıkmıştı. kalkan penisini göbek deliğimin üstünde hissettiğimde nefesi yüzüme çarptı. ben nefesimi tutarken o burnunu boynuma değdirmeye başladı. burnunun ucu benim ince derimde daireler oluşturuyordu. duyabilmem için sesli bir şekilde nefes alıp veriyordu bir de.
kafamı arkaya attım. bir yandan da yumruklarımı sıkıyordum. onu şu an üstümden kolaylıkla atabilirdim, istemiyordum ama lanet olsun. araladığı dudaklarını boynumda hissederken sertçe yutkundum.

ben devam edecek, az önce gözümü öper gibi beni boynumdan öpecek sandığımda aniden kalktı. dizimin orda, bacaklarımın üstünde oturuyordu.
"bana kalkıyormuş. duvar ve ağaç kaldı. onu da test edelim mi?"
bayılıyordu haklı çıkmaya.

"siktir git."

"bana uyar-"
gitmeye yeltendiğinde tişörtünün yakasından sertçe çekip dudaklarının dudaklarımın üstüne düşmesini sağladım. onu benim çekmeme rağmen ben bile afallamıştım birbirine çarpan dudaklarımızın etkisiyle. ilk öpüşmemizi başlatan oydu, ikinciyi ben başlatamaz mıydım?

açılmayan dudaklarımız bir müddet birbirlerinin üstünde dinlendiler. onu öpecek kadar cesur ama dudaklarımı aralayamayacak kadar da korkaktım. sadece tüm gücümle tişörtünden tutuyordum onu. parmak boğumlarım beyazlaşmış, tişörtü nerdeyse avuç içimde un ufak olmuştu.

aralamıştı dudaklarını. beni yavaşça öpmeyeceğini bilerek ona ayak uydurmaya çalıştım. dillerimiz ağzımızın içindeyken tekrar ve tekrar öpüştük. üstümde olduğu için rahatlıkla kalkan penisini benimkinin üstüne bastırıyordu. normalde böyle bir ağırlık altında ezilir gibi olurdum ama Minho'nun altında olup becerilmek için can atıyordum.

durdu.
"Hyunjin." nefes nefeseydi,
"devam edersek sonuna kadar gideriz."

"gidelim."

"emin misin?"

"çok." dedim çenem titrerken. halimin acizliğini görünce sırıtarak beni öpmeye devam etti.

alt taraflarım sızlıyordu. sol eli tişörtümü sıyırıp mememi buldu. sıcak ellerinin altında yanmaya başlayan göğsüm, titriyor gibiydi. parmak uçları meme ucumla oynamaya başladığında bu beni hep huylandıran bir şey olduğundan ağzının içinde kısık bir sesle inledim. dudaklarının kıvrıldığını hissedebiliyordum.
"kendini tutma, lütfen." dedi ağzını benimkinden çekmeden.

cevap olarak alt dudağını emmeye başladım. benim ellerim de onun sırtını bulmuştu. bir tanesi ordan şortunun içine gidip kalçasını avuçlamaya başlamıştı bile. durmak istemiyordum, şu an Minho'yu o kadar çok istiyordum ki delirecek gibiydim.

dudaklarını çeneme kaydırdı ve oraya ıslak öpücükler bırakmaya başladı. tüm çene çizgim ıslandıktan sonra boynuma geçti. kafamı ıkınırcasına geriye atıp ellerimi saçına geçirdim. ben saçlarını daha sert çektikçe, o da boynumu düşmanca sömürüyordu.

dili köprücük kemiğime geldiğinde tişört engeline takıldı. sabırsız bir şekilde "çıkar şunu." dedi.

"sen de."

aynı anda tişörtlerimizden kurtulup yatağın kenarına attık. şimdi çıplak tenlerimiz birbiri arasında daha rahat karışacaktı. göğüslerimiz birbirine çarptı. kollarımız birbiri üstüne geçti.

dudakları bu sefer özgürce gövdemde geziyordu. boydan boya yalıyordu beni, kafayı yiyecek gibiydim. göbek deliğime geldiğinde orda biraz oyalandı. ben az önce yaşanan hiçbir şeyi daha önce yaşamayan biri olarak zaten fazla duyarlıydım ve adam resmen göbek deliğimi diliyle sikiyordu. elimde olmadan kafasını aşağıya doğru ittirdim. dudakları pantolonumun üstünden penisime değmişti. çenesini kabarıklığıma yaslayıp gülümseyerek bana baktı. bitik haldeydim.

"bu açıdan çok güzel görünüyorsun." dedim itiraf ederek. saçları dağılmış, pembe dudakları benim salyalarım sayesinde parlamıştı.

cevabı devam ederek veriyordu.
elleri kemerime uzandığında sabredemeyeceğim kadar yavaştı. bilerek yapıyordu, farkındaydım.
kendim kemerimi açmak istediğimde sert denilebilecek bir tokat attı yüzüme. elim yanağıma gitmişti.
"işime karışma." demişti boğuk bir sesle.

kafam tekrar yatağa gömüldüğünde artık birden fazla yerim sızlıyordu ve anlamadığım bir şekilde bu hoşuma gidiyordu. Minho'nun bana nazik davranmayacağını zaten biliyordum ama şimdi biraz daha sert olmasını istemeden duramadım.
beni az önce tanıştırdığı şey her neyse, fena ilgiliydim şu an. onun önünde kıpkırmızı olma isteğini bastıramıyordum.

elimi yanağımdan çekerken bir daha burnumu soksam ne yapar diye düşünmeden edemedim. kendime hakim olmalıydım sanırım.

çıkan kemerim de bir kenara yollandıktan sonra pantolonum ve iç çamaşırım çekiştirilerek kalçamdan sıyrılmıştı. Minho hiç beklemeden penisim önüne dik bir şekilde çıkar çıkmaz, sağ eliyle kavrayıp üstüne tükürdü. biraz sonra ne deneyimleyeceğimi hayal bile edemiyordum.

"siktir siktir siktir."

sikim Minho'nun ıslak ağzının içinde, dudakları tarafından hoyratça örtülürken, belim istemsizce havaya kalkıyordu. çarşafı tüm gücümle sıksam da nafileydi.
"Minho- orospu çocuğu. tanıdığım en şerefsiz insansın s-sen."

"susacak mısın?" dedi Minho. ona bakmak için kafamı kaldırdığımda, büyük gözlerinin parlayarak bana baktığını gördüm. biraz terlemeye başlamıştı, saçları tel tel olmuş alnına yapışmıştı. gözaltındaki morluklar sikimin ucunun rengiyle uyumlu görünüyordu.

tekrar işe döndüğünde alt dudağımı ısırdım.
iyiydi bu işte.

iyi olmasından nefret ettim.

dili her türlü şeyi yaparken iyice dayanamayacak gibi oldum, sona geldiğimi anlamıştım. derin bir nefes alıp, kesik kesik dışarı bırakmaya başladım.
vücudumdaki tüm kan orda toplanmıştı sanki.

"Minho-dur."
dedim boşalacağım an. eli hala penisimdeyken çekilip gövdesine boşalmama izin verdi. göğsü ve karın kasları ve o meşhur yara izi benim dölüm ile dolmuştu. sırıtarak elimi yara izine götürdüm.

ama Minho şu andan itibaren vakit kaybetmek istemiyor gibiydi, canımın acıyıp acımadığını umursamayarak kalçamdan tuttuğu gibi arkama çevirdi. üstümdeki her şeyi tamamen çıkardıktan sonra arkamdan uzaklaşıp komodinine gitmişti. yüzümü oraya çevirip prezervatif ve kayganlaştırıcı alışını izledim.
aldıklarını yatakta kenara bıraktıktan sonra kendi kıyafetlerini de çıkardığını fermuar sesinden anlamıştım. yüzümü oraya doğru çevirip onu görmeye çalıştım. soyunduğu an beni çevirmesi nasıl bir haksızlıktı? onu görmek istiyordum.

görmesem de hissedebiliyordum en azından. belimi bükmek için elini sırtımda gezdirdiğinde kalçam havalandı. o da bana daha çok yaklaştı. penis ucu sızlayan deliğimi zorlamaya başlamıştı bile. dudaklarımı dişlerken onun eli benim boynumu buldu ve sıkmaya başladı. tüm gücünü ordan alıyor gibiydi. ağzımı fazla açarak nefes almaya çalıştım.

"parmaklamayacağım. acıyabilir."

kafa sallamak dışında yapabileceğim bir şey yoktu. eliyle boynuma inanılmaz bir güç uyguluyordu. az önce boşalmama rağmen hala tatmin olmamış vücudum, içime girmesi için daha fazla sabredemiyordu.

diğer eliyle yanaklarımı ayırırken, deliğimde hissettiğim soğuklukla titredim. kayganlaştırıcıyı alıp iyice sürmüştü. biraz sonra başını yavaşça içime sokmaya çalıştı. hemen girmeyeceğini biliyordum ama bekleyemiyordum.

"ö-önce parmağını sokamaz mısın?"
dedim inlemelerim ağzımdan kaçarken.

"istemiyorum." dedi olabilecek en sakin ses tonuyla. beni bu sefil durumda görebildiği için mutluydu ne de olsa, daha da sürünmemi istiyordu. belki de yalvarmamı istiyordu?

"lütfen?" dedim penisi deliğimi zorlarken.
buna karşılık olarak elini boynumdan çekip yüzüme doğru dayadı ve bastırdı. şimdi hiçbir şey göremiyordum. dudaklarım avuç içine değerken zor nefes alıyordum. ağzımı aralayıp dilimi dışarıya çıkardım ve elinin tombul yerinden ısırdım.

şimdi başını içerde hissedebiliyordum.
acıyordu. hem acıyordu hem yanıyordu sanki. tepki olarak elini iyice ısırdım. ben ısırdıkça o birazını daha içime soktu. yavaş yavaş giriyordu. dayanamıyordum.

ne kadarı içerdeydi anlamıyordum bile. algımı kaybetmiştim.

birazdan gelgit hareketler yapmaya başladı. o girip çıkar gibi olurken kalçama çarpan gövdesinden çıkan ses dolduruyordu odayı. bir de benim, acı yerini zevke bıraktığında saldığım inlemelerim. eli yüzünden boğuk bir şekilde inliyordum. Minho git gide sertleşiyor, boşta kalan eliyle beni kendine iyice bastırıyordu.

elini yüzümden çekip saçlarıma geçirdi ve uzun saçlarımı elinde çevirip at kuyruğu yaparak sertçe çekti. tüm saçlarım kafamdan kopacak gibiydi. çenem titrerken iyice inlemeye başladım. başka nasıl dayanacağımı bilmiyordum.

"Hyunjin beklediğimden de darsın." dedi Minho gitgellerin arasında. saçımı hala sertçe tutuyor ve beni hala sertçe sikiyordu.

kendine çektiği için kavradığı bel oyuntum morarıcak gibi hissediyordum. her dokunuşu böylesine sertti.

"içimde kal Minho."

durdu.

neden birden bire bunu istediğimi bilmiyordum, sadece istiyordum. ben bu gece haddinden fazla bir şeyler istiyordum.
dediğim gibi öylece kalmıştı.
içimdeki o doluluk hissini hemen kaybetmek istememiştim sanırım.

iki eliyle beni önden kavrayıp sırtımın onun göğsüne yaslanmasını sağladı. biraz rahatsız bir pozisyondu ama dayanmaya çalıştım. adem elmamın üstünde parmaklarını gezdirirken dudakları ensemin üstündeydi.

"bu kadar sabretmiş olmama inanamıyorum." dedi fısıldayarak. "resmen mahvediyorsun beni Hyunjin."

cevap vermedim. vücudumu olabildiğince yavaşça ondan çekip yatağa uzandım. elinden çekip yanıma yatmasını sağladım. şimdi yüzüne bakabiliyordum.
dudağına küçük, masum bir öpücük kondurdum.

uyuyana kadar öpüşmeye devam ettik.

pek de sessiz sedasız bir gece olmamıştı sanki?

3500 küsür kelime kızlar......
umarım beğenmişsinizdir! ilk defa yazdım diyebilirim medyumu saymazsak 😓

Continue Reading

You'll Also Like

9.5K 2.8K 34
ve işin sonunda, yine o ve ben varız.
116K 14.4K 23
Kim Namjoon, kendisine verilen görevi yerine getirmek için sahte bir aile kurmaya karar verir fakat birbirlerinden deli gibi nefret eden Taehyung ve...
99.3K 5.2K 63
"Komşum ünlü bir futbolcu. Fazla yakışıklı ve bunun da fazlasıyla farkında. Üstelik inatçı keçinin teki, tam anlamıyla gıcık ve çekilmez biri. Başta...
9.4K 1.4K 22
zehra, eskisi gibi hande'nin kolları arasında güvende hissetmek istiyordu. ama artık o huzur dolu anların yerini kaygılar almıştı.